9 Nisan 2015 Perşembe

GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞINA, 1320 GELİR UZMAN YARDIMCISI ALINACAK...


GELİR İDARESİ BAŞKANLIĞI
GELİR UZMAN YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU

     I - SINAVA İLİŞKİN BİLGİLER
     Başkanlığımızca, aşağıdaki tabloda belirtilen yerlerde açık bulunan kadrolara atanmak üzere, 1320 (binüçyüzyirmi) Gelir Uzman Yardımcısı alınacaktır.
     Adaylar, başvuru sırasında sadece bir ili tercih edebilecek ve tercih edilen bu ilin ilçelerini öncelik sırasına göre başvuru formunda işaretleyeceklerdir. Ancak adaylar daha sonra bu tercihlerinden vazgeçemeyeceklerdir.
     Sınava katılma şartlarını taşıyan ve usulüne uygun olarak başvuranların; il bazında toplam kadro sayısının 5 (beş) katından fazla olması halinde, tercih ettikleri il dikkate alınarak KPSS (A) P35 türünden en yüksek puan almış olan adaydan başlamak üzere 5 (beş) katı aday giriş sınavına çağrılacaktır. KPSS (A) P35 türünden eşit puan almış olmaları nedeniyle son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde ise bu adayların tümü sınava çağrılacaktır.

     II - SINAV TARİHİ VE YERİ
     - Giriş sınavının yazılı bölümü 16 Mayıs 2015 tarihinde saat 10.00'da Ankara'da yapılacaktır.
     - Sınava girmeye hak kazanan adayların isimleri ile söz konusu adayların nerede sınava gireceklerine ilişkin listeler, yazılı sınav tarihinden en az 10 gün önce e-Devlet portalı (www.turkiye.gov.tr) ile Gelir İdaresi Başkanlığı resmi internet sitesinde (www.gib.gov.tr) ilan edilecektir.

     III - SINAV BAŞVURU ŞARTLARI
     - 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinde yer alan genel şartları taşımak,
     - En az dört yıllık lisans eğitimi veren hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, iktisadi ve idari bilimler fakülteleri ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen dört yıllık fakültelerden birini bitirmiş olmak,
     - 01.01.2015 tarihi itibarıyla otuz beş yaşını doldurmamış olmak (01.01.1980 tarihinde veya bu tarihten sonra doğmuş olmak),
     - Erkek adaylar için askerlikle ilişiği olmamak,
     - Görevini devamlı olarak yapmaya engel bir durumu olmamak,
     - ÖSYM tarafından 06-07 Temmuz 2013 ve 05-06 Temmuz 2014 tarihlerinde yapılan Kamu Personel Seçme Sınavlarının birinden KPSS (A) P35 türünden 70 ve üzeri puan almış olmak,
     - Süresi içinde başvuru yapmış olmak.
     5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesinin son fıkrası kapsamında, lisans öğrenimlerini 2/8/2013 tarihinden önce bitirenlerden otuz beş yaş şartı aranmayacaktır.

     IV - SINAV BAŞVURUSU
     -
Başvurular, 06 Nisan 2015 tarihinde başlayıp, 17 Nisan 2015 tarihinde saat 17.30'da sona erecektir.
     - Başvurular, elektronik ortamda 
www.esinav.gib.gov.tr/eSinav/adayGiris.jsp 
adresinde yer alan "Gelir İdaresi Başkanlığı Sınav Başvuru Formu" nun doldurulması suretiyle yapılacaktır. Başvuru formunun doldurulması ve iletilmesine ilişkin açıklamalar belirtilen internet sayfasında yer almaktadır. Bununla birlikte bu formu elektronik ortam dışında dolduran adaylar mesai saatleri içerisinde Gelir İdaresi Başkanlığı Eğitim Merkezi (OECD Çok Taraflı Vergi Merkezi) 25 Mart Mahallesi Çınardibi Caddesi 113. Sokak No: 6 (Eski No: 31) Yenimahalle/ANKARA adresine gelerek de sınav başvurusunda bulunabileceklerdir.
     - Posta yoluyla gelen başvurular KPSS puanlarının kontrolü yapılamadığından kabul edilmeyecektir.

     5525 sayılı Memurlar ile Diğer Kamu Görevlilerinin Bazı Disiplin Cezalarının Affı Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesinin son fıkrası kapsamında başvuruda bulunmak isteyen adayların, durumlarını belgelendirmek kaydıyla şahsen başvuruda bulunmaları gerekmektedir.

     V - SINAV ŞEKLİ VE KONULARI
     -
Giriş sınavı, yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamalıdır.
     - Giriş Sınavı yazılı bölümü test usulü gerçekleştirilecek olup, sınav konularına aşağıda yer verilmiştir.

     Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi;
     Hukuk Grubu; Anayasa Hukuku, İdare Hukuku ve İdari Yargı Hukuku, Medeni Hukuk, Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku (Genel Hükümler-Şirketler-Kıymetli Evrak), İcra ve İflas Hukuku (Genel Hükümler).
     İktisat Grubu; Makro İktisat, Mikro İktisat, Uluslararası İktisat, İşletme İktisadı, Uluslararası Ekonomik İlişkiler ve Kuruluşlar.
     Maliye Grubu; Kamu Maliyesi, Maliye Politikası, Türk Vergi Sisteminin Genel Esasları.
     Muhasebe Grubu; Genel Muhasebe, Maliyet Muhasebesi, Şirketler Muhasebesi, Mali Tablolar Analizi, Ticari Hesap.

     VI - DEĞERLENDİRME
     -
Yazılı sınavın değerlendirilmesi sonucu, 100 üzerinden 70 ve üzeri puan alan adaylardan; yerler itibarıyla, adayların başvuru sırasında tercih ettikleri il dikkate alınarak en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere, o il için atama yapılacak toplam kadro sayısının iki katı aday sözlü sınava çağrılacaktır. Ayrıca, son sıradaki adayla eşit puan alan adaylar da sözlü sınava çağrılacaktır.
     - Yazılı sınavda başarılı olamayanlar sözlü sınava alınmayacaktır.
     - Sözlü sınavda, adayların muhakeme gücü, bir konuyu kavrama, özetleme ve ifade etme yeteneği, genel ve fiziki görünümü ile davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu, yetenek ve kültürü, bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı da göz önünde bulundurularak, her adaya sınav kurulu başkan ve üyelerinin (sözlü sınavın birden fazla komisyon tarafından yapılması halinde ilgili Komisyon üyelerinin) her biri tarafından ayrı ayrı 100 üzerinden puan verilir. Verilen bu puanların aritmetik ortalaması sözlü sınav puanını teşkil eder.
     - Sözlü sınavda başarılı olmak için alınan puanın 70'ten az olmaması gerekmektedir.
     - Giriş sınavı puanı; sözlü sınavda başarılı olan adayların sözlü sınav puanı ile yazılı sınav puanının aritmetik ortalaması alınarak hesaplanır.
     - Giriş sınavı sonuçları, sınav kurulunca, giriş sınav puanı en yüksek adaydan başlamak suretiyle başarı derecesine göre sıraya konulup, atama yapılacak kadro sayısı kadar aday asil, %25'ine kadar aday ise yedek olarak tespit edilecektir.
     - Asil ve yedek listeler, bu duyuruda belirtilen yerler göz önünde bulundurulmak suretiyle oluşturulacaktır.
     - Asil ve yedek listelerinde sıralama yapılırken, adayların giriş sınavı puanının eşit olması halinde, yazılı puanı yüksek olan adaya, yazılı puanının da eşit olması halinde, KPSS (A) P35 puanı yüksek olan adaya öncelik tanınacaktır.
     - Yedek listede yer alan adayların hakları aynı il için yapılacak müteakip yazılı sınav tarihine kadar geçerli olup, daha sonraki sınavlar için müktesep hak veya herhangi bir öncelik teşkil etmez. Ayrıca, bu süre içerisinde başka bir il için açılan sınavda başarılı olarak ataması yapılan yedek adayların hakları sona erer.
     - Giriş sınavından 70 ve üzerinde puan almış olmak asil ve yedek listedeki sıralamaya giremeyen adaylar için müktesep hak teşkil etmez.

     VII - SINAV SONUÇLARININ DUYURULMASI VE İTİRAZ
     - Sözlü sınava girmeye hak kazanan adayların isimlerine, sözlü sınavın yerine ve tarihine ilişkin listeler, uygun yerlere asılmak ve Başkanlık resmi internet sitesinde www.gib.gov.tr yayımlanmak suretiyle duyurulacaktır.
     - Giriş sınavında başarılı olan adayların ad ve soyadları ile aday numaralarının yer aldığı asil ve yedek listeler uygun yerlere asılmak ve Başkanlık resmi internet sitesinde www.gib.gov.tr yayımlanmak suretiyle duyurulacaktır. Ayrıca, asil ve yedek listelerde yer alan adaylara sonuç yazı ile bildirilecektir.
     - Sınav sonuçlarına, duyurunun yapıldığı günü takip eden tarihten itibaren yedi gün içerisinde bir dilekçe ile itiraz edilebilir. Postadaki gecikmeler dikkate alınmayacaktır. İtirazlar, sınav kurulu tarafından incelenecek ve en geç beş iş günü içinde karara bağlanarak sonuç ilgiliye yazılı olarak bildirilecektir.

