7 Mayıs 2013 Salı

İSLAM İLMİHALİ / ZEKÂT / ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (4)

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Dördüncü Konu
ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (4)
     Sitemizde daha önce yayınladığımız;
     A) ALTIN ve GÜMÜŞ, B) TİCARET MALLARI
     C) TOPRAK ÜRÜNLERİ, D) BAL ve DİĞER HAYVAN ÜRÜNLERİ ve
     E) MADENLER ve DENİZ MAHSULLERİ

Konularını okumak isterseniz yukarıdaki mavi renkli başlıklara tıklayabilirsiniz...
     F) HAYVANLAR
     Kur'an'da hayvanların zekâta tâbi olduklarına açıkça temas eden herhangi bir âyete rastlanmaz. Bununla beraber "Onların mallarından sadaka (zekât) al..." (et-Tevbe 9/103) emrinin hayvanları da içine aldığı düşünülebilir. Çünkü hayvanlar özellikle göçebe toplumlarda belki de en önemli geçim ve zenginlik aracıdır. Çölde yaşayan Araplar arasında "mal" kelimesinin hayvan anlamına kullanılması bu sebepledir.
     Hz. Peygamber'in hadislerinde, diğer zekât malları gibi hayvanlar da tafsilâtlı bir şekilde ele alınmıştır.
     Kaynakların ittifakla haber verdiğine göre Hz. Peygamber zekâta tâbi olan mallarla onların nisab ve nisbetlerini gösteren uzun bir vergi tarifesi kaleme aldırmış, fakat onu gereken yerlere gönderemeden vefat etmiştir. Bu vergi tarifesi Hz. Ebû Bekir ve Ömer devirlerinde uygulamaya konmuştur (Buhârî, Zekât, 37).
     Bu tarifnâme (mektup) ve konu ile ilgili diğer hadisler birlikte değerlendirildiğinde, hayvanların zekâtı hususunda şu sonuçlara varılır:
  1. Hz. Peygamber sahâbe ve tâbiîn devirlerinde hayvanlardan deve, sığır ve koyun zekâta tâbi tutulmuştur.
  2. Devenin nisabı 5 deve, koyunun nisabı 40 koyun, sığırın nisabı da 30 sığır olarak tesbit edilmiştir. İslâm âlimleri ayrıca keçilerin koyun, mandaların da sığır nisab ve nisbetleri içinde zekâta tâbi olacakları hususunda görüş birliğindedir.
  3. Hz. Peygamber'in mektubunda zekâta tâbi olacak koyunların "sâime" olmaları gerektiği belirtilmiştir.
     Sâime, senenin çoğunu meralarda otlayarak geçiren hayvanlara denilmektedir. Bunun karşılığı olarak yemle beslenen hayvanlara "ma'lûfe", ziraat, nakliyat gibi işlerde kullanılan hayvanlara da "âmile" adı verilmektedir.

     Buna göre zekâta tâbi hayvanların;
  1. Senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren hayvanlar olmaları, besi hayvanı olmamaları.
  2. Ziraat, nakliyat vb. işlerde kullanılan (âmile) hayvanlardan olmamaları gerekmektedir. Fakihlerin çoğunluğu, hayvanların zekâta tâbi olabilmeleri için bu iki şartın aranmasında ittifak etmişlerdir. Ancak İmam Mâlik bu konuda çoğunluğa muhalefet etmiş, ister sâime, ister besi, isterse çalıştırılan hayvan olsun hepsinin zekâta tâbi olacağı görüşünü savunmuştur.
     a) Develerin Zekâtı
     İslâm'ın ilk devirlerinde hayvanlar içinde özellikle deve, gerek Arap yarımadası sakinleri gerekse buraya komşu olan ülke halkları için çok önemli bir hayvan idi. Etinden ve sütünden faydalanılır, taşımacılıkta kullanılırdı. Bu itibarla gerek Hz. Peygamber zamanında, gerekse onu takip eden devirde, İslâm ülkelerinin çeşitli bölgelerine gönderilen emirnâmelerde deve daima liste başında yer almıştır.
     Hz. Peygamber'in hadislerinde develerin zekât nisbetleri şöyle gösterilmiştir (Buhârî, Zekât, 37-38)
     - 5 'den 9 'a kadar, 1 adet koyun,
     - 10 'dan 14 'e kadar, 2 adet koyun,
     - 15 'den 19 'a kadar, 3 adet koyun,
     - 20 'den 24 'e kadar, 4 adet koyun,
     - 25 'den 35 'e kadar, 1 adet iki yaşında dişi deve,
     - 36 'dan 45 'e kadar, 1 adet üç yaşında dişi deve,
     - 46 'dan 60 'a kadar, 1 adet dört yaşında dişi deve,
     - 61 'den 75 'e kadar, 1 adet beş yaşında dişi deve,
     - 76 'dan 90 'a kadar, 2 adet üç yaşında dişi deve,
     - 91 'den 120 'ye kadar, 2 adet beş yaşında dişi deve

     Bu cetvel, Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn'den gelen uygulama örneklerine dayandığı için İslâm âlimleri arasında bu konuda bir görüş farklılığı yoktur. Deve miktarının bundan fazla olması halinde zekâtın hangi ölçü ve usule göre alınacağı konusunda fıkıh mezhepleri farklı yöntemler belirlemişlerdir. Meselâ Hanefîler'e göre 121. deveden sonra tekrar baştan başlanır ve ödenecek zekât ilkinde olduğu gibi hesap edilir.

     b) Koyunların Zekâtı
     Hz. Peygamber'in hadislerinde koyun nisbetleri ve bu nisbetlerde ödenecek zekât miktarı aşağıdaki şekilde gösterilmiştir (Buhârî, Zekât, 38)
     - 1 'den 39 'a kadar (zekâttan muaf)
     - 40 'tan 120 'ye kadar, 1 koyun,
     - 121 'den 200 'e kadar, 2 koyun,
     - 200 'den 399 'a kadar, 3 koyun,
     - 400 'den 500 'e kadar, 4 koyun,

     c) Sığırların Zekâtı
     Sâime olan sığırlarda zekât nisabı 30 sığır olup, bundan azı için zekât gerekmez. 30 sığırdan 40 sığıra kadar, zekât olarak iki yaşına basmış erkek veya dişi bir buzağı verilir. 40 sığırdan 60 sığıra kadar, üç yaşına girmiş erkek veya dişi bir dana verilir. Tam 60 sığır olunca, birer yaşını bitirmiş iki buzağı verilir. Sonra her otuz sığırda bir buzağı ve her 40 sığırda bir dana verilmek suretiyle hesap edilir.
     Zekât verme bakımından sığır ile manda arasında fark yoktur ve bunlar bir cins sayılır. Bir kimsenin 20 inek ve 10 mandası varsa, 30 sığırlık zekât nisabına sahip olmuş kabul edilir.

