5 Kasım 2012 Pazartesi

İSLAM İLMİHALİ / Altıncı Bölüm: NAMAZ - Ondördüncü Konu: NAMAZLA İLGİLİ BAZI MESELELER - 2 (CEM`)



İSLAM İLMİHALİ
Altıncı Bölüm: NAMAZ
Ondördüncü Konu: NAMAZLA İLGİLİ BAZI MESELELER - 2


     C) İKİ NAMAZI BİR VAKİTTE KILMAK (CEM`)     Cem` kelimesi, sözlük anlamı itibariyle "iki veya daha fazla şeyi bir araya getirmek, toplamak" anlamlarına gelir. Cem`in fıkıhtaki terim anlamı ise, "birbirini takip eden iki namazın (öğle ile ikindinin veya akşam ile yatsının), bu ikisinden birinin vaktinde, birlikte ve peşipeşine kılınması"dır. Eğer bu birlikte kılma, birinci namazın vaktinde ise buna cem`-i takdîm, ikincisinin vaktinde ise cem`-i te'hîr denilir.
     Âlimler, hac zamanında Arafat'ta öğle ile ikindinin öğle namazının vaktinde birlikte kılınması (cem`-i takdîm) ve Müzdelife'de akşam ile yatsının yatsı namazının vaktinde birlikte kılınması (cem`-i te'hîr) konusunda görüş birliği etmişlerdir. Bu iki yer dışında iki namazı cemederek birlikte kılmanın câiz olup olmadığında ve cemetmeyi câiz kılan mazeretlerin neler olduğunda farklı görüşler öne sürmüşlerdir.
     Hanefî mezhebinde, hac zamanında Arafat ve Müzdelife'deki cem`in dışında, iki namazın bir vakitte cemedilmesi câiz görülmez. Bununla birlikte Hanefîler'e göre yolculuk, yağmur gibi cem`i mubah kılan mazeretlerin bulunması durumunda şöyle bir cem` uygulaması mümkündür: Bir namaz (öğle veya akşam), diğer namazın (ikindi veya yatsı) vaktinin girmesine yakın bir zamana kadar geciktirilip, bu namazın kılınmasından sonra diğerinin vaktinin girmesi ve bu namazın da kendi vaktinde kılınması mümkündür. Bu uygulamada, bir namaz hemen diğerinin ardından kılındığı için buna "cem`ü'l-fiil" ve "cem`ü'l-muvâsala" denildiği gibi, bir namaz son vaktinde diğeri de ilk vaktinde olmak üzere her namaz kendi vakti içinde kılınmış olacağı için buna "mânevî cem`" ve "şeklî (sûrî) cem`" de denilir. Bu şekildeki cem`, yukarıda tanımı verilen gerçek anlamda bir cem` değildir. Çünkü bu uygulamada vakit değil, fiil birleştirilmektedir.
     Ebû Hanîfe, arefe günü Arafat'ta birlikte kılınan öğle ve ikindi namazının cemaatle kılınmasını şart koştuğu halde diğer mezhepler bu şartı aramazlar. Cem` ile namaz kılınırken bir ezan okunur, fakat iki namaz için ayrı ayrı kamet getirilir. Öğle namazının farzı eda edildikten sonra sünnet kılınmaksızın ikindi namazına geçilir. İkindi namazı öğle namazına tâbi olduğundan, öğle namazı herhangi bir nedenle sahih olmamışsa ikindi namazının da öğle ile birlikte iade edilmesi gerekir. Müzdelife'de ise akşam ile yatsı namazı tek ezan ve tek kamet ile kılınır. Akşamın farzı ile yatsının farzı arasında sünnet namaz kılınmaz. Arada sünnet kılınmışsa yatsı için tekrar kamet getirilir.
     Diğer mezheplerde cem`, belirli sebep ve şartlarla câiz görülmüştür. Şiî-Ca`ferî mezhebinde ise, hiçbir mazerete gerek olmaksızın iki namazın bir vakitte cemedilmesi câizdir. Cem`i kabul edenlere göre, iki namazın cemedilmesini câiz kılan sebepler, ayrıntıdaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa şunlardır: 1. Yolculuk (sefer), 2. Yağmur, çamur, kar, dolu, 3. Hastalık, 4. İhtiyaç ve meşguliyet.
     1. Yolculuk. Hanefîler dışındaki çoğunluk âlimler, yolculuğu bir mazeret kabul ederek, yolculukta cem` yapılmasını câiz görmüşlerdir. Ancak bazı ayrıntılarda aralarında görüş ayrılığı vardır. Buna göre Mâlikîler, cem` yapmanın câiz olabilmesi için yolculuğun yorucu bir yolculuk olmasını şart koşarken, Şâfiîler ve Hanbelîler, yorucu olup olmamasına bakılmaksızın yolculuğun her hâlükârda cem` için bir mazeret olduğunu söylerler. Bu noktada Şâfiîler, Mâlikîler'in ve Hanbelîler'in aksine, ayrı bir şart ileri sürerek, cem` yapmayı câiz kılan yolculuğun, herhangi bir yolculuk değil, namazların kısaltılmasını câiz kılan nitelik, süre veya mesafedeki yolculuk olduğunu söylerler. Bu arada yolculuğun türüne ve amacına bağlı olarak da bazı görüş ayrılıkları ortaya çıkmıştır. Kimi Mâlikîler, deniz yolculuğunu da sefer hükmünden istisna etmişlerdir.
     2. Yağmur, Kar, Dolu. Yağmur, şiddeti konusundaki görüş ayrılıkları bir tarafa bırakılacak olursa, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde, yolcu olmayan (mukim) kişiler için bir mazeret kabul edilmiş ve böyle günlerde namazın cem`i belli şartlarla câiz görülmüştür. Mâlikîler ve Hanbelîler, sadece akşam ile yatsının mescidde cem`-i takdîm olarak cemedilmesini câiz görürken, Şâfiîler buna öğle ve ikindinin cem`ini de ilâve etmişlerdir. Bu ve benzeri sebepler, evde değil, sadece mescidde cemaatle birlikte cem` yapmayı câiz hale getirir.
     Şâfiîler, yerlerin çamurlu olmasını cem` yapmayı câiz kılan mazeret kabul etmezken, Hanbelîler bunu bir mazeret saymış, Mâlikîler ise cem`in câiz olabilmesi için çamurla birlikte zifiri karanlık durumunun bulunmasını şart koşmuşlardır.
     3. Hastalık. Mâlikîler'e göre hasta bir kişi, ikinci bir namazın vaktine kadar durumunun namaz kılamayacak derecede kötüleşeceğinden veya bayılacağından endişe ediyorsa, cem` yapabilir. Hanbelîler de hastalık sebebiyle meşakkat söz konusu olduğunda cem`i câiz görmüşler ve emzikli kadını, istihâze kanı gören kadını, özür sahibi kişileri ve her vakit için abdest almaktan âciz olan kişileri de aynı hükümde tutmuşlardır. Şâfiîler'e göre ise hastalık sebebiyle cem` câiz değildir.
