3 Ekim 2013 Perşembe

ÖZLÜ SÖZLER

 Özlü Sözler... 
"Çocuklarınızı koyun gibi değil, aslan gibi yetiştirin.
Çünkü; onlar güdülecek koyunlar değil,
bulunduğu yerlerde lider olmalıdırlar."
Arif Altunbaş
"Din; bir susuzluk,
sonsuza karşı duyulan özlem,
bilgi değil, aşktır..."
Cemil Meriç

15 Eylül 2013 Pazar

ONLARIN KANSER OLMA RİSKLERİ ÇOK AZ..!

ONLARIN KANSER OLMA RİSKLERİ ÇOK AZ..!
     Henüz oluşma nedeni bilinmeyen ve tedavisi bulunamayan kanser ile ışık arasında bir bağlantı bulundu. Körler neden kanser olmaz? Tevfik Dorak, İngiltere´nin Newcastle Üniversitesi´nde kanser araştırmaları yapan bir Türk doktor. Dorak´ın dünya tıp literatürüne geçmiş çarpıcı bulguları var. Bunlardan biri, karanlıkla-kanser arasındaki ilişki...

     Dorak, vücudun hücre yenileyici ve bağışıklık sistemi düzenleyici melatonin hormonunu gece karanlıkta salgıladığını hatırlayıp uyarıyor: 'Karanlıkta uzun ve düzenli uyku bu salgıyı ve kansere bağışıklığı artırıyor. Körlerde kanser riski bu yüzden az'.

     Çocukken çoğumuz anneannelerimiz ya da annelerimizin söylediği 'uyusun da büyüsün ninniiiii' ezgileriyle ´büyüdük´. Hep söylenir, 'Vücut uykuda dinlenir, yenilenir' diye.

     Gece 23.00 ila 03.00 arasında salgılanan ve vücudun savunma mekanizmasını güçlendirip, yaşlanmayı geciktiren bir hormon var: Melatonin. Ve sadece gece ve sadece teknolojinin bütün fişleri çekilince devreye giriyor.

     Yani siz, ışığı söndürüp, TV´nizi kapamış olsanız da yetmiyor, fişlerini çıkarıp, mümkünse yattığınız odanın şalterini indirmeniz gerekiyor.

     Tabii çocuklarınızın odasına da aynı şeyi yapmalısınız. Önemli araştırmalara imza atan Doktor Tevfik Dorak bu önemli hormonla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

     Melatonin beyinde yalnızca geceleri ve karanlıkta salgılanan bir hormon. Vücudun ayarı ile ilgili iş yapıyor. Yapılan çalışmalar melatoninin gerçekten kanseri önleyici etkileri ve hücresel hasarın onarımında çok önemli rolü olduğunu, ayrıca bağışıklık sistemini destekleyici etkileri de olduğunu gösteriyor. Melatonin hormonu çocuklar üzerinde de etkili.

     ABD ve Avrupa´da lösemili ve kanserli çocuk sayılarının artmasından sonra yapılan araştırmalar sonucunda ailelerden çocuklarını kesinlikle karanlık ortamlarda yatırmaları isteniyor.

     Çünkü melatoninin güçlü salgılanmasının kansere karşı koruyucu etkisi olduğu biliniyor. Ancak bu hormon ışığa duyarlı. Yapılan deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta yoğun olarak salgılandığı tespit edilmiştir.

     Yapılan hayvan deneyleri de melatoninin kanser ile direkt ilişkisi olduğunu gösteriyor. Ayrıca körlerin daha az kansere yakalanması da bunun bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.

     Yanı sıra düzenli olarak gece çalışan hemşirelerde meme kanserinin arttığı tespit ediliyor. Melatonin meme tümörlerinin büyümesini de azaltıyor, kalp ve damar hastalıklarını yavaşlatıyor, üreme fonksiyonunu artırıyor. Depresyonlu kişilerde bu hormon düşük.

     Vücudumuzun yeteri kadar kendini koruma mekanizması var. Önemli olan bu mekanizmaların çalışmasına engel olmadan bu mekanizmaları destekleyici davranış biçimlerini geliştirmek.

     Akşamları çok geç kalmadan tam karanlıkta yatıp uyursak vücudumuza en yararlı işlemi yapmış oluruz.

     Eskilerin dediği gibi erken yatıp erken kalkmak dışarıdan melatonin almaya veya antioksidan almaya gerek bırakmayacak bir durum.

     Dr. Tevfik Dorak melatonin salgısını azaltacak davranışlardan (ışık açık yatmak, televizyon karşısında uyumamak gibi) kaçınmanın, akla gelen bazı basit tedbirlerden olduğunu belirtiyor.

