13 Kasım 2011 Pazar

İSLAM TARİHİ ... İFK HÂDİSESİ

   İ S L A M   T A R İ H İ   
İfk Hâdisesi
     Zâhiren iman etmiş görünüp hakikatte iman etmemiş münafıklar gürûhu, her zaman her fırsatta Resûl-i Ekrem Efendimizi ve ashabını rahatsız etmek gayret ve maksadını taşıyorlardı. Bu maksatlarında muvaffak olmak için de ellerinden gelen her yola başvurmaktan asla çekinmiyorlardı. Öyle ki Kâinatın Efendisinin lekesiz, tertemiz mahrem hayatına dil uzatacak kadar küstah ve âdice hareket edebilme cür’etini bile gösterebiliyorlardı.
     İfk Hadisesi, Hz. Âişe (r.a.) validemize, münafıkların reisi Abdullah b. Übey tarafından yapılan iftira hadisesidir. Hadise şöyle cereyan etmiştir:
     Hz. Âişe’den (r.a.) öğrendiğimize göre, Re­sû­lul­lah (a.s.m.) herhangi bir se­fere çıkacakları zaman Ezvac-ı Tâ­hi­rat arasında kur’a çeker, kur’a kime düşerse onu beraberinde götürürdü. [1] Benî Müstalık Gazâsı’nda ise, kur’a, Hz. Âişe vali­demize düşmüştü. [2]
     Hadisenin bundan sonrasını bizzat Hz. Âişe validemiz şöyle anlatmıştır:
“Re­sû­lul­lah’la beraber sefere çıkmıştım. Bu sefer, hicab ayeti inzâl buyrul­duktan sonra idi. Bunun için ben hevdeçin içinde taşınır, konak yerine de yine hevdeç içinde indirilirdim. Bu suretle gittik. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bu gazâsından (Benî Müstalık) dönüyordu. Medine’ye yaklaştığımızda bir konak yerine indi. Gecenin bir bölümünü orada geçirdi. Sonra göç edilmesini emretti. Hareket emri verildiği zaman, ben kalkıp ihtiyacımı gidermek için yalnız başıma ordudan ayrılıp gittim. Kaza-yı hacet ederek, dönüp bindiğim devenin yanına geldim. Göğsümü yokladığımda, Yemen göz boncuğundan dizilmiş ger­danlığımın kopmuş olduğunu fark ettim (Bu gerdanlığı annesi Ümmü Rû­man düğün hediyesi ola­rak takmıştı). Dönüp gerdanlığımı aramaya koyul­dum. Fakat onu aramak beni yoldan alıkoymuştu. Ben öyle zannetmiştim ki se­fere iştirak etmiş olanlar bir ay bekleseler dahi, benim devemi, ben hevdeçte bulunmadıkça sevk etmezler. Hâlbuki yolda bana hizmet edenler, gelip hev­de­cimi yüklemişler, bindiğim deveyi de hareket ettirmişlerdi. Onlar beni hevdeç içinde sanıyorlarmış. Çünkü o zaman kadınlar hafif idi; iri ve ağır vü­cutlu de­ğillerdi. Yemek de az yerlerdi. Bu sebeple hizmetçiler, hevdeci yükle­mek üzere kaldırdıklarında hevdecin ağırlık derecesinin farkına varamayarak yüklemiş­ler. Hem ben, küçük ve zayıf bir kadındım. Deveyi sürüp gitmişler. Gerdanlığımı, ordu ayrılıp gittikten sonra buldum. Hemen dönüp ordu­gâha geldim. Fakat onlardan kimseyi bulamadım. Hepsi çekip gitmiş. Ben de oradan evvelce bulunduğum yere geldim. Çarşafıma bürünüp yanımın üzerine uzandım. Hevdeç­te beni bulamayınca, aramak için yanıma gelirler sandım. O sırada gözlerimi uyku bürüdü; uyumuş kalmışım. Safvan b. Muattal, ordunun arkasına kalır, halkın mallarını araş­tırır, bir şey kalmışsa, kaybolmamak için, alıp diğer konak yeri­ne götürürdü. Safvan, askerin arkasından yürüyerek, sabaha karşı bulunduğum yere doğru gelmiş. Uyuyan bir insan karaltısı görünce, gelip başucuma dikilmiş ve beni görür görmez tanımış. Çünkü bize hicab ayeti inmeden evvel, onun beni görmüşlüğü vardı. Safvan, beni görünce şaşırarak ‘İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn=Biz Al­lah’ın kullarıyız ve muhakkak O’na dönüp varıcıyız’ dedi. Hemen onun sesine uyandım. Çarşafımla yüzümü örtüp büründüm. Vallahi, onunla ne bir kelime konuşmuşuzdur, ne de istircadan [“İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn”dan] başka ondan bir kelime işit­mi­şimdir. Bundan sonra Safvan, devesini ıhdırdı. Beni, binsin diye ayağını devesinin ön ayağına bastı. ‘Bin’ dedi ve kendisi geri çekildi. Ben de hemen kalkıp deveye bindim. Kendisi de devenin başını, yularını çekerek askere yetişmek için süratle ilerlemeye başladı. Sabaha kadar askerin arkasından yetişemedik. Nihayet asker, konak yerine inip yerleştiği sırada idi ki Saf­van’ın, devenin yularını çekerek konak yerine getirdiği görüldü.” [3]

     Başmünâfığın Durumu Değerlendirmesi
     Safvan b. Muattal, Hz. Âişe validemizi deve üzerinde getirirken, münafıkla­rın başı Abdullah b. Übey’le karşılaşmışlardı. Abdullah b. Übey, “Bu kimdir?” diye sordu.
“Âişe’dir” dediler.
     Kavmi arasında itibarı oldukça sarsılan, bütün nazarları menfi şekilde üs­tüne toplamış bulunan başmünafık, bu masum hadiseyi diline dolamak istedi. Bu meş’um niyetini hemen orada izhar etti:
     “Vallahi” dedi. “Ne Âişe o adamdan dolayı kurtulur, ne de o adam Âişe’den dolayı kurtulur!”
     Daha bir sürü alçakça lâf etti. [4]
     Ordugâh, başmünafık Abdullah b. Übey b. Selûl’ün yap­tığı iftirayla çalka­lan­dı.
Hz. Âişe der ki:
     “İftiracılar, aleyhimde söyleyeceklerini söylemişler, ordugâh çalkalanmış! Vallahi, benim bunların hiçbirinden haberim yoktu!” [5]

     Şen’î İftira
     Görüldüğü gibi, hadise her türlü şaibeden uzak cereyan etmişti. Hz. Âişe vali­demiz, mâkul ve meşru bir mâzeret sebebiyle geride kalmış. Bir müddet son­ra, ordunun geride kalan veya düşen eşyalarını bulup sahiplerine teslim et­mek üzere toplamakla vazifeli gayet saf, temiz kalpli ve sonradan hasur ol­du­ğu, yani erkekliği bile bulunmadığı anlaşılan Safvan b. Muattal tarafından gö­rülmüş ve getirilip orduya yetiştirilmiştir.
     Kur’an-ı Azîmüşşan’a göre, peygamberler, mü’minlere öz nefislerinden da­ha üstündür. Ezvac-ı Tâhirat da, “mü’­min­lerin anneleri” hükmündedir. Re­sûl-i Ekrem Efendimizden sonra bile zevcelerinden herhangi birini nikâhlamak ke­sinlikle yasaklanmıştır. [6] Buna binaen, Allah’a ve Resûlüne gerçek manada iman etmiş ha­kikî bir Müslümanın, bu kadar kesin ve açık ayetler karşısında, Hz. Re­sû­lul­lah’ın, ge­rek sağlığında ve gerek Mele-i A’lâ’ya yükselişlerinden sonra, zevcelerinden her­hangi birisine, değil kötü gözle bakması, hatta böyle bir kötülüğü kalbinden geçirmesi bile tasavvur edilemez.
     Allah ve Resûlüne gerçek manada iman etmiş ve onların emir ve yasakla­rına riayet eden gerçek bir mü’min ve Müslüma­nın, canından çok sevdiği Pey­gamberinin zevcesini, örtüsüne bürünmüş ve ya­payalnız uykuya dalmış hal­de görünce, onu hürmet ve saygı içinde deveye bindirip, or­duya süratle yetiştir­mesi kadar tabii ve zarurî ne olabilirdi?
     İşte, gerçek manada bir mü’min ve Müslüman olan, hatta erkeklik özelli­ğinden bile mahrum bulunan Safvan b. Muattal da, dininin gereği olan bu va­zi­feyi yapmıştır. Ne var ki kalplerinde hastalık bulunan, dilleriyle “İman etti” deyip, kalben iman etmemiş bulunan ve işleri güç­leri mü’minleri birbirine düşürmek olan mü­nafıklar, hususan Abdullah b. Übey b. Selûl, bunu bir ganimet bilmiş ve di­li­ne dolayarak Hz. Âişe valide­mi­ze şen’îce iftirada bulunmuştur. Maksadı, üze­rine toplanan nazarları dağıtmak, Resûl-i Kibriya Efendimizin nâzik ru­hu­nu rencide etmek ve Müslümanları birbirine düşürmek, onların birbirine karşı olan itimatlarını sarsmaktı.