     VIII - DİĞER HUSUSLAR
     - Asil listede yer alanlardan atama işlemlerinin yapılması için kendilerine bildirilen süre içinde geçerli bir mazereti olmadığı halde başvurmayanlar ile gerekli şartları taşımadığı
sonradan anlaşılanların atama işlemleri yapılmayacaktır. Atama yapılması için kendilerine bildirilen süre içinde mazeretsiz olarak başvurmayan veya ataması yapıldığı halde süresi içinde göreve başlamayan adaylar için sınav sonuçları kazanılmış hak sayılmaz.
     - Kendilerine yapılacak bildirimde belirtilen süre içerisinde başvuruda bulunmayanlar, atama işleminden sarfınazar edenler (atama işleminden sarfınazar edenlerin tekrar atanma talebinde bulunmaları halinde talepleri dikkate alınmaz), atamaları iptal edilenler, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının anlaşılması üzerine ataması yapılmayanlar ile göreve başladıktan sonra çeşitli nedenlerle görevinden ayrılanların yerlerine, Gelir İdaresi Başkanlığı Gelir Uzmanlığı Yönetmeliğinin 15 inci maddesinin dördüncü fıkrası dikkate alınmak suretiyle sınav sonuçlarının açıklandığı tarihten itibaren bir yılı aşmamak kaydıyla aynı yer için hazırlanan yedek listedeki adaylar sırası ile aynı usulle uzman yardımcısı kadrolarına atanır. Atama yapılacak bir yer için hazırlanmış listede yer alan adaylar sadece bu yer için yapılacak atamalarda dikkate alınır.
     - Adayların tabloda gösterilen iller dışında bir ili tercih etmeleri veya birden fazla il tercihinde bulunmaları halinde başvuruları geçersiz sayılacaktır.
     - Atanılan yerlerde beş yıl süreyle çalışılması zorunludur. Bu sürenin hesabında, fiilen çalışılmayan sürelerden yalnızca yıllık izinde geçirilen süreler fiilen çalışılmış sayılır. Bu süreyi doldurmayanların kurum içi nakilleri yapılmaz. Ancak, göreve başladıktan sonra özür halleri ortaya çıkanlar ile karşılıklı yer değiştirme suretiyle atanma isteminde bulunanlar, atanmak istedikleri yerlerde hizmetlerine ihtiyaç duyulması kaydıyla, bu süreyi tamamlamadan durumlarına uygun yerlere atanabilirler. Özür halleriyle ilgili olarak, 19/4/1983 tarihli ve 83/6525 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla yürürlüğe konulan Devlet Memurlarının Yer Değiştirme Suretiyle Atanmalarına İlişkin Yönetmeliğin bu husustaki hükümleri uygulanır. Atanılan yerde beş yıl süreyle çalışma zorunluluğunu doldurmamış uzman ve uzman yardımcıları karşılıklı yer değiştirme talebinde bulunabilir. Karşılıklı yer değiştirme talepleri, Başkanlıkça belirlenen usul ve esaslara göre yapılır. Karşılıklı yer değiştirme talebinde bulunan kişilerin atamasının yapılması halinde sonradan vazgeçme talepleri dikkate alınmaz.
     - Ataması yapılan uzman ve uzman yardımcıları, 5 yıllık süre zarfında atandıkları yerin dışında başka bir yerde (atanılan yerde bulunan Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu birimleri hariç), tedviren, vekaleten veya geçici olarak görevlendirilemezler.
     - Sınavı kazananlardan, Gelir Uzman Yardımcılığı Giriş Sınavı Başvuru Formunda gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin, sınavları geçersiz sayılarak atamaları yapılmayacağı gibi, bu şekilde atamaları yapılmış olsa dahi bu atamalar iptal edilecektir ve hiçbir hak talebi söz konusu olmayacaktır.
     - Gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenler hakkında Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır.
     - Adayların cep telefonu, çağrı cihazı, telsiz, fotoğraf makinesi vb. araçlarla, cep bilgisayarı, hesap makinesi, saat fonksiyonu dışında fonksiyonu bulunan cihazlarla sınava girmeleri kesinlikle yasaktır. Bu araç ve cihazları yanında bulunduranların durumları tutanakla tespit edilerek bu adayların sınavı geçersiz sayılacaktır.
     - Sınav sırasında kopya çeken, kopya veren veya bunlara teşebbüs edenler ile sınav kağıtlarına belirtici işaret koyanların durumları tutanakla tespit edilerek bu adayların sınavı geçersiz sayılacak ve bu kişiler hakkında disiplin hükümleri uygulanacaktır.
     -
Adaylar için ayrıca sınav giriş belgesi düzenlenmeyeceğinden, adayların sınavda kimlik tespitini sağlamak için T.C. kimlik numaralı ve fotoğraflı: Nüfus cüzdanı, sürücü belgesi veya kullanım süresi dolmamış pasaport belgesinden herhangi birini yanlarında bulundurmaları gerekmektedir. Bunlardan birinin olmaması durumunda aday sınava alınmayacaktır.
İlan olunur.

ATANACAK YERLER
KONTENJAN
TOPLAM
ADANA
MERKEZ
100
100
AKSARAY
MERKEZ
20
20
MERKEZ
10
AMASYA
MERZİFON
10
23
SULUOVA
3
BARTIN
MERKEZ
10
10
BAYBURT
MERKEZ
6
6
BİLECİK
MERKEZ
10
25
BOZÜYÜK
15
BİNGÖL
MERKEZ
6
6
BİTLİS
MERKEZ
5
15
TATVAN
10
BOLU
MERKEZ
15
25
GEREDE
10
BURDUR
MERKEZ
15
30
BUCAK
15
MERKEZ
10
ÇANAKKALE
BİGA
8
28
ÇAN
5
GELİBOLU
5
ÇANKIRI
MERKEZ
10
10
ÇORUM
MERKEZ
15
20
SUNGURLU
5
DÜZCE
MERKEZ
25
30
AKÇAKOCA
5
ERZİNCAN
MERKEZ
15
15
ERZURUM
MERKEZ
25
25
ESKİŞEHİR
MERKEZ
80
80

GİRESUN
MERKEZ
15
20
BULANCAK
5
GÜMÜŞHANE
MERKEZ
8
8
MERKEZ
20
DÖRTYOL
15
HATAY
İSKENDERUN
30
75
REYHANLI
5
SAMANDAĞ
5
İSPARTA
MERKEZ
10
15
YALVAÇ
5
MERKEZ
185
İZMİR
ÇEŞME
10
200
ÖDEMİŞ
5
KAHRAMANMARAŞ
MERKEZ
25
30
ELBİSTAN
5
KARABÜK
MERKEZ
10
16
SAFRANBOLU
6
KARS
MERKEZ
10
10
MERKEZ
10
KASTAMONU
TAŞKÖPRÜ
5
25
TOSYA
10
KIRIKKALE
MERKEZ
10
10
MERKEZ
10
KIRKLARELİ
BABAESKİ
10
35
LÜLEBURGAZ
15
KIRŞEHİR
MERKEZ
10
10
MALATYA
MERKEZ
25
25
MERKEZ
20
MANİSA
SALİHLİ
5
45
SOMA
10
TURGUTLU
10
MERKEZ
10
BODRUM
55
MUĞLA
FETHİYE
15
105
MARMARİS
15
MİLAS
10
MUŞ
MERKEZ
8
8
NEVŞEHİR
MERKEZ
15
15

NİĞDE
MERKEZ
15
25
BOR
10
MERKEZ
15
ORDU
FATSA
10
35
ÜNYE
10
OSMANİYE
MERKEZ
10
10
SİİRT
MERKEZ
8
8
SİNOP
MERKEZ
5
11
BOYABAT
6
SİVAS
MERKEZ
20
25
ŞARKIŞLA
5
MERKEZ
5
TOKAT
ERBAA
3
16
TURHAL
5
ZİLE
3
MERKEZ
20
UŞAK
BANAZ
5
30
EŞME
5
YALOVA
MERKEZ
10
10
MERKEZ
6
YOZGAT
BOĞAZLIYAN
6
30
SORGUN
10
YERKÖY
8

7 Nisan 2015 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR //✿\\ UMRE (2)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UMRE (2)
(العمرة)
     İhramlı olarak Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa‘y yapmak suretiyle eda edilen ibadet.
     Sözlükte “ziyaret, Kâbe ziyareti; imar” anlamlarına gelen umre fıkıhta ihrama girerek Kâbe’yi tavaf edip Safâ ile Merve arasında sa‘y yapmayı ifade eder. İ‘timâr “umreyi eda etmek”, mu‘temir “umreyi eda eden kimse” demektir. Gerek eda mekânı gerekse âdâb ve erkânı bakımından hac ve umrenin birçok ortak noktası vardır. Ancak hac hicrî takvimin belirli ay ve günlerinde eda edilen, umrede yapılanların yanında Arafat ve Müzdelife vakfeleri, Mina’da geceleme, şeytan taşlama gibi başka fiilleri de içeren kapsamlı bir ibadet ve İslâm’ın temel şartlarından biri olması dolayısıyla hac ve umreyi birbirinden ayırmak için hacca “büyük hac” (el-haccü’l-ekber; bk. et-Tevbe 9/3), umreye “küçük hac” (el-haccü’l-asgar; bk. İbn Hibbân, XIV, 504) denilir. Umre kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de aynı âyet içinde iki defa (el-Bakara 2/ 196), bir âyette de fiil şeklinde (el-Bakara 2/158) geçer. İlk dönemden itibaren hadis ve fıkıh eserlerinde müstakil başlık altında veya hac bölümü içinde umreyle ilgili rivayet ve hükümlere yer verilmiştir. Ayrıca birçok âlim hac ve umreye dair müstakil eserler yazmış, bu konuda zengin bir literatür oluşmuştur.