     d) Atların Zekâtı
     Hz. Peygamber'den "Sizi at ve kölenin zekâtından muaf tuttum" ve "Müslümana kölesi ve atından dolayı zekât yoktur" (Buhârî, Zekât, 45-46) anlamlarında iki hadis rivayet edilmesine rağmen, yine Hz. Peygamber'in bu umumi hükümden "üreme amacıyla bulundurulan sâime atları" istisna ettiğini gösteren ve bu sonuncuların zekâta tâbi olacağına işaret eden hadisler de nakledilir.
     Ebû Ubeyd bu konuda iki farklı rivayeti yan yana zikretmiştir. Bunlardan birine göre Şam'dan bir grup müslüman Hz. Ömer'e müracaat ederek atlarından zekât almasını istemişler, halife de sahâbeyle istişareden sonra, bu isteği -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir atlardan zekât almadığı gerekçesi ile- reddetmiştir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1364). Karşıt anlamdaki öteki rivayete göre ise, Şamlılar Ebû Ubeyde b. Cerrâh'a atlarından zekât alması için müracaatta bulunurlar; o da durumu Hz. Ömer'e bildirip halifeden konu ile ilgili yazılı görüş beyan etmesini ister. Hz. Ömer Ebû Ubeyde'ye yazdığı cevabî mektubunda "atlardan zekât vermek istiyorlarsa, bu zekâtı almasını ve onların fakirlerine dağıtmasını" bildirir (Ebû Ubeyd, el-Emvâl, nr. 1365).
     Atlarda zekât tahakkuk edip etmeyeceği konusunda gerek Hz. Peygamber, gerekse Hz. Ömer'den rivayet edilen hadislerden, Hz. Peygamber devrinde Medine ve civarında atların deve kadar çok bulunmadığı, müslümanların atı sadece savaşlarda kullanmak için yetiştirdikleri, ayrıca ileride satıp para kazanmak maksadıyla topluca at besleme âdetinin henüz yerleşmemiş olduğu anlaşılıyor. Nitekim Hz. Ömer Şam'dan gelen bir grup müslümanın, atlarından zekât alması için yaptıkları teklifi -Hz. Peygamber ve Ebû Bekir zamanlarında benzer tatbikat olmadığı gerekçesi ile- önce reddetmiş, sonra olumlu karşılamış, daha sonra da, atların tamamen ticarî gayelerle nesilleri elde edilmek için yetiştirildiklerini görünce, bu hayvanlardan zekât tahsili cihetine gitmiştir.
     Fakihlerin çoğunluğu, Hz. Peygamber'in "atların zekâttan istisna edildiğini" bildiren hadislerini esas alıp, bütün atların zekât istisnası olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Ebû Hanîfe ve öğrencisi Züfer'e göre ise, "nesli elde edilip ileride satılmak maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde yaşayan, senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlar ya at başı 1 dinar veya paraya göre kıymetlendirilerek, bu değeri üzerinden 1/40 (% 2.5) nisbetinde zekâta tâbi tutulur."
     Burada şunu belirtmeliyiz ki, İslâm fakihleri binek hayvanı olan, nakliyatta kullanılan, savaş için yetiştirilen ve senenin çoğunu besihanelerde beslenerek geçiren atların zekâttan istisna edileceğinde görüş birliğine vardıkları gibi, -zâhirî hukukçuları müstesnâ- ticarete konu olan bütün atların zekâta da mevzu olacağında ittifak etmişlerdir.
     O halde zekâta mevzu olup olmayacağı münakaşa konusu olan at, sadece nesli elde edilmek maksadıyla, erkeği dişisi karışık bir halde bulundurulan ve senenin çoğunu otlaklarda otlayarak geçiren (sâime) atlardır. Kanaatimize göre fakihler arasında bu konuda ortaya çıkan ihtilâfın sebebi, Hz. Peygamber zamanında bu hususta herhangi bir tatbikatın görülmemesidir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Hz. Peygamber zamanında Arap yarımadasında nesli elde edilmek ve nemâlandırmak maksadıyla, erkeği, dişisi bir arada at yetiştirme geleneği henüz yerleşmemiş vaziyetteydi. O devirde atların özellikle savaşlarda kullanılmak için yetiştirildiği bilinmektedir. Ancak Hz. Ömer devrinde zikredilen maksatla at yetiştirilmeye başlanınca bu hayvanlar üzerinde de zekât tatbikatı başlamıştır.
     Hayvanların zekâta tâbi tutulması konusunda Hz. Peygamber'in sünnetinde, sahâbenin tatbikatında görülen örnekler ve bu rivayetler etrafında oluşan klasik fıkıh doktrini dikkatlice incelendiğinde, hayvanlardan zekât alınması hususunda o toplumun şartlarına göre ortalama bir zenginlik sınırının belirlendiği, bunun üzerindeki zenginliğin zekâta tâbi tutulduğu görülür. Deve, sığır ve koyunlardaki zekât alt sınırının o günkü şartlar içinde belli bir ekonomik seviyeyi temsil ettiği ve birbirlerine denk bir değer taşıdığı söylenebilir. Arazinin yağmur suyuyla veya emekle sulanmasına göre zekât oranlarında bir ayırım yapıldığı gibi, evde beslenen hayvanların değil de mera ve yayla hayvanlarının zekâta tâbi tutulduğu görülür. Evde ailenen ihtiyacı için beslenen hayvanların zekâttan muaf tutulması, temel ihtiyaç maddelerinin zekât matrahı dışında bırakılması ilkesinin bir diğer ifadesidir. Ticaret amacıyla beslenen hayvanların ise ticaret mallarının hükmüne tâbi olacağı açıktır.
     Hayvanların zekâtı ile ilgili bu hükümler konulurken de o toplumdaki yaygın ve bilinen hayvan türlerinin esas alındığı ve onlar üzerinden örneklendirme yapıldığı gözden uzak tutulmamalıdır. Günümüzde üretimi yapılan ve sürüler halinde beslenen diğer hayvan türlerinin bu ölçüler içinde zekâtının verilmesi gerekir.

6 Mayıs 2013 Pazartesi

KELİMELER - KAVRAMLAR / SİHİR

KELİMELER - KAVRAMLAR
SİHİR

     İnsana yönelik olarak tabiat üstü gizli güçlerin yardımı ve aracılığıyla belli bir maksadı gerçekleştirmek ve belli bir gayeye ulaşmak için uygulanan ve etkili olduğu kabul edilen eylem; bir şeyin veya olayın gerçek hüviyetinden uzak olarak başka bir halinin gösterilmesi.