     Hz. Âişe’nin,
     Söylenenlerden Uzun Müddet Habersiz Oluşu
     Münafıkların reisi Abdullah b. Übey’in başlattığı, Hasan b. Sâbit, Mistah b. Üsâse, Hamne binti Cahş ve halktan bazı saf Müslümanların, münafıkların tuza­ğına düşerek etrafa yaydıkları iftira hadisesinden, Hz. Âişe’nin uzun bir müddet haberi olmamıştı. Bu hususu Hz. Âişe (r.a.) şöyle anlatır:
“Medine’ye gelince, ben, çok geçmeden ağır bir hastalığa (hum­ma) tutul­dum. Bir ay çektim. Meğer bu esnada halk arasında As­hab-ı İfk’in iftiraları do­la­şıyormuş! Ben ise olanlardan bütünüyle habersizdim. Aleyhimde iftiraları Re­sû­lul­lah’la annem ve babam da duymuşlar, fakat bana hiçbir şeyden bah­setmiyorlardı.
“Yalnız, hastalığımda beni şüphelendiren bir husus vardı: Nebi’den (a.s.m.) daha önce hastalığım zamanında görmüş ol­duğum lütuf ve şefkati bu hastalı­ğım esnasında görmüyordum. Ve adımı bile zikretmeden ‘Hastanız nasıl?’ di­yor ve bununla iktifa ediyordu. Benim, iftiracıların uydurduklarından hiç ha­berim yoktu.” [7]
Söylenenleri Hz. Re­sû­lul­lah, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Âişe’­nin anneleri duy­muş olmasına rağmen, Hz. Âişe’ye bir şeyden bahsetmiyorlardı. Ancak yuka­rıda zikrettiğimiz şekilde, Hz. Re­sû­lul­lah’ın kendisine karşı tavrından Hz. Âişe endişe duyuyor ve üzülüyordu. Fakat bunun sebebinden haberi yoktu.

     Hz. Âişe, İftirayı Nasıl ve Kimden Öğrendi?
     Hz. Âişe, iftirayı kimden ve nasıl öğrendiğini de şöyle anlatır:
“Aradan yirmi küsur kadar gece geçmişti. Hastalığımı atlatmış, nekâhet devresine girmiştim.
“Bizler, o zaman Arap olmayanların evleri yanında edindikleri şu helâları, ko­kusundan tiksindiğimiz için, evlerimizin yanında bulundurmaz, Medine’nin kır­larına çıkardık. Kadınlar, her gece oraya, ihtiyaçlarını gidermek için çıkar­lar­dı.
“Ben, yine bir gece Mistah b. Üsâse’nin annesiyle, hacet giderme yerimiz olan Menası tarafına çıkmıştım. Mıs­tah’­ın annesi, çarşafına takılarak düşünce, ‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ di­ye­rek oğluna beddua etti.
“Ben, ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?’ dedim. Sustu, cevap ver­medi.
“İkinci kere ayağı dolaşıp düştü. Yine ‘Mıstah yüzünün üzerine düşsün, kahrolsun!’ dedi.
“Ben, ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun?’ dedim.
“Yine susup cevap vermedi.
“Üçüncü kere düştü. Yine ‘Mıstah yüzünün üzerine düş­sün!’ diye beddua etti.
“Ben yine ‘Ey ana! Ne diye oğluna beddua ediyorsun? Bedir Savaşı’nda bu­lunmuş bir zâta hiç sövülür, beddua edilir mi?’ dedim.
“O, ‘Vallahi, ben, ona, senin aleyhinde söylediklerinden dolayı beddua edi­yorum!’ dedi.
“‘O, neler söylemiş?’ diye sordum.
“Bunun üzerine, Mıstah’ın annesi, iftiracıların söyledik­lerini ba­na teker te­ker anlattı. Hastalığım tekrar geri geldi. Vallahi, üzüm­tüm­den hacetimi gider­meye bile güç yetiremedim ve döndüm. O ka­dar ağladım ki ağlamaktan ci­ğerlerim kopacak, parçalanacak sandım.” [8]

     Hz. Âişe, Annesinin Evinde
     Hastalığında, Hz. Âişe’ye annesi Ümmü Rûman bakıyordu.
Bir gün yine Re­sû­lul­lah, selam verip yanına girdi. Hz. Âi­şe’­nin ismini zik­ret­meden, “Hastanız nasıldır?” diye sordu. Başka da hiçbir şey konuşmadı.
Hz. Âişe der ki:
“(Bunun üzerine) Artık kendimi tutamadım. ‘Yâ Re­sû­lal­lah! Şimdiye kadar görmediğim eziyeti görüyor ve çekiyorum. Bana müsaade etsen de annemin evine gitsem. Hastalığıma orada bakılsa olmaz mı?’ dedim.
“Re­sû­lul­lah, ‘Gitmende bir mahzur yok’ dedi.
“Ben, ebeveynimin yanına gidip, aleyhimde haberin iç yüzünü anlamak is­tiyordum.
“Re­sû­lul­lah, yanıma bir hizmetçi katıp, beni babamın evine gönderdi.
“Annem, ‘Kızcağızım, sen niçin geldin?’ diye sordu.
“‘Anneciğim!’ dedim, ‘Halk, benim aleyhimde neler söyleyip duruyormuş da, siz bana hiçbir şey sızdırmadınız!’
“Annem, ‘Kızcağızım,’ dedi. ‘Sen kendini hiç üzme, sıhhatini düşün. Val­lahi, bir kadın senin gibi güzel ve kocasının yanında sevgili olsun ve onun bir­çok ortağı bulunsun da onu kıskanmasınlar ve onun aleyhinde birtakım lâflar çıkarmasınlar; bu pek nâdirdir!’
“‘Babamın bundan haberi var mı?’ dedim.
“‘Evet...’ dedi.
“‘Re­sû­lul­lah’ın da haberi var mı?’ diye sordum.
“‘Evet...’ dedi.
“Kendimi tutamadım, ağladım.
“Babam, damda Kur’an okuyordu. Sesimi duyunca, indi. Anneme, ‘Nedir bu hali?’ diye sordu.
“Annem, ‘Aleyhindeki dedikodulardan haberi olmuş’ dedi.
“Babamın da gözleri yaşla doldu.
“O gece, sabaha kadar hep ağlayıp durdum.” [9]

     Pey­gam­be­ri­mizin Ashabıyla İstişâresi
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Âişe aleyhinde yapılan iftiranın etrafta konu­şul­duğu günlerde vakitlerinin çoğunu evinde geçiriyor, dışarıya pek çıkmı­yor­du.
Konuyla ilgili vahyin gelmesi gecikince, ashabıyla konuştu, onların fikirle­rini aldı.

     Hz. Ömer’in Görüşü
     Hz. Ömer, “Yâ Re­sû­lal­lah! Hâşâ, bu, büyük bir bühtan ve iftiradır. Kat’î bili­yorum ki bu, münafıkların yalanıdır. Allah Teâlâ, bedeninize sinek kondur­maktan sizi koruyor. Bedenini böyle pisliklere konan sineklerden bile muha­faza eden, onları bedenine yaklaştırmayan Allah, nasıl olur da aileni, böyle kö­tülüklere bulaşmaktan korumaz?” diye fikrini beyan etti.

     Hz. Osman’ın Kanaati
     Hz. Osman ise, görüşünü şöyle açıkladı:
“Yâ Re­sû­lal­lah! Allah, üzerine insan ayağı basmasın ya­hut yeryüzündeki pis­likler üzerine düşmesin diye gölge­ni­zi yere düşürmekten korumaktadır. Böy­le gölgenizi bile hiç kimseye çiğnetmezken, nasıl olur da sizin ailenizin na­musunu herhangi bir kimsenin kirletmesine meydan ve imkân verir?”

