HAYATIMIZI NASIL ISKALIYORUZ? YA DA BİR KOVİD ANATOMİSİ! / Nurhan Genç

HAYATIMIZI NASIL ISKALIYORUZ?
YA DA BİR KOVİD ANATOMİSİ!
Nurhan Genç Gönül Erleri MGYK Üyesi İlahiyatçı-Sosyolog
 Nurhan Genç
Gönül Erleri
MGYK Üyesi
İlahiyatçı-Sosyolog

     Hayatı ıskalamak adlı bir yazı yazmaya karar verdiğimde, henüz o meş’um hastalıkla tanışmamıştım. Gözlemlediğim, değersizlikle ilgili hayata dair başıboşlukdan, kaygısızlıktan, insanların ne kadar gereksiz şeylerle uğraşarak hayatı savurduklarından bahsedecektim. Yaşama başka bir açıdan bakmaya ve genel geçer doğru algılardan bahsetmeye çalışacaktım. Ama öyle olmadı... İki gün önce hafiften başım ağrımaya başlayınca, grip olup yatan eşim ve kızıma atıfla eyvah, grip oluyorum galiba dedim. Bir iki ağrı kesici alarak, günlük işlerime devam ettim. Üç gün içinde, ağrılarım hafif hafif devam etti ise de yine ilaçlar sağ olsun. GiTtikçe artan bir halsizlik hali, öğrenci ve öğretmen arkadaşlara gribi bulaştırma korkusu, bir günlük raporla daha sonuçlanınca eve kapandım. İyileşmeyi beklemeye başladım ümitle. İkinci gün, üçüncü gün raporlarım uzadı ve arkadaşların da teşvikiyle bir test yaptırma zorunluluğu oluştu bende. Fakat kendimi grip olduğuma o kadar çok inandırmıştım ki, aklımda zerre kadar başka bir sonuç çıkar endişesi olmadan gittİm, test vermeye. Akşama çıkacaktı sonuç .

     İnsan, hayata dair olumsuz bir şeyi çoğu zaman kendi üzerine almaz. Kötü şeyler hep başkalarının başına gelir. Başkaