15 Ekim 2015 Perşembe

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: UZLET (1)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UZLET (1)
(العزلة)

     Belirli bir ruhsal olgunluğa ulaşmak amacıyla dünya hayatından ve sosyal çevreden uzaklaşarak arzuları sınırlamaya çalışma, münzevi bir yaşam sürme.

     Çile, inzivâ ve zühde (asetizm) yer veren dinî geleneklerde uzlet yaşantısı ruhsal olgunluğa ulaşma ve arınmanın bir yolu olarak görülür. Mistik din yorumlarının yaygın olduğu Hint dinleri, Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslâm geleneklerinin yanı sıra Maniheizm gibi gnostik inanç sistemlerinde günahlardan arınmak, gerçeği kavramak ve mânevî olgunluğa erişmek amacıyla uzlet yaşantısına yer verilir. Bütün bu geleneklerde uzletin iki önemli karakteristiği dikkati çeker: Sosyal çevreden ve dünya tutkularından elden geldiğince uzaklaşmak, teemmül ve istiğrakla ruhsal aydınlanmayı amaçlamak.

     Uzletle asetizm ve manastır yaşantısı arasında yakın bir ilişki vardır; zira uzlet asetizme dayalı manastır yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır. Her ne kadar aralarında fark varsa da oldukça erken dönemlerden itibaren birçok gelenekte asetik yaşantının varlığı bilinmektedir. Meselâ eski Yunan’da Pisagorcular, Stoacılar, sofistler, Eleusis misterleri ve Sinikler arasında asetik yaşantıya ver verilmiştir. Hinduizme bağlı bazı akımlarla Jainizm’de ruhsal arınmayı sağlamak ve devam edegelen ruh göçü sürecinde bir sonraki yaşamda daha iyi bir konumda doğabilmek için asetik yaşama önem verilir. Upanişadlar döneminden itibaren Hindu geleneğinde kendini tamamen meditasyona vermek amacıyla toplumdan ayrılarak ormanda yaşayan keşişler mevcuttur. Benzer şekilde Budizm’de de ideal bir dinî hayatın manastırlarda keşiş hayatı sürmekle mümkün olacağı kabul edilir. Yahudilik’te milâttan önce II. yüzyıldan beri düzenli münzevi hayatın varlığı bilinmektedir. Hıristiyanlık’ta da III. yüzyıldan itibaren bu geleneğe yer verilmiştir (bk. KEŞİŞ). Asetik tutum ve davranışlar, hem bu yaşamı sürdüren kişinin kendi günahları hem de diğer insanların günahları için bir kefâret şeklinde kabul edilir.

     Uzlet, sessizlik ve meditasyonun yanı sıra az yeme içme ve az uyuma gibi ılımlı bir asetizmi benimseyen keşişlerin çoğunlukta olmasına rağmen kendine eziyet etmeyi ve dünyadan tamamıyla bağımsızlık yolunu seçerek katı asetik yaşantıya yer verenler de vardır. Meselâ “hava giyenler” diye bilinen Jainist akım mensubu keşişler, hiçbir şey yiyip içmeme şeklindeki katı asetizm uygulamakta ve hiçbir canlıyı incitmemek amacıyla tamamen çıplak yaşamayı tercih etmektedir.

     İnsanın gerçek benliğini meydana getiren ruhun ilâhî âlemden maddî âleme ve bunun bir parçası olan bedene düştüğünü var sayan, ruhun kurtuluşunun maddî âlemden ve bedenden elden geldiğince uzak durulması gerektiğini düşünen gnostik geleneklerde uzlet yaşantısına önem verilir. Yeryüzü yaşantısı ve beden ruhun hapishanesi, zindanı ve mezarı olarak değerlendirilir. Maniheizm’de ve çeşitli hıristiyan gnostik akımlarda, bu tutsaklığın sürmesi için maddî âlemle bedenin arzu ve
isteklerinin ruhu saptırarak gerçek benliğini kavramasını engellemeye çalıştığına, böylece onun bu hapishane yaşantısına bağlı şekilde varlığını sürdürmesine gayret ettiğine inanılmaktadır. Ruhun, dolayısıyla insanın gerçeğe ulaşması ve kurtulması için dünya yaşantısından, bedenin arzu ve isteklerinden uzak durması, bunun için de uzlet yaşantısına yönelmesi gerekli görülür.

     Birçok dinî gelenekte uzlete çekilen kişinin birtakım kurallara uyması, bu yaşamla hedeflenen özel amaçları gerçekleştirme doğrultusunda belirli bir program ve disipline göre yaşaması gerektiği düşünülür. Meselâ uzlette manastır yaşamını tercih eden hıristiyan keşişleri için geçerli olan “Benedictine kuralları” vardır. Budist keşişleri ise “Viyana kuralları”na riayet etmek durumundadır. Yine birçok dinî gelenekte uzlete çekilen kişilerin bu yaşama başlamanın göstergesi sayılan birtakım özel işaretler taşıması gerekir. Bazı geleneklerde özel bir giysi giyilir, saçların uzatılması veya Budist geleneğinde başın tamamen ya da hıristiyan geleneğinde başın tepe kısmındaki saçların kazıtılması gibi hazırlıklar yapılır. Hindu kaynaklarından Rig Veda’da uzun saçlı asetiklerden bahsedilmektedir.