     Sihir, İslâm'ın kesin olarak yasaklayıp reddettiği bir inanç ve işlem olup tabiat kuvvetleriyle insanlara bir takım etkilerin yapıldığı söylenen ilkel bir anlayış ve olgudur. Tevhid inancının insanların hayatından uzak kaldığı dönemlerde toplumların ilkel inançlara saplanmasıyla ve özellikle totem inancının yaygın olduğu kitleler arasında çeşitli göz boyama yollarıyla yapılan sihir, eski İran, Çin, Mezopotamya, Arap yarımadası, Mısır ve Hindistan'da rastlanan bir meslek haline getirilmiştir. Allah inancının ve sağlam düşüncenin zayıfladığı dönemlerde daha çok rastlanan bir olay olan sihir, bazı toplumlarda dinî törenlere bir inanç haline getirilmiş ve Allah'ın kudreti unutularak bir çok sihirbaz ve kâhinin sözleri geçerli kılınmıştır. İslâm'ın sihirbaz ve kâhinleri kınaması, insanları basit inanç ve düşüncelerle oyalayıp onları gerçek Allah inancından uzaklaştırarak ilkel ve akıl dışı anlayışlara sürüklemelerini engellemek içindir.

     Genellikle İslâm alimleri sihri şu kategorilere ayırmışlardır. Birincisi; tapınmaya ve yıldızların etkisine dayandırılan ve tılsım adı verilen daha çok Keldanilerin yaptığı sihir. Hz. İbrahim (a.s) bu inanç ve anlayış ile mücadele vermek ve yıldızlara tapınan bu insanları hidayete davet etmek üzere gönderilmiştir. İkincisi; ruh çağırma, ipnotizma ve benzeri yollarla insana etkili olduğu kabul edilen sihir. Bu sihri yapanlar insanları öldürmek ve diriltmek marifetlerinin olduğunu başkalarına telkin ile kabul ettirirler. Üçüncüsü, Ervah-ı arziyye denilen yer yüzündeki cinlerin gizli kuvvetlerinden yararlanarak yapıldığı ileri sürülen sihir. Genellikle cincilik olarak halk arasında yayılan ve cahil kimselerin itibar ettiği bir kandırmacadan ibarettir. Dördüncü çeşit sihir ise; herhangi bir olağanüstü yönü olmayan, sadece insanların idraklerini bir an için yanıltarak yapılan bir göz boyamadan ibaret olan sihirdir. Buna daha çok illüzyon denir. Beşinci sihir yolu da; olağan üstü işler yaptığına inanılan çeşitli aletlerle yapılan sihirdir. İnsanlar bu aletlerin özelliklerini bilmedikleri için, bunların bir el marifetiyle kullanılmasıyla olağan üstü işlerin becerildiği intibaını vermektedir. Hz. Musa'ya karşı içine cıva doldurulmuş hortum gibi bazı iplerin sıcak bir alana bırakılması sonunda cıvanın genleşmesiyle iplerin yılan gibi kıvrıldığı görülmekte ve bu hortumların yılana çevrildiği iddia edilerek insanlar aldatılmaktadır. Bu gibi oyunlar her zaman var olagelmiştir. Altıncı sihir oyunu da; çeşitli ilaçların ve kokuların kullanılmasıyla yapılan sihirdir.

     Bu gibi ilaç ve maddelerin kimyevî özelliklerini bilmeyen kitleler sihirbazın iş becerdiğine inanırlar. Yedinci sihir çeşidi de; İsm-i A'zam'ı bildiğini insanlara kabul ettirerek karşısındakileri psikolojik baskı ile cezbetmek suretiyle yapılan etkileşimle ortaya çıkarılan sihirdir.

     Bu, insanları kandırmakta başka bir şey değildir. Diğer bir sihir çeşidi de insanların gizli ve bilinmeyen yönlerini sahtekar ve gammazların yardımıyla öğrenen ve bu gizli yönlerini bildiklerini onlara ispatladığını söyleyenlerin yaptığı sihirdir. Bu da insanları aldatıp birbirine düşüren, birbirlerinin aleyhine kışkırtan ve aralarını bozan bir hokkabazlıktan başka bir şey değildir.

     Bütün bunlara bakıldığında sihir, hayal olan şeyleri gerçekmiş gibi göstermek suretiyle insanlar üzerinde aldatıcı bir tesir oluşturmaktan ibaret bir olaydır. Buna rağmen bir gerçek yönünün olduğu ve hakikaten etki yaptığı kabul edilmektedir. Bakara süresindeki (2/102.) âyet bunun bir gerçeklik payının olduğunu haber vermektedir. Ama ne olursa olsun İslâm, sihri yasaklamış, haram saymış ve buna inananları, kâfir kabul etmiştir.

     "Abdullah b. Ömer (r.a) şöyle diyor: "Bir gün iki kişi Rasûlüllah (s.a.s)'in huzuruna geldi. Bunlardan birisi, yaptığı konuşmayla cemaati hayrete düşürdü. Rasûlüllah (s.a.s), "Öyle konuşma vardır ki; sihir gibidir, insanı büyüler" buyurdu". Daha sonra şöyle diyor: "Bir gün böyle güzel bir konuşmayı başka bir kimse Halife Ömer b. Abdülaziz (r.a)'in huzurunda yaptı. Herkes bu konuşmadan sanki büyülendi. Halife bu olay üzerine: "Bu tip konuşmalar sihir gibidir, ancak helaldir" dedi.

     Kurtubî ise; "Sihir, hile ile bir şeyi örtmektir. Çünkü sihirbazlar hile ile bir takım şeyler yaparak sihir yapılan kimseye, bazı şeyleri olduğundan farklı gösterir. Serabın uzaktan su görünmesi gibi, sihir de gerçek dışıdır" demektedir.

     Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: "Şeytanların, Süleymanın mülk (ü saltanat ve nübüvveti) aleyhinde uydurup takip etlikleri şeylere (yalanlara) uydular. Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı. Fakat o şeytanlar kafirlerdir ki insanlara sihri (büyücülüğü) ve Bâbil'deki iki meleşe, Hârut ve Mârut'a indirilen şeyleri öğretiyorlardı. Halbuki onlar (o iki melek); "Biz ancak imtihan için gönderilmişizdir, sakın (sihir, büyü yapıp da) kâfir olma"demedikçe, hiç bir kimseye (sihir) öğretemezlerdi. İşte onlardan (o iki melekten koca ile karısının arasını ayıracak şeyler öğrendiler. Halbuki (sihirbazlar) Allah'ın izni olmadıkça onunla hiç bir kimseye zarar verecek değillerdir. Onlar ise kendilerini zarara sokacak, onlara fayda vermeyecek şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onlar muhakkak biliyorlardı ki onu (sihri) satın alan (ona revac veren) kimsenin ahiretten hiç bir nasibi yoktur. Onların kendilerini cidden ne kötü şey mukabilinde satmış olduklarını bilmiş olsalardı.

     Eğer onlar (yahudiler, Peygambere ve Kur'an'a) iman edip de (sihir yapmak gibi günahlardan) sakınmış olsalardı, Allah katında (kazanacakları) sevab, (haklarında) elbet daha hayırlı olurdu. Eğer bunu bilselerdi" (el-Bakara, 2/102-103).

