9 Mart 2011 Çarşamba

KELİMELER - KAVRAMLAR ... MUSİBET

 K E L İ M E L E R - K A V R A M L A R 
M U S Î B E T

     Başa gelen felâket, belâ, afet, sıkıntı, ceza gibi olaylar için kullanılan bir terim.
     Bir musibete uğrayan kimse, ya Allah (c.c.) tarafından imtihan edilmekte veya işlediği bir kötülüğe karşı cezalandırılmaktadır. Musîbet kelimesi Kur'an-ı Kerim'de bu iki anlamda da kullanılmıştır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ sevdiği mü'min kullarına değişik şekiller altında musîbetler göndererek onları imtihan ettiğini ve bu musibetlere karşı gösterdikleri sabır ve tevekkül neticesinde de büyük mükâfatlarla mükâfatlandırılacaklarını bildirmektedir. İnananlar zümresi içerisinde peygamberlerin Allah Teâlâ'ya en yakın kitle oldukları halde, musîbetlerin en büyüklerine uğradıkları görülmektedir. Nuh (a.s), İbrahim (a.s), Musa (a.s) ve İsa (a.s)'ın kıssaları bunun örnekleriyle doludur. Ulu'l-azm peygamberlerin sonuncusu Hz. Muhammed (s.a.s) de Mekke döneminde büyük musîbetlere maruz kalmıştır. O, kavmi tarafından yalanlanmış, işkence görmüş, ölümle tehdit edilmiş, hatta taşa tutulmuştur. Taif'e gidip halkı Allah'ın dinine davet ettiği zaman, onlar bir peygambere uymayı reddettikleri gibi köle ve çocuklara onu taşlatmışlardı. İnsanlığa rahmet olarak gönderilmiş o büyük peygamber, Taiflilerin saldırısından kurtulduktan sonra, ellerini kaldırıp Rabbine şöyle seslenmişti:
     "Ya Rabbi; Gerçekte benim üzerime çöken bu musîbet ve eziyet, şayet senin bana karşı bir gadap ve öfkenden ileri gelmiyorsa, ben buna aldırış etmem ve gönülden tahammül ederim."
     Allah Teâlâ da ona; "Ey Muhammed! Sen de, "azim ve sebat" sahibi peygamberlerin sabrettiği gibi sabret" (el-Ahkaf, 45/35) şeklinde vahyetmiştir.
     Allah Teâlâ, hidayet ihsan edip rahmet nuruyla kuşattığı mü'min kullarım, bir takım dünyevî zorluklarla imtihan ederek bunu onlar için bir rahmet vesilesi kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulmaktadır: "And olsun ki sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsullerden yana eksiklikle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele. Onlara bir musibet dokunduğu zaman "Mutlaka biz Allah içiniz ve mutlaka O'na döndürüleceğiz" derler" (el-Bakara, 2/155-156).
     Bu ayetler, her ne şekilde olursa olsun, karşılaşılan bir belâ ve musîbet karşısında inanan kimselerin göstermesi gereken tavrı ortaya koymaktadır.
     Musîbete karşı takınılan tavır, aynı zamanda iman ile nifakın arasını ayıran ve münafık tiplerin kalplerindeki nifakı açığa çıkaran bir imtihan aracıdır. Yani imanların musibetle sınanmasıdır.
     Münafıklar, müslümanlar savaşta bir başarısızlığa (musîbete) uğradığı zaman onlarla birlik olmadıkları için sevinirler ve bunu kendileri için bir nimet sayarlar. Allah Teâlâ gerçek anlamda nimetlendirilenlerin musibetlere uğrayıp bunlara sabreden kimselerden başkaları olmadığını ve farklı düşünenlerin ise kalplerinde hastalık bulunan tipler olduğunu bildirmektedir:
     "Şüphesiz ki içinizden (savaşa çıkmak için) pek ağır davrananlar vardır. Size bir musîbet geldiği zaman (onlar) 'Allah bana nimet ihsan etti de onlarla beraber olmadım' der" (en-Nisa, 4/72).
     Diğer bir musîbet de, insanların işledikleri kötü amelleri ve kalplerindeki nifak ve küfürlerinden dolayı muhatap oldukları musibettir. Kur'an-ı Kerîm'de bu anlamda kullanılan musîbet kelimesi ile, bu kötülüklere karşı bir cezalandırma kastedilmektedir: "Başınıza gelen bir musîbet kendi ellerinizle kazandığınız günahlar yüzündendir. O, işlenenlerin bir çoğunu da affeder" (eş-Şûra, 42/30).
     Münâfıkların hallerinden sözedilen başka bir âyet-i kerimede de şöyle buyurulmaktadır: "Kendi yaptıklarından dolayı başlarına bir musîbet geldiğinde nice olur halleri..." (en-Nisa, 4/62).
     İşlenilen kötü amellere karşılık ahirette elim cehennem azabına uğrayanların durumları da musîbet olarak nitelendirilmektedir:
     "Eğer onlar (Yahudiler) işledikleri günahlar yüzünden başlarına bir musibet geldiği zaman; 'Rabbimiz bize Peygamber gönderseydin de biz de senin âyetlerine uyup mü'minlerden olsaydık ya' diyecek olmasalardı (seni göndermezdik)" (el-Kasas, 28/47).
     İnsanların başına gelen bütün musîbetler Allah Teâlâ'nın izni ve takdiri dahilinde ortaya çıkmaktadır: "Yeryüzüne ve kendinize inen hiç bir musîbet yoktur ki biz onu yapmadan önce Levh-i mahfuz'da yazılmış olmasın. Şüphesiz ki bu, Allah için çok kolaydır" (el-Hadîd, 57/22);
"Allah'ın izni olmadan kulun başına hiç bir musibet gelmez..." (et-Teğâbun, 64/11).
     Bu anlamda, ölüm olayı da bir musibet olarak zikredilmektedir:
"... Veya yolculukta iseniz ve başınıza ölüm musibeti gelmişse..." (el-Maide, 5/106).
     Bir de, toplum boyutunda kavimlerin helak edilişi musibeti vardır ki bu, azgın bir kavmin kendi elleriyle işledikleri günahları ve aşırı sapıklıkları yüzünden peygamberlerine karşı direnmeleri neticesinde ortaya çıkmaktadır. Allah Teâlâ, aynı zamanda bu musîbetleri diğer toplumlar için birer ibret vesilesi de kılmıştır. Kur'an-ı Kerîm'de helâk edilişleri ve buna sebeb olan durumları tafsilatlı bir şekilde gözler önüne serilen, Nuh, Âd, Semûd, Lût kavimlerinin başlarına gelenler bu tür musibetlerdendir.

