12 Ocak 2018 Cuma

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: YAHUDİLİK (7)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
YAHUDİLİK (7)
VII. YAHUDİLİK ve DİĞER DİNLER 
(Yukarıdaki bölümler önceki konulardı.)
  • VIII. İSLÂM KAYNAKLARINDA YAHUDİLİK
     Allah’ın birliğine imanı dinin esası, ilâhî hükümleri ihtiva ettiğine inandıkları Tevrat’ı dinin temeli, ilâhî vahye muhatap olan ve bu vahyi kavmine tebliğ eden Hz. Mûsâ’yı peygamber kabul eden yahudiler İslâm’ın ilk dönemlerinden itibaren müslümanların komşuları olmuşlardır. Özellikle Medine döneminde müslümanlarla ilişkileri Kur’an’a yansımış, bu ilişkiler müslümanların onlarla ilgili değerlendirmelerinde önemli rol oynamıştır. Tarih boyunca müslümanlarla iç içe yaşayan yahudilerle münasebetler İslâm’ın onlara verdiği Ehl-i kitap statüsüyle ayrı bir önem kazanmış, karşılıklı yazışmalar ve reddiyelerle her iki din kendi bakış açısını ortaya koymuştur.
     İslâm’ın zuhurunda Arap yarımadasında yahudiler Akabe körfezindeki Eyle Limanı’ndan Yemen ve Uman’ın en ücra köşelerine, Medine’den Bahreyn’e kadar uzanan bölgelerde yayılmış durumdaydı. Medine başta olmak üzere Hayber, Vâdilkurâ, Teymâ, Maknâ, Fedek, Tâif ve Yemen onların yaşadıkları başlıca merkezlerdi. Mekke’de yahudi yoktu, ancak bölgede her yıl düzenlenen panayırlara hem ticaret yapan hem de kâhinlik faaliyeti gösteren yahudiler de katılıyordu. Medine’de Benî Kaynukā‘, Benî Kurayza ve Benî Nadîr’le birlikte yirmiden fazla yahudi kabilesi mevcuttu. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiğinde şehir nüfusunun hemen hemen yarısı yahudilerden teşekkül ediyordu (Hamîdullah, I, 614-615). Medine dışında en güçlü ve teşkilâtlı yahudi cemaati ise Hayber’de bulunuyordu.

     A) Kur’an’da ve Hadislerde Yahudilik.
     İslâm’ın Yahudilik ve yahudilerle ilgili tesbitleri ve değerlendirmeleri Kur’ân-ı Kerîm’e dayanmaktadır. Kur’an’da İsrâiloğulları’nın tarihinden, inançlarından, kutsal kitaplarından, peygamberlerinden, ahlâkî davranışlarından, sosyal ilişkilerinden ve müslümanlara karşı hareketlerinden bahsedilmektedir. Ayrıca Hz. Mûsâ ve İsrâiloğulları’yla ilgili kıssalara diğer peygamber ve kavimlerle ilgili kıssalardan daha geniş yer ayrılmıştır. Müstakil olarak Mûsâ’dan ve Firavun’la mücadelesinden söz eden âyetlerin dışında yirmi dört sûrede İsrâiloğulları ve yahudilere dair bilgiler tekrarlanmaktadır. Ayrıca Bakara ve A‘râf sûrelerinin büyük bir kısmı İsrâiloğulları’na dair olaylara, yahudilere yönelik uyarı ve hatırlatmalara hasredilmiştir.
     İsrâiloğulları’na Kur’an’da bu kadar geniş yer verilmesinin sebepleri müslümanların yahudilerle temas halinde olması, Hz. Muhammed ile İbrâhim ve İsrâiloğulları/yahudiler arasındaki ortak temeli vurgulama ve onlara kendi dinlerinde meydana gelen sapmaları gösterme gereği, son peygamberin kendi aralarından çıkacağı şeklindeki inançlarına ve seçilmişlik iddialarına açıklık getirme zarureti şeklinde sıralanmaktadır. Kur’an’da İsrâiloğulları ve yahudilerle ilgili âyetlerde hem olumlu hem olumsuz ifadeler yer almaktadır. Bir taraftan Allah’ın geçmişte İsrâiloğulları’na nimetler bahşettiği ve onları âlemlere üstün kıldığı ifade edilirken diğer taraftan onların bazı küçük istisnalar dışında rablerine verdikleri sözde durmadıklarına ve günahlarından dolayı lânetlendiklerine dikkat çekilmektedir.
     Kur’ân-ı Kerîm’de yahudilerden hem İsrâil/Benî İsrâil, yehûd, hûd ve hâdû gibi kelimelerle hem de Ehl-i kitap diye bahsedilmekte, ancak yehûd kelimesi sadece Medenî sûrelerde geçtiği halde Benî İsrâil, Mekkî sûrelerde de yer almakta ve daha çok İslâm öncesi dönemlerde vuku bulan olayların söz konusu edildiği âyetlerde görülmektedir. Hicretten önce nâzil olan seksen altı sûrenin hiçbirinde “ey İsrâiloğulları” şeklinde bir hitaba rastlanmamaktadır. Bu âyetlerdeki hitap daima “ey Âdemoğulları” yahut “ey insanlar” tarzındadır. Tâhâ sûresinde geçen (20/80) İsrâiloğulları sözü bir hitap olmayıp nakledilen bir kıssada yahudilere işaret etmek için kullanılmıştır (Hamîdullah, I, 596). Yahudiler hakkındaki âyetlerin yarısına yakını Mekke’de indirilmiş, hemen tamamı İsrâiloğulları’na ayrılmış olan Tâhâ ve A‘râf sûreleri de Mekke’de nâzil olmuştur. Kırk bir yerde geçen Benî İsrâil terkibi de Ya‘kūb’un çocukları ve onların soyundan gelenler, Mûsâ’nın kavmi, birinci ve ikinci mâbed dönemi yahudileri, Hz. Îsâ’nın kavmi gibi eski dönem yahudileri yanında Hz. Muhammed zamanında Arap yarımadasında yaşayan yahudileri de ifade etmektedir.
     1. Yahudilerin Tarihi.
     Kur’an’da yahudilerin ulu ata kabul ettikleri ve mirasçısı olduklarını iddia ettikleri, hatta Tevrat’a göre yahudi olduğunu söyledikleri Hz. İbrâhim’e dair bilgiler verilmekte, fakat onun yahudi olmadığı ve Tevrat’ın ondan sonra indiği belirtilmektedir (Âl-i İmrân 3/65, 67).
     Ayrıca İbrâhim’in putperest olan babası ve kavmiyle mücadelesi, ateşe atılması, ateşten kurtulup yurdunu terk etmesi, sâlih bir evlât istemesi ve bu evlâdını kurban etmekle imtihan edilmesi, soyunun oğulları İsmâil ve İshak ile devam ettiği ve Mekke halkından bir elçi göndermesi için Allah’a dua ettiği (el-Bakara 2/129) nakledilir.
     Kur’ân-ı Kerîm’de İbrâhim’in oğlu İshak’tan bahsedildiği gibi onun oğlundan hem Ya‘kūb hem İsrâil şeklinde söz edilmekte (Âl-i İmrân 3/93; Meryem 19/58), onun oğulları Benî İsrâil diye adlandırılmaktadır. Hz. Ya‘kūb’un oğullarından Yûsuf’un kıssası müstakil bir sûreye konu teşkil etmiştir. Bu kıssada İsrâiloğulları’nın Ken‘an ilinden Mısır’a göçleri ve oradaki hayatları anlatılmaktadır. Mûsâ’nın Firavun’la mücadelesi de Kur’an’da geniş yer tutar. Daha çok küçük bir çocukken nehre bırakılması, Firavun’un sarayında büyütülmesi, Medyen’e kaçması, Sînâ’da ilâhî vahye muhatap olup İsrâiloğulları’nı kurtarmak üzere Firavun’a gönderilmesi, ümmetiyle birlikte Kızıldeniz’i geçmesi, Sînâ’da ilâhî vahye mazhar olması, arz-ı mev‘ûda girme emri ve İsrâiloğulları’nın bu emre uymaması sebebiyle kırk yıl o topraklara girmelerinin yasaklanması, çöldeki hayatları, onlara verilen nimetler Kur’an’ın çeşitli yerlerinde hikâye edilir.
     Daha sonra İsrâiloğulları’nın arz-ı mev‘ûda girme mücadeleleri, Tâlût’un krallığı, Dâvûd ve Süleyman kıssaları nakledilir. Kur’an’da İsrâiloğulları’nın iki defa fesat çıkardıkları ve bu yüzden başlarına gelen felâketler anlatılmaktadır (el-İsrâ 17/4, 7); müfessirlere göre bu felâketler, Buhtunnasr tarafından milâttan önce 587’de ve Romalılar tarafından milâttan sonra 70 ve 135 yıllarında yenilgiye uğratılmalarıdır.
     Ayrıca Hz. Îsâ’nın İsrâiloğulları’na peygamber olarak gönderildiği, onları Allah’a kulluğa davet ettiği ve Hz. Muhammed’i müjdelediği belirtilmektedir (es-Saf 61/6).