     Yahudiler, Hz. Süleyman devrinden kalma sihirle ilgili rivayetlere uydular. Oysa Hz. Süleyman sihirbaz değildi. Şeytanlar ise insanlara vesvese veriyorlardı ve sihri onlara öğretiyorlardı. Sihir iyice yaygınlaştı. Allah (c.c) bunun üzerine Bâbil'e, melek tabiatlı Hârut ve Mârut'u gönderdi. Bazı yahudi büyükleri bunlara uydular. Hârut ve Mârut sihri, kötü gayelerle kullanmak için değil, sihir ile mucize arasındaki farkı anlayabilmeleri için öğretiyorlardı ve öğretmeden önce de onları ikaz ediyorlardı. Ancak onların ikazları, sihri öğrenmek isteyenler tarafından dikkate alınmadı ve onu kötü gayeleri uğrunda kullanmaya başladılar.

     Görüldüğü gibi âyette; "Halbuki Süleyman asla sihir yapmadı " yerine, "Halbuki Süleyman asla kâfir olmadı" buyuruluyor. Bu da sihrin kötü ve çirkinliğini göstermektedir. Burada küfürden gaye, sihirdir. Ayrıca âyette "sihir" yerine "küfür" kelimesinin kullanılması, müfessirlerce halkı sihirden nefret ettirmek ve insanı küfre götürebilecek günahlardan olduğunu belirtmek içindir. Hârut ile Mârut'un sihir öğrettiği kişilere; "Biz ancak imtihan için gönderilmişizdir sakın (sihir, büyü yapıp da) kâfir olma" diye ikazda bulunmaları, sihrin küfre götüren sebeplerden olduğunu göstermektedir.

     Rasûlüllah (s.a.s)'da bir hadislerinde sihrin büyük günahlardan ve helak edici yedi şeyden biri olduğunu belirtmişlerdir. Yine Rasûlüllah (s.a.s); "Bir düğüme üfüren sihir yapmış olur. Sihir yapan da şirke girer" (Nesâi, Tahrimüd-Dem, 19) buyurmuşlardır.

     Kur'an-ı Kerim'de müslümanla sihirbazların şerrinden sığınmaları âyetle öğretilmiştir: "Düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden Allah'a sığınırım" (Felâk, 113/4).

     Ehl-i sünnet alimlerinin çoğunluğu sihrin varlığının ve tesirinin bulunduğunu belirtmişlerdir. Mu'tezile ise sihrin gerçekte olmadığını, onun bir aldatma ve saptırma ile el çabukluğu olduğunu belirtmişlerdir.

     Ulemanın çoğunluğu sihri öğretme ve öğrenmenin haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur'an-ı Kerim sihri kötülemiş ve küfür olduğunu bildirmiştir. Fahreddin er-Râzî ve Âlûsî ile bazı âlimler sihr öğrenmekte fayda olduğunu söylemişlerdir. Bunlar da sihri bilmek suretiyle mucize ile arasındaki farkın anlaşılabileceği görüşünden hareket ederek bu hükme varmışlardır.

     Selef, sihirbazın öldürülmesinin farz olduğunda ittifak halindedir ve bazı Selef âlimleri Rasûlüllah (s.a.s)'ın: "Her kim falcıya, gaipten haber verene ve sihirbaza giderek onlardan bir şey sorar, söylediklerine inanır ve tasdik ederse kâfir olur" (Tirmizi, Tahare, 102; İbn Mace, Tahare, 122) hadisini delil getirerek, sihirbazın kâfir olduğunu belirtmişlerdir.

     İ.mam Ebu Hanife'ye göre sihirbazın küfrüne hüküm verilerek, tevbe etmesine dahi lüzum görülmeden öldürülmesi mübahtır. İmam-ı Şafii'ye göre, sihrinden dolayı sihirbazın küfrüne hüküm verilmez. Sihriyle bir müslümanı öldürmeye kalkarsa öldürülür. İmam Mâlik'e göre müslüman sihirbaz, sihir yaptığı takdirde kâfirdir ve öldürülür. Ehl-i kitaptan ise öldürülmez. İmam Ahmed b. Hanbel'e göre de, sihirbaz sihriyle adam öldürse de öldürmese de küfrüne hükmedilir. Ehl-i kitaptan olanlar, müslümana zarar vermedikçe, öldürülmezler. İbn-i Sücca ise "Sihirbazlarla ilgili hükümler, mürtedlerle ilgili hükümler gibidir" der. Yani üç defa aralıklı olarak tevbeye davet edilir, bu arada yaptığı işin kötülüğü anlatılır; tevbe etmediği takdirde öldürülür.

     Buna göre sihir vardır ve tesir edicidir demek mümkündür. Kim Kur'an yolunu terkederek sihir ve benzeri yollardan birine girerse, Allah (c.c)'ın rahmetinden uzaklaşır ve kâfir olur.

Şâmil İslam Ansiklopedisi

5 Mayıs 2013 Pazar

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞINA SÖZLEŞMELİ 100 PERSONEL ALINACAK

ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI
KENTSEL DÖNÜŞÜM UYGULAMALARI KAPSAMINDA ÇALIŞTIRILMAK ÜZERE


SÖZLEŞMELİ PERSONEL ALACAK

     6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun uyarınca, 2012/3945 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile çıkarılan "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Uygulamalarında Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına Dair Esaslar"a göre istihdam edilmek
üzere, aşağıda belirtilen şartlarda toplam (100) adet sözleşmeli personel alınacaktır.

     I- SÖZLEŞMELİ PERSONELİN ÜNVANLARA GÖRE DAĞILIMI
     ÜNVANI, ADEDİ
  • İnşaat Mühendisi - 17
  • Bilgisayar Mühendisi - 9
  • Makine Mühendisi - 7
  • Elektrik - Elektronik Mühendisi - 7
  • Harita Mühendisi - 9
  • Jeoloji Mühendisi - 3
  • Jeofizik Mühendisi - 3
  • Çevre Mühendisi - 15
  • Şehir ve Bölge Plancısı - 7
  • Mimar - 9
  • Avukat - 7
  • Uzman - 7
     TOPLAM: 100