     Dorak: 'Geceleri uyurken hiçbir şekilde yattığınız odada ışık bulunmaması gerekir.'

     Melatonin özellikle Amerika´da ilaç olarak bulunan ve de en çok ´jetlag´ için kullanılan bir madde. Bilinçsiz ve düzensiz kullanımı hiçbir şekilde tavsiye edilmiyor.

     Nedeni sadece geceleri yükselen bir hormon olması nedeniyle yüksek olmaması gereken gündüz saatlerinde kan düzeylerini yükseltecek şekilde ilaç alımının yarar yerine zarar vermesi.

     Vişne, lahana, badem, fındık türü besinler melatoninden zengin. Ayrıca papatya çayı ve John´s Wort gibi bitkisel ürünler de öyle. Gıdaların akşam saatlerinde alınması daha uygun.

     Deneylerde uyuyan kişinin hormon salgısı izlenirken ışığın açıldığında hormonun azaldığı, karanlıkta yoğun olarak salgılandığı tesbit edilmiş. Bu bilimsel bir gerçek! Lütfen karanlıkta yatın ve çocuklarınız uyurken ışığı kapatın... Unutmayın körlerde kanser olma oranı sıfıra yakındır.

11 Eylül 2013 Çarşamba

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN / SABIR - 1

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
S A B I R - 1

     ÂYETLER


     1. “Ey iman edenler! Sabredin, sabır yarışında (düşmanlarınızı) geçin!” Âl-i İmrân sûresi (3), 200
     Felah ve kurtuluşun temel şartlarını açıklayan âyet-i kerîme, ilk olarak, sabırlı olmayı sabır yarışında düşmanları geçecek bir dayanıklılık göstermeyi istemektedir. Devamında da sürekli uyanık bir şekilde sınır bekçiliği yapmayı ve Allah’a karşı daima saygılı bulunmayı tavsiye etmektedir.
     Âyet-i kerîme, kurtuluş ve mutluluğun en başta gelen şartının sabır olduğunu, imtihan ve sıkıntılara sabırla göğüs germesini bilmeyenlerin başarıya ulaşamayacaklarını açıklamaktadır.
     Kısaca “Zafer ve başarı, gösterilecek sabra bağlıdır” mesajını vermektedir. Elmalılı merhum Âl-i İmrân sûresinin son âyetinde, Allah’tan, kâfirlere karşı yardım ve zafer isteyen mü’minlere Allah Teâlâ’nın bu âyetle cevap verdiğini belirtmektedir.

     2. “Sizi korku, açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmekle elbette deneriz. Sabredenleri müjdele!” Bakara sûresi (2), 155
     Bu âyette, korku, açlık, mal, can ve ürün kaybı gibi müslümanların tâbi tutulacağı imtihan çeşitleri sayılmaktadır. Bütün bunlar karşısında sabırlı davranan ve Allah’a karşı güvenini kaybetmeyen, teslimiyetini bozmayan mü’min kazanacaktır. Bu kazancın niteliğini aşağıdaki âyet haber vermektedir.

     3. “Sabredenlere, felâketlere karşı dişlerini sıkıp göğüs gerenlere, mükâfatları hesapsız ödenecektir.” Zümer sûresi (39), 10
     Ödülün hesapsız olması, sabrın ehemmiyetini göstermektedir. Felâketler karşısında gösterilecek sabır, pek büyük bir meziyet olmasaydı, hesapsız mükâfat vadedilmezdi.

     4. “Fakat sabredip (kendisine yapılan kötülüğü) bağışlayanın işi, işte bu, benimsenmeye değer işlerdendir.” Şûrâ sûresi (42), 43
     Sabretmek ve affedici olmak kolay bir iş değildir. Kendilerine benzemeye ve yaptıklarını izlemeye değer kişiler böyle insanlardır. Çünkü onlar gerçekten zoru başarmış, güzeli ortaya koymuşlardır.
     Sıkıntılara sabretmek ve başkalarının hatalarını bağışlamak gerçekten önemli ve sebep-sonuç açısından birbiriyle yakından ilgili iki tavırdır. Bu iki davranışta bulunan kişi örnek alınmaya lâyıktır.

     5. “Ey iman edenler! Başınıza gelecek her şeye sabretmekle ve namaz kılmakla Allah’tan yardım isteyin. Allah sabredenlerle beraberdir.” Bakara sûresi (2), 153
     Güçlükler ve zorluklar karşısında yardım isteme durumunda kalan müslümanlar, sabırlı davranmak ve dua etmek suretiyle Allahtan yardım dileyeceklerdir. Dayanmadan, göğüs germeden hemen başarılı olmayı beklemeyeceklerdir. Namaz, nasıl öteki ibadetlerin başı ise, sabır da bütün ahlâkî davranışların başıdır. Bu sebeple Allah’ın yardımı ancak bu iki üstün halde istenmelidir. İslâmî hedeflere, devamlı kulluk yapmakla ve bu uğurda karşılaşılacak güçlük ve felâketlere göğüs germekle varılabilir. Çünkü kulluk ve sabırla Allah’tan yardım dilemek, başarının iki önemli şartıdır.

