13 Mayıs 2012 Pazar

İSLAM TARİHİ ... UHUD MUHAREBESİ / İSLAM ORDUSU

İSLAM TARİHİ
UHUD MUHAREBESİNDE
İ S L A M   O R D U S U
Hicret’in 3. senesi  -  7 Şevvâl / Milâdî 625
İslam Ordusu

     Hazırlanan Müslümanlar bin kişi civarında idi. [15] Sayıca Ku­reyş ordusunun üçte biri kadar... İçlerinde sadece yüz zırhlı vardı. [16] Orduda üç sancak bulunuyordu. Mus’ab b. Umeyr, muhacirlerin; Üsseyid b. Hudayr, Evslilerin; Hubâb b. Mün­zir ise, Haz­reç­li­le­rin sancağını taşıyordu.
     İslam ordusu, harekete hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz, atına binmiş, yayını omuzuna as­mış ve mızrağını eline almıştı. Medine’de yerine, Abdullah b. Ümmî Mek­tum’­u bırakmıştı. Zırh­lı iki sahabe, Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde önünde, mücahitler ise sağ ve so­lunda yer alıyorlardı.

    Cenneti Arzulayan Sahabe
     İslam ordusunun Uhud’a doğru hare­ket edeceği sıra­daydı. Topal bir zât olan Amr b. Cemûh da, se­fere katılmak için gönlünde şiddetli bir arzu duydu. Her za­man Peygam­ber Efendimizle birlikte savaşa çıkan dört oğlu vardı. On­la­rı çağırdı ve “Beni de sefere çıkarınız!” dedi. Oğulları, “Re­sû­lul­lah, senin sefere çıkmamana müsaade etti. Yü­ce Allah da seni mâzeretli say­mıştır” diye konuştular. Gönlü Allah ve Re­sû­lul­lah muhabbetiyle yanıp tutuşan Amr, oğullarının bu sözlerine aldırış etmedi ve “Yazıklar olsun size! Siz, beni Bedir Seferi’nde cen­neti kazanmaktan alıkoymuştunuz. Uhud Seferi’nde de mi alıkoyacaksınız? Herkes cennete giderken, ben evde oturup kalamam!” dedi; sonra da, doğruca Peygamber Efendimizin hu­zuruna vardı. “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu oğullarım, şunu bunu bahane ederek beni sefere çıkmaktan alıkoymak istiyorlar! Vallahi, ben, seninle beraber sefere çıkmayı ve cennette şu aksak halimle do­laşmayı arzu ediyorum!” dedi ve sordu: “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen, benim Allah yolunda çarpış­mamı ve şehit düşüp şu aksak ayaklarımla cennette gezip yürümemi uygun görmez misin?”
     Uhud Dağı    
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Evet, uygun görürüm!” dedik­ten sonra ilave et­ti: “Ama Allah, seni mâzeretli saymıştır. Sen cihat­la mükellef değilsin!” Son­ra, bu sahabe­nin oğullarına, “Siz, onu sefer­den alıkoymaya mecbur de­ğil­siniz. Onu serbest bırakınız. Umulur ki Allah, ona şehitlik nasip eder” [17] bu­yurdu.
     Bunun üzerine Amr b. Cemûh, derhal silahlandı ve kıbleye dönerek, “Al­lahım, bana şehitlik nasip et!” diye dua etti. [18]

    Yahudi Yardımının Reddedilmesi
     İslam ordusu, Seniyye tepesine gelmişti. O sırada Peygamber Efendimiz, dönüp arkasına baktı. Okçulardan mürekkep kalabalık bir askerî birlik gördü. “Kimdir bunlar?” diye sordu.
Mücahitler, “Abdullah b. Übey’in, Yahudi müttefiklerinden altı yüz kişilik bir topluluk” cevabını verdiler.
     Resûl-i Ekrem, “Onlar Müslüman olmuşlar mı?” diye sor­du. “Hayır, yâ Re­sû­lal­lah...” denilince, Efendimiz, “Gidip onlara söyleyiniz: Ge­ri dönsünler. Onların yardımına ihtiyacımız yok!” diye emretti. [19]

    Pey­gam­be­ri­mizin Orduyu Teftişi
     İslam ordusu, Şeyheyn tepelerine geldiği zaman, Resûl-i Ekrem durup or­dusunu bizzat teftişten geçirdi. Bu sırada on beş kadar küçük yaşta çocuğu da geri çevirdi.
Fakat içlerinde mücahitler safından ayrılmak istemeyen, müşriklere karşı küçük yaşta da olsa savaşmak isteyenler vardı. Bunlardan biri de, Râfi’ b. Ha­dîc idi. Ayağındaki mestlerin ucuna basarak Resûl-i Ekrem’e uzun görün­mek isti­yor­du. Sonradan bir sahabe­nin, “Yâ Re­sû­lal­lah, Rafi iyi ok atar” deme­si ve or­du­dan ayrılmasını iste­me­mesi üzerine, Peygamber Efendimiz onu da orduya aldı.
     Arkadaşı Rafi’in orduya alındığını gören bir başka küçük sahabe Semüre b. Cündüb, babasına, “Babacığım, Re­sû­lul­lah Rafi’e müsaade etti, beni ise geri çe­virdi. Hâlbuki ben güreşte onu yenebilirim!” dedi.
     Baba Mürey b. Sinan, teklifi Resûl-i Ekrem’e iletti. Peygamber Efendimiz, güreşmelerini istedi. Güreşte Semü­re’nin Rafi’i yıktığını görünce, onun da or­duya katılma­sına izin verdi. Henüz on beş yaşlarında bulunan bu gencecik sa­habeler, işte böylesine büyük bir şevkle mücahitler sa­fın­da müşriklere karşı savaşmak istiyorlardı. [20]

    Şeyheyn’de Geçen Gece
     Peygamber Efendimizin ordusunu teftişi sona erdiği zaman, güneş de o gün­kü vazifesini bitirip guruba doğru kaymıştı. Az sonra Bilâl-i Habeşî, akşam eza­nını okudu. Resûl-i Ekrem, mücahitlere namazı kıldırdı. Aynı şekilde yatsı na­mazı da eda edildi. Peygamber Efendimiz, geceyi burada geçirecekti. Mu­ha­mmed b. Mesleme kumandasındaki elli kişilik bir devriye birliğini de, or­duyu muhafaza altında bulundurmak ve etrafı kontrol etmekle vazifelendirdi.

    Bir Sahabenin, Pey­gam­be­ri­mizi Gece Beklemesi
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, mücahitlere yatsı namazını kıldırdıktan sonra, “Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu. Mücahitler arasından bir ses geldi: “Ben, yâ Re­sû­lal­lah!”
Peygamber Efendimiz, “Sen kimsin?” diye sordu. Aynı sesin sahibi, “Zekvan b. Abdi Kays’ım, ben...” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem, ona, “Sen otur!” diye emretti...
     Aradan az bir zaman geçtikten sonra Peygamber Efendimiz tekrar, “Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu. Yine mücahitler arasından bir ses yükseldi: “Ben, yâ Re­sû­lal­lah!”
Efendimiz, ona, “Sen kimsin?” diye sordu. Sesin sahibi, “Ben, Ebû Seb’im” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, ona da, “Sen otur!” dedi...
     Bir müddet bekledikten sonra, Peygamber Efendimiz, sorusunu üçüncü se­fer tekrarladı: “Bu gece bizi kim bekleyecek?” Yine Müslümanlar arasından bir ses yükseldi: “Ben beklerim yâ Re­sû­lal­lah!” Efendimiz, ona, “Sen kimsin?” diye sordu. “Ben, İbni Kays’ım” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, ona da, “Sen otur!” dedi. Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Üçünüz de kalkınız” buyurdu. Yalnız bir kişi ayağa kalktı. Bu, Zekvan b. Abdi Kays’tı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Diğer arkadaşların nerede?” diye sorunca, Zek­van, “Yâ Re­sû­lal­lah! Üç seferinde de sorunuza cevap veren bendim!” dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, “Git, sen bize mu­hâfızlık et! Allah da seni muhafaza etsin!” dedi.
     Zekvan, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı; bütün gece Peygamber Efen­dimizin yanında nöbet tuttu. [21]
     Bu sahabe, önce kendi ismiyle, sonra oğlunun, sonra da babasının ismiyle kendisini tanıtmıştı!