     4. İhtiyaç, Meşguliyet ve Sıkıntı. İhtiyaç ve sıkıntı sebebiyle cem` genelde câiz görülmemiştir. Cem` konusunda en geniş görüşe sahip olan Hanbelî mezhebinde sıkıntı ve meşguliyetin cem`i câiz kılacağı söylenmektedir. Hanbelî fakihi Ebû Ya`la'nın bu hususta getirdiği ölçü şudur: "Cumanın ve cemaatle namazın terkedilmesini câiz kılan her sebep, cem`i de câiz kılar". İbâzî mezhebine göre ise, namazın vaktinde kılınmasında sıkıntı doğuran her mazeret cem` için bir sebep teşkil eder. İbn Sîrîn, İbn Şübrüme, Eşheb gibi ünlü âlimler ve bazı Şâfiî fakihleri, bir sebep olmaksızın cem` yapılmasını da -itiyat haline gelmemesi şartıyla- câiz görmüşlerdir. Saîd b. Müseyyeb'in de bu yönde bir fetvası bulunmaktadır.
     Mezheplerin cem` konusunda görüş ayrılığına düşme sebepleri üç noktada toplanabilir:
     1. Namazların vakitlerini tayin eden hadisler yanında, cem` konusunda birbiriyle çelişir gözüken haberlerin bulunması. Bu durumda kimi âlimler, cem` konusundaki haberlerin, vakitlemeye ilişkin hadisleri tahsis ettiğini ileri sürerek cem`i câiz görürken, kimileri de cem` konusundaki haberleri te'vil ederek cem`e karşı çıkmışlardır.
     2. Arafat ve Müzdelife'de cem` yapmanın meşrûluğunda ittifak vardır. Diğer zaman ve yerlerdeki namazın buna kıyas edilip edilmeyeceği tartışma konusu olmuştur. Bu kıyası câiz görenler, cem`i de câiz görmüşlerdir.
     3. Namazların müşterek vakitleri olup olmadığı noktasındaki tartışma da, cem` konusundaki görüş ayrılığının önemli bir nedeni olmuştur.
     Beş vakit namazın ilk ve son vakitleri, ayrıntıdaki ihtilâflar bir yana, bellidir ve herkes tarafından kabul edilmektedir. Ca`ferî mezhebinin vakit anlayışı, Ehl-i sünnet'ten farklı olup, olağan durumlarda bile cem`e imkân veren bir şekildedir. Şiîler genelde cem` yaparak namaz kıldıkları için, onların namazı üçe indirdiği zannedilir.
     Burada cem`i câiz görenlerin ve câiz görmeyenlerin gerekçelerini tartışmayacağız. Hanefîler iki yer dışında cem`i kabul etmemiş, diğer mezhepler belli mazeretler sebebiyle cem`i kabul etmişlerdir. Hanefî mezhebinin görüşü, teorik olarak daha tutarlı ve savunulabilir olmakla birlikte, günümüzde cem`in yapılmasının namaz kılanlara sağlayacağı birtakım kolaylıklar bulunmaktadır. Cem` yapmak sonradan ortaya çıkmış, uydurulmuş bir uygulama değildir. Nitekim Arafat ve Müzdelife'de cem` yapılacağını bütün mezhepler söylemektedir. Bunun yanında Hz. Peygamber'in çeşitli zamanlarda ve çeşitli durumlarda iki namazı birleştirerek bir vakitte kıldığı yönünde rivayetler bulunmaktadır. Gerek Arafat ve Müzdelife'deki cem`in, gerekse öteki rivayetlere göre çeşitli zamanlarda yapılan cem`in gerekçesi ve hikmeti namaz kılanlara kolaylık sağlanmasıdır. Hz. Peygamber'in, korku ve yolculuk durumu olmaksızın da öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikte kıldığına dair rivayetler bulunduğu gibi (Muvatta, I, 144; Müslim, "Salâtü'l-müsâfirîn", 49), bazı sahâbîlerin de cem` yaptığı nakledilmektedir.
     Cem`in Arafat ve Müzdelife dışında câiz olmadığını savunan Hanefîler ise büyük ölçüde, namazların belli vakitlere göre belirlendiğini bildiren âyetlere (el-Bakara 2/238; en-Nisâ 4/103) ve Cibrîl'in peş peşe iki gün Hz. Peygamber'e imamlık yaparak namazların ilk ve son vakitlerini göstermesine dayanmışlardır. Bu âyetler ve bu rivayet, her bir namazın kendine özel bir vakti bulunduğuna ve bu vaktin öncesine veya sonrasına alınmasının câiz olmadığına delâlet etmektedir. Hanefîler ayrıca, namazın kasten geciktirilerek vaktinin çıkmasına yol açmayı tehditli ifadelerle yasaklayan hadislere ve İbn Mes`ûd'dan gelen mukabil rivayetlere de tutunmuşlardır.
     Namaz için özel vakitler konulmuş ve bu vakitler namazın vücûbu için sebep kılınmıştır. Kur'an'da mücmel olarak belirtilen vakitler, Hz. Peygamber tarafından belirlenmiş ve namaz vakitleri tevâtürle sabit olmuştur; tevâtürle sabit olan bir şeyi de haberi vahidle terketmek kesinlikle câiz değildir. Şu kadar ki, namaz vakitlerini fiilî olarak uygulayan ve belirten Hz. Peygamber olduğu gibi, cem`in meşruiyetini söz ve fiili ile belirten de odur. Sünnetin bir kısmı alınıp bir kısmı atılamayacağına göre, bunların arasını uzlaştırmak gerekir.
     Buna göre, olağan ve normal durumlar için beş vakit namazın vakitlerine titizlikle uyulması kuraldır. Ancak bazı özel durumlarda, ihtiyaç ve zaruret sahiplerine de cem` ruhsatı tanınmış olmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Cem`, bir ruhsat ve kolaylaştırmadır; gerektiğinde bu ruhsattan istifade edilmelidir. Sünnî fıkıh mezheplerine göre kural, her namazın kendi özel vaktinde kılınmasıdır. Ancak geçerli bir mazeretin olması durumunda cem` yapılabilir. Namaz dinin direği kabul edildiği için, hiçbir mazeret nedeniyle terkine izin verilmemiş, fakat kılınabilmesi için birtakım kolaylıklar getirilmiştir. Bu bakımdan olağan dışı durumlarda, alışkanlık haline getirmemek kaydıyla ve belirli şartlarla cem` yapılabilir. Namazı vaktinde kılmalarında bir sıkıntı ve güçlük söz konusu olan kişilerin, kendi durumlarını yukarıdaki bilgi ve ruhsatlar çerçevesinde değerlendirerek netice itibariyle Allah'a karşı şahsî sorumluluğunu ilgilendiren bu konuda kendilerinin karar vermesi en uygun olan yoldur. Ayrıca bilinmelidir ki, cem`-i takdîm veya cem`-i te'hîr yapmak, namazın amacının gerçekleşmesi bakımından, namazın kazâya kalmasından daha uygun bir çözüm olarak görünmektedir.