Ömer TELLİOĞLU
Şamil İslam Ansiklopedisi

5 Mart 2011 Cumartesi

İSLAM İLMİHALİ ... BEŞİNCİ BÖLÜM: TEMİZLİK - 4. GUSÜL

 
İ S L Â M   İ L M İ H A L İ
Beşinci Bölüm: Temizlik
IV. Gusül
     Sözlükte gusül (gasl ve gusl) "bir şeyi su ile yıkamayı", fıkıh ilminde ise "bütün vücudun temiz su ile yıkanması şeklinde yapılan hükmî temizlik işlemi"ni ifade eder. Fıkıhta abdeste küçük temizlik, abdest almayı gerektiren hallere küçük kirlilik (hades-i asgar), gusle büyük temizlik, guslü gerektiren hallere de büyük kirlilik (hades-i ekber) denilir. Guslün Türkçe'deki bir başka adı da boy abdestidir.
     Kur'an'da "Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin" (el-Mâide 5/6) buyurularak cünüplük halinden kurtulmak için guslün gerekliliği bildirilmiş, ayrıca hayzın (ay hali) kadınlar için mazeret hali olduğu belirtilerek gusledip temizleninceye kadar onlarla cinsel ilişki kurulması yasaklanmıştır (el-Bakara 2/22). Cünüplük hali ile kadınların hayız ve nifas kanlarının kesilmesi halinde guslün gerekli olduğu ve bunun nasıl yapılması gerektiği hususuna Hz. Peygamber'in söz ve uygulamaları da önemli açıklamalar getirmiştir.
     Abdest gibi gusül de esasen hükmî-dinî temizlenme ve arınma vasıtasıdır. Böyle olmakla birlikte bunların maddî temizlenmeyi de sağladığı, ayrıca birçok tıbbî yararlar içerdiği de inkâr edilemez. Guslün insan sağlığı açısından önemi ve yararı Doğulu ve Batılı ilim adamlarınca ayrı ayrı dile getirilmiş, boy abdesti temizliği müslüman milletlerin belirgin özelliği, İslâm medeniyetinin beden temizliğine ve sağlığına verdiği önemin âdeta simgesi olmuştur. Gusül ile, hayız, nifas ve cünüplük halinin vücutta bırakabileceği maddî bir kalıntı ve bulaşıklar iyice temizlenmiş olur. Ayrıca gusül, cünüplük halinin vücutta yol açacağı yorgunluk ve gevşekliği giderme, bedende yeni bir denge kurma, kan dolaşımını düzene koyma ve kişiyi hükmî kirlilikten kurtararak ibadet atmosferine hazırlama gibi beden ve ruh sağlığı açısından birçok yararı içinde barındırır. Buna ilâve olarak, bilinebilen veya bilinemeyen birçok hikmet ve fayda taşıdığı inancıyla Allah'ın bu emrini yerine getiren mümin Allah'a kayıtsız şartsız itaat etmenin haz ve sevabına kavuşur.
 
     A) GUSLÜ GEREKTİREN DURUMLAR
     Esasen hükmî-dinî temizlenme ve arınma vasıtası olan guslün sebebi hükmî kirliliktir. Bu sebeple hükmî kirlilik hali sayılan cünüplük, hayız ve nifas halleri guslü gerektiren üç temel sebeptir. Ancak bu üç durumun dinî literatürde büyük kirlilik olarak anılması, bu durumdaki kimselerin dinen necis sayıldığı anlamına gelmez. Mümin necis olmaz. Hatta müşriklerin necis olduğu meâlindeki âyet de (et-Tevbe 9/28) onların hükmî kirliliklerine işaret olarak anlaşılmıştır. Bu sebepledir ki, cünüp olan, hayız ve nifas gören kimselerin hükmî kirliliği, onların namaz, tilâvet secdesi, Kâbe'yi tavaf, Kur'an'ı eline alma ve Kur'an okuma, mescide girme gibi belirli ibadetleri veya ibadetle yakından ilgili fiilleri yapmak için gerekli ruhî ve mânevî hazırlığa sahip olmadıkları anlamına gelir. Bundan dolayı cünüp kimsenin oruca devam etmesi veya namaz vaktine kadar yıkanmayı geciktirmesi günah sayılmayıp namazın kılınabileceği son vakit öncesinde gusletmesi farz görülmüştür. Diğer bir anlatımla gusül, hükmî kirliliği sona erdirip belirli ibadetleri yapmayı mümkün hale getiren bir hükmî temizlenme usulünden ibarettir.
 