    İslam Ordusu Uhud’da
     Sabaha yakın, Peygamber Efendimiz, ordusuyla birlikte Şey­heyn’den ay­rıl­dı ve Uhud’a doğru yürüdü. Artık her iki ordu da birbi­rini fark edebili­yor­du. Düşman karşıda görünüyordu. Mücahitler cephesinde sabah ezanı göklere dal­ga dalga yayılıyordu. Saf bağlayan Müslümanlar, Hz. Re­sû­lul­lah’ın arka­sın­da silahlarını çıkarmadan düşmanlarının gözleri önünde namazlarını eda etti­ler.
     Bu arada Peygamber Efendimiz, tedbir babında, zırhının üzerine ikinci bir zırh, takyesinin üzerine ise miğfer giydi. [22]

    Münafıkların Ordudan Ayrılması
     Artık iki ordu karşı karşıya gelmişti. Her biri harp nizamıyla meş­gul olu­yordu.
Bu sırada oraya kadar çekine çekine korku içinde gelmiş bulunan Abdullah b. Übey b. Selûl, ortaya atıldı ve “Muhammed, rey ve görüş sahibi olmayan gençlerin sözünü dinledi, benim sözümü dinlemedi! Ey ahali! Bir türlü anla­yamıyorum; şuracıkta biz ne diye canımızı vereceğiz?” [23] deyip, kavminden ve münafıklardan üç yüz ka­dar askerle geri döndü.
Münafıkların ayrılmasıyla, İslam ordusu yedi yüz kişiden iba­ret kaldı. Ku­reyş ordusunun dörtte biri kadar...
     Abdullah b. Übey, münafıklardan bir grupla İslam ordusundan ayrılmakla kalmadı; sâir Müslümanları da tesir altına almaya çalıştı. Onun geri döndü­ğünü gören Hazreç kabilesine mensup Selimeoğulları ile Evs kabilesine men­sup Hariseoğulları da geri dönmeye niyetlendiler. Fakat Allah’ın inayeti yetişti ve onları bu tereddüt­le­rin­den kurtardı.
Kur’an-ı Azîmüşşan’da bu hususla ilgili olarak şöyle buyrulur: “O zaman içinizden iki birlik zaaf göstermek istemişti. Hâlbuki, onların yar­dımcısı Allah’tı (Allah, rahmetiyle, onlardan bu gevşekliği giderdi). Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.” [24]

    Münafıklarla İlgili İnen Ayet
     Münafıkların, harp meydanında İslam ordusundan ayrılıp Medine’ye geri dönmeleri üzerine ise, şu meâldeki ayetler nâzil oldu: “İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet Allah’ın emriyle geldi. Bu, Al­lah’ın mü’minleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. On­lara, ‘Geliniz, Allah yolunda muharebe edin ya­hut (hiç olmazsa düşmanın ken­dinize ve ailenize saldırmasını) önleyin’ denildi de, ‘Biz muharebe etmeyi bil­seydik elbette arkanız­dan gelirdik!’ dediler. Onlar, o gün imandan ziyade küf­re yakındılar. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Onlar ne gizler­se, Allah çok iyi bilendir!” [25]

    Muhayrık’ın İslam Ordusuna Katılışı
     Muhayrık, büyük bir Yahudi âlimi idi. Medine’de bol serveti vardı. Resûl-i Ekrem Efendimizi, mukaddes kitaplardaki sıfatlarıyla ta­nırdı. Fakat kavminden çekindiği ve dininin tesirinden kendisini bir türlü kurtaramadığı için bu sıfatları açıklamı­yordu. Bu durumu Uhud Harbi’ne çıkışa kadar devam etti. [26]
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, mücahitlerle Uhud Gazâsı’na çıktığı sıradaydı. O âna kadar bildiğini açıklamayan Muhayrık, “Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz Muhammed’in peygamber olduğunu, ona yardım etmenin, üzerinize düşen bir vazife ve yerine getirmeniz gereken bir hak olduğunu pekâla bilirsiniz!” de­di.
     Yahudiler, “Bugün, Cumartesi günüdür! Hiçbir şeyle meşgul olunmaz” di­ye cevap verdiler. Bunun üzerine Muhayrık, kılıcını ve harçlığını yanına aldı. Akrabasından birisine, “Eğer bugün öldürülürsem, mallarımın hepsi Mu­hammed’indir! O di­lediğini yapmaya serbesttir” diyerek vasiyette bulundu ve gidip İslam ordu­su­na katıldı. Şehit düşünceye kadar da müşriklerle çarpıştı. Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Muhayrık, Yahudi ırkın­dan, ha­yırlı bir kişidir” buyurdu. [27]
     Muhayrık’ın vasiyeti üzerine, Peygamber Efendimize kalan mülkleri, Bisab, Safiye, Delâl, Hüsna, Avaf, Bürka ve Meşrebe adları­nı taşıyan yedi bahçe ve bostan idi. [28]
Muhayrık’ın mallarını teslim alan Efendimiz, onların hepsini vak­fetti. Me­dine’deki vakıfları umumîyetle Mu­hay­rık’ın mallarından­dı. [29]

    İslam Ordusu Karargâhı
     Günlerden Cumartesi idi. Pey­gam­be­ri­miz atından indi, yürüyerek sayıca az, iman ve cesarette büyük ordusunun saflarını bizzat tanzim etti. Sağ ve sol kanadı düzene soktu. İslam or­dusunun arkasında Uhud dağı vardı. Yüzü ise Medine’ye doğru idi. [30] Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu arada, oldukça mühim bir yer olan Ayneyn tepesine elli muharipten teşekkül eden bir okçu müfrezesini vaziyet almak üzere vazifelendirdi.
     Başlarına Abdullah b. Cübeyr’i tayin etti. Vazifeleri, Uhud ile Ayneyn tepesi arasındaki geçidi muhafaza etmek, düşma­nın burada İslam ordusunu arkadan sarmasına fırsat vermemekti. [31] Resûl-i Ekrem, okçulara şu emri verdi: “Düşmanı yendiğimizi görseniz de, size haber vermedikçe, adam gönder­me­dikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Düşmanın bizi mağlup ettiğini gör­se­niz de, yine kesinlikle yerinizi terk edip, ‘Yardımlarına koşalım’ demeyi­niz.” [32]
     Bu emir ve tâlimatını iki sefer tekrarlayan Peygamber Efendimiz, daha son­ra okçulara, “Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını gör­seniz dahi, ben size adam göndermedikçe asla yerinizden ayrılmayınız” [33] emrini verdi.
     Resûl-i Kibriya’nın emri ve tâlimatı böylesine net ve kesindi.

    İki Ordu Karşı Karşıya
     İki ordu da artık harp nizamına girmiş ve karşılıklı bekli­yor­lar­dı.
İslam ordusunda, Zübeyr b. Avvam zırhlı kuvvetlerin, Hz. Ham­za ise zırh­sız askerlerin başında vazifeliydi.
     Müşrik ordusunun sağ ve sol kumandanı Hâlid b. Velid, sol kol kumandanı ise Ebû Cehil’in oğlu İkrime idi. Süvari birliklerinin başında Safvan b. Ümeyye, okçuların başında ise Abdullah b. Ebî Rebîa bulunuyordu. [34]
     Müşrik ordusu cephesinde gürültü ve şamatanın bini bir paraydı. Gönülleri intikam hırsıyla dolu kadınlar, türküler, şarkılar söyleyerek ve defler çalarak müşrikleri coşturmaya çalışıyorlardı.
     İslam ordusu cephesi ise dualar, tekbirler, âminlerle inli­yordu. Allah’tan yar­dım dileniyor, nusretini ihsan etmesi niyaz ediliyordu. Resûl-i Kibriya Efen­dimiz de, hitabesinde, onları cihada, Allah yolunda savaşa, bu yolda sabır ve sebata, her şeye rağmen gayretle çalışmaya teşvik ve davet ediyordu. Gö­nülleri imanla dolu, gözlerinden cesaret kıvılcımları sıçrayan mücahitler, bir an evvel “hücum” emrini heyecanla bekli­yorlardı. Ya vurulup şehit olarak Allah’­ın huzuruna çıkmak ya da müşrik topluluğunu yerle bir etmek için adeta yer­lerinde duramıyorlardı.