     2. İsrâiloğulları’na Verilen Nimetler.
     Kur’an’da İsrâiloğulları’na geçmişte bahşedilen nimetler hatırlatılarak Allah’a verdikleri sözü tutmaları, Mûsâ’yı ve Tevrat’ı tasdik eden yeni tebliği (İslâm’ı) ve onun peygamberini kabul etmeleri istenmektedir (el-Bakara 2/47, 122; el-A‘râf 7/140; ed-Duhân 44/32). İsrâiloğulları’nın Firavun’un zulmünden kurtarılması, denizin yarılması, çölde nimetlerin verilmesi bu çerçevede zikredilmektedir. Onların üstün kılınması, diğer milletlerden farklı ve ırk bakımından üstün oldukları anlamında değil, Allah’ın onlara birçok peygamber göndermesi ve kendilerine Tevrat’ı vermesi bakımından bir üstünlüktür (İbn Kesîr, I, 85).
     Kur’an-ı Kerîm’de bu ayrıcalıkları şöyle anlatılır: “Bir zamanlar Mûsâ, kavmine şöyle demişti: Ey kavmim! Allah’ın size verdiği nimetini hatırlayın; hani O içinizden peygamberler çıkarmış, sizden hükümdarlar kılmış, âlemlerde hiç kimseye vermediğini size vermiştir” (el-Mâide 5/20). Bunlara rağmen İsrâiloğulları Allah’a isyan etmiş, O’ndan başka tanrılar edinmiş, peygamberlerine eziyet etmiş ve bazılarını öldürmüştür.

     3. Kur’an’da Yahudilere Yönelik Eleştiriler.
     Medine ve civarındaki yahudi gruplarının müslümanlarla tartışmalarında vahiy ve peygamberlik hususunda ileri sürdükleri iddialara Kur’an’da cevap verilmiştir. Buna göre yahudiler Hz. Muhammed’e indirilen vahyi kabul etmemek için doğrudan doğruya vahyi reddetmişler ve Allah’ın insanlara hiçbir şey indirmediğini söylemişlerdir: “Yahudiler Allah’ı gereği gibi tanımadı; çünkü onlar Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi dediler. De ki: Öyleyse Mûsâ’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği kitabı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp istediğinizi açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz” (el-En‘âm 6/91).
     Gerçekte Medineli yahudiler Allah’ın insanlara vahiy indirdiğini biliyordu; ancak vahyin kendi peygamberleri Malaki ile sona erdiğine inandıkları için Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr etmişlerdi: “Kendilerine Allah’ın indirdiğine iman edin denilince biz sadece bize indirilene inanırız derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an kendi ellerindeki Tevrat’ı doğrulayan hak kitaptır. Onlara de ki: Eğer siz gerçekten iman etmişseniz o halde daha önce neden Allah’ın peygamberlerini öldürdünüz?” (el-Bakara 2/91).
     Kur’an’da yahudilerle ilgili eleştiriler şu başlıklar altında sıralanabilir:
     Cebrâil.
     Hicretten sonra Hz. Peygamber’in yanına gelen Fedek yahudileri ona bazı sorular sorarak bunların cevabını aldıkları takdirde müslüman olacaklarını söylediler. Soruları cevaplandırılınca bu defa vahiy meleğini sordular. Vahiy meleğinin Cebrâil olduğu bildirilince, “O bizim düşmanımızdır; o savaş ve şiddet getirir. Bizim elçi meleğimiz Mîkâil’dir; o müjde, bereket ve ucuzluk getirir. Eğer sana o gelseydi iman ederdik” dediler.
     Bunun üzerine şu âyet nâzil oldu: “De ki: Cebrâil’e düşman olan kimse iyi bilsin ki bu Kur’an’ı önceki kitapları tasdik etmesi, inananlar için bir rehber ve müjde olması için Allah’ın izniyle senin kalbine Cebrâil indirdi. Allah’a, meleklerine, resullerine, Cebrâil’e ve Mîkâil’e düşman olan iyi bilsin ki Allah da kâfirlerin düşmanıdır” (el-Bakara 2/97-98).
     Bu âyete göre yahudilerin Cebrâil’e düşmanlığının sebebi onların gizledikleri pek çok gerçeği onun haber vermesidir. Diğer bir rivayete göre ise Abdullah b. Selâm henüz müslüman olmadan Hz. Muhammed’in Medine’ye geldiğini duyunca ona peygamberliğini kanıtlaması için bazı sorular sorar. Resûl-i Ekrem, “Bunların cevabını biraz önce Cebrâil bana haber verdi” deyince Abdullah b. Selâm Cebrâil’in yahudilerin düşmanı olduğunu söyler (Güner, s. 196).