     Gelenekten geleneğe bazı farklılıklar bulunmakla birlikte uzlet yaşantısında uyulması gereken kuralların başında sessizlik, meditasyon, teemmül, istiğrak, dua, oruç, nefis tezkiyesi ve sebat gelmektedir. Bunun dışında manastırda yaşamaya dayalı uzlet yaşantısında cemaat kurallarına uyma, disiplin, mutlak itaat ve mürşide bağlanma gibi kurallara uyma zorunluluğu vardır. Bu kurallar genellikle insanların kişisel arzu ve ihtiraslarını kırma, onları teslimiyet, tevazu ve alçak gönüllülüğe teşvik etme amacına yöneliktir. Bazı dinî geleneklerde uzlet yaşantısının bir ömür sürdürülmesi hedeflenir. Bunun yanında bazı geleneklerde geçici bir süre için uzlete çekilme uygulamalarına da rastlanır. Meselâ Tayland’da gençler, olgunlaşma dönemine geçişi sembolize eden kısa süreli bir keşiş yaşantısı tecrübesi geçirir. Yine Hinduizm’deki “aşram” kavramı geçici bir keşişlik yaşantısını tanımlamakta ve tam keşişliğe bir geçiş dönemini ifade etmektedir.

     En azından Hâkimler döneminde ortaya çıkan Nazirîler (Sayılar, 6/1-21) bilindiği kadarıyla ilk münzevi yahudilerdir. Şarap gibi bazı içeceklerden ve evlilikten uzak durarak kendilerini Tanrı’ya adayan Nazirîler’in (Sayılar, 6/8) daha geç versiyonu milâttan önce II. yüzyılda ortaya çıktığı kabul edilen Essenîler’dir. Ölüdeniz civarındaki mağaralarda yaşayan bu yahudi tarikatı mensupları, gerek münzevi yaşayışları gerekse dinî inançları bakımından geleneksel Yahudilik’ten oldukça farklıydı. Talmud’da da Simeon ben Yohai ve Rabbi Zeira gibi münzevi yahudi rabbilere referanslar vardır. Muhtemelen Vaftizci Yahyâ da Hıristiyanlığın ortaya çıktığı dönemde münzevi yahudi gruplarının liderlerindendi.

     Özellikle milâttan sonra 70 yılında başlayan ikinci diasporadan sonra Yahudilik’te münzevi eğilimler artmıştır. VII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan Îseviyye, Yudganiyye, Karâîlik gibi yahudi mezhepleri bu psikolojinin sonucudur. XVIII. yüzyılda Doğu Avrupa’da yaygınlaşan Hasidizm yahudi uzlet hayatının modern versiyonunu oluşturur. Hıristiyan geleneği açısından Anadolu’da asetik yaşantının Basil (ö. 379) ve kız kardeşi Macrina’nın faaliyetleriyle yaygınlık kazandığı düşünülür. Basil’in kardeşi olan Gregory (ö. 395) yazdığı eserlerle ilk büyük monastik teolog sayılmış, İstanbul ve X. yüzyıldan itibaren Yunanistan’daki Athos (Aynaroz) dağı hıristiyan asetizminin birer merkezi haline gelmiştir. Hıristiyan asetikler Doğu Avrupa’nın hıristiyanlaştırılmasında aktif rol oynamıştır. İstanbul’un Türkler tarafından fethi ve 1917 Rus İhtilâli gibi bazı olaylar hıristiyan asetizmi açısından olumsuz etkiler bırakmıştır.

     Asetizme önem verilen Budizm’de Buda (Buddha) sonrası dönemde manastır yaşamı Budizm’in temel kurumunu teşkil etmiş ve keşişler doğru inancın gerçek temsilcileri kabul edilmiştir. Başlangıçta gezgin asetikler görünümünde olan ve dilenmeye önem veren Budist asetizmi, sonradan “vihara” denilen manastırlarda ya da “guha” denilen mağaralarda cemaat şeklinde yaşamı temel almıştır. Budizm’de Sangha teşkilâtı bünyesinde erkek keşişlere “upâsakas” (bhikkhu), kadın keşişlere “upâsikas” (bhikkhuni) adı verilmektedir. Asetik yaşama giriş iki aşamada meydana gelmekte, yedi ya da sekiz yaşlarında adaylık töreniyle keşiş yaşantısına başlanmakta, yirmi yaşında tam giriş töreniyle kişi bhikkhu ya da bhikkhuni olarak kutsanmaktadır. Asetikler başlarını kazımakta, yöresine göre portakal, sarı, kahverengi, kırmızı, gri ya da siyah keşişlik elbisesi giymekte ve sadaka taşı taşımaktadır.