     Hz. Ali’nin Görüşü
     Hz. Ali ise, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Bir gün bize namaz kıl­dırıyordun. Na­maz içinde iken, ayakkabılarını çıkarmıştınız. Size uyarak biz de çıkarmıştık. Namazı bitirince, ayakkabılarımızı çıkarmanın sebebini bize sormuştun. Biz de sana uymuş olmak için çıkardığımızı söylemiştik. Bunun üzerine siz, ‘Temiz ol­madıkları için onları çıkarmamı bana Cebrail emretti’ demiştiniz. Böyle, ayak­kabılarınıza bulaşan bir pislik, size bildirildiği ve onları pislik bulaşığın­dan dolayı çıkarmanız size emredildiği halde, ailenize, namus kirletecek kö­tü­lüklerden bir şey bulaşsın da, onu çıkarmanız için size emredilmesin, olur mu hiç?” diye fikrini açıkladı. [10]

     Hz. Âişe’nin Hizmetçisinin Görüşü
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu arada, Hz. Âişe validemizin hizmetçisi Be­ri­re’nin de görüşünü sordu.
Berire, “Yâ Re­sû­lal­lah!” dedi. “Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki ben onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onun hakkında kusur olarak sadece şunu söyleyebilirim: Kendisi çok genç bir ka­dındı. Ev halkının hamurunu yoğururken uyuya kalırdı da, evde beslenilen koyun gelir, hamurunu yerdi.” [11]

     Hz. Zeyneb’in Görüşü
     Hz. Zeyneb (r.anha), Pey­gam­be­ri­mizin zevceleri arasında güzelliği ve Efen­di­miz yanındaki mevkii ile kendisini Hz. Âişe validemizle eşit görür ve onunla daima rekabet halinde bulunurdu. Buna rağmen Hz. Âişe hakkında bu hususta en küçük bir kötü zanna kapılmamıştı. Re­sû­lul­lah, bu hususta onun görüşünü de sorunca, şu cevabı verdi:
“Yâ Re­sû­lal­lah! Ben, işitmediğimi ‘İşittim’ demekten kulağımı, görmediğimi ‘Gördüm’ demekten gözümü korurum. Vallahi, ben onun hakkında hayırdan başka hiçbir şey bilmiyo­rum.” [12]

     Pey­gam­be­ri­mizin Hitabesi
     Aslında Resûl-i Ekrem Efendimiz, zevcesi Hz. Âişe’nin böyle bir isnattan uzak olduğunu çok iyi biliyordu; ancak böylesine haince ve sinsice plânlı bir if­tiranın halk arasında yayılması, kendisini son derece üzmüştü. Bu, Hz. Âişe’­ye karşı ister istemez tavrını değiştirmesine sebep ol­muş­tu. Nitekim mes­citte irad ettiği hutbede bunu açıkça ifade ediyordu:
“Ey Müslümanlar cemaati! Ailem aleyhindeki iftirasıyla beni üzüntüye dü­şüren bir şahsa karşı bana kim yardım eder? Hâlbuki, vallahi ben, ailem hak­kında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Onlar (iftiracılar), öyle bir adamın ismini de ileri sürdüler ki ben onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmi­yorum.” [13]

     Pey­gam­be­ri­mizin, Hz. Âişe’yle Konuşması
     Hz. Âişe’ye iftira edilişin üzerinden bir ay gibi uzun bir müddet geçmiş ol­ma­sına rağmen, Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) bu hususta herhangi bir vahiy inmedi.
Mescitte ashabına irad ettiği hitabesinden birkaç gün sonra, Hz. Ebû Be­kir’in evine vardı. Selam verdikten sonra, Hz. Âişe’nin yanına oturdu ve “Ey Âişe! Hakkında bana şöyle şöyle sözler erişti. Eğer sen bu isnatlardan uzak isen, yakında Allah, seni onlardan be­rî ve uzak olduğunu açıklar. Yok, eğer böy­le bir günaha yaklaştınsa, Allah’tan af dile ve O’na tevbe et! Çünkü kul, gü­nahını itiraf ve sonra da tevbe edince, Allah da ona afv ile muamele buyu­rur.”
Hz. Âişe, o andaki durumunu da şöyle anlatır:
“Re­sû­lul­lah (a.s.m.) sözlerini bitirince, gözümün yaşı kesildi. Öyle ki gözya­şından bir tek damla bulamıyordum.
“Hemen babama dönüp, ‘Re­sû­lul­lah’a bu hususta benden taraf cevap ver’ dedim.
“Babam, ‘Vallahi kızım! Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) ne diyeceğimi bile­mi­yorum!’ dedi.
“Sonra anneme döndüm. ‘Re­sû­lul­lah’a (a.s.m.) bu hususta benim tarafım­dan sen cevap ver’ dedim.
“O da, ‘Vallahi, ben de Re­sû­lul­lah’a ne diyeceğimi bilmi­yorum!’ de­di.” [14]

     Hz. Âişe’nin Cevabı
     Baba ve annesi Re­sû­lul­lah’a herhangi bir cevapta bulun­mayınca, Hz. Âişe biz­zat konuşmak mecburiyetinde kal­dı. Şe­hâdet getirip, Cenab-ı Hakk’a hamd ve senâda bulunduktan sonra, “Vallahi” dedi. “Ben anladım ki siz halkın yap­tığı dedikoduyu işitmişsiniz. Hatta onlara inan­mış gibisiniz! Şimdi, ben size o kötülükten uzağım, de­sem —ki Allah biliyor, uzağımdır— beni doğrulamazsı­nız! Faraza, ben, kötü bir iş yaptım (!) desem, —ki Allah biliyor, ben böyle bir şeyden uzağım— siz, beni hemen tasdik edersiniz! Vallahi, ben kendim için de, sizin için de Ya­kub’­un (a.s.) oğullarıyla olan mi­sâlinden başka getirecek misâl bulamıyorum. Nitekim o zaman o, ‘... Artık bana düşen, güzel bir sabırdır. Si­zin şu anlatışınıza karşı yar­dı­mı­na sığınılacak, ancak Allah’tır’ [15] demişti.” [16]

     Pey­gam­be­ri­mize Vahyin Gelişi
     Henüz Resûl-i Kibriya Efendimiz yerinden kalkmamıştı. Ev halkından da hiç kimse dışarı çıkmamıştı. Peygamber Efendimize hemen orada vahiy geldi. Hz. Âişe o ânı da şöyle anlatır:
“Re­sû­lul­lah’ı, vahyin ağırlığı ve şiddetinden terlemek gi­bi vahiy alâmetleri bürüdü. Nitekim vahiy sırasında, kış günleri bile kendisinden inci tanesi gibi ter dökülürdü. Re­sû­lul­lah’ın (a.s.m.) üzerine elbisesi örtüldü, başının altına da derinden bir yastık konuldu. Vallahi, ben ne korktum, ne de aldırış ettim. Çünkü o fenalıktan uzak olduğumu ve Allah Teâlâ’nın bana zulmetmeyeceğini biliyordum. An­nemle babamın ise, halkın ağzında dolaşan dedikodular, Allah tarafından doğrulanacak diye korkularından ödleri kopuyor, cansız düşüvere­ceklerini sanıyordum.” [17]
     Vahiy hali Resûl-i Kibriya Efendimizin üzerinden kalkınca, sevincinden gü­lüyordu. Hz. Âişe’ye, “Müjde ey Âişe! Yüce Allah, seni, kesin olarak tebrie etti, yapılan iftira­dan berî ve uzak kıldı.” dedi. [18]
     Hz. Ebû Bekir de son derece sevindi. Yerinden kalkıp, kızı Hz. Âi­şe’nin ba­şını öptü.

     İnen Ayetler
     Cenab-ı Hak, konuyla ilgili olarak Resûlüne indirdiği ayet-i kerimelerde şöyle buyurdu:
“O uydurma haberi getirenler içinizden (mahdut) bir zümredir.
“Onu siz kendiniz için bir kötülük sanmayın. Bilâkis, sizin için bir hayırdır. Onlardan herkese kazandığı günah (nisbetinde ceza) vardır. Onlardan günahın büyüğünü yüklenen o adama da pek büyük bir azap vardır.
“Onu (iftirayı) işittiğiniz vakit, erkek mü’minlerle kadın mü’­min­ler, kendi vicdanları (önünde) iyi bir zanda bulunup da, ‘Bu, apaçık bir iftiradır’ demeleri (lâzım) değil miydi?
“Buna karşı dört şahit getirmeli değil miydiler? Mademki bu şahitleri geti­remediler; o halde onlar, Allah katında yalancıların ta kendileridir!
“Eğer dünyada ve ahirette Allah’ın ihsan ve rahmeti üzerinizde olmasaydı, o daldığınız dedikodu sebebiyle size muhakkak büyük bir azap çarpardı.
“O zaman siz, o (iftirayı) dillerinizle (birbirinize) yetiştiriyordunuz; hak­kın­da hiçbir bilginiz olmayan şeyi, ağızlarınızla söylüyor ve bunu kolay (gü­nah olmayan şey) sanıyordunuz. Hâlbuki, o(nun günahı) Allah katında bü­yüktür.
“Onu (iftirayı) duyduğunuz zaman, ‘Bunu söylemek bize yakışmaz. Hâşâ! Bu büyük bir iftiradır’ demeniz (lâzım) değil miydi?
“Eğer siz gerçekten iman eden kimselerseniz, böyle bir şeye ebedîyyen bir daha dönmenizi Allah size yasaklıyor!
“Allah, size ayetlerini açık açık bildiriyor. Allah her şeyi hakkıyla bilendir; tam bir hüküm ve hikmet sahibidir.
“Mü’minler içinde, kötü sözlerin yayılıp duyulmasını arzu edenler yok mu? Dünyada da, ahirette de onlar için acıklı bir azap vardır! Onları (kötülüğü yay­mak isteyenleri) Allah bilir, siz bilmezsiniz.
“Ya üzerinizde Allah’ın fazl ve rahmeti olmasaydı, ya hakikat Allah çok esirgeyici, çok merhametli olmasaydı, haliniz nice olurdu?” [19]
Böylece, Cenab-ı Hak, vahiyle Hz. Âişe hakkında söylenenlerin bir iftiradan ibaret olduğunu haber vererek hem Resûlünün temiz ruhunu ve pâk vicdanını üzüntüden kurtardı, hem Hz. Ebû Bekir’in şahsiyetinin küçük düşürülmesine müsaade etmedi, hem de Müslümanlar arasında zuhur eden fitne ve fesadın büyümesine fırsat vermedi.