    Tek Tek Vuruşma     Taraflar birbirlerine oldukça yaklaşmışlardı. Bu sırada Ku­reyş ordusunun sancaktarı Talha b. Ebî Talha ortaya atılarak, kendinden emin, mağrurane bir eda ile seslendi:
     “Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar?” Karşısına “Esedullah” unvanının sahibi Hz. Ali çıktı ve “Varlığım kudret elin­de olan Allah’a yemin ederim ki seni kılıcımla cehenneme göndermedikçe ve­ya kılıcınla cennete girmedikçe seni bırakmayacağım!” diyerek hasmına şid­detli bir kılıç darbesi indirdi. Başını çenesine kadar yarıp ikiye ayırdı. Talha ye­re yıkılınca, Hz. Ali geri döndü. Mücahitler, “Neden onun başını gövdesin­den ayırmadın?” diye sordular.
     Hz. Ali, “Yere düşünce, edep yeri bana taraf açıldı. Ondan hemen yüzümü çe­virdim. İyi biliyorum ki Allah, onu yaşatmayacak, öldürecektir” diye cevap ver­di.
     Ku­reyş sancaktarının yere serilmesine Peygamber Efendimiz ve mücahitler son derece sevindiler ve bu sevinçlerini tekbirler getirerek izhar ettiler.

    Hz. Hamza’nın, İkinci Sancaktarı Yere Sermesi
     Talha yere serilince, Ku­reyş müşriklerinin sancağını kardeşi Osman b. Ebî Talha aldı. Ona karşı da Hz. Hamza çıktı ve omu­zun­dan kılıçla vurup kolunu kesti. Bu sefer sancağı yine Abduddaroğullarından Ebû Sa’d b. Ebî Talha aldı. Re­sûl-i Ekrem Efendimiz, Ebû Sa’d’a karşı da Hz. Ali’yi çıkardı. Çarpışmadan ga­lip çıkan, yine Hz. Ali oldu. Ebû Sa’d, “Esedullah”ın kılıç darbeleri arasında can verdi.
     Sa’d öldürülünce Ku­reyş sancağını hemen Müsâfi’ b. Talha b. Ebî Talha eli­ne aldı. Onu da Âsım b. Sâbit Hazretleri okla vurup öldürdü. Ondan sonra Ku­reyş müşriklerinin sancağını Hâris b. Ebî Talha aldı. Âsım b. Sâbit Hazretleri, onu da bir okla yere serdi. [35]
Haris’ten sonra sancağı Kilâb b. Talha aldı. Onu da, Zübeyr b. Avvam (r.a.), bir hamlede yere serdi.
     Bu sefer sancağı Cülâs b. Talha aldı. Onu da Talha b. Ubey­dul­lah Hazretleri öldürdü.
Abduddaroğullarından baba, oğul, kardeş ve amca olan tam yedi kişi, Ku­reyş müşriklerinin sancağı altında iken, kahraman mücahitler tarafından böy­lece yere serildiler.
     Bundan sonra sancağı yine Abduddaroğullarından Ertat b. Şürahbil aldı. O da Hz. Ali’nin amansız darbeleriyle yere yıkıldı. Sonra sancağı Şurayh b. Kâriz aldı. O da ashab-ı kiramdan biri tara­fından öldürüldü.
     Sancaktarlarının bir bir yere serildiğini gören Ku­reyş müşriklerini bir deh­şet ve korku sardı. Öyle ki sancaklarının yanına bile kimse yanaşmaya cesaret edemiyordu. Sonunda onu Alkame kızı Amre yerden alıp Ku­reyşlilere teslim etti. [36] Abduddaroğullarından sancağı tutacak kimse bulunmadığından, yine on­ların kölelerinden Suvab sancağı taşıdı. Kuzman, vurup onun sağ elini kesti. Su­vap sancağı sol eline aldı. Kuzman sol elini de kesti. Bunun üzeri­ne Suvab san­cağı kol ve pazılarıyla tutmaya çalıştı; fakat daha faz­la dayanamayıp ar­kaüstü yere yıkıldı.
     Artık iki tarafın da beklemeye tahammülü kalmamıştı. Çarpışma, bir anda şimşek hızıyla başladı. Kılıç şakırtısı, ok vınlaması, at kişnemesi ve deve bö­ğürmesi ortalığı kapladı. Allah yolunda savaşmaya can atan mücahitler, kah­ramanca dövüşmeye başladılar.

    Ebû Dücâne’nin Pey­gam­be­ri­mizden Kılıcı Alması
     Resûl-i Ekrem’in elinde bir kılıç vardı. Üzerinde, “Korkaklıkta ar, ilerle­mekte şeref ve itibar var! İnsan korkaklıkla kaderden kurtulamaz!” meâlindeki beyit yazılı idi.
“Bu kılıcı benden kim alır?” diye sordu. Birçok sahabe birden atıldı. “Ben, ben yâ Resûlallah!” diyerek ellerini uzat­tılar.
     Bu sefer Pey­gam­be­ri­miz, “Bunu, hakkını vermek üzere kim alır?” diye sor­du.
Yine hararetle isteyenler çıktı. Aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Zübeyr b. Avvam da vardı. Hz. Re­sû­lul­lah vermek iste­medi.
     Bu sırada korkusuz, gözünü daldan budaktan sakınmayan biri ortaya atıldı. Ebû Dücâne’ydi bu! Hz. Re­sû­lul­lah’a, “Nedir onun hakkı yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Hakkı, eğilip bükülünceye kadar onu düşmana sal­laman­dır!” buyurdu.
     Bunun üzerine Ebû Dücâne, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben onu, hakkını yerine getir­mek üzere alıyorum!” dedi ve Hz. Re­sû­lul­lah’tan kılıcı teslim aldı. Ebû Dücâne, elinde Resûl-i Ekrem’in şartlı teslim ettiği kılıcı, başında ise kırmızı sarığı olduğu halde müşriklere doğru çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Bunun üzerine Fahr-i Âlem Efendimiz, ashabına şu ölçüyü ders verdi: “Bu öyle bir yürüyüştür ki Allah onu, şu yerin (harp halinin) dışında hiçbir zaman sevmez!” [37]
     Ebû Dücâne, şimşek süratinde düşman safları arasına girdi, kılıcını var kuv­vetiyle hakkını vermek için sallamaya başladı. Önüne geleni bir iki dar­bede ye­re seriyor, durmadan iler­liyordu. Bir ara dağın eteğinde deflerle müş­rikleri sa­vaşa teşvik eden kadınların yanına kadar vardığını fark etti. Orada biri müşrik­lere hiddetli hiddetli bağırıyor, onları vuruşmaya teşvik ediyordu. Yanına yak­laş­tı, kılıcını kaldırıp vuracakken, hasmından bir çığlık koptu. Bu, Ebû Süf­yan’ın karısı Hind’in çığlığı idi. Ebû Dücâne, ona kılıç sallamaktan geri durdu. Kendisini o sırada gören Hz. Zü­beyr b. Avvam, sonradan, neden o ka­dına kılıç sallamadığı­nı soracak, Ebû Dücâne ise şu cevabı verecektir: “Re­sû­lul­lah’ın kılıcına hürmetimden, o kadının kanına bulaştırmak isteme­dim!” [38]
     Diğer taraftan, Hz. Hamza, elinde iki kılıç, “Ben, Allah’­ın Ars­la­nıyım!” diye diye bir öne bir arkaya dönerek kılıcını sal­lıyor, müşriklerin üzerine cesaretle saldırıyordu.
Mücahitlerin hepsi de düşmanla cesurca dövüşüyor ve kıyasıya mücadele veriyorlardı!

