26 Eylül 2012 Çarşamba

İSLAM TARİHİ ... İSLAM ORDUSUNUN DAĞILMASI

İSLAM TARİHİ
İslam Ordusunun Dağılması!
(Uhud Muharebesi)
   
     Önden ve arkadan hücuma maruz kalıp sıkıştırılan mücahitler, bir anda kendilerini toparlayamadılar ve ister istemez dağılmak zorunda kaldılar. Pey­gamber Efendimizin çevresinde her şeye rağmen 10-15 kadar sahabe kalmıştı. Bu bir avuç mücahit, canını dişine takarak, müşriklerden gelen oklara, mızrak ve kılıç darbelerine göğüs geriyor, vücutlarını siper ederek Kâinatın Efendisini koruma­ya çalışıyorlardı. Bu arada küfür ordusundan atılan taşlardan biri, Hz. Re­sû­lul­lah’ın sağ alt çenesindeki mübarek dişlerinden birini şehit etti. Bir diğer taş ise, alnını ve alt dudağını yardı. Abdullah İbni Kamîe adındaki kâfirin kılıç darbesiyle de, elmacık kemiği yara aldı. Darbenin şiddetiyle miğfer parçalandı ve iki halkası mübarek yüzüne battı. [40]
     Sevgili Pey­gam­be­ri­mizin mübarek yüzüne miğferin iki halkasının battığını gören Ebû Ubeyde b. Cerrâh, bir anda kendisini onun önüne atıverdi ve yanın­dan bir an dahi olsun ayrılmayan Hz. Ebû Bekir’e, “Yâ Ebû Bekir! Allah aşkına olsun, Re­sû­lul­lah’la aramızdan çekil. Bırak da mübarek yüzünden halkaları çı­karayım!” diyerek halkaların her birini dişleriyle çekip çıkardı. Bu arada ken­disi de iki dişinden oldu. [41]
     Bir müşrik tarafından, Müslümanların düşürülmesi için kazılmış bir çukur vardı. İslam ordusunun bozulmaya yüz tuttuğu o dehşetli anda harbin şidde­tinden dolayı farkına varamayarak, Resûl-i Ekrem, kazılmış olan çukura yanı üzerine düştü. Çukurun etrafı derhal mücahitler tarafından sarıldı ve düşman askerlerinin yaklaşmasına müsaade edilmedi.
     Çukurdan çıkmaya muvaffak olan Kâinatın Efendisinin yüzü gözü kanlar içinde kalmıştı. Elini, kanayan yüzüne sürdü. “Kendilerini Rablerine imana davet ederken, Peygamberlerinin yüzünü kana bulayan bir kavim nasıl felâh bulabilir?” dedi.
     Bu, bir sitemdi, bir serzenişti.
     Cenab-ı Hak, Sevgili Resûlünün bu sitemi üzerine şu meâldeki ayetleri in­dirdi:
     “Ey Resûlüm! Kulların işinden hiçbir şey sana âit değildir (senin elinde bir şey yoktur). Allah, ya onlara (rah­me­tiyle) tevbe nasip eder, yahut zalim ol­dukları için onları azaba çarpar. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allah’ındır; O dilediğini bağış­lar, diledi­ğini azaba uğratır. Allah, kulları hakkında çok bağışlayıcı, çok merhametli­dir.” [42]


     “Zülfikâr Gibi Kılıç, Ali Gibi Yiğit Bulunmaz!”
     Çok az sayıda Müslümanın, müşriklere karşı direndiği sıradaydı.
     Peygamber Efendimiz, bir grup müşriğin kendisine doğru gelmekte oldu­ğunu fark etti. Yanından ayrılmayıp kahramanca çarpışan Hz. Ali’ye, “Hücum et onlara!” diye emretti. Allah’ın Arslanı Hz. Ali, cesaretle müşrik birliğinin üzerine yürüdü, onları püskürtüp, içlerinden birini de yere serdi. Bu esnada Cebrail (a.s.), “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu, sizin için yapılan iyilik ve civanmertliktir­” diye seslendi.
     Peygamber Efendimiz cevaben, “O, bendendir, ben de on­danım” buyurdu.
     Tam o esnada bir ses işittiler: “Zülfikâr gibi kılıç, Ali gibi yiğit bulunmaz!” [43]

     Sa’d b. Ebî Vakkas’ın Müşriklere Ok Yağdırması
     Mücahitlerin, Resûl-i Ekrem Efendimizin etrafından dağıldıkları esnada, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas da bir köşeye çekilmiş, kararsız duruyordu. Kendi ken­dine, “İçimden ne şehitlik arzusunu, ne de kurtulma arzusunu ata­bi­li­yo­rum!” diyordu. O sırada mücahidin biri ona, “Yâ Sa’d! Re­sû­lul­lah seni çağırıyor” dedi. Hz. Sa’d, derhal Hz. Re­sû­lul­lah’ın yanına vardı.
     Sonrasını Hz. Sa’d şöyle anlatır:
     “Re­sû­lul­lah, beni önüne oturttu. Ok atmaya başladım. Her atışta, ‘Allah'ım! Bu senin okundur. Onunla düşmanını vur!’ diyordum. Re­sû­lul­lah da (a.s.m.), ‘Allah'ım, Sa’d’­ın duasını kabul et! Allah'ım, Sa’d’ın atı­şını, okunu doğrult! De­vam, devam Sa’d! Babam, annem sana feda olsun!’ buyuruyordu. Her ok atı­şımda Re­sû­lul­lah (a.s.m.) aynı duayı tekrarlıyordu.
     “Ok çantam boşalınca, Re­sû­lul­lah (a.s.m.), kendi çanta­sında bulunan okları da birer birer yayıma yerleştirip attırdı. Okları yaya yer­leştirmekte, o, herkes­ten daha çabuk ve süratli idi.”

     Hz. Ali der ki:
     “Re­sû­lul­lah (a.s.m.), anne ve babasını, Sa’d’dan başka hiç kimse hakkında birleştirerek ‘feda olsun’ dememiştir. Uhud günü, ona, ‘At, ey Sa’d! Annem babam sana feda olsun! At, ey kısa boylu, kuvvetli delikanlı!’ buyurdu. Nebi’­nin (a.s.m.) ondan başkasına böyle söylediğini bil­mi­yorum.” [44]