     Tanrı İnancı.
     Kur’an’da yahudilerin tevhid anlayışına da eleştiriler yöneltilmekte, bu konudaki tutumları yüzünden bazı âyetlerde hıristiyanlarla, bazı âyetlerde de müşrik Araplar’la aynı kategoride ele alınmaktadır. Ayrıca hıristiyanların Îsâ’yı Allah’ın oğlu kabul ettikleri gibi yahudilerin de Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu söyledikleri belirtilir (et-Tevbe 9/30-31). Bu âyet yahudilerden Selmân b. Mişkem ve arkadaşlarının Hz. Peygamber’e, “Biz sana nasıl inanırız! Kıblemizi değiştirdin; Üzeyir’in Allah’ın oğlu olduğunu inkâr ediyorsun” demeleri üzerine indirilmiştir.
     Diğer bir âyette de yahudilerin ve hıristiyanların kendilerini Allah’ın oğulları ve sevgili kulları olarak gördükleri bildirilir ve bu iddia reddedilir (el-Mâide 5/18). Öte yandan yahudilerin cibt ve tâgūta (putlara ve bâtıla) inandıkları (en-Nisâ 4/51), benzer inançlara sahip olan müşrikleri kendilerine müslümanlardan daha yakın ve daha doğru bir yolda buldukları nakledilir (el-Mâide 5/80-81). Nisâ sûresindeki bir âyet (4/51), Kâ‘b b. Eşref’in Mekke müşriklerine doğru yolda bulunduklarını söylemesi üzerine nâzil olmuştur. Gerçekte on emirde İsrâiloğulları’na Allah’tan başka bir tanrıya tapmaları, Tanrı’nın tasvirini yapmaları yasaklanmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de yahudilerin, ahbâr ve Rabbâniyyûn adı verilen din âlimleri sınıfını Allah’ın dışında rab edindikleri belirtilmektedir (et-Tevbe 9/31). Adî b. Hâtim bu âyeti duyunca kendilerinin din âlimlerine ibadet etmediklerini söylemiş, bunun üzerine Resûlullah onların din âlimlerinin helâli haram, haramı helâl kılmaları sebebiyle bu âyetin indiğini bildirmiştir (Taberî, VI, 114).
     Yahudilerin Allah hakkındaki bazı sözleri de Kur’an’da reddedilmiştir: “Yahudiler Allah’ın eli sıkıdır derler. Sıkı olan onların elidir ve onlar bu iddialarından dolayı lânetlenmiştir” (el-Mâide 5/64). Diğer taraftan Medine yahudilerinin Kur’an’ın ifade biçimini ve, “Allah’ın kat kat fazlasıyla iade edeceği bir güzel borcu O’na verecek olan kimdir...” meâlindeki âyeti (el-Bakara 2/245) hicvederek, “Allah fakirdir ama biz zenginiz” şeklindeki sözleri de eleştirilmektedir (Âl-i İmrân 3/181). Kur’an’da İbrâhim’in Allah’a şirk koşmadığı (el-En‘âm 6/79-90), Ya‘kūb’un kendi oğullarına Allah’tan başkasını yaratıcı kabul etmemelerini söylediği (el-Bakara 2/133), Yûsuf’un sadece Allah’a kul olmayı tebliğ ettiği (Yûsuf 12/37-40) haber verilmektedir. Mûsâ’nın da Allah’ın bir olduğunu (Tâhâ 20/98) ve O’na ortak koşulamayacağını (el-En‘âm 6/151-152) söylediği ifade edilir.

     Peygamberler.
     Kur’ân-ı Kerîm’de yahudilerin bazı peygamberlere inanıp bazılarına inanmadıkları belirtilmektedir (en-Nisâ 4/150-151). Yahudilere göre Malaki son peygamberdir, bu sebeple Yahyâ, Îsâ ve Muhammed’in peygamberliklerini kabul etmemişlerdir. Yahudilere yöneltilen eleştirilerden biri de peygamberlere iftira etmeleridir. Yahudi kutsal kitabında, Kur’an’ın peygamber olduğunu bildirdiği bazı kişilerin günah işlediğinden bahsedilmektedir. Buna göre peygamber yalan söyleyebilmekte, zina edebilmekte, putlara tapabilmekte, hile yapabilmektedir. Meselâ Tevrat’ta Nûh’un suçu olmayan torunu Ken‘ân’ı lânetlediği (Tekvîn, 9/20-25), Lût’un kendi kızlarıyla zina ettiği (Tekvîn, 19/30-38), Dâvûd’un Urya adlı bir askerin karısını alıp kocasını öldürttüğü (II. Samuel, 11/2-17), Süleyman’ın putperest hanımlarının arzusuna uyarak putlara taptığı (I. Krallar, 11/1-6) ileri sürülmektedir. Kur’an’da bu iddialar reddedildiği gibi yahudilerin bazı peygamberleri öldürdükleri de bildirilmektedir (el-Bakara 2/61, 87, 91; Âl-i İmrân 3/21, 112, 181; en-Nisâ 4/155; el-Mâide 5/70); nitekim kendi peygamberleri Amos’u, İşaya’yı, Zekeriyyâ’yı ve Yahyâ’yı öldürmüşlerdir.

     Seçilmişlik İnancı.
     Tevrat’ta yer alan, İsrâiloğulları’nın Tanrı’nın kutsal kavmi olarak seçildiği yolundaki bilgiye dayanan seçilmişlik iddiası (Tesniye, 7/6) Yahudilik’te merkezî bir ehemmiyete sahiptir. Kur’an’da da yahudilerin bir dönem Allah tarafından seçilmiş olduğu belirtilmekte, ancak onların bunu bir imtiyaz kabul edilip bazı kurallardan ve yaptırımlardan muaf tutulduğu anlamına gelmediği kaydedilmektedir.
     Yahudiler cehennemde diğer milletlerden daha az bir zaman kalacaklarını söylerler. Buna göre günahkâr İsrâiloğulları âhirette sınırlı bir cezadan sonra cezaları kaldırılacaktır (Katsh, s. 77). Onların üstün kılınmış olma inancına beş âyette değinilmekte, bunların birinde “ihtiyâr” (ed-Duhân 44/32), diğerlerinde “tafdîl” (el-Bakara 2/47, 122; el-A‘râf 7/140; el-Câsiye 45/16) kavramı kullanılmaktadır. Bu âyetlerde nimete kavuşma ve tafdîl fiilleri ardarda zikredilmektedir. Dolayısıyla üstün kılma bu nimetin bir sonucudur ve mutlak anlamda olmayıp belli şartlarla kayıtlıdır. Yahudilere verilen nimetler Kur’an’da şöyle açıklanmaktadır: “Biz İsrâiloğulları’na kitap, hüküm (hikmet ve hükümranlık) ve peygamberlik verdik, onları güzel rızıklarla besledik, âlemlere üstün kıldık ve onlara bu hususta açık deliller verdik” (el-Câsiye 45/16). İsrâiloğulları geçmişte birçok mûcizeyle ve hükümranlıkla desteklenmiş, içlerinden çok sayıda peygamber çıkmış, bunlara kutsal kitap indirilmiş, böylece hiçbir kavme nasip olmayan bir ayrıcalığa kavuşmuş, bundan dolayı diğer toplumların üstünde bir konumda yer almıştır (Gürkan, sy. 13 [2005], s. 33-34).