    Düşmanın Bozguna Uğraması
     Şirk ordusu, mücahitlerin bu kahramanca dövüş ve çar­pışması karşısında fazla dayanamadı. Kendilerini bir korku ve dehşet sardı. Gerisingeri kaçışmaya baş­ladılar. Müşrik kadınlar defler çalıyor, şarkılar söylüyor ve paniğe kapılıp kaçan askerleri geri çağırıyorlardı. Ancak cesaretin kaynağı imandan mahrum kalbe deflerin çalınması, şarkıların söylenmesi ve şiirlerin okunması bir fayda veremiyor, müşrik askerleri gerisingeri her şeylerini, canlarını kurtarmak uğ­runda terk ederek kaçıyorlardı.
     Harbin ilk safhası, işte böylesine mücahitlerin üstün çarpışmaları ve Al­lah’ın yardımıyla Müslümanlar lehine neticelendi.

    Uhud’un İlk Şehidi
     İslam ordusu henüz bozulmamıştı. Bu esnada bir müşrik tarafından Ab­dullah b. Amr b. Harâm şehit edildi. Uhud’un ilk şehidi, bu mücahit oldu. Oğlu Hz. Cabirder ki:
“Babam Uhud Seferi’ne çıkmak için hazırlandığı sırada, geceleyin beni ya­nına çağırdı ve ‘Yavrucuğum! Belli olmaz. Belki de yarın Uhud günü ilk şehit ben olurum! Kız kardeşlerine iyi davranmanı vasiyet ederim. Üzerimde borç var. Borcumu öde!’ dedi. Gerçekten, dediği gibi, ilk şehit kendisi oldu.” [39]

    Harbin Seyrini Değiştiren Hadise
     Düşman ikiye bölünüp süratle harp yerinden uzaklaşırken, mücahitler de geride terk edilen ganimetleri toplamaya başlamışlardı. Ayneyn tepesinde va­zi­feli okçular ise, Uhud Meydanı’ndaki manzarayı seyrediyorlardı.
     Bu arada, okçularda, yerlerinden ayrılıp mücahitlere katılma isteği uyandı. Onlar, harp bitmiş, kendilerinin görevi ise sona ermiştir düşüncesini taşıyor­lardı. Ayrılmak isteyen okçulara, kumanlan Abdullah b. Cübeyr, verilen emri hatırlattı: “Re­sû­lul­lah’ın size söylediklerini, verdiği emri ve tâlimatı unuttunuz mu?” Fakat bu hatırlatmaya rağmen, kumandanlarıyla birlikte kalan birkaçı müstesna, diğerleri Ayneyn tepesini terk ederek harp sahasındaki mücahit­lerin yanına vardılar. Onlarla birlikte ganimet toplamaya başladılar.

    Hâlid b. Velid’in Fırsatı Değerlendirmesi
     Birçok okçunun yerini terk etmesiyle İslam ordusunun arka cephesi müda­faasız kaldı. Harp dâhîsi ve Ku­reyş ordusunun süvari kumandanı Hâlid b. Velid de, zaten böyle bir fırsat kolluyordu. Har­bin en hararetli zamanında da bu geçitten girmek istemiş, ancak okçular tarafından püskürtülmüştü.
     Hâlid b. Velid, emrindeki kuvvetlerle tepede kalan on ka­dar okçuyu şehit ettikten sonra, Müslüman saflarının arkasına daldı. Hücum, ani ve beklenme­dik bir anda olmuştu. Her şey birden değişiverdi. Mücahitler, düşman boz­gu­na uğrayıp gitti diye gayet rahat idiler. Hatta bazıları silahlarını bile bırak­mıştı.
     Bu durumu görünce, kaçan Ku­reyş kuvvetleri de geri döndü.
Bu durumda mücahitler, iki ateş arasında kalmışlardı. Beklenmedik bir hü­cuma maruz kaldıklarından şaşırmışlardı. İki taraftan sarılınca kuvvetlerini ha­liyle kaybetmişlerdi.
Beklenmedik bir anda beklenmedik bir hücum, beklen­me­dik bir netice do­ğuruyordu.
__________Bu bölümümüze devam edeceğiz...
__________
Notlar
[15] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 63; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[16] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 63; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[17] İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 349; İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 206; Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 24.
[18] İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 3, s. 1168.
[19] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 48; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 232.
[20] Taberî, Tarih, c. 3, s. 12-13.
[21] Vakidî, Megazi, s. 169-170.
[22] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[23] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 68; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[24] Âl-i İmrân, 122.
[25] Âl-i İmrân, 166-167.
[26] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 164-165.
[27] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 165.
[28] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 502-503.
[29] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 165.
[30] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 69; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[31] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70.
[32] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 40.
[33] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 40.
[34] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70-71; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2. s. 40.
[35] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 41.
[36] Taberî, Tarih, c. 3, s. 17.
[37] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 71.
[38] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 73; Taberî, Tarih, c. 3, s. 15.
[39] İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 87; İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 3, s. 232.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Adalet Bakanlığı 860 İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenci Alım İlanı

T.C. ADALET BAKANLIĞI
     Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatına
İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenci Alımı Sınav İlânı

