8 Ağustos 2016 Pazartesi

ADALET BAKANLIĞI Ceza ve Tevkifevleri 3258 İNFAZ KORUMA MEMURU Alımı Sınav İlanı


T.C. ADALET BAKANLIĞI
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Taşra Teşkilatına
Sözleşmeli (657 sk. 4/B) Personel Alımı
Sınav İlanı
1. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4'üncü maddesinin (B) fıkrası, 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanunu'nun 114'üncü maddesi, 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına Ekli Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar ile Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği hükümlerine göre, EK-2 listede yeri, sayısı, unvanı ve niteliği belirtilen ceza infaz kurumları için sözleşmeli 3.258 infaz ve koruma memuru, 201 büro personeli (ceza infaz kurumu katibi), 63 diğer sağlık personeli (sağlık memuru), 49 teknisyen, 121 destek personeli (şoför), 14 destek personeli (aşçı), 15 destek personeli (kaloriferci) olmak üzere 3.721 sözleşmeli pozisyon için personel alımı yapılacaktır.

2. Bu pozisyonlara yerleşecekler merkezi sınava (lisans mezunları için KPSS 2016, önlisans ve ortaöğretim için KPSS 2014) girerek en az 70 puan alıp başvuranlar arasından en yüksek puandan başlamak üzere ilan edilen pozisyon sayısının;

- Sözleşmeli infaz ve koruma memuru adayları için beş katı (beş katı aday bayan ve erkek için ayrı ayrı belirlenecektir.),

- Diğer sağlık personeli (sağlık memuru), destek personeli (aşçı, kaloriferci) ve teknisyen adayları için beş katı (teknisyenler için beş katı aday her branş için ayrı ayrı belirlenecektir.),

- Destek personeli (şoför) adayları için on katı sözlü sınava çağırılacaktır.

- Sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katibi) adayları için ise yirmi katı uygulamalı sınava çağrılacaktır. Uygulamalı sınavda başarılı olanlar arasından doğru kelime sayısı esas alınmak kaydıyla en fazla doğru kelime yazan adaydan başlamak üzere ilan edilen kadro sayısının üç katı kadar aday sözlü sınava çağırılacaktır.

3. Başvurularda, lisans mezunları için 2016 KPSSP3, önlisans mezunları için 2014 KPSSP93, ortaöğretim mezunları için 2014 KPSSP94 puanı esas alınmak kaydıyla Kamu Personeli Seçme Sınavından 70 ve daha yukarı puan almış olma şartı aranacaktır.

4. Sözleşmeli Pozisyonlara Yerleşebilmek İçin Gereken Şartlar;

I. Genel Şartlar:
a) Türk Vatandaşı olmak,

b) Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
     Türk Ceza Kanunu'nun 53'üncü Maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahküm olmamak,

c) Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak,

d) Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,

e) Adalet Bakanlığı Memur, Sınav-Atama ve Nakil Yönetmeliğinin 6-18/c maddesinde bulunan şartları taşıdığını Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,

f) Merkezi sınavdan (KPSS) en az 70 puan almak,

g) Yapılacak sınavın son başvuru tarihi olan 27 Eylül 2016 itibariyle 18 yaşını doldurmuş

olmak;

     İnfaz ve Koruma Memurluğu sınavına başvuracaklardan önlisans ve ortaöğretim mezunları için merkezi sınavın (KPSS-2014) yapıldığı yılın Ocak ayının birinci günü itibarıyla, (01 Ocak 1984 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.); Lisans mezunları için ise merkezi sınavın (KPSS-2016) yapıldığı yılın Ocak ayının birinci günü itibarıyla (01 Ocak 1986 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.) 30 yaşını bitirmemiş olmak.

     Teknisyen, büro personeli (ceza infaz kurumu katibi), diğer sağlık personeli (sağlık memuru), destek personeli (aşçı, kaloriferci, şoför) sınavına başvuracaklardan önlisans ve ortaöğretim mezunları için merkezi sınavın (KPSS-2014) yapıldığı yılın Ocak ayının birinci günü itibarıyla, (01 Ocak 1979 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.); Lisans mezunları için ise merkezi sınavın (KPSS-2016) yapıldığı yılın Ocak ayının birinci günü itibarıyla (01 Ocak 1981 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.) 35 yaşını bitirmemiş olmak.

h) Hizmet göreceği sınıfla ilgili özel kanun veya diğer mevzuatta aranan şartları taşımak.

II. Özel şartlar:
A- Sözleşmeli infaz ve koruma memurluğuna yerleşebilmek için ;

a) En az lise veya dengi okul mezunu olmak,

b) Yapılacak sınavın son başvuru tarihi olan 27 Eylül 2016 itibariyle 18 yaşını doldurmuş olmak, merkezi sınavın (KPSS- 2016 ve 2014) yapıldığı yılın Ocak ayının birinci günü itibariyle 30 yaşını bitirmemiş olmak,(Lisans mezunları 01 Ocak 1986, Önlisans ve Ortaöğretim mezunları 01 Ocak 1984 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.)

c) Erkeklerde 170 cm., kadınlarda 160 cm.'den kısa boylu olmamak,

d) Boy uzunluğunun santimetre cinsinden son iki rakamı ile kilosu arasındaki fark 13'ten fazla, 17'den az olmamak,

B- Sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği) pozisyonlarına yerleşebilmek için;

a) Fakülte veya yüksek okulların bilgisayar bölümü, adalet yüksekokulu, meslek yüksekokullarının adalet bölümü, adalet ön lisans programı, adalet meslek lisesi veya diğer lise ve dengi okulların ticaret veya bilgisayarbölümlerinden mezun olmak, (Bu maddede sayılan öğretim kurumlarından mezun olanlardan daktilo veya bilgisayar sertifikası istenmeyecektir.)

b) Yukarıda sayılanlar dışında, en az lise veya dengi okul mezunu olup, daktilo ya da bilgisayar dersini başarıyla tamamladığını belgelemek veya en son başvuru tarihi itibariyle Milli Eğitim Bakanlığınca onaylı veya kamu kurum ve kuruluşlarınca düzenlenen kurslar sonucu verilen daktilo ya da bilgisayar sertifikasına sahip olmak. (Örgün eğitim yoluyla verilen bilgisayar ya da daktilografi dersini başarıyla tamamladığını resmi olarak belgeleyenlerden daktilo veya bilgisayar sertifikası istenmeyecektir.)

c) Uygulama sınavından en az bir hafta önce Bakanlık internet sitesinde ilan edilecek yazılı metinler arasından, sınav sırasında her bir grup için komisyon tarafından çekilecek kura sonucu belirlenen ve adaylara yazılı olarak verilen bir metinden daktilo veya bilgisayar ile üç dakikada yanlışsız en az doksan kelime yazmak, (Bu şartın varlığı ilgili adalet komisyonlarınca yapılacak uygulama ile tespit edilecek olup, vuruş hesabı yapılmadan üç dakikada yanlışsız olarak en az doksan kelime yazamayan adaylar sözlü sınava alınmayacaklardır.)

     Adayların uygulama sınavında yanlışsız olarak en az doksan kelime yazıp yazmadıkları tespit edilirken; verilen metne sadık kalınıp kalınmadığına, yanlış yazılan kelime sayısı ile yazı içerisindeki kelime ve cümle tekrarları nedeniyle metnin anlam bütünlüğünün bozulup bozulmadığına dikkat edilecektir. Bu işlem yapılırken yanlış yazılan kelime sayısının toplam yazılan kelime sayısına oranının yüzde kırktan fazla olması halinde yazılan metnin anlam bütünlüğü şartını taşımadığı kabul edilecektir.

C- Sözleşmeli diğer sağlık personeli (sağlık memuru) pozisyonlarına yerleşebilmek için;

Meslek liselerinin hemşirelik, toplum sağlığı veya acil tıp teknisyenliği bölümlerinden mezun olmak ya da bu bölümlerin lisans veya önlisans programlarından mezun olmak,

D- Sözleşmeli destek personeli (şoför) pozisyonlarına yerleşebilmek için;

a) En az lise veya dengi okul mezunu olmak,

b) E sınıfı sürücü belgesine sahip olmak.

E- Sözleşmeli teknisyen pozisyonlarına yerleşebilmek için;

a) En az meslek liseleri veya teknik liselerin ilgili bölümlerinden mezun olmak,

b) Yerleştirileceği pozisyonun gerektirdiği teknik bilgiye sahip olmak.

F- Sözleşmeli destek personeli (aşçı ve kaloriferci) pozisyonlarına yerleşebilmek için;

a) En az lise veya dengi okul mezunu olmak,

b) Halk eğitim müdürlüklerinin veya diğer resmi kurum veya kuruluşların ilgili branşta düzenlediği kurslardan mezun olmak veya ilgili branşta sertifika sahibi olmak,

gerekmektedir.

5. Başvuru tarihi :
     Başvurular 19 Eylül 2016 günü başlayıp, 27 Eylül 2016 günü mesai saati bitiminde sona erecektir.

6. Başvuru yeri ve şekli:
     Adaylar, yapılacak olan sözlü sınav ve uygulamalı sınava, adalet komisyonu başkanlıklarından veya Bakanlık internet sitesinden temin edecekleri EK-1 başvuru formunu doldurup, öğrenim belgesi ve sınav sonuç belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı yada komisyon başkanlığınca onaylı örneği ile birlikte en son başvuru günü mesai bitimine kadar ilgili adalet komisyonu başkanlığına veya mahalli Cumhuriyet başsavcılıklarına başvuracaklardır. Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı ya da mahalli Cumhuriyet Başsavcılığı aracı kılınmaksızın doğrudan posta veya kargo ile yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.

     Başvurulara ilişkin evrak; masrafı ilgilisinden alınmak suretiyle aynı gün acele posta servisi (APS) ile ilgili adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığına ivedi gönderilecektir. Usulüne uygun olarak başvuru süresi içinde mahalli Cumhuriyet başsavcılıklarına başvuran ve APS masrafını da ödemek suretiyle evrakını teslim eden adayların başvuruları kabul edilecektir.

     Adaylar bir unvan için sadece bir adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığının yapacağı sınava başvurabileceklerdir. Aynı unvan için birden fazla komisyona başvurulması durumunda başvurular geçersiz sayılacak, bu şekilde sınava girenler kazanmış olsalar dahi yerleştirme işlemleri yapılmayacaktır.

     Adaylar farklı unvanlara ilişkin personel istihdamına yönelik diğer ilanda aranan şartları taşımaları halinde; ayrı ayrı bu unvanlar için de aynı veya farklı adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığına başvuru yapabileceklerdir.