     Kutsal Kitap.
     Kur’an’da yahudilerin kutsal kitaplarını asıl şekliyle koruyamadıkları ve onu tahrif ettikleri bildirilmiş, bu olguyu belirtmek için “tahrîf” (el-Bakara 2/75; en-Nisâ 4/46; el-Mâide 5/13, 41), “telbîs” (el-Bakara 2/42; Âl-i İmrân 3/71), “tebdîl” (el-Bakara 2/59; el-A‘râf 7/162), “kitmân” (el-Bakara 2/42, 140, 146, 159, 174; Âl-i İmrân 3/71, 187), “nisyân” (el-Mâide 5/13, 14; el-A‘râf 7/53), “leyy” (Âl-i İmrân 3/78; en-Nisâ 4/46) gibi kelimeler kullanılmıştır.
    Allah, Mûsâ’ya kitap (el-Kasas 28/43), sahifeler (el-A‘lâ 87/19), nasihat ve her şeyi açıklayan “levha”lar (el-A‘râf 7/145) vermiştir. Öte yandan Tevrat’ın Allah tarafından inzâl edildiği, içinde hidayet ve nur bulunduğu, Allah’a teslim olmuş peygamberlerin yahudilere onunla hükmettikleri bildirilmektedir (el-Mâide 5/44). Ancak yahudiler Allah’ın indirdiği kitabı muhafaza edememiştir: “Yahudilerden öyle kimseler var ki kelimeleri yerlerinden tahrif ediyorlar...” (en-Nisâ 4/46); “Onlardan bir grup kitapta olmayan bir şeyi size kitapta varmış gibi göstermek için dillerini eğip bükerler ve bu Allah katındandır derler. Halbuki o Allah katından değildir; onlar bile bile Allah’a karşı yalan söylerler” (Âl-i İmrân 3/78). İslâm âlimleri Tevrat ve İncil’in tahrifi konusunu ele almıştır. Bu hususta İbn Hazm gibi bazı âlimler metnin, İbn Haldûn gibi bazıları da yorumun tahrif edildiği, diğer bazıları ise hem metnin hem mânanın tahrife uğradığı kanaatine varmıştır. Batı dünyasında XVI. yüzyıldan itibaren devam eden Kitâb-ı Mukaddes tenkitçiliği hareketi, Ehl-i kitabın kendi kitaplarını tahrif ettiklerine dair Kur’an’da yer alan bilgileri doğrulamaktadır.

     Ahdi Bozmaları.
     Kur’ân-ı Kerîm’de İsrâiloğulları’na verilen nimetler ve onların âlemlere üstün kılınmasının ardından (el-Bakara 2/47, 122) kendilerinden ahid (mîsak) alındığı vurgulanmaktadır: “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki ben de size verdiğim sözü tutayım” (el-Bakara 2/40). Yahudilerden Allah’a kulluk etmeleri, namazı dosdoğru kılmaları, zekâtı vermeleri, peygamberlere inanıp onları desteklemeleri, anneye babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara iyilik etmeleri, birbirlerinin kanını dökmemeleri, birbirlerini yurtlarından çıkarmamaları hususunda söz alınmıştır (el-Bakara 2/83-84; el-Mâide 5/12). Fakat yahudiler verdikleri sözü yerine getirmemiş, ahidlerini bozmuş ve bunu alışkanlık haline getirmişlerdir (el-Bakara 2/64, 85, 100; el-Mâide 5/13); insanlarla yaptıkları anlaşmalara da sadık kalmamışlardır (el-Enfâl 8/56). Yahudilerin dünya hayatına düşkün oldukları, haram yoldan kazanç sağladıkları, bile bile gerçeği inkâr ettikleri, âhirete karşılık dünya hayatını satın aldıkları ve çok yaşamayı arzuladıkları da belirtilmektedir (el-Bakara 2/86, 96).

     Lânetlenmeleri.
     Kur’an’da yahudilerin lânetlendiği belirtilmektedir (el-Mâide 5/13, 64), ancak bu genel bir lânetleme değildir. İsrâiloğulları’na Mûsâ’nın önderliğinde arz-ı mev‘ûda girmeleri emredilmiş ve bilgi toplamak üzere on iki kişi görevlendirilmişti. Bunlardan onu arz-ı mev‘ûda girilmemesini istemiş, dolayısıyla Allah’ın emrine karşı gelmiştir. Diğer hususlarda da verdikleri sözü tutmadıkları için Allah onları lânetlemiş, kalplerini katılaştırmıştır (el-Mâide 5/13). Lânetlemekle ilgili diğer âyet ise, “Allah’ın eli bağlıdır” şeklindeki sözlerinden dolayı nâzil olmuştur (el-Mâide 5/64). İslâm’a göre ırk ve kavmiyet üstünlük sebebi sayılmadığı gibi lânetlenme sebebi de sayılmaz. Zira Allah katında üstünlük soy sopta değil takvâdadır (el-Hucurât 49/13). Kur’ân-ı Kerîm’de yahudilerin inançlarından ziyade davranışları ve Allah’ın emirlerine uymamaları bakımından tenkit edildikleri görülür. Onların karakteri inkârcı oluşları (el-Bakara 2/88-91; Âl-i İmrân 3/98, 112; en-Nisâ 4/46, 155), Allah’a eş koşmaları (el-Bakara 2/51, 54, 92; el-A‘râf 7/138-139, 148; et-Tevbe 9/30-31), üstünlük iddia etmeleri (el-Bakara 2/111, 135; Âl-i İmrân 3/181; el-Mâide 5/18; el-Mü’min 40/56), yeryüzünde bozgunculuk yapmaları (el-Mâide 5/64; el-İsrâ 17/4-7), katı yürekli olmaları (el-Bakara 2/74; el-Mâide 5/13; el-Hadîd 57/16), dünya hayatına düşkünlükleri (el-Bakara 2/96) ve hakkı gizlemeleri (el-Bakara 2/89; el-En‘âm 6/20) bakımından tasvir edilmiştir.