     En Üstün Beraat
     Bir gün, Hz. Abdullah b. Abbas’tan, Hz. Âişe’yle (r.anha) ilgili ayetlerin tef­siri so­rulmuştu. Şu izahta bulunmuşlardı:
“Yüce Allah, dördü dört şeyle beraat ettirmiş, yapılan iftiralardan onları temize çıkarmıştır:
“1) Hz. Yusuf’u, Züleyha’nın kendi ehlinden getirilen bir şahidin diliyle be­raat ettirmiştir.
“2) Hz. Mûsa’yı, Yahudilerin dedikodularından, elbisesini alıp getiren taşla beraat ettirmiştir.
“3) Hz. Meryem’i, kucağındaki oğlunu dile getirip, ‘Ben Allah’ın kuluyum’ diye söyletmek suretiyle temize çıkarmıştır.
“4) Hz. Âişe’yi ise, Yüce Allah, kıyamete kadar bâkî kalacak olan i’cazkâr ki­tabı Kur’an’daki o azametli ayetlerle beraat ettirmiştir; ki bu derece belâğatlı temize çıkarmanın benzeri görülmemiştir. Bakınız da, bununla diğer beraat et­tirmeler arasındaki büyük ve üstün farkı görünüz.
“Yüce Allah, bunu ancak Resûlünün mertebesinin yüceliğini ortaya koymak için yapmıştır.” [20]

     İftiracıların Cezaya Çarptırılmaları
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, konuyla ilgili vahiy geldikten sonra çıkıp halka bir hutbe irad etti, sonra da gelen Kur’an ayetlerini onlara okudu.
Bilâhare, yapılan iftirayı dilleriyle yaymakta en çok ileri giden Mistah b. Üsâse, Hassan b. Sâbit ile Hamne binti Cahş’a had vurulmasını emretti. İftiracı­lara had olarak seksener kamçı vuruldu. [21]
__________________________________________________________________________
[1] Buharî, Sahih, c. 3, s. 154.
[2] Buharî, Sahih, c. 3, s. 154.
[3] İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 310-311; Müslim, Sahih, c. 8, s. 113-114.
[4] Taberî, Tefsir, c. 18, s. 89.
[5] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 311.
[6] Ahzab, 6, 53.
[7] Müslim, Sahih, c. 8, s. 114.
[8] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 311-312; Müslim, a.g.e., c. 8. s. 114; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 332-333.
[9] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 311-312; Müslim, a.g.e., c. 7, s. 115; Tirmizî, a.g.e., c. 5, s. 333.
[10] Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 624-625.
[11] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 313-314; Müslim, a.g.e., c. 8, s. 115.
[12] Müslim, a.g.e., c. 8, s. 118.
[13] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 312; Müslim, a.g.e., c. 8, s. 115; Tirmizî, a.g.e., c. 5, s. 332
[14] Müslim, a.g.e., c. 8, s. 116; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197
[15] Yusuf, 18.
[16] Müslim, a.g.e., c. 8, s. 116.
[17] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 315; Müslim, a.g.e., c. 8, s. 117.
[18] Müslim, a.g.e., c. 8, s. 117; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 197.
[19] Nur, 11-20.
[20] Nesefî, Tefsir, c. 3, s. 138.
[21] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 315; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 35.
Kainatın Efendisi - Sevgiler Sevilisi
Hz. Muhammed (sav.)
Yazar: 
Salih Suruç

9 Kasım 2011 Çarşamba

İSLAM İLMİHALİ ... Altıncı Bölüm: NAMAZ ... 6. Konu: NAMAZA AYKIRI DAVRANIŞLAR


İ S L Â M   İ L M İ H A L İ
Altıncı Bölüm: Namaz
6. Konu: NAMAZA AYKIRI DAVRANIŞLAR
     Bir müslümanın namaz esnasında, daha önceki bölümlerde ayrı ayrı sayılan namazın farz, vâcip, sünnet ve âdâbını en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etmesi ve bu ibadetin mâna ve gayesine aykırı her türlü davranıştan da kaçınması gerekir. Namaza aykırı davranışlar, bu aykırılığın derecesine göre namazın mekruhları ve namazı bozan şeyler şeklinde ikili bir ayırım içinde ele alınır.
     A) NAMAZIN MEKRUHLARI
     Namazda yapılması hoş karşılanmayan davranışlara "namazın mekruhları" denir. Genel olarak namaz için öngörülmüş bulunan biçimsel yapıya aykırı olan davranışlar ile namazın gerektirdiği saygı, tâzim, tevazu, boyun bükme ve sükûnet haline de aykırı olan ve namazda kalbi meşgul edecek ve insanı ibadetin gerektirdiği kalp huzurundan ve huşûdan alıkoyacak davranışlar mekruh sayılmıştır. Namaz esnasında elbiseyle veya vücudun bir yeriyle oynamak gibi namazla ilgisi olmayan ve onunla bağdaşmayan bir hareketin yapılması mekruhtur. Çünkü bu şekildeki davranışlar namazın biçimsel yapısına aykırıdır ve aynı zamanda namazın gerektirdiği saygı ve tâzim vaziyetiyle de bağdaşmamaktadır.
     Bunun yanında namazın vâciplerinden ve sünnetlerinden birini terketmek de mekruh sayılmaktadır.
     Namazın vâciplerinden birini, meselâ Fâtiha sûresini okumayı kasten yani bilerek ve isteyerek terketmek tahrîmen mekruhtur. Bir vâcibin terkedilmesi sebebiyle tahrîmen mekruh olan bu namaz esas itibariyle sahih yani geçerli olup kişiden namaz borcunu düşürür ise de iade edilmesi yani yeniden kılınması vâciptir.
     Namazın sünnetlerinden birini, meselâ Sübhâneke okumayı, rükû veya secdelerdeki tesbihleri kasten terketmek mekruhtur. Namazın sünnetlerinden birini terketmek, genel olarak tenzîhen mekruh olmakla birlikte, tenzîhen mekruh sayılan şeylerin bir kısmı tahrîmen mekruha yakındır. Meselâ müekked bir sünneti terketmek, bir vâcibi terketmek derecesine yakın bir mekruhluğu (kerâhet) ifade eder. Müstehap (mendup) olan bir şeyi terketmek ise mekruh olmayıp daha iyi ve faziletli olanı terketmek (terk-i evlâ) sayılır.