     Hükmü ve Sevabı:
     Hanefîler’in çoğunluğuna ve Mâlikîler’e göre kişinin hayatında bir defa umre yapması müekked sünnettir. Bazı Hanefîler’e göre ise umre vitir namazı ve kurban gibi vâciptir. Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde tercih edilen görüşe göre hayatta bir defa umre yapmak farzdır. Mekke halkının devamlı yaptığı tavaf umrenin en önemli rüknü sayıldığından Hanbelîler’in bir kısmı onların umre yapmasını farz görmemiştir. Şâfiî ve Hanbelîler umrenin farziyeti hususunda, “Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız” âyetindeki emri (el-Bakara 2/196) ve Hz. Âişe’nin, “Kadınlara cihad gerekir mi?” sorusuna Resûl-i Ekrem’in, “Evet, onlara içinde savaş bulunmayan bir cihad gereklidir: Hac ve umre” şeklinde cevap vermesini (İbn Mâce, “Menâsik”, 8) delil gösterirler. Anılan âyetteki emri, başlanan hac ve umrenin yarım bırakılmaması şeklinde yorumlayan Hanefîler ve Mâlikîler umrenin sünnet oluşuna Hz. Peygamber’in hadisini delil getirmişlerdir. Resûlullah umrenin vâcip olup olmadığı sorulduğunda, “Hayır, fakat umre yapmanız daha faziletlidir” karşılığını vermiş (Tirmizî, “Ĥac”, 88), ayrıca, “Hac cihad, umre ise tatavvudur” demiştir (İbn Mâce, “Menâsik”, 44).
     Mâlikîler’in çoğuna göre bir yılda birden fazla umre yapılması mekruhtur; ancak yapılırsa sahih olur. Resûl-i Ekrem’in imkânı bulunduğu halde bir yılda iki umre yapmaması bu hususta delil gösterilmiştir. Diğer üç mezhebe göre ise bir yılda birden fazla umre yapmak mekruh olmayıp aksine umrenin sıkça yapılması müstehaptır. Nitekim, “Umre kendinden önceki umre ile arasındaki günahlara kefârettir” (Buhârî, “Umre”, 1; Müslim, “Ĥac”, 437); “Peş peşe hac ve umre yapın, çünkü bunlar fakirliği ve günahları giderir” (Tirmizî, “Ĥac”, 2); “Hac ve umre yapanlar Allah’ın misafiridirler, O’na dua ederlerse icâbet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse bağışlar” (İbn Mâce, “Menâsik”, 5) meâlindeki hadisler bunu teyit etmektedir.

     Yükümlülük Şartları:
     Kişinin umre yapmakla yükümlü (farz, vâcip veya sünnet) olması için gerekli şartlar belirli zaman dışında hac için gerekli olan şartlarla aynıdır. Bunlar da akıl, müslüman olmak, bulûğ, hürriyet, maddî imkâna sahip bulunmak, sağlık ve yol güvenliğidir. Kadınlar için eşin veya mahrem akrabanın refakat etmesi ve iddet halinde olunmaması da şarttır; ancak Şâfiîler’e göre güvenli bir ortamda kadınlar grup halinde eş veya mahrem akraba olmadan da farz umreyi eda edebilir. Bir kişi maddî imkâna sahip değilken umre yaparsa farzı yerine getirmiş sayılır. Bulûğ ve hürriyet şartları bulunmadan yapılan umre sahih olmakla birlikte farz yerine geçmez; çocuğun bulûğdan, kölenin hürriyetine kavuşmasından sonra tekrar umre yapması gerekir. Akıl ve Müslümanlık şartları bulunmadan yapılan umre sahih değildir. Hanbelîler’e göre şartları gerçekleştiği zaman umre hemen yapılmalıdır, Şâfiîler’e göre ise geciktirilmesi câizdir.

     Eda Şekli:
     Umre tek başına veya hac ibadetiyle birlikte eda edilebilir. Tek başına umre yapmak istendiğinde ihrama girerken yalnız umreye niyet edilir. Hac ayları dışında veya hacdan sonra yapılan ya da hac aylarında yapılmakla birlikte kendisinden sonra hac yapılmayan umre bu kısma dahildir. Hacla birlikte eda edilen umreye gelince bu da temettu‘ ve kırân haccıyla beraber olmak üzere iki türlüdür. İhrama girerken temettu‘ haccına niyet edilmesi halinde önce umre yapıp ihramdan çıktıktan sonra Arafat’a çıkarken hac için tekrar ihrama girilir ve hac eda edilir. Kırân haccı için niyet edildiğinde ise önce umre yapılır ve ihramdan çıkmadan hac eda edilir; yani umre ve hac aynı ihram içinde yerine getirilir. Bu durumda ulemânın çoğunluğuna göre umre ve haccın fiilleri (menâsik) iç içe girer ve hac ile umre için bir tavaf ve bir sa‘y yeterli olur. Hanefîler’e göre ise umre ve hac için ayrı ayrı tavaf ve sa‘y yapılması gerekir. Umre bu üç şekilden birine göre eda edildiği takdirde gerek farz gerek vâcip gerek sünnet diyenlerin büyük çoğunluğu bunu sahih ve yeterli görmektedir. Bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel, kırân haccıyla yapılan umrenin ve Mekke’ye çok yakın olduğundan Hil bölgesi sınırından yapılan umrenin farz umre yerine geçmeyeceğini belirtmiştir. Kırân haccında yaptığı umreden sonra Hz. Peygamber’in Âişe’ye Ten‘îm’den tekrar umre yaptırması buna delil gösterilmiştir. Hanbelîler’in çoğunluğuna göre ise, “Safâ ve Merve arasında yaptığın sa‘y hem hac hem umre için yeterlidir” hadisi (Müslim, “Ĥac”, 133) ve Resûl-i Ekrem’in bu umreyi özel durumu sebebiyle Hz. Âişe’nin gönlünü almak için yaptırdığını gösteren rivayetler (Müslim, “Ĥac”, 136) delil olup kırân haccında umreyle beraber yapılan hac nasıl farz hac yerine geçiyorsa umre de aynı şekilde farz umre yerine geçer.