7. Sınav yeri:
     EK-2 listede belirtilen adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıklarıdır.

8. Sınava alınacak aday sayısı ve ilanı:
     Sözlü sınava katılacak teknisyen, sağlık memuru, aşçı, kaloriferci adayları, ile uygulama sınavına katılacak büro personeli (ceza infaz kurumu katibi), şoför ve boy-kilo ölçümüne katılacak infaz ve koruma memuru adayları sözlü sınavdan önce 06 Ekim 2016 tarihinde komisyonlarda, varsa Cumhuriyet başsavcılığı internet sayfalarında yayınlanacak olup, ayrıca yazılı bildirim yapılmayacaktır. Sınava katılma hakkını elde edemeyen başvuru sahiplerine herhangi bir bildirimde bulunulmayacaktır.

9. Boy kilo ölçümü:
     İnfaz ve koruma memurları için ilan edilen pozisyon sayısının beş katı aday içerisinden boy ve kilo şartını taşıyanlar sözlü sınava katılmaya hak kazanacaktır. Sözlü sınava katılmaya hak kazanan infaz ve koruma memuru adaylarının boy ve kilo ölçümleri 10-11 Ekim 2016 tarihlerinde yapılacaktır. Boy kilo ölçümüne katılmayanların mazeretleri kabul edilmeyecek, sözlü sınava katılamayacaklardır.

10. Sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği) uygulama sınav tarihi:
     12 Ekim 2016 tarihinde adayların daktilo veya bilgisayar ile vuruş hesabı yapılmadan üç dakikada yanlışsız olarak en az doksan kelime yazıp yazmadıklarının tespiti için uygulama sınavı yapılacaktır. Belirtilen günde uygulama sınavının bitirilememesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

11. Şoförler için uygulama sınav tarihi:
     14 Ekim 2016 tarihinde yapılacaktır. Belirtilen günde uygulama sınavının bitirilememesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

12. Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması:     Boy kilo ölçümünün yapılacağı tarihte sözleşmeli İnfaz ve Koruma Memuru adaylarının güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması formunu (EK-8) doldurarak (4 adet) vukuatlı nüfus kayıt tablosu ile birlikte sınavı yapacak olan adalet komisyon başkanlığına teslim etmeleri gerekmektedir.
     Teknisyen, sağlık memuru, aşçı, kaloriferci adayları, ile uygulama sınavına katılacak büro personeli (ceza infaz kurumu katibi) ve şoför adaylarının sözlü sınava girmeye hak kazananların isimleri 18 Ekim 2016 tarihinde ilan edilmesi gerekmekte olup, ilan edilen adayların güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması formunu (EK-8) doldurarak (4 adet) vukuatlı nüfus kayıt tablosu ile birlikte en geç 24 Ekim 2016 tarihine kadar sınavı yapacak olan ilgili adalet komisyon başkanlığına teslim etmeleri gerekmektedir.

13. Sözlü sınav tarihi:     Sözleşmeli infaz ve koruma memuru, büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği), teknisyen, diğer sağlık personeli (sağlık memuru), destek personeli (şoför, aşçı ve kaloriferci) sözlü sınavı 31 Ekim 2016 ve devam eden günlerde yapılacaktır. Alınacak personel sayısı ve unvanına göre sözlü sınavın tarihleri sınavı yapacak ilgili komisyonca belirlenerek ilan edilecektir.

14. Sınav şekli:     Sınav sözlü ve uygulamalı olarak yapılacaktır.

15. Sözlü sınav konuları:
a) İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi (40 puan),

b) Atatürk ilkeleri ve inkılap tarihi (20 puan),

c) Genel kültür (20 puan),

d) Bir konuyu kavrama ve ifade yeteneği (20 puan), konularından oluşmaktadır.

     Adayın sözlü sınavda başarılı sayılabilmesi için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan alması gerekecektir.
     Şoför kadrolarına atanacak adayların mesleki bilgisi tespit edilirken araç başında ve araç kullanma becerisi ölçülmek suretiyle yapılacaktır.
     Aşçılık sözlü sınavında; halk eğitim müdürlükleri veya diğer kurumlarda aşçılık işlerinden anlayan ehil bir kişinin görüşüne başvurulabilir.

16. Nihai Başarı Listesi:     Nihai başarı listesi adayların merkezi ve sözlü sınavda aldıkları puanların aritmetik ortalamasına göre en yüksek puandan başlayarak sıralanması suretiyle düzenlenecektir. İnfaz ve koruma memuru ile büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği) pozisyonlarına atanacaklara ilişkin nihai başarı listesi düzenlenirken öncelikle hukuk fakültesi, adalet meslek yüksekokulu, yüksekokulların adalet programı ve adalet önlisans programı mezunları en yüksek puan alan adaydan başlamak suretiyle sıralanacak olup, diğer adaylar bu sıralamayı takiben kendi aralarında en yüksek puandan başlayarak sıralanacaktır.

17. İlanda belirtilen nitelikleri taşımadıkları sonradan anlaşılan adaylar hakkında yapılan tüm işlemler iptal edilecektir.

18. Sınav sonucunun tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde belgelerini teslim etmeyen veya yerleştirme onayının tebliğinden sonra 15 gün içerisinde görevine başlamayan ya da aranılan şartları taşımadığı sonradan anlaşılanların sözleşmeleri iptal edilecek ve yerlerine puan sıralamasına göre yedek adayların yerleştirme işlemi yapılacaktır.


19. İlan metninde belirtilmeyen hususlar hakkında, ilgili mevzuat hükümlerine göre işlem yapılacaktır.

20. Sözleşmeli olarak istihdam edilecek personelin yerleştirilmeleri ihtiyaç durumu dikkate alınarak belirlendiğinden; söz konusu pozisyonlara müracaat edeceklerin sınava başvuru tarihinden önceki mazeretleri kurum içi istihdama esas alınmayacak olup, ilgililerin ileride mağduriyete uğramamaları açısından (eş, sağlık, öğrenim gibi) durumlarına en uygun adalet komisyonuna başvurmaları gerekmektedir.

DUYURULUR
EK-1 : Başvuru formu,
EK-2 : Sözleşmeli pozisyonlar için sınav izni verilen komisyonlar.
EK-3 : Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması formu

KPSS İLE 10 BİN POLİS ALINACAK

KPSS 10 BİN POLİS ile ilgili görsel sonucu

8. Dönem POMEM Sınavı Duyurusu
 
     Polis Akademisi Başkanlığına bağlı Polis Meslek Eğitim Merkezlerine lisans mezunu 2015 veya 2016 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden P3 puan türünden en az (60,00) ve üzeri puan alanlar arasından 06/06/2015 tarihli ve 29378 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Polis Meslek Eğitim Merkezleri Giriş Yönetmeliğinde belirtilen diğer şartları taşımak kaydıyla (9.000) erkek ve (1.000) kadın olmak üzere toplam (10.000) öğrenci alımı yapılacaktır.

     Sınavlarda başarılı olarak Polis Meslek Eğitim Merkezlerinde eğitim gören ve eğitim sonunda başarılı olan adayların polis memuru olarak atamaları yapılacaktır.

     Söz konusu alıma ilişkin giriş koşulları aşağıda belirtilmiştir. Alıma ilişkin sınav takvimi Polis Akademisi Başkanlığının resmi internet sitesinden (www.pa.edu.tr) ilan edilecektir.

     Diğer kaynaklardan yapılan açıklamalara itibar edilmemesi önemle duyurulur.

18.DÖNEM POLİS MESLEK EĞİTİM MERKEZLERİ
ÖĞRENCİ ADAYLIĞINA BAŞVURMAK İSTEYEN ADAYLARDA
ARANAN ŞARTLAR

a) T.C. vatandaşı olmak,

b) Lisans mezunu veya bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurtdışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak

c) Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından lisans mezunları için yapılan 2015 veya 2016 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden P3 puan türünden en az (60,00) puan almış olmak,

ç) Emniyet Teşkilatı şehit ve vazife malullerinin eş ve çocukları için ise Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından lisans mezunları için yapılan 2015 veya 2016 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavlarının birinden P3 puan türünden en az (48,00) puan almış olmak, (Emniyet Teşkilatında çalışan veya Emniyet Teşkilatından emekli olanların eş ve çocukları bu kapsamda yer almamaktadır)

d) 18 yaşını tamamladıktan sonra yaptırılan yaş düzeltmelerinde, düzeltmeden önceki yaş dikkate alınmak şartıyla, sınavın yapıldığı yılın 31 Aralık tarihi itibariyle 30 yaşından gün almamış olmak (31 Aralık 1987 ve daha sonraki tarihlerde doğmuş olmak),

e) Kadınlar için 162 cm, erkekler için 167 cm'den kısa boylu olmamak, beden kitle endeksi, 18 (dahil) ile 27 (dahil) arasında olmak,

f) Silah taşımaya veya silahlı görev yapmaya hukuki bir engeli bulunmamak,

g) Sağlık durumu yönünden, Sağlık Şartları Yönetmeliğinde belirlenen koşulları taşımak,

ğ) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53'üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile, adayın kendisinin ve evli ise eşinin;

   1) Kasten işlenen bir suçtan dolayı hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa dahi bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına mahküm olmamak,
   2) Affa uğramış veya hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama, kaçakçılık veya cinsel dokunulmazlığa karşı suçlardan dolayı mahkum olmamak veya bu suçlardan dolayı devam etmekte olan bir soruşturma veya kovuşturma bulunmamak veya kovuşturması uzlaşma ile neticelenmemiş olmak,

h) Adayın kendisinin ve evli ise eşinin; genelev, birleşme yeri, randevuevi, tek başına fuhuş yapılan konut ve benzeri yerlerde çalışmış veya aracılık ve bekleyicilik fiillerinde bulunmamış olmak, genel ahlak ve edebe aykırı mahiyette her türlü yazılı, sesli ve görüntülü eserleri, kaydedildiği materyale bakılmaksızın üretmek ve satmaktan veya kumar, uyuşturucu veya uyarıcı madde nedeniyle, hakkında herhangi bir adli veya idari soruşturma veya kovuşturma devam ediyor olmamak, bunlardan dolayı idari yaptırım uygulanmamak veya bu işler nedeniyle hüküm giymemiş olmak,

ı) Başvuru tarihinde herhangi bir siyasi partiye veya siyasi partilerin yan kuruluşlarına üye bulunmadığına dair yazılı beyan sunmak,


i) Alkol, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanımı nedeniyle tedavi görmüş veya görüyor olmamak,

j) Kamu haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmış olmamak,


k) Sağlık Yönetmeliği hükümleri hariç, polis eğitim kurumlarından çıkarılmamış olmak,


l) Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması olumlu olmak.

     UYARI: EMNİYET TEŞKİLATI PERSONELİNDEN ŞEHİT VEYA VAZİFE MALULÜ OLANLARIN EŞ VEYA ÇOCUKLARI SINAV ÜCRETİ YATIRMAYACAKTIR.

     UYARI: 2016 yılı 18.Dönem POMEM Giriş Sınavına başvuruda bulunan adaylardan;


     Başvuru ücretini yatırdığı halde internet üzerinden ön başvuru yapmayan ya da yapamayan,
     Ön başvurusunu yaptığı halde şahsen başvurusunu yapmayan ya da başvuru şartlarından herhangi birini taşımayan, sınava girmeyen, giremeyen, sınava alınmayan, sınavdan çıkarılan, sınavı geçersiz sayılan,
     Aday Değerlendirme ve Seçme Sınavında başarısız olan,
     Ücret gerektirmeyen bir işlem için ücret yatıran veya aynı işlem için birden fazla ücret yatıran,
     Sınav ücretini kendi adına yatırmayan adayların sınav başvuru ücretleri hiçbir şekilde geri ödenmeyecektir.
     Adaylar hangi tarihte ve nerede başvuru ve sınava katılacaklarını www.pa.edu.tr internet adresinden öğreneceklerdir. Ayrıca adaylara posta yoluyla veya değişik iletişim araçları ile tebligat yapılmayacaktır. İnternet ilanı tebligat niteliğindedir. Adayların sınav tarihleri kesinleşip internet üzerinden ilan edildikten sonra değiştirilemez. İnternet ilanının takip edilmemesi sebebiyle şahsen başvuru ve sınavlara katılamamaktan doğan sorumluluk adaylara aittir.

     UYARI: Şahsen Başvuru ve Sınav Merkezine gelirken adayların; cep telefonu, ses, görüntü, kayıt cihazı veya değişik benzeri elektronik eşya bulundurmaları yasaktır.

6 Ağustos 2016 Cumartesi

Hain Darbe Girişimine Karşı Tek Ses...

Hain Darbe Girişimine Karşı Tek Ses

7 Ağustos Pazar Günü
Yenikapı Miting Alanındayız.
15 Temmuz günü gerçekleştirilmek istenen
alçak darbe girişimine karşı
günlerdir süren etkinlikler
7 Ağustos günü Yenikapı Meydanında düzenlenecek
büyük mitingle taçlanacak.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN,
Başbakan Binali YILDIRIM ve
muhalefet liderlerinin katılacağı
büyük mitingde darbe girişimi lanetlenecek.

5 Temmuz 2016 Salı

BAYRAM KUTLAMASI ve YENİ DERNEK AÇILIŞI DUYURUSU

Satır içi resim 1
Gönül Erleri Mail Grubu'muzun muhterem üyesi;
Mübarek Ramazan bayramınızı canı gönülden kutlar,
sevdiğiniz, saydığınız, değer verdiğiniz, her bir tanıdığınızla birlikte
dünyanızda da, ahiretinizde de
gerçek bayramlar yaşamanızı
canı gönülden temenni ederiz.


Not: İstanbul Pendik İlçesinde faaliyetlere başlayacak olan Gönül Erleri Kültür Derneği'mizi 1 Temmuz Cuma günü kurduk. Mekanı tutuldu ve tadilat yapılıyor, eşyalar alınıyor, hazırlıklar yapılıyor. Yaklaşık 2 ay sonra da açılış programı yapılacak ve etkinlikler başlayacak. Bu vesile ile misafir olarak değil, kendi eviniz gibi gönül rahatlığı ile gelebileceğiniz bir mekanınız daha olacak (inşAllAh)...
     Ekim ayı başında başlayacak programlar:
- Liseli-üniversiteli kızlarla (haftada bir),
- Liseli-üniversiteli erkeklerle (haftada bir),
- Hanımefendilerle (haftada bir),
- Beyefendilerle (haftada bir),
- Genele yönelik (ayda bir)
     Bu 5 ayrı programla derslerimiz-sohbetlerimiz bir yıl düzenli olarak devam edecek. Ayrıca geziler ve kültür-sanat programları da düzenlenecek...
Derneğimizin internet sitesi, twitteri, facebook grubu da kurulma aşamasında. Etkinliklerimizden haberdar olmak ve/veya düzenli olarak her ay (az veya çok) maddi destek sağlamak isterseniz google'a üye vasfınızla girip, aşağıdaki linki tıklayıp, açılacak sayfadaki birkaç soruluk formu doldurmanızı rica ediyoruz...
Sağlıcakla kalın, Allah (cc.) 'a emanet olun...

GÖNÜL  ERLERİ
KÜLTÜR DERNEĞİ
Yönetim Kurulu
kalp-hareketli-resim-0886

10 Mayıs 2016 Salı

BAHARİYE SAĞLIK BULUŞMALARI - 2

Bahariye Sağlık Buluşmaları / 2
Ailece Davetlisiniz,
Katılım ve İkramlar Ücretsizdir...
Konu:
SAĞLIKLI BESLENME ve
HELAL GIDA 
Konuşmacı:
GİMDES / Gıda ve İhtiyaç Maddeleri
Denetleme ve Sertifikalama Araştırmaları Derneği
Yönetim Kurulu Başkanı
Dr. Hüseyin Kami Büyüközer
Modöratör:
Dr. Hasan Basri Ünal
Selamlama Konuşması:
İMH Sağlıkçılar Komisyonu Başkanı
Dr. Uğur Gençoğlu
Tarih-Saat:
27 Mayıs Cuma 
19.30 - 21.30
Adres:
İMH - İnsan ve Medeniyet Hareketi 
Bahariye Mevlevihanesi 
Silahtarağa Cd. No: 12
(Haliç Kıyısı, Eyüp Devlet Hastanesi Karşısı)
Eyüp - İstanbul

Satır içi resim 1
Bu program; İMH-Bahariye'de
Semazen Konferans Salonunda yapılacaktır.
Söyleşi tam saatinde başlayıp saatinde sona erecektir.
Küçük çocuk getirilmemesi rica olunur.
 
www.facebook.com/groups/iMHSAGLIKCILAR

9 Mayıs 2016 Pazartesi

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: VAKIF (2)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
VAKIF (2)