     Namazda mekruh sayılan şeyler şunlardır:
     1. Bir zararın giderilmesi veya namazın tamamlanması amacı olmaksızın namaz dışı bir davranışta bulunmak. Meselâ alnın secde mahalline yerleşmesini engelleyen sarık vb. şeyleri çekmek namazın tamamlanması amacı taşıdığından ve akrep gibi zararlı hayvanları öldürmek de bir zararın giderilmesi amacı taşıdığından mekruh sayılmamıştır. Buna karşılık parmak çıtlatmak, giysisinin kolunu kıvırmak, bunu gerektiren bir özür olmadığı halde -peş peşe olmamak üzere- birkaç adım yürümek, sinek vb. haşeratla meşgul olmak gibi davranışlar mekruhtur. Namaz dışı davranış amel-i kesîr (bk. Namazı Bozan Şeyler) boyutuna varırsa namaz bozulur.
     2. Namaza ilişkin fiilleri özürsüz yere, namazın sünnet ve âdâbına uymaksızın yerine getirmek. Meselâ bir özrü olmaksızın duvar, direk, baston vb. bir şeye hafifçe yaslanmak; daha dizleri yere koymadan elleri yere koymak, secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak; oturuşlar esnasında bağdaş kurmak veya dizleri dikmek; kıyam esnasında elleri yana bırakmak; erkekler için secde esnasında kolları tamamıyla yere yapıştırmak böyledir.
     3. Kıyam, rükû ve secde aralarındaki tekbir ve zikirleri kendi yerlerinden sonraya bırakmak. Meselâ kıyamdan rükûa vardıktan sonra "Allahüekber" demek, rükûdan doğrulduktan sonra "Semiallahu limen hamideh" demek mekruhtur. Rükû tekbiri alınmaya ayakta iken başlanmalı, rükûa varırken bitirilmelidir. Söz ile fiil eş zamanlı olmalıdır.
     4. Namazda esnemek, gerinmek ve boğazı açıyormuş gibi yapmak. Mümkün olduğunca esnemeyi önlemeye çalışmalı, esnemek durumunda kalınca sağ el ile ağzı kapatmalıdır. Nezle vb. sebepten burnu akan kişi, burnunu mendille siler. Grip olan kişi de öksürecek olduğunda ağzını eliyle veya mendiliyle kapatmalıdır. Bu durumda olan kişilerin mescide gelmeleri de mekruhtur.
     5. Namazda iken verilen selâmı el veya baş işaretiyle almak. Tahrîmen mekruh olan bu fiille kimilerine göre namaz bozulur.
     6. Namazda huşû halini artırmak veya uygunsuz bir şeyi görmekten sakınma gibi bir amaç olmadıkça gözleri yummak, gözleri sağa sola veya aşağı yukarı çevirmek, başı hafifçe bir tarafa çevirip bakmak.
     7. Abdesti sıkışık olduğu halde namaz kılmak. Hz. Peygamber sıkışık durumda olan veya yemek hazırken namaza duran kişinin namazının faziletinin tam olmayacağını belirtmiştir (Müslim, "Mesâcid", 67).
     8. Elbise, vücut veya namaz mahallinde namazın geçerliliğine engel olmayacak miktarda necâset bulunduğu halde namaz kılmak. Dinen necis sayılmamakla birlikte kirli elbise ile namaz kılmak da mekruhtur.
     9. Temiz olmayan şeylere karşı ve bunların yakınında, kişinin kendini ibadete vermesini engelleyecek ve zihni meşgul edecek yerlerde namaz kılmak. Ateşe ve puta tapma inancını çağrıştırması düşüncesinden hareketle ateşe, insan veya hayvan tasviri bulunan resim ve heykele karşı namaz kılınması mekruh sayılmıştır. Aynı şekilde bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak da mekruhtur.
     10. Başkasına ait bir yerde veya başkasına ait bir elbise içinde, sahibinin izni ve razılığı olmaksızın namaz kılmak.
     11. Dişlerin arasında kalmış yutulması namazı bozmayacak miktardaki yiyecek kırıntısını yutmak. Yutulan şey nohut tanesi büyüklüğünde olursa namazı bozar.
     12. Cemaatle namaz kılınırken, imamdan önce rükû ve secdeye gitmek veya ondan önce rükû veya secdeden doğrulmak. Bu davranışın muktedînin namazını bozacağı, imamdan önce rükû ve secdeden başını kaldırmış kişinin rükû ve secdeye geri dönüp imamla birlikte hareket etmesi, aksi halde o rek`atın eksik kalacağı ve sonradan tamamlanması gerektiği, bu da yapılmazsa namazının bozulmuş olacağı görüşleri de mevcuttur.
     13. Namazda kıraate ilişkin mekruhlar daha ziyade kıraatin sünnetlerinden birinin terki sebebiyle olur. İkinci rek`atta birinci rek`attan daha uzun okumak böyledir.
     14. Bir rek`atta bir sûrenin iki kere okunması veya farz namazlarda ilk iki rek`atta Fâtiha'dan sonra aynı sûrenin okunması mekruhtur; nâfile namazlarda mekruh değildir.
     15. Fâtiha'dan sonra sürekli olarak belirli bir sûrenin okunması, başka sûrenin okunmaması mekruhtur. Fâtiha'dan sonra okunacak sûrelerde Kur'an'daki sıraya uymamak, meselâ birinci rek`atta Kevser sûresini okuduktan sonra ikinci rek`atta Fîl sûresini okumak mekruhtur.
     B) NAMAZI BOZAN ŞEYLER
     Namazın rükünlerinden veya şartlarından herhangi birinin eksikliği durumunda namaz bozulur. Namazın bozulmuş olacağı fâsid veya bâtıl tabirleriyle ifade edilir. Rükün ve şartların eksikliği dışında ayrıca kaçınılması, yapılmaması gereken bazı durum ve davranışlar vardır ki, bunların hepsine birden "müfsidât-ı salât" (namazı bozan şeyler) denir.

     Namazı bozan şeyler şu şekilde gruplandırılabilir:
     1. Namazda konuşmak.
     Namazda gerek bilerek gerekse yanılarak veya yanlışlıkla konuşmak namazı bozar. Konuşmak, birine seslenmek, hitap etmek şeklinde olabileceği gibi birine selâm vermek, merhaba demek, verilen selâma sözlü olarak karşılık vermek veya aksırana "yerhamükellah" veya "çok yaşa" demek şeklinde de olur. Bu gibi durumlarda namaz bozulur. Bunların bilerek, isteyerek yapılması ile yanılarak veya yanlışlıkla olması arasında fark yoktur. Namaz kılarken, namazda olduğunu unutarak, dalgınlıkla birinin selâmını diliyle, meselâ "aleykümü's-selâm" diyerek almak namazı bozar. Hz. Peygamber'in ismi anıldığında salavat getiren kimsenin de namazı bozulur. Aynı şekilde cevap kastıyla Kur'an'dan bir âyeti okumak da insanlarla konuşma kapsamına gireceği için namazı bozar. Meselâ iyi bir haber duyduğunda "el-hamdülillah", kötü bir haber duyduğunda "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn", hayret verici bir şey duyduğunda "sübhânellah" ve girmek için izin isteyene girmemesini anlatmak üzere "Tilke hudûdullâhi felâ takrebûhâ" (Bunlar Allah'ın sınırlarıdır; sakın girmeyin) âyetini okuyarak mukabele etmek namazı bozar.
     Namazda dua mahalli olan son oturuşta insanların gündelik ve sıradan konuşmalarına benzer tarzda dua etmenin de namazı bozacağı söylenmiştir. Buna göre meselâ "Ey Allah'ım, bana baklava, börek yedir; falan hanımla evlendir?" şeklinde dua etmek namazı bozar. Fakat insanların gündelik konuşmalarını andırmayacak şekilde yapılan dualar namazı bozmaz (Aşağıda bu konuyu "Namazda Türkçe Olarak Dua Edilebilir mi?" başlığı altında açıklayacağız).
     2. Amel-i kesîrde bulunmak.
     Amel-i kesîr, çok veya aşırı bir davranışta bulunmak demektir. Amel-i kesîr için net bir sınır çizme imkânı olmamakla birlikte dışarıdan gözlemleyen kişide, namazda olunmadığı izlenimini verecek davranışta bulunmak şeklinde bir ölçü getirilmiştir. Bu bakımdan, namazdayken namaza aykırı, namazdaki eylemlere benzemeyen ve namazla bağdaşmayan bir davranış, namazda olunmadığı izlenimini veriyorsa amel-i kesîr çerçevesine girer. Bununla birlikte Hz. Peygamber namazda iken torunlarının sırtına bindikleri, kucağına geldikleri şeklindeki rivayetlere nazaran, benzer durumlarla karşılaşıldığında, çocukları rencide etmeden, sarsmadan usulca yere koymak veya kenara çekmekle namaz bozulmaz. Biriyle musafaha yapmak, el sıkışmak da amel-i kesîr kapsamına girer.
     3. Yönü kıbleden çevrilmek.
     4. Bir şey yiyip içmek.
     Namaza durduktan sonra ağza alınıp yenen şey susam tanesi kadar da olsa namazı bozar. Fakat namaz öncesinde yediği bir şeyden dolayı dişleri arasında kalan bir şeyi yutmak namazı bozmazsa da büyük küçük bir şeyi çiğnemek, ağzında gevelemek namaza aykırı olduğu için namazı bozar. Bu bakımdan sakız çiğnemek veya namaz öncesi ağzına bir şeker alıp şeker eridikçe yutmak namazı bozar.
     5. Özürsüz olarak boğaz hırıldatmak (tenahnuh etmek), öksürmeye çalışmak. Ancak herhangi bir zorlama olmaksızın doğal olarak öksürmek veya sesindeki hırıltıyı giderip sesi güzelleştirmek, namazda olduğunu anlatmak ve yanlış okuyan imamı uyarmak için öksürmek namazı bozmaz.
     6. Üf, tüh diyerek bir şeyi üflemek veya bezginlik göstermek ve uf, puf gibi şeyler söylemek veya ah, oh demek.
     7. İnlemek.
     Ah çekmek, inlemek normal durumda namazı bozmakla birlikte, huşû ve ibadet aşkından olursa namazı bozmaz.
     8. Gülmek.
     Kendisinin duyacağı kadar bir gülme sadece namazı bozar, yakında bulunanların işitebileceği kadar olursa abdest de bozulur. Bu şekilde gülme, bulûğa ermemiş çocukların sadece namazını bozar, abdestini bozmaz. Öteki mezheplere göre namazda kahkaha ile gülmek dahi abdesti bozmaz.
     9. Namazda iken göze ilişen bir yazıya bakmakla namaz bozulmaz. Fakat karşısındaki Mushaf'tan ezberinde olmayan bir âyeti okumak durumunda, Ebû Hanîfe'ye göre namaz bozulur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise bu durumda namaz bozulmaz, fakat Ehl-i kitaba benzeyiş söz konusu olduğu için böyle yapmak mekruhtur. Hanbelîler'e göre ezbere bilen için mekruh olmakla birlikte, Mushaf'tan okuyarak namaz kılmak câizdir.
     10. Birinci oturuşu, son oturuş zannederek selâm vermek namazı ifsat etmeyip sadece sehiv secdesi yapmayı gerektirir ise de, kıldığı öğle namazını cuma namazı veya yatsı namazını teravih zannederek (veya kendisini seferî zannederek) selâm vermek, namazı kesmek kastı taşıdığı için namazı bozar.
     11. Farkında olmayarak veya unutarak yapılmış olsa bile avret yeri açık iken veya üzerinde namaza mani miktarda bir necâset bulunuyorken bir rükün eda etmek veya bu durumda iken bir rüknün eda edileceği bir sürenin (üç defa "sübhânellâh" diyecek kadar süre) geçmiş olması durumunda namaz bozulmuş sayılır.
     12. Kendi irade ve ihtiyarı dışında gerçekleşen şu durumlarda da namaz bozulur:
     Sabah namazını kılarken güneşin doğması; bayram namazını kılarken zeval vaktinin olması; cuma namazını kılarken ikindi vaktinin girmesi durumunda namaz bozulur. Fakat öğle namazını kılarken ikindi vaktinin girmesiyle öğle namazı bozulmaz.
     Tertip sahibi olan yani o zamana kadar namazı kazâya kalmamış bir kimsenin, daha önce kılamadığı bir namazı (fâite) namaz esnasında hatırlaması.
     Teyemmüm ile namaz kılmakta iken kullanılması mümkün suyu görmesi.
     Özür sahibi olan/mazereti bulunan kişinin özrünün ortadan kalkması.
     Mest üzerine meshetmiş olarak namaz kılarken, mesih süresinin dolması durumunda namaz bozulur. Bu süre mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Yine, mesih yaptığı mesti ayağından çıkarması durumunda namaz bozulur. Çünkü üzerine meshettiği mest ayağından çıktığı için abdestsiz konumuna düşmektedir.
     Namaz kılanın önünden geçilmekle namazı fâsid olmaz; geçenin erkek veya kadın olması arasında fark yoktur. Bu işi bilerek, farkında olarak yapan kişi mükellef ise günahkâr olur. Mekruh olan geçiş, açık alan ve büyük camiye göre namaz kılanın secde mahallinden; küçük mescidde ise karşısından geçmektir. Önünden geçilme ihtimali bulunan yerde namaz kılan kişilerin sütre edinmesi, yani bir sütunu veya baston, şapka ve şemsiye gibi şeyleri siper edinmesi müstehaptır. Cemaatle namaz durumunda imamın sütresi, ona uyanlar için de sütre sayılır. Kâbe'yi tavaf etmek, namaz benzeri bir ibadet sayıldığı için, orada namaz kılarken tavaf edenlere karşı sütre edinmeye gerek yoktur.
     13. Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefîler'e göre namaz bozulmaz. Burun kanaması gibi bir özür durumunda Hanefîler'e göre, bu durumun üzerinden bir rükün eda edecek kadar süre geçmedikçe namaz bozulmaz. Kişi dilerse, en kısa yoldan yeniden abdest alıp gelerek namazına kaldığı yerden devam eder, isterse namazını yeni baştan kılar.