     Hz. Talha b. Ubeydullah’ın Kahramanlığı
     Harbin en nâzik ve dehşetli ânı idi. Müslümanlar, önden ve arka­dan hü­cu­ma geçen müşrik kuvvetlerinden kendilerini kurtarmak için tepelere doğru çı­kıyorlardı. Hz. Re­sû­lul­lah’ın etrafında kala kala on beş kadar mücahit kal­mıştı. Bunlar, Peygamber Efendimizle birlikte sabır ve sebat göstererek müş­rik­lere karşı kahramanca savaşıyorlardı. Bunlardan biri de Hz. Talha b. Ubeydul­lah idi.
     Müşriklerin Re­sû­lul­lah’ın dört tarafını sardıkları sırada, Hz. Tal­ha sağa sola dönerek kılıcıyla onları uzak­laş­tır­maya çalışıyordu.
     Bir ara, müşriklerin keskin nişancı okçularından Mâlik b. Zü­heyr, Efendi­mi­ze nişan alıp bir ok attı. Hz. Talha, bu okun Kâinatın Efendisine isabet ede­ce­ği­ni anlayınca, buna mani olmak için, elini oka hedef tuttu. Son süratle gelen ok, parmağını delip, elini çolak yaptı. [45]
     Peygamber Efendimiz, “Yeryüzünde gezen cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talha b. Ubeydullah’a baksın!” buyurdu. [46]
     Hz. Re­sû­lul­lah’ı korumak uğrunda müşriklerden gelen kılıç darbelerine ve oklara vücudunu siper eden Hz. Talha’nın baş ve gövde damarlarından biri kesildi. Gövdesi yaralar içinde kaldı. Fazla kan kaybından bayılıp yere düştü. O sırada Hz. Ebû Bekir, Pey­gam­be­ri­mizin yanına geldi. Resûl-i Ekrem, ona, “amcanın oğluyla ilgilen” dedi.
     Hz. Ebû Bekir yüzüne su serpince, Hz. Talha kendine geldi. Yaralarının acısı sızısı umurunda değildi. Şahsını düşünmüyor­du; uğrunda bunca feda­kârlığa katlandığı zâtın durumunu merak ediyordu. Başucunda duran Hz. Ebû Bekir’e, “Re­sû­lul­lah ne yapıyor?” diye sordu.
     Hz. Ebû Bekir, “İyidir. Beni sana o gönderdi” diye cevap verince, bu kahra­man ve fedakâr sahabe, “Allah’a şükürler olsun! Re­sû­lul­lah sağ olduktan sonra her musibet bizim için hiçtir!” diye konuştu. [47]
     İ’lây-ı Kelimetullah uğrunda gösterdiği bunca kahramanlık ve fedakârlıktan dolayı, Hz. Re­sû­lul­lah tarafından bu harpte “Talha­tü’l­-Hayr (Hayırlı Talha)” olarak adlan­dırı­lan Hz. Tal­ha’nın, Uhud’­dan döndüğü zaman vücudun­da tam yetmiş beş yarası vardı. Başı dört kö­şeli yarılmış, uyluk damarı baştan aşağı kesilmişti. Eli ise ço­lak olmuştu. [48]

     Hz. Hamza’nın Şehadeti
     Müslümanların tepelere doğru dağıldıkları karışık hengâmede idi. Hz. Hamza, var gücüyle müşriklere karşı direniyor ve “Allah'ım! Müslü­man­ların şu hallerinden dolayı sana sığınır, senden af dilerim” diye dua ediyordu. Müşrikler, onun yanına pek yaklaşamıyorlardı. Onu uzaktan vurup dü­şür­menin çaresini arıyorlardı. Mekke’de, “Vahşî” adında bir köle vardı. Habeş usûlüne göre kargı atmakta oldukça maharetli ve becerekli idi. Tespit ettiği hedefe isabet edemediği pek az olurdu.
     Ku­reyş ordusu Mekke’den ayrılmadan önce idi. Efendisi Cübeyr b. Mut’im, kölesi Vahşî’yi yanına çağırmış ve “Orduya katıl. Eğer Muhammed’in amcası Hamza’yı, am­cam Tuayme b. Adiyy yerine öldürürsen hür ve azat­sın” demişti. [49]
     Bedir’de babası öldürülen Ebû Süfyan’ın karısı Hind de, bunun için Vah­şî’ye birçok mükâfat vadetmişti.
     Bu sebeple Vahşî, harp boyunca Hz. Hamza’yı gözetip duruyordu. Hz. Hamza’nın müşrikleri kasıp kavurduğu, kılıcıyla biçtiği bir sıradaydı. Vahşî, fırsat kollamak için bir kayanın arkasına gizlenmiş, bekliyordu. Düşmanın üzerine doludizgin yürüyen Hz. Hamza’nın bir ara ayakları kaydı ve arkaüstü yere yıkıldı. Keskin bir nişancı olan Vahşî, mızrağını fırlat­tığı gibi bu kahraman sahabenin böğrüne sapladı ve onu şehit etti. Vahşî, bu­nunla da yetinmedi; Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in gönlünü yapmak için, göğ­sünü yararak ciğerini alıp ona götürdü. Üzerindeki kıymetli eşyaları, başardığı bu büyük işten dolayı Vahşî’ye çıkarıp veren Hind, intikam hırsıyla, bu aziz şehidin ciğerini çiğnedi. [50] Bununla da intikam hırsı dinmeyince, bizzat Hz. Hamza’nın başucuna vardı; burnunu, kulağını, kendine bilezik, pazubent ve halhal yapmak niyetiyle kesti. [51]

     Mus’ab b. Umeyr’in Şehit Düşmesi
     Mücahitlerin birçoğu oraya buraya dağılmıştı. Her şeye rağmen Re­sû­lul­lah’ın yanından ayrılmayan mücahitler de vardı. Bunlardan biri de, İslam ordusunun sancaktarı Hz. Mus’ab b. Umeyr idi. İbni Kamîe denilen kâfir, bir ara atlı olduğu halde Resûl-i Ekrem Efendi­mize yaklaştı. “Gösteriniz bana Muhammed’i! O kurtulursa, ben kurtulmaya­yım” diyerek hay­kırıyordu.
     Hz. Mus’ab, mücahitlerden birkaç kişi ve Nesibe Hâtun ile İbni Kamîe’ye karşı çıktı. Bu kâfir, Hz. Re­sû­lul­lah’ı korumaya çalışan Hz. Nesibe’nin omu­zu­na bir kılıç dar­besi indirdi. Nesibe Hâtun da, cesurca ona birçok darbe indirdi. Fa­kat bu müşriğin üzerinde iki kat zırh bulunduğundan darbeler pek tesir etmedi.
     İbni Kamîe, önüne çıkan Hz. Mus’ab’ın sağ elini bir kılıç darbesiyle kesti. Hz. Mus’ab, İslam’ın izzet ve şerefini sembolize eden sancağı sol eline aldı. İbni Kamîe, bir kılıç darbesiyle sol elini de kesti. Bu sefer Hz. Mus’ab, sancağı kollarıyla tutup göğsüne bastırdı. O anda tek gayesi, bu zındığın Re­sû­lul­lah’a ulaşmasına mani ol­mak ve İslam sancağını yere düşmekten korumaktı. İbni Kamîe, bu sefer mızrağıyla vücudunu deldi. Hz. Mus’ab, artık dayanamayıp yere yıkıldı. Böylece o da şehâdet şerbetini içenler arasına katıldı. Sancak da yere düştü. [52]
     Hz. Mus’ab şehit düşünce, Peygamber Efendimiz sancağı Hz. Ali’ye verdi. Hz. Ali çarpışmaya gidince de, sancağı sonuna kadar Ebür­rum taşıdı.

     “Muhammed Öldürüldü” Yaygarası
     Mus’ab b. Umeyr Hazretleri, zırhını giydiği zaman, Resûl-i Kibriya Efendi­mi­ze pek benzerdi. İbni Kamîe de, Hz. Mus’­ab’ı şehit etmekle, Peygamber Efen­dimizi öldürdüğünü zannetmişti. Derhal müşriklerin yanına vararak, “Mu­hammed’i öldürdüm!” dedi. [53]
     Bunu duyan müşrikler, sevinç çığlıkları attılar. Onlardan birisi de, dağ ba­şına çıkarak, “Muhammed öldürüldü!” diye bağırmaya başladı.
     Bu dehşetli yaygarayı duyan mücahitlerin birden kolu kanadı kırılıverdi. İs­lam ordusunda umumî bir geri çekilme ve panik havası başladı. Her biri başka başka istikametlerden harp sahasını terk ediyordu. Bu dehşetli hen­gâ­mede, farkına varmadan, düşman askeri diye din kar­deşlerine kılıç sallamaya kalkan­lar bile oluyordu. Hatta bu karışıklık esnasında Huzayl b. Cabir, bir başka sa­habe tarafından yanlışlıkla şehit edildi.