     TARİH
     İslâm tarih ve medeniyetinde önemli bir hayır müessesesi olarak vakıf VIII. yüzyılın ortalarından XIX. yüzyılın sonlarına kadar bütün İslâm ülkelerinin sosyal, ekonomik ve kültürel hayatında son derece etkili olmuştur.
     Vakfın temelinde insanlığa karşı şahsî ve vicdanî sorumluluk hissi, iyilik, şefkat, yardımlaşma/dayanışma duygusu vb. değerler ve bu değerleri kendisine ilke edinmiş kişinin hür iradesi yatar.
     Mekke ve Medine’de ortaya çıkan İslâmiyet kısa sürede çok farklı kültürlerin mevcut olduğu geniş coğrafyalara yayılmış, İslâm medeniyeti bu coğrafyalarda teşekkül etmiştir. Bir dine inanan ve onu yaşayanlar, bu inanç sistemi çerçevesinde kendi kültürlerini ya da medeniyetlerini şekillendirirken temasa geçtikleri önceki kültürlerden etkilenmiş; inanç sistemlerine, dünya görüşlerine ve yaratıcılık kabiliyetlerine göre aldıkları unsurları yeniden biçimlendirmiştir.
     Vakıf kelimesinin Kur’an’da geçmemesi, kurumun kökeninin tartışılmasına yol açmıştır. Ancak Kur’an’da böyle bir müessesenin doğuşuna vesile olabilecek kavramlar mevcuttur ve bunlar vakıf literatüründe sürekli tekrarlanmıştır. Allah yolunda mal harcamak (el-Bakara 2/195, 261), iyilik yapmada ... yardımlaşmak (el-Mâide 5/2), hayrat yapmakta yarışmak (el-Bakara 2/148; Âl-i İmrân 3/114) bunların başında gelir. Felsefesi sadaka, hayrat vb. Kur’an kavramlarıyla ilişkilendirilebilen vakıf hukukî açıdan Hz. Peygamber’in ve sahâbenin uygulamalarına dayandırılmıştır. Gerçekten sadaka ve sadaka-i câriye kavramlarını içeren ve tarih boyunca hemen hemen bütün vakfiyelerde zikredilen hadisler vakfın sürekliliği ve bağlayıcılığı gibi kavramları içerir. Dolayısıyla sadaka ve sadaka-i câriye hadisleri İslâm vakfının temellendirilmesinde ve gelişip yayılmasında büyük rol oynamıştır.
     İslâm dünyasının her yanında bulunan mescid ve camiler, mektep ve medreseler, imaretler, tekke, hankah ve zâviyeler, kütüphaneler, misafirhaneler, hastahaneler, çeşmeler ve sebiller, hamamlar, makbereler, yollar ve köprüler, kervansaraylar vb. eserler sundukları hizmetlerle birlikte hayrat kavramının tezahürleridir. Bu eserlerin en gelişmiş örnekleri bir araya gelip bütünleşerek İslâm şehirlerine görünüm, estetik ve işlevsellik açısından damgasını vurmuştur. Hayratın sürdürülebilirliği onun düzenli biçimde işlemesini sağlayan tarım alanları, bina, nakit para gibi gelir kaynaklarına sahip olmasına bağlıdır. Bunlara “asl-ı vakf” yahut “akar” (çoğulu akarât) deniliyordu. Vakıf kelimesi aslında hukukî bir akdi ifade etmekle birlikte zamanla akar ve hayratı belirtmek için de kullanılmış, hatta onların yerini almıştır. Akar/akarat kurumun ekonomik gücünü, hayır/hayrat ise vakfın doğrudan kamu hizmeti sunan bölümünü, diğer bir ifadeyle akarat kurumun vasıtasını, hayrat gayesini, vakıf ise kuruma hayatiyet kazandıran hukukî işlemi ifade ediyordu. Burada hayrat, akarat ve vakıf kavramlarından oluşan bir sistem söz konusudur. Bu sistem, bir kişinin kazanıp elde ettiği mülk bir akarını hür iradesiyle insanların ihtiyacını gidermek üzere hayra tahsis etmesi ve bunlar arasındaki ilişkileri bir akidle hukukî statüye bağlamasından ibarettir. Hukukî akdin vakıf kelimesiyle tanımlanması bu işlemle kişinin tahsis ettiği mal varlığının belirlediği amaç dışında kullanılmaması için satış, hibe vb. hukukî işlemlerden alıkoymayı, böylece kuruma süreklilik kazandırmayı istemesinden kaynaklanmaktadır.
     XIX. yüzyılda İslâm ülkelerini işgal eden Batılılar, bu ülkeleri sömürgeleştirme hareketlerine engel gördükleri vakıf müessesesine karşı tavır almışlar, vakıf kelimesinin anlamından hareketle ve sırf normatif yorumlarla kurumun ekonomiye zarar verdiğinden bahsederek vakfın aleyhinde bulunmuşlardır. Bunun sonucunda Cezayir’den Hindistan’a kadar vakıflar giderek iktisadî refaha ve sosyal gelişmeye engel telakki edilmeye başlanmıştır. 100 yıllık süre vakıfların tasfiyesi, vakıf mallarının alınır satılır duruma gelmesi ve işgalcilerin eline geçmesi için hukukî çareler aranması, yeni yasalar çıkarılması ve bunların uygulanması mücadelesiyle geçmiş, bu konuda geniş bir literatür oluşmuştur. Fakat XX. yüzyılın ikinci yarısında arşivlere dayalı ilk el kaynaklardan hareket edilmesi ve hukuk metinleriyle uygulamayı gösteren belgelerin karşılaştırılması suretiyle yapılan araştırmalar vakıf taşınmaz mallarının dondurulmadığını, “istibdâl” ve “irsâd” denen hukukî mekanizmalar sayesinde ve kanunun izin verdiği diğer vasıtalarla pazarın talepleri bağlamında ekonominin tamamlayıcı bir parçası halinde el değiştirdiğini ortaya koymuştur.
     İslâm vakfının VIII. yüzyıldan itibaren bir oluşum süreci içinde ferdin, ailenin, cemaatin ve devletin ihtiyaçlarına cevap verebilen esnek fakat istikrarlı bir sistem durumuna geldiği anlaşılmış, bu sisteme amacını ifade eden hayrat kelimesinden hareketle hayrat sistemi adı verilmesinin daha uygun olduğu düşünülmüştür.
     Aslında vakıf sistemi İslâm coğrafyasının her yerinde bulunuyordu ve toplumun şehirli ve köylü bütün kesimleri, yönetici ve yönetilen bütün katmanları, müslüman, hıristiyan ya da yahudi bütün grupları tarafından kullanılmıştı. Son derece işlevsel olup kurumsal temel bir sistemin farklı ve müstakil unsurları şeklinde işleyen ve merkezî iktidarların asırlar boyunca az çok denetlemeye çalıştığı bir yapıya sahipti. Bireylerin, grupların ya da devletin ihtiyaçlarına uyum sağlama kabiliyeti vardı. Hukukî dayanakları ve bu uyum yeteneği sayesinde siyasal örgütlenmeler ve iktidarların değişmesine ve vakıfların büyük çoğunluğunun ortadan kalkmasına rağmen önemli bir bölümü XX. yüzyıla, hatta günümüze kadar uzanan bir ömre sahip olmuştur.
     İslâm ülkelerinde birbirinin yerine geçen devletler zaman zaman vakıf hazinelerine el atmak istemişlerse de genelde hep koruyucu tavır içinde bulunmuşlar, vakıfların sürekliliğini desteklemişlerdir. Vakıflar işlevlerini aynı anda dinî, siyasî, içtimaî, hayrî, kültürel ve mânevî şebekeler halinde finanse ederek gerçekleştirmiştir. Burada vakfın ilgili tarafları arasındaki ekonomik bağ önemli rol oynamış, İslâm medeniyetinin ortaya koyduğu birçok değerin ifadesini bulduğu bir alt yapıya kavuşmuştur.
     İslâm’ın ilk kutsal yerleri olan Mekke, Medine, Kudüs, İbrâhim peygamberle ilişkisinden dolayı el-Halîl, Lût peygamberin meşhedinin bulunduğu söylenen Benî Naîm ve bunların çevresinde erken dönemlerde dinî ve hayrî müesseseler ortaya çıkmıştır. Kudüs’te Kubbetü’s-sahre ve Mescid-i Aksâ, Dımaşk’ta Emeviyye Camii, Halep’te ulucami bu dönemlere ait önemli hayratlardandır. İslâm’ın ilk devirlerinde bazı dinî yapılar beytülmâl tarafından inşa ediliyordu. Esasen müslümanların ibadetleri için mescid ya da cami yapmak onu Allah’ın mülkiyetine koymak ve vakfetmek demekti. Bunların bakımı ve cemaatin ihtiyaçları da bağışlarla karşılanıyordu. Bu gelenek İslâm’ın yayıldığı yeni ülkelerde de uzun süre devam etmiştir. Meselâ Abbâsîler’den önce müslüman Mısır’da cami inşası ya da pazar kurulması için arsalar bağışlanıyor, cami görevlilerinin ücreti beytülmâlden ödeniyordu (İbn Dokmak, I, 62-63; IV, 38). Mısır’da bir tarım arazisinin gerçek hayrî vakfa dönüştürülmesiyle ilgili bilinen en eski belge Abbâsî dönemine ait 307 (919) tarihli vakfiyedir (a.g.e., I, 55-56; M. Muhammed Emîn, Catalogue, s. 37-38). Vakıf kurumu zamanla tam anlamıyla teşekkül etmiş ve İslâm coğrafyasını hayır kurumlarıyla donatmış, bu kurumların gelişmesi sonucu ortaya çıkan imaret/ hayrat siteleriyle şehirlerin teşekkülüne katkıda bulunmuştur. İmaret adı verilen bu şehirleşme ve kamu hizmetleri mekanizması vakfın amacının en mükemmel tezahürleridir.
     İmaret, “bir ülkeyi imar etme” anlamına işaret ettiği için fiziksel anlamda uygun bir kavram olarak düşünülebilir. Ancak vakıflar yoluyla bunların dışında ve ötesinde çok farklı alanlarda insanlara maddî ve mânevî hizmetler sunulmuştur. 726 (1326) yılında Kahire’den Şam’a gelen İbn Battûta vakıfların hizmet alanları arasında hacca gidemeyenleri hacca göndermek, fakir aile kızlarının evlilik çeyizlerini satın almak, esirleri hürriyete kavuşturmak, seyyahlara yiyecek ve giyecek temin etmek, ülkelerine dönebilmelerini sağlamak, sokakları düzenlemek, kaldırımları yapmak gibi faaliyetlerden bahsetmektedir. Vakıfların amaçlarının sürekli çeşitlendiği görülmektedir. Çünkü vakfın en üstünü insanların en çok ihtiyaç duyduğu alanlarda yapılanıdır. Bu ihtiyaçlar bölgeden bölgeye ve zamana göre değişmiştir. Bundan dolayı vakıf olgusunu bütünlüğü içinde anlamlandırabilecek en iyi tanımlama “hayrat sistemi”dir. Özellikle Osmanlı dönemine ait vakıflarla ilgili belge koleksiyonlarında ve başta tarih kitapları olmak üzere diğer eserlerde Türkler’in hayrat kavramını bilinçli bir şekilde kullandıkları, bunu devletin ve toplumun bir sistemi halinde işlettikleri görülmektedir. Neticede hayratın bütün İslâm dünyasında toplumsal bir ruh haline geldiği söylenebilir. Vakıfların tamamının hem dinî ve felsefî temelini hem de uygulama biçimini açıklayabilen bu sistem, 200 yıllık değişim sürecinden sonra -bugün halkın hâfızasında tam olarak yaşamasa da- özellikle Türkiye’de birçok insanın davranışını etkilemiştir.