     Vakti:
     Hanefîler’e göre arefe günü ve kurban bayramının dört gününde umre yapmak tahrîmen mekruhtur. Bu konuda Hanefîler, Hz. Âişe’nin bu günlerde umre yapmanın câiz olmadığına dair sözüne (Beyhakī, IV, 346), ayrıca umreyle uğraşmanın haccı engellemesi, hac sebebiyle umreyi düzgün eda etmenin zorluğu gibi gerekçelere dayanmışlardır. Çoğunluk ise hac ibadetiyle meşgul olmayan kişinin hac günlerinde umre yapabileceği ve umrenin her zaman kerâhetsiz câiz kabul edildiği görüşündedir.
     Hac yapan kişinin hac ihramında bulunduğu müddetçe umre ihramına niyet etmesi sahih değildir. Ramazanda yapılan umre diğer zamanlardakinden efdaldir. Hz. Peygamber, “Ramazanda umre hacca (bir rivayette benimle yapılan hacca) denktir” buyurmuştur (Buhârî, “Umre”, 4; Müslim, “Ĥac”, 221-222). Hac aylarında (şevval, zilkade, zilhicce) umre yapmak Câhiliye döneminde çok kötü bir davranış sayılırken İslâmiyet bu anlayışı kaldırmıştır. Resûl-i Ekrem Hudeybiye seferi, Umretü’l-kazâ ve Huneyn Gazvesi dönüşünde hicretin 6, 7 ve 8. yıllarının zilkade aylarında üç umre yapmış, bir umre de Vedâ haccıyla birlikte eda etmiştir (Buhârî, “Umre”, 3; Müslim, “Ĥac”, 217; ilgili rivayetler ve açıklaması için bk. Kandehlevî, Ĥaccetü’l-vedâ ve cüzü umrâti’n-nebî).
     Bununla birlikte Hz. Ömer ve bazı âlimler umrenin hac ayları dışında ayrı bir yolculuk ve niyetle eda edilmesini daha faziletli görmüştür (el-Muvaŧŧa, “Ĥac”, 67; Kandehlevî, VI, 331).
     Câhiliye döneminde receb ayında umre makbul sayılmışsa da Hz. Peygamber’in bu yönde bir teşvik veya uygulaması olmamıştır. Resûl-i Ekrem’in receb ayında umre yaptığına ve bu ayda yapılan umrenin faziletine dair rivayetlerin hatalı, zayıf veya uydurma olduğu bildirilmektedir. Bununla birlikte haram ayların faziletine binaen receb ayında umre vb. ibadetlerin eda edilmesinin daha faziletli olduğunu belirten âlimler de vardır (bk. RECEB).
     Hanefîler Mekkeliler’in, Mekke’de mukim olanların ve mîkāt sınırları içinde oturanların hac aylarında umre yapmasını mekruh görmüştür; çünkü ekseriyetle hac yapan Mekke ve civarı sakinleri bu durumda kendileri için mekruh sayılan temettu‘ haccı yapmış olacaktır;
bunu yapanların Hanefîler’e göre ceza kurbanı kesmesi gerekir. Çoğunluğa göre ise Mekke ve civarında oturanların temettu‘ haccı yapması câizdir ve temettu‘ kurbanı kesmeleri gerekmez.

     Farz (Rükün) ve Vâcipleri:
     Hanefîler’e göre umrenin rüknü tavaf, şartı ihram, diğer üç mezhebe göre ise rükünleri ihram, tavaf ve sa‘ydır. Şâfiîler ayrıca tıraş olmayı ve rükünler arasında sıraya uymayı da (muvâlât) rükün saymıştır. Hanefîler’e ve Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre sa‘y rükün değil vâciptir. Tavaf ile sa‘y arasında tertibi gözetmek önce tavaf, sonra sa‘y yapmak Hanefîler’e göre umrenin geçerliliği için şarttır.
     a) İhram.
     Çoğunluğa göre umre yapmaya niyet etmekle kişi ihrama girmiş sayılır. Hanefîler’e göre niyet yanında telbiye veya Allah’ın yüceltilmesini içeren zikir ya da telbiye yerine geçen kurban sevketme yahut kurbanlık hayvanları belli şekilde işaretleme de gerekir. Ebû Hanîfe’ye ve Muhammed’e göre telbiyenin ihrama girerken yapılması şarttır. Mâlikîler’den İbn Habîb’e göre de telbiye şart olup telbiyesiz veya telbiyeye benzer bir zikir yapılmadan ihram sahih kabul edilmez. Çoğunluğa göre ise telbiye şart değildir. Mâlikîler telbiyeyi vâcip, ihrama girerken söylenmesini sünnet, Şâfiî ve Hanbelîler her hâlükârda sünnet görmüşlerdir. İhrama mîkātta girmek ve ihram yasaklarından sakınmak vâciptir (ayrıca bk. İHRAM). Mîkāt sınırları dışından gelen kimseler (âfâkî) mîkāt yerlerinden veya onların hizasından ihrama girerler. Mîkāt sınırları içinde olup Harem bölgesi dışında yaşayanlar Hanefîler’e göre Hil sınırından, Mâlikîler’e göre evinden ya da mahalle camisinden, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre köy veya kasabalarının sınırları içinde ihrama girerler. Harem bölgesinde oturan Mekkeliler ve Mekke ya da Harem bölgesinde geçici olarak ikamet edenler Harem-Hil sınırına giderek oradan ihrama girerler. Mekke ve Harem bölgesinde bulunanların ihrama girmesi konusunda Hil bölgesindeki hangi yerin daha faziletli olduğu tartışılmıştır (bk. HİL).
     Hacdaki ihram yasakları umre ihramı için de geçerlidir. Erkeğin dikişli elbise, çorap vb. şeyler giymesi, başını veya yüzünü örtmesi, ayak bileklerini örten ayakkabı giymesi, kadının yüzünü örtmesi ve eldiven giymesi yasaktır. Hem erkek hem kadın için geçerli olan yasaklar şunlardır: Koku sürmek, kokulu şey kullanmak, saçtan yahut vücudun herhangi bir yerinden kıl koparmak veya kesmek, tırnak kesmek, avlanmak, cinsel ilişkide ve ona hazırlayıcı hareketlerde bulunmak, cinsel içerikli konuşmak, tartışmak. Umrenin rükün sayılan menâsiki tamamlanmadan gerçekleşen cinsel ilişki umrenin fesadı ve kazâsı yanında ceza kurbanı da gerektirir. Cinsel içerikli konuşma ile tartışma dışındaki yasakların çiğnenmesi halinde yasağın durumuna göre ceza kurbanı kesmek veya sadaka vermek icap eder. Hacda mekruh olan şeyler umrede de mekruhtur. Meselâ saçı taramak, vücuttan saç veya kıl koparmak ve süslenmek bunlardandır. İhrama girmeden önce yıkanmak, vücuda koku sürmek (elbiseye koku sürülmemelidir) ve iki rek‘at namaz kılmak sünnettir.
     Niyetten sonra telbiye çoğunluğa göre sünnet, Hanefîler’e göre farzdır. Umreye niyet ettikten sonra Hacerülesved’i selâmlayıp tavafa başlayıncaya kadar çokça telbiye getirmek çoğunluğa göre sünnettir. Mâlikîler’e göre âfâkî Harem bölgesine ulaşıncaya, Harem sınırından ihrama girenler ise Mekke’nin evlerini görünceye kadar telbiye getirirler.
     b) Tavaf:
     Tavaf umrenin rükünlerindendir. Çoğunluğa göre yedi şavt farz iken Hanefîler’e göre dört şavt farz, üç şavt vâciptir. Tavafın hicr-i İsmâîl’in dışından sağdan sola doğru yapılması, hadesten ve necâsetten taharet, avret yerlerinin örtülmesi çoğunluğa göre tavafın şartlarından, Hanefîler’e göre vâciplerindendir. Mâlikî ve Hanbelîler şavtların peş peşe yapılmasını şart, Hanefî ve Şâfiîler sünnet saymıştır. Gücü yetenin yürüyerek tavaf yapması ve tavaftan sonra iki rek‘at namaz kılması çoğunluğa göre vâcip, Şâfiîler’e göre sünnettir.
     Umre tavafının sünnetleri şunlardır: Erkeklerin ilk üç şavtta hızlı ve çalımlı yürümesi, sağ omuzu tavaf boyunca açık bırakması; tavafa Hacerülesved’den az önce başlamak, Hacerülesved’e yönelip selâm vermek ve mümkünse onu öpmek, mümkün değilse elleriyle işaret etmek, Rüknülyemânî’ye selâm vermek ve dua etmek. Umrede kudüm tavafı yoktur; bazı âlimler umre tavafının kudüm tavafı yerine de geçeceğini söylemiştir. Umrede vedâ tavafı Hanefîler’e göre müstehap, Mâlikîler’e göre sünnet, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre vâciptir; ancak Hanbelîler’e göre Mekke ve Harem bölgesi halkına vedâ tavafı vâcip değildir.
     c) Sa‘y:
     Umrede sa‘y Mâlikî ve Şâfiîler’e, Ahmed b. Hanbel’den gelen bir rivayete göre rükün, Hanefîler’e ve Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre vâciptir. Hac sa‘yinin hükümleri umre sa‘yında da geçerlidir. Sa‘yin tavaftan sonra yapılması ve sa‘ye Safâ tepesinden başlanması şarttır; Merve tepesinden başlandığı takdirde şavt geçersizdir. Hanefîler’e göre sa‘yin dört şavtının terki ceza kurbanı, üç ve üçten az şavtın terki sadaka vermeyi gerektirir. Umrede gücü yetenin yürüyerek sa‘y yapması Hanefî ve Mâlikîler’e göre vâcip, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre sünnettir. Sa‘yin şavtlarını peş peşe eda etmek çoğunluğa göre sünnet, Mâlikîler’e göre sa’yin sıhhat şartıdır. Sa‘ye niyet ve yeşil direkler arasında erkeklerin kısa adımlarla koşması da (hervele) sünnettir.
     d) Tıraş Olmak:
      Şâfiî mezhebinde tercih edilen görüşe göre rükün, çoğunluğa göre ise vâciptir. Hanefîler’e göre saçın en az dörtte biri kısaltılmalı, Şâfiîler’e göre en az üç kıl kesilmeli, Mâlikî ve Hanbelîler’e göre saçın her tarafından bir miktar alınmalıdır. Saçın tamamının tıraş edilmesi daha faziletlidir; ancak temettu‘ haccı yapanlar haccın sonunda ihramdan çıkarken de tıraş olabilmek için saçının bir kısmını bırakmalıdır. Kadının saçını biraz kısaltması sünnettir; saçın tamamını kestirmesi yaratılışı bozmak sayılmış ve mekruh görülmüştür. İhram, tavaf, sa‘y ve tıraş gibi hacla umre arasındaki ortak fiillerde sünnetler aynıdır. Umrede nâfile hedy kurbanı kesilebilir. Hz. Peygamber, Hudeybiye seferinde umreye niyetlenmiş ve yanına hedy kurbanı almıştır (Buhârî, “Muħśar”, 1; ayrıca bk. HEDY).