     Mücahitlerin Hz. Re­sû­lul­lah’ı Araması
     Müşriklerin kopardığı yaygaraya inanmak istemeyen mücahit­ler, Hz. Re­sû­lul­lah’ı aramaya koyuldular. Bunlardan Hz. Ali, hem önüne gelen düşman as­ke­rine kılıç sallıyor, hem de etrafa göz gezdirerek Pey­gam­be­ri­mizi arıyordu. Harp sahasında bulunan mücahitlerin o anda en büyük ve tek arzusu, artık Re­sûl-i Kibriya Efendimizi bulmak olmuştu! Bu esnada, yürekleri ferahlatıcı bir ses yükseldi: “Ey Müslüman! Müjde size: İşte Re­sû­lul­lah!”
     Bu sesin sahibi, Ka’b b. Mâlik’ti. Resûl-i Ekrem Efendimizi Şi’b mev­kiinde, miğferinin altında pırıl pırıl parlayan mübarek gözlerinden tanımıştı. Müslü­manlara seslenirken, eliyle de Resul-i­ Ekrem’in bulunduğu yeri gösteriyordu. [54]
     Peygamber Efendimiz, düşman tarafından nerede olduğunun bilinmesini is­­­te­miyordu. Müslümanlara müjdeyi veren Ka’b’a, eliyle, “Sus, sus!” [55] diye işa­­­ret verdi.
     Artık Hz. Re­sû­lul­lah’ın yeri tespit edilmiş ve etrafa yayılan haberin bir şa­yiadan ibaret olduğu anlaşılmıştı. Mücahitler, derhal Resûl-i Ekrem’in bulun­duğu yere doğru koştular ve kendisini emniyet çemberi içine aldılar. O anda mücahitlerin bir tek gayesi vardı; Hz. Re­sû­lul­lah’ın vücudunu muhafaza et­mek. Bunu başardılar.

     Nesibe Hâtun’un Kahramanlığı
     Ümmü Umare Nesibe bint-i Ka’b...
     Kocası ve iki oğluyla birlikte İslam ordusuna katılıp Uhud’a gelmiş; koca­sıyla oğulları müşriklerle çarpışacak, kendisi de yaralanan Müslümanlara yar­dım edip su yetiştirecekti. Ancak harbin ikinci safhasında Müslümanlar bozulmaya başlayıp Re­sû­lul­lah’ın etrafında çok az sayıda mücahidin kaldığını gören Nesibe Hâtun, derhal Resûl-i Kibriya Efendimizin yanına vardı ve çarpışmaya koyuldu. Kılıçla, okla, Resûl-i Zîşan Efendimizi, müşriklerden korumaya çalıştı. Bu sırada yaralandı. Peygamber Efendimiz, sağına soluna baktıkça hep Nesibe Hâtun’un müşrik­lere karşı koyduğunu görüyordu. Şöyle buyurdu: “Ey Ümmü Umare! Senin katlandığın, dayanabildiğin şe­ye, herkes daya­namaz ve katlanamaz!”
     Peygamber Efendimiz, Nesibe Hâtun’un omuzundan aldığı yarayı görünce, oğlu Abdullah’a, “Annenin yarasını sar!” de­di. Sonra da şöyle buyurdu:
     “Ev halkınıza Allah mübarek kılsın: Senin annenin makamı, filanca ve filan­caların makamından hayırlıdır! Babanın makamı da filan ve filanların maka­mından hayırlıdır! Senin makamın da filan ve filanların makamından ha­yır­lı­dır! Allah, sizin ev halkınıza rahmet etsin!”
     O esnada imanın verdiği cesaretle müşriklere karşı cesurca kılıç sallayan Nesibe Hâtun da, “Yâ Re­sû­lal­lah! Allah’a dua et de, cennette sana komşu ola­lım!” dedi. Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Allah'ım! Bunları cennette bana kom­şu ve arka­daş et!” diye dua etti. Bunun üzerine, Nesibe Hâtun, sevinç içinde, “Bana artık dünyada ne musi­bet gelirse gelsin gam çekmem, bu bana yeter!” [56] diyerek, Allah ve Re­sû­lul­lah’a karşı olan muhabbet ve bağlılığını ortaya koydu.

Notlar: 
[40] İbn Hişam, a.g.e., c. s. 84; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 410.
[41] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 85; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 410.
[42] Âl-i İmrân, 128-129.
[43] Taberî, Tarih, c. 3, s. 17.
[44] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 141; Buharî, Sahih, c. 3, s. 22-23, İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 290.
[45] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 217.
[46] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 85; Tirmizî, Sünen, c. 5, s. 644.
[47] Vakidî, Megazi, s. 199.
[48] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 218.
[49] İbn Hişam, a.g.e., c. 3. s. 76.
[50] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 76.
[51] Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 275.
[52] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 42.
[53] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 77.
[54] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 46.
[55] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 88.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Altıncı Bölüm: NAMAZ ... 12. Konu: BAYRAM NAMAZI

İSLAM İLMİHALİ
Altıncı Bölüm: NAMAZ
Onikinci Konu: BAYRAM NAMAZI 
     Bayram namazı, biri ramazan bayramında diğeri kurban bayramında olmak üzere yılda iki defa kılınan iki rek`atlık bir namazdır. Bayram namazı Hanefî mezhebinde, cuma namazının vücûb şartlarını taşıyan kimselere vâciptir. Şâfiî ve Mâlikîler'e göre müekked sünnet, Hanbelîler'e göre ise farz-ı kifâyedir.

     Bayram namazının sıhhat şartları, Hanefîler'e göre, hutbe hariç, cuma namazının sıhhat şartları ile aynıdır. Sadece hutbenin hükmü bakımından aralarında fark vardır. Yani cuma namazında hutbe sıhhat şartı olduğu halde, bayram namazında sünnettir. Yine hutbe cuma namazında namazdan önce, bayram namazında ise namazdan sonra okunur.

     Şâfiîler'e göre kadınlar da bayram namazı ile yükümlüdürler. Şu var ki bu namazın cemaatle kılınması şart olmayıp, münferiden de kılınabilir, fakat camide cemaatle kılınması daha faziletlidir.

     Bayram namazının diğer namazlardan kılınış bakımından farkı, bunun her rek`atında üçer fazla tekbir olmasıdır. Bu fazla tekbirlere "zâit tekbirler" denir. Bu ilâve tekbirler vâcip olup birinci rek`atta kıraatten önce, ikinci rek`atta kıraatten sonra alınır. Tekbirle birlikte eller kaldırılır ve yanlara bırakılır (ref` ve irsâl). İlk rek`atta iftitah tekbirinden sonra eller bağlanır (itimâd) ve "Sübhâneke" okunur. Bundan sonra imamla birlikte zâit tekbirlere geçilir. İmamın tekbiri diğer tekbirlerde olduğu gibi sesli, cemaatin tekbirleri ise alçak sesle olur. Allahüekber denilerek eller kaldırılır ve yanlara salınır, üç kere "sübhânellah" diyecek kadar beklendikten sonra yeniden tekbir alınır; aynı şekilde eller kaldırılır, yanlara bırakılır ve biraz beklendikten sonra bu rek`attaki zâit tekbirlerin sonuncusu olan üçüncü tekbir alınır ve bu defa eller bağlanır. Cemaat susar, imam gizlice eûzü ve besmele çektikten sonra açıktan okumaya başlar. Fâtiha'dan sonra bir sûre daha okur, rükû ve secdeden sonra ikinci rek`ate kalkılır. İkinci rek`atta imam, Fâtiha ve arkasından bir sûre okuduktan sonra üç defa tekbir alınır ve eller yanlara salıverilir. Dördüncü tekbir rükûa geçiş tekbiri olup bu tekbirle rükûya gidilir ve namaz tamamlanır.