     1. 6291 sayılı yasa ile Genel Müdürlüğümüze ihdas edilen kadrodan ekli listede belirtilen ceza infaz kurumlarının ihtiyacı için 860 adet infaz ve koruma memurluğu kadrosuna sözlü sınav ve mülakat yapmak üzere 08/05/2012 tarihli Bakan Olur'u ile komisyonlara yetki verildiğinden, 9-10 ve 11’inci dereceli kadrolara EK-1 listede belirtilen yerler için 860 infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacaktır.
     2. Başvurular 21 Mayıs 2012 günü başlayıp, 30 Mayıs 2012 günü mesai saati bitiminde sona erecektir. Başvurular sözlü sınav ve mülâkatın yapılacağı Ankara, Bakırköy veya Erzurum Adlî Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlıklarına ya da mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılacaktır. Başvuru evrakı, masrafı ilgilisinden alınmak suretiyle mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarınca aynı gün acele posta servisi ile sözlü sınav ve mülâkatın yapılacağı adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığına gönderilecektir. Mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılan başvurularda, başvuru evrakının taranarak UYAP üzerinden ve fiziki olarak da sınavı yapacak ilgili komisyona gönderilmesi gerekmektedir.
     Adaylar sadece ceza infaz kurumlarının bağlı olduğu bir yer adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığını tercih etmek suretiyle başvuruda bulunabileceklerdir. Birden fazla komisyona başvurulması durumunda başvurular geçersiz sayılacak, bu şekilde sınava girenler kazanmış olsalar dahi öğrenciliğe kabul edilmeyeceklerdir. (Örnek: Bolu Ceza İnfaz Kurumu için başvuran adayın aynı zamanda Karabük ya da Bandırma veya başka bir ceza infaz kurumuna da başvuru yapması halinde başvuruları geçersiz sayılacaktır.)
     3- Sınava Alınacak Öğrenci Sayısı ve İlanı: Sözlü sınav ve mülâkata, kurumların ihtiyacına göre, merkezî sınavda (KPSS) en az 70 puan alan öğrenci adaylarından Bakanlıkça belirlenen kadro sayısının 5 katı infaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı, hukuk fakültesi veya adalet meslek yüksekokulları mezunlarına öncelik verilmek suretiyle çağrılacaktır.
     İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adaylığında, atama yapılacak yer adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıkları için kadro sayısının 5 katı ayrı ayrı belirlenecektir. (Örnek: Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılacak sınavda, Bolu Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının yetki alanında bulunan ceza infaz kurumları için 60 erkek infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacağından bu sayının 5 katı olan 300 kişi, 5 bayan infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacağından bu sayının 5 katı olan 25 kişi sözlü sınav ve mülakata çağrılacaktır.)
     Sınava alınacak öğrenci adayları sözlü sınav ve mülakat tarihinden önce sınavın yapılacağı komisyonların ilan panolarında, aynı zamanda sınavın yapılacağı yer Cumhuriyet Başsavcılığının internet sitesinde 04 Haziran 2012 tarihinde ilan edilecektir. Ayrıca yazılı bildirim yapılmayacaktır.
     4. Sınav yeri: Ankara, Bakırköy veya Erzurum Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlıklarıdır.
     İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenciliği alımı yapılacak yerler ile sınav yapacak komisyonlar EK-1 listede gösterilmiştir.
     5. Boy-Kilo Ölçümü ve Sınav Tarihi: İlan edilen kadro sayısının 5 katı adayın boy-kilo ölçümü 05-06 Haziran 2012 tarihleri arasında yapılacaktır. Boy-kilo şartını taşıyanların 07-08-09 Haziran 2012 tarihlerinde sözlü sınav ve mülâkatı yapılacaktır. Bu tarihlerde sınavın bitirilememesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.
Belirlenen tarihlerde her hangi bir nedenle boy-kilo ölçümü ile sözlü sınava ve mülakata katılmayanların mazeretleri kabul edilmeyecektir.
     6. Sözlü sınav ve mülakata, kurumun ihtiyacına göre lisans mezunları için 2010- KPSSP3, önlisans mezunları için 2010 KPSSP93, ortaöğretim mezunları için 2010- KPSSP94 puan türünden 70 ve daha yukarı puan almış olmak şartı aranacaktır.
     7. Adaylardan başvuruda istenecek belgeler:
a) EK-2 Başvuru Formu,
b) Adlî sicil ve arşiv kaydının bulunmadığına dair beyan,
c) Öğrenim belgesinin fotokopisi,
d) Merkezî sınav (KPSS) sonuç belgesinin fotokopisi,
e) Son altı ay içinde çekilmiş iki adet vesikalık fotoğraf.
     8. Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği ile Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği gereğince adayların aşağıdaki şartları taşımaları gerekmektedir:
     A) İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı olabilmek için aranacak genel şartlar:
a) Türk Vatandaşı olmak,
b) Türk Ceza Kanununun 53’üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak,
c) Askerlikle ilgisi bulunmamak, askerlik çağına gelmemiş bulunmak, askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
     B) İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı olabilmek için aranacak özel şartlar:
a) En az lise veya dengi okul mezunu olmak,
b) Erkeklerde 170 cm., kadınlarda 160 cm.’den kısa boylu olmamak,
c) Boy uzunluğunun santimetre cinsinden son iki rakamı ile kilosu arasındaki fark 13'ten fazla, 17'den az olmamak.
d) Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
f) Merkezi sınavda (KPSS) en az 70 puan almış olmak,
g) Yapılacak sınavın son başvuru tarihi olan 30 Mayıs 2012 itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav (KPSS) tarihi itibariyle 30 yaşını bitirmemiş olmak. (lisans mezunları için 10 Temmuz 1980 ve sonrası, önlisans ve ortaöğretim mezunları için 28 Kasım 1980 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.)
h)Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
     9. Sözlü Sınav ve Mülakat;
     A)Sözlü sınav;
a) İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi 40,
b) Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 20,
c) Genel kültür 40,
puan olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirilecektir.
İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi tespit edilirken; genel hukuk, infaz mevzuatı ve ceza infaz kurumu idaresine ilişkin konuların birinden veya birkaçından soru sorulacaktır.
     B) Mülâkat;
a) İlgilinin davranışı ve genel fiziki durumu 50,
b) Bir konuyu kavrama ve ifade yeteneği 50,
puan olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirilecektir.
Öğrenci adayının sözlü sınavda ve mülâkatta başarılı sayılabilmesi için her birinden 100 tam puan üzerinden en az 70 puan alması gerekmektedir.
     10. Nihaî başarı listesi, adayların merkezî sınav, sözlü sınav ve mülâkatta aldıkları puanların aritmetik ortalamasına göre belirlenecektir.
     İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adaylarının nihaî başarı listesi, atamanın yapılacağı her bir adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığı için ayrı ayrı düzenlenecektir. Nihaî başarı listesi en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere sıralanacaktır. Adayların puanlarının eşit olması halinde hukuk fakültesi veya adalet meslek yüksekokulu mezunlarına öncelik verilecektir.
     11. Sınav sonuç listesi, sözlü sınav ve mülâkatı yapan adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarınca sınavın bitimini takip eden üç gün içinde ilân edilecektir.
Nihaî başarı listesi ve bütün sınav evrakı sözlü sınav ve mülâkatı yapan adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonları tarafından infaz ve koruma memuru öğrenci adaylarının atanacakları yer adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına gönderilecektir.
     12. Sınavı kazananlardan istenecek belgeler;
a) Adli sicil ve arşiv kaydı,
b) Hakkında devam eden bir ceza soruşturması veya kovuşturması bulunup bulunmadığına dair yazılı beyan,
c) Güvenlik soruşturma ve araştırma formu,
d) Askerlikle ilişiği olmadığına dair belge,
e) Görevini devamlı olarak yapmaya engel bir durum olmadığına dair sağlık kurulu raporu,
f) Öğrenim belgesinin aslı veya kurumca onaylı sureti,
     13. Süresinde başvurmayanlar, istenilen belgeleri süresinde ibraz etmeyenler ve öğrenciliğe başvuru şartlarını taşımadıkları sonradan tespit edilenlerin yerine nihaî başarı listesindeki sıralamaya göre eğitimin başladığı tarihe kadar öğrenci alınacaktır. Eğitimin başladığı tarihten itibaren mazeretlerine bakılmaksızın öğrenci alımı yapılmayacaktır. Öğrencilerin hangi eğitim merkezinde eğitim görecekleri ve eğitim takvimi daha sonra duyurulacaktır.
     14.Eğitime başladıkları tarihte, sağlık raporu ve güvenlik soruşturması işlemleri tamamlanmamış olanlar için geçici kayıt yapılacaktır. Sağlık raporunun tamamlanması ve güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanmasından sonra kesin kayıt yapılacaktır Sağlık raporunun ibraz edilememesi veya güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması halinde adayların öğrencilikle ilişikleri kesilecek ve yerlerine öğrenci alınmayacaktır.
     15. Kayıt kabul işlemleri eğitim merkezlerinin öğrenci işleri sorumluları tarafından yürütülecektir.
     16. Özel Hükümler;
a) Hizmet öncesi eğitim alan öğrencilere, eğitim süresince (3000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda (ilan tarihi itibariyle 185,87-TL) aylık harçlık ödenecektir.
b) Hizmet öncesi eğitimin süresi eğitim kurulu tarafından belirlenen 5 aylık süredir. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Ankara, Erzurum ve İstanbul Eğitim Merkezi Müdürlüklerinde yapılacak hizmet öncesi eğitim, zorunlu olarak yatılı şekilde sürdürülür. Eğitim merkezlerinin ve yatılı tesislerinin her türlü gereksinimi, giderleri ve hizmet öncesi eğitime alınanların resmî kıyafet ve harçlıkları Bakanlık bütçesinden karşılanır.
c) Eğitim görenler, eğitim süresi içinde kendilerine öğretilen konularda yazılı, sözlü ve/veya uygulamalı sınava alınacaktır. Hizmet öncesi eğitimi başarı ile tamamlayan infaz ve koruma memurluğu öğrencilerinin infaz ve koruma memurluğuna atamaları yapılacaktır. Başarısız olan öğrencilerin eğitim merkezi ile ilişiği kesilecektir.
d) Başarısızlıkları veya sağlık durumları haricinde herhangi bir nedenle öğrenciliği sona erdirilenler veya isteği ile öğrencilikten ayrılanlar, mecburi hizmet süresini tamamlamadan görevinden çekilenler ile göreviyle ilişiği kesilenlerden, kendileri için yapılmış bulunan bütün giderler iki katı fazlasıyla birlikte geri alınır.
e) Hizmet öncesi eğitim görerek ataması yapılanlar her öğretim yılı karşılığında iki yıl süre ile mecburî hizmetle yükümlüdürler.