     Uzlet yaşantısına yer veren bütün dinî geleneklerde asetik yaşam süren kişinin elden geldiğince dünyevî hayatla ilgisini en az düzeye indirmesi istenir. Öyle ki Jainizm ve Maniheizm gibi dinlerde uzlete çekilmenin en ideal örneğini ancak azizler ya da seçilmişler ortaya koyabilir. Meselâ Maniheizm’de seçilmişlerin ağız, el ve cinsel yaşama yönelik üç mühre sıkı sıkıya bağlanması beklenir. Dolayısıyla bunlar et ve şaraptan, yalandan, sahtekârlıktan, her türlü kötülükten, iş yapmak suretiyle doğaya zarar vermekten ve cinsellikten uzak durmak zorundadır. Yaşamlarının genelini dua, ibadet ve oruçla geçirmek durumundadır ve yalnızca bitkisel (vejeteryan) diyet yapabilirler. Bazı erken dönem hıristiyan asetiklerle Budist, Jainist ve Hindu asetikler de et yemeye karşı çıkarak bitkisel diyeti uygun görmüştür.

   BİBLİYOGRAFYA:

    H. Jonas, The Gnostic Religion, Boston 1958, s. 62-63; E. R. Hardy, “Asceticism”, A Dictionary of Christian Ethics (ed. J. Macquarrie), Philadelphia 1967, s. 20-21; a.mlf., “Monasticism”, a.e., s. 216-217; E. M. Yamauchi, Gnostic Ethics and Mandaean Origins, Cambridge 1970, s. 31-34; M. Eliade, A History of Religious Ideas (trc. W. R. Trask), Chicago 1978, I, 235-238; K. Rudolph, Gnosis: The Nature of and History of an Ancient Religion (trc. ve ed. R. McLachlan Wilson), Edinburgh 1983, s. 257-258; M. Southwold, Buddhism in Life, Manchester 1983, s. 214-218; P. Harvey, An Introduction to Buddhism: Teachings, History and Practices, Cambridge 1990, s. 217-243; A. S. Atiya, A History of Eastern Christianity, Millvood 1991, s. 291-294; Documents of the Christian Church (ed. H. Bettenson), Oxford 1992, s. 116-132; J. A. Montgomery, “Ascetic Strains in Early Judaism”, Journal of Biblical Literature, LI/3, New York 1932, s. 183-213; T. C. Hall, “Asceticism (Introduction)”, ER, II, 63-69; W. O. Kaelber, “Asceticism”, Encyclopedia of Religion (ed. L. Jones), Detroit 2005, I, 526-530.


Mustafa Çağrıcı

Türkiye Diyanet Vakfı
İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ

14 Ekim 2015 Çarşamba

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 12) ÖMRÜN SONLARINDA HAYRI ARTTIRMAYA TEŞVİK - (1)

12- بابُ الحثِّ على الازدياد من الخير في أواخِر العُمر
ÖMRÜN SONLARINDA HAYRI ARTTIRMAYA TEŞVİK (1)

     Âyet
قال اللَّه تعالى:{أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ}
1.Düşünecek olanın düşüneceği kadar sizi yaşatmadık mı? Hem size uyarıcı da geldi.” Fâtır sûresi (35), 37

قال ابن عباس والمحققون: معناه: أولم نعمركم ستين سنة، ويؤيده الحديث الذي سنذكره إن شاء اللَّه تعالى. وقيل معناه: ثماني عشرة سنة. وقيل: أربعين سنة. قاله الحسن والكلبي ومسروق، ونقل عن ابن عباس أيضاً، ونقلوا أن أهل المدينة كانوا إذا بلغ أحدهم أربعين سنة تفرغ للعبادة. وقيل هو: البلوغ. وقوله تعالى:  { وجاءكم النذير }  قال ابن عباس والجمهور: هو النبي صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم. وقيل: الشيب. قاله عكرمة وابن عيينة وغيرهما، والله أعلم.