     Cem` Yaparken Dikkat Edilecek Hususlar     Sabah namazı hiçbir şekilde cemedilemez. Cem` yalnızca öğle ile ikindi ve akşam ile yatsı arasında olabilir.
     Şayet cem`-i takdîm yapılacaksa, meselâ öğle ile ikindi, öğlenin vaktinde birlikte kılınacaksa, öğle namazına başlarken cem` yapmaya niyet etmek gerekir. Kimilerine göre, birinci namazı bitirmedikçe de niyet edilebilir. Cem`-i tehîrde ise, birinci namazın vakti içerisinde cem` yapmaya niyet etmek gerekir. Aksi takdirde, namazı vaktinden sonraya ertelemiş olur ki bu haramdır.
     Cem`-i takdîmde, sırayı gözetmek (tertibe riayet etmek) gerekir. Öğle ile ikindi cem` ediliyorsa önce öğle, sonra ikindi kılınmalıdır. Cem`-i te'hîrde ise sıraya riayet edilmezse Hanbelîler'e göre sahih olur; Şâfiîler'e göre de sahih olmakla birlikte ikinci namaz kazâ olarak kılınmış olur.
     Cem` yapılırken, iki namazın ara vermeksizin peşi peşine kılınması (muvâlât) gerekir. Mâlikîler, birlikte kılınan iki farzın arasına nâfile katmayı dahi uygun görmemişlerdir. Şâfiî ve Hanbelîler'e göre eğer cem` birinci namazın vaktinde yapılıyor (cem`-i takdîm) ise, peş peşelik şarttır; ikinci namazın vaktindeki yapılıyor ise bu şart değildir. İki namaz arasında verilebilecek aranın belirlenmiş bir miktarı olmayıp, abdest alacak ve kamet getirecek kadar bir süre olduğu söylenmektedir.
     Akşam ile yatsının cem`-i takdîm olarak birlikte kılınması durumunda vitir namazının ne olacağı konusunda da ağırlıklı görüş, bunun yatsı namazına tâbi olduğu ve dolayısıyla yatsı namazı kılındıktan sonra kılınabileceği yönündedir.

2 Kasım 2012 Cuma

DİYANET İŞLERİNE KADROLU Açıktan 4110 Personel Alım Duyurusu

İlan Tarihi: 
01.11.2012
D  U  Y  U  R  U
Diyanet İşleri Başkanlığından;

Başkanlığımıza ait aşağıda sınıfı, unvanı, tahsil durumları, kadro derecesi ve sayısı belirtilen toplam 4110 adet boş kadroya; 2012 KPSS (B) grubu puan sırası esas alınarak aşağıdaki tabloda belirtilen her bir grup için boş kadro sayısının üç katına kadar Başkanlıkça yapılacak sözlü sınava çağrılacak adaylar arasından sınav sonucu başarı sırasına göre açıktan atama yapılacaktır.

I- Açıktan Atama Yapılacak Kadroların Sınıf, Unvan, Tahsil Durumları,
   Kadro Derecesi ve Adedine Göre Dağılımı

SINIFI
UNVANI
GRUP
KPSS MEZUNİYET DURUMU
KADRO DERECESİ
KONTENJAN SAYISI
D.H.S
Kur’an Kursu
Öğreticisi
1
İlahiyat Fakültesi
8-12
80
2
İlahiyat Ön Lisans Mezunu veya İlahiyat Ön Lisans + Diğer Lisans Mezunu
8-12
40
3
İ.H.L Mezunu+Diğer Lisans
8-12
10
4
İ.H.L Mezunu+Diğer Ön Lisans
8-12
10
5
İ.H.L Mezunu+Hafız
8-12
50
6
İ.H.L. Mezunu
8-12
10
TOPLAM
200
D.H.S
İmam-Hatip
1
İlahiyat Fakültesi
8-12
100
2
İlahiyat Ön Lisans Mezunu veya İlahiyat Ön Lisans +Diğer Lisans Mezunu
8-12
1000
3
İ.H.L Mezunu+Diğer Lisans
8-12
200
4
İ.H.L Mezunu+Diğer Ön Lisans
8-12
100
5
İ.H.L Mezunu+Hafız
8-12
800
6
İ.H.L. Mezunu
8-12
1560
TOPLAM
3760
D.H.S
Müezzin-Kayyım
1
İ.H.L Mezunu
8-12
60
2
Lise/Dengi Mezunu+Hafız
8-12
90
TOPLAM
150
GENEL TOPLAM
4110