10 Mayıs 2012 Perşembe

YAZARLARLA BULUŞMALAR / DÜNDEN BUGÜNE BAŞÖRTÜSÜ SORUNSALI / Sosyolog-Yazar Hülya Şekerci

Katılım Ücretsizdir
Gönül Erleri Fikir Atölyesi
YAZARLARLA  BULUŞMALAR
 Tarih:
12 Mayıs Cumartesi
14:00 - 16:00
 Konu:
DÜNDEN BUGÜNE
BAŞÖRTÜSÜ SORUNSALI
 Konuşmacı:
Sosyolog - Yazar
Hülya Şekerci
 Koordinatör:
Yazar
Nehir Aydın Gökduman
 Mekan:
İNSAN ve MEDENİYET HAREKETİ
Bahariye Mevlevihanesi, Silahtarağa Cad.
Haliç Kıyısı, Eyüp / İstanbul
Tlf.: 0212 501 31 71 - 0212 501 31 35 - 0212 501 31 37

9 Mayıs 2012 Çarşamba

HADİS-İ ŞERİFLER ... KIYAMET ALAMETLERİ / DECCAL HAKKINDA

K Ü T Ü B - İ    S İ T T E
H A D İ S - İ    Ş E R İ F L E R
BİRİNCİ BAB: KIYAMET ALAMETLERİ
 İKİNCİ FASIL: DECCAL HAKKINDA
1. (5009)- Şa'bî'nin, Fatıma Bintu Kays (radıyallahu anhâ)'dan nakline göre Fatıma şöyle  anlatmıştır: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki "Temîmu'd-Dari Hıristiyan bir kimse idi. Gelip biat etti ve Müslüman oldu. O, benim Mesih Deccal'den anlattığıma uygun olan bir rivayette bulundu. Bana anlattığına göre; Temim, bir gemiye binip denize açılmıştır. Yanında Lahm ve Cüzam kabilelerinden otuz kişi vardı. (Hava şartları iyi olmadığı için) onlarla denizin dalgaları bir ay kadar oynadı. Sonunda güneşin battığı esnada denizde bir adaya yanaştılar. Geminin kayıklarına binerek adaya çıktılar. Derken karşılarına çok tüylü kıllı bir hayvan çıktı. Bunlar, tüylerinin çokluğundan hayvanın baş tarafı neresi, arka tarafı neresi anlayamadılar. (Şaşkın şaşkın): "Sen necisin, neyin nesisin?" dediler. O cevap verdi:
     "Ben cessâseyim!"
     "Cessâse nedir?" denildi.
     "Ey cemaat! Şu manastıra kadar gelin! İçinde bir adam var, o sizin haberinize müştaktır!" dedi. O, böylece bir adamdan söz edince, biz onun bir şeytan olmasından korktuk. Hemen koşarak manastıra girdik. İçeride bir adam vardı; hilkatçe gördüklerimizin en irisiydi ve elleri boynuna, dizlerinden topuklarına demirle sıkı şekilde bağlanmıştı.
     "Vah sana! Kimsin sen?"
     "Benim haberimi alabilmişsiniz. Şimdi siz kimsiniz, bana söyleyin!" dedi.
     Arkadaşlarım:
     "Biz bir grup Arabız. Bir gemideydik, denizin coşkun bir anına rastladık. Dalgalar bizi bir ay oynatıp oyaladı. Sonra şu adaya yaklaştık, sandallara binip adaya çıktık. Tüylü ve çok kıllı bir hayvanla karşılaştık. Tüyünün çokluğundan başı ne taraf, arkası ne taraf anlayamadık. -Vah sana, nesin sen?- dedik.
     "Ben cessâseyim!" dedi. Biz: "Cessâse de ne?" dedik.
     "Manastırdaki şu adama gelin, o sizin haberinize pek müştaktır!" dedi. "Biz de koşarak sana geldik. Biz onun bir şeytan olmadığından emin olmadığımız için korktuk" dedik.
     Adam:
     "Bana Beysan hurmalığından haber verin!" dedi.
     Biz:
     "Onun neyinden haber soruyorsun?" dedik.
     "Ben onun ağacından soruyorum, meyve veriyor mu?" dedi.
     "Evet!" dedik.
     "Öyleyse meyve vermeme zamanı yakındır!" dedi.
     "Bana Taberiya gölünden haber verin!" dedi.
     "Onun nesinden haber istiyorsun?" dedik.
     "Onun suyunun çekilmesi yakındır!" dedi.
     "Bana Zuğer gözesinden haber verin!" dedi.
     "Sen onun neyinden haber istiyorsun?" dedik.
     "Gözede su var mıdır? Orada su var mıdır?" dedi.
     "Evet, onun çok suyu vardır! Sahipleri onun suyu ile ziraat yapıyorlar!" dedik.
     "Ümmilerin peygamberlerinden bana haber verin. O ne yaptı?" dedi.
     "O Mekke'den çıkıp Yesrib'e (Medine'ye) yerleşti" dedik.
     "Araplar O'nunla mukatele etti mi?" dedi.
     Biz: "Evet!" dedik.
     "Onlara karşı ne yaptı?" dedi. Biz de, (onu ezmek için) peşine düşen Araplara galebe çaldığını, Arapların kendisine itaat ettiklerini haber verdik.
     O da bize: "Bu, onların itaat etmeleri, kendileri için daha hayırlıdır. Ben şimdi size kendimi tanıtayım: Ben Mesih Deccal'im. Çıkış için bana izin verilme zamanı yakındır. O zaman çıkıp yeryüzünde dolaşacağım. Kırk gün içinde uğramadığım karye (köy) kalmayacak. Mekke ile Taybe (Medine) hariç. Bu iki şehir bana haramdır. Onlardan birine her ne vakit girmek istersem, elinde yalın kılıç bir melek beni karşılar, benim oraya girmeme mani olur. Onların her bir geçidinde bir melek vardır, onları korur!" dedi." Sonra Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) çubuğuyla minbere dürterek:
     "Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Bu Taybe'dir! Ben bunu size anlattım değil mi?" buyurdular. Halk da: "Evet!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine (aleyhissalâtu vesselâm):
     "Temîmi'd-Dâri'nin rivayetinin benim size ondan (Mesih Deccal'dan) Mekke ve Medine'den anlattığıma muvafık düşmesi hoşuma gitti. Bilesiniz o Şam denizinde veya Yemen denizindedir. Hayır doğu tarafındadır. Evet o doğu tarafında zuhur edecektir. O doğu tarafından zuhur edecektir!" buyurdu ve eliyle doğu tarafına işaret etti."
[Müslim, Fiten 119, (2942); Ebu Davud, Melahim 15, (4325, 4326); Tirmizî, Fiten 66, (2254).]

     AÇIKLAMA:
1- Deccal, kelime olarak örtmek manasına gelen bir asıldan gelir. Yalancıya deccal denmiştir. Çünkü batılıyla hakkı örter.
2- Bu hadis, rivayetin baş kısmından da anlaşılacağı üzere, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Temîmu'd-Dâri'den rivayet ettiği bir haberdir. Hadisçiler bunu, büyüklerin küçüklerden, şeyhlerin talebelerinden hadis rivayet etmelerinin cevazına delil olarak gösterirler. Buhâri' nin: "Kişi, mâfevkinden olduğu gibi, emsalinden ve madunundan hadis rivayet etmedikçe ilimde kemale eremez" derken, bu örnekten mülhem almış olmalıdır.
3- Fatıma Bintu Kays, kocası İbnu Muğire tarafından üç talakla boşandığı için dul kalmış idi. Aleyhissalâtu vesselâm, iddetini âma olan İbnu Ümmi Mektum'un yanında geçirmesini emretmiştir. Hadisin Müslim'deki aslında bu husus genişçe anlatılır. Teysir, o kısmı hazfetmiş.
4- Hadiste geçen bazı yer isimleri var: Beysan hurmalığı diye çevirdiğimiz Nahlu Beysan, Şam'da bir yerin adıdır. Zügar gözesi (Ayn-u Zugar) da yine Şam yakınlarında bir yer adıdır. Taybe, Medine'nin isimlerindendir. Medine'ye cahiliye devrinde Yesrîb dendiğini, daha sonra peygamber şehri manasına Medinetu Resulullah'dan kısaltılarak Medine dendiğini daha önce belirtmiş idik. Taybe yerine, Tâbe de denir. Güzel koku demek olan tib'den gelir. Medine'nin toprağı güzel koktuğu için Tâbe denmiş olduğu söylenir. Taybe kelimesinin maddî manevî  pisliklerden temiz, tahir manasını taşıdığı da söylenmiştir. Fahr-ı Âlem'e bidayette sinesinde yer verip müşriklere karşı himaye vermek, insanlığın saadet-i dareynine vesile, nur-u İlahî olan İslamiyetin tebliğ ve neşrine merkez ve mahal olan, getirdiği nurla sadece Müslümanların irşadını sağlamayıp, bütün zîşuuru feyizyâb eden halaskâr-ı ins u can levlâke lev lak'ın beden-i mübareklerini sinesinde muhafaza eden o belde-i tayyibe tavsifatın en güzeline, en temizlerine elyaktır. Hadiste Rabbülâlemin'in o temiz beldeyi mazisine mükâfaaten kıyamete kadar her çeşit şirk kirliliklerinden, Deccal'in şerrinden koruyacağını müjdelemektedir.
5- Hadisteki Şam kelimesi, daha ziyade Suriye bölgesinin ismidir. Tarsus, Maraş, Antakya gibi şehirlerimizin de Şam'a dahil olduğunu daha önce belirttik. Şam denizi ile Yemen denizi tabirlerinin, iki ayrı denizi değil, aynı denizin Yemen tarafını ve Şam tarafını ifade ettiği söylenmiştir. Bu, muhtemelen Kızıl Deniz'dir. Zira her iki diyarla da irtibatı var.