      Nevevî bu âyet-i kerîmeyi şöyle açıklamaktadır:
     Abdullah İbni Abbas ve meseleyi iyi tetkik eden âlimlere göre bu âyetin anlamı, “Biz sizi altmış yıl yaşatmadık mı?” demektir. Nitekim biraz sonra nakledeceğimiz hadîs-i şerîf de bu mânayı pekiştirmektedir.
     Bazılarına göre mânası “sizi on sekiz sene” bazılarına göre de “kırk sene yaşatmadık mı?” demektir. Bu son yorum, Hasan el-Basrî, el-Kelbî ve Mesrûk’a aittir. Ayrıca bu görüş İbni Abbas’tan da nakledilmiştir.
     Medinelilerin kırk yaşına gelince, kendilerini ibadete verdikleri rivayet edilmiştir. Bazıları âyette işaret edilen sürenin “büluğ yaşı” olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbas ve âlimlerin büyük çoğunluğu âyetteki “Size uyarıcı da geldi” ifadesindeki uyarıcıdan maksadın “Hz. Peygamber” olduğunu söylemişlerdir.
     İkrime, Süfyân İbni Uyeyne ve daha başkaları âyetteki “uyarıcı” sözünü “ihtiyarlık” olarak yorumlamışlardır. Gerçeği ise, Allah bilir.
     Nevevî’nin açıklaması böyledir. Âyet, inkârcı müşriklerin cehennemden çıkarılmalarını istemeleri, önceki hayatlarının tersine iman ve imana dayalı bir hayat yaşayacaklarını söylemeleri üzerine kendilerine verilen cevaptır. O halde bülûğdan itibaren altmış yaşına kadar ölen herkes, düşünüp ne yapacağına karar verecek zamanı bulmuş demektir. Ne yapılması, nasıl yapılması gerektiğine dair başta Peygamber olmak üzere kendisini uyaran ihtiyarlık ve benzeri bir çok uyarıcı da bulunmaktadır. Böyle olunca ömrü gafletle ve istediği gibi tüketmek, sonra acı âkıbetle karşılaşınca pişmanlık duymak ve yeniden dünyaya gelmek gibi olmayacak isteklerde bulunmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır.
     Herkese takdir edilen ömür, eğer değerlendirilebilirse, böylesi pişmanlığa düşmeyecek kadar uzun ve yeterlidir.
     HADİS-İ ŞERİFLER

113- وأمَّا الأحاديث فالأوَّل : عن أَبِي هريرة رضي اللَّه عنه ، عن النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «أعْذَرَ اللَّهُ إلى امْرِىءٍ أخَّرَ أجلَه حتى بلَغَ سِتِّينَ سنةً » رواه البخارى.
قال العلماءُ معناه : لَمْ يتْركْ لَه عُذْراً إذ أمْهَلَهُ هذِهِ المُدَّةَ . يُقال : أعْذَرَ الرَّجُلُ إذا بلغَ الغاية في الْعُذْرِ .
     113. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.” Buhârî, Rikak 5

     Açıklamalar
     Dünyaya geliş amacını anlamak, hayatı anlamak ve sorumluluklarına sahip çıkmak için insanoğlunun bir “tecrübe zamanı”na ihtiyacı vardır. Bu zamanın âzami sınırı altmış yıldır. Daha kısa sürelerde de insan tecrübe imkânı bulur ve kendisine göre bir yaşayış tarzı benimser ve bunun hesabını vermeye de razı olur.
     “Kul, kusursuz olmaz” denilmiştir. Kusurların telâfi yolları gösterilmiş, tövbe imkânının herkes için sonuna kadar açık olduğu bildirilmiştir. Yani insanoğluna yanlışlarını düzeltme yetenek ve imkânı verilmiştir. Buna yetecek kadar bir ömür de ihsan edilince, öteki dünyada artık özür beyan etme, bir kere daha hayata döndürülmeyi isteme hakkı bırakılmamış olmaktadır.
     Gençlik ve acemilik yıllarının ihmalleri, hiç değilse yaşlılık döneminde telâfi edilmelidir. Dünya ile ilginin zayıfladığı ihtiyarlık döneminde, hayır ve iyilikleri arttırmak, kulluk gayretlerine hız vermek ve böylece son anda olsun bir şeyler elde etmeye çalışmak, her aklı başında insanın yapması gerekli bir atılımdır. Üstelik böyle bir tavır, teşvik de edilmiştir.
     Ömrün sonlarına doğru iyilikleri attırmayı tavsiye eden dinî emirler mevcuttur. Bütün bunlara rağmen kendi bildiğini okuyan, arzu ettiği gibi yaşayan ve böylece uzun bir ömrü boşa geçiren kişiler çıkarsa, artık onların ileri sürebilecekleri hiçbir mazeretleri olamaz.
     bU Hadis-i Şerif “Altmış yıl yaşamamış olanların âhirette mâzeret ileri sürme hakları vardır” anlamına asla gelmez. İyiyi kötüyü tecrübe edip tanıyacak kadar yaşamış olan herkes, mazeretini dünyada ileri sürecek ve kusurlarını orada telâfi edecektir. Artık onlar için âhirette mazeret beyan etme imkânı yoktur. Ama nihayet 60 yıl yaşamış olan birinin hiç mi hiç böyle bir şeyi aklından geçirmemesi lâzımdır.
     Altmış yıl, herşeyi yerli yerine koymak için yeterli bir zaman ve imkândır. Hadisimiz bunu vurgulamaktadır.
     Öte yandan Hz. Peygamber bir hadisinde “Benim ümmetimin (ortalama) ömrü altmış-yetmiş yıl arasındadır” buyurmuştur (Tirmizî, Daavât 101; İbni Mâce, Zühd 27). Hadisimizdeki altmış rakamı da bu ömür sınırının alt çizgisini ifade etmektedir.
     Son anda gayrete gelmek suretiyle de olsa, kusurları dünyada iken telâfi etmeye çalışmak lâzımdır.
     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Kendilerine normal bir ömür verilmiş kimseler, eğer hallerini bu süre içinde düzeltmemişlerse, Allah Teâlâ’ya karşı ileri sürebilecekleri herhangi bir mazeretleri yoktur.
2. Hayatın noksan ve eksiklerini yine hayatta ikmâl etmek gerekmektedir.
3. Ömrün sonlarına doğru iyilikleri ve ibadetleri arttırma teşvikinin altında yatan amaç da, geçmişteki eksiklerin bir ölçüde de olsa telâfi edilmesidir.