II-  Sınava Katılmak İsteyen Adaylarda Aranan Şartlar
1.  657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen şartları taşımak.
2.  Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili yönetmeliklerinde ön görülen Din Hizmetleri Sınıfında çalışan personel için aranan “Ortak Nitelik” şartını taşımak.
3.  Müracaat ettiği unvanla ilgili geçerlilik süresi dolmamış yeterliğe sahip olmak (2009, 2011 veya 2012 yıllarında Başkanlıkça yapılan yeterlik sınavlarından birinde başarılı olmak).
4.  Kur’an Kursu Öğreticisi ve İmam-Hatip unvanı için İmam Hatip Lisesi veya üstü dini öğrenim mezunu olmak.
5.  Müezzin-Kayyım unvanı için İmam-Hatip Lisesi mezunu veya Lise/Dengi okul mezunu+hafız olmak.
Herhangi bir önlisans veya lisans mezunu olan ve KPSS sınavlarına önlisans veya lisans kategorilerinde katılan adaylar Müezzin-Kayyım unvanı için sınava müracaat edemeyeceklerdir.
6.  İmam-Hatip ve Müezzin-Kayyım unvanı için erkek olmak.
7.  İmam Hatiplik ve Müezzin Kayyımlık yapmaya mani bir özrü bulunmamak.
8.  Lisans mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP3 puan türünden 60 veya üzeri puan almış olmak.
9.  Önlisans mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP93 puan türünden 60 veya üzeri puan almış olmak.
10. Ortaöğretim mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP94 puan türünden 60 veya  üzeri puan almış olmak.
ü-  İlanda belirtilen şartları taşıyan ve halen Başkanlığımız teşkilatında sözleşmeli Kur’an kursu öğreticisi olarak görev yapan personel, Kur’an kursu öğreticiliği yeterlik şartı aranmaksızın Kur’an kursu öğreticisi kadrosu için sınava müracaat edebilecektir.
ü-  İlanda belirtilen şartları taşıyan ve halen Başkanlığımız teşkilatında sözleşmeli İmam-Hatip olarak görev yapan personel, İmam Hatip yeterlik şartı aranmaksızın İmam-Hatip unvanı için sınava müracaat edebilecektir. Ancak halen Başkanlığımız teşkilatında Sözleşmeli İmam-Hatip olup Müezzin Kayyım kadrosuna başvuranlarda ise Müezzin Kayyım yeterliğe sahip olmak şartı aranır.
ü-  İlanda belirtilen şartları taşıyan ve halen Başkanlığımız teşkilatında sözleşmeli Müezzin Kayyım olarak görev yapan personel, Müezzin Kayyım yeterliliği şartı aranmaksızın Müezzin Kayyım unvanı için sınava müracaat edebilecektir. Ancak, halen Başkanlığımız teşkilatında Sözleşmeli Müezzin Kayyım olup İmam Hatip kadrosuna başvuranlarda ise İmam Hatip yeterliğe sahip olmak şartı aranır.

III- Başvuru, Sınav, Atama İşlemleri ve Diğer Hususlar
a)  Başvuru İşlemleri
1.  Yukarıdaki şartları taşıyan adaylar, 01/11/2012 (08:00)-13/11/2012 (16:00) tarihlerinde www.diyanet.gov.tr adresindeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında bulunan program aracılığı ile KADROLU-2012-II Açıktan Personel Alımı e-Başvuru formunu kendileri doldurduktan sonra istenen belgelerle birlikte herhangi bir İl Müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir.
2.  İl Müftülüklerinde konuyla ilgili yetkilendirilmiş memurlar, adayın e-Başvuru formuna girdiği bilgiler ile verdiği belgelerdeki bilgilerin doğruluğunu tespit ettikten sonra aktivasyon işlemini gerçekleştireceklerdir.
3.  Onay (aktivasyon) işleminden sonra, anılan işlemi yapan yetkili memurlar, onaylı e-Başvuru formundan iki nüsha yazdıracaklar, müftülük gelen evrak defterine kaydı yapıldıktan sonra formun her iki nüshası, yetkili memur ve müracaat eden aday tarafından (adı, soyadı ve unvanı yazılarak) imzalanacak, formun bir nüshası müftülükteki dosyada muhafaza edilecek, diğer nüshası ise aday tarafından ibraz edilen belgeler ile birlikte adayın kendisine teslim edilecektir.
4.  Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.
5.  Her aday sadece bir unvan grubu için sınava müracaat edebilecektir. Birden fazla unvan grubuna müracaat eden adayların başvuruları geçersiz sayılacaktır.
6.  Adaylar, sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini e-Başvuru formundaki ilgili kısımda belirteceklerdir.
7.  Müracaatların sona ermesinden sonra adayın başvuru bilgilerinde hangi nedenle olursa olsun kesinlikle değişiklik yapılmayacaktır.
8.  İl Müftülüklerinde yapılan aktivasyon esnasında, e-Başvuru formunda beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösteren belge/belgeleri ibraz edemeyen adayların başvuruları kabul edilmeyecektir.
9.  Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan veya posta yolu ile yapılan müracaatlar ile 13/11/2012 (16:00)tarihinden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.
10.  Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasındaki e-başvuru formunu doldurmayan/dolduramayan veya il müftülüklerinde aktivasyon işlemini yaptırmayan/yaptıramayan adayların müracaat talepleri hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir.

b) Sınav İşlemleri
1.  Sözlü sınav, 19.11.2012-01.12.2012 tarihlerinde, Ankara, Antalya, Bolu, Bursa, Elazığ, Erzurum, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Konya, Manisa, Samsun, Trabzon, Şanlıurfa sınav merkezlerinde yapılacak; adaylar e-başvuru formunda sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini seçeceklerdir. Başvuruların sonra ermesinden sonra adayların sınav merkezi ve sınav tarihi değişiklik talepleri dikkate alınmayacaktır.
2.  Sınava katılma şartlarını taşıyan ve duyuruya uygun şekilde yapılan başvuruların, başvuru yapılan kontenjan grubuna tanınan sayıdan fazla olması halinde, kontenjan grubu dikkate alınarak KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere 3 katına kadar aday sözlü sınava alınacaktır. Eşit KPSS puanı almış son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde bu adayların tümü sözlü sınava çağrılacaktır.
3.  Sınava girmeye hak kazananlar 15.11.2012 tarihinden itibaren “Sınav Giriş Belgesi”ni, Diyanet İşleri Başkanlığı internet sitesi www.diyanet.gov.tr İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasından alabileceklerdir.
4.  Adaylar sınava gelirken “Sınav Giriş Belgesi” ile birlikte kimlik belgelerinden birini (Nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.
5.  Sözlü sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Söz konusu adaylara ne sebeple olursa olsun ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.
6.  Sözlü sınavda başarılı sayılmak için en az 70 puan almak şarttır. Atamalar ise, sınavda başarılı olan adaylar arasından en yüksek puandan başlanarak belirlenen kontenjan sayısınca yapılacaktır.
7.  Sınav sonuçları, Başkanlığımızın internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecektir.