     II- ADAYLARDA ARANAN ŞARTLAR
     A) GENEL ŞARTLAR
     1) Türk vatandaşı olmak.
     2) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin birinci fıkrasının (A) bendinin 4 üncü ve 5 inci alt bentlerinde yer alan şartları haiz olmak.
     3) Sağlık durumu iklim değişikliklerine ve her çeşit yolculuk şartlarına elverişli olmak.
     4) Erkek adaylar için askerliğini yapmış veya muaf olmak.
     5) Son başvuru günü itibariyle 40 yaşını doldurmamış olmak.
     6) Bakanlıkça yapılacak sınavda yüz (100) tam puan üzerinden en az yetmiş (70) puan almak.
     7) 100'lük sistemde en az 75,00, 4'lük sistemde en az 2,93 lisans diploma (mezuniyet) notuna sahip olmak.
     8) İlan tarihi itibariyle son beş yıl içerisinde KPDS veya YDS'den en az (E) düzeyinde  puan almış olmak ya da Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından 9-10  Temmuz 2011 veya 7-8 Temmuz 2012 tarihlerinde yapılan Kamu Personel Seçme Sınavı'nın (KPSS) yabancı dil test sınavından en az 25 doğru cevap sayısına sahip olmak.
     9) İlan tarihi itibarıyla en az 3 yıllık mesleki tecrübeye sahip olmak.
     10) Müracaatlar diploma derecesi, yabancı dil bilgisi ve mesleki tecrübe bakımlarından incelenerek değerlendirilecek ve her bir unvan için belirlenen adedin 4 (dört) katı aday sınava çağrılarak yapılacak sınav sonucunda uygun görülenler işe alınacaktır.
     11) Mesleki tecrübe ve yabancı dil bilgisi şartlarını yerine getiren yeterli sayıda müracaat olmaz ise bu şartlar aranmaksızın, sadece lisans diploma notu dikkate alınarak, 100'lük sistemde en az 75,00 ve 4'lük sistemde en az 2,93 diploma notu olan adayların müracaatları da değerlendirilecektir.
     12) Diploma derecesi, mesleki tecrübe ve yabancı dil bilgisine dair belgeler gerektiğinde ilgili kurum ve kuruluşlardan teyit edilebilecektir.
     13) Sözleşmeli olarak istihdam edilecek personelin bu ilanda ve ilgili mevzuatta belirtilen şartları taşımadığının tespiti halinde, başvurulan değerlendirmeye alınmayacaktır. Ayrıca başvuru şartlarını taşımadığı daha sonradan tespit edilenlerin sözleşmeleri tazminatsız ve bildirimsiz feshedilecektir.
     14) İstenilen belgelerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavı geçersiz sayılacak ve atamaları yapılmayacaktır.
     15) Gerçeğe aykırı belge verdiği veya beyanda bulunduğu tespit edilenler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacak, haklarında yasal işlem yapılarak, atamaları yapılmış ise iptal edilecek ve Bakanlık tarafından kendilerine bir ücret ödenmiş ise yasal cezası ile birlikte tahsil edilecektir.

     B) İSTİHDAM
     Sözleşmeli personel Bakanlık tarafından, Bakanlık merkez teşkilatı ile Ankara, istanbul, izmir ve Bursa illeri başta olmak üzere, 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkındaki Kanun kapsamında uygulamaların yapılacağı illerde görevlendirilir.

     C) UNVANLAR İTİBARİYLE ARANAN ÖZEL ŞARTLAR
     İNŞAAT MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "inşaat Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Zemin Mekaniği
          b) Yapı Malzemesi
          c) Yapı Statiği
          ç) Betonarme
          d) Şantiye Bilgisi
          e) Kentsel Dönüşüm

     BİLGİSAYAR MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği, Bilgisayar Mühendisliği, Bilgisayar ve Enformatik Mühendisliği, Bilişim Sistemleri Mühendisliği, Bilgisayar Bilimi ve Mühendisliği, Kontrol ve Bilgisayar Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Donanım
          b) Yazılım Mühendisliği
          c) Veritabanı ve Arayüz Tasarımı
          ç) Sistem Mühendisliği
          d) Bilgi Güvenliği

     MAKİNE MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "Makine Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Mühendislik mekaniği
          b) Enerji tesis ve işletmeleri
          c) Endüstriyel akustik ve gürültü
          ç) Genel proses tekniği
          d) Makine dinamiği

     ELEKTRİK-ELEKTRONİK MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "Elektrik-Elektronik Mühendisliği" lisans mezunu olmak
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Enerji dönüşümü
          b) Elektromanyetik dalgalar
          c) Elektrik ve elektronik sistemlerinin analog ve sayısal denetimi
          ç) Enerji verimliliği ve güç kalitesi
          d) Elektronik devre elemanları

     JEOFİZİK MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "Jeofizik Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Sismoloji
          b) Yer fiziği el Uygulamalı jeofizik
          ç) Yapı jeofiziği
          d) Gravite

     JEOLOJİ MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurtdışındaki üniversitelerin "Jeoloji Mühendisliği ya da Hidrojeoloji Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Tektonik
          b) Hidrojeoloji
          c) Tarihsel jeoloji
          ç) Genel jeoloji
          d) Mineraloji
          e) Paleontoloji
          f) Harita Ölçek
          g) Mühendislik Jeolojisi
          ğ) Petrografi
          h) Sedimantoloji
          ı) Maden Yatakları

     HARİTA MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurt dışındaki üniversitelerin "Jeodezi ve Fotogrametri Mühendisliği, Jeodezi ve Haritacılık, Harita Mühendisliği veya Geomatik Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Coğrafi bilgi sistemleri uygulamaları
          b) Jeodezi (koordinat sistemleri)
          c) Kadastro bilgisi
          ç) İmar uygulamaları
          d) Haritacılık yazılımları

     ÇEVRE MÜHENDİSİ
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurt dışındaki üniversitelerin "Çevre Mühendisliği" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) içme ve kullanma suyu temini
          b) Atık su ve yağmur suyu bertarafı
          c) Çevresel etik kavramının kentsel dönüşüme etkisi
          ç) Alternatif su kazanım ve arıtımı
          d) Altyapı proje hazırlanması ve uygulaması
          e) Atık Su ve İçme Suyu Arıtım Yöntemleri
          f) Katı Atık Yönetimi
          g) Hava Kalitesinin Değerlendirilmesi ve Yönetimi
          ğ) Çevre Ekolojisi
          h) Çevresel Etki Değerlendirmesi
          ı) Çevresel Gürültü
          i) Çevre Mevzuat

     ŞEHİR VE BÖLGE PLANCISI
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurt dışındaki üniversitelerin "Şehir ve Bölge Planlama" lisans mezunu olmak.
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Kent Ekonomisi
          b) Konut Politikaları
          c) Kentsel Dönüşüm
          ç) Kent Sosyolojisi
          d) imar ve Hukuk

     MİMAR
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurt dışındaki üniversitelerin "Mimarlık" bölümünden lisans mezunu olmak
     2) Mesleki konularıyla ilgili bilgisayar programlarını iyi derecede kullanmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Mimari tasarım
          b) Yapım bilgisi
          c) Yapı malzemesi
          ç) Mimarlık tarihi
          d) Bilgisayar destekli çizim
          e) Kentsel Tasarım
          f) imar ve Hukuk

     AVUKAT
     1) Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış yurt dışındaki üniversitelerin hukuk fakültelerinden mezun olmak.
     2) Türkiye'de herhangi bir ilin barosuna kayıtlı olmak.
     3) Baro Disiplin Kurulunca verilmiş uyarma cezası dışında cezası bulunmamak.
     4) Sözleşmenin imzalandığı tarih itibariyle avukat olan eşi veya avukat olan usul ve füruğunun varsa Bakanlık aleyhine vekil sıfatıyla takip ettikleri davalardan çekilmiş olmak.
     5) Başvuru sırasında Avukatlık Ruhsatname örneği, uyarma cezası dışında ceza almadığına ilişkin bağlı bulunulan barodan alınacak belge ile varsa avukat olan eşi ve avukat olan usul ve füruğunun Bakanlık aleyhine yürütmekte olduğu davalardan çekildiklerine dair belgeyi teslim etmek.
     6) Sınav konuları şunlardır:
          a) Anayasa Hukuku
          b) Medeni Hukuk
          c) Borçlar Hukuku
          ç) Ticaret Hukuku
          d) Medeni Usul Hukuku
          e) icra ve iflas Hukuku
          f) İdare Hukuku
          g) idari Yargılama Hukuku
          ğ) Ceza Hukuku
          h) Ceza usul Hukuku
           ı) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu

     UZMAN
     1) Üniversitelerin Türkiye'deki veya denkliği YÖK tarafından onaylanmış fakültelerin "işletme, iktisat, Kamu Yönetimi, Maliye, Ekonomi ve Finans, Bankacılık ve Finans, Bankacılık ve Finansman, Uluslararası Finans" bölümlerinden lisans mezunu olmak
     2) Dönüşüm projeleri özel hesabını yürütecek derecede mali konulara hakim olmak.
     3) Sınav konuları şunlardır:
          a) Genel Muhasebe
          b) Borçlar Hukuku
          c) Ticaret Hukuku
          ç) 6183 sayılı Kanun ve uygulamaları
          d) 5018 sayılı Kanun ve uygulamaları
          e) Kamu ihale Mevzuatı

     II- BAŞVURU ŞEKLİ, YERİ, SÜRESİ VE DİĞER HUSUSLAR
     1) Adaylar Çevre ve Şehircilik Bakanlığının internet sitesinde kendisi için uygun olan unvan için hazırlanan Personel Alımı Başvuru Formu (Ek-1), Beyan Belgesi (Ek-2) ve İş Talep Formunu (Ek-3) eksiksiz ve doğru bir şekilde doldurduktan sonra elektronik ortamda göndereceklerdir
     2) Sadece bir unvan için başvuru yapılacak, birden fazla başvuru yapıldığı takdirde her iki başvuru da geçersiz sayılacaktır.
     3) Başvurular Bakanlık internet sayfasından ( www.csb.gov.tr alınacaktır ve 07/05 /2013 tarihinde mesai saati bitiminde sona erecektir.
     4) Sınava çağırılacak adayların listesi, sınav tarihi, yeri ve saati ile ilgili bilgiler, Bakanlığın (www.csb.gov.tr) internet sitesinde ilan edilecektir Adaylara ayrıca bir bildirimde bulunulmayacaktır.

     III- BAŞVURU SIRASINDA ADAYLARDAN İSTENİLECEK BELGELER
     1) Başvuru için istenen belgelerin teslimi, Bakanlık Personel Dairesi Başkanlığına şahsen yapılacaktır Daha önce yapılmış veya posta ile yapılan müracaatlar kabul edilmeyecektir
     2) istenen belgelerin teslimi, Bakanlık internet sitesinde duyurulacak tarihler arasında gerçekleştirilecektir. Bu tarihler arasında belgelerini teslim etmeyenlerin müracaatları kabul edilmeyecektir.
     3) Müracaatçılardan istenecek belgeler şunlardır:
          a) Personel Alımı Başvuru Formu (Ek-1)
          b) Beyan Belgesi (Ek-2) c) iş Talep Formu (Ek-3)
          ç) Nüfus cüzdanının aslı ya da onaylı örneği,
          d) Yükseköğrenim diploması veya mezuniyet belgesinin aslı veya noter onaylı örneği; eğitimini yurt dışında tamamlamış olanlar için diploma denkliğinin Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından kabul edildiğini gösterir belgenin aslı veya noter onaylı örneği, ayrıca bu ilanda yer alan bölümlere denkliği yetkili makamlarca kabul edilen alanlardan mezun olanlar için denklik belgesinin aslı veya noter onaylı örneği,
          e) Diplomasında mezuniyet notu yazılı olmayan adaylar, diploma ile birlikte transkript belgesinin aslını ya da noter onaylı örneğini de getireceklerdir
          f) KPDS/YDS sonuç belgesi veya Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi IÖSYMI tarafından 9-10 Temmuz 2011 veya 7-8 Temmuz 2012 tarihlerinde yapılan Kamu Personel Seçme Sınavı (KPSS) sonuç belgesi,
          g) Son 6 ay içinde çekilmiş 3 adet vesikalık fotoğrafı,
          ğ) Sosyal Güvenlik II Müdürlüğünden alınacak hizmet belgesi (SGK gün prim sayısı yazılı olacak) ile çajıştığı işyerlerinden çalıştığı unvanının belirtildiği yazılı belge.
Not: Müracaatçıların, Personel Alımı Başvuru Formu (Ek-1), Beyan Belgesi (Ek-2) ve iş Talep Formunu (Ek-3) elektronik ortamda doldurduktan sonra bilgisayarlarına kaydetmeleri ya da çıktılarını almaları önem arz etmektedir.

     IV- BİLGİ
     1) Sınav Vekâletler Caddesi, Bakanlıklar/ANKARA adresinde yapılacak olup, sınav tarihi ve sınavla ilgili olabilecek bütün duyurular Bakanlık internet sayfasında ilan edilecektir.

     V- SINAVA İLİŞKİN ESASLAR
     1) Sınav, 6306 sayılı Kanunun 8 inci maddesinin dördüncü fıkrası ve "Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Uygulamalarında Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına Dair Esasların 9 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre sözlü sınav olarak yapılacaktır
     2) Sözlü Sınav konuları ve puan ağırlıkları şunlardır:
          a) Sınav konularına ilişkin bilgi düzeyi (50 puan).
          b) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü (10 puan).
          c) Liyakat, te'msil kabiliyeti, davranış ve tepkilerin mesleğe uygunluğu (10 puan)
          ç) Özgüven, ikna kabiliyeti ve inandırıcılık (10 puan)
          d) Genel yetenek ve genel kültür (10 puan)
          e) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklık (10 puan).
     3) Alınacak personel sayısı en yüksek puan alandan başlamak üzere başarı puanına göre belirlenir.

     VI- SINAV SONUÇLARININ İLANI VE GÖREVE BAŞLATMA
     Başarı sırasına göre her bir unvan için tespit edilen sayıda asil aday ve asil adayların yansı kadar yedek adayın (yedek listede yer alan adayların hakları ilan tarihini takip eden 6 ay için geçerli olup, daha sonraki sınavlar için müktesep hak teşkil etmez.) İsim listesi komisyon tarafından oluşturularak Bakanlığın www.csb.gov.tr internet adresinde yayınlanacaktır, işe alınacak adaylar, sınav sonuçlarının kendilerine duyurulduğu tarihten itibaren işe başlamak için istenen belgeleri tamamlayarak, belirlenecek süre içerisinde Bakanlığın Personel Dairesi Başkanlığına teslim edeceklerdir.