     a) Cünüplük
     Fıkıh dilinde cünüplük (=cenâbet), cinsî münasebet veya şehvetle meninin gelmesi (inzal) sebepleriyle meydana gelen ve belirli ibadetlerin yapılmasına engel olan hükmî kirlilik halinin adıdır. Meni gelsin veya gelmesin cinsî münasebet sonunda kadın da erkek de cünüp olur. Cünüplüğe yol açan cinsî münasebetin ölçüsü ve başlangıç sınırı, erkeklik organının sünnet kısmının girmiş olmasıdır. Erkek veya kadından şehvetle (cinsî zevk vererek) meninin gelmesi cünüplüğün ikinci sebebidir. Meninin uyku halinde veya uyanıkken, iradî ya da gayri iradî gelmesi sonucu değiştirmez. Şâfiîler hariç fakihlerin çoğunluğu, cünüplük için meninin şehvetle gelmesini şart gördüklerinden, ağır kaldırma, düşme, hastalık gibi sebeplerle meninin gelmesini cünüplük sebebi saymazlar.
     Uyandığında ihtilâm olduğunu hatırlamamakla birlikte elbisesinde meni bulaşığı gören kimsenin gusletmesi gerekir. Buna karşılık ihtilâm olduğunu hatırladığı halde elbisesinde böyle bir iz görmeyen kimsenin ise gusletmesi gerekmez.
     Cünüp olan kimsenin farz veya nâfile herhangi bir namaz kılması, tilâvet secdesi yapması, Kâbe'yi tavaf etmesi, Mushaf'ı eline alması, camiye girmesi ve orada bulunması câiz görülmez. Bu kimseler dua ve zikir maksadıyla besmele çekip Fâtiha, İhlâs, Âyetü'l-kürsî gibi sûre ve âyetleri okuyabilirler. Cünüp kimsenin bu halini herhangi bir farz namazın ifası vaktine kadar geciktirmesi ve bu arada yeme içme de dahil beşerî ve sosyal faaliyetlerini sürdürmesi fıkhen câiz ise de bir an önce cünüplükten kurtulması, bunun için de ilk fırsatta boy abdesti alması, değilse cinsel organını, el ve ağzını yıkaması tavsiye edilmiştir.
 
     b) Hayız ve Nifas
     Hayız (ay başı) ve nifas (loğusalık) kanlarının kesilmesiyle veya bu iki hal için öngörülen âzami sürelerin dolmasıyla gusül gerekli olur. Bu süreyi aşan kanamalar özür hali (istihâze) sayıldığından bu tür kanamanın sona ermesi halinde gusül gerekmez.
     Hayız ve nifas halindeki kadının hükmü cünüp kimseninki gibidir. Ayrıca bu durumdaki kadınların cinsel ilişkide bulunması haramdır, oruç tutması da câiz değildir. Kadınlara mahsus haller ve bunların fıkhî hükmü aşağıda anlatılacaktır.
     Fakihlerin çoğunluğuna göre, müslümanın cenazesinin -şehid hükmüne tâbi olanlar hariç- yıkanması gerekir ve bu görev geride kalanlar için cenaze namazı gibi farz-ı kifâye cinsinden bir dinî sorumluluktur. Bu yıkama bir yönüyle o müslümanın cünüp olarak ölmesi ihtimaline karşı bir tedbir mahiyetinde ise de esasen İslâm'ın insana verdiği değerin, müslüman olarak yaşamış bir kimseye karşı gösterilen sevgi ve saygının bir ifadesidir.
     Yeni müslüman olmuş bir kimsenin sırf bu sebeple gusletmesi Mâlikî ve Hanbelî fakihlerine göre vâcip, Hanefî ve Şâfiîler'e göre ise mendup bir davranıştır. Cünüp ise gusletmesinin gerekliliğinde ittifak vardır. İslâm dinine giren kimsenin bu sebeple guslü, geride kalan mânevî kirlilikten ve günahlardan arınıp yeni bir hayata tertemiz başlangıç anlamını taşır.
     Yukarıda sayılanlara ilâve olarak cuma ve bayram namazları öncesinde, hac veya umre niyetiyle ihrama girerken ve Arafat'ta vakfe için gusletmek sünnet, cenaze yıkama, kan aldırma, Mekke ve Medine'ye girme, Berat ve Kadir gecelerini ihya etmeyi isteme, bir toplantıya katılma, yeni elbise giyme, bir günahtan tövbe etme gibi çeşitli sebep ve durumlarda gusletmek de müstehap görülmüştür.
 