     Diğer mezheplerde tekbir sayısı ile ilgili farklı uygulamalar da vardır.

     Namazdan sonra imam minbere çıkar ve hiç oturmaksızın hutbe okur. Cuma hutbesindeki hamdü senâya bedel olarak bu hutbede, Allâhü ekber, Allâhü ekber; lâ ilâhe illellâhü vallâhü ekber. Allâhü ekber ve lillâhi'l-hamd der, cemaat bu tekbirlerde imama eşlik eder. İmam, cuma hutbesinde olduğu gibi, hutbeyi iki hutbe yapıp arasını kısa bir oturuşla ayırır.

     Bayram namazına giderken yolda tekbir getirilir. Bu tekbirler ramazan bayramında sessiz, kurban bayramında ise açıktan yapılır. Camiye varıldıktan sonra her ikisinde de namaz vaktine kadar hep birlikte tekbir alınır. Camide vaaz ediliyorsa oturup sessizce dinlenir.

     Bayram namazının vakti, güneşin doğuşu sırasındaki kerâhet vaktinin çıkmasından sonradır. Bir mazeret sebebiyle bir beldede bayram namazı birinci gün kılınamamışsa, ramazan bayramı 2. gün, kurban bayramı ise 2. gün yine kılınamazsa 3. gün kılınabilir. Ancak bayram namazı özürsüz olarak terkedilmişse artık kılınmaz, kurban bayramı ise kerâhetle birlikte 2. veya 3. gün kılınabilir.

     Bayram namazının ilk rek`atına zâit tekbirlerin alınmasından sonra yetişip imama uyan kimse, iftitah tekbirini aldıktan sonra Sübhâneke okumaz, hemen zâit tekbirleri alır. Eğer imam rükûda iken yetişmiş ise bu takdirde, ayakta tekbir alıp imama iktidâ eder ve hemen rükûa gider ve rükû tesbihlerinin yerine zâit tekbirleri ellerini kaldırmaksızın orada yapar. Yetiştiremezse zâit tekbirler ondan düşmüş olur. İmama ikinci rek`atta yetişmiş olan kimse ise imam selâm verdikten sonra, kılamadığı birinci rek`atı kazâ etmek için kalktığında zâit tekbirleri kıraatten sonraya bırakır.

     Teşrik Tekbirleri

     Peygamberimizin, kurban bayramının arefe günü sabah namazından başlayarak bayramın 4. günü ikindi namazına kadar, ikindi namazı da dahil olmak üzere farzlardan sonra teşrik tekbirleri getirdiğine dair rivayetler bulunmaktadır. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre arefe günü sabahından bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakit, her farzın selâmından sonra teşrik tekbiri getirmek, kadın erkek ve seferî mukim ayırımı olmaksızın her mükellefe vâciptir. Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan görüş budur. Teşrik günlerinde kazâya kalan namaz, yine o günlerde kazâ edilirse teşrik tekbirlerini de kazâ etmek gerekir. Bunun dışında teşrik tekbirleri kazâ edilmez.

     Ebû Hanîfe'ye göre ise bu tekbirler, kurban bayramının arefe gününden 1. gün ikindi namazına kadar sekiz vakit, cemaatle kılınan farz namazlardan sonra vâciptir. Dolayısıyla bu vâciplik cemaate katılması gerekmeyen seferî ve mukim kişiler için söz konusu değildir.

     Teşrik tekbirleri, Şâfiî ve Hanbelî mezhebine göre sünnet, Mâlikî mezhebine göre ise menduptur.