4 Kasım 2011 Cuma

HADİS-İ ŞERİFLER ... HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUÂLARI

İKİNCİ BÂB: DUANIN KISIMLARI (İki kısımdır)
BİRİNCİ KISIM: SEBEBE VE VAKTE BAĞLI DUALAR (Yirmi fasıldır)
ONUNCU FASIL: HAFIZAYI GÜÇLENDİRME DUÂLARI
 
1. (1846)- Hz. İbnu Abbâs (ra.) anlatıyor: "Hz. Ali İbnu Ebî Tâlib (ra.) Resûlullah (sav.)'a gelerek: "Annem ve bâbam sana kurban olsun, şu Kur'an göğsümde durmayıp gidiyor. Kendimi onu ezberleyecek güçte göremiyorum" dedi. Resûlullah (sav.) ona şu cevabı verdi: "Ey Ebûl-Hüseyin! (Bu meselede) Allah'ın sana faydalı kılacağı, öğrettiğin takdirde öğrenen kimsenin de istifade edeceği, öğrendiklerini de göğsünde sabit kılacak kelimeleri öğreteyim mi?"
     Hz. Ali (ra.): "Evet, ey Allah'n Rasûlü, öğret bana!" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber şu tavsiyede bulundu:
     "Cuma gecesi (perşembeyi cumaya bağlayan gece) olunca, gecenin son üçte birinde kalkabilirsen kalk. Çünkü o an (meleklerin de hazır bulunduğu) meşhûd bir andır. O anda yapılan dua müstecabtır. Kardeşim Ya'kub da evlatlarına şöyle söyledi: "Sizin için Rabbime istiğfâr edeceğim, hele cuma gecesi bir gelsin." Eğer o vakitte kalkamazsan gecenin ortasında kalk. Bunda da muvaffak olamazsan gecenin evvelinde kalk. Dört rek'at namaz kıl. Birinci rek'atte, Fâtiha ile Yâsin sûresini oku, ikinci rek'atte Fâtiha ile Hâmim, ed-Duhân sûresini oku, üçüncü rek'atte Fâtiha  ile Eliflâmmîm Tenzîlü'ssecde'yi oku, dördüncü rek'atte Fâtiha ile Tebâreke'l-Mufassal'ı oku. Teşehhüdden boşaldığın zaman Allah'a hamdet, Allah'a senayı da güzel yap, bana ve diğer peygamberlere salât oku, güzel yap. Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar ve senden önce gelip geçen mü'min kardeşlerin için istiğfat et. Sonra bütün bu okuduğun duaların sonunda şu duayı oku:
     "Allahım, bana günahları, beni hayatta baki kıldığın müddetçe ebediyen terkettirerek merhamet eyle. Bana faydası olmayan şeylere teşebbüsüm sebebiyle bana acı. Seni benden râzı kılacak şeylere hüsn-i nazar etmemi bana nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı olan celâl, ikram ve dil uzatılamayan izzetin sâhibi olan Allahım. Ey Allah! Ey Rahman! Celâlin hakkı için, yüzün nuru hakkı için, kitabını bana öğrettiğin gibi hıfzına da kalbimi icbâr et. Seni benden razı kılacak şekilde okumamı nasîb et. Ey semâvât ve arzın yaratıcısı, celâlin ve yüzün nuru hakkı için kitabınla gözlerimi nurlandırmanı, onunla dilimi açmanı, onunla kalbimi yarmanı, göğsümü ferahlatmanı, bedenimi yıkamanı istiyorum. Çünkü, hakkı bulmakta bana ancak sen yardım edersin, onu bana ancak sen nasib edersin. Herşeye ulaşmada güç ve kuvvet ancak büyük ve yüce olan Allah'tandır."
     Ey Ebû'l-Hasan, bu söylediğimi üç veya yedi cuma yapacaksın. Allah'ın izniyle duana icâbet edilecektir. Beni hak üzere gönderen Zât-ı Zülcelâl'e yemin olsun bu duayı yapan hiçbir mü'min icâbetten mahrum kalmadı."
     İbnu Abbâs (ra.) der ki: "Allah'a yemin olsun, Ali (ra.) beş veya yedi cuma geçti ki Resûlullah (sav.)'a aynı önceki mecliste tekrar gelerek:
     "Ey Allah'ın Resûlü! dedi, geçmişte dört beş âyet ancak öğrenebiliyordum. Kendi kendime okuyunca onlar da (aklımda durmayıp) gidiyorlardı. Bugün ise, artık 40 kadar âyet öğrenebiliyorum ve onları kendi kendime okuyunca, Kitabullah sanki gözümün önünde duruyor gibi oluyor. Eskiden hadisi dinliyordum da arkadan bir tekrar etmek istediğimde aklımdan çıkıp gidiyordu. Bugün hadis dinleyip sonra onu bir başkasına istediğimde ondan tek bir harfi kaçırmadan anlatabiliyorum.
     Resûlullah (sav.) bu söz üzerine Hz.Ali (ra.)'ye: "Ey Ebû'l-Hasan! Kâbenin Rabbine yemin olsun sen mü' minsin!" dedi." [Tirmizî, Daavât 125, (3565).]
AÇIKLAMA:
Hadis sened yönüyle hasen olsa da, âlimler metin yönüyle şâz, garîp ve hattâ münker olduğunu söylemişlerdir.