     Vakıf hayratı arasında bütün İslâm ülkelerinde dinî nitelikli ve eğitimle alâkalı kuruluşlar (cami, mescid, medrese, dârülkur’ân, dârülhadis), sûfîler için barınma ve toplanma yerleri (zâviye, hankah, ribât, tekke), fakirlere yemek dağıtan mutfaklar (imaret), sosyal nitelikli toplantı yerleri olarak da kullanılan kabirler (türbe), sağlık kuruluşları (bîmâristan, dârüşşifâ), şehirlerde ve kırsal kesimlerde yollar, köprüler, kervansaraylar, sulama şebekeleri, kaleler, deniz fenerleri, kanalizasyonlar, su yolları, çeşmeler vb. vardı. Bunların sürekliliği vakıf mallarından elde edilen gelirlerle sağlanıyordu. Her şeyden önce müslümanların namaz kılmaları için bütün İslâm dünyasında dinî, içtimaî, hatta siyasî merkezler durumunda olan sayısız cami ve mescid vakıf halinde inşa edilmiş, donatılmış ve bütün görevlilerine maaş verilmişti. Bazı camilerde iftar vakti şerbet dağıtılıyor, fakirlere ve talebelere iftar yemeği veriliyordu. İbadet işlevi dışında camiler aynı zamanda mânevî etkileşim ve dinî bilginin öğretildiği merkezler, halka açılan toplantı yerleriydi. İnsanların davranışlarına yön veren değerler herkese burada öğretiliyordu. Kaynağını Kur’an ve Sünnet’ten olan bu değer ve bilgilerin yaygınlık kazanması, camilerin etrafından başlayarak ihtiyaç duyulan her yerde vakıf olarak teşkil edilen çeşitli eğitim öğretim kurumları vasıtasıyla gerçekleşiyordu. Sıbyan mektepleri, medreseler, dârülkurrâ ve dârülhadislerde örgün öğretim yapılıyordu. Yaygın eğitim ise dergâh vb. kurumlarda söz konusuydu. Sıbyan mektepleri ilk öğretim, dârülhadis, dârülkurrâ ve medreseler orta ve yüksek öğretim kurumlarıydı. Vakıflar sayesinde medreseler ilmî, idarî ve malî muhtariyete sahip birer müessese haline gelmiştir. Selçuklular’dan itibaren başta Nizâmiye medreseleri olmak üzere bütün İslâm dünyasında ve bilhassa Osmanlı Devleti’nde pek çok medrese vakıf şeklinde kurulmuş, öğretim kadrolarının ve diğer çalışanlarının maaşlarından talebelerin ihtiyaçlarına kadar bütün masrafları vakıflar tarafından karşılanmıştır. Bu kurumlardaki eğitim öğretim üzerinde vakfı kuranın (vâkıf) hayat görüşü ve eğilimleri etkiliydi. Öncelikli hedef ise toplumun ve devletin ihtiyaç duyduğu insan gücünü yetiştirmekti. Bu sebeple daha çok din, hukuk, tıp ve astronomi gibi ilimlerin öğretildiği medreseler teşkil edilmiştir. Zaman içinde vakıf müessesesinin, medreselerdeki müderrislik ve diğer hizmetlerin babadan oğula geçen birer meslek haline getirilmesine vasıta gibi kullanıldığı da görülmektedir.
     Birçok vakfiyede belirtildiğine göre medreselerde verilen dersleri okutmak için bazı camilere müderrisler, muhaddisler ve dersiâmlar tayin edilmiştir. Cami tedrîsatında ve müslümanların nazarî ve amelî bilgi edinmesinde vâizler önemli rol oynuyordu. İslâm dünyasının her yerinde büyük bölümü vakıf halinde kurulan ve zengin vakıflarla beslenen farklı tarikatlara ait tekke, hankah ve zâviyelerdeki eğitim öğretim ise tasavvuf ağırlıklı idi. Her zâviyenin başında bir şeyh bulunuyor ve müridlerin eğitimiyle ilgileniyordu. Bu tarikatlar meydana getirdikleri mûsiki eserleri, âyin icraları, halk dilinde kaleme aldıkları edebî ve tasavvufî eserler sayesinde kitlelerin dinî duygularını besleyen zengin bir kültür hayatı ortaya koymuştur. Camiler gibi tekkelerin kapısı da herkese açıktı; buralarda bedava yemek dağıtılıyor ve insanlar barındırılıyordu. Çeşitli İslâm ülkeleri arasındaki kültür değişiminde tekkelerin büyük rolü vardır. Arşiv belgelerine dayalı araştırmalar zâviyelerin birçok köyün de çekirdeğini oluşturduğunu göstermektedir. Zâviyelerdeki şeyh ve müridler dua, ibadet, zikir ve âyin gibi son derece disiplinli dinî ve kültürel faaliyetleri yanında sosyal yardımlaşmayı ve insanlara hizmeti zevk edinmiş kişilerdi. Bunlar misafirleri ağırlıyor, bizzat kendileri örnek teşkil etmek şartıyla temas kurdukları kişilerin ruhî eğitimleriyle uğraşıyor, onları irfan sahibi olgun insan olarak yetiştirmeye çalışıyordu. Ancak tekke şeyhliklerinin de zamanla babadan oğula geçer hale geldiği, özellikle vâkıfı şeyh olan tekkelerde genellikle şeyhlik vazifesinin oğullara, hatta bazan kızlara bırakıldığı görülmektedir. Öte yandan vakıf camileri, medrese ve zâviyeler zengin kütüphanelerle donatılmıştı. Medrese kütüphanelerinde daha çok Kur’an, tefsir, hadis, fıkıh ve ahlâkla ilgili eserler, zâviye kütüphanelerinde ise tasavvufî kitaplar mevcuttu. Umumi vakıf kütüphaneleri için hizmet görevlileri, kütüphaneye devam eden talebeye ders vermeleri, araştırdıkları konularda yardımcı olmaları için dersiâm, ders halifesi, muhaddis, şeyhülkurrâ, hattat vb. kişiler tayin edilmiştir.
     Büyük hayrat külliyelerinin medreselerinde üretilen bilgileri medrese hocaları ve öğrencileri bulundukları külliyelerin camilerinde, ayrıca üç aylarda (receb, şâban, ramazan) ve özellikle ramazanlarda ülkenin diğer bölgelerindeki camilerde halka aktarıyordu. Böylece vakıf şebekesi bilgi iletişimine yarayan alt yapının asıl bağlantısını teşkil ediyor ve bu sayede sözlü kültür kolayca yayılıyordu. Kitapların çoğaltılması, vakıf kütüphanelerine, camilere ve zâviyelere gönderilerek halka ulaştırılması da bilginin yaygınlaştırılmasına katkı sağlıyordu. Her bölgede az veya çok önemli yazmalar ihtiva eden kütüphaneler mevcuttu. XIX. yüzyıldan itibaren vakıf idarelerinin merkezîleşmesi ve yeni etkileşimler, gelişmeler sonucunda farklı vakıf eğitim kurumları ortaya çıkmıştır. Nitekim Osmanlılar’da Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti tarafından çeşitli tarihlerde sıbyan mekteplerinin üstünde Mekteb-i Ulûm-i Edebiyye, Medresetü’l-vâizîn, Medresetü’l-kudât, Medresetü’l-hattâtîn gibi öğretim kurumları tesis edilmiş, kütüphaneler yeniden teşkilâtlandırılmış, Evkāf-ı İslâmiyye Müzesi, Evkāf-ı İslâmiyye Matbaası ve Müessesât-ı İlmiyye-i Vakfiyye İdaresi adı altında yeni kurumlar oluşturulmuştur.
     Sosyal niteliği bakımından en dikkate değer vakıf hayrat eserlerinden biri de imaretlerdir. Bunlar genellikle mutfak, yemekhane, kiler, ambar, ahırla misafirlerin yatacakları tabhâne odalarından meydana geliyordu. İmaretlerin işlevi vâkıfların koyduğu şartlara göre içinde bulunduğu külliyenin çalışanlarına, mektep ve medrese talebelerine, tekke ve zâviye dervişlerine, yörenin fakirlerine, zengin ve fakir bütün yolculara parasız yemek vermekti. Meselâ İstanbul külliyelerine bağlı imaretlerin her birinde günde ortalama 500-1000 kişi yemek yiyordu. XVIII. yüzyılda İstanbul imaretlerinde her gün yemek yiyenlerin sayısı 30.000’den fazlaydı (D’Ohsson, II, 46). Söz konusu vakıf eserleri insanların ruhî, fikrî, zihnî ve bedenî ihtiyaçlarını karşılamak ve onları mutlu kılmak için tesis edilmiş, bunun yanında hastalar için dârüşşifâlar, hastahaneler ve tımarhaneler (şifâ evleri) açılmıştır. Dârüşşifânın geniş hizmetli kadrosu içinde tabiplerin seçimine ayrı bir önem veriliyor, bunlarda aranan özellikler vakfiyelerde ayrıntılarıyla belirtiliyordu.
     İslâm dünyasının her yerinde yüzlercesi kurulan hayratın tam sayısını tahmin etmek mümkün değildir. Bununla birlikte kaynak ve araştırmalarda bazı rakamlar zikredilmektedir. Makrîzî’ye göre 1436’da Kahire’de vakıf medrese ve camilerin sayısı 158’dir. Memlük Devleti yıkıldığı sırada sadece bu şehirdeki camilerin sayısı 130 iken XIX. yüzyılın sonunda cami ve medreselerin yekünü 264’e ulaşmıştır (Ahmad Darrāg, s. 13). 1540 senelerine doğru Anadolu eyaletinde 342 cami, 1055 mescid, 110 medrese, 626 zâviye ve hankah, kırk beş imaret, 154 muallimhâne, bir kalenderhâne, bir mevlevîhâne, iki dârülhuffâz, yetmiş beş büyük han ve kervansaray mevcuttu (İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri: 953 [1546] Tarihli, s. XVII). Bu rakamlar bütün İslâm coğrafyasına teşmil edildiğinde ülkelerin imarında ve kültürel gelişmesinde vakfın oynadığı önemli rol kolayca anlaşılır. Doğal âfetlere ve insanların tahribatına rağmen söz konusu coğrafyada günümüze kadar gelebilen vakıf eserleri göz önüne alındığında ve özellikle XIX. yüzyılda Batılı gözlemciler tarafından çizilmiş gravürler incelendiğinde bunların şehirlerin görünümlerine hâkim olacak derecede yoğun ve etkin olduğu düşünülebilir.
     Vakıf eserleri ayrı yerlerde tek başına bulunabildiği gibi kurucusunun zenginliğine ve tasarımına göre birkaçı ya da hepsi bir arada bir caminin etrafında kümelenmiş durumda büyük bir külliye teşkil edebiliyordu. Meselâ Dımaşk Selçuklu Meliki Dukak ve annesi Dımaşk’taki medreselerinin yanına hankah, bîmâristan ve türbelerini de yaptırmıştı (Tabbaa, s. 46). Nûreddin Mahmud Zengî yine Dımaşk’ta medrese, bîmâristan, dârülhadis ve türbeden meydana gelen bir külliye inşa ettirmiştir. Başka yerlerde de birçok hayratı vardı (Elisséeff, III, 913-935). İslâm dünyasında bazı bölümleri yıkılmış ya da işlevsel açıdan bütünlüğünü kaybetmiş olsa da bugüne ulaşan külliyelerin, imaret/ hayrat sitelerinin hangi unsurlardan teşekkül ettiğini somut biçimde görmek mümkündür. Bunlara vakıf yoluyla hayat veren toplumların, özellikle Selçuklular ve Osmanlılar döneminde Türk toplumunun sosyal psikolojisi tahlil edildiğinde insanların imaret ya da hayrat külliyesini iman, düşünce ve eylem dengesi üzerine kurulmuş bir kültür ürünü diye algıladığı söylenebilir. Zira onlara göre sosyal yardımlaşma aslında ferdin şahsî sorumluluğuna ve hür iradesine dayanıyordu. Her insan bütün insanlığın meselelerini kendi meselesi gibi hissetmeli, bunun için gücü nisbetinde çalışıp üretmeli ve kendi ihtiyacından fazlasını hür iradesiyle diğer insanlar için harcamalıdır. Bunun en iyi yolu da bir imaret/hayrat külliyesi inşa etmektir.