23 Eylül 2012 Pazar

KELİMELER - KAVRAMLAR ... NEFS


KELİMELER - KAVRAMLAR
NEFS

     Cahiliye dönemi Arap şiirinde daha çok birşeyin özünü, kendisini belirten zamir olarak kullanılan nefs kelimesi zamanla yirmiyi aşkın anlamı dile getirecek biçimde kullanılmaya başlandı. Ruh, can, kan, benlik, kalb, iç, kimse, büyüklük, yücelik, cevher, nefret, irade, kem göz, nefs kelimesinin dile getirdiği başlıca anlamlar arasındadır.
     Kur'an'da zamir biçiminden başka, ruh, can, iç ve kalb anlamlarında kullanıldığı da görülür. Felsefi düşüncenin yaygınlaşmaya başlamasından sonra kelime daha çok ruh karşılığında kullanılmaya başlandı; kelami, tasavvufi ve felsefi nazariyelerin konusu durumuna geldi.
     Kur'an'da nefs kelimesi çoğulu olan enfüs ve nüfûs biçimleriyle birlikte genellikle çeşitli varlıkların kendilerini belirtmek üzere kullanılır. Ama zaman zaman hayat ilkesi anlamında ruh, kalb ve iç anlamlarında kullanıldığı da görülür. Sözgelimi; "Gelin... kendimizi (enfüsena) ve kendinizi (enfüseküm) çağıralım... (Âli İmran, 3/61) ayetinde "kendimiz=lenfüsena" Hz. Peygamber'i, "kendiniz=lenfüseküm" ise Hz. İsa hakkında tartışmaya kalkışan Hristiyanları dile getirilmektedir. Kelime, "...sen benim nefsimde olanı bilirsin, ben senin nefsinde (nefsike) olanı bilmem..." (el-Maide, 5/I 16) örneğinde olduğu gibi altı ayette Allah'ı, bir ayette (el-Furkan, 25/3) ilahları, bir ayette de (el-En'am, 6/130) insan ve cin topluluğunu belirtmek üzere kullanılır. "Haydi canlarınızı, ruhlarınızı (enfüseküm) çıkarın..." (el-En'am, 6/93) ayetinde insan ruhunu karşılayan nefs kelimesi, diğer bazı ayetlerde "kötülüğü emreden" (emmâre) (Yusuf, 12/53), "kınayan/levvame" (el-Kıyamet, 75/2) ve "huzura eren/mutmainne" (el-Fecr, 89/27) nitelikleriyle kullanılır. " ... Yusuf bunu içinde (nefsihi) sakladı..." (Yusuf,12/77) ve "...Allah içinizden (enfüseküm) geçeni bilir..." (el-Bakara, 2/235) örneklerindeki gibi kelime iç ve kalp anlamlarını karşılayacak biçimde de kullanılmaktadır.
     Kur'an'daki kullanılışının da etkisiyle Emeviler döneminden itibaren nefs kelimesi yaygın biçimde ruh anlamında kullanılmaya başlandı. Ama ashab, tabiun ve bunların izleyicisi olan selef bilginleri nefsin mahiyeti, nitelikleri gibi konularda Kur'an ve sünnette verilenle yetinerek susmayı yeğliyorlardı. Kur'an ve sünnette geçtiği kadarına inanmayı ilke edinen selefe göre nefsin mahiyetinin kavranması imkansızdı ve bu konuda tartışmaya girmek gereksizdi.
     Hicrî ikinci yüzyıldan itibaren Müslüman bilgin ve düşünürler, özellikle Yunan felsefe metinlerinin Arapçaya çevrilmesinden sonra nefs konusunda tartışmaya ve çeşitli düşünceler ileri sürmeye başladılar. Aristo felsefesinin Yeni Eflatuncular tarafından yorumlanan biçiminin ağır etkisini taşıyan bu tartışmalar sırasında nefsin mahiyeti, nitelikleri, kadim olup olmadığı, ölümden sonraki durumu gibi konularda çok sayıda düşünce ve nazariyeler ortaya çıktı.
     Nefs konusuyla uğraşan bilgin ve düşünürler, insan gerçekliğinin belirlenmesinde, o zamanlar başlıca yöntem olan mantıki ihtimalleri göz önünde bulundurarak, düşüncelerini bu ihtimallerden birisine dayandırmışlardır. Buna göre, söz gelimi bir insan "düşündüm", "yaptım" dediğinde, buradaki "ben"le anlatılmak istenilen ya cisim (beden), ya cisimsel bir şey (araz ya da kuvvet), ya da cisimle cisimsel olanın toplamından oluşabilir. Diğer bir seçenek de bu şeyin ne cisim, ne de cisimsel olmamasıdır. Düşüncelerini bu ihtimaller üzerine kuran Müslüman düşünürler öncelikle iki ana fırkaya ayrıldılar. Birinci fırkaya göre nefs cisim ya da cisimsel olmayan soyut bir varlıktır. İkinci fırka ise nefsin soyutluğunu kabul etmeyerek cisim ya da cisimsel bir varlık olduğunu savunmuştur.
     Nefsin soyut bir varlık olmadığını savunan düşünürler, nefsin mahiyeti konusunda birbirinden farklı çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Bunların başlıcaları şöyle özetlenebilir:
1. Nefs bir atomdur. İbn el-Ravendi'nin savunduğu bu görüşe göre soyut mümkünlerin olması imkansızdır. Nefs ya da ruh, kendi özüyle varolan bir cevherdir. Bu cevher basit varlıkları kavrar. Yeri kalptir. Bu nefs insanın özünü oluşturur.
2. Nefs, bedenle birlikte ortaya çıkan canlılıktır. Nazzam tarafından savunulan bu görüşe göre insan, bedenle birlikte var olan bu hayattan ibarettir. İnsanda, beden dışında birşey yoktur.
3. Nefs, beyinde güç, kalpte fiildir.
4. Nefs üç ayrı cisimden oluşan bir bileşiktir. Eski Müslüman hekimlerin savunduğu bu görüşe göre nefsi oluşturan bileşiklerden birisi buhar gibi sıcak ve latif bir cisimdir. Yeri kalptir. Hayvan bu nefs ile varlık kazandığı için nefs-i hayvani ya da ruh-ı hayvani adı verilir. İkincisi, yine latif, buhar gibi bir cisimdir. Bunun yeri karaciğerdir. Buna da nefs-i tabii ya da ruh-ı tabii denir. Üçüncüsü de yine buhar gibi latif bir cisimdir. Yeri beyindir. Buna da nefs-i insani ya da ruh-ı insani adı verilir.
5. İnsanın gerçekliğini oluşturan nefs, insanın maddi bedenidir. Bazı kelamcılar bu görüşü benimsemişlerdir.
6. Nefs, kemiyet ve keyfiyet bakımından dört sıvının mutedil ölçüdeki bileşiminden oluşur. Bu görüş de eski hekimler arasında yayılmıştır.
7. Nefs, mutedil ölçüdeki kandır.
8. Nefs, mahiyet bakımından maddi bedene muhalif, ama gül suyunun gülde, zeytin yağının zeytinde yayılması gibi bedene yayılan nurani, yüce, diri ve hareketli bir cisimdir. Bu cisim ayrışmaz, değişmez, parçalanmaz. Maddi beden oluşarak kendisine yetenek kazandığı zaman bu nurani latif cisim bedene nüfuz eder, yayılır. Beden bu yayılmaya uygun olduğu sürece canlı kalır; yayılmaya engel olan bir durum belirirse, nefsin yayılması sona erer ve ölüm ortaya çıkar. Birçok büyük kelamcı bu görüşü benimsemiş, İbn Kayyim el-Cevzî ve İmam Şarânî nefse ilişkin olarak yazdıkları müstakil eserlerde bu görüşü savunmuş, Fahreddin er-Râzî bu görüşün güçlülüğünü belirtmiştir.
     Muhakkik kelamcılarla İslâm filozofları ve mutasavvıflarının bir bölümü de nefsin soyut bir cevher olduğunu savunmuşlardır. Bunlara göre insanın mahiyeti ne cisimdir, ne de cisimseldir. Nefs, maddeden ayrık bir cevherdir. Ne var ki bunlar da kendi içlerinde iki fırkaya ayrılmışlardır. Muhakkik kelamcılara göre insan, bu nefs cevheriyle bedenin birleşmesinden oluşur. İkinci fırkayı oluşturan filozoflarla mutasavvıflara göre ise, nefs bedene iliştiğinde onunla birleşir. Nefs bedenin, beden de nefsin aynısı olur. Birleşmelerinden sonra ikisinin toplamı insanı oluşturur. Ölümle bu birlik bozulur. Nefs kalır, beden ise yok olur.
     Tüm İslam fırkaları nefsin kadim olmadığında, sonradan yaratıldığında görüş birliği içindedirler. Buna karşılık nefsin bedenden önce yaratılıp yaratılmadığı konusu görüş ayrılıklarına neden olmuştur. İslam filozofları olarak bilinen Meşşâîler, nefsin bedenden sonra, yani ceninin ana rahmindeki oluşumundan sonra yaratıldığını savunmuşlardır. Bazı ifadeleri Gazalî'nin de bu görüşü benimsediğini göstermektedir. Ne var ki, Gazâlînin nefsin bedenden önce yaratıldığını kabul ettiğini gösteren ifadeleri de bulunmaktadır. Kelamcılarla mutasavvıfların büyük çoğunluğu ise nefsin bedenden önce yaratıldığını kabul etmektedir.
     Nefsin mahiyeti konusundaki düşüncelerinde Yunan felsefesinin yoğun etkisinde kalan Müslüman düşünürler, özellikle Aristoteles'in izinden giderek nefsin üç türü, derecesi ya da durumu olduğunu kabul etmişlerdir. Buna göre nefs nebatî, hayvani ve insani nefs olmak üzere üçe ayrılır. Tüm bitki, hayvan ve insanlarda ortak olan nebatî nefsin üç gücü vardır. el-Kuvvetü't-tegazziye (beslenme gücü), el-kuvvetü't-tenmiye (büyüme gücü) ve el-kuvvetü't-tevellüdiyye (üreme gücü) denilen bu güçler yardımıyla canlılar, varlıklarını ve türlerinin devamını sağlar. Hayvan ve insanlarda ortak olan hayvani nefsin de kendine özgü güçleri vardır. Bunlar hareket ve algı güçleridir. Hareket gücü, el-kuvvetül-baise (harekete geçiren güç) ve el-kuvvetül-fâile (etkin güç) olmak üzere ikiye ayrılır. el-Kuvvetül-baise, yararlı şeyleri çeker, zararlı şeyleri defeder. el-Kuvvetül-fâile ise çeşitli hareketleri meydana getirmek üzere sinir ve kaslara yayılmıştır; görevi, sinir ve kasları gerip gevşeterek hareketi sağlamaktır. Algı güçleri de el-havasul-zahire (dış algı güçleri) ve el-havasul-batınıye (iç algı güçleri) olarak ikiye ayrılır. el-Havasul-zahire beş duyudan oluşur. el-Havasul-batınıye de hiss-i müşterek (ortak duyu), musavvıra (tasarlama gücü), mütehayyile (hayal gücü), vehim (sezgi gücü) ve hafızadan (hatırlama gücü) meydana gelir. Yalnız insanlara özgü olan insani nefsin de kendine özgü güçleri vardır. Bunlar el-kuvvetül atime (bilici güç) ve el-kuvvetül-amile (yapıcı güç) adlarını taşır. Nefs-i natıka (düşünen, konuşan nefs) ya da nefs-i akli (akli nefs) denen insani nefs bedenin düşünceye ait fiilleri akletmesi ve genel işleri algılaması bakımından ilk olgunluğudur.
     Hemen hemen tüm kelamcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca benimsenen bu nefs nazariyesi İslâm dünyasında gelişen psikolojinin (ilmü'n-nefs) temellerini oluşturur. Ama bu nazariye kelamcılar, mutasavvıflar ve filozoflarca farklı biçimde ifade edilmiş, özellikle İbn Sina, Gazalî, İbnül-Arabî ve er-Râzî gibi doktrin sahibi büyük düşünürlerce farklı biçimlerde yorumlanarak kendi sistemleri içine yerleştirilmiştir.
Şamil İslam Ansiklopedisi
Ahmet ÖZALP