     6. “İçinizdeki mücâhidlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya kadar elbette sizi deneyeceğiz.”
Muhammed sûresi (47), 31
     Bu âyet, mücâhidler ile sabırlı davrananların birbirlerine çok yakın olduklarını, yani sabrın da bir nevi cihad demek olduğunu anlatmaktadır. O halde cihad ne ölçüde babayiğit işi ise, sabır da aynı şekilde yiğitçe bir tavırdır. Hele cihadın güçlüklerine sabretmek ise, başlı başına ayrıca bir cihad anlamındadır. Hayattaki imtihanların hikmeti de bu mücâhidler ile sabredenlerin ötekilerden ayrılıp ortaya çıkarılması, belirlenmesidir.
     HADİS-İ ŞERİFLER

     26. Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el-Eş’arî radıyallahu anh’den rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

     “Temizlik imanın yarısıdır. Elhamdülillah duası mizânı, sübhânellah ve elhamdülillah sözleri ise yer ile gökler arasını sevap ile doldurur. Namaz nurdur; sadaka burhandır; sabır ziyâdır. Kur’an senin ya lehinde ya da aleyhinde delildir. Herkes sabahtan (pazara çıkar) nefsini satar; kimi onu âzâd kimi de helâk eder.” Müslim,Tahâret 1. Ayrıca bk.Tirmizî, Daavât 86
     Ebû Mâlik Hâris İbni Âsım el-Eş’arî
     Hadisimizin râvisi Hâris İbni Âsım el-Eş’arî, Ebû Mâlik künyesiyle meşhur bir sahâbîdir. Uhud harbi gazilerinden olup Hz. Peygamber’in duasını almıştır. Peygamberimiz’den 27 hadîs rivâyet etmiştir. Ebû Mâlik, Hz. Ömer devrinde tâûn hastalığından vefat etmiştir.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     1033 ve 1416 numaralarda da gelecek olan bu hadîs-i şerîf, her biri önemli bir gerçeğe işaret eden bir çok konuyu ihtivâ etmektedir. Sırasıyla bunları ele alalım:
     Temizlik diye tercüme ettiğimiz tuhûr kelimesi, hadisin bazı rivâyetlerinde abdest anlamında vudû’ olarak geçmektedir. Bu sebeple buradaki temizlik, şer’î temizlik yani abdest mânasındadır.
     Müslüman olmak ve iman etmek, büyük-küçük bütün geçmiş günahları yok eder. Abdest de önceki küçük günahları temizler. Bu sebeple abdest almak, mü’mini günahlarından temizlemek bakımından imanın yarısı gibi olur.
     İman, insanı tevhid dışı her türlü inanç kirlerinden temizler. Abdest de bu gönül temizliğinin, organlara yansıyan görüntüsü olarak imana delâlet eder. Bu yönüyle, “Mü’minin içi gibi dışı da temizdir” mesajını vermek bakımından imanın yarısıdır.
     “Allah sizin imanınızı boşa çıkaracak değildir” [Bakara sûresi (2), 143] âyetinde görüldüğü gibi, hadisteki iman kelimesi namaz anlamında olabilir. Bu takdirde, abdestsiz namaz kılınamayacağı, kılınsa bile sahih olmayacağı için abdest, namazın yarısı demek olur.
     Öte yandan iman, kalbin tasdiki ve organların o tasdike boyun eğmesi demektir. Namaz, organların boyun eğdiğinin delili, abdest de namazın sıhhatının şartı olduğu için, bu mânada imanın yarısı sayılabilir. Ancak bu cümle, “Abdestin sevabı, imanın sevabının yarısıdır” anlamına gelmez. Yine bazı mezheplerin iddia ettiği gibi, amelin imandan bir cüz olduğunu da göstermez.
     Hamd, Allah’ı kemâl sıfatlarıyla övmek demektir. Her amelin bir sevabı olduğu ve bunların tartılacağı dinimizce bildirilmiş bir gerçektir. O halde Allah Teâlâ’yı, kendisine lâyık kemâl sıfatlarıyla övmenin, elhamdülillah demenin ecir ve sevabı da mizanı dolduracak ölçüde büyüktür. Onun kısa bir cümle olduğuna bakılmamalı, tevhid inancının ifadesi olarak, yüce yaratıcıyı tanımak ve tanıtmakta olduğuna bakılmalıdır.