     Umrenin Eda Edilişi.
     Umre yapmak isteyenlerden Harem ve Hil bölgesi dışından gelenler mîkāta ulaştığında ihram giymek için hazırlık yaparlar. Harem bölgesiyle mîkāt sınırları arasında kalan Hil bölgesinde oturanlar bulunduğu yerden veya Harem sınırından ihrama girerler. Mekke ya da Harem bölgesinde yaşayanlar ise Hil bölgesine çıkarak Harem sınırından ihrama girerler. İhram için hazırlık yapılırken sünnete uygun biçimde önce gusül abdesti alınır, temizlenilir ve koku sürülür; ihram elbisesi giyilir ve iki rek‘at ihram namazı kılınır. Vakit namazları da bu namazın yerine geçer. Daha sonra umreye niyet edilerek, “Allahım, ben umre yapmak istiyorum, onu bana kolaylaştır, onu benden kabul et, sen işiten ve bilensin!” (Allāhümme innî ürîdü’l-umrete feyessirhâ lî ve tekabbelhâ minnî inneke ente’s-semîu’l-alîm) vb. şekillerde dua edilir. Ardından “Lebbeyke’llāhümme lebbeyk lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk inne’l-hamde ve’n-ni‘mete leke ve’l-mülk lâ şerîke lek” denilerek telbiye getirilir. Böylece ihrama girilmiş, umreye başlanmış, dolayısıyla ihram yasakları da başlamış olur. Mekke’ye girip tavafa başlayıncaya kadar telbiye getirmeye devam edilir.
     Mekke’ye ulaşınca hemen Mescid-i Harâm’a gidilir, Kâbe’ye yaklaşılır ve umrenin rüknü/farzı olan tavafa niyet edilir. Mümkünse Hacerülesved öpülerek veya uzaktan işaretle selâmlanır ve tekbir getirilir. Hacerülesved’in hizasından tavafa başlanır ve bu andan itibaren telbiye kesilir. Kâbe’nin etrafında yedi şavt dönülür, Hacerülesved’in hizasına her gelişte öperek veya işaret ederek selâmlama tekrarlanır.
     Tavaf sırasında çokça dua ve zikir yapılmalıdır. Tavaf bittikten sonra iki rek‘at tavaf namazı kılınır. Ardından tekrar Hacerülesved’e dönülür, öpülerek veya işaretle selâmlanır ve tekbir getirilir.
     Bunun arkasından Safâ tepesine çıkılır ve, “Şüphesiz Safâ ile Merve Allah’ın nişanelerindendir. Bu sebeple hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret edip onları tavaf edenler için bir günah yoktur. Her kim gönlünden koparak bir hayır işlerse şüphesiz Allah onu bilir ve karşılığını verir” meâlindeki âyet (el-Bakara 2/158) okunur. Safâ tepesine çıktıktan sonra Kâbe’ye yönelinir ve bir süre durarak tehlil ve tekbir getirilip dua edilir. Ardından Safâ’dan inilerek Merve tepesine doğru gidilir. Merve tepesine ulaşınca durup Safâ tepesinde yapıldığı şekilde zikir ve duada bulunulur. Böylece bir şavt tamamlanmış olur. Merve’den tekrar Safâ’ya doğru gidilir, gidiş ve gelişler yedi şavta tamamlanır. Sa‘y esnasında çokça dua ve zikir yapılır. Son şavt Merve tepesinde tamamlandıktan sonra saç tamamen veya kısmen tıraş edilir ve bu şekilde ihramdan çıkılmış olur. Mekke’den ayrılmak istendiğinde vedâ tavafı yapılır.

     Umrenin Fesadı:
     Cinsel ilişkide bulunmak umrenin fâsit olmasına yol açar. Hanefîler’e göre tavafın dört şavtı eda edilmeden, Mâlikîler’e göre sa‘y bitmeden, Şâfiî ve Hanbelîler’e göre tıraş olup ihramdan çıkmadan önce cinsel ilişkide bulunmak umreyi geçersiz kılar. Hacda olduğu gibi umrenin geçersiz olması halinde de umreye devam etmek, sonra kazâsını yapmak ve ceza ödemek gerekir. Hanefî ve Hanbelîler’e göre bu durumda ceza koyun veya keçi, Mâlikî ve Şâfiîler’e göre sığır yahut deve kesmektir. Umreyi fâsit kılmayacak ölçüde bir ilişkinin cezası da Hanefîler’e göre koyun veya keçi, Mâlikîler’e göre sığır yahut devedir.
     Umrenin herhangi bir rüknünün bilerek terkedilmesiyle umre fâsit olmazsa da böyle bir davranış haramdır. Dolayısıyla belli bir zamanla kayıtlı olmaksızın ilk fırsatta o rüknü eda etmek gerekir; rükün yerine getirilmeden kişi ihramdan çıkamaz ve ihram yasaklarına uymaya devam eder. Ancak zorlayıcı bir engel sebebiyle umrenin bir rüknünün yerine getirilememesi durumunda ihramdan çıkmayı mubah kılan “ihsâr” söz konusu olur. Mezheplerin ihsâr sebepleri, ihramdan çıkmanın şekli ve sonucuyla ilgili farklı görüşleri bulunmaktadır (bk. İHSÂR).
     Umrenin vâciplerinden birini terketmek umrenin geçersizliğine yol açmaz, ceza kurbanı kesmeyi gerektirir. Sünnetin terki ceza gerektirmese de sevaptan mahrum olmaya yol açar.

     Başkası Yerine Umre Yapmak:
     Hacda olduğu gibi başkası yerine (niyâbet yoluyla) umre yapmak câiz görülmüştür. Hanefîler’e göre bu umre câizdir, Mâlikîler’e göre ise mekruh olmakla birlikte sahihtir. Şâfiî ve Hanbelîler’e göre ölen veya gücü yetmeyen kişi adına umre yapmak câizdir; imkânı varken umre yapmadan ölen kişi adına onun terekesinden umre yaptırılır; kendi vasiyeti olmasa da üçüncü bir kişi onun adına umre yapabilir; gücü yetmeyen kişi adına nâfile umre yapılması da câizdir.

Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Mehmet Boynukalın

6 Nisan 2015 Pazartesi

KELİMELER ~ KAVRAMLAR //✿\\ UMRE (1)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR

UMRE (1)
(العمرة)

     Hac gibi belirli bir zamana bağlı olmaksızın yapılan Kâbe ziyareti anlamında bir terim. Umre, Hanefî ve Malikî mezheplerine göre sünnet-i müekkede, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerine göre farzdır.
     Hac sadece hac mevsiminde yapıldığı halde, umre her zaman yapılabilir. Ancak kurban bayramının arefe günü ile, bu bayramın dört gününde yapılması mekruhtur. Ramazanda yapılması ise daha çok sevaba vesîledir (Elmalılı H. Yazır, Halk Dini Kur'ân Dili, II, 709).
     Umre esas itibariyle, Kâbe'yi tavaf (etrafında yedi defa dönmek) ve Safa ile Merve tepeleri arasında yedi defa sa'y (koşmak) dır. Hacda olduğu gibi; Müzdelife'ye gitmek, Arafat'ta vakfe yapmak, Mina'da şeytan taşlamak umrede yoktur.
     Tavafın dört şavtı (Kabe'nin etrafında dört kere dönmek) umrenin rüknüdür. Vakit müstesna, hac için şart olan her şey, umre için de şarttır. Tavafın geri kalan üç şavtı, Safa ile Merve arasındaki sa'y ve bunun bitiminde tıraş olmak ya da saçları kısaltmak da umrenin vacipleridir. Haccın sünnetlerinden Safa ile Merve arasındaki sa'ye kadar olanların tümü umre için de sünnettir. Sa'y bitince umre ibadeti sona erdiği için, hacdaki; Müzdelife, Arafat ve Mina ile ilgili sünnetler umrede söz konusu değildir.