     İmaret/hayrat külliyeleri üç ana bölümden meydana geliyordu. Külliyenin ilk bölümü mâbed ve her seviyede eğitim öğretim kurumu ile sağlık kuruluşlarından, misafirhanelerden, çeşme, sebil ve şadırvanlardan, bahçeler, türbeler ve mezarlıklardan, aşevi vb. yapılardan müteşekkildi. Bunlar vakfın hayrat kısmını teşkil ediyordu. KüIliyenin ikinci bölümü dükkân, han, hamam, çarşı ve bedesten gibi iş yerlerinden oluşuyordu. Bunlar birinci bölümdeki hizmet kuruluşlarına gelir sağlıyordu. Üçüncü bölüm ise öncekilerin dış çevresinde yer alan meskenlerden ibaretti. Külliyelerin daha yapımına başlanmadan önce inşaat alanına su getirmek üzere su yolları şebekesi kuruluyor, diğer birimlerden önce çeşmeler ve hamam yapılıyordu. Külliyenin esas bölümlerinin inşasından sonra vakıf kurucusunun türbesinin yapımı, diğer kişiler için mezarlık ve bahçeler tesisiyle çevre düzenlemesi tamamlanıyor, böylece külliyenin tabiatla uyumu sağlanıyordu. Türbelere “duâgû” denilen kimseler görevlendirilmişti. Bunlar türbelerin bakımıyla ilgileniyor, vakfın kurucuları için dua ediyordu. Bazı ülkelerde türbeler diğerlerine göre çok daha önemliydi. Meselâ İran’da Meşhed’deki İmam Rızâ, Kum ve Erdebil’de Safevî, Rey’de Abdülazîm türbelerinin vakıf mütevelliliği çok nüfuzlu bir görevdi, bunlar bir hayli para getiriyordu. Şah II. Abbas (1642-1666), mütevellilerin büyük servetlerine dayanan nüfuzlarını kırmak amacıyla belli başlı türbelerin mütevelliliklerinin dağıtımı konusunda yeni düzenlemeler yapmıştır.
     İmaret/hayrat külliyelerinin bakımının yapılabilmesi, sağlıklı ve sürekli işletilebilmesi gelir kaynaklarına bağlıydı. Çünkü buralarda ücretlerini vakfın ödediği yüzlerce insan çalışıyordu. XVI. yüzyılda Mimar Sinan’ın inşa ettiği on dört imaret külliyesinde toplam 2529 kişinin çalıştığı tesbit edilmiştir. Bunların masraflarını karşılamak, külliyelerin bakım ve onarımını yapmak için gelir temini amacıyla hayrat kurucuları ayrıca iş yerleri yaptırıyor, bu yapılaşma şehrin fiziksel dokusuna ve ekonomisinin gelişmesine önemli katkı sağlıyordu. Fâtih imaretinin akarı olarak İstanbul ve Galata semtlerinde 4250 dükkân, üç iş hanı, dört hamam, yedi köşk (burgaz), dokuz bahçe, çevresiyle birlikte bir bütün oluşturan bedesten ve nihayet 1130 ev vakfedilmiştir. Söz konusu evler diğer binalar gibi vakfın kiralama yoluyla işletilen mal varlıklarıydı. Bunların yanında veya çevresinde yer alan mülk meskenlerle külliye etrafında teşekkül eden mahalle ve semt tamamlanıyordu. Bir külliyenin bittiği yerde diğerinin birimleri başlıyor, böylece büyük bir şehir dokusu ortaya çıkıyordu. İstanbul hayrat külliyelerinden oluşan bir şehirdi. Batılı bir seyyah İstanbul külliyelerini, ağaç topluluklarının meydana getirdiği yeşillik yığınları arasından fışkıran “şehir taçları” diye nitelemiştir. 1573’te İstanbul’a gelen Philippe du Fresne-Canaye’ın ifadesiyle İstanbul âdeta korular arasında kurulmuştu. Şehrin bu görüntüsü Türkler’in tabiat-insan-Tanrı arasındaki ilişkiler üzerine yaptıkları yorumun hayrat yoluyla tecessümünden ibaretti. Hayrat külliyesi ve çevresiyle ilgili mimari düzenlemenin tabiatla uyumu önemliydi, fakat bütün bu yapılanmaların insanlarla da uyum içinde olması gerekiyordu. Araştırmalar klasik Osmanlı dönemi külliyelerinde bunun sağlandığını göstermektedir.
     Osmanlı külliyeleri sadece ibadet yeri, öğretim merkezi veya fakir barınağı değildi. Bunlar, çevrelerinde toplantı yerlerinin gelişmesine öncülük ettikleri için sosyal katalizör rolü oynuyor, sosyal ve kültürel bütünleşmeyi teşvik ediyordu. Hayrat sayesinde medresenin hoca ve talebeleri, külliyenin diğer görevlileri, çevrenin fakirleri ve yolcular yemek saatlerinde imarette bir araya geliyordu; bu da bilgi akışını ve yayılışını sağlıyordu. Böylece herkesin örgün eğitim alma imkânı bulamamasına rağmen külliyelerde gerçekleştirilen sürekli yaygın eğitim sayesinde ülkenin her yanında ortak bir kültür oluşuyordu. Külliyeler sayesinde aynı kültür değerlerini ve aynı davranış biçimlerini benimseyen halk ortak kimliğine kavuşuyor, sosyal bütünleşme ve uyum yaygınlaşıyordu. Külliyeler ve diğer münferit hayrat eserleri toplumda öylesine kök salmıştı ki hemen hemen İslâm ülkelerinin bütün halkı bu hayrat sistemi sayesinde şöyle ya da böyle hayatları boyunca -aralarında yerel, bölgesel ve ulusal sınırlar bulunduğu halde- dinî sınırları da aşan bağlar kurabilmişti.
     Vakıflar, İslâm dünyasında çeşitli köy ve şehirlerin kurulması veya yeniden teşkilâtlandırılmasında büyük rol oynamıştır. Memlük sultanları Mısır’da vakıfları her alanda, özellikle de Kahire’nin eski şehrini dönüştürecek şehircilik projelerinde kullanmıştır. Mekke, Medine, Kudüs, el-Halîl gibi kutsal şehirlerin bakımı, eğitim, din ve belediye hizmetleri, silâh fabrikası gibi bazı askerî kurumlar vakıflarla finanse ediliyordu. Merînî vakıfları Fas şehirlerinin gelişmesine katkıda bulunmuştur. Vakıflar hocaları ve talebeleri şehir merkezlerine doğru çekiyor, bu da gıda, mesken ve giyecek talebini arttırıyordu; taşınmaz malların alım satımı ve kiralanması ekonomiye katkı sağlıyordu. Fakat ekonominin hemen hemen tamamen tek bir sektöre, taşınmaz mal varlıklarına dayanması, vakıf sistemi yöneticilerinin ekonomik dalgalanmalara duyarlı olması sonucunu doğuruyordu. Mısır’da Osmanlılar mevcut vakıfları iyileştirmiş ve genellikle dönüştürmüştür. Bu arada Ezher’in itibarı yükseltilmiştir. Yavuz Sultan Selim ve Kanûnî Sultan Süleyman tarafından Sultan Çakmak ve Kayıtbay’ın vakıfları arttırılmış, III. Murad ve diğer hânedan mensupları yeni vakıflar kurmuştur. Mısır’dan Mekke ve Medine’ye gemilerle buğday sevkediliyordu. Öte yandan din adamları, yöneticiler ve tüccar sınıfı hayrî ve yarı ailevî vakıflar kurmuş, Kahire’de çok sayıda mektep ve sebil yapılmış, şehir büyümüş ve canlanmıştır (D. Behrens-Abouseif, Egypt’s Adjustement, s. 90-95, 145-177; EI² [Fr.], XI, 73). Fâtımîler ve Selçuklular zamanında genellikle vakıflar tarafından finanse edilen yeni şehir külliyeleri bünyesinde görevlendirilen yüzlerce insan şehrin sosyal, ekonomik, entelektüel hayatında ve özellikle eğitim üzerinde derin izler bırakmıştır.
     Hayrat duygusu, hayrat düşüncesi ve eylemi özellikle müslüman Türk medeniyetinin mayasını oluşturur. Herkese gücü yettiğince iyilik yapma anlayışına dayanan bu yardımlaşma felsefesini Türk filozofu Fârâbî, daha IV. (X.) yüzyılın ilk yarısında el-Medînetü’l-fâżıla adlı meşhur eserinde tasarlayıp kurgulamıştır. Bu kapsamda hayat bulmaya başlayan hayrat külliyeleri zaman içinde birbirine eklenerek Mekke, Medine, Dımaşk, Bağdat, Kahire, Kayrevan, Kurtuba, Tebriz, Semerkant, Buhara, Konya, Bursa ve İstanbul gibi büyük şehirlere dönüşmüştür. İspanya’dan Orta Asya’ya kadar bütün İslâm ülkelerinin vakıfları incelendiğinde bu durumun belirli bir bütünlük arzettiği görülür. Külliyelerin adı, kurucusu, mekânı, tarihi, mimari üslûbu değişip yerel kültürün renklerini taşımakla birlikte felsefesi aynıdır; zaman ve mekânın şartlarına bağlı farklılıklar dışında işlevleri de birbirine benzemektedir. Meselâ İran’ın her bölgesinde İlhanlı hükümdarlarının tesis ettiği hayrat külliyeleri dikkat çekicidir. Hülâgû, Nasîrüddîn-Tûsî’yi Merâga’da bir gözlemevi kurmakla görevlendirmiş ve kendisini evkaf nâzırlığına tayin etmiştir. Gāzân Han’ın şahsî mülküyle başşehir Tebriz’de Şenbigāzân’da inşa ettirdiği ve taşınmaz mallarını vakfettiği hayrat külliyesiyle (Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî, Târîħ-i Mübârek-i Ġāzânî, s. 215, 331) Olcaytu Han’ın kendi başşehri Sultâniye’deki hayrat müesseseleri (Abdullah b. Ali el-Kâşânî, s. 93-94) meşhurdur. Moğol hâkimiyetinde devlet görevlilerinin ve özel kişilerin çoğu, daha ziyade tarım alanları ve diğer taşınmazlardan meydana gelen büyük servetlerini hayrata dönüştürüp vakfetmiştir. Bunların en göze çarpanlarından biri Reşîdüddin Fazlullāh-ı Hemedânî’dir. Vakıf taşınmazlarının çoğunu Tebriz’de kurduğu Rab‘ireşîdî Külliyesi başta olmak üzere Yezd, Hemedan, Şîraz ve Kirman’daki hayratına tahsis etmiştir. Bu hayrat camiler, medreseler, hankahlar, hastahaneler vb. kurumlardı. Vakıflarının listesi 709 (1309-10) tarihli Vakıfnâme-i Rab‘ireşîdî’de bulunmaktadır. Yezd şehrinin zenginlerinden Seyyid Rükneddin Muhammed’in ve oğlunun hayratı da 748 (1347-48) tarihli CâmiǾu’l-ħayrât’ta kayıtlıdır. Buhara, Herat ve diğer yerlerde Timurlular ile İsfahan’da Safevîler başşehirlerinde muhteşem külliyeler inşa etmiş, bunlara zengin vakıflar ayırarak Gāzân Han ve Olcaytu’nun uygulamalarını devam ettirmiştir. Herat’ta İhlâsiye Külliyesi bunlardan biridir.