     Allah’ı kemâl sıfatları ile anmak demek olan elhamdülillah tesbihi ile O’nu noksan sıfatlardan tenzih anlamındaki sübhânellah ifâdesi bir arada söylenince, tam olarak tevhid inancı dile getirilmiş olmaktadır. Bu tesbih ve tenzih, kâinâtın en büyük ve yegâne gerçeğini itiraftır. Sevabı da ona göre olup yer ile gök arasını dolduracak kadardır.
     Hadisimizdeki bu ifâdeler, elhamdülillah ve sübhânellah cümlelerinin mü’mine kazandırdığı sevabın büyüklüğünü anlatmakta ve dolayısıyla sık sık ve fakat bilinçli olarak bunların söylenmesini tavsiye etmiş olmaktadır.
     Namaz, tıpkı bir ışık kaynağı gibi, insanı kötülük ve çirkinliklerden alıkoyup, doğruya yöneltir. Çünkü o, ışığını imandan alır. Namazlı-niyaz-lı mü’minin hem ruh hayatında hem de yüzünde bu nurun izlerini görmek mümkündür. Günde beş defa abdest alarak yıkanan insanın, günün yorgunluğunu, maddî-mânevî kirlerini elinden, yüzünden temizlemesi, elbette onda bir parlaklık meydana getirecek, hayatını güzelleştirecek, ona tatlı bir mehtap görünümü kazandıracaktır. Namaz kılmakla kazanılan bu nur ile iyi kötüden, helâl haramdan ayrılacaktır. Mü’min bu sâyede kazandığı irade gücü ve temiz yaşayışının ışığı ile hem dünya hem de âhirette diğer insanlardan farklı ve mutlu bir hayata sahip olacaktır. Kur'ân-ı Kerîm’deki ifadesiyle “nurları önlerini aydınlatan” [Hadîd sûresi (57), 12] mü’minler arasında yerini alacaktır.
     Sadaka, sadaka veren kişinin imanına delildir. Zira sadaka, hem zekât hem de hayır-hasenât anlamına gelir. Bunları yerine getirmek de imandan kaynaklanır. Şefkat, yardım, çevreye karşı duyarlılık, zayıf ve kimsesizleri korumak hep iman alâmetidir. Merhametsizlik, haksızlık, duyarsızlık, kabalık ve katılık dinî duygudan, sorumluluktan, ilâhî huzurdaki hesaplaşmaya önem vermemekten, kısacası imansızlıktan ileri gelir. “Dini yalan sayanı gördün mü? O, yetimi iter-kakar ve asla fakir-fukaranın doyurulmasını teşvik etmez” [Mâun sûresi (107), 3] âyeti bu durumu açıkca ortaya koymaktadır. O halde sadaka, imana ve ondan kaynaklanan üstün İslâmî değerlerin varlığına delildir. Öte yandan sadaka veren mü’min, kıyamette malını nereye harcadığı sorulduğu zaman, verdiği sadakayı gösterecektir.
     Hadisimiz, sabrın mâhiyetini tanıtmakta ve onu bize tarif etmektedir. Eğitim ve öğretimde, konunun mâhiyetini, ait olduğu sistemdeki tarifiyle vermek en isabetli bir uygulamadır. Hadiste Peygamber Efendimiz sabrı “ziyâ” olarak takdim etmektedir. Ziyâ, ışığı ve ısısı kendisinden olan cisimler için, nur ise, ışığını bir başkasından alıp yansıtan cisimler için kullanılır. “Güneşi ziyâlı, ayı nurlu kılan...Allahtır” [Yûnus sûresi (l0), 5] âyeti bunun en kesin delilidir. Bu demektir ki, sabır, mü’minin hem dünya hem de âhiret saâdetini temin yolunda, kendisinde tabiî olarak bulunan bir ışıktır. Mü’min bir yandan sabır sayesinde, yasakların yalancı câzibesinin arkasındaki asıl sıkıntı unsurlarını görüp onlardan sakınırken, bir yandan da emirlerin yerine getirilmesinden dolayı ortaya çıkan güçlüklerin gerisindeki huzuru sezip güçlükleri sabırla göğüsleyerek sonuçtaki mutluluğa kavuşma imkânı bulur. Mü’mine bu irade gücünü verecek olan da ondaki sabır, dayanma, ğögüs germe melekesi olacaktır. Kısaca mü’min, enerji kaynağı kendi içinde olan bir varlıktır.