2. (1847)- Şeddâd İbnu Evs (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) namazda şu duayı  okumamızı öğretiyordu:
"Allahım! Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. Keza nimetine şükretmeyi, sana güzel ibadette bulunmayı taleb ediyor, doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalb diliyorum. Allahım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum, bilmekte olduğun bütün hayırları  senden istiyorum, bildiğin günahlarımdan sana istiğfar ediyorum!" [Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61.]


3 Kasım 2011 Perşembe

Van'dan Mektup Var... / BURAK BİZİ AĞLATIYOR / Orhan Demiral


Van'dan Mektup Var...
BURAK BİZİ AĞLATIYOR
     Değerli dostlar; az önce bir aileye yemek götürdüm, maalesef yemeği veremeden geri döndüm. Bu hikaye bundan 5 gün önce başladı aslında.
     Antalya'dan Tahsin abi arayarak, Isparta'da hafızlık için kursta oğluyla kalan Burak isimli bir kardeşçikten bahsetti. Erciş'liymiş dedi. Bir baksanız evinde bir hasar var mıdır, bir ihtiyacı var mıdır. Verilen telefonu Abdullatif aradı az sonra. Karşımızda Burak isminde bir küçük dev adam. 

     -Burak'çığım benim adım Abdüllatif, Tahsin amcandan aldım telefonunu nasılsın?
     -Hamdolsun abi iyiyim, sağolun.
     -Nasıl, evinizde bir hasar var mı kardeş?
     -Var abi biraz.
     -Ağır mı hasar?
     -Ev komple yıkılmış abi.
 
     derin bir sessizlik oldu birden, sonraki soruyu sormaya çekindi Abdüllatif. Boğazında kocaman bir yumrukla yutkunarak sordu.

     -Yaralanan var mı? diye
     - Annem sizlere ömür abi.
     -Çok üzüldüm kardeş, diğerlerinde bir şey var mı?
     -Ablam da sizlere ömür abi.
 
     Daha fazlasını sormaya mecal kalmadı tabii.

     -Şimdi nerde kalıyorsunuz kardeşim?
     -Brandadan bir çadır yaptık abi ordayız şimdi.
     -Kardeş bi yanımıza gelsen de konuşsak.
     -Kız kardeşlerimi yalnız bırakamam abi.
     -Peki bir ihtiyacınız var mı kardeşim, size nasıl yardım ederiz.
     -Yok abi sağolasınız, hiç bir şeye ihtiyacımız yok, iyiyiz hamdolsun.

     Telefonu kapatan Abdüllatif bütün dünyanın yükü omuzlarında yanıma geldi. Başından geçenleri anlatmaya başladı. O anlatırken ben dinlerken gözyaşlarına boğulduk. Sözde iki kocaman adam kırka merdiven dayamışken, bizim toplumumuz "erkekler ağlamaz" derken hüngür, hüngür ağladık. Hem içimize, hem dışımıza.
 
     Depremin ilk hengamesi geçip, aşevini çalışır hale getirince ilk işimiz Burak'ı aramak oldu dün. 

     -Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra deneyin...
 
     Bu güünlerde buralarda en fazla duyulan telefon cevabını aldık her aramamızda. Ya bulamazsak endişesiyle dolaşmaya başladık. Tahsin abiye geri dönerek soyadını öğrendik. Hamdolsun burada çalışan Abdurrahman abi ben tanıyorum deyip evlerinin olduğu yere götürdü bizi.

     5 kişi enkazın üzerinden geçerek arka tarafa ilerledik. İşte o küçücük dev adam 14 yaşındaki Burak karşımızda duruyor. Öyle bir sarıldım ki, sanki yarım gün omuzumda kaldı. Kemiklerinin çıtırtısıyla birlikte
 
     -Ben senin abinim sözü döküldü dudaklarımdan.
     -Baban buralarda mı kardeşim?
     -Bir taziyeye gitti abi, buyrun dayımlar var.

     Bir çadırın önünde iki briket arasına yakılan bir ateşin yanında oturduk, 

     -Nasılsınız abicim?
     -Hamdolsun abi, iyiyiz, sağolun.

     Ne söyleyeceğimizi düşünürken babası çıkageldi. 

     -Geçmiş olsun amca, başınız sağolsun.
     -Sağolasınız, dostlar sağolsun.

     Kısaca kendimizi tanıttıktan sonra Yasin-i Şerif ve diğer surelerden okuduk biraz. Ellerimizi kaldırıp kısa bir dua ettik. Bu arada o ateşin üzerinde bize çay demleyen Burak servise başladı. Bir çay içtikten sonra babasına sorduk aynı soruları.
     Yine aynı cevabı aldık;
     -Hamdolsun iyiyiz, bir şeye ihtiyacımız yoktur, komşular bir şeyler getirmişler sağolsunlar. Bizi yalnız bırakmıyorlar. Delikanlılarımıza çaktırmadan çadıra bakın bir şeyleri var mı dedik. 
 
     -Abi bir kolinin içinde az bi makarna var dediler.

     Dün gece boyu nasıl incitmeden yardım ederiz diye düşünüyoruz. Bu gün akşam yemeği için biraz sıcak yemek götüreyim dedim çadırdan yuvalarına. 3 evladının yanında olmasıyla teselli bulan amcamızı gördüm önce,
 
     -Amca sıcak yemek getirdim azıcık, bir tencereniz var mı dökeyim, dedim heyecanla
 
     Aldığım cevap üzerine ağlamamak için kendimi zor tutarak hızla uzaklaştım yanlarından.
 
     -Sağolasın yeğenim, komşular bir şeyler verdiler, olmayan birilerine götürün!...
 
     Şimdi cep telefonu üzerinden konteynırın içinde yanımda hiç kimse olmadığı için ağlayarak yazıyorum bu maili sizlere. Televizyonlara yansıtılan bazı merhamet duygularını körelten manzaralara rağmen bu ve benzeri olaylardan o kadar çok yaşanıyor ki burda. Burak hepsinin adına tercüman oldu belki de.

     Sizlerin desteği ve duası olmasa bu iyilerin çoğalıp yetişmesine kim yardım edecek. Allah'ın sizin elinizle kimlere yardım gönderdiğini bilmenizi istedim. Allah hepinizden razı olsun.

     Amellerinizi zayii etmesin. İnsanımızı insan ve İslam düşmanı tiplerin eline düşürmesin, muhtaç etmesin.

İyi ki var sınız.
Erciş Aşevinden 
Orhan DEMİRAL
Karşıdan yükle: Kardeşler...jpg (80,7 KB) Karşıdan yükle: Birkaç Gü...jpg (73,8 KB)
Karşıdan yükle: Van'da Ça...jpg (72,7 KB) Karşıdan yükle: Van'da Ça...jpg (11,5 KB)
Yeni Şafak Gazetesinde Köşe Yazıları Yazan Ahmet Selvi
Bu mektubu Köşesine Taşıdı...
Yularıdaki mavi renkli yazılarda herhangibir yere tıklayıp
gazetenin web sitesinden köşe yazısını okuyabilirsiniz...

KAMU İHALE KURUMUNA 15 PERSONEL ALINACAK

Kamu İhale Kurumundan:
KAMU İHALE UZMAN YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU
     Kamu İhale Kurumu’nda (KİK) görevlendirilmek amacıyla;
GRUPPUAN TÜRÜBÖLÜMKONTENJAN SAYISI
1.GrupKPSSP:103Hukuk Fakültesi3 Kişi
2.GrupKPSSP:104İktisat, İşletme, Siyasal Bilgiler,
İktisadi ve İdari Bilimler
6 Kişi
3.GrupKPSSP:5İnşaat Mühendisliği3 Kişi
Endüstri Mühendisliği3 Kişi

     olmak üzere toplam 15 (onbeş) kamu ihale uzman yardımcısı alınacaktır.
     Giriş sınavı yazılı (test) ve sözlü olmak üzere iki aşamalıdır. Yazılı sınav 21-22 Ocak 2012 (21 Ocak Mühendislik, 22 Ocak Hukuk ve Sosyal Bilimler) tarihlerinde, Gazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Ankara’da yapılacak olup, sözlü sınav tarihi daha sonra KİK tarafından kazanan adaylara bildirilecektir.
     Yazılı sınava katılmaya hak kazanan adayların isimleri 16.12.2011 tarihinde Kurumun internet adresinden www.ihale.gov.tr ilgililere duyurulacak, sınavın yapılacağı yer ve sınav saatlerini gösteren Sınav Giriş Belgesi ise sınavdan en az 10 (on) gün önce yazılı sınava girmeye hak kazanan adayların adreslerine Kurum tarafından gönderilecektir. Bunun dışında adaylara şahsen veya telefonla ayrıca bir bildirim yapılmayacaktır.