c) Atama İşlemleri
1.  Sözlü sınav sonucu başarılı olan adaylar arasından, en yüksek puandan başlanmak suretiyle başarı sırasına göre, (belirlenen kontenjan sayısı kadar adaya) tercih hakkı verilecektir.
2.  Sözlü sınavda alınan puanların eşit olması halinde KPSS puanı yüksek olan, onun da eşit olması halinde KPSS’ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olan, bu tarihin de aynı olması halinde, doğum tarihi önce olan adaya tercih hakkı verilecektir.
3.  Tercih hakkı elde eden adaylar, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde Başkanlığımız www.diyanet.gov.tr internet sitesi İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecek tercih programı aracılığıyla tercihlerini yapacaklardır.
4.  Tercih yapmaya hak kazanan adaylardan Kur’an kursu öğreticileri en fazla 25 Kur’an kursu ismi, İmam-hatip ve Müezzin-kayyımlar en fazla 25 cami ismi tercihinde bulunabileceklerdir.
5.  Atamalar adayların tercih formundaki yer tercihleri dikkate alınarak yapılacaktır. Tercihlerine yerleşemeyen adaylar, ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen atanacaktır.
6.  Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde Başkanlığımız www.diyanet.gov.tr internet sitesindeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecek tercih formunu doldurmayan /dolduramayan adaylara her ne sebeple olursa olsun ek tercih hakkı verilmeyecektir.
7.  657 sayılı Devlet Memurları Kanunun 62 nci ve 63 üncü maddeleri gereğince, ataması yapılanların, atama emirlerinin kendilerine tebliğ tarihinden itibaren (belge ile ispatı mümkün zorlayıcı sebepler olmaksızın) 15 gün içerisinde işe başlamayanların atama onayları iptal edilecektir. Bu durumdaki adaylar 1 yıl süreyle devlet memuru olarak istihdam edilemezler.
8.  Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmeliğin ek 2 nci maddesindeki “Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde yapılan merkezi yerleştirme sonucu B grubuna ait herhangi bir kadro veya pozisyona yerleştirilen adaylar, daha sonraki personel alımları için yerleştirmelerine esas alınan puanla başvuruda bulunamazlar.” hükmü uyarınca; 2012-II Açıktan Atama Sözlü Sınavı sonucu yerleştirmeleri yapılan adaylar, bir sonraki KPSS sınavı sonucuna kadar yapılacak diğer açıktan atamalara başvuramayacaklardır.
9.  Diyanet İşleri Başkanlığı Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 17 nci maddesi 2 nci fıkrası uyarınca İmam-hatipler ilk defa (D) grubu köy ve kasaba camilerine atanırlar ve bu gruptaki görev süresi asgari üç yıldır.

d) Diğer Hususlar
1.  Sınav öncesi, sonrası ve atama sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi görev alsalar dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir.
2.  Bu duyurudaki şartlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı atamalar ile ilgilidir. (Bundan sonraki sınav ve atamalar için müktesep teşkil etmez.)
3.  Yerleştirme sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığının www.diyanet.gov.tr internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında duyurulacaktır.
4.  Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.

IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler
1.  T.C. Kimlik numaralı Kimlik Belgesi,
2.  KPSS’ye başvururken beyan ettiği öğrenim durumlarını gösterir Mezuniyet Belgesi (Adayların beyan ettiği öğrenim belgeleri mezuniyet belgesi olmalıdır. Birden fazla mezuniyet içeren unvan gruplarından birisine başvuracak adayların beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösterir belgelerin hepsini başvuru esnasında ibraz etmeleri gerekmektedir).
3.  KPSS Sonuç Belgesi,
4.  Hafızlık Belgesi (+Hafız kontenjan gruplarına dâhil olan adaylar ile hafız olduğunu beyan edenler için)
5.  Sabıka Kayıt Belgesi, (“Başvuru için gerekli belgeler” başlığı altında adaylardan istenen sabıka kayıt belgesinde, sabıka kaydı veya arşiv kaydı bulunanların mahkeme kararlarının Başkanlığımızca değerlendirilmek üzere 0312 285 85 72 nolu faksa ivedi olarak resmi yazı ile fakslanması ve Başkanlığımız görüşü alındıktan sonra aktivasyon işlemlerinin yapılması gerekmektedir.)
6.  Başvuru yapılan kadroda görev yapmaya mani bir özrü bulunmadığına dair beyanı,
7.  Askerlikle ilişiği olmadığına dair beyanı.

NOT: İbraz edilen belgeler, yetkili memurlar tarafından kontrol edildikten sonra adaylara iade edilecektir.

V- Sınav Konuları
Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin Kayyımlık sözlü sınavına katılacakların temel ve özel yeterliklerinin tespitinde, Başkanlığımız web sayfasında yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında din hizmetlerini yürütenlerin temel ve özel yeterlik kriterleri esas alınır.

A) Kur’an kursu öğreticisi ve imam-hatipler için;
1.  Kur’an-ı Kerim, (70 puan)
2.  Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları), (20 puan)
3.  Hitabet ve etik ilkeleri. (10 puan)

B) Müezzin-kayyımlar için;
1.  Kur’an-ı Kerim, (70 puan)
2.  Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları), (20 puan)
3.  Ezan, ikamet ve etik ilkeleri. (10 puan)

VI- İletişim
YazışmaAdresi:
Diyanet İşleri Başkanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve 
Sınavlar Daire Başkanlığı
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No:147/A 06800
Çankaya / ANKARA
e-mail :
persis@diyanet.gov.tr
Telefon :
(0312) 295 70 00
Fax :
(0312) 285 85 72

 İlgililere duyurulur.
 D.İ.B.İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

1 Kasım 2012 Perşembe

HADİS-İ ŞERİFLER - SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR



KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
KIYAMET VE KIYAMETLE İLGİLİ MESELELER BÖLÜMÜ
İKİNCİ BAB: SÛR'A ÜFLENMESİ VE NEŞR


1. (5050)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Sûrun sahibi (İsrafil aleyhisselam), sûr denen borusunu ağzına dayamış, yüzünü çevirmiş, kulağını dikmiş, üfleme emrini beklerken ben nasıl tereffühle (dünya nimetlerinden) istifade edebilirim?" buyurmuşlardı. Bu, sanki ashabına çok ağır gelmişti: "Peki biz ne yapalım -veya ne diyelim- ey Allah'ın Resûlü?" diye sordular. Onlara: "Hasbünallah ve ni'melvekil (Allah bize yeter, o ne  güzel vekildir!), Allah'a tevekkül ettik. -belki de "tevekkülümüz Allah'adır!"  demişti- deyiniz!" diye emir buyurdular."
[Tirmizî, Kıyamet 9, (2433).]