114- الثاني : عن ابن عباس ، رضي اللَّه عنهما ، قال : كان عمر رضي اللَّه عنه يُدْخِلُنى مَع أشْياخ بْدرٍ ، فَكأنَّ بعْضَهُمْ وجدَ فِي نفسه فقال : لِمَ يَدْخُلُ هَذِا معنا ولنَا أبْنَاء مِثْلُه ،؟ فقال عمرُ : إِنَّهُ من حيْثُ علِمْتُمْ ، فدَعَانى ذاتَ يَوْمٍ فَأدْخلَنى معهُمْ ، فما رأَيْتُ أنَّه دعانى يوْمئِذٍ إِلاَّ لِيُرِيهُمْ قال : ما تقولون في قول اللَّه تعالى :  { إذا جاءَ نَصْرُ اللَّهِ والْفَتْحُ} [الفتح : 1 ] فقال بَعضُهُمْ : أمِرْنَا نَحْمَدُ اللَّهَ ونَسْتَغْفِره إذَا نَصرنَا وفَتَحَ علَيْنَا . وسكَتَ بعضهُمْ فلم يقُلْ شيئاً فقال لى : أكَذلك تقول يا ابنَ عباس ؟ فقلت : لا . قال فما تقول ؟ قلت : هُو أجلُ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، أعْلمَه له قال : { إذا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ والْفتحُ}  وذلك علامة أجلِك { فَسَبِّحْ بِحمْدِ رَبِّكَ واسْتغْفِرْهُ إِنَّه كانَ تَوَّاباً}  [ الفتح : 3 ] فقال عمر رضي اللَّه عنه : ما أعْلَم منها إلاَّ ما تَقُول . رواه البخارى .
     114. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
     Ömer radıyallahu anh Bedir Harbine iştirak etmiş yaşlı sahâbîlerle beraber beni de istişâre meclisine dahil etti. Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e:
     - Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var, dedi. Hz. Ömer:
     - Bildiğiniz bir sebepten dolayı, diye cevap verdi. Derken birgün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün beni onlara isbat etmek istiyordu.
     Sahâbîlere:
     - “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde...” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:
     - Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız, dedi. Kimi de hiç bir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben:
     - Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun? dedi. Ben:
     - Hayır, dedim.
     - Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de:
     - Bu sûre, Hz. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir.“Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince - ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidir-, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.
     Bunun üzerine Hz. Ömer:
     - Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum, dedi.
     Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (110), 1

     Açıklamalar
     Hadîs-i şerîf, Abdullah İbni Abbas hazretlerinin anlayış ve kavrayışının üstünlüğünü, Kur’an konusundaki bilgisinin enginliğini, dolayısıyla ilmin yaşta değil başta olduğunu göstermektedir. İbni Abbas’ın genç yaşına rağmen danışma meclisinde bulundurulmasına itiraz eden zatın Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anh olduğu Buhârî’nin ikinci rivayetinde açıkca yer almaktadır. Burada ise kapalı geçilmiştir.
     Öte yandan hadis, Hz. Ömer’in devlet yönetiminde belli bir istişâre meclisiyle çalıştığını, bu meclise öncelikle Bedir Savaşı mücâhidlerini, sonra da ilim ve anlayışlarını yeterli gördüğü gençleri üye seçtiğini göstermektedir.
     Ayrıca Hz. Peygamber’e ecelinin yaklaştığı, zafer, Mekke’nin Fethi ve insanların öbek öbek İslâm’a girmeleri gibi üç işâretle bildirilmiş olması, onun peygamberliğinin delillerinden biri sayılmaktadır. Bu sebeple hadisi Buhârî, “İslâm’da Peygamberlik Alâmetleri” bölümünde de zikretmiştir (bk. Menâkıb 25).
     Bu rivayet, bizzat Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e, ömrünün sonlarına doğru tesbih, tahmid ve istiğfarı arttırmasını emrettiğini belgelemektedir. Hayatın sonuna doğru hayır ve hasenâtı arttırmanın İslâm’da temel bir ilke olduğuna dikkat çekmektedir. Hadis burada kahramanları açısından değil, özü ve mesajı bakımından değerlendirilmiştir. Bu bir anlamda hadisi, fıkıh açısından değerlendirmek (fıkhu’l-hadîs) demektir.
    Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İlim ve ulemânın değeri herşeyin üstündedir.
2. İstiğfar ve hamdin arttırılması, işlerin sonuna yaklaşıldığının tabii bir delili sayılmaktadır.
3. Abdullah İbni Abbas, Kur’an bilgisinde üstün bir mevkie sahipti. Ona “tercümânü’l-Kur’an” denilmesi boşuna değildir.