     İstanbul başlı başına vakıflarla kurulmuş bir hayrat şehridir. Osmanlı Devleti’nin ilk döneminde şehirlerin fethinden sonra devlet adamları ve zenginler buralarda yeni vakıf müesseseler kurdukları gibi nüfusunu arttırmak için bu şehirlere Türkmenler’in yerleştirildiği de bilinmektedir. Bir taraftan bu yerlerin fizikî çehresini değiştiren, diğer taraftan oralara yeni bir kültür taşıyan bu faaliyetler daha sonraki asırlarda da sürmüştür. Meselâ Damad İbrâhim Paşa, doğum yeri olan Muşkara köyünde birçok vakıf kurup dışarıdan nüfus getirterek yerleştirmek suretiyle bu köyü “Nevşehir” (yeni şehir) haline getirmiştir. Vakıflar İslâm tarihinde kültürün en belirgin unsurları ve somut varlıkları olup sanatın bütün veçhelerini temsil edecek tarzda tezahür etmiştir. XVI. yüzyıl Osmanlı düşünürü Kınalızâde Ali Çelebi, Fârâbî’nin tasarladığı erdemli ve mutlu şehrin mükemmel örneklerinin Kanûnî Sultan Süleyman zamanında hayat bulduğunu ifade eder. Sistemin itici gücü, “Herkesin yöneldiği bir yönü ve yöntemi vardır. Siz hayrat yapmaya koşun, bu hususta birbirinizle yarış edin” âyetiydi (el-Bakara 2/148). Semerkant’ta Uluğ Bey’in Registan Külliyesi’nden Edirne’deki Selimiye Külliyesi’ne ve oradan Bosna-Hersek’te Saraybosna’daki Gazi Hüsrev Bey Külliyesi’ne kadar İslâm dünyasının her tarafına yayılmış yüzlerce eser bu durumu açıkça ortaya koyar.
     Zamanımızda belediyelerin yaptığı hizmetler eski İslâm şehirlerinde daha çok vakıflar yoluyla gerçekleştirilmekteydi. Bunların başında şehirlerin su ihtiyacının temini gelmekteydi. Bunun için su bendleri ve şebekeleri, su kuyuları, çeşmeler ve yazın bedava soğuk su dağıtılması amacıyla sebiller inşa edilmiştir. Bu kuruluşlar içinde hamamlar başta geliyordu. Hamamlar umumiyetle vakıfların gelir kaynakları arasında bulunmakla beraber fakirlerin bedava yıkanabildikleri hamamların varlığı da bilinmektedir. Bu tesislerin bakımı ve işletilmesi için görevliler tayin edilmiş ve gerekli diğer masraflar karşılanmıştır. Sokakların aydınlatılması, temizlenmesi, bazı şehirlerin çeşitli yerlerinde bahçeler açılması veya “Allah’ın bütün kullarının dinlenmesi amacıyla” güzel köşelerin (kulluk mahalli) tanzimi suretiyle şehirlerin güzelleştirilmesini amaç edinen vakıflar da vardır.
     İslâm dünyasında şehirlerin birbirine bağlanmasında da vakıfların rolü büyüktür. Şehirler arası ulaşım için birçok yol, köprü, ayrıca deniz fenerleri ve kalelerin inşası, büyük ticaret yolları üzerindeki konak yerlerine kervansarayların tesisi vakıflar sayesinde gerçekleşmiştir. Bütün bunlar tüccar ve hacıların seyahatini kolaylaştırmak, yol güvenliğini sağlamak, yolcuları barındırmak ve doyurmak amacına yönelikti. Bir Selçuklu kervansaray vakfiyesinde kervansaraya gelen her sınıftan ve dinden yolculara yiyecek, ayakkabı ve hayvan yemi verilmesi şart kılınmıştır. XVII. yüzyılın ortalarında üç arkadaşıyla birlikte Mısır’dan İstanbul’a kadar altmış yedi günde gelen Samuel ben David Yemşel yol güzergâhında her gece bir han veya kervansarayda konakladıklarını, bunların bulunmadığı iki küçük kasabada ise yolculara ayrılmış misafir odalarında ağırlandıklarını yazmaktadır. Yabancıların ve yolcuların konaklaması bakımından tekke ve zâviyeler de önemli hizmetler görüyordu. Sadece insanları değil her canlıyı koruyan hayrat ruhu kuşlar için de köşkler yaptırmıştır. Kuş sarayı da denilen kuş evlerinin bazıları minareleri, yüksek kenarlı kubbeleri, hilâl biçimindeki alemleriyle birer selâtin camisini andırmakta ve olağan üstü işçilikleriyle dikkati çekmektedir. Bu kuş evlerini büyük bir ilgiyle gözleyen Avusturya sefiri Busbeke 1550’Ierde şöyle yazmaktadır: “Türkiye’de her şey insanîleşmiş, her katı yumuşamıştır; hayvanlar bile.”
     Vakıflar akrabalığa, hısımlığa, bölgelere, mesleklere, din veya dil özelliklerine bağlı olarak teşekkül eden içtimaî zümreler arasında âhenk beraberliği temin eden bir kuvvetti ve bu açıdan da önem taşımaktadır. Vakf-ı ehlî/vakf-ı zürrîler aile yararına hizmet ettiği gibi sadece ailenin fakirleri için kurulan vakıflar da mevcuttur. Diğer taraftan vakfiyelerde âzatlı kölelerin eski sahiplerinin ailesiyle birlikte ve aynı hayat seviyesinde yaşamalarını sağlayacak hükümlere de rastlanmaktadır. Vakıf kurucularının bazıları bir taraftan kendi ailelerine mensup kişileri vakıftaki görevlere tayin ederken diğer taraftan kendi mesleğinden olanları da kolladığı görülmektedir. Osmanlı Devleti’nde esnaf teşkilâtlarının (loncalar) bir yardımlaşma fonu olarak kurduğu vakıflar da vardır. Ayrıca bir mahalle, bir kasaba veya bir şehir sakinlerinin istifade etmeleri için vakıflar tesis edildiği gibi köy ya da mahalleye ait avârız vergilerinin ödenmesi amacıyla kurulmuş birçok vakfın mevcudiyeti bilinmektedir. Bu vakıflar mahalle sakinleri veya diğer kişiler tarafından kurulabiliyordu. Daha ziyade “nukud vakfı” denilen bu fonlara mahallelinin ortak mülkü iken vakfedilmiş taşınmazların kiraları da ekleniyordu. Esnaf vakıflarına başka bölgelerde de çok sık rastlanmaktadır. Meselâ Fâtımîler devrinde Dımaşk’ta bir esnaf grubunu destekleyen vakıflar vardı. Bu dar çerçeveyi aşarak hayat şartları bakımından insanlar arasında mevcut farkları mümkün mertebe azaltmayı, zenginle fakir arasında nisbî bir eşitlik kurmayı hedef alan vakıfların sayısı da oldukça kabarıktır. Bazı vakfiyelerde vakıf köylerde çalışan reâyânın vâkıfın evlâdı tarafından rahatsız edilmemesi ve gerektiğinde bunların oradan uzaklaştırılmasına dair hükümler konulmuş, böylece köylünün huzuru temin edilmeye çalışılmıştır.
     Öte yandan vakıfların siyasî rolleri de vardı. Selçuklular’ın Râfizî düşüncesine karşı Sünnîliği canlandırmak amacıyla vakıf medreseler kurdukları, ihtidâyı teşvik için hıristiyan, yahudi ve putperestlerden İslâm’ı kabul edeceklerin ihtiyaçlarının karşılanması, bunların sünnet ettirilmesi ve Kur’an öğretimi için vakıf gelirlerinden para ayırdıkları bilinmektedir (Turan, XI/42 [1947], s. 211). Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlı seferleri sırasında savaş esirlerinin fidyelerini ödemek, Sünnî düşünce ve geleneği kuvvetlendirmek, ulemânın, sûfî topluluklarının ve özellikle Mısır’dan gelen yeni müslümanların ihtiyaçlarını gidermek üzere birçok medrese yanında büyük bir hankah kurmuştur. Bunlara gelir sağlamak için beytülmâle ait toprakların önemli bir bölümünü vakfa dönüştürmüştür. Kuzey Afrika’dan Uzakdoğu’ya kadar bütün İslâm devletlerinin yöneticileri vakıflardan iktidarlarını sağlamlaştırmak amacıyla yararlanmak istemişlerdir. Askerî sınıfa mensup kimselerin kurduğu vakıflar arasında kalelerin vb. tesislerin bulunması, Osmanlı siyasî iktidarının devamı için vakıf müessesesinden faydalanıldığını göstermektedir. Halk üzerinde büyük nüfuzu olan ulemâyı ve tarikat şeyhlerini vakıflar yoluyla kendilerine bağlayan idareciler, vakfiyelerine koydukları hükümlerle devletin bekāsı ve vâkıfın kötülüklerden korunması için dua edilmesini istemiş ve medreselilerle tekkeliler arasında bir âhenk ve denge kurulmasına da çalışmışlardır. Ayrıca çeşitli grupların statülerinin, zenginliklerinin ve güçlerinin propagandası için vakıflar tesis ediliyordu. Meselâ Kanûnî Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’ın 1551’de Kudüs’te yaptırdığı imarette fakirler kadar zenginler de yemek yiyordu. Bu imaretten yararlananlar arasında bulunmak ise siyasî itibarın bir işaretiydi.
     Osmanlı Devleti’nin yayılma sürecinde özellikle XV ve XVI. yüzyıllarda vakıflar yeni fethedilmiş yerlerin İslâmlaştırılmasında önemli rol oynamıştır. Sınır bölgelerine zâviyeler kurarak yerleşen, oralarda ticarî ve ziraî faaliyetlerde bulunan, ülke topraklarını genişletmek amacıyla bölgeleri kolonize eden sûfîleri ve diğer müslümanları bu vakıflar desteklemiştir. Bunun yanında diğer hayır kuruluşlarının da yine vakıflar yoluyla bölgeye götürülmesi iktidarları meşrulaştırıyor ve güçlendiriyordu. Böylece bir bakıma vakfın siyasal işlevi kendiliğinden ortaya çıkıyordu. Zira cemaat karşısında adaletin teminatı olarak Osmanlı sultanları ve hânedan üyeleri, ayrıca müslümanların tamamı, vakıf yoluyla fakirlere yapılan yardımı ya da daha geniş anlamda bir insanın ihtiyacını gidermeyi insanî görevlerinin bir bölümü telakki ediyordu. Yılın en sıcak üç ayında İstanbul’dan geçenlere temiz kardan elde edilmiş su dağıtılması da Süleymaniye gibi muazzam bir hayrat sitesi inşası da insanların ihtiyaçlarının giderilmesine yönelikti. Bu anlamda yapılan her vakıf, bunlardan yararlananlar kadar kurucuların da bir şekilde ihtiyacını gidermiş oluyordu. Bu geniş hizmetler ağının sürdürülebilirliğini sağlamak için İslâm dünyasının şehirlerinde çeşitli ticarî binalar (kaysâriyye, funduk, han, bedesten), dükkânlar, gıda satış yerleri (masmat), üretim atölyeleri (şeker, sabun, nişasta, cam, dokumacılık, sepicilik vb.), hamamlar ve kahvehaneler tesis edilmiş, değirmenler, fırınlar, yağ sıkma makineleri (cendere) gibi mal varlıkları bağışlanmıştır. Vakfın gelir kaynakları arasında, hem kiralarla hem bahçe ve bostanlardan aynî ödemeler yoluyla gelir sağlayan tarım mülkleri de vardı. Buna bütünüyle köyler ya da köyün bir kısmını ve hânût, mezraa, çiftlik, Mısır’da rizka ahbâsiyye gibi tarım arazisi parçalarını da eklemek gerekir. Ayrıca hayvanlar, aletler, gemiler, hatta köleler gibi menkul mallar da vakfedilmiştir.