     Umrenin Yapılışı:
     Mekke dışından olup da umre yapmak isteyen bir Müslüman mikat yerinde, Mekkeli ise Harem dışında ihrama girer. "Allahım! Ben umre yapmak istiyorum, onu bana kolaylaştır ve benden kabul et" diyerek dua ve niyet eder, telbiye de bulunur. Harem-i Şerif'e gelince Kâbe'nin etrafına yedi defa dolaşarak tavaf eder. İlk üç dolanışta biraz çalımlı yürür. Her dolanışta Hacerü'l-Esved adındaki kutsal taşı selamlar. Tavaf bittikten sonra iki rek'at namaz kılar ve Safa tepesine gider. Oradan başlayarak, Safa ile Merve arasında yedi kere gider gelir. Buna; sa'y denilir. Daha sonra tıraş olarak veya saçlarını kısaltarak ihramdan çıkar. Böylece sona ermiş olur (el-Mevsılî, el-İhtiyar fi Ta'lili'l-Muhtar, 157; Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 483, 508).

     Hac için ihrama giren kişinin, ihramda iken yapması yasak olan şeyler, umre için ihrama giren kişi için de yasaktır. İhramda iken bu yasaklardan birisini yapan kimseye, hac için ihramda iken aynı yasağı işleyen kimse için gerekli olan ceza gerekir.
     Umrenin tek rüknü olan tavafın ilk dört şavtını tamamlamadan karısıyla cinsî temasta bulunan kişinin umresi fasit olmuştur. Ancak bu duruma düşen kimse umreyi bırakmaz devam eder. Ceza olarak bir koyun kurban eder ve tekrar umre yapar. Tavâfın dört şavtını tamamladıktan sonra aynı yasağı işleyenin umresi ise fasit değildir, fakat onun da bir koyun kurban etmesi gerekir (Ömer Nasuhi Bilmen, a.g.e., 85/9).

Şamil İslam Ansiklopedisi

2 Nisan 2015 Perşembe

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 10) HAYIRLI İŞLERE KOŞMAK - 2

RİYAZÜS SALİHİN
10) HAYIRLI İŞLERE KOŞMAK - 2

* HAYIRLI İŞLERE KOŞMAK VE HAYRA YÖNELMİŞ KİŞİYİ CİDDİ VE
TEREDDÜTSÜZ ŞEKİLDE ONU İŞLEMEYE TEŞVİK ETMEK..

91- الرابع: عن أبي هُريرةَ رضي اللَّهُ عنه قال: جاءَ رجلٌ إلى النبيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فقال: يا رسولَ اللَّهِ، أيُّ الصَّدقةِ أعْظمُ أجْراً ؟ قال: «أنْ تَصَدَّقَ وأنْت صحيحٌ شَحيحٌ تَخْشى الْفقرَ، وتأْمُلُ الْغنى، ولا تُمْهِلْ حتَّى إذا بلَغتِ الْحلُقُومَ. قُلت: لفُلانٍ كذا ولفلانٍ كَذَا، وقَدْ كان لفُلان » متفقٌ عليه .
« الْحلْقُوم » : مجرى النَّفسِ . و « الْمريءُ » : مجرى الطَّعامِ والشَّرابِ .
91. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:
     Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bir adam geldi ve şöyle dedi:
   - Ey Allah’ın elçisi! Hangi sadakanın sevabı daha büyüktür?
   Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:
   - “Güçlü-kuvvetliyken, sıhhatin yerindeyken, cimriliğin üzerinde, fakir düşmekten endişe etmekteyken, daha büyük zengin olmayı düşlerken verdiğin sadakanın sevabı daha büyüktür. (Bu işi) can boğaza gelip de “falana şu kadar”, “filana bu kadar” demeye bırakma. Zaten o mal vârislerden şunun veya bunun olmuştur.” (Buhârî, Zekât 11, Vasâyâ 17; Müslim, Zekât 92)

     Açıklamalar
     Sevaptan başka herhangi bir karşılık beklemeden sırf iyilik niyetiyle yapılan hayır çeşitlerinin dinimizdeki ortak adı sadakadır. Sadaka denilince ilk anda aklımıza, çarşıda-pazarda dilenenlere verilen küçük maddî yardımlar gelir. Bunlar sadakanın yaygın fakat çok özel bir çeşididir.
     Aslında Allah rızâsı için yapılan her şey sadakadır. Güler yüz, tatlı sözden tutunuz da aile mutluluğuna katkıda bulunmak düşünce ve niyetiyle erkeğin sofrada hanımının ağzına uzatacağı bir kaşık çorbaya varıncaya kadar her şey sadakadır. Ancak hadîs-i şerîfteki sadakadan maksat, maddî iyiliktir.
     Birtakım beşerî duygu ve düşünceler, sosyal ve iktisadî beklentiler, endişeler ve umutlar insanın iyilik yapmasını etkiler. Peygamber Efendimiz, işte bütün bu duyguların canlı ve diri olduğu sırada yapılan iyiliğin “en üstün sadaka” olduğunu belirtmektedir. İyilik yapmayı hayatın son demlerine bırakmanın doğru olmadığına dikkat çekmektedir. İyilikte acele davranmanın gereğine ve isabetine işaret etmektedir.
     Şartlar zorlaştıkça duygular aleyhte yoğunlaştıkça yapılacak iş ve iyilik daha da kıymet kazanır. Bu Hadis-i şerif, en üstün sadakayı bu çerçevede tarif etmiştir. O halde hayırda ve hayırlı işlerde acele davranmak demek, bir anlamda bu tür amelleri en son âna tehir etmemek demektir. Ölümünden sonra hayır yapılmasını vasiyet etmek, hukukî bir müessese olarak bazı ihmallerin telâfisine imkân verse bile, “üstün” nitelikli bir iş yapmış olma anlamına gelmez. “Üstün” nitelikli ameller, bizzat yükümlüsü tarafından yerine getirilenlerdir. Başkalarının takdir ve merhametine havale edilenler değil... Bu yüzden kim ne iyilik yapacaksa, tam bir niyet ve irade ile yapmalıdır. “Ne verirsen elinle o gider seninle” sözü bu açıdan oldukça yerindedir. Geridekilerin geçmişleri adına yapacakları iyilikler, kendi iyilikleridir, geçmiştekilerin iyiliği değildir. O halde adımıza başkalarının yapacağı iyiliklere bel bağlamak yerine, bizzat kendimiz için nasıl bir iyiliği lâyık görüyorsak onu kendimiz yapmalıyız.
     Sadaka ve iyiliklerin önündeki en büyük engel, “fakir düşme endişesidir.” Onu da insana telkin eden şeytandır [bk. Bakara sûresi (2), 268].

     Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz
1. Hayatta, sıhhat ve âfiyette iken verilen sadaka, yapılan iyilik; hastalıkta ve hele hele ölüm döşeğinde yapılacak iyilikten üstündür.
2. Hayır işlerinde acele etmeli, işi yarınlara bırakmamalıdır.
3. Halkımızın ifadesiyle “elin ermediği, gözün görmediği” bir zamanda iyilik yapmaya kalkmak, isâbetli bir hareket değildir.

92- الخامس: عن أنس رضي اللَّه عنه ، أَنَّ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم أَخذَ سيْفاً يوم أُحدٍ فقَالَ: « مَنْ يأْخُذُ منِّي هَذا ؟ فبسطُوا أَيدِيهُم ، كُلُّ إنْسانٍ منهمْ يقُول : أَنا أَنا . قَالَ: «فمنْ يأَخُذُهُ بحقِه ؟ فَأَحْجمِ الْقومُ ، فقال أَبُو دجانة رضي اللَّه عنه : أَنا آخُذه بحقِّهِ ، فأَخَذهُ ففَلق بِهِ هَام الْمُشْرِكينَ». رواه مسلم .
اسم أبي دجانة : سماكُ بْنُ خرسة . قولُهُ : «أَحجم الْقوم» : أي توقَّفُوا . و «فَلق بِهِ» : أَي شَق «هام الْمشرِكين» : أَيْ رؤوسهُمْ .