20 Eylül 2012 Perşembe

HADİS-İ ŞERİFLER ... KIYAMETTEN ÖNCE BİR ATEŞİN ÇIKMASI


KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
KIYAMET ALAMETLERİ
Aşağıdaki başlıklara tıklayıp, bu konuyla ilgili geçmiş dönemde yayınladığımız bölümleri okuyabilirsiniz...
Altıncı Fasıl:
KIYAMETTEN ÖNCE BİR ATEŞİN ÇIKMASI
1. (5027)- Ebu Hureyre (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Hicaz bölgesinden bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ateş Busra'daki develerin boyunlarını aydınlatacaktır." [Buharî, Fiten 24; Müslim, Fiten 42, (2902).]

2. (5028)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Kıyametten önce, Hadramevt'ten -veya Hadramevt denizinden- bir ateş çıkacak, insanları toplayacak" buyurmuşlardı. (Orada bulunanlar):
"Ey Allah'ın Resulü (o güne ulaşırsak) ne yapmamızı emredersiniz?" diye sordular.
"Size Şam (ı yani Suriye'ye gitmenizi) tavsiye ederim" buyurdular." [Tirmizî, Fiten 42, (2218).]

AÇIKLAMA:
     Kaydedilen bu iki hadis, kıyamet alâmetlerinden olarak Hicaz bölgesinden muazzam bir ateşin çıkacağını, bu ateşin çıkardığı aydınlığın Suriye'deki Busra şehrinden görüleceğini ifade ediyor. Hicaz bölgesinden çıkacak bu ateşle ilgili rivayetler farklı tariklerden, ziyade ve noksan ifadelerle gelmiştir. Hz. Ömer'den gelen bir rivayet şöyle: "Hicaz vadilerinden birinde Busra'daki develerin boyunlarını aydınlatacak bir ateş sel olup akmadıkça kıyamet kopmaz."
     Huzeyfe İbnu Esid (radıyallahu anh)'in rivayeti şöyle: "Rûman veya Rekûye'den çıkıp Busra'daki develerin boynunu aydınlatacak bir ateş zuhur etmedikçe kıyamet kopmaz."
Şarihler, bu ateş hadislerinin şerhinde tam bir mutabakat sağlayamazlar:
İki ayrı ateş mevzubahis olabilir. Biri, insanların haşrini (toplanmasını) sağlayacak Kıyamet ateşidir; biri de 654 yılında Medine'de volkan patlamasını andıran gürültü ve zelzele ile ortaya çıkıp birkaç gün dehşet saçan bir ateştir. Bu ateş, müşahid müelliflerin ifadesiyle -ki müteakiben kaydedeceğiz- Busra dağlarından da görülmüştür.
     Busra, bugünün Şam şehrine üç konak mesafede Havran da denen tarihî bir kasabanın adıdır.
     Medine'de çıktığı belirtilen ateş mevzuuna devrin alimleri fazlaca ehemmiyet vererek bir kısmı bizzat müşahedesini, bir kısmı da işittiklerini olmak üzere bize aktarmışlardır. İbnu Hacer bu kaynaklardan iktibaslar yaparak hâdise hakkında geniş bilgi verir. Bazı özetlemeler yapacağız:
     "Kurtubî (ki vefatı 671'dir) "et-Tezkire nam" eserinde der ki: "Hicaz'ın Medine yakınlarında bir ateş çıktı. Bu ateş hicrî 654 yılının Cemadiyelahir ayının üçünde çarşamba gününün gecesinde şiddetli bir zelzele ile başladı. Cuma günü kuşluk vaktine kadar devam etti. Zelzele o vakitler sükun buldu. (Bir volkan patlaması olan) ateş, Kureyza yurdunun Harre tarafındaki düzlükte muazzam bir cesamette zuhur etti. Kırmızı ve mavi renkte ateşten bir nehir gibi akmaya başladı. Bu ateş tufanı, akarken gök gürültüsü gibi bir kısım sesler ve uğultular çıkarıyor, önüne gelen dağları ve kayaları eritip sürüklüyordu. Böylece akıntı er-Rekbü'l-Irakî mıntıkasına kadar geldi. Selin önünde sürüklenen cisimler orada dağ gibi büyük bir set meydana getirdi. Ateş Medine yakınlarına kadar da gelmişti. (Ancak Cenab-ı Hak oranın hürmetine binaen daha da ilerlemesini durdurdu). Medine cihetinden esen serin bir rüzgâr, ateşi söndürdü. İnsanlar, bu ateşten tıpkı denizdeki galeyan gibi kaynamalara şahid oldu. Bir dostum: "Ben bu ateşin beş gün kadar yer ve göğe yükseldiğini müşahede ettim" dedi. Yine işittim ki, ateş Mekke'den ve  Busra dağlarından da görülmüş."
Nevevî der ki: "Bu ateşin çıkışı bütün Suriye ahalisi nezdinde tevatüren şüyû bulmuş."
Ebu Şâmme -ki Şamlıdır ve 665 yılında vefat etmiştir- Zeylü'r-Ravzateyn adlı eserinde şu bilgiyi dermeyan eder: "Medine-i Münevvere'den 654 yılında Şa'ban ayının başlarında bazı mektuplar geldi. Bu mektuplarda Medine'de zuhur eden büyük bir hâdise anlatılıyordu. Bu hadise, Sahiheyn'de kaydedilmiş  olan bir hadis-i şerifin  ihbarını te'yid eder mahiyette idi." Bu hadisi de kaydeden Ebu Şâmme devamla der ki: "Hâdiseye şahid olanlardan sözüne güvendiğim biri, ateşin saçtığı ışık altında Teymâda mektup yazabildiğini söyledi." Bu mektuplarda Kurtubî'nin kaydettiği durumları andıran tasvirler var. Bu cümleden olarak, birinin yazdığına göre, Cemadiye'l-ahire ayının hafta başlarında Medine'nin doğusunda muazzam bir ateş zuhur etmişti ve ateşle Medine arasında yarım günlük mesafe vardı. Yerden patlayan ateş, bir vadi dolusu akmaya başlamış ve Uhud dağının hizasına kadar gelmiştir.
     Bir diğer mektupta yazıldığına göre, "yer, Harre bölgesinde büyük bir ateş püskürtmüş, bu ateşin büyüklüğü Medine'deki Mescid-i Nebevî azametinde olmuştur ve bizzat Medine'den görülmüştür. Bundan hasıl olan ateş vadisinin boyu dört fersaha, genişliği dört mile ulaşmıştır. Bu vadide küçük çukurlar ve tepeler meydana gelmiştir." Bir başka mektupta: "Ateşten öyle bir ziya çıktı ki bunu Mekke'den gördükleri, ateşte uğultular olduğu, tasvirinden aciz kalınan bir mahiyet arzettiği" yazılmıştır. Ebu Şâmme, "Halkın bununla ilgili olarak şiirler inşad ettiğini, bu halin aylarca devam edip sonunda söndüğünü" yazar.
     İbnu Hacer, bu açıklamalardan sonra, hadiste geçen ateşin Medine yakınlarında zuhur ettiği belirtilen bu ateş olduğu kanaatini beyan eder. Kurtubî ve birçoklarının da bu kanaatte olduklarını belirtir. Sonra: "İnsanları haşredecek olan ateş bir başka ateştir" der.
Bundan sonra İbnu Hacer, cahiliye devrinde Hicaz bölgesinde, Halid İbnu Sinan zamanında yine Medine civarında çıkmış olan bir ateşten bahseder. Bu ateşle ilgili haber Ebu Ubeyde Ma'mer İbnu'l-Müsenna'nın Kitabu'l-Cemacim adlı eseri ile Hakim'in el-Müstedrek'inde anlatılmıştır.
     Teferruatı efsane olan bu hâdise mevzumuzu ilgilendirmez. Ancak, o bölgenin zaman zaman bu çeşit hâdiselere sahne olduğu hususunda bir fikir verir ve kıyamete yakın da böyle bir hâdisenin çıkabileceği meselesinde kanaat hasıl eder. Ancak şu da var ki, hadiste zikredilen ateş, bir volkan patlaması şeklinde değil, bütün insanları ilgilendirip belli bir görüşte toplayacak farklı bir ateş şeklinde de tecelli edebilir.