AÇIKLAMA:
el-Kâdı merhum, Resulullah'ın bu hadiste: "Kıyameti koparacak olan İsrafil, sûrunu ağzına  dayamış, üfleme emri beklerken yani kıyamet bu kadar yaklaşmış iken, ben nasıl ferah bir yaşayışa girebilirim?" demek istediğini söyler. Kıyamet ve ölüm hadiselerinin anılmasında, hatırlanmasında insanlara bir ders, bir nasihat var. Resulullah bu dersi vermektedir.

2. (5051)- İbnu Amr İbni'l-As (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'a sûr'dan sorulmuştu:
"Bu, içine üflenen bir boynuzdur!" diye cevap verdi."
[Ebu Davud, Sünnet 24, (4742); Tirmizî, Kıyamet 9, (2432).]

AÇIKLAMA:
1- Rivayetin Tirmizî'deki veçhinde bu soruyu bir bedevinin sorduğu belirtilir.
2- Sûr hakkında Mücahid'den gelen bir açıklamaya göre, sûr boynuz gibi bir şeydir. Yemen lehçesinde sûr kelimesi, boynuz manasında bir tabirdir. Bazılarına göre, bu kelime suret kelimesinin cem'idir. Yani ölülerin suretleri; bunlara ruh üflenir. Ancak doğru olanı, önceki açıklamadır. Çünkü hadislerde bu bazan "boynuz" demek olan karn kelimesiyle ifade edilmiştir.
     Alimler, ayetlerin tahlilinden, İsrafil'in sûra üç sefer üfleyeceğini istidlal etmişlerdir.
Birincisi, nefha-i fezadır: Bunda göklerde ve yerde kim varsa, Allah Teala'nın dilediği zevattan başkası, hep dehşetinden sarsılacaktır. Neml suresinin 87. ayeti bu  nefhayı haber verir.
İkincisi, nefha-i sa'kdır: Bunda Allah'ın dilediklerinden başka hepsi yıkılıp ölecektir. Zümer suresinin 68. ayeti bu nefhayı haber verir.
Üçüncüsü, nefha-i kıyamdır. Bu sûrun üflenmesiyle bütün insanlar dirilip kabirden kalkacak ve mahşer yerine hesap vermek üzere koşuşacaklardır. Yasin suresinin 51. ayeti bunu haber verir.

3. (5052)- Ebu Hureyre  (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"İki sur arasında kırk vardır!" buyurmuştur. Bunun üzerine oradakiler:
"Ey Ebu Hureyre! Kırk gün mü?" diye sordular. Fakat o: "Birşey diyemem!" cevabını verdi. Tekrar: "Kırk ay mı?" dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi. "Kırk yıl mı?" dediler. O yine: "Bir şey diyemem!" cevabını verdi ve (Resulullah'ın hadisine devam etti.) "Sonra Allah semadan su indirecek ve insanlar yerden sebze biter gibi bitecekler. İnsanda bir kemik hariç hepsi çürür. Bu çürümeyen, acbu'zzeneb denen kuyruk sokumu kemiğidir. Kıyamet günü yeniden yaratılış bundan terkib edilecektir."
[Buhârî, Tefsir, Zümer 3, Amme 1; Müslim, Fiten 141, (2955); Muvatta, Cenaiz 48, (1, 239); Ebu Davud, Sünnet 24, (4743); Nesâî, Cenaiz 117, (4, 111).]

AÇIKLAMA:
1- İsrafil'in sûra kaç sefer üfleyeceği hususunda ihtilaf edilmiştir. Önceki hadisin açıklamasında "üç" diyenleri esas almış idik. İki ve hatta "dört"  diyenler de olmuştur. İbnu Hacer "dört" diyenlerin görüşünü zayıf bulur.
2- Bu rivayet, iki üfleme arasında geçecek müddet hususunda bir fikir verir: Arada bir müddet var ama miktarı belli değil. Resulullah söylemiş olsa bile Hz. Ebu Hureyre şu veya bu sebepten dolayı yakalayamamış. Bazı rivayetlerde "kırk sene", "kırk hafta" gibi kayıtlar gelmiş ise de İbnu Hacer onların zayıf olduğunu belirtir.
5055 numaralı hadiste iki ayrı sûr üfleyicisiyle ilgili açıklama kaydedilecektir.
3- Hadiste, insanın kuyruk sokumunda acbu'zzeneb denen bir kemik hariç tamamının çürüyeceği belirtilmiştir. Bazı rivayetlerde sual üzerine acbu'zzeneb hakkında bilgi verilmiştir. Bu, hardal danesi büyüklüğünde son derece küçük bir zerredir. Kıyamet günü insanın yeniden yaratılışı, çürümeyen bu kemikten başlatılacaktır. Günümüz ilmi bir DNA hücresine binlerce sayfalık ansiklopedideki bilginin depolanabileceğini ortaya koymuştur. Dolayısıyle her insanın şahsiyet-i müstakilesi ile ilgili  temel bilgilerin, meşiet-i İlahî ile çürümeyecek olan bir hücrede depolanıp neş'eyi saniyenin (veya ikinci yaratılışın) bu hücreden itibaren olması gayet mâkuldur. Bazı alimler: "Burada Allah'tan başka kimsenin bilemediği bir sır var. Çünkü yoktan var eden Allah, ikinci sefer yaratışta, yaratılışı bina edeceği bir asl'a muhtaç değildir" demiştir.
4- Hadiste amm bir üslubla çürümenin her insana şamil olacağı ifade edilmiştir. Halbuki başka rivayetlerde peygamberin, şehidlerin çürümeyeceği ifade edilmiştir. Şarihler bunları hükümden istisna ederler.
5- Şunu da belirtelim: İnsanın tamamen çürüme hadisesinden acbu'zzenebi istisna kılan "hariç" kelimesini, bazı alimler istisna manasına değil, atıf vavı olarak anlamışlar ve "acbu'zzeneb de çürür" demişlerdir. Müzenî'nin öne sürdüğü bu manayı el-Ferra ve el-Ahfeş mâkul bulmuşlardır. Ancak, İbnu Hacer: "Müzenî'nin teferrüd ettiği bu mana bazı rivayetlerde "Arz acbu'zzenebi ebediyyen yemez (çürütmez)" şeklinde gelen sarahat reddeder" der.