     B) GUSLÜN FARZLARI
     Gusül, ilgili âyette de (el-Mâide 5/6) işaret edildiği gibi bütün vücudun kuru bir yer kalmayacak şekilde tamamen yıkanmasından ibarettir. Bunda bütün fakihlerin ittifakı vardır. Ancak Hanefî ve Hanbelî mezhebinde ağız ve burnun içi gusülde bedenin dış kısmından sayılmıştır. Böyle olunca guslün; ağza su almak (mazmaza), burna su çekmek (istinşak) ve bütün vücudu yıkamak şeklinde üç farzından söz edilir. Mâlikî ve Şâfiîler ile Şîa'dan Ca`ferîler'e göre ağız ve burnun içini yıkamak sünnettir. Gusülde niyet etmek, Hanefîler'e göre sünnet, diğer mezheplere göre farzdır. Mâlikîler'e göre vücudu ovalamak ve gusül işlemlerinin arasını açmamak da guslün farzlarındandır.
     Gusül mutlak su denilen nehir, pınar, kuyu, deniz, kaynak ve yağmur suları ile yapılır. Saç, sakal, bıyık ve kaşların yıkanıp diplerine suyun ulaşması, kadınların örgülü olmayan saçlarını yıkamaları ve saç diplerine suyun ulaşması gerekir. Örgülü saçın çözülmesi şart olmayıp sadece diplerine suyun ulaştırılması yeterli olur. Hanbelîler hayız ve nifas sebebiyle gusül için örgünün çözülüp saçın yıkanmasını gerekli görür. Gusül esnasında, bedendeki yara üzerinde sargı varsa bakılır; şayet yıkama yara için zararlı olmayacaksa sargı çözülüp yıkanır, değilse sargı üzerine meshedilir. İlmihal türü kitaplarda yer alan, boy abdesti alan kimsenin vücudunda iğnenin deliği kadar kuru yer kalmaması tavsiyesi gerçek mânada değil, vücudun su ile iyice yıkanması gerektiği şeklinde anlaşılmalıdır. Diş dolgusu ve kaplama, ayrıca deri üzerinde olup suyun deriyle temasını önleyen ve izâlesinde de güçlük bulunan boya ve benzeri maddeler, yukarıda da açıklandığı üzere gusle mani değildir. Bu sebeple vücudun maddî temizliğini imkân ölçüsünde ve sabun kullanarak yaptıktan sonra deri üzerinde kalıp suyun deriye ulaşmasına mani olan boya, hamur gibi maddeler guslün sıhhatine engel olmaz. Diş dolgu ve kaplaması da böyledir.
 
     C) GUSLÜN SÜNNETLERİ ve ÂDÂBI
     Bu ibadeti oluşturan fiillerden hangilerinin farz veya vâcip, hangilerinin sünnet ve âdâb olduğu konusunda fakihlerin görüş ayrılığına düşmesinin sebebi, Hz. Peygamber'in sahâbeye ibadetleri, hangi alt fiilin farz veya adâb, emredilmiş veya tavsiye edilmiş olduğu açıklama ve ayırımını yapmaksızın bütün halinde uygulayarak ve fiilen örnek olarak göstermiş, sahâbenin de ibadetleri Hz. Peygamber'den gördüğü ve öğrendiği şekilde yapmaya çalışmış olmasıdır. Daha sonraki dönemde fakihler bu rivayet ve bilgileri inceleyip hangi fiilin o ibadetin ana unsuru, hangilerinin de tavsiye edilen fiiller olduğunu belirlemeye çalışmışlardır. Bu durum, bir ibadetin farz ve sünnetleri konusunda fakihlerin farklı sonuçlara varmasını kaçınılmaz kılmıştır. Böyle olunca ibadetlerin ifası, bir mezhebin belirlediği farz çizgisinin altına düşmediği müddetçe kişiyi prensip olarak sorumluluktan kurtarırsa da, madem ki ibadetler Allah'ın rızâsını kazanmak, ona kulluğumuzu ve bağlılığımızı en iyi şekilde arzetmek için yapılır, o halde ibadetlerin mümkün olduğu ölçüde bütün farz, sünnet ve âdâbıyla yapılması gerekir.
     Gusle besmele ve niyet ile başlamak, öncelikle elleri ve avret yerini yıkamak, bedenin herhangi bir yerinde kir ve pislik varsa onu gidermek, sonra namaz abdesti gibi abdest almak, fakat su birikintisi varsa ayakların yıkanmasını sona bırakmak, abdestten sonra önce üç defa başa, sonra sağ, sonra sol omuza su dökmek, sonra diğer uzuvları yıkamak, her defasında bedeni iyi ovuşturmak, her âzayı üçer defa yıkamak, suyun kullanımında aşırı davranmamak, avret yerlerini örterek yıkanmak, gusül esnasında konuşmamak, gusülden sonra çabucak giyinmek guslün belli başlı sünnet ve âdâbındandır. Abdestin âdâbı sayılan diğer güzel davranışlar gusül için de geçerlidir.
     Müslümanın kaplıca, yüzme havuzu, hamam gibi umuma açık yerlerde yıkanırken avret yerlerini örtmede titizlik göstermesi, başkasının açılan avret yerlerinden gözünü sakındırması, ayrıca bu yerlerde sağlık ve temizlik kurallarına da âzami ölçüde uyması gerekir. Hz. Peygamber hamama bir örtü ile girilmesini emretmiş, avret yerlerini açarak veya çıplak yıkanan kimselere meleklerin lânet edeceğini haber vermiştir (Ebû Dâvûd, "Hammâm", 2-3; Nesâî, "Gusl", 2). İslâm bilginlerinden hamama gitmeyi doğru bulmayanlar da dönemlerinde hamamlardaki açıklık ve hayasızlıktan şikâyetçi oldukları için bir bakıma tepkisel davranıp karşı tedbir almaya çalışmışlardır. Hadislerde ve fıkıh kitaplarında bu konuda dile getirilen kaygı ve sakıncalar, o dönemde insanların örtünmeye ve edebe dikkat etmeksizin fütursuzca soyunup yıkandığı hamamların komşu ülke ve bölgelerde yaygın olması, aynı âdetin müslümanlar arasında da yayılma istidadı göstermesi sebebiyledir. Bu tehlike ve sakıncanın bulunmadığı dönemlerde hamamlar ve umumi temizlik mahalleri İslâm'ın temizliğe verdiği önemin bir yansıması olarak İslâm toplumunda giderek yaygınlaşmış, neticede bu eserler İslâm medeniyet ve mimarisinin ayrılmaz bir parçası olmuştur.