12 Eylül 2012 Çarşamba

T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ 35 HEMŞİRE ALACAK


T.C. ERCİYES ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ'nden
Üniversitemiz Hastanelerinde, (giderleri döner sermaye gelirlerinden karşılanmak üzere) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4. maddesinin (B) fıkrasına göre istihdam edilmek üzere 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Kararnameye ekli 28/06/2007 Tarihli ve 26566 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar'da yer alan Ek 2. Maddesinin (b) fıkrasına göre Kamu Personeli Seçme Sınavı (B) grubu puan sırası esas alınmak suretiyle aşağıda belirtilen pozisyona sözleşmeli personel alınacaktır.

ALINACAK SÖZLEŞMELİ PERSONELİN
UNVANIADEDİARANILAN NİTELİKLERSÖZLEŞME
BRÜT ÜCRETİ
HEMŞİRE35Sağlık Yüksek Okullarının Hemşirelik ve / veya
Sağlık Memurluğu bölümünden lisans mezunu olmak.
1,681.20 TL.

GENEL ŞARTLAR:
1- Başvuracak adaylarda yukarıda belirtilen özel şartlar ile 657 sayılı Kanunun 48. maddesinde belirtilen aşağıdaki genel şartlar aranır:
a) T.C. Vatandaşı olmak,
b) Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
c) Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.
ç) 657 Sayılı Kanunun 53. madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut veya akıl hastalığı bulunmamak,
d) Erkek adayların askerlik hizmetini yapmış olmak veya muaf olmak veya tecilli olmak.
2- Herhangi bir Sosyal Güvenlik Kurumundan, emeklilik veya yaşlılık aylığı almıyor olmak.
3- 2012 KPSSP3 (B) grubu puanı esas alınacaktır.
4- 5917 sayılı Kanunun 47. maddesinin 5. fıkrası a (2) bendi gereğince 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 4/B maddesi gereğince, sözleşmeli olarak istihdam edilenler hizmet sözleşmesine aykırı hareket etmesi nedeniyle kurumlarınca sözleşmelerinin feshedilmesi veya sözleşme dönemi içerisinde Bakanlar Kurulu Kararı ile belirlenen istisnalar hariç sözleşmeyi tek taraflı feshetmeleri halinde, fesih tarihinden itibaren 1 (bir) yıl geçmedikçe kurumların sözleşmeli personel pozisyonlarında istihdam edilemezler.

BAŞVURU ŞEKLİ VE YERİ:
Müracaatlar ilanın gazetede yayımlandığı günü izleyen 15 gün içinde (mesai bitimine kadar) Erciyes Üniversitesi Personel Daire Başkanlığından temin edecekleri başvuru formu ve istenilen belgeler ile birlikte (noter tasdikli veya aslı görülmek üzere) şahsen başvuru yapılacaktır. Posta ile yapılan müracaatlar kabul edilmeyecektir.

BAŞVURULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ VE SONUÇLARI:
KPSS (B) gurubu puan sıralamasıyla atanmaya hak kazanan adayların isim listeleri, işe başlamaları için gerekli evraklar ile evrakların teslim edileceği yer ve zaman başvuru bitim tarihi itibariyle en geç 7 (yedi) iş günü içerisinde www.erciyes.edu.tr adresinden ilan edilecektir. Her kadronun 1 (bir) katı kadar yedek belirlenecektir. Asil kazananlardan başvuran olmadığı takdirde veya aranan şartları taşımadığı tespit edilenlerin yerine yedek kazananlardan sırasıyla yerleştirme yapılacaktır. Bu ilan tebliğ mahiyetinde olacağından, ayrıca tebligat yapılmayacaktır.

İSTENİLEN BELGELER:
1- Öğrenim Belgesi aslı ve fotokopisi
2- 2012 KPSSP3 (B) grubu sınav sonuç belgesi (aslı yada internet çıktısı fotokopisi)
3- Nüfus cüzdanı aslı ve fotokopisi
4- Erkek adaylar için askerlik durum belgesi aslı ve fotokopisi
5- Fotoğraf (1) adet

6 Eylül 2012 Perşembe

300 adet Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcısı alınacaktır.


SOSYAL GÜVENLİK
DENETMEN YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU
     Sosyal Güvenlik Denetmeni olarak yetiştirilmek üzere, Kurumumuz taşra teşkilatına 300 adet Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcısı alınacaktır.

I - BAŞVURU ŞARTLARI
1. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen şartları haiz olmak.
2. En az dört yıllık eğitim veren yüksek öğretim kurumlarının hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idari bilimler, iktisat, işletme fakülte, yüksekokul veya bölümlerinden ya da bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olmak.
3. Sınavın yapıldığı gün itibarıyla otuzbeş yaşını doldurmamış olmak.
4. Görevini devamlı olarak yapmaya engel bir durumu olmamak.
5. ÖSYM tarafından 09-10 Temmuz 2011 veya 07-08 Temmuz 2012 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden, KPSSP113 puan türünden 80 ve üzeri puan almış olmak ve kontenjanın 2 katı 600 aday arasına girmek. (son sıradaki adayla eşit puana sahip adaylar sınava çağrılacaktır.)
6. Kurumca açılan giriş sınavlarında iki defadan fazla başarısız olmamak.

II - BAŞVURU ŞEKLİ, YERİ VE İSTENİLEN BELGELER
Başvuru, aşağıda sayılan belgelerle birlikte 10/09/2012 tarihinden 21/09/2012 tarihi saat 17:30’a kadar Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı Ziyabey Cad. No: 6 Balgat/ANKARA adresine elden veya posta yolu ile yapılacaktır. Postadaki gecikmeler ve süresi içerisinde belirtilen adrese ulaşmayan müracaatlar dikkate alınmayacaktır.
İstenen Belgeler:
1.  www.sgk.gov.tr   adresinden temin edilecek ve adayın kendi el yazısı ile doğru, okunaklı ve eksiksiz olarak doldurulacak İş Talep Formu.
2. Öğrenim veya çıkış belgesinin aslı veya Kurumca onaylı örneği.
3. KPSS sonuç belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı.
4. 2 adet arkası isim yazılı fotoğraf. (4,5X6 ebadında)
Aslı ibraz edilmek kaydıyla getirilen belgelerin fotokopileri İnsan Kaynakları Daire Başkanlığı tarafından tasdik edilebilecektir. Eksik belge ve bilgileri bulunan başvurular ile şartları taşımadığı halde yapılan başvurular, değerlendirmeye alınmayacaktır.