4. (5053)- Ka'b İbnu Malik (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Mü'minin ruhu, cennet ağacında beslenen bir kuş olur. Yeniden dirilme gününde Allah onu cesedine döndürünceye kadar orada beslenir."
[Muvatta, Cenaiz 49, (1, 240); Nesâz- Cenaiz 117 (4, 108); İbnu Mace, Zühd 32, (4271).]

AÇIKLAMA:
1- Rivayet, Nesaî'de şöyledir: "Mü'minin ruhu, cennet ağacında bir kuş olur. Allah kıyamet günü cesedine gönderinceye kadar orada kalır."
2- Şarihler, başka rivayetlere dayanarak, cennete kuş olacak ruhun, mücahidlerin ve şehid olarak ölen mü'minlerin ruhları olduğunu tasrih ederler. Diğer ruhların ise, bazan semada, bazan mezarların avlularında bulunacaklarını belirtirler. Ebu Bekr İbnu'l-Arabî sadece şehidlerin kıyametten önce yeme ve diğer nimetlere mazhar olacağı, diğer ruhlara, kıyametten önce bunların verilmeyeceği hususunda ümmetin icmaını nakleder. Sadedinde olduğumuz hadisin de bazı tariklerinde şehid ruhlarının kastedildiği tasrih edilmiştir: "Şehidlerin ruhları yeşil kuşların içindedir. Dilediği yerde rızkını yer."
3- Alimler, kuş olma hadisesi için: "Ruh, Allah'ın emriyle kuş şeklinde teşekkül ve temessül eder. Tıpkı meleğin, insan şeklinde temessül ettiği gibi" derler ve ilave ederler: "Muhtemelen, burada murad, bazı rivayetlerde geldiği üzere ruhun bir kuş bedenine girmesidir." Suyûtî, Ebu Davud'a yaptığı haşiyede "Hadisi, "ruh, kuş olarak teşekkül eder" diye açıklarsak, burada kastedilen mana sadece "uçmaya muktedir olmaktaki" benzeyiştir, yaratılış yönüyle benzeme değildir. Çünkü insanın maddî şekli mahlukatın şekilleri arasında en üstünüdür" der.
Sindî, Suyûtî'nin mülahazasına şu ilavede bulunur. "Bu görüş, insan ruhunun kendine has bir şekli olması halinde doğrudur. Ama hakikat-ı halde insan ruhunun müstakil, hususî bir şekli yoksa ve şekilden mücerred ise ve Allah, bir hikmete binaen belli bir şekil almasını dilerse, ilk olarak kuş şeklini almasında aklın kabul etmeyeceği bir husus yoktur."
Mevzuun ehemmiyetine binaen, Suyûtî'nin Nesâî Şerhi'nde yer verdiği açıklamalardan bazı pasajları iktibas edeceğiz:
"İbnu'l-Kayyim der ki: "Ruh'un kaldığı bir yerin (mak'ad) olduğunu söylemek, onların ne kabirde olduğuna, ne de kabrin avlusunda olduğuna delalet etmez. Bilakis ruhun bu yerle bir bağıntısının bulunduğuna delalet eder ve bu manada ona bir mekan izafesi sahih olur. Zira ruhun bir başka şe'ni (bizim tabi olduğumuz kayıtlarla mukayyed olmayan bir başka realitesi ve mahiyeti) vardır. Bundandır ki o,  bedenle bağlı olduğu halde aynı zamanda Refik-i A'la'da bulunur. Öyle ki, bir Müslüman, (ölmüş) arkadaşına selam verdiği vakit, ruh o hususî yerinde olduğu halde bu selama mukabele eder. Nitekim Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) altı yüz kanadı olan Hz. Cebrail aleyhisselam'ı görmüştür. Bu esnada onun  sadece iki kanadı ufku kapatmış ve dizini Resulullah'ın dizine dayayacak, ellerini dizinin üstüne koyacak şekilde ona yaklaşmıştır. Ruhla ilgili meseleleri anlamada zorluk çıkaran husus, şöyle bir yanılgıdır; ruhlar âlemi ile ilgili şuunatı, şehadet âleminin me'luf olan, alışılan şuunatı ile mukayese yapılır, orası da buraya göre değerlendirilir. Bu hatalı kıyasa göre, ruh bir yer işgal etti mi, onun bir başka mekanda bulunması mümkün olmaz. Bu açık bir yanılgıdır. Nitekim Aleyhissalâtu vesselâm Mirac gecesinde Hz. Musa'yı Refik-i A'la'da olduğu halde, kabrinde namaz kılarken ve selam verenlere mukabele ederken görmüştür. Bu iki durum arasında bir zıtlık yoktur. Çünkü ruhun şe'ni bedenlerin şe'ninden ayrıdır. Bu durumu daha iyi anlamamız için bazıları güneşle misallendirmiştir: Güneş semada olduğu halde şuaları yerdedir. Gerçi burada benzetmede eksiklik var. Çünkü ışık güneşin zatı değil, arazıdır.  Ruh ise, arazıyla değil, zatıyla yerdedir. Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, yine Mirac'ta peygamberleri semavatta görmesi de bu meselemize bir başka delildir. Zira Aleyhissalâtu vesselâm orada ruhları misalî cesedlerinde görmüştü. Bununla birlikte onlar kabirlerinde canlı olarak namaz kılıyorlardı. Diğer taraftan Aleyhissalâtu vesselâm'ın şu sözünü de  hatırlayalım: "Kim, kabrimin yanında  bana salat okursa onu işitirim; kim de uzaktan salat okursa, o bana ulaştırılır." "Allah kabrime müvekkel bir melek koymuştur. Ona bütün mahlukatın kulaklarını vermiştir, kıyamete kadar bana salat okuyacak bir kimse yoktur ki, bu melek bana onu ismiyle, babasının ismiyle ulaştırmasın." Şurası da muhakkak ki, Aleyhissalâtu vesselâm'ın ruh-u şerifleri makamların en yücesinde, diğer peygamberlerin ruhlarıyla birliktedir.
     Dinimizde sabit olan bu haberlerle, şu husus kesinlik kazanmıştır: "Ruhun A'layı İlliyyin'de veya cennette veya semada bulunmasına rağmen, bedeniyle de irtibatta olup idrak etmeye, işitmeye, namaz kılmaya, okumaya devam etmesi arasında bir zıtlık yoktur; biri diğerine mani değildir. Bu meselede şaşkınlık ve anlama zorluğu şuradan gelir: Dünyevî şahidde, söylenenleri görecek maddî bir organ mevcut değildir, bunlar iman ve tefekkürle idrak edilebilir. Berzah ve ahiretle ilgili umûr, dünyada alışmış olduklarımızdan tamamen ayrıdır. Öylesine ayrı ki, şöyle denebiliyor: "Ruhta öyle bir hareket kabiliyeti, öyle bir intikal sür'ati var ki, kabirden semaya çıkışına kadar muhtaç olduğu müddet, göz açıp kapama anı gibi zamanın en küçük bir birimidir. Bu durumu uykuda olan bir ruh müşahade eder. Nitekim hadislerde geldiğine göre: "Uyuyan kimsenin ruhu yükselir, yedi kat semayı deler. Arş'ın önünde Allah'a secde eder, sonra cesedine geri döner ve bu seyahatı çok kısa bir zamanda gerçekleştirir."
Vefatı, miladî 1505 olan Suyûti'nin özetle sunduğumuz bu açıklaması, günümüzde getirilen ilmî açıklamalara neredeyse ayniyle muvafık düşmektedir. Tamamen fizik kanunlarıyla yapılan açıklamalardan sonra verilen bir sonuç şöyle: "...Dünya adı verilen bu gezegen, bize göre insanlara ait zahirî âlemdir. Ama bu gezegende yaşayan ve farklı yaratılan cinler de bizimle dünyayı paylaşmaktadır. Onlar gene bu dünyamız üzerinde Kur'an-ı Kerim'imizin gayb âlemi adını verdiği âlemde yaşamaktadırlar. Gayb âlemi, dünyadan başka bir yerde değildir. Farklı yaratılmamız sebebiyle cinler ve biz insanlar aynı koordinatlarda yaşadığımız halde fizik algılama sistemlerimizle birbirimizi farketmemekteyiz.
Görülmektedir ki, zahirî âlemin her noktası, aynı zamanda gayb âlemidir. Gayb âleminin her noktası da, aynı zamanda zahirî âlemdir. Öyleyse her nokta zahirî âlemde de gayb âleminde de aynı koordinatlara sahiptir ve her iki âlemde de vardır."