     Âhiret İnancı.
     Kur’an’da yahudilerin âhiret, cennet, cehennem gibi hususlarla ilgili alaycı tavırları da eleştirilmektedir. Bazı yahudi mezheplerinde Tevrat’ta yer almadığı gerekçesiyle âhiret hayatının inkâr edenlerin yanı sıra âhiret hayatını kabul edenler de oradaki azabın sayılı günler olacağını iddia ediyorlardı. Bir rivayete göre yahudiler, “Bu dünyanın ömrü 7000 yıldır. Öbür dünyada insanlara bu dünyanın her 1000 yılına karşılık bir gün azap edilir; böylece toplam yedi gün azap vardır” iddiasında bulunmuşlardır (Vâhidî, s. 14). Talmud’a göre ise azap süresi yahudiler için en çok on iki aydır. Kur’an’da onların bu iddiasına şöyle karşılık verilmektedir: “İsrâiloğulları sayılı birkaç gün müstesna bize ateş dokunmayacak dediler. De ki: Siz Allah katından bir söz mü aldınız -ki Allah sözünden caymaz- yoksa Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (el-Bakara 2/80).

     Nesih.
     Yahudi âlimi Saîd b. Yûsuf el-Feyyûmî (Saadiah Gaon), Tevrat şeriatının neshinin imkânsızlığını ileri sürer. Neshin vukuunu inkâr eden bir diğer yahudi âlimi de Saîd’in muarızı Karia Ya‘kūb el-Kirkisânî’dir. Müslüman âlimler, Tevrat’tan verdikleri örneklerle yahudilerin bu iddiasını çürütmüş ve Tevrat’ta neshin bulunduğunu ispat etmişlerdir. Tevrat’ta mevcut bazı nesihler şunlardır: Nûh şeriatında bitkiler gibi bütün hayvanların etleri de helâl kılındığı halde (Tekvîn, 9/3) Mûsâ şeriatına göre domuz başta olmak üzere pek çok hayvanın eti haramdır (Levililer, 11. bab; Tesniye, 14. bab). Mûsâ’nın babası Amram halasıyla evliydi (Çıkış, 6/20; Sayılar, 26/59), böyle bir evlilik Mûsâ şeriatında yasaklanmıştı (Levililer, 18/12). Hz. Ya‘kūb aynı anda iki kız kardeşle evlenmişti, bu da Mûsâ şeriatında haram kılınmıştır (Levililer, 18/18). İslâm’da önceki ilâhî hükümlerin neshi konusunda iki görüş vardır. Bunlardan biri Kur’ân-ı Kerîm’in gelişiyle önceki kitapların tamamının neshedildiği, diğeri de önceki kitaplarda değişebilen ve değişemeyen hükümler bulunduğundan bunların toptan neshinin söz konusu olmadığı yolundadır.

     Hadislerde de İsrâiloğulları ve Yahudilik hakkında genelde Kur’an’daki bilgilere paralel veya bunların açıklaması niteliğinde bilgiler yer almaktadır. Dönemin yahudi din âlimlerine yöneltilen eleştirilerin başında onların Tevrat’ta yer alan cezalarla ilgili hükümleri gizlemeleri ve bunları herkese eşit biçimde uygulamamaları (Buhârî, “Menâķıb”, 26, “Hudûd”, 11, “Tevhîd”, 51; Müslim, “Hudûd”, 26-27), Hz. Muhammed’in nübüvvetini inkâr etmeleri ve ona düşman olmaları (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 45, “Büyû”, 50, “İstiźân”, 22, “Tefsîr”, 2/6, “Cizye”, 7, “İlim”, 47, “Tıb”, 47, 55, “Bedü’l-halķ”, 6, “Tevhid”, 24; Müslim; “Cihâd”, 62; “Selâm”, 8; “Hayız”, 34), ahlâkî ve dinî açıdan gevşek davranmaları, özellikle ahde vefâ göstermemeleri (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 45; “Diyât”, 22; “Megazî”, 31) gibi konular gelmektedir. Bunun yanında İsrâiloğulları’n-dan ve peygamberlerinden (Buhârî, “Tefsîr”, 2/5, “Enbiyâ”, 14, 51, “İstizân”, 37; Müslim, “Îmân”, 259), Hz. Mûsâ’dan (Buhârî, “Enbiyâ”, 8, “Husûmât”, 1, “İlim”, 44, “Gusül”, 20, “Tıb”, 17; Müslim, “Îmân”, 266-272, “Fezâil”, 158), mesh hadisesinden (Müslim, “Zühd”, 61-62, “Ķader”, 33), Hicaz yahudilerinin (Buhârî, “Megazi”, 31, “Harŝ”, 17, “Şürût”, 14, “Cizye”, 6; Müslim, “Cihâd”, 61-69) ve bütün yahudilerin âkıbetinden (Buhârî, “Megazi”, 39, “Cihâd”, 94, “Menâkıb”, 25; Müslim, “Zühd”, 61-62, “Îmân”, 240, 302, “Cihâd”, 120-122), mevcut Tevrat’ın mahiyetinden (Buhârî, “Tevhîd”, 51, “İtisâm”, 25, “Tefsîr”, 2/11, “Şehâdât”, 29), bazı Kur’an ve Tevrat hükümleri arasındaki benzerlikten (Buhârî, “Tefsîr”, 5/2, “Rikaķ”, 44; Müslim, “Sıfâtü’l-münâfikın”, 19-21, 30), yahudilerin müslümanlarla benzeşen ve onlardan ayrılan inanç ve uygulamalarından (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 52, “Enbiyâ”, 50, 54, “Savm”, 69, “Ezân”, 1, “Bedü’l-halk”, 6, “Cuma”, 1, “Hayız”, 1, “Vudû”, 61-62, “Diyât”, 22, “Tefsîr, Nisâ”, 8; Müslim, “Sıyâm”, 130, “Cuma”, 19, “Zühd”, 61-62, “Hayız”, 16, “Hac”, 120, “Salât”, 144, “Tahâre”, 74; Tirmizî, “Tefsîr”, 2/24), ayrıca Ehl-i kitap’la münasebet çerçevesinde yahudilerle ilgili uygulamalara ve İsrâilî bilgilere yönelik müslümanların takınması gereken tavırdan (Buhârî, “Zebâih”, 12, “Libâs”, 72, “Cenâiz”, 49, “Menâkıbü’l-ensâr”, 52, “Enbiyâ”, 50, “Tefsîr”, 7/2, “Tefsîr”, 10/2, “İstizân”, 20, 22; Müslim, “Sayd”, 8, “Libâs”, 122-123, “Cihâd”, 69, “Cenâiz”, 78-81, “Selâm”, 6-9; Tirmizî, “Edeb”, 3, “İstizân”, 12) bahsedilmektedir.