92. Enes radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Uhud Savaşı’nda eline bir kılıç alıp:
     - “Bunu benden kim almak ister?” diye sordu.
     Mücahidlerin her biri ellerini uzatıp:
     - “Ben, ben” diye cevap verdiler.
     Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bu defa:
     - “Hakkını vermek şartıyla onu kim alır?” buyurdu.
     Bunun üzerine hemen herkes duraladı; fakat Ebû Dücâne radıyallahu anh:
     - Hakkını vermek şartıyla ben alıyorum! dedi, aldı ve onunla müşriklerin kellelerini ikiye ayırdı. (Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 128)

     Açıklamalar
     Mücâhidler, “hakkını vermek şartıyla” ifadesinden Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in “Zafer kazanılıncaya veya şehid oluncaya kadar savaşmak üzere onu benden kim alır?” demek istediğini anlamışlar ve kılıcın hakkını gereği gibi ödeyememek endişesiyle bir an duraklamışlardır. Ebû Dücâne hazretleri ise, hiç tereddüt etmeden kılıcı almak istemiş ve almıştır.
     Sahâbîler zaten cihad meydanında idiler. Bu kılıcı alanın daha fazla fedâkârlık yapması gerektiği ortadaydı. İşte Ebû Dücâne bu fedakârlığı üstlendi. Kılıcı aldığı gibi gözünü kırpmadan savaşa daldı ve müşrik kellelerini ortadan ikiye bölüverdi.
     Bu, Ebû Dücâne’nin zafer veya şehitlik konusuna gösterdiği şevk ve iştiyâkın delili, bu iki hayırdan birine kavuşmak için nasıl acele ettiğinin belgesidir.
     İbni Seyyidinnâs es-Sîre adlı eserinde Hz. Zübeyr’in şöyle dediğini nakletmektedir:
     “Resûlullah’dan kılıcı istediğimde, bana vermeyip de Ebû Dücâne’ye verince, bunu içime sindiremedim ve kendi kendime, Allah’a yemin olsun ki, Ebû Dücâne’nin ne yapacağını gözetleyeceğim, dedim ve onu takip ettim. Ebû Dücâne kırmızı bir bez aldı ve onu başına bağladı. Medineli müslümanlar “Ebû Dücâne ölüm bandıyla harb meydanına çıktı” dediler. Ebû Dücâne rastladığı müşriği yakalayıp öldürdü.
     Ebû Dücâne hazretleri, künyesiyle meşhur olmuş sahâbîlerdendir. Adı Simâk İbni Hareşe’dir. Uhud Savaşı’nda Mus’ab İbni Umeyr radıyallahu anh ile birlikte Resûlullah’ı korumuş ve bir çok yara almıştır. Ebû Dücâne Yemâme harbinde şehid düşmüştür. Allah ondan razı olsun...

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Hayra koşmakta Ebû Dücâne gibi ölümü bile göze almak gerekir.
2. Ebû Dücâne kahraman ve fedâî sahâbîlerdendi.
3. Hz. Peygamber ashâbını daha fazla fedakârlığa ve düşmana karşı durmaya teşvik ederdi.

93- السَّادس: عن الزُّبيْرِ بنِ عديِّ قال: أَتَيْنَا أَنس بن مالكٍ رضي اللَّه عنه فشَكوْنا إليهِ ما نلْقى من الْحَجَّاجِ. فقال: «اصْبِروا فإِنه لا يأْتي زمانٌ إلاَّ والَّذي بعْده شَرٌ منه حتَّى تلقَوا ربَّكُمْ » سمعتُه منْ نبيِّكُمْ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم . رواه البخاري .

93. Zübeyr İbni Adî şöyle dedi:
Enes İbni Mâlik radıyallahu anh’e gittik ve Haccâc’ın zulmünden şikâyet ettik. Enes şöyle dedi:
     - “Rabbinize kavuşana kadar sabredin; zira her gelen gün, geçmiş günden daha kötü olacaktır. Ben bunu Peygamberimiz’den duydum.” Buhârî, Fiten 6
     Zübeyr İbni Adî
     Rey kadısı olan Zübeyr el-Hemedâni, el-Yânî nisbesiyle bilinir. Güvenilir bir muhaddis ve fakih bir tâbiîdir. Kendisinin Enes İbni Mâlik’ten rivayetleri vardır. Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almıştır. Hicri 131 yılında vefat etmiştir.
     Allah ondan razı olsun.
     Açıklamalar
     Haccâc-ı zâlim, Emevî halifesi Abdülmelik İbni Mervân’ın Hicaz ve Irak valisiydi. Hicaz’da halifeliğini ilân etmiş olan Abdullah İbni Zübeyr radıyallahu anh’ı şehid ederek Mekke ve Medine’yi kana buladı. Böylece Abdülmelik’in gözüne girdi ve kendisine Hicaz valiliği yanında Irak valiliği de verildi. Aynı zulmü Irak’ta da gerçekleştiren Haccâc, tepki almaya başladı. Kufe’li Zübeyr İbni Adî, taraftarlarıyla birlikte Basra’da ikamet etmekte olan büyük sahâbî Enes İbni Mâlik’e gitmiş ve çektiklerinden şikâyet etmişti. Öyle görülüyor ki bu şikâyetin altında bir başkaldırma niyeti yatmaktaydı. Enes İbni Mâlik hazretlerinin de herhangi bir siyasî gücü ve idarî görevi yoktu. Muhtemel bir karşı harekât için fikrini yoklamak anlamında bir şikâyet, bir yakınma karşısında olduğunu, böyle bir teşebbüste daha büyük bir fitne kapısının açılacağını hissedince şikâyetçilere hadisimizdeki tavsiyeyi hatırlatmıştır. Belki de böylece yeni bir fitnenin önünü almıştır.
     “Gelen günün, geçen günü aratacak kadar kötü olacağı” tesbiti genel bir değerlendirmedir. Genelde bu böyle olacaktır, demektir. Yoksa geçmişten çok daha iyi günler, zamanlar ve idareler olmuştur, olacaktır da. Haccâc’dan kısa süre sonra yaşanan Ömer İbni Abdülaziz zamanı gibi dönemler için Hasan-ı Basrî hazretleri “halkın nefes alma zamanı” der. Hadiste genel gidişin daha iyiye değil, daha kötüye olduğu hatırlatılmaktadır. Çağımızda yaşanan teknolojik gelişme, bir yandan da kitle imha silahlarıyla insanlık için tehlikeyi arttırmaktadır. Daha kısa zamanda daha çok insanı imha etmek hedefine yönelik teknoloji, dünyanın kötüye gittiğinin belgesidir.
     Hz. Enes’in şikâyetçilere, Hz. Peygamber’den duyduğunu vurgulayarak bu genel gerçeğe dikkat çekmesi ve sabır tavsiye etmesi, aslında sıkıntısız gün olmayacağını belirtmekte, binaenaleyh iyi ve hayırlı işler yapmaya her hâl-ü kârda devam etmenin daha isabetli ve müslümanca bir hareket olduğunu göstermektedir. Zaman daha kötüleşmeden yapılacak iyilik ve hayırlar yapılmalıdır. Zira müslüman, müsbet adamdır; hayır ve hizmet adamıdır.
     “Ümmetim yağmura benzer, önü mü sonu mu hayırlıdır, bilinmez” (Tirmizî, Edeb 81) hadisi ile bu hadis arasında çelişki yoktur. Zira hadisimiz bütün zamanı içine alan genel bir değerlendirmeyi, Tirmizî’nin rivayet ettiği hadis ise, değişik zamanlarda yaşayacak olan müslüman fertler noktasından bir değerlendirmeyi ifade etmektedir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Sıkıntılara göğüs gerip sabretmek, iyi işleri yapmaya gayret etmek gerekir.
2. Gelecek, şimdiki zamandan daha çetin olacaktır.
3. Kıyamete yaklaştıkça fesat yaygınlaşacaktır. Bu sebeple her devirde hayırlı işlere koşmaktan başka çıkar yol yoktur.

94- السَّابع: عن أبي هريرة رضي اللَّه عنه أَن رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: « بادروا بالأَعْمال سبعاً، هل تَنتَظرونَ إلاَّ فقراً مُنسياً، أَوْ غنيٌ مُطْغياً، أَوْ مرضاً مُفسداً، أَو هرماً مُفْنداً أَو موتاً مُجهزاً أَوِ الدَّجَّال فشرُّ غَائب يُنتَظر، أَوِ السَّاعة فالسَّاعةُ أَدْهى وأَمر،»رواه الترمذي وقال: حديثٌ حسن .


94. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Yedi (engelleyici) şey(gelme)den önce iyi işler yapmakta acele ediniz. Yoksa gerçekten siz, unutturan fakirlik, azdıran zenginlik, (her şeyi) bozup perişan eden hastalık, saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık, ansızın geliveren ölüm, gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl, belâsı en müthiş ve en acı olan kıyametten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz?” (Tirmizî, Zühd 3)