26 Şubat 2011 Cumartesi

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİNE FARKLI ALANLARDA SÖZLEŞMELİ 200 PERSONEL ALINACAK

İstanbul Üniversitesi, 20 biyolog, 15 lise mezunu, 3 önlisans mezunu, 3 lisans mezunu laborant, 100 lisans mezunu, 5 önlisans mezunu, 10 lise mezunu hemşire, 10 lisans mezunu ebe, 4 sağlık memuru, 2 fizyoterapist, 4 diyetisyen, 4 çocuk gelişimcisi; 10 lisans, 2 önlisans mezunu sağlık teknikeri, 2 anestezi teknikeri, 2 radyoloji teknikeri ve 3 radyoterapi teknikeri alacak
T.C. İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ
4/B (SÖZLEŞMELİ PERSONEL) ALIM İLANI
     Üniversitemiz Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezlerinde (giderleri Döner Sermaye Gelirinden karşılanacaktır.) 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 4. maddesinin (B) fıkrasına göre istihdam edilmek üzere 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Kararnameye ekli 28 Haziran 2007 tarihli ve 26566 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar"da yer alan ek 2. inci maddenin (b) fıkrasına göre İstanbul Üniversitesinin ilgili kurumlannda en az 6 ay deneyim sahibi olanlara öncelik verilip, 2010 KPSS(B) grubu puan sırası esas alınmak suretiyle aşağıda belirtilen pozisyonlara Sözleşmeli Personel alınacaktır.
• Değerlendirme sıralaması, ilan metnindeki öz niteliklere ek olarak, İstanbul üniversitesi ilgili kurumlarında en az 6 ay çalışmış olma öz niteliğine göre yapılacak olup, bu sayının kontenjanı doldurmaması halinde bu özniteliğe sahip olmayanlar da değerlendirmeye alınacaktır.
1- Başvuracak adaylarda yukarda belirtilen özel şartlar ile 657 sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen aşağıdaki genel şartlar aranır.
a) Türk vatandaşı olmak,
b) Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
c) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bite; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlanma karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
d) Erkekler için askerlik durumu itibariyle; askerlikle ilgisi bulunmamak, askerlik çağına gelmemiş bulunmak, askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak,
e) 657 sayılı Kanunun 53. maddesi hükümleri saklı kalmak kaydıyla görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut veya akıl hastalığı veya vücut sakatlığı ile özürlü bulunmamak,
2- Herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumundan emeklilik veya yaşlılık aylığı almıyor olmak.
3- Tüm pozisyonlar için haftalık çalışma süresi 40 saati aşmayacak şekilde ilgili birimin yönetimi tarafından belirlenecek saatlerde görev yapma (gece dâhil) şartını kabul etmek,
4- 2010 yılı KPSS (B) grubu sınavlarına girmiş olmak, Lisans Mezunları için KPSSP3 Ön Lisans Mezunları için KPSSP93 Ortaöğretim Mezunlan için KPSS94 puanı esas alınacaktır.
5- 5917 sayılı Kanunun 47. Maddesi'nin 5. fıkrası a (2) bendi gereğince, sözleşmeli (4/B) olarak istihdam edilenler, hizmet sözleşmesi esaslarına aykırı hareket etmesi nedeniyle kurumlannca sözleşmelerinin feshedilmesi veya sözleşme dönemi içerisinde Bakanlar Kurulu Karan ile belirlenen istisnalar hariç sözleşmeyi tek taraflı feshetmeleri halinde, fesih tarihinden itibaren bir yıl geçmedikçe kurumlann sözleşmeli personel pozisyonlannda istihdam edilemezler.
6- İlgililerin, ilanın gazetede yayımlandığı günü izleyen 15 gün içinde (mesai saati bitimine kadar) www.istanbul.edu.tr adresindeki Başvuru Formunu eksiksiz doldurarak (noter tasdikli veya aslı görülmek üzere Personel Daire Başkanlığınca onaylanmış) aşağıda belirtilen belgelerle birlikte Personel Daire Başkanlığına şahsen müracaat etmeleri gerekmektedir. Posta ile yapılan müracaatlar kabul edilmeyecektir.
İstenilen Belgeler:
- Fotoğraflı Başvuru formu
- Nüfus Cüzdanı aslı ve fotokopisi
- Diploma veya mezuniyet belgesi aslı ve fotokopisi
- 2010 KPSS (B) grubu sınav sonuç belgesi
7- Başvurular incelendikten sonra ataması yapılacak adayların listesi, işe başlamaları için gerekli evraklar, başvuru zamanı ve yeri ile ilgili bilgilerin www.istanbul.edu.tr adresinden takip edilmesi gerekmektedir. İlgililere yazılı ya da sözlü ayrıca bir tebligat yapılmayacaktır.
NOT:
• Başvuru ve atama işlemleri sırasında gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu veya herhangi bir şekilde gerçeği sakladığı tespit edilenlerin sözleşmesi yapılmaz. Sözleşme yapılmış olsa dahi fesih edilir. Bu kişiler hiçbir hak talebinde bulunamazlar.
• İlanda bulunmayan hükümler için genel mevzuat geçerlidir.