2. (5010)- Ebu Saîdi'l-Hudrî (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) bize Deccal üzerine uzun bir hadis rivayet etti. Bize anlattıkları meyanında şöyle de  demişti:
     "Deccal, Medine geçitlerine girmesi kendisine haram kılınmış olarak çıkacak. Derken (Medine civarındaki) bazı ekimsiz yerlere kadar gelir. O gün insanların en hayırlısı olan (veya en hayırlılarından) bir kimse onun karşısına çıkar ve:
     "Sen Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bize haber verdiği Deccal'sin!" der. Oradakiler:
     "Hayır!" derler. Deccal onu öldürür ve sonra diriltir. Dirilttiği zaman adam:
"Allah'a yemin olsun. Senin hakkında hiçbir vakit bugünkünden daha basiretli olmamıştım!" der. Deccal onu tekrar öldüreyim mi di (yerek öldürmek isteye)cek, fakat musallat edilmeyecek."
[Buharî, Fiten 27, Fedailu'l-Medine 9; Müslim, Fiten 112, (2938).]

     AÇIKLAMA:
1- Hadisin bazı vecihlerinde, ravilerce burada zikri geçen kimsenin Hızır aleyhisselam'ın olabileceği belirtilmiştir. Ancak İbnu'l-Arabî, bunu "delilsiz bir iddia" olarak vasıflar. Bazı rivayetlerde bu havarıkın sihir olduğu belirtilmiştir.
2- Deccal'in sorusu umumi olduğu takdirde, cevap verenlerin mü' minler olabileceği muhtemeldir. Bu durumda onların, "Hayır!" cevabını şöyle anlamak gerekir; "Hayır! Sizin Deccal ve yalancı olduğunuz hususunda şüphemiz yoktur!" Bir rivayette Deccal'le o zat (Hızır) arasındaki mücadele açıklanmıştır. "Deccal'in emriyle adama bir kısım eziyetler yapılır; sırtına, karnına darbeler vurulur. Sonra Deccal: "Bana iman etmiyor musun?" diye sorar. Adam "sen yalancı Mesih'sin!" der. Sonra Deccal emir verir, tepeden aşağıya testereyle ikiye bölünür. Deccal iki parçanın arasında yürür ve "Kalk!" der. Adam tam olarak kalkar." Bir başka rivayette Deccal, adamı ikiye böldükten sonra hempalarına: "Ben bunu diriltsem rabbiniz olduğuma inanacak mısınız?" diye sorar. Adamları: "Evet!" derler. Deccal değneğini alıp her iki parçaya vurur, bunlar ayağa kalkarlar. Dostları bu hali görünce, onu tasdik ederler, sevgi izhar ederler ve onun, rableri olduğu hususunda kanaat sahibi olurlar." Bu rivayet zayıftır. Deccal'in o zata muamelesi, rivayetlerde farklı şekilde anlatılır. Bir rivayette kılıçla biçtiği ifade edilmiştir. İbnu'l-Arabî, öldürülenin biri kılıçla, diğeri testere ile olmak üzere iki ayrı şahıs olduğunu söyleyerek rivayetler arasındaki farklılığı te'vil etmiştir. Ancak, bunların mecaz olabileceğini de gözönüne almak gerekir. Nitekim İbnu'l-Arabî der ki: "Deccal'in elinde zuhur eden harikulâde hadiseler: Yağmur yağması, ona uyanların bolluğa ermesi, inkâr edenlerin darlığa, kıtlığa düşmeleri, arzın hazinelerinin onu takip etmesi, beraberinde cennet ve ateşin bulunması, suların akması vs.. Bütün bunlar Allah tarafından vaz' edilen bir mihnettir, şüpheye düşenlerin helak edilmesi, yakin sahiplerinin (muteyakkin) kurtarılması için bir deneme ve imtihandır. Bunların hepsi korkutucu bir emrdir. İşte bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm: "Deccal fitnesinden daha büyük bir fitne yoktur" buyurmuştur. Ümmetine teşrî maksadıyla namazlarında Deccal fitnesinden istiazede bulunurdu. Müslim'de geldiği üzere bir başka hadiste "Sizin için, Deccal'den başka birinden daha çok korkuyorum" denmiş olmasına gelince, Aleyhissalâtu vesselâm bu sözü, münhasıran Ashab-ı Kiram radıyallahu anhüm ecmain için söylemiş olmalıdır. Çünkü onlar hakkında korktuğu şey, onlara Deccal'den daha yakın olan bir şeydi. Yakında geleceği kesinlikle bilinen korkutucu bir şey, korku verme yönüyle, ilerde geleceği zannedilen korkutucu bir şeyden daha şiddetlidir. Daha şiddetli korku vericidir, hatta geleceği kesin değil, zannî olan bu ileriki tehlike çok daha büyük bile olsa."
Şu halde, Deccal'in elinden zuhur edeceği ifade edilmiş olan harikulâde hadiseler bir kısım te'vil ve izaha muhtaç müteşabih ifadeler olarak anlaşılmalıdır. Söz gelimi, "Deccal'in çıkacağı zamanda teknik ve ilmin gelişmesi sebebiyle, yağmurun yağdırılması, yerden insanlığın menfaatine pek çok şeyin kolayca elde edilebilmesi, bütün bunlara imkan veren ilim, teknik ve maddî gücün büyük ölçüde Deccal'le sembolleştirilen şer cephesini tutanların elinde olacağı, zamanla o sırları, Mehdi sembolü ile ifade edilen hayır cephesinin ele geçirerek mahvolmaktan kendilerini koruyacakları" şeklinde yorumlanabilir. Ama  unutmayalım: Resulullah'ın istikballe ilgili ihbarları hep teşbihlidir. Yorum yapılırken hissedilen, zannedilen manada cezmedilemez, ihtimal olarak ifade edilir, gerçeği ise Allah bilir.

3. (5011)- Hz. Huzeyfe (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
     "Deccal çıktığı vakit beraberinde su ve ateş vardır. Ancak halkın ateş olarak gördüğü tatlı sudur; halkın su olarak gördüğü ise yakıcı bir ateştir. Sizden kim o güne ererse, halkın ateş olarak gördüğüne düş(meyi kabul et)sin. Çünkü o, tatlı soğuk sudur."
[Buhârî, Fiten 26, Enbiya 50; Müslim, Fiten 105, (2935); Ebu Davud, Melahim 14, (4315).]