     Âlimlerimiz, “beşerî duyguları akıl ve şeriat sınırları içinde tutmayı” sabır olarak tarif etmişlerdir. Âyet ve hadislerde sabır kelimesinin birkaç mânada kullanıldığı görülmektedir: 
     - İbâdetlerin yerine getirilmesi ve yasakların terkedilmesine sabır.
     - Belâ ve musibetlere sabır.
     - Halkın ezâ ve cefâsına sabır.
     - Allah’a davette, emir bi’l-ma’rûf ve nehiy ani’l-münker’de sabır.
     - Savaş alanlarında ve kâfirlerle mücâdelede sabır.

     Bunlardan her biri sabrın, mü’min için gerçekten bir “ziyâ”, büyük bir güç kaynağı olduğunu göstermektedir.
     Belki bazıları sabrı, haksızlıklara boyun eğmek, tepki göstermemek zannedebilirler. Oysa sabır, mü’minin asıl dinamizminin adıdır. Sabır, dayanıklı olmaktır, zorlukları göğüslemektir. Bu sebeple de Yüce Rabbimiz, mü’minlere umdukları kurtuluşa erebilmeleri için sabretmelerini, sabır yarışında düşmanları geçmelerini açıkca emretmektedir. Bütün zorluklara dayanmanın mü’mine daha çok gerektiğini ve yakıştığını hatırlatmaktadır. Allah’ın yardımının sabredenlerle beraber olmasının hikmeti de bu olsa gerektir.
     Sabır, müslümanın öz sermâyesidir. Buna potansiyel güç de denebilir. Kendilerinden yardım beklenen kimseler her zaman yardımcı olmayabilir. Atalarımız ne güzel söylemişlerdir: “Elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz.” Ama mü’min kendi aslî sabır gücü ile ayakta durabilirse, en büyük zorlukları aşacak, ulaşmak istediği hedeflere kavuşacaktır. Bu sebeple sabrın ziyâ olduğunu aslâ unutmamak, daima sabır ışığını önde tutmak gerekmektedir. “Birbirlerine sabrı tavsiye edenler”in hüsrân ve zarardan kurtulduğunu haber veren Asr sûresi, müslümana yapılabilecek en iyi yardımın sabır tavsiyesi olduğunu belgelemektedir.
     Sabrın “ziyâ”, namazın “nûr” diye tanıtılması, sabrın insan hayatındaki herşeyi kuşattığını göstermektedir. Zira “Sabır ve zamanın halletmediği mesele yoktur”. O halde zorluklar karşısında hemen teslim olmamak, doğruda ve hakta direnmek gerekmektedir. Halledilmez gibi gözüken problemler bile sabır ve zamanla çözülecektir. Bu da sabrın “ziyâ” olduğuna bir başka delildir.
     Kur’ân-ı Kerîm hidâyet rehberidir. İslâm’ın ana kaynağıdır. İnsanlar ona inanmakla, mü’minler de hükümlerini yaşamakla yükümlüdür. Kur’an, ona bağlı kalmaya çalışanların lehinde, “inandım” dediği halde hükümlerine uymayanların da aleyhinde delildir. Çünkü her şeyi açıklamış ve kimseye bahâne bulma imkânı bırakmamıştır. Diğer taraftan mü’minler, aralarındaki ihtilafları çözmek için Kur’an’a başvuracaklar, Kur’an da onların ya lehinde ya da aleyhinde delil olacaktır. Yani müslümanlar Kur’an’a göre değerlendirileceklerdir.
     Her yeni gün herkes için yeni bir pazardır. Bu pazarda, bir bakıma insanın dünya ve âhireti alınıp satılmaktadır. Kimileri meşrû sınırlar içinde kalmaya çalışır, kendileri için kârlı bir gün geçirmiş olurlar. Kimileri de sınırlara dikkat etmez, ne pahasına olursa olsun arzularına ulaşmak isterler. Böylece kendileri için hiç de iç açıcı olmayan bir gelecek hazırlamış olurlar. Bu sebeple disiplinli bir müslüman olmaya, her gün yeniden niyet ve gayret edilmelidir. “Nefislerini Allah’ın satın aldığı mü’minlerden” [Tevbe sûresi (9), 111] olmaya bakılmalıdır.
     Bu hadîs-i şerîfin birbiriyle irtibatsız gibi gözüken cümlecikleri arasında aslında tam bir uyum ve bütünlük bulunmaktadır. Tahâret ile namaz arasında, elhamdülillâh duası ile iman ve Kur’an arasında, sadaka ile pazardaki alış-veriş arasında ve bütün bu unsurlar ile sabır arasında sıkı bir bağ vardır. Sonuçta hadisimiz müslümanı, sabra dayalı bir iman, ibadet, zikir, hayır ve ticaret hayatının sahibi olarak tanımlamakta ve bizlerden böylesi müslümanlardan olmaya çalışmamızı istemektedir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
  1. Mü’minin hayatında sabrın yeri son derece önemlidir. Sabır mü’minin enerji ve ışık kaynağıdır.
  2. Sabır, zafer ve başarının temel şartıdır. Zira, “Allah’ın yardımı sabredenlerle beraberdir.”
  3. Sabır, katlanmak değil, göğüs germektir.
  4. Abdest, zikir, namaz, sadaka, Kur’ân-ı Kerîm, bunların her biri mü’minin hayatında ayrı ayrı yer ve rol sahibi değerlerdir.
  5. Günlük hayat bir pazar sahnesidir. Her müslümanın bu hayat pazarında “iyi bir müslüman” olarak yerini alması gerekmektedir.