     VI- İLETİŞİM ADRESİ:
     Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı Vekaletler Cad. No:1 Kat:3 Bakanlıklar/ANKARA
_________________
6306 Beyan Belgesi İçin Tıklayınız (EK-2)
İş Talep Formu İçin Tıklayınız (EK-3)
Başvuru İçin  TıklayınızSola uzayan hareketli ok işaretiSola uzayan hareketli ok işareti
Başvuru Sorgulamak ve Tekrar Çıktı Almak İçin Tıklayınız

3 Mayıs 2013 Cuma

CENNET ~*~ Cennet'teki Doğal Güzellikler ~*~ Sonsuz Lezzet

CENNET

     Cennet'teki Doğal Güzellikler
     Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
     Konuya başlamadan önce hemen belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. İnsanlar arasında yaygın bir batıl inanış olan, "Cennetin sadece doğal güzelliklerden, yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel atmosferini tamamlayan, çok güzel ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin içinde, pınarların yanıbaşında kurulmuş olmasının hikmeti de budur. Ancak, yalnız başına "yeşillik" cennetin tamamını tarif etmek için yeterli olamaz.
     Cennet; "...ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Allah müminleri cennette "...ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." sokacaktır. (Nisa Suresi, 57) "Tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
     Allah'ın cennet ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan su(lar)"dır. (Vakıa Suresi, 31) Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir. Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
     Bu estetik görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir: "İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman Suresi, 66)
     Akan suyun görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden dökülen suların görüntüsü ve gür sesi ruhtaki heybet ve ihtişam hislerini canlandırır. İnsanın Rabbine şükretmesine ve O'nun adını yüceltmesine vesile olur. Özellikle tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm ortaya çıkar. Ya döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk göstergesidir.
     "Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır" (Hicr Suresi, 45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar başlarındadır" (Mürselat Suresi, 41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu pınarlardan; tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.

     Cennete has bir başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura Suresi'nin 22. ayetinde bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
     Bahçeler, değişik boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) alanlar, bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir. Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa Suresi, 28), "üst üste dizilmiş meyveleri sarkmıştır" (Vakıa Suresi, 29). Yeşillikler, deniz ya da göl kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden bile çıkabilir.

     Tüm bu saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette müminleri beklemektedir. Özellikle "...Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura Suresi, 22) ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kuran'da bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu sayesinde ortam şekillendirilecektir.

     Sonsuz Lezzet
     Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için. (Mürselat Suresi, 43) Ayetlerde cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri bildirilmektedir. Burada beslenme gibi bir ihtiyaç olmayacağına göre, bu ayetler bize yemenin-içmenin ancak zevk almak için yaratıldığını göstermektedir.
     Dünyada iman edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamaları Allah tarafından şükre değer bulunan müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok benzemektedir. Cennet ehli bu benzerliği şu şekilde ifade eder: (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
     Gerçekten de dünyada insanın nefsinin çektiği, hem görüntü hem de tat olarak zevk veren yüzlerce çeşit yemek vardır. Bu yemeklerin benzerlerinin cennette de müminlere hoşnutluk vermek üzere var edilmeleri şüphesiz Allah için çok kolaydır. Ancak bunlar dünyadaki gibi insanda fiziksel sıkıntılar (şişmanlık, kolesterol, aşırı doyma hissi, vs.) yaratmazlar. Allah cennet ehline "yaptıklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin ve için" (Mürselat Suresi, 43) şeklinde seslenmektedir. Bu, Allah tarafından bir ödüllendirmedir. Allah yemek yemeyi, içmeyi cennet ehline hesapsız bir rızık olarak çok zevk alınan, haz duyulan bir ödül haline getirmiştir.
     Cennete kavuşabilmek için oldukça zorlu bir imtihan dünyasını geçmek gerekmektedir. İman edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rablerinin rızasını kazanmak için ciddi bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip, dua ve tevbe etmişlerdir. Rableri de bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet nimetlerini "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" diyerek sunmaktadır. (Mürselat Suresi, 43)
     Kuran'ın bizlere bildirdiği cennet rızıklarının başında etler gelir. Allah cennetteki müminlere "...istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol" (Tur Suresi, 22) verdiğini, "canlarının çektiği kuş eti"nden (Vakıa Suresi, 21) de orada onlara sunulacağını bildirmektedir. Üstelik orada, müminlerin rızıklarının "...bitip tükenmesi de yok"tur. (Sad Suresi, 54) Çünkü müminler, "...içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler." (Mümin Suresi, 40) İstenilen yemek, istenildiği kadar yenebilir, bu yemek ne tükenir, ne de insan doyarak ya da rahatsız olarak durmak zorunda kalır.
     Cennette varolan rızıklardan, Kuran'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan Suresi, 14) Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa Suresi'nin 28. ve 29. Ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.
     Cennette meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.
     Meyveler bir yandan da cennetin güzelliğine ayrı bir renk ve estetik katarlar. Her cinsten meyveyle yüklü ağaçların rengarenk görüntüsü cennetin muhteşem manzarasını daha da güzelleştirir. Hakim renk yeşildir. Yeşilin içinde sarılar, turuncular, kırmızılar olması insan gözüne hitap eden çok estetik bir görüntüdür. Bu görüntü Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir.
     Yaratılan bunca güzel yemek ve meyve yanında, elbette içeceklerin olması da arzulanabilir. Ayetlerde bu içeceklerden de bahsedilmektedir. Örneğin bir ayette "kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır" (Saffat Suresi, 45) şeklinde geçmektedir. Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız bir şarap" (Mutaffifin Suresi, 25-27) hazırlanmıştır. Ayetlerde de belirtildiği gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Ayrıca şüphesiz bu şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin şuurunu bulandırmayacaktır. Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu, ve bu içkilerden başların ağrımayacağını, müminlerin kendilerinden geçip akıllarının çelinmeyeceğini söyler. Bu ikramı yapanlar ise, Allah'ın özel olarak görevlendirdiği civanlardır.

RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN / TÖVBE - ALLAH’DAN AF DİLEMEK (6)

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
TÖVBE
ALLAH’DAN AF DİLEMEK (6)

     24.  İbni Abbas ve Enes İbni Mâlik radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”
     Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce, Zühd 27