5. (5054)- Ebu Rezin el-Ukaylî (radıyallahu anh) anlatıyor:
"Ey Allah'ın Resulü dedim, Allah, mahlukatı nasıl iade eder, (yeniden diriltir)? Bunun dünyadaki örneği nedir?"
"Sen dedi, hiç kavminin üzerinde yaşadığı vadiden kurak mevsimde geçmedin mi? Sonra bir kere de her tarafın yemyeşil üğründüğü münbit mevsimde uğramadın mı?"
Ben "Elbette!" deyince:
"İşte bu, (yeniden) yaratmasına Allah'ın delilidir. Allah, ölüleri de böyle diriltecektir!" buyurdular."
[Rezin tahric etmiştir. Bu hadis Ahmed İbnu Hanbel'in Müsned'inde biraz farklı lafızlarla rivayet edilmiştir (4, 11).]

AÇIKLAMA:
Ahirette yeniden diriltmeye, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın verdiği bu örnek, tamamen Kur'anî bir metoddur. Zira Kur'an-ı Kerim, dünyada cereyan eden ve gözle gördüğümüz hadiseleri zikrederek, ahiretteki ihyanın da böyle olacağını söyler.
"Allah, rüzgârları salıverip de bulutları harekete getirmekte olandır. Derken biz onu ölü bir toprağa sürüp, onunla yeri, ölümünün ardından canlandırmışızdır. İşte (ölülerin) dirilmesi de böyledir" (Fatır 9).

6. (5055)- İbnu Abbas (radıyallahu anhümâ) "O boru öttürülünce" (Müddessir 8) ayeti ile ilgili olarak dedi ki:
"Bu, sûrdur. Surede geçen racife, birinci nefha (üfleme), râdife de ikinci nefhadır." [Buhârî, Rikak 43 (muallak olarak).]

AÇIKLAMA:
1- İbnu Hacer bu hadisin açıklaması zımnında, sûru üfleyecek melekten bahsederken, sûru İsrafil aleyhisselam'ın üfleyeceği hususunda Ehl-i Sünnet ve'lcemaat'in icma'ına dair Halimi'nin kaydını naklettikten sonra, bazı rivayetlerde de iki sûr üfleyicisinden bahsedildiğine temas eder. Bu rivayetlerden birinde " Her sabah, sûra müekkel iki melek, ona üfleme emrini beklerler."
İbnu Hacer, bu manayı ifade eden hadislerden bazılarını kaydeder sonra da birinci üflemeyi bir başka meleğin, ikinci üflemeyi ise İsrafil'in yapacağını ifade eden Hz. Aişe'ye ait şu rivayeti kaydeder: "O melek, İsrafil'in kanat çırptığını görünce, sûra üfler. O, birinci üflemeyi yapar ki, bu nefha-i sa'k'dır. Sonra İsrafil ikinci üflemeyi yapar. İşte bu da nefha-i ba's (yeniden dirilme=nefha-i kıyâm da denir)." (*)
______________
(*) Bu açıklama 5051 numaralı hadisteki  açıklamaya nazaran tabir itibariyle farklı ise de esasta aynıdırlar.

2- Sadedinde olduğumuz hadis, Müddessir suresinde geçen nâkur ile Naziat suresinde geçen râcife ve râdife kelimeleri hakkında İbnu Abbas'ın yaptığı açıklamayı sunmaktadır. Buna göre, mezkur nâkurdan maksat, İsrafil'in kıyamet günü ölülerin dirilmesi için üfleyeceği sûr (boru)dur. Sûr' dan Kur'an'da bir çok ayette bahsedilmiştir. En'am 6, Kehf 99, Taha 102, Mü'minun 101, Neml 87, Yasin 51, Zümer 68, Kaf 20, Hakka 13, Nebe' 18.

7. (5056)- Ebu Said (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün bize) Sahib-i Sûr'u (İsrafil'i) zikretti ve dedi ki:
"Sağında Cibril, solunda da Mikail aleyhimusselam var."
Rezin tahric etmiştir. [Ebu Davud, Huruf ve'l-Kıraat 1, (3999).]

03-04-05 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 03-04-05 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avan...