     B) Hz. Muhammed ve Yahudiler.
     Hz. Muhammed, ilk dönemlerde ticaret maksadıyla gittiği yerlerde karşılaştığı yahudiler dışında yahudi cemaatiyle görüşme ve onlara İslâm’ı tebliğ etme imkânı bulamamıştır. Kur’an’da Mekkî sûrelerde yahudiler hakkında olumlu ifadeler yer almakla birlikte Medine döneminde bu durum değişmiştir. Medine’de birçok yahudi yaşıyordu ve bunlar bölgenin ekonomik hayatını egemenlikleri altına almışlardı. Resûl-i Ekrem, Medine’de bir şehir-devlet kurmak ve dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı insanları bir araya getirmek istiyordu. Medine’ye varışının ilk aylarından itibaren Hz. Peygamber yahudilere İslâm’ı tebliğ için gayret göstermiştir. Bazı yahudiler İslâmiyet’i kabul etmişler, diğerleri ise ona karşı düşmanca davranmışlardır. Resûlullah, Medine’deki yahudi toplumunu da kapsayan ve Medine vesikası diye bilinen bir belge hazırlamıştır. Kırk yedi maddeden oluşan bu vesikanın 24-47. maddeleri yahudilerle alâkalıdır. Burada onların savaş esnasındaki yükümlülükleri belirlenmekte, bütün yahudi kabilelerinin, yahudi olan Arap kabilelerinin, bunların himayesine girenlerin aynı haklara sahip oldukları ve aynı yükümlülükleri taşıdıkları kaydedilmekte, yahudilerin müslümanlarla birlikte savaşa çıkabilmeleri Resûl-i Ekrem’in onayına bağlanmakta, müslümanlara savaş açanlara karşı yahudilerin müslümanlara yardım edeceği vurgulanmakta, yahudilerin Kureyşliler’e veya onların müttefiklerine yardımda bulunmaları yasaklanmaktadır. Medine vesikası ile ayrıca tarafların din ve inanç hürriyeti, can ve mal güvenliği emniyet altına alınmıştır.
     Müslümanlar yahudilerle yaptıkları anlaşmalara riayet ettikleri halde yahudiler, İslâm’ın gelişip güç kazanması üzerine Hz. Peygamber’e karşı çeşitli komplolar düzenlemişlerdir. Benî Nadîr yahudileri bir yerde Resûlullah’ın üzerine bir taş düşürmek istemişlerse de Resûlullah, Cebrâil’in uyarısıyla bundan kurtulmuştur. Hayber fethinden sonra da bir yahudi kadını Resûl-i Ekrem’i zehirlemeye kalkışmıştır. Bedir Savaşı’nın ardından Hz. Peygamber, Benî Kaynuka‘ yahudilerinin pazarına giderek, “Ey yahudi cemaati! Size de Kureyşliler’e gelen belâ ve felâketlerin gelip çatmaması için Allah’tan korkun ve İslâm’ı kabul edin. Zira biliyorsunuz ki ben Allah’ın gönderdiği bir elçiyim. Siz bunu kendi kitabınızda da görüp duruyorsunuz” demiş, fakat onlar, “Sen ancak kendi halkını bilirsin, savaş sanatını bilmeyen bir halk ile karşılaşman seni yanıltmış olmasın. Eğer seninle savaşacak olursak bizim yiğit kişiler olduğumuzu göreceksin” diye karşılık vermişlerdir (Hamîdullah, I, 621).
     Buna rağmen Hz. Muhammed yahudileri sürekli İslâm’a davet etmiştir. Hicretin birinci yılında Hayber yahudilerine gönderdiği mektupta, Feth sûresinin 29. âyetine atıfta bulunarak Tevrat’ta Muhammed’e iman etmeleri gerektiğine dair bir kaydın mevcudiyetini hatırlatmış ve İslâm’a girmelerini istemiş, ancak bu çağrıya da olumlu cevap alamamıştır. Öte yandan yahudiler Medine’de kurulan İslâm devletine karşı komplo hazırlamaktan geri durmamışlardır. Önceleri Hz. Peygamber’le bazı tartışmalara girmişler, bu yolla üstünlük sağlayamayınca ona ve müslümanlara iftira etmişler, ardından müşrik ve münafıklarla işbirliği yapmışlardır.
     Medine’ye hicretten sonra ilk dokuz ay olaysız geçmiş, fakat vuku bulan bir hadise yüzünden bu durum değişmiştir. Müslüman bir kadın alışveriş için Benî Kaynuka‘ çarşısındaki bir kuyumcuya gitmiş, oradaki yahudiler kadının örtüsüyle alay etmiş, kuyumcunun bir hilesiyle kadının örtüsü açılmış, bunun üzerine kadın feryat edince oradan geçen bir müslüman kuyumcuyu öldürmüş, yahudiler de onu öldürmüştür. Ardından yahudilerin oturduğu mahalle kuşatılmış, on beş gün sonra teslim olan Benî Kaynuka‘ yahudileri Medine’den sürgün edilmiştir. Kaynuka‘ hadisesi sırasında Medine’deki diğer yahudi kabileleri hiçbir müdahalede bulunmamış ancak bu olayın ardından müslümanlarla yahudiler arasındaki ilişkiler gerginleşmiştir. Hz. Peygamber’le bir ittifak antlaşması imzalayan Benî Nadîr yahudileri de komplo hazırlığı içindeydi, bu yüzden onlar da Medine’den sürülmüştür. Öte yandan yahudiler Medine vesikasına rağmen Mekke müşrikleriyle iş birliği yapmışlardı. Benî Kurayza yahudileri, Hendek Savaşı esnasında çarpışmaların en şiddetli anında anlaşmaya rağmen müslümanlara ihanet ederek müşriklerin yanında yer almıştır. Bunun üzerine Benî Kurayza’nın mahallesi kuşatılıp teslim alınmış, kendileri tarafından seçilen Sa‘d b. Muâz, Tevrat’ın hükmüne göre (Tesniye, 20/10-14) yahudi erkeklerinin öldürülmesine hükmedince gereği yerine getirilmiştir.
     O dönemde Hayber de önemli bir yahudi yerleşim merkeziydi. Benî Nadîr yahudileri Medine’den ayrıldıktan sonra Hayber’e gidince yahudi nüfusu artmış ve yahudiler zenginleşmiştir. Bu sebeple Hayber müslümanlar için devamlı bir tehdit oluşturuyordu. Mekkeliler’le Hayberliler arasında, taraflardan birine müslümanların saldırması halinde diğerinin Medine’ye saldırmasına dair bir anlaşma bulunduğundan Hz. Muhammed, Hayber’e sefer düzenlemeden önce Mekkeliler’le barış antlaşması (Hudeybiye) imzalamıştı. Neticede Hayberliler teslim olmuş ve şehirden ayrılmalarına izin verilmiştir (a.g.e., I, 641). Vâdilkurâ yahudileri de Hayber’den sonra teslim alınmıştır.

     Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette Hz. Muhammed’e şöyle hitap edilmektedir:
     “De ki: Ey insanlar! Gerçekten ben size göklerin ve yerin sahibi olan Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim. O’ndan başka tanrı yoktur, O diriltir ve öldürür. Allah’a ve ümmî bir peygamber olan resulüne -ki o Allah’a ve onun sözlerine inanır- iman edin ve ona uyun ki doğru yolu bulasınız” (el-A‘râf 7/158).
     Resûlullah’tan bütün insanları ilâhî vahyi kabule davet etmesi istenmekte ve “Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetleri hatırlayın, bana verdiğiniz sözü tutun ki ben de sözümü tutayım; benden, yalnızca benden sakının. Bunun için size geçmişte bildirilmiş olan haberleri doğrulayan bu vahye inanın, onun gerçekliğini ilk defa siz inkâr etmeyin” (el-Bakara 2/40-41) buyurularak yahudiler İslâm’a davet edilmektedir.
     Peygamber’e inanmaya çağrılan yahudiler (el-A‘râf 7/157) bunu kabul etmedikleri gibi, “Allah bize hiçbir peygambere -o ateşin yiyeceği bir kurban getirinceye kadar- iman etmememizi emretmiştir” sözleriyle inkârlarına gerekçe göstermişlerdir. Fakat, “Onlara de ki: Size benden önce nice peygamberler apaçık deliller ve mûcizelerle beraber o dediğinizi de elbette getirmişti. Eğer siz doğru yolda idiyseniz onları niçin öldürdünüz?” âyetiyle (Âl-i İmrân 3/183) yalancılıkları ortaya konmuştur.
     Yahudiler Hz. Muhammed’i sınamak, onu zor durumda bırakmak ve peygamber olup olmadığını anlamak için kendisine pek çok soru sormuş, bu sorular ilâhî vahiyle cevaplandırılmıştır. Mekkeliler, Nadr b. Hâris ile Ukbe b. Ebû Muayt’ı Hz. Muhammed’e sorulmak üzere yahudilerden soru öğrenmeye Medine’ye göndermişler, Medineli yahudiler de Ashâb-ı Kehf, Zülkarneyn ve ruh hakkında sorular verip bunları cevaplandırdığı takdirde onun gerçek peygamber olduğunun anlaşılacağını söylemişlerdir (Elmalılı, V, 3197-3198). Öte yandan, “Eğer hakikaten peygamber isen Allah’a söyle de bizimle konuşsun” şeklindeki sözlerine de cevap verilmiştir (el-Bakara 2/118). Bu arada yahudiler Resûl-i Ekrem’e ruha (el-İsrâ 17/85), kıyamete (el-A‘râf 7/187) ve çeşitli konulara dair sorular sormuş, kendisine hitap ederken saygısızlıkta bulunmuş (el-Bakara 2/104), zehirlemek veya suikast düzenlemek suretiyle onu öldürmeye teşebbüs etmiş, Allah da müminleri uyarmış (el-Mâide 5/11), Peygamber’e selâm verirken kelime oyunlarıyla onun ölümünü istemiş (Buhârî, “İstiǿźân”, 22; Müslim, “Selâm”, 8), ona büyü yapmaya kalkışmışlardır.

     C) İslâmî Literatürde Yahudilik.
     Kur’an tefsirlerinde ilgili âyetlerin açıklaması bağlamında yahudilere dair çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bu çerçevede Taberî (Câmiu’l-beyân), Zemahşerî (el-Keşşâf), Fahreddin er-Râzî (Mefâtîhu’l-gayb), Kurtubî (el-Câmiu’l-ahkâmi’l-Ķurân) ve İbn Kesîr’in (Tefsîrü’l-Ķurâni’l-azîm) eserleri zikredilebilir. Son dönem müfessirlerinden M. Reşîd Rızâ (Tefsîrü’l-menâr), Seyyid Kutub (Fî Žılâli’l-Ķurân), İbn Âşûr (Tefsîrü’t-tahrîr ve’t-tenvîr), M. Hamdi Yazır (Hak Dini Kur’an Dili) de Ehl-i kitap ve Kitâb-ı Mukaddes, İsrâiloğulları ve yahudiler konusunda bilgi içeren önemli tefsirlerdir.
    Yahudilerin Hz. Peygamber’le münasebetlerinden bahseden İbn Hişâm ve İbn İshak’ın yanı sıra müslüman müelliflerin dinler, mezhepler ve peygamberler tarihine dair eserlerinde de İsrâiloğulları ve İsrâiloğulları’na gönderilmiş peygamberlerden, yahudi mezheplerinden ve Sâmirîler’den söz edilmektedir. Bunlar arasında İbn Sa‘d’ın et-Tabaktü’l-kübrâ, Ya‘kubî’nin Târîhu’l-Yakubî, Taberî’nin Târîhu’r-rüsûl ve’l-mülûk, Mes‘ûdî’nin Mürûcü’z-zeheb ve et-Tenbîh ve’l-işrâf, Makdisî’nin el-Bed ve’t-târîh, Bîrûnî’nin el-Âŝârü’l-bâkıye ve Tahkīku mâ li’l-Hind, İbn Hazm’ın el-Fasl fi’l-milel ve’l-ehvâi ve’n-nihal, Şehristânî’nin el-Milel ve’n-nihal, İbnü’l-Esîr’in el-Kâmil fi’t-târîh, İbn Haldûn’un el-Mukaddime, Makrîzî’nin el-Mevâiž ve’l-itibâr, Kisâî’nin Kısasü’l-enbiyâ ve Sa‘lebî’nin Arâisü’l-mecâlis adlı eserleri sayılabilir. Bunlardan İbn Hazm’ın ayrıntılı ve orijinal bilgilere yer verdiği el-Fasl’ını, Bîrûnî’nin yahudi takvimine ve bu konudaki mezhepsel farklılıklara ışık tutan el-Âsârü’l-bâkıye’sini, Şehristânî’nin yahudi inancı ve mezhepleri konusunda objektif bilgilerin bulunduğu el-Milel ve’n-nihal’ini, Makrîzî’nin yahudi bayramları, dinî uygulamaları ve mezhep farklılıklarından bahseden el-Mevâiž’ini, İbn Haldûn’un İsrâiloğulları tarihi üzerine sosyolojik tahlillerin yapıldığı el-Mukaddime’sini özellikle belirtmek gerekir.