     AÇIKLAMA:
     Bu hadis, Deccal'le ilgili haberlerin sembol ve teşbih ifade ettiğini, değerlendirmelerin izafî olduğunu anlamada daha açıktır. Çünkü, Deccal beraberinde ateş getirecek. Fakat bunun ateş olması beşerî bir değerlendirmedir; insanlara göre ateştir, İlahî ölçülere göre ise o ateş değil, tatlı sudur. Resulullah'ı dinleyen mü'minlerin o ateşi tercih etmesi gerekir. Çünkü insanlar nazarında tatlı olan "su"yu ise, Allah nazarında ateştir. Bu, Deccal'in, İslam tarafından reddedilen, nefisperestlerin hoşuna giden her çeşit sefahat, israfat, malayaniyat ve muharremat ve Allah'a isyanları tatbikata koyup, insanları buna zorla sevketmeye çalışacağının, uymayanların onun kahrına uğrayıp "ateş"ine atılacağının ifadesidir. Ateşi ise, insanların diri diri yakıldığı fırınlar, idamlar, hapishaneler, işten, aştan olmalar, aziller, tahkirler vs.'dir. Ama dini için, Allah rızası için bunlara katlanıp Deccal'in "tatlı suyu"na yani  ikram, taltif ve terfiine, vereceği mevki, makam ve ünvana iltifat ve itibar etmeyenler, o dünya ateşinde yansalar da uhrevî ebedî lütfa, İlahî ikrama mazhar olacaklardır. Bu sebeple Resûl-i Ekrem o devre erecek Müslümanlara Deccal'in ateşinde yanmayı tercih etmelerini irşad buyurmaktadır.
Prof.Dr. İbrahim Canan
Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Şerhi

8 Mayıs 2012 Salı

*** BU DİYARIN SAKİNLERİ! *** Gönül Köşesi / AbdulKadir Seven

GÖNÜL KÖŞESİ / AbdulKadir Seven

BU DİYARIN SAKİNLERİ!

     O diyarın güzide insanları tarihe bir not kaydettiler. Bıraktıkları not öylesine kazıldıki belleklere ne ebu Lehebin keskin kılıcı, nede ebu Cehilin keskin zekası onu silebildi. Herakliusün yüzyirmibin kişilik ordusu üçbinin karşısında dağılmak zorunda kaldı. Tarihe not düşenler kayıtlara geçme endişesinden ziyade, Rahim olanın kaydında yer almayı yeğlediler. İmanın ve amelin niyetle eşdeğer bulduğunu bildikleri için kuzmanlaşmadılar. Yolda yürürken istikameti öncelediler. Karşılarında zamanın mescid bülbülü iken vadiler dolusu koyunu olan beyni yozlaşmış saleme olmadılar. İmtihanın itmi'nan olan bir kalple geçileceğini, bir avuç dahi olsa su içmekten imtina ederek ceberrut ordusunu yerlebir ettiler.
     İmanı pekiştiren amelin boykota maruz kaldığında, açlıktan karnına taş bağlayıp ağaç kabuğunu dahi yemiş olsa da, kalbi arıza yapmadan yola devam demenin endişesiyle hayata baktılar.

     Bu diyarın sakinleri ise tarihin derin süzgeçinden geçip tozlanmış taşlara, gözlerden nem düşürerek 21. yüzyıldan kıyamete kadar sönmeyecek harfleri buldular. Derin ve kalın okunaklı olarak bu diyarın sakinleri, bedir aslanlarının şahsı maneviyesinin ayak izlerine namzet kullar.
     Bu diyarın sakinlerinde öyle erler varki onları görünce asrı saadet gözünüzde canlanır. Ne seküler dünyanın debdebeli hayatı, ne de münzevi kenara çekilmiş virane adam. Sadece adam gibi adam, mülayim ve safiyane bir nefer.
     Bu diyarın güzide insanları okumanın hücre duvarlarıyla özdeş, nurun simaya vurmasıyla kararan kalplere beyza, ümit ve korku arasında sırdaştırlar.
     Holiganlık ve fanatiklikten arınmış eylemci kimliği; vird, tespih ve havaya kaldırdığı şehadet parmağındaki ışıktan alırlar. Vahdeti zedeleyen, izzet pınarına necis bulaştırandan uzak durup, en puslu havada bile istikameti ıskalamayanlardır. Sözlerden sadır olan sadece kelime-i tevhid duvarının kalın tuğlalarıdır.
     O diyardan bu diyara izler taşlara yazılmışsa, tozu kazımak hepimizin görevidir. Hem de taşlara nem düşürerek. Gözlerinden nem düşürmeyen ateşi de söndüremez.
     Kavgasında ateşe karşı ibrahimi serinlik olmasını isteyenler kardeşcanlarına karşı serin ve içten olmak zorundadır. Bilmediğinin ardına düşerek suizanla ateşi körüklemek ancak odun hamalıyla "İbrahim-i Sevda"ya ateş olmaktadır. Sırtımızdaki mızrak yarasından önümüzdeki düşman hudutlarını maalesef göremez oluyoruz.

~~~ * ~~~ * ~~~ * ~~~ * ~~~

     Rablerinden gelen beyan üzere;
     “Geceleri pek az uyurlardı. Seherlerde istiğfar ederlerdi.” (Zariyat, 51/17)
     “Onlar ki, gecelerini Rabb’lerine secde ederek (O’nun huzurunda ayakta) durarak geçirirler.” (Furkan, 25/64)
     “Yoksa o, gece saatlerinde secde ederek, ayakta durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabb’inin rahmetini uman gibi midir? De ki, “Bilenle bilmeyenler bir olur mu?” Doğrusu ancak akl-ı selim sahibi olanlar öğüt alır.” (Zümer, 39/9)

     SEHERLERİ GANİMETLE, EYLEMİ DİRENÇLE ÖLÇERLER!
     Bu diyarın öyle sakinleri varki miskal kadar günaha bulaşsa; "Ey Rahmetin efendisi! Sağanak sağanak yağdır rahmetini. Yağdır ki, mağfiret olunana kadar kalkmayayım. İzzeti nefis olan şu anlımı sadece senin için boynu bükük ve eğik, içten içe yakaran hamim bir kul olayım. Günaha dalmış bu ellerim, harama fütursuzca bakan bu gözlerim ve tüm azalarım sadece senin zikrinle hayat bulsun" duasıyla iş ve aşının peşine düşerler. Çocuklarının boğazına düşecek lokma elmanın suyu dahi olsa şüpheden arındırırlar.
     Çünkü onların tek amacı bu diyarın muvahhid sakinlerini oluşturmaktır. Hamim ve yalın. Riyasız ve ziyansız kullar olabilmek için bu diyarın sakinleri olmayı hedefleyen biz mü'min ve mü'mineler sözlerimize sedakat göstermek zorundayız.
Ya Ashabil Yemin, ya da Ashab-ı şimal;
yol senin, istikamet senin.
Ashabıl yemine koşanlar ne mutlu insanlardır.
Rableri onlar için vahyinde;
27 – Ashabı yemin, nedir ashabı yemin!
28 - Dalbastı kirazlar,
29 - Meyva dizili muzlar,
30 - Uzamış gölgeler,
31 - Fışkıran sular.
32 - Pek çok meyva arasında,
33 - Tükenmeyen ve yasaklanmayan
34 - Ve yükseltilmiş döşekler üstündedirler.
35 - Biz kadınları yeniden inşa ettik (yarattık).
36 - Onları bâkireler yaptık.
37 - Hep yaşıt sevgililer,
38 – Ashabı yemin içindir.

Ya Ashabı Şimal ya da Ashabı Meş'eme olursak
MazAllah şu vahyin muhatabı olmazmıyız?

41 – Ashabı şimal, nedir o ashabı şimal?
42 - İçlerine işleyen bir ateş ve kaynar şu içinde,
43 - Kapkara dumandan bir gölge altındadırlar.
44 - Ki ne serindir, ne de faydalı.
45 - Çünkü onlar bundan önce varlık içinde sefâhete dalmışlardı.
46 - Büyük günahı işlemekte ısrar ediyorlardı.
47 - Ve diyorlardı ki: "Biz ölüp, toprak ve kemik yığını olduktan sonra, biz mi bir daha diriltileceğiz?"
48 - "Önceki atalarımız da mı?"
49 - De ki: "Öncekiler ve sonrakiler"
50 - "Belli bir günün belli vaktinde mutlaka toplanacaklardır."
51 - Sonra siz, ey sapık yalanlayıcılar!
52 - Elbette bir ağaçtan, zakkum ağacından yiyeceksiniz.
53 - Karınlarınızı hep onunla dolduracaksınız.
54 - Üstüne de kaynar su içeceksiniz.
55 - Susuzluk illetine tutulmuş develerin içişi gibi içeceksiniz.
56 - İşte ceza gününde onlara sunulacak ziyafet budur.
 

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...