25 Şubat 2011 Cuma

ŞEHİD SELAMİ YURDAN

BENİMLE BİRLİKTE OLMAYA HAZIRMISIN!!!
Sen!Gözyaşını silerek devrilmeye
Vurulup kanlar içinde dönmeye
Sevdiğini ve sevdiklerini terketmeye
Benimle birlikte olmaya hazırmısın?
Kanlar içinde boğuşup dövüşmeye
Kanayan yaranı karlarla dağlamaya
Olmaz olsun bütün emperyalizm demeye
Benimle birlikte olmaya hazırmısın?
Ey Sen!Gecelerini uykusuz sabah
Gündüzlerini, gecesiz gün
Halk içinde Hak için,
Sabahsız uykuya yatmaya
Benimle birlikte olmaya hazırmısın?
Evet,Selami YURDAN kardeşimiz,bizleri birlik olmaya,vahdete çağırıyordu.Şehadetinden çok önceki aylarda yazdığı bu şiirinde,sanki kendisini resmediyordu.
Türkiye’nin meydanlarında ‘halk içinde hak için’,'Olmaz olsun bütün emperyalizm’ diye haykırıyordu.Emperyalizme ve uşaklarına karşı mücadelesini Bosna cephesinde sürdürmek için yola koyuldu Selami.Yüce Rabbinin Nisa suresi 75.ayetinin bir muhatabı olarak,Bosna’daki müslüman kardeşlerinin,bacılarının,çocukların feryadına kulak verip,yardımına koştu:
‘Size ne oluyor ki ALLAH yolunda ve ; ‘Rabbimiz bizi şu,halkı zalim olan şehirden çıkar,bize katından bir yardımcı ver!’ diyen zayıf erkek,kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?’
Şehid Selami Yurdan’ın şehadetine vesile olan operasyonda,birlikte olan arkadaşı Ufuk,1992 yılında Tevhid dergisinde yapılan söyleşide,şehadet olayını şu şekilde anlatıyor:Selami ile bizim gidişimiz,yolculuğumuz problemli oldu,ancak 16.gün Bosnaya varabildik.Fakat aramızda hiçbir problem olmadı.Yani düğüne gider gibi gittik,ALLAH’a şükür.Selami ile yolda,Türkiye’deki sohbetlerde konuştığumuz gibi,cemaatler hakkında bir saat bile konuşmadık.Ve Selami şunu söylüyordu: ‘Arab kardeşlerle konuştuk,görüştük.Onlar Müslüman olmasalardı,evlerini,barklarını bırakıp buraya gelmezlerdi.
Araplardan onlarca kişi şehid oldu,samimi kişilerdi.Konuşmalarımız Bosnaya gidince kesildi.Artık hiç konuşmuyordu.Daha sonra eğitime gittik.Orada bir Türk arkadaş vardı,vurulmuştu.Ben daha evvelden onu tanıyordum,dedim ki;bizi Arapların yanına götür.O da dediki, ‘Visako’da büyük bir operasyon yapılacak.’Selami özellikle  ‘Biz oaraya gidelim.’dedi.Biz üç gün oarad kaldık.Ondan sonra,o tutturdu ‘illa oraya gidelim orada cihad var.Biz oaraya gidelim.’Biz ise Türbe cephesine gidelim diyorduk.O cephede,o kadar büyük çatışma olmuyordu.Ben cephede bulunan Araplara haber yolladım.Araplar bizi çağırdılar.Biz oraya gittik.Bir gün silah atışı yaptık.O akşam yattık,sabahleyin yola çıktık.Selami’nin haleti ruhiyesinde,büyük bir değişme vardı.Yolculuk boyunca,doğru dürüst konuşmamıştı.Sabah üçte yola çıktık.Saat  onbirde,cepheye yakın bir yere vardık.Orada birgün dinlendik.Selami,oradaki çocuklara ilahi söyletiyordu.Boşnaklar ilahiyi çok severler.Bayram Doçe diye bir ilahi var.Yunus Emre’nin, ‘Bayram geldi’ilahisini Boşnakçaya çevirmişler.Selami onlara bu ilahiyi söyletiyordu.Hatta şehid olduktan sonra onu tanıyan çocuklar bu Bayram Doçe,Bayram Doçe diyorlardı.İkinci gecesinde,saat üçte uyandırıldık ve cepheye gittik.Önümüzdeki sırada,Boşnaklar vardı.Bizler 50-55 kişi civarındaydık.Biz oaradan operasyona gittik.Saat 07:00 civarında operasyon başladı.Biz operasyon sırasında ayrılıp Sırpların arasına girmişiz.Zaten nereye gittiğimizi ve çıktığımızı bilmiyorduk.Selami devamlı olarak ‘Arkadaş!Biz buraya şehid olmaya geldik’deyip,şu ayeti okuyordu ‘İnna lillahi ve İnna ileyhi raciun’ Dünya kelamı olarak,sadece bir kere,bana ‘Hadi Ufuk yürü’ dedi.Daha sonra ağzından bir tek dünya kelamı çıkmadı.Bir yerden 3-4 defa gidip geldik.Ben buna bir anlam veremediğim için ‘Niye böyle oluyor’ dedim.O ‘No problem,Cihad-ı Fi Sebilillah’diye cevapladı.O arada yanıma bir Boşnak grubu geldi.