10 Ekim 2015 Cumartesi

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresi'nin 88. ve 93. Ayeti Kerimeleri Arasının Tefsiri

TEFSİR DERSLERİ
Bakara Sûresi'nin 88. Ayeti Kerimesinden,
93. Ayeti Kerimesine Kadar Olan Bölümün Tefsiri

  • Ayet
     Yahudiler "Kalplerimiz perdelidir!" dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir; o yüzden çok az inanırlar. ﴾88﴿
  • Tefsir
     Medine yahudileri, Hz. Peygamber’in davetine karşı, “Kalplerimiz perdelidir” yani “Senin söylediklerinden bir şey anlamıyoruz, söylediklerin aklımıza yatmıyor” veya “kendi dinimize o kadar bağlıyız ki, bizi inancımızdan uzaklaştıracak hiçbir sözü, üzerinde düşünmeye değer bile görmeyiz, hemen reddederiz” diyerek olumsuz karşılık veriyorlardı.
     Yüce Allah ise, onların bu duyarsızlığının asıl sebebinin, tabiatlarında böyle bir kavrama ve anlama kıtlığı bulunması veya dinlerine bağlılıkları olmadığını; tam tersine, öteden beri peygamberleri ve onlara indirilen ilâhî hakikatleri inkâr etmeleri, böylece inkârcılığın kendilerinde âdeta bir alışkanlık ve huy halini alması yüzünden Allah’ın rahmetinden mahrum kaldıkları için bu şekilde Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği ilâhî hakikatlere karşı kapalı hale geldiklerini belirtmektedir.
  • Ayet
     Onlara Allah katından ellerindekini (Tevrat) doğrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur’an) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır. ﴾89﴿
  • Tefsir
     Medine’deki yahudiler yakında yeni bir peygamber geleceğini, Tevrat’ı tasdik eden yani tevhid ve diğer temel itikad konularıyla dinin aslî hedeflerinde Tevrat’la uyuşan, ayrıca Tevrat’ın son peygamberle ilgili müjdesini doğrulayan (Râzî, III, 180) yeni bir kitap indirileceğini biliyor; bu peygamberin ve getirdiği kitabın tevhidi yeniden hâkim kılarak, Yahudiliğin de düşmanı olan putperestliği ortadan kaldıracağına, böylece Mûsâ’nın dinini yeniden güçlendireceğine ve bu suretle kendilerinin de Medine müşrikleri karşısında üstün duruma geçeceklerine inanıyorlardı.
     Yahudiler, Evs ve Hazrec adlı Medineli Arap kabileleriyle savaşıp yenildiklerinde onlara, “Sizinle asıl beklediğimiz peygamber gelince hesaplaşacağız ve o zaman sizi yeneceğiz” derlerdi (İbn Atıyye, I, 178). İşte bekledikleri peygamber ve kitap geldiğine göre onu Araplar’dan önce kendilerinin kabul etmeleri gerekirdi. Fakat onlar inkâr ettiler. Çünkü bu peygamber, umduklarının aksine, İsrâiloğulları’ndan değil Araplar arasından gönderilmişti.
  • Ayet
     Allah’ın, kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü! Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. ﴾90﴿
  • Tefsir
     Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’an’ın hak kitap olduğunu bile bile, Allah’ın dilediği kavimden, dilediği kuluna kitap indirip peygamberlik ihsan etmesini gönül rızâsıyla kabullenip iman etmek gerekirken inkâr yolunu seçmek bütün kötülüklerin en fenasıdır ve yahudiler, ırkçılık ve benlik gururuna kapılarak bu kötülüğü işlemekle gerçekte benliklerini kaybetmişler, kendilerini boşa harcamışlar, mümin olmanın şerefinden yoksun kalmışlardır. Böylece onlar, esasen Mûsâ’nın dinini canlarının istediği gibi yorumlayıp sapmaları yüzünden uğradıkları ilâhî gazaba, bu kez de Hz. Muhammed ve Kur’an karşısındaki olumsuz tutumlarıyla mâruz kalmışlar; alçaltıcı bir cezaya müstahak olmuşlardır.
  • Ayet
     Kendilerine, "Allah’ın indirdiğine iman edin" denilince, "Biz sadece bize indirilene inanırız" derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Resulüm!) Onlara, "Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" deyiver. ﴾91﴿