KELİMELER - KAVRAMLAR / SIDK

KELİMELER - KAVRAMLAR
SlDK

     "Her şeyde doğru olma" anlamında Kur'anî bir kavram.
     "Sa.Da.Ka" fiilinden masdar olan "Sıdk", "konuşanın inancı itibariyle söz ve fiilinin birbirine uygun olması"dır. Bir va'din yerine getirilmesi bakımından sözün doğru olması "sıdk" olduğu gibi bir olayın haber verilmesi bakımından da sözün doğru olması "sıdk" dır. Kur'an-ı Kerim de "Hadis (olayları haber veren söz) bakımından Allah'tan daha doğru olan kimdir..." (en-Nisa, 4/87) ve "Allah (c.c) hak olarak va'detti. Allah'tan daha doğru sözlü kim vardır..." (en-Nisa, 4/122) buyrularak Allah (c.c)'ın hem haber verme, hem de va'dini yerine getirme bakımından hiç kimsenin tahayyül edemeyeceği şekilde "sıdk" sahibi olduğu belirtilerek meydan okunuyor. Kur'an'da daha çok rasûller için kullanılan "sıddîk" ise sıdk'ı en fazla olan, yani asla yalan söylemeyen kimse demektir.

     Yukarıda luğat anlamı kısaca açıklanan "sıdk" terimi, peygamberlerin en önemli özelliklerinden biridir. Risalete ehil olabilmek için her peygamberin bu sıfatı üzerinde taşıması gerekir.

     Öyle ki; içerdiği sözü ve yaptığı anlaşması, ciddiyetle mizahı ve olay nakletmesi gibi bütün sözleri, süzgeçten geçirilirse, gerçeğe uygun düşer. Bu sıfat herhangi bir suretle yerinde olmazsa risâlet davası temelinden sarsılmış olacaktır. Çünkü insanlar doğru söylemeyen bir peygambere güvenemez. Doğru olan peygamberin herhangi bir surette gerçeğe ters düşen bir söz söylediği görülmemiştir.

     Bir peygamberin Allah namına davet ettiği şeyi kendi nefsinde yaşaması gerekir. Çünkü risaletin en büyük gayesi Cenab-ı Hakkın insanları mükellef kıldığı ahkâmı onlara tebliğ etmektir. Çünkü Allah ile ilişkisi olan kimse herkesten daha çok O'nun azametine müdriktir. Dolayısıyla O'nun hiç bir emrine karşı gelmez. Zira Ona karşı gelmek ihanettir. Hain olan kimse de Allah'ın risaletinin ehli olamaz.

     Kur'an-ı Kerim'de bir çok peygamber için doğruluk vasfı kullanılmakta, bazılarına "sıddîk" denilmektedir.
     "Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o va'de sadık rasul bir nebi idi" (Meryem, 19/54).
     "Yusuf, ey sadık kimse!. " (Yusuf, 12/46).
     "Kitap'ta İbrahim'i de an. Çünkü o sıddîk nebi idi" (Meryem, 19/41).
     "Kitap'ta İdris'i de an: Çünkü o sıddîk bir nebi idi" (Meryem, 19/56).

     Yine son nebi Hz. Muhammed (s.a.s)'in de sadık olduğu, yalancılardan olmadığı Kur'an-ı Kerim'in bir çok yerinde anlatılmakta, İslâm tarihine, özellikle risaletin Mekke dönemine bakıldığında Rasûlüllah (s.a.s) gerçeğin şehadeti, inananların ve düşmanların şehadetiyle "Sadıkul-Va'dul-Emin" olduğu ortaya çıkmaktadır.