     Açıklamalar
     İnsanın tövbe etmesini gerektiren kabahatleri, herkesin günah diye bildiği bazı aşırı ve Allah’a karşı saygısızca yapılmış davranışlardan ibaret değildir. Açgözlülük ve kanaatsizlik de diğer günahlar kadar çirkindir. Hadîs-i şerîf, bunlardan dolayı da Allah’a tövbe edilmesi gerektiğini belirtmektedir.
     Günahlar insanın mânevî dünyasını nasıl hırpalarsa, dünya malına duyulan aşırı hırs da tıpkı günahlar gibi insanın geleceğini tehlikeye sokar. Zira insanın tabiatında doyumsuzluk vardır. Elde ettiği ile yetinmeme, daha çoğunu isteme duygusu ona hâkimdir. Bir dere dolusu altınla yetinmeyip bir o kadar daha istemesi, diğer bir rivayette görüldüğü üzere “iki dere dolusu altını olsa bir üçüncüyü arzu etmesi”, onun bu huyu sebebiyledir.
     Peygamber Efendimiz şu hadisiyle bu doyumsuzluğun asıl sebebini gün ışığına çıkarmıştır:
     “İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı, öteki çok yaşama arzusu” (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115).
     Resûl-i Ekrem Efendimiz insanın “ağzını”, bir diğer rivayete göre “karnını sadece toprak doyurur” buyururken, onu bu açgözlülük derdinden ancak ölüm kurtarabilir; ölmeden onun gözü doymaz demek istemiştir. İnsanoğlunun bu doyumsuzluğu cimriliğinden kaynaklanmaktadır. Harcamadan biriktirmek cimriliğin en belirgin özelliğidir. Bu açığımızı Allah Teâlâ şöyle sergilemektedir:
     “De ki, Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, onu harcayıp tüketmekten korkar, cimrilik ederdiniz. Zaten insan da pek cimridir” [İsrâ sûresi-100].
     Çok kazanma duygusu ölçülü olduğu, insanı yaratılış gayesinden uzaklaştırmadığı sürece faydalı olabilir. Zira çok kazanan bir müslümanın, elde ettiği servetle daha çok hayır ve iyilik yapması arzu edilir. İslâmiyet’in verilmesini emrettiği zekât ve sadakayı verebilmek, Allah yolunda sarfedilmesini istediği harcamaları yapabilmek için zengin olmak lâzımdır. Zengin olabilmek için de, insanda çok kazanma arzusu bulunmalıdır. Ama gönüldeki bu çok kazanma duygusu ona âhiret hayatını unutturuyorsa, dünya sevgisi onu esir alarak bütün gönlüne el koyuyorsa, o takdirde bu duygu son derecede tehlikeli bir hâle gelmiş demektir.
     Şükürler olsun ki, Allah Teâlâ insana zararlı duyguları ve aşırı istekleri frenleme gücü vermiştir. İradesine hâkim olan kimsenin bu nevi zaaflarını kontrol altına alması her zaman mümkündür. Dünya malına, dünya zevkine aşırı bağlandığını hissettiği anda Rabbine dönen ve el açıp O’ndan yardım isteyen kuluna Cenâb-ı Hakk’ın yardım edeceği de hadisimizde müjdelenmiştir.
     Bu hadîs-i şerîfte şöyle bir incelik de sezilmektedir. İnsanoğlu topraktan yaratıldığı için onun tabiatında toprağın özellikleri vardır. Toprak zaman zaman kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Onu ancak Allah Teâlâ’nın lutfedeceği bol yağmurlar canlandırabilir. İşte o zaman yeniden hayat bulan toprak, gönül okşayan binbir güzelliğini ortaya çıkarır. İnsan da böyledir. Onu nefsi ve bitip tükenmeyen hırsı esir alıp da insânî özelliklerini kaybettirince, yeniden kendine gelebilmesinin yegâne yolu Allah’a dönmesi ve O’ndan yardım istemesidir. Yoksa dünya malına olan açlığı artarak devam eder. O zaman da topraktan yaratılan bu varlığın gözünü ancak kabir toprağı doyurur.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Kanaatkâr olmak, Allah Teâlâ’nın verdikleriyle yetinmek güzel bir huydur.
2. Açgözlülük insanı dünyada huzursuz ettiği gibi, onu haksızlığa yönelteceği için âhiretini de perişan eder.
3. Açgözlülük derdinden kurtulmanın yegâne çaresi, önce bu dertten kurtarması için Allah’a yalvarmak ve açgözlülük sebebiyle yaptığı günahları bağışlaması için ona yönelmektir.
4. Allah Teâlâ kötü huylarından dolayı tövbe eden kulunun tövbesini kabul eder.

     25.  Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan da daha sonra tövbe eder, müslüman olur, o da Allah yolunda savaşırken şehid düşer.”
     Buhârî, Cihâd 28; Müslim, İmâre 128, 129. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 38; İbni Mâce, Mukaddime 13

     Açıklamalar
     Bütün kullarını rahmet ve şefkatiyle kucaklayan Cenâb-ı Hakk’ın, kâfirleri de tövbe yoluyla temize çıkarıp cennetine alabileceği bu hadîs-i şerîfle ortaya konmaktadır.
     Günahlarına tövbe etmek, bütün insanlık için bir kurtuluş yoludur. Bitmeyen bir bahtiyarlığı, ebedî âhiret saadetini isteyen herkes tövbe ederek geleceğini garantiye alabilir. Hatta bir insan, Allah’ın yüce dinini daha ötelere götürmek ve cihana yaymak için savaşan bir mücahidi şehid etse, böylece günah çukuruna daha çok batsa, ama birgün yanlış yolda gittiğini anlayarak İslâm’a dönse ve böylece bütün günahlarına tövbe etmiş olsa, o da şehid ettiği kimseyle beraber cennete girecek ve Allah’ın cemâlini görecektir. İşte Efendimiz biri diğerini öldüren, sonra da ikisi birden cennete girecek olan iki şahsın bu garip hâllerinin Allah Teâlâ’yı pek memnun edeceğini haber vermektedir.
     Hadisimizin metninde, Cenâb-ı Hakk’ın bu iki kulunun durumuna memnun olması hâli, “Allah Teâlâ iki kulunun durumuna güler” diye istiâre yoluyla anlatılmıştır. Gülmek, ağlamak gibi hâller Cenâb-ı Hak için düşünülemeyeceğine göre, bu sözle onun kullarından hoşnut ve razı olması ve onlara sevap yazması anlatılmak istenmiştir.
     Görüldüğü üzere Allah Teâlâ’nın rahmeti ve şefkati pek büyüktür. “Rabbinin affı çok geniştir” [Necm sûresi (53), 32] âyet-i kerîmesi de bunu göstermektedir. Allah Teâlâ’nın rahmeti geniş olduğu gibi, rahmetinin eseri olan cenneti de son derece geniştir. Bütün insanlığı alacak ve -hadîs-i şerîflerde belirtildiği üzere- cennete en son girecek kimseye dünya kadar, hatta dünyanın on misli büyüklüğünde bir yer ikram edilecek kadar geniştir (bk. 1887-1888. hadisler).
     Allah Teâlâ’nın hem rahmetinin hem de cennetinin böylesine büyük olduğunu öğrendikten sonra O’nun gösterdiği tövbe yolunu tutarak rahmetini ve cennetini elde etmeye çalışmamak ne büyük gaflettir!...

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve lutfu son derece geniştir.
2. İşlenen günah ne kadar büyük olursa olsun, insan ümitsizliğe düşmemeli ve günahlarına mutlaka tövbe etmelidir.
3. Müslüman olmak, insanı dinsizliğin bütün kirlerinden arındırdığı gibi, tövbe de daha önce yapılan bütün günahları bağışlatır.
4. Allah yolunda can veren herkes cennete girecektir.
5. Kimin nasıl öleceği bilinemez. Bir kâfir hidâyete ererek müslüman olabilir. Cenneti ve cemâlullahı kazanabilir.

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...