     Vakıf müessesesinin zamana ve mekâna göre çok farklı gelir kaynaklarına rastlanmaktadır. Çünkü bir dönemde uygun görülmeyen bir gelir kaynağı başka bir dönemde rağbet bulabiliyordu. Meselâ Mısır’da Memlükler devrinde para vakfı vakıf yararına faizle para ürettiği için tartışılmış ve Osmanlılar’a kadar uygulamasına rastlanmamıştır. Osmanlılar zamanında ise çok sayıda para vakfı tesis edilmiştir. Daha XVI. yüzyılın ortalarına doğru nakit fonları, bir şekilde XVIII ve XIX. yüzyıllar Osmanlı banka sisteminin öncüleri sayılan Osmanlı vakıf sermayesinin önemli bir kısmını temsil ediyordu. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi para vakfını meşrû saydığı halde çağdaşı Birgivî bu uygulamaya karşı çıkmıştır. Osmanlı devrinin sonuna doğru, XIX. yüzyılın ikinci yarısında ve XX. yüzyılın başlarında bazı vakıf idarecileri, vakfedilmiş nakit paraları ilgili vakıflar adına nemâlandırmak için Osmanlı Bankası’na yatırmışlardır.
     Bugün İslâm ülkelerindeki vakıf tasarruflarının miktarını tam olarak tahmin etmek mümkün değildir. Bununla birlikte XIX ve XX. yüzyıllarla ilgili incelemeler sonunda genelde vakıf mallarının taşınmazların ve işlenebilir arazilerin büyük bir bölümünü kapsadığı tahmin edilmektedir. Nicelik açısından kesin bilgiye sahip olunmasa da vakfın bu ülkelerde büyük sermayeleri temsil ettiği, ekonominin ve taşınmaz pazarının bütünleyen kısmını oluşturduğu söylenebilir. Bir örnek vermek gerekirse Anadolu eyaletinin 1530-1540 yılları arasındaki gelir toplamının (79.784.960 akçe) % 17’si vakıflara aitti. Bu nisbet Karaman eyaletinde % 14, Rum eyaletinde % 15,7, Halep ve Şam eyaletlerinde % 14, Dulkadriye’de % 5 ve Rumeli’de % 5,4-32 idi. Bunlar vakıfların tarım alanlarından intikal eden gelirlerdi, şehir mevkufatının gelirleri bunlara dahil değildir. Yapılan hesaplara göre sancak denilen 300 idarî birimin her birinde 1000’e yakın vakıf bulunan Osmanlı Devleti’nde vakıfların genel bütçesi devlet bütçesinin üçte birine ulaşmaktaydı.
     Vakıflar kendi mütevellileri tarafından yönetiliyor ve nâzırları tarafından denetleniyordu (bk. CİHET; KAYYIM; MÜTEVELLİ). Bununla birlikte İslâm tarihinin her döneminde devlet, vakıfları genel bir denetim altında tutmak istemiştir. Mısır’da Emevîler, vakıfları denetlemek üzere Dîvânü’l-ahbâs denilen ve İslâm tarihinde ilk olduğu sanılan bir merkezî idare kurmuşlardı. Daha sonra Basra’da da buna benzer bir divan teşkil edilmiştir. Abbâsîler devrinde vakıfları ve hayır faaliyetlerini denetlemek için Irak bölgesinde kurulan özel teşkilâta Dîvânü’l-birr adı verilmiştir. Buradaki “birr” hayır kavramıyla eş anlamlıdır ve vakfın Kur’an’la ilişkilendirilmesinin başka bir delilidir. Abbâsîler döneminde Fustat kadılarından bazıları hem müslüman hem de ehl-i zimmet evkaflarını her ay denetliyor, divana şartsız verilmiş fonları hayır yollarına istedikleri gibi harcıyordu. Fâtımîler devrinde Halife Muiz-Lidînillâh ahbâs fonlarını beytülmâle aktarmış (Makrîzî, el-Ħıŧaŧ, II, 295), tarım arazileri vakfını iptal etmişse de kısa bir süre sonra Hâkim-Biemrillâh eski usule dönmüştür. Bu devirde vakıf sahaları bir nevi iltizama tâbi idi. Vakıf sahasını yöneten kişi gelirleri topluyor, vakfın amacına göre harcıyor, bir miktarını da beytülmâle ayırıyordu. Bu gelirle bilhassa sermayesi azalmış vakıflar destekleniyordu. İltizam sistemini, Fâtımîler’den Eyyûbîler’e geçiş dönemindeki vakıf idaresini iyi bilen İbn Memmâtî vakıflardan çok mültezimlerin işine yaradığı ve vakıf taşınmazların bakımı ihmal edildiği için eleştirmiştir. Bir Fâtımî veziri adına düzenlenen ve türünün en eski örneği kabul edilen bir vakfiye sûreti günümüze ulaşmıştır. Bu vakfiye ile bir tarım alanı Şiî imamı Mûsâ el-Kâzım’ın soyundan gelen bir aileye tahsis edilmiştir. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Haçlı seferleri karşısında müslüman toplumu güçlendirmek amacıyla beytülmâle ait arazilerin önemli bir bölümünü vakfa dönüştürmüştür. Kaynaklar sayesinde daha iyi bilinen Memlük devri vakıfları genelde yönetici sınıfının kurduğu irsâd kabilinden vakıflardı. Sultan Berkuk, gayri meşrû oldukları düşüncesiyle bunları 1387’de kaldırmayı denemiş, ancak kadılar buna izin vermemiştir (Makrîzî, es-Sülûk, III/1, s. 345).
     Memlükler vakıfları üçe ayırmıştır: Evkāf-ı hükmiyye, evkāf-ı ehliyye ve rizak-ı ahbâsiyye.
     Birincisi bir Şâfiî kadısının denetimindeydi. Bunların akarı Kahire ile Fustat şehirlerindeki yapılardan geliyordu ve mukaddes şehirlerin bakımı, fakirlerin doyurulması, savaş esirlerinin fidyelerinin karşılanması gibi gayeler için harcanıyordu.
     Evkāf-ı ehliyye sultanlar ve emîrler tarafından kurulan medrese, hankah, mezarlıklar ve türbelerdi; gelir kaynaklarını şehirlerdeki mülkler ve tarım arazileri teşkil ediyordu. Bu dönemde vakıf kurucuları, vakfın artan gelirinin yeni yatırımlara dönüştürülmesinin zorunlu sayılmadığı ilkesini benimsemiş, bu gelirlerin kendilerine ve nesillerine ait olması şartını koymaya başlamıştır. Bunlar hem Mısır hem Suriye’de yarı ailevî/yarı müşterek vakıflardı. Aileler yaptıkları hayratla birlikte kendileri için de dokunulmaz sürekli gelir kaynakları elde ediyordu.
     Rizak-ı ahbâsiyye Memlükler’in icadı idi. Bu vakıf türünde bazı kişilere tarım arazileri tahsis ediliyor, onlar da buna karşılık hayır kurumlarının ya da dinî kurumların hizmetini üstleniyor, köy ve kır bekçiliği yapıyorlardı.
     Osmanlı memleketlerinde her vakıf, ayrı bir birim halinde bir erkek ya da kadın nâzırın denetiminde bir mütevelli veya mütevelliler tarafından yönetiliyordu. Son asırlarda vakıf yöneticiliği meslek haline gelmiş, giderek merkezîleşmiştir. Sadrazamlık, şeyhülislâmlık, Haremeyn vakıfları müfettişliği, Dârüssaâde ağalığı gibi makamlara bağlı vakıfların sayısı artmıştır. Esasen devletin kadılar vasıtasıyla vakıflar üzerinde genel bir denetimi vardı. Selâtin vakıflarının bazı mahallî mütevellileri ve nâzırları çoğunlukla karar verme yetkisini taşısalar da Osmanlı Devleti bunların üzerinde XV. yüzyıldan itibaren bir tür merkezî denetim uygulamıştır. Devlet belli zamanlarda denetimini diğer vakıflara da yaymak için girişimlerde bulunmuştur. Kısmen III. Selim’in reformları sırasında, fakat daha çok II. Mahmud’un 1826’da Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmasının ardından hükümdarlar önemli vakıfların denetimini ele geçirmiştir. Bu hususta merkezî hükümetin ilk çözümü 1826 Ekim ayında Evkāf-ı Hümâyun Nezâreti’ni kurmak olmuştur. Bu nezâret takip eden yıllarda tedrîcen sadârete, meşihata, reîsülküttâblığa, Haremeyn evkafı müfettişliğine, kaptan-ı deryâlığa, Dârüssaâde ağalığına bağlı zengin vakıfların idaresini üstlenmiştir. Tanzimat’la birlikte vakıfların ve bunların ana mallarının idaresini düzenleyen mevzuat genişletilmiştir. Devletin hangi ölçüde vakfın denetimine müdahale yetkilerini kullandığını belirlemek zordur. Fakat XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ve Jön Türkler rejiminin vakıfların yönetimini bütünleştirmeye yönelik bir alt yapıyı yavaş yavaş yerleştirdiği tartışılmaz bir gerçektir. 1921’de kurulan Şer‘iyye ve Evkaf Vekâleti 3 Mart 1924’te kaldırılmış, Vakıflar İdaresi Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet teşkilâtıyla bütünleştirilmiştir.
     Osmanlılar bir beylikten doğup cihanşümul bir devlet haline gelirken diğer müslüman devletlerin büyük bir kısmını da yönetimlerine dahil etmiştir. Daha önce bu ülkelerde kurulan vakıfları korumuş ve zenginleştirmiştir. Osmanlı Devleti son dönemlerde bu ülkelerden çekilirken oralarda kalan vakıfların işlevlerini sürdürebilmesi için çaba sarfetmiştir. 928’de (1522) Osmanlılar vakıfların denetimi için Mısır’a bir nâzırü’l-evkāf tayin etmişti. Memlükler devrinde Mısır’ın tarım arazilerinin yarıya yakını vakfa dönüştürülmüştü. Osmanlılar vakf-ı irsâdîler dahil bütün vakıfları incelemiş, geliri uygun amaçlara harcanan hiçbir vakfa dokunmadıkları gibi Osmanlı asırları boyunca bu ülkede birçok yeni vakıf kurmuştur. XIX. yüzyılda vakıflar konusunda yeni uygulamalara girişen Kavalalı Mehmed Ali Paşa Mısır’da iltizamı kaldırmış, 1846’da yeni vakıf tesisini yasaklamıştır. Ancak ne bu yasak ne de kurduğu merkezî idare devam edebilmiştir. Bununla birlikte müsadereler sonucunda hayır vakıfları zarar gördüğünden Hidiv İsmâil parasız kalan kurumlara 10.000 feddan yardımda bulunmuştur. Bu dönemde Mısır’da tarım alanlarına dayalı yeni vakıflar teşkil edilmiştir. Vakıfların durumunu iyileştirmek amacıyla I. Abbas Hilmi’nin 1851’de kurduğu vakıf yönetimini Hidiv İsmâil Paşa 1864’te bakanlık statüsüne yükseltmiştir. Bununla birlikte vakıflar konusundaki bütün işlemler İstanbul’un iznine tâbi idi. 1882’de Mısır’ın İngilizler tarafından işgalinden iki yıl sonra vakıf bakanlığı kaldırılmış, doğrudan Hidiv Tevfik Paşa’nın denetiminde bir yönetim oluşturulmuş, vakıflar böylece hıristiyanların denetimindeki bakanlıkların dışında tutulmuştur. İngilizler bu durumdan pek memnun kalmamış, 1913’te Lord Kitchener, Bâbıâli’nin izniyle belli ölçüde özelliklerini koruyacak şekilde vakıf yönetiminde bazı ıslahatlar yapmıştır. Ancak Mısır’da vakıflar konusunda hidivin denetimi ve Osmanlı Devleti’nden izin alma zorunluluğu I. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar devam etmiştir. Osmanlı Devleti’nden ayrılan bölgelerde ve İslâm coğrafyasının diğer ülkelerinde sömürge yönetimlerinin ardından kurulan millî devletlerde vakıfların durumu farklı gelişmeler göstermiştir. En az 150 yılı aşan bir tasfiye hareketine rağmen İslâm vakfı bugün hâlâ özellikle hayrat eserleriyle müslüman toplumlarında varlığını hissettirmektedir.

İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
Bahaeddin Yediyıldız

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...