     Sıdk kavramı, Kur'an-ı Kerim'de Allah Teâlâ'nın va'dettiği şeyleri yerine getirmesi özelliği olarak da kullanılır:
     "Rabb'ının sözü sıdk (doğruluk) ve adâlet bakımından tamamlanmıştır. O'nun kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O hakkıyla işiten ve bilendir" (el-En'âm, 6/115);
     "İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini onlardan kabul ederiz ve onların kötü amellerinden vaz geçeriz: onlar Cennet ashabı arasındadırlar. Bu, onların va'd oluna geldikleri sıdk (dosdoğru) bir va'ddır" (el-Ahkaf, 46/16).

     Sıdk, aynı zamanda Kur'an-ı Kerimin bir ismidir.
     "Sıdk (doğru olan Kuran)ı getirene ve onu tasdik edenlere gelince, işte müttakiler onlardır” (ez-Zümer, 39/33);
     "Allah hakkında yalan uydurandan ve kendisine gelen sıdkı (doğru olan Kur'an-ı) yalanlayandan daha zâlim kim olabilir? Kâfirler için Cehennem de yer mi yok sanki?" (ez-Zümer, 39/32).
     Kur'an-ı Kerim'de genel olarak doğruluktan ve doğruluğun faziletinden bahseden pek çok âyet-i kerime vardır. Bu âyetler mü'minlerin sadıklarla beraber olmalarını emreder. Allah (c.c) buyurur ki: "Ey iman edenler! Allah'tan korkunuz ve sadıklarla beraber olunuz " (et-Tevbe, 9/119).
     Gerçekten sadakat kıyamette kulun kurtuluşu için bir garanti mahiyyetindedir. Allah'ın gazabından kurtuluşa sebeptir; Onu Cennete götürür. Allah buyurur ki: "...Bu (gün) doğru söyleyenlerin (sadıkların) sıdk (sadakat) larının kendilerine fayda vereceği bir gündür. Altında ırmaklar akan cennetler -ki orada daimi ve ebedi kalıcıdırlar- onlarındır. Allah kendilerinden razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır ve işte bu en büyük kurtuluş ve saadettir" (el-Maide, 5/119).

     Doğruluğun esasi; bir şeyin meydana gelmesi tamamlanması kuvvetinin kemâle ermesi kısımlarının bir araya toplanmasıdır.

     Doğruluk (sıdk; sadakat) niyet söz ve âmelde olur. Niyette doğruluk son derece azimli olmak ve Allah'a yönelmek için iradeyi kuvvetlendirmek ve engelleri aşmaktır. Bu ise Allah'ın farz kıldığı şeylere koşmakla elde edilir. Bunun da başında Allah yolunda cihad gelir. Cihadın bir türü de Allah'a davettir. Davete mani olan herkesten yüz çevirmek, bunlardan uzaklaşıp nefret etmek gerekir. Çünkü onlar gaflet içinde yaşayan insanlardır. Dünyada gördüklerinden başka bir şey bilmezler. Onların ulaştıkları bilgi derecesi budur. Gerçekte ise, cehalet ve nefsanî arzunun kendisidir. Doğru kimsenin kalbi çok hassas olur; davete mani olan kimselere karşı tahammül edemez. Bunun için de onlardan sıkılır; onlarla komşuluk, arkadaşlık yapamaz; onlarla düşüp kalkamaz, onlardan uzak kalmakla gönlü açılır; Allah'a seyr ve sülûkunda ve ona davet hususunda acele etmeye teşvik eden kimselerden hoşlanır.

     Sözde sadakat, dilin hakkı ve doğruyu söylemesidir. Dil böyle alışınca, artık hiç bir bâtıl konuşmaz.

     Amelde sadakat, şer'î yollara uyarak Rasulullah (s.a.s)'e tabi olmak suretiyle olur. Müslüman sözde, niyette ve amelde sadakatı gerçekleştirince, sıddıkiyet derecesine ulaşır. Bu derece ise, Cenab-ı Hakkın mü'min kullarından istediği Rasûlüllah (s.a.s)'e hitap ile yönelttiği bir derecedir. "Ve şöyle de; Rabbim, beni sıdk (ve selamet) girdirişiyle girdir; sıdk (ve selamet) çıkarışıyla çıkar ve tarafından da hakkıyla yardım edici bir hüccet ver" (el-İsra, 17/80).

     "Sıdk girdirişi ve çıkarılışı" demek, müslümanın herhangi bir şeye ve herhangi bir işe girişip başlamasının, ondan çıkışı ve onu terkinin Allah için ve Allah ile olmasıdır. Yani yaptıkları ve yapmadıkları Allah'ın rızasına bağlıdır. Kul bunları eda ederken Allah'tan yardım dileyerek yapar. Maksadı da Allah'ın rızasıdır. Gayesi de yalnız Allah'dır. "De ki: Benim namazım da ibadetlerim de hayatım ve ölümüm de, hiç bir ortağı olmayan alemlerin Rabbı olan Allahındır" (el-En'am, 6/162-163).