SINAVA KATILIM KOŞULLARI:
1) ÖSYM tarafından 10-11 Temmuz 2010 veya 09-10 Temmuz 2011 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarında (KPSS) tabloda belirtilen puan türlerinden 80 (seksen) ve üzeri puan almış olmak, (yazılı sınava katılacak adayların sayısı, atama yapılacak kadro sayısının yirmi katından fazla olamayacağından, 1. ve 3. gruptan sınava girecek adayların en yüksek puanlı 60’ar kişi, 2. gruptan sınava girecek adayların ise en yüksek puanlı 120 kişi içinde bulunmaları gerekmektedir. Her grup için son sıradaki aday ile aynı puana sahip olan adaylar da bu sınava kabul edilir).
2) Söz konusu Kamu Personeli Seçme Sınavlarının yabancı dil testlerinin her hangi birinden en az 36 (otuzaltı) doğru cevabı bulunmak veya bu yıllara ait Kamu Personeli Yabancı Dil Sınavında (KPDS) İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinin birinden en az 60 (altmış) puan almış olmak,
3) En az 4 yıllık eğitim veren fakültelerin tabloda belirtilen bölümlerinden birini veya bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından birini bitirmiş olmak,
4) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımak,
5) Yazılı sınavın yapıldığı tarih itibariyle 35 yaşını doldurmamış olmak,
6) Erkek adaylar için askerliğini yapmış veya erteletmiş olmak ya da askerlikle ilişkisi bulunmamak (Müracaat tarihinde askerliğinin bitmesine 2 ay veya daha az kalmış olan adaylar da bu durumlarını belgelendirmeleri kaydıyla sınava başvurabilir).

BAŞVURU İÇİN GEREKLİ BELGELER:
1) Son altı ay içinde çekilmiş 4,5 X 6 ebadında iki adet fotoğraf,
2) Nüfus cüzdanı fotokopisi,
3) 2010 veya 2011 KPSS Sonuç Belgesinin fotokopisi,
4) Yabancı dil sınavı sonuç belgesi (KPDS puanı ile başvuru yapan adaylar için),
5) Sınav Başvuru Formu (Başvuru formu, www.ihale.gov.tr internet adresinden temin edilebilir).

BAŞVURU ŞEKLİ VE YERİ:
Başvurular 14 Kasım 2011 tarihinde (saat: 09:00) başlayacak olup, 25 Kasım 2011 tarihi mesai bitiminde (saat: 18:00) sona erecektir.
Adayların sınava katılabilmek için Sınav Başvuru Formunu elektronik ortamda eksiksiz olarak doldurduktan sonra, formun çıktısını imzalamak suretiyle yukarıda belirtilen belgelerle birlikte, Kurumun İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanlığı, Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No:186 06520 Balgat/Ankara adresine şahsen veya posta yoluyla başvuruda bulunmaları gerekmektedir. Belirtilen gün ve saate kadar Kuruma ulaşmayan başvurular dikkate alınmayacaktır.

SINAV GİRİŞ BELGESİ:
Kurum tarafından düzenlenecek fotoğraflı Sınav Giriş Belgesi, yazılı sınava girmeye hak kazanan adayların Başvuru Formunda belirttikleri haberleşme adresine gönderilir.
Adayların yazılı sınavda, fotoğraflı Sınav Giriş Belgesi ile birlikte kimlik tespitinde kullanılmak üzere nüfus cüzdanı veya sürücü belgesi gibi fotoğraflı ve onaylı özel bir kimlik belgesini yanlarında bulundurmaları gerekmektedir. Bulundurmayan adaylar sınava alınmayacaktır.

SINAV KONULARI:
1) 1. ve 2. gruptan sınava girecek adaylar için alan bilgisi sınav konuları aşağıda belirtilmiştir:
a) Kamu Hukuku Grubu: Anayasa Hukuku ve T.C. Anayasası, İdare Hukuku, İdari Yargı, Ceza Hukuku (Genel Hükümler, Millete ve Devlete Karşı Suçlar), Ceza Usul Hukuku,
b) Özel Hukuk Grubu: Medeni Hukuk (Aile Hukuku ve Miras Hukuku hariç), Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku (Ticari İşletmeler Hukuku, Şirketler Hukuku, Kıymetli Evrak Hukuku), İcra ve İflas Hukuku, Medeni Usul Hukuku,
c) İktisat Grubu: Mikro İktisat, Makro İktisat, Uluslararası İktisat, Türkiye Ekonomisi,
d) Maliye Grubu: Kamu Maliyesi, Maliye Politikası, Bütçe, Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi,
e) İşletme ve Muhasebe Grubu: Genel Muhasebe, Maliyet Muhasebesi, Mali Tablolar Analizi, İşletme İktisadı,
2) 3. gruptan sınava girecek adaylar için sınav konuları; sınava girecekleri mühendislik müfredatı kapsamında yer alan konulardan oluşacaktır.

YAZILI SINAV:
Yazılı sınava 1. ve 2. gruptan girecek adaylara, her gruptan 40 adet olmak üzere çoktan seçmeli, eşit ağırlıklı ve beş seçenekli 120 soru sorulacaktır.
1. veya 2. gruptan sınava girecek adaylar, sınav müracaatları sırasında belirleyecekleri (a, b, c, d ve e) soru gruplarından en az birisi (a) veya (b) grubundan olmak üzere toplam üç grubun sorularını cevaplamak zorundadır. Adaylar sadece Sınav Başvuru Formunda işaretledikleri soru grubundan sınava katılabilirler.
Yazılı sınavda adayların başarılı sayılabilmesi için, belirlemiş oldukları soru gruplarının her birinden 100 tam puan üzerinden 70 ve daha yukarı puan almaları gerekmektedir.
Sınava 3. gruptan katılacak adaylar için çoktan seçmeli, eşit ağırlıklı ve beş seçenekli 100 soru sorulacaktır.

SÖZLÜ SINAV:
Yazılı sınavda başarılı olan adaylar arasından en yüksek puanı alan adaydan başlamak üzere, ilan edilen boş kadro sayısının 3 katı aday, sözlü sınava girmeye hak kazanır. Her grup için son sıradaki aday ile aynı puana sahip olan adaylar da sözlü sınava kabul edilir. Sözlü sınavın yeri ve zamanı ile sınava çağırılacak adayların isimleri, Kurumun ilan panosunda ve internet adresinde ilan edilecektir.
Sözlü sınavda, adayların yazılı sınavda tabi oldukları soru grupları ile ilgili konulardaki bilgi düzeyi ve konulara hakimiyeti ile birlikte, genel tavır ve davranışları, kavrayış ve muhakemeleri ile anlatım ve temsil yeteneği gibi Kurum hizmetlerinin ve uzmanlığın gerektirdiği kişisel niteliklere ve yeteneklere sahip olup olmadıkları ölçülür.
Adayların sözlü sınavda başarılı sayılabilmesi için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan almaları gerekir.

SINAV SONUCU:
Giriş Sınav Komisyonu tarafından adayların yazılı sınav sonucu %60, sözlü sınav sonucu %40 oranında ağırlıklandırılarak, öğrenim dalları itibariyle başarı puanı belirlenir.
Başarı puanı, gruplar itibariyle en yüksek puandan en düşük puana doğru sıralanarak, en yüksek puanı alan adaydan başlamak suretiyle kontenjan sayısı kadar aday atanmaya hak kazanır. Ayrıca her grup için kontenjan sayısı kadar yedek aday listesi oluşturulur.
Giriş sınav sonuçları, sınavın bitimini takip eden üç iş günü içinde öğrenim dalları itibari ile Kurum ilan panosunda ve internet adresinde ilan edilir.
Sınava katılan adaylar, sınav sonuçlarının duyurulmasından itibaren 10 gün içinde sınav sonuçlarına yazılı olarak itiraz edebilir. Yazılı sınav sonucuna ilişkin itirazlar, bir dilekçe ile Kamu İhale Kurumu’na yapılır. İtiraz dilekçesi incelenmek üzere Kurum tarafından Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne gönderilir. Yapılan itirazlar en geç 10 gün içinde incelenir ve sonuç ilgililere yazılı olarak bildirilir.
Sınav başvurusu ve/veya atama aşamasında yanlış bilgi, beyan ve sahte belge vererek ya da belgelerde tahrifat, silinti ve kazıntı yapmak suretiyle Kurumu yanıltanlar hakkında, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur. Kurumu yanıltanlar kamu görevlisi ise bu durum ayrıca çalıştıkları kurumlara da bildirilir.
İlan olunur.
İLETİŞİM BİLGİLERİ:
Tlf : (312) 218 48 37
Faks : (312) 218 48 83
Not : Kamu ihale uzman yardımcılığı giriş sınavına ilişkin gerekli görülen bilgilendirmeler, Kurumun http://www.ihale.gov.tr/ adresinden ilgililere duyurulacaktır.

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...