     D) Yahudilik’le İlgili Reddiyeler.
     Müslümanların Yahudiliğe karşı polemikleri İslâm’ın ilk yıllarına kadar gider (Goldziher, IV [1980], s. 153); zira Ehl-i kitaba karşı İslâm polemiğinin ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm’dir. XI. yüzyıldan önce yazılan reddiyelerin esasını Kur’an’daki bu konular oluşturmaktadır. Yahudi ve hıristiyan müellifleri VIII. yüzyıldan itibaren İslâm’ı eleştiren yazılar kaleme almaya başlayınca başta Mu‘tezile mensupları olmak üzere pek çok müslüman müellif bu eleştirileri cevaplandıran eserler yazmıştır.
     İslâm’ın yahudilere ve Yahudiliğe karşı özel polemik literatürü zayıftır, yahudilerin İslâm’a yönelik reddiyeleri ise çok nâdirdir (Perlmann, Religion in a Religious Age, s. 126). İlk dönemlerde yahudilere dair yazılan reddiyelerin önemli bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Yahudilik’ten İslâm’a geçen sahâbî Abdullah b. Selâm’ın Risâletü’l-hâdiye adlı bir reddiye yazdığı bilinmektedir. İbn Selâm’ın Tevrat’ın tahrifi ve Hz. Muhammed’in peygamberliğinin müjdelenmesi konularını işlediği belirtilen bu risâle sonraki dönem reddiyelerine örnek teşkil etmiştir. Daha sonraki dönemlerde Ebû Bekir el-Esamm’ın er-Red ale’l-Yehûd’u, Bişr b. Mu‘temir’in aynı adı taşıyan reddiyesi, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ın Kitâb ale’l-Yehûd’u İslâm polemiğinin ilk eserleri arasında sayılabilir. Ebû Îsâ el-Verrâk’ın Kitâbü’r-Red ale’l-Yehûd’u, Nevbahtî’nin er-Red ale’l-Yehûd’u ve İbn Kûsin’in Maķāle fi’r-red ale’l-Yehûd’u da bu arada zikredilmelidir. Ancak bu reddiyelerden hiçbiri zamanımıza intikal etmemiştir. Âmirî’nin el-İlâm bi-menâkıbi’l-İslâm’ında aralarında Yahudiliğin de bulunduğu altı dinin esasları karşılaştırılmaktadır. İslâm dünyasında Yahudiliğe yönelik ilk sistemli eleştiri İbn Hazm tarafından gerçekleştirilmiştir. Tevrat’ı derinlemesine tahlil eden İbn Hazm, çağdaşı İsmâil b. Yûsuf İbn Nagrelâ’ya (Şmuel ha-Nagid) yazdığı er-Red alâ İbni’n-Nagrîle el-Yehûdî adlı eseriyle el-Fasl fi’l-Milel ve’l-ehvâi ve’n-nihal adlı kitabında tahrif, tebdil ve tebşirle ilgili konularda çok nitelikli eleştiriler yapmış, onun eseri sonraki dönem müslüman âlimleri tarafından kaynak edinilmiştir. Yahudiliğe reddiye yazan önemli şahsiyetlerden biri de Semev’el b. Yahyâ el-Mağribî’dir. 1163 yılında müslüman olan ve Bezlü’l-mechûd fî ifhâmi’l-Yehûd adlı reddiyesinde eski dindaşlarını eleştiren Mağribî bu önemli eserinde nesih, yahudi geleneği, Tevrat’ın orijinal olmadığını ispat sadedinde yazıya geçiriliş süreci ve Tevrat’ın tahrifinin somut örneği olan tutarsızlıkları örneklerle ortaya koymuştur.
     İbrânî dilini ve kültürünü iyi bilen Mağribî’nin delilleri XIII. asırda Şehâbeddin el-Karâfî’nin el-Ecvibetü’l-fâhire’si, XIV. asırda İbn Kayyim el-Cevziyye’nin Hidâyetü’l-hayârâ’sında geliştirilmiştir. Tahrif konusu Cüveynî’nin Şifâü’l-galîl adlı eserinde de ele alınmıştır. Yahudiliği doğrudan eleştiren bu çalışmalar yanında diğer dinlere yönelik reddiyelerde de Yahudilik’le ilgili tenkitler vardır. Ali b. Rabben et-Taberî’nin ed-Dîn ve’d-devle, İbn Kuteybe’nin Delâilü’n-nübüvve, Bâkıllânî’nin et-Temhîd adlı eserlerinde Tevrat’ın tahrifi, Hz. Muhammed’in geleceğinin müjdelenmesi ve nesih gibi konular bizzat yahudilerin kendi eserlerinden derlenmiştir (a.g.e., s. 122; Adang, s. 143; Göregen, s. 65-76; Arslantaş, s. 74-77; Özen, sy. 9 [2000], s. 244-245).
     XIII. yüzyıl reddiye yazarlarından Ebü’l-Beka Sâlih b. Hüseyin el-Ca‘ferî, Kitâbü’l-Aşri’l-mesâili’l-müsemmâ beyâni’l-vâzıhi’l-meşhûd min fezâiĥi’n-Nasârâ ve’l-Yehûd adlı eserinde daha çok tebşîrat konusunu ele almıştır. Aynı yüzyıla ait bir diğer reddiye Abdüllatîf el-Bağdâdî’nin Makale fi’r-red ale’l-Yehûd’udur. Muzafferüddin İbnü’s-Sââtî el-Bağdâdî ed-Dürrü’l-mendûd fi’r-red alâ feylesûfi’l-Yehûd adlı eserinde dönemin yahudi filozoflarından İbn Kemmûne’nin görüşlerini çürütmeye gayret etmiştir.
     XIV. yüzyıla ait Alâeddin Ali b. Abdurrahman el-Bâgi’nin er-Red ale’l-Yehûd adlı eseriyle Abdülhak el-İslâmî’nin el-Hüsâmü’l-memdûd fi’r-red ale’l-Yehûd’unu da burada zikretmek gerekir. XVI. yüzyılda Taşköprizâde Ahmed Efendi Risâle fi’r-red ale’l-Yehûd ve İbn Ebü’r-Ricâl en-Nüsûsu’z-zâhire fî iclâi’l-Yehûdi’l-fâcire adıyla birer eser kaleme almışlardır.
     XIX. asırda ortaya konan Yahudilik ve Hıristiyanlığa yönelik en önemli reddiye Rahmetullah el-Hindî’nin İzhârü’l-hak adlı eseridir. Kur’ân-ı Kerîm’e dayanarak Yahudiliği inceleyen çalışmalar arasında A. Abdülfettâh et-Tabbâre’nin el-Yehûd fi’l-Ķurân (trc. M. Aydın, Kur’an’da Yahudiler), Necati Kara’nın Kur’an’a Göre Hz. Mûsa, Firavun ve Yahudiler, Keşmîrî’nin, İnâs bi-ityâni İlyâs’ı anılabilir.

Ömer Faruk Harman

TÜRKİYE DİYANET VAKFI
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
İlgili resim

Hiç yorum yok:

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...