     Müslüman sıddıkiyetin bu derecesine erince, hayatta onun nazarında rağbet edilecek başka bir gaye kalmaz. Ancak bunun ayakta kalışı Allah'ın rızasına vesile olacaksa ayakta kalmayı tercih eder. Şayet bu gayeyi kaçırır veya elde edemeyeceğini anlarsa, hayattan yüz çevirir ve ölümünü ister.

     Hz. Ömer (r.a)'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Üç şey olmasaydı dünyada kalmayı istemezdim; 1- Allah yolunda iyi cins atlar sırtında savaşmak; 2- Gece ibadetinin meşakkat ve zorluğuna katlanmak; 3- Sözün temizini hurmanın temizini seçer gibi seçen kimselerle düşüp kalkmak". Hz. Ömer (r.a)'ın arzu ettiği bütün bu sayılanlar Rabb'ı râzı edecek şeylerdir.

     Sadık bir müslüman davetçinin sadakati yüzünden ve sesinden belli olur. Rasûlüllah'ı tanımadan evvel onunla konuşan kimseler şöyle derlerdi: "Vallahi bu bir yalancı yüzü ve bir yalancı sesi değildir".

     Davetçinin yüzünde ve sesinde doğruluk eserinin görülmesi, muhatabına tesir eder; onun sözünü kabule, ona saygı beslemeye sevkeder. Ancak, muhatapları son derece kör kalpli kimselerse onlara tesir etmez.

     Ne olursa olsun, beyan ettiğimiz manâda sadakat müslüman için ve Allah'a davet eden herkes için zaruridir. Çünkü imanın esası doğruluk; münafıklığın esası da yalandır. Davetçinin yalancı olması mümkün olamaz. Peygamber (s.a.s)'in buyurdukları gibi, yalan ahlâksızlığa sevkeder. Ahlâksız bir kimsenin ise davetçi olması mümkün değildir.

     Yüce Allah peygamberlerden ve inananlardan ahd olarak sadıkları ve kâzipleri birbirinden ayırmıştır:

     "Biz nebilerden kuvvetle ahitlerini almıştık. Senden, Nuh'tan İbrahim'den Musa'dan ve Meryem oğlu İsa'dan (evet) onlardan ağır bir misak (söz) almıştık ";
     "Ki (Allah) o sadıklara sıdklarından sorsun, o kâfirlere de acı bir azab hazırlamıştır" (el-Ahzâb, 33/7-8);
     "Mü'minlerden öyle erler vardır ki Allah'a verdikleri ahidlerinde durdular; onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir; sözlerini asla değiştirmemişlerdir"; Ki Allah sâdıkları sıdklarıyla mükafatlandırsın, münafıklara da dilerse azap etsin, dilerse tevbe edenlerin tevbelerini kabul etsin. Şüphesiz Allah Gafur ve Rahimdir" (el-Ahzab, 33/23-24);
     "İnsanlar yalnız "inandık" demekle hiç sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun ki biz onlardan öncekilerini sınadık elbette Allah (sınayıp) sadıkları bildirip açığa çıkaracak, kâzipleri (yalancıları) bildirecektir" (el-Ankebut, 29/2-3).

     İşte yukarıdaki âyetlerde bahsedilen sadık erlere Cenab-ı Hak mükâfat olarak "sıdk", mekânlarını "sıdk" bir va'd ile vadetmiştir:
     "İçlerinden bir adama "insanları uyar ve iman edenlere Rabbleri katında kendileri için bir kademe-i sıdk (doğruluk makamı, kademesi) bulunduğunu müjdele" diye vahyetmemiz insanlara tuhaf mı geldi ki kâfirler; "bu apaçık bir sihirbazdır" dediler" (Yunus, 10/2);
     "İşte onlar öyle kimselerdir ki, amellerinin en güzelini kendilerinden kabul ederiz ve onların kötü amellerinden (günahlarından) vazgeçeriz. Onlar Cennet ashabı arasındadır. Bu onların (dünyada iken) va'd oluna geldikleri sıdk (dosdoğru bir va'ddır)" (el-Ahkâf 46/16);
     "Muhakkak ki muttâkiler cennetlerde ve ırmaklar (ın kenarın) dadırlar ".
     "Sıdk makamında (doğruluk meclisinde) gayet muktedir (güçlü) bir melikin yanındadırlar" (el-Kamer, z 54/54-55);
     Allah buyurdu ki: "Bu, sadıklara sıdklarının fayda sağlıyacağı gündür onlar için altlarında ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Ondan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve saadet budur” (el-Maide, 5/119)

Şamil İslam Ansiklopedisi
Muammer ERTAN

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...