İlerlenecekti.Benim önümde bir arkadaş,onun önünde Selami vardı.Aramızda en fazla 10mt vardı.Biz mevzi aldık.Üzerimize sağ tarafımızdan,doğu tarafımızdan,ateş ediliyordu.Bulunduğumuz yer ormanlıktı ve yerde,tam dört parmak kalınlığında kuru yapraklar bulunuyordu.Bastığımızda kayıyorduk.Doğu tarafımızdan sürekli ateşe devam ediliyordu.Önümüzde mayınlı bir bölge olduğunu önceden biliyorduk.Burdan geriye doğru çekiliyoduk,tam o sırada mayınlı bölgenin Sırp tarafından,bizim bulunduğumuz bölge,ağır silahlarla taranmaya başladı.Tam o sırada ben Selami’nin tekbirlerini duydum.Selami vurulduktan sonra arka arkaya 5 kere tekbir getirdi.Daha sonra gördüğümüzde bir kurşunla vurulduğunu anladık.Kurşunu yedikten sonra,kalan son gücüyle beş defa tekbir getirdiği anlaşılıyordu.Yanımdaki arkadaş bana bağırdı ‘Ufuk!Selami vuruldu.Git onu al!’Ben hemen yerimden fırladım.Vurulduktan sonra geriye doğru yamaçtan yuvarlanmıştı.Yanına ulaştığımda,yüzüstü yatıyordu.Karın boşluğundan tek kurşun yemişti.Kurşun girdiği yerin tam arkasından çıkmıştı.Ruhunu ALLAH’a teslim etmişti.Biz üzülmedik bilakis sevinmiştik.Ben Selami’yi aldım geri hattımıza doğru götürüyordum.Arkamızdan yaylım ateşine devam ediyorlardı.Aramızdan yüzlerce kurşun geçiyordu.Etrafımıza havan mermileri düşüyordu.Yaprakların üzerinden kaya kaya gidiyorduk.Üzerimize sürekli olarak.İki kişi kol ve bacaklarından yaralanmışlardı.Ama şehid olmak sadece Selami’ye nasip olmuştu.Daha sonra doktorlar,kurşun bacaklara giden ana damarı parçalamış,yoksa tek kurşunla ölmez dediler.Saldırdığımız bir Sırp kasabasıydı.Sırplarda çok büyük kayba uğramışlardı.Selami bu şekilde şehid oldu.Konuşmadı,son sözü de tekbir oldu.Bir çok arkadaş vardı ama tek vasiyet eden oydu.Silahlı olarak fotoğrafının çekilmesini istemiyordu.Daha önce gömüleceği yeri göstererek ‘Beni buraya gömün’demişti. ‘Beyazıt’ta benim için,cenaze namazı kılın’diyordu.Terlikler almıştı ve ‘Bunları benim kardeşime götür’ demişti. ‘Sigaralarımı içmeyin onları Türkiye’ye geri götürün’demişti.Yani tek vasiyet eden Selami olmuştu.Her halde malum olmuştu.
Selami’yi vasiyeti üzerine Travnik şehrinde bulunan,Osmanlı’dan kalma Hacı Ali Baba Camii mezarlığına gömdük.Defin bittikten sonra birden yağmur yağmaya başladı.84 günden beri yağmayan yağmur,akşama hava kararana kadar devam etmişti.Bir daha da yağmadı.Ümmete mübarek olsun.
Vasiyeti üzerine İstanbul Beyazıt Meydanında gıyabi cenaze namazı kılındı.28 Ağustos Cuma namazı sonrasında;
Şehadetinden önce nice kereler bu meydanda ‘Şehidler Ölmez!’diye haykıran Selami için;onbinler toplanmış, ‘Şehidler Ölmez!Şehid Selami Yolun Devam Edecek!’sloganları arasında vasiyeti yerine getiriliyordu.Şehid Selami’nin muhterem babası Ferman Amca,bu sloganlar arasında megafondan,onbinleri şu veciz sözleriyle göz yaşlarına boğuyordu: ‘Selami’nin düğününe hoş geldiniz.Bu gyabi cenaze namazını oğlum Selami’nin düğün merasimi olarak kabul ediyorum.Ey nüfus kağıdında Müslüman yazanlar,bu dava hepimizin davasıdır.Ben bu gün oğlum Selami’nin Bosna-Hersek’te şehid olmasının gururunu taşıyorum.Benim bir Selamim gittiyse,geriye daha beş Selamim var.Şehidlik Cenab-ı ALLAH’ın lutfudur.Değil beş oğlum,beş milyon oğlum olsa bile onları ALLAH yolunda feda etmeye hazırım.Davamıza hep birlikte sahip çıkalım.’