  • Tefsir
     Vahyin kime indirildiği değil kimin tarafından indirildiği önemlidir. Nitekim âyette “Muhammed’e indirilene inanın” yerine “Allah’ın indirdiğine inanın” buyurularak bu gerçeğe işaret buyurulmuştur. Oysa yahudiler “Biz sadece bize indirilene inanırız” demekle, gerçeğin peşinde olmadıklarını, İsrâil ırkçılığını ilâhî vahyin de üstünde tuttuklarını ortaya koymuşlar; Tevrat’tan sonra indirilen Kur’an da hak kitap olduğu ve esasen asıl Tevrat’taki ezelî ebedî değişmez gerçekleri de onayladığı halde, sözde kendi dinlerinde kararlı olduklarını ileri sürerek onu inkâr etmişlerdir. Gerçekte daha önce atalarının kendi içlerinden gönderilmiş bazı peygamberleri öldürmeleri, bu toplumun kendi dinlerine bağlılıklarında da samimi olmadıklarını göstermektedir.
  • Ayet
     Andolsun Mûsâ size apaçık mûcizeler getirmişti. Sonra onun ardından haksızlıkla (altın) buzağıyı put edindiniz. ﴾92﴿
  • Tefsir
     Yahudilerin, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e inanmayıp eski dinlerinde sebat edecekleri şeklindeki iddialarına karşılık, burada onların kendi dinlerine bağlılıklarının da asılsız olduğu ortaya konmaktadır. Zira onlar daha önce kendilerine Tevrat’ı getiren ve çeşitli mûcizelerle peygamberliğini kanıtlayan Mûsâ’ya karşı da sıkıntılar çıkarmışlar; onun yokluğunu fırsat bilerek uydurma bir tanrı bile edinmişlerdi (bk. A‘râf 7/148; Tâhâ 20/88).
  • Ayet
     Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, dağı da üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiklerimize sımsıkı sarılın, söylenenlere kulak verin" demiştik. Onlar, "İşittik ve isyan ettik!" dediler. İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu. De ki: "Eğer böyle inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!" ﴾93﴿
  • Tefsir
     Allah İsrâiloğulları’ndan “Allah’a kulluk edip O’na ortak koşmayacaklarına, doğru olduklarına ilişkin kanıtlar getiren peygamberlere iman edeceklerine, Allah’ın hükümlerine ve kanunlarına boyun eğeceklerine”, özellikle kendi milletlerinden olan Hz. İsmâil’in soyundan gelen Hz. Muhammed’e inanacaklarına ve daha başka konulara ilişkin olarak söz almış (bilgi için bk. Bakara 2/40); bu arada üzerlerine dağı kaldırmıştır. İsrâiloğulları’na Allah’ın kudretini göstererek tehdit yoluyla söz vermelerini veya sözlerinde durmalarını sağlama ya da genel olarak ıslah etme amacı taşıdığı rivayet edilen bu dağı kaldırma olayının bir mûcize olduğu anlaşılmakla birlikte mahiyeti hakkında tefsirlerde yer alan bilgilerin hangi kaynağa dayandırıldığı bilinmemektedir (bilgi için bk. Bakara 2/63). Buna rağmen onlar, Hz. Mûsâ’nın ikazlarına, “İşittik ve isyan ettik” şeklinde karşılık vermek veya bu anlama gelebilecek eylemlerde bulunmak (İbn Atıyye, I, 180) suretiyle inat ve isyanlarını sürdürmüşlerdir. “İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu” anlamındaki ifadeden, İsrâiloğulları’nın, asırlarca Mısır’da kalmalarının bir sonucu olarak, Mısırlılar gibi sığıra kutsallık atfetmelerinin kastedildiği düşünülebilir (bk. Bakara 2/51, 54, 67; A‘râf 7/152; Tâhâ 20/85-96).
     Her ne sebeple olursa olsun bu durum inkâr etmelerinin bir sonucuydu. Medine yahudileri, “Biz sadece bize indirilene inanırız” diyorlardı. Oysa onların inanç tarihleri, belirtildiği gibi bir sürü sapmalarla doluydu; onun için de onların yanlış inançları kendilerine böyle çok kötü şeyler emrediyordu; Hz. Peygamber’i ve Kur’an’ı reddetmeleri de bu kötülüklerden biriydi.