     Açıklamalar
     Fertler ve toplumlar için hayat, bir düz çizgiden ibaret değildir. Zik-zakları, pürüzleri, yazı-kışı, hastalığı-sağlığı, gençliği-ihtiyarlığı vardır. Pek karmaşık bir yapıya sahiptir. Bu sebeple fırsat elde iken yapılabilecek faydalı işleri ertelemek, akıllıca bir davranış değildir. Zira hadîs-i şerîfte sayılan yedi engelleyiciden birine veya birkaçına birden takılmak kaçınılmazdır. O halde bunca engelleyici hayat sahnesinde ilk fırsatta iyi işler yapmaya çalışmak bilinçli bir uyanıklık ve akıllılıktır.
     Hayat gerçekleri göz önüne alınınca, 579 numarada tekrar gelecek olan hadisimizin ne kadar gerçekçi olduğu anlaşılacaktır. Hadiste sayılan yedi engelleyicinin özellikleri pek dikkat çekicidir:
   * Bir çok şey gibi haram-helâl sınırlarını da unutturan fakirlik.
   * Sınır tanımaz bir azgınlığa sürükleyen zenginlik.
   * Hayatın, normal akışını bozan ve duyguları alt üst eden hastalık.
   * İleri-geri, saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık.
   * Ansızın gelen ölüm.
   * En şerli ve tehlikeli kıyâmet alâmeti olan Deccâl.
   * Sıkıntısı ve acısı dayanılmaz kıyamet.
   Bütün bunlar üzerinde yeterince düşününce, insanın kötülük yapmak şöyle dursun; iyiliklere, hayırlara koşması pek tabiî değil midir? Hayra koşmakta, bu tür ihtimalleri daima hesap etmek gerekir. İstesen de bir şey yapamayacağın günler gelmeden, iş işten geçmeden önce, birşeyler yapmak lâzımdır.
     “İnsanların çoğu iki nimetin kıymetini takdirde yanılmışlardır: Sıhhat ve boş vakit” (bk. 98. hadis).
     “Yarıncılar helâk olmuştur” (bk. 146. ve 1739. hadis).
     Bu beyanlar, müslümanların nasıl bir gayret ve canlılık içinde olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Ne yazık ki “sonra yaparım; daha yaşım ne, başım ne!” diye diye hep kendimizi aldatmaktayız. İyilikleri, hayırları hep ertelemekte nefsimizin isteklerini saniye sektirmeden işlemekteyiz. Zararımız kendimize, toplumumuza, müslümanlara ve bütün insanlaradır.
     Resûl-i Ekrem Efendimiz’in iyilikleri geciktirmeden sür’atle işlemek konusundaki böylesine ciddi uyarılarda bulunması, ümmetin bu mevzudaki kusurunun ciddi boyutlarda olduğunu göstermektedir. İslâm ülkelerinin ve müslümanların günümüz dünyasındaki durumları, Peygamber Efendimiz’in ne kadar haklı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Birtakım engeller çıkmadan önce iyi işler yapmaya gayret etmek lâzımdır.
2. İnsanı hayır yapmaktan alıkoyan engellerin başında fakirlik, zenginlik, hastalık ve ihtiyarlık gelmektedir.
3. Deccâl’ın ortaya çıkışı, kıyamet alâmetlerindendir.
4. Kıyametteki elem ve acı, dünyadakilerden çok çok şiddetlidir.
5. Faydalı işlere karşı tembel davranmamak ve sonunda da pişman olmamak için, “hayra koşma”yı bir alışkanlık haline getirmek lâzımdır. Bu hem fertlerin hem de ümmetin kalkınma ve kurtulma çaresidir.

95- الثامن: عنه أَن رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال يوم خيْبر: «لأعطِينَّ هذِهِ الراية رجُلا يُحبُّ اللَّه ورسُوله، يفتَح اللَّه عَلَى يديهِ» قال عمر رضي اللَّهُ عنه: ما أَحببْت الإِمارة إلاَّ يومئذٍ فتساورْتُ لهَا رجَاءَ أَنْ أُدْعى لهَا، فدعا رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم عليَ بن أبي طالب، رضي اللَّه عنه، فأَعْطَاه إِيَّاها، وقالَ: «امش ولا تلْتَفتْ حتَّى يَفتح اللَّه عليكَ» فَسار عليٌّ شيئاً، ثُمَّ وقف ولم يلْتفتْ، فصرخ: يا رسول اللَّه، على ماذَا أُقاتل النَّاس؟ قال: «قاتلْهُمْ حتَّى يشْهدوا أَنْ لا إله إلاَّ اللَّه، وأَنَّ مُحمَّداً رسول اللَّه، فَإِذا فعلوا ذلك فقدْ منعوا منْك دماءَهُمْ وأَموالهُمْ إلاَّ بحَقِّها، وحِسابُهُمْ على اللَّهِ» رواه مسلم  «فَتَساورْت» هو بالسِّين المهملة: أَيْ وثبت مُتطلِّعاً.

95. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem Hayber Savaşı’nda şöyle buyurdu:
     “Bu sancağı, Allah’ı ve Resûlünü seven, Allah’ın fethi kendisine nasip edeceği bir yiğide vereceğim.”
     Ömer radıyallahu anh demiştir ki, “Emirliği o günkü kadar hiçbir zaman arzu etmedim. Beni çağırır ümidiyle Resûlullah’a kendimi göstermeye çalıştım durdum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ali İbni Ebû Tâlib’i çağırdı, sancağı ona teslim etti ve şöyle buyurdu:
     - “Yürü, Allah fethi müyesser kılıncaya kadar sağa-sola bakınma!”
     Ali derhal hareket etti, sonra durdu ve arkasına dönmeden (gözlerini hedeften ayırmadan) seslendi:
     - Ey Allah’ın elçisi, onlarla ne (yapmaları) için savaşayım?
     Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     - “Onlarla, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resûlü olduğuna şehâdet getirmelerine kadar savaş. Bunu yaptıkları an, -dinin yasaklarını çiğnemedikçe- kanlarını ve mallarını senden korumuş olurlar. Asıl hesapları(nı görmek ise) Allah’a aittir.”
(Müslim, Fezâilü’s-sahâbe 33. Ayrıca bk. Buharî, Fezâilü’l-ashâb 9)

     Açıklamalar
     Hayber’in fethi, zorlu savaşlardan sonra hicrî yedinci yılda gerçekleştirilmiştir. Zira Hayber, o devre göre pek sağlam kalelere sahipti. Medine civarından sürülen yahudilerden bir kısmı da buraya gelip yerleşmişlerdi. Bu haliyle Hayber müslümanlar için büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu tehlikeyi ortadan kaldırmak için Hayber üzerine yürünmüştü. Hudeybiye Antlaşması’ndan yaklaşık bir ay sonra gerçekleştirilen Hayber Savaşı sırasında Kamûs Kalesi şiddetle direnmişti. Fetihten ümit kesilmeye başlandığı bir günün akşamında Hz. Peygamber, hadisimizde yer alan açıklamada bulunmuş ve fethi müjdelemiştir.
     Hz. Ömer’in emirliği o gün çok arzu ettiğini belirtmesi, hem fetih şerefine ermek istemesi hem de sancağı alacak kişinin “Allah ve Resûlü’nü sevdiği”, bir başka rivayete göre de, “Allah ve Resûlü’nün de kendisini sevdiği” bildirilmiş olmasındandır. Böyle bir mazhariyete ulaşmayı kim istemez ki?..
     Konuya ait rivayetlerden öğrendiğimize göre, Hz. Ali’nin o günlerde gözleri ağrıyormuş. Hz. Peygamber, kendisini çağırmış, tedâvî etmiş, sancağı teslim etmiş ve hadisimizdeki emri vermiştir. Hz. Ali, emre uygun olarak derhal yola çıkmış, “sağa-sola bakınma” tâlimatını da zâhirî mânâda anlamış, dönüp sorması gereken soruyu bile talimata aykırı davranmamak için yönünü değiştirmeden ve gözünü hedeften ayırmadan, yüksek sesle sormuştur. Hz. Ali’nin, fethi gerçekleştirmek maksadıyla ne kadar sür’atli ve dikkatli davrandığını gösterdiği için hadis burada zikredilmiş olmaktadır.
     Bu demektir ki, hayra koşmak, uluslararası ilişkilerde de aynen geçerlidir. Yani müslüman her yerde, her seviyede, her meşrû görevde tereddüt göstermeden, görevini sür’atle yapar.
     İslâmda savaş, kelime-i şehâdet getirilinceye kadardır. Müslüman olanlar, can ve mallarını güvence altına almış olurlar. Müslüman olmayan fakat cizye vermeyi kabul edenler de aynı sonuca ulaşırlar. Müslüman olduktan sonra, İslâm esaslarına göre sorumlu tutulmaları gerekli bir suçları varsa ve bu sebeple can ve mal emniyetlerini ortadan kaldırmışlarsa, bunun hesabını vereceklerdir. Başkalarından gizledikleri hesaplarını ise, zaten Allah Teâlâ görecek, dilerse hesaba çekecek, dilerse affedecektir. Zira kalplerdekini bilen sadece Allah Teâlâ’dır.
     Hadis 177 numarada tekrar gelecektir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Ashâb-ı kirâm hayra koşmakta tereddüt etmezlerdi. Hz. Ali’nin davranışı bunun örneklerindendir.
2. Hz. Ali’nin Allah ve Resûlü’nü sevdiği, Allah ve Resûlü’nün de Hz. Ali’yi sevdiği Hz. Peygamber tarafından bildirilmiştir.
3. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bazan olacakları önceden bildirirdi. Hayberin Fethi’ne dair müjdesi bunun örneklerindendir.
4. Harbte düşman, önce müslüman olmaya davet edilir. Özellikle İslâm’dan haberi olmayan düşmana bu davet mutlaka yapılır.
5. Müslüman olmak için kelime-i şehâdeti söylemek yeterlidir. Dilsizlerin inandıklarını işaretle belirtmeleri kâfidir.
6. Hayırlı işlerde sür’at göstermek tavsiye edilmiştir.
7. Allah Teâlâ hiç bir şeyi yapmaya mecbur değildir.

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...