24 Şubat 2011 Perşembe

ŞEHİD METİN YÜKSEL

   ŞEHİD METİN YÜKSEL  
     Yüksel şahadetinin 32. yıldönümünde hayatını kaybettiği noktada ve kabri başında anıldı.
     Fatih cami avlusunda vurularak hayatını kaybeden Metin Yüksel, şahadetinin 32. yıldönümünde hayatını kaybettiği noktada ve kabri başında anıldı. Yüksel’in Fatih camiinde hayatını kaybettiği noktaya güller bırakıldı.
     Konuşmanın ardından bütün şehitler için dualar edildi. Grup daha sonra kortej halinde Metin Yüksel’in Edirnekapı’da bulunan mezarına yürüyerek kabri başında dua etti.
    METİN YÜKSEL KİMDİR?
     Metin Yüksel 17 Temmuz 1958 yılında, Bitlis’in Nurşin İlçesine bağlı Deştedari köyünde dünyaya gelmiştir. Babası zamanın ünlü alimlerinden Sadrettin Yüksel, annesi doğunun en tanınmış şeyhi, Şeyh Mahsun’un kızı’dır.
     İlköğrenimine Bitlis’te başlayan Metin Yüksel1965 yılında, ailece İstanbul’a yerleşmeleri sebebiyle ilköğrenimini, Hüsam Bey Mahallesi'ndeki Aksemseddin Ilkokulu'nda tamamlar. Daha sonra Sinan Ağa Mahallesi'ndeki Gelenbevi

     Ortaokulu'na kaydolur. Orta öğrenimine devam ettiği sırada da babasından Kur'an-ı Kerim ve temel İslâmı bilgilerle alakalı dersler alır. Yüksel, ortaokul 2. sınıfa geldiğinde ise ortaokula devam etmek istemez ve okulunu bırakır.
     Ortaokulu bıraktıktan sonra o dönem İslâmi camiada aktif olan teşkilatların çalışmalarına katılmaya başlar. Bir dönem MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) yaptığı çalışmalara katılır.  Bir süre sonra MTTB'deki çalışmalar Metin Yüksel 'i tatmin etmez. O yıllarda yeni kurulmaya başlanan Akıncılar Teşkilatı'nın şube açma iznini alır ve bazı arkadaşlarıyla birlikte Fatih Akıncılar Teşkilatı'nı kurarlar. Fatih Akıncılar Teşkilatı kısa bir zamanda Türkiye'nin en aktif Akıncılar teşkilatı haline gelir.
     26 Ekim 1977 günü  Darüşşafaka Lisesi'nin önünde Metin Yüksel ve 3 arkadaşı sol gruplardan 8 kişinin silahlı saldırısına uğrar. Metin Yüksel ikisi midesine, biri de dizine olmak üzere 3 kurşun yarası alır. Hemen Vakıf Guraba Hastanesi’ne kaldırılıp tedavisi yapılır. Bu 3 kurşundan 2’si çıkarılır, bir tanesiyse şehit olana kadar vücudunda dolaşmaya devam eder.  Metin Yüksel artık davası uğruna yaralanmış bir gençtir. Bu olay Metin Yüksel 'in çalışmalarının daha da artmasını sağlayan bir olay olur.
     Metin Yüksel ve arkadaşları, Akıncıların büyümesinden rahatsız olan ülkücülerin, buradaki genç Akıncılar’ı rahatsız ettiklerini öğrenir. Ve 23 Şubat günü Cuma namazından önce Akıncılar, şimdiki Fetih Yurdu’na giderek abdestlerini alırlar ve ardından Cuma namazını kılmak için Fatih Camii’ne giderler. Namaz çıkışı Ali Bilir, Metin'in arkasından 3 kere kısa aralıklarla 'Metin dur!' diye bağırdı. Üçüncü bağırmasından sonra, iki eli de parkesinin  cebinde olan Metin, sağ elini çıkarıp öne doğru uzatarak, 'Gelin konusalım' dedi. Metin sözünü bitirir bitirmez, Ali Bilir ve yanındaki arkadaşları silahlarını çekerek, ateş etmeye başladılar.
     Metin Yüksel hayatını kaybetmişti. Metin Yüksel'in hayatını kaybettiği haberini alan on binlerce İstanbullu, Fatih Cami'inin avlusunu hınca hınç doldurdu. Vasiyeti gereği Metin Yüksel’in cenazesi yurdun diğer yerlerinden gelen Müslümanların katılımını sağlamak için birkaç gün bekletildi.

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...