4 Ekim 2015 Pazar

İstanbul'daki Liseli Gençlerle Yıllık (2015-16) Program..!‏

Liseliyim; Dinliyorum, Anlıyorum, Kavrıyorum..!
İNANÇ~FİKİR~SANAT ATÖLYESİ
Satır içi resim 1
Yukarıdaki mavi renkli yazıda bir yere tıklayıp
(facebook grubumuza üye değilseniz açılmaz, önce üye olun)
indirip, doldurup, linfiksanat@hotmail.com  mail adresimize dönderiniz.
Ya da bu mailine, başvuru yapmak istiyorum yazıp, başvuru formunu isteyiniz...
Satır içi resim 2
      Liseli gençlerin katılabileceği, 2 haftada bir, pazar günleri 13.00 - 15.00 da düzenlenecek söyleşi programları (bir hafta kızlarla, bir hafta erkeklerle 12’şer program) ve şubat tatilinde birer haftalık Tatil~Eğitim Kampı ile Mayıs 2016 ya kadar devam edecek İNANÇ ~ FİKİR ~ SANAT ATÖLYESİ Programlarımızın başvuruları linfiksanat@hotmail.com mail adresine mail yoluyla yapılacaktır.
     Başvurular 5 Ekim’de başlayıp, 6 Kasım’a kadar devam edecektir. Başvuruları kabul edilecek liseli gençlerin kayıtları; 8 Kasım Pazar günü düzenlenecek; Açılış, Kayıt ve Bilgilendirme Programında yapılacaktır.
Satır içi resim 2

 ŞUBAT TATİLİNE KADAR İŞLENECEK KONULAR
   * 15 Kasım Pazar Kızlara & 22 Kasım Pazar Erkeklere * Sunucu Şuheda Derya Terzi /
30 Dak. RUH YAPISI İMANLI BİR GENÇLİK / 30 dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Allah (cc.) 'nun Razı Olduğu Gençler, Ashabı Kehf, Mağara Arkadaşları) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak (M. Akif Ersoy * Bir Kur'an Şairi, Sevdalı Şiirler, Zulmü Alkışlayamam ve Çanakkale Şehitlerine)
   * 29 Kasım Pazar Kızlara & 6 Aralık Pazar Erkeklere * Sunucu Afife Bulut /
30 Dak. TÖVBEYLE ARINAN, İFFET VE HAYAYI KUŞANAN, İRADE SAHİBİ BİR GENÇLİK / 30 Dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Hayatın Her Anında ve Her Alanda En Güzel Örnek, Peygamberimiz s.a.v./ 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak (Necip Fazıl Kısakürek * Fikir ve Çile Şairi, Sevdalı Şiirler, Sakarya Türküsü, Destan, Utansın)
   * 13 Aralık Pazar Kızlara & 20 Aralık Pazar Erkeklere * Sunucu Abdullah Özdemircan / 30 Dak. GAYRETLİ ve ÇALIŞKAN BİR GENÇLİK 30 Dk. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Zarifçe Bir Hayat, Sevdalı Şiirler, Daralan Vakitler, Yıldızlar Üstlerinde * Cahit Zarifoğlu) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini  Tanımak * Diriliş Mefkuresinin Piri Sezai Karakoç * Sevdalı Şiirler, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
   * 27 Aralık Pazar Kızlara & 3 Ocak Pazar Erkeklere * Sunucu Nail Erden /
30 Dak. HASSASİYET ve SORUMLULUK SAHİBİ BİR GENÇLİK / 30 Dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz * İslamın İlk Öncüleri (Genç Sahabeler) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon     Öncülerini Tanımak * Gül Yetiştiren Bir Düşünce Adamı (Rasim Özdenören)
   * 10 Ocak Pazar Kızlara & 17 Ocak Pazar Erkeklere * Sunucu AbdulMevla Sezer /
30 Dak. BİR MİSYONU OLDUĞUNUN BİLİNCİNDE OLAN BİR GENÇLİK / 30 Dak. İslamın İlk Öncüleri (Gençliğe Örnek, Musab Bin Umeyr) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak * Sevdalı Şiirler - Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair * Birazdan Gün Doğacak * Bulmak - (Erdem Beyazıt)
  ~ Her programın son yarım saatinde de ikramlar ve gençler arasında hasbihal olacak...
Satır içi resim 1
Gönül Erleri Mail Grubu Gençlik Komisyonu, 2015-16 Etkinliklerini Planlıyor...
Gönül Erleri Mail Grubu Gençlik Komisyonu,
2015-16 Etkinliklerini Planlıyor...
Satır içi resim 3
2014-15 döneminde İstanbul'daki Liseli Gençler ile
yıl boyunca devam eden etkinliklerimizden birkaç fotoğraf...
Satır içi resim 4
Satır içi resim 5

Not: Katılım başvurusu yapacak gençler, ekteki Word formatındaki Başvuru Formunu, indirip, doldurup, doldurulmuş şekliyle kaydedip, linfiksanat@hotmail.com mail adresimize gönderin...

07-08-09-10 Mart İSTANBUL - BOSNA TURU (THY ile)

07-08-09-10 Mart 2024 BOSNA KARADAĞ TURU (THY ile ve VİZESİZ) 3 GECE / 4 GÜN 4* lı OTELLERDE KONAKLAMA Saraybosna - Konjic – Blagaj - Mosta...