III - SINAVIN ŞEKLİ
Sınav, adayların IV bölümünde belirtilen sınav konularına ilişkin bilgi düzeyi ve bir konuyu kavrayıp özetleme ifade yeteneği ve muhakeme gücü, liyakati temsil kabiliyeti davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, özgüveni ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı, genel yetenek ve genel kültürü, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı yönlerinden ayrı ayrı değerlendirilmek suretiyle sözlü olarak yapılacaktır.

IV - SINAVIN KONULARI
a) Kamu maliyesi:
1) Maliye teorisi (kamu gelir ve giderleri, kamu borçları ve bütçesi).
2) Maliye politikası.
3) Vergi hukuku ve Türk vergi sistemi.

b) İktisat:
1) İktisat teorisi (mikro iktisat, makro iktisat ve iktisadi analiz).
2) İktisat politikası.
3) Para teorisi ve politikası.
4) Uluslararası iktisat.
5) Türkiye ekonomisi ve güncel ekonomik sorunlar.

c) Hukuk:
1) Anayasa hukuku.
2) Medeni hukuk (aile hukuku ve miras hukuku hariç).
3) Borçlar hukuku.
4) Ticaret hukuku (ticari işletme hukuku, şirketler hukuku ve kıymetli evrak hukuku).
5) İdare hukuku ve idari yargılama usul hukuku.
6) İş ve sosyal güvenlik hukuku

ç) Muhasebe:
1) Genel muhasebe.
2) Mali tablolar analizi.

V - SINAVIN YERİ VE TARİHİ
Sınav 05-11/11/2012 tarihleri arasında Ankara’da yapılacak olup, sınava girmeye hak kazanan adayların listesi ve sınav tarihleri 08-12/10/2012 tarihleri arasında www.sgk.gov.tr internet adresinde ilan edilecektir.

VI - DEĞERLENDİRME
Sınav, Komisyon tarafından değerlendirilecek olup, başarılı sayılmak için Komisyon başkan ve üyelerinin yüz tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az yetmiş olması şarttır. Sınav sonucu belirlenen başarı listesi www.sgk.gov.tr internet adresinde ilan edilecektir.

VII - DİĞER HUSUSLAR
Giriş sınavı sonucunda başarılı olan adayların, tebliğ tarihinden itibaren, belirtilen belgeler ile on gün içerisinde yazılı olarak yapacakları başvuru üzerine durumlarına uygun Sosyal Güvenlik Denetmen Yardımcılığı kadrolarına atamaları yapılacaktır.
Gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavları geçersiz sayılarak atamaları yapılmaz, atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir ve haklarında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur.

2 Eylül 2012 Pazar

TC. BAŞBAKANLIK, MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI

TC. BAŞBAKANLIK
MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI
TC. Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı kadrolarında görevlendirilmek üzere Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı giriş sınavı yapılacaktır.

I - SINAVA KATILABİLME KOŞULLARI
a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 48'ınci maddesinde belirtilen şartları taşımak,
b) Yazılı sınavın yapıldığı tarihte 35 yaşını doldurmamış olmak
c) En az dört yıllık lisans eğitimi veren Hukuk, Siyasal Bilgiler, İktisat, İşletme, İktisadı ve İdari Bilimler Fakülteleri ile en az dört yıl eğitim veren ve denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurtiçi ve yurtdışı eğitim kurumlarından birini bitirmiş olmak.
d) Sağlıkla ilgili olarak görevlerini devamlı yapmaya engel bir durumu olmamak,
e) Sicil, tutum ve davranışları yönünden Başbakanlık Müfettişliğine engel durumu bulunmamak.
f) Erkek adaylar için askerlikle ilişiği olmamak
g) ÖSYM tarafından 09-10 Temmuz 2011 ve 7-8 Temmuz 2012 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı KPSS Puan Turu KPSSP 40 puan türünden 85 ve daha uzerı puan alan adaylar arasından yapılacak başvurularda: en yüksek puan sıralamasına göre ilk 200 kişi içerisinde bulunmak (200 uncu adayla aynı puana sahip olan adaylar da sınava kabul edilirler.),
h) Süresi içinde başvurmak ve başvuru belgesi ile birlikte istenilen belge ve bilgileri Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına teslim etmiş olmak

II - BAŞVURU SIRASINDA İSTENİLEN BELGELER,
Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı Giriş Sınavına girmek isteyenler Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına.
a) Başvuru sahibi tarafından doldurulacak aday formu.
b) Yüksek Öğrenim Kurum diploma veya bitirme belgesinin aslı veya onaylı sureti,
c) iki adet vesikalık fotoğraf.
d) KPSS Sınav Sonuç Belgesinin aslı veya onaylı sureti ile müracaat ederler. Yüksek öğrenim Kurumu diploma veya bitirme belgesinin aslını ve veya KPSS Sınav Sonuç Belgesinin aslını Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığına ibraz eden adaylara, Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığınca bu belgelerin onaylı sureti verilecektir. Yazılı sınavı kazanacak adaylardan sözlü sınava girmeden önce istenecek belgeler Giriş Sınavı Broşüründe belirtilmiştir. İstekliler Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı Giriş Sınavı başvuru formunu ve sınava giriş şartlarını içeren broşürü www.teftis.gov.tr veya www.basbakanlik.gov.tr internet adreslerinden veya Necatibey Caddesi No 110 A Kat:2 (06100) Yücetepe ANKARA adresindeki Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığından temin edebilirler. Eksik belge ve bilgi ile yapılan başvurular işleme konulmayacaktır.

III - SINAV ŞEKLİ VE KONULARI
Giriş sınavı yazılı ve sözlü sınav aşamalarından oluşur. Yazılı sınav konuları ile giriş sınavına ilişkin diğer usul ve esaslar "Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı Giriş Sınavı Broşürün" de açıklanmıştır.

IV - SINAV TARİHİ VE YERİ
Başbakanlık Müfettiş Yardımcılığı Giriş Sınavının yazılı bölümü 24-25 Kasım 2012 tarihlerinde saat 09:30'da başlamak üzere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Merkez Bina Anfileri, Cemal Gürsel Caddesi No.: 58 Cebeci Kampusu Cebeci - ANKARA adresinde yapılacaktır. Yazılı sınavı kazanan adaylara sözlü sınavın tarihi ve yeri ayrıca www.teftis.gov.tr veya www.basbakanlik.gov.tr internet adreslerinden ilan edilecektir.

V - BAŞVURU ŞEKLİ VE SÜRESİ İLE YAZILI SINAVLA İLGİLİ İŞLEMLER
Sınava katılmak isteyen adayların, giriş sınavının yazılı bölümü için istenen belgelerle birlikte en geç 09 Kasım 2012 gunu Saat 18.00 e kadar Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanlığı Necatibey Cad. No.: 110-A  Kat: 2 (06100) Yücetepe - ANKARA adresine şahsen veya postayla başvurmaları gerekmektedir. Postadaki gecikmeler ve belirtilen tarih ve saatten sonra yapılan başvurular dikkate alınmayacaktır. Yazılı sınavına katılmaya hak kazanan adaylar ile yazılı ve sözlü sınav sonuçları www.teftis.gov.tr veya www.basbakanlik.gov.tr internet adreslerinden ilan edilecektir. Sınav Giriş Belgesi sınava girmeden önce sınav salonunun girişinde görevli personel tarafından adaylara elden teslim edilecektir. Ayrıca, adayların yazılı sınavda kimlik tespitinde kullanılmak üzere nüfus cüzdanı, sürücü belgesi veya pasaport gibi fotoğraflı bir kimlik belgesini yanlarında bulundurmaları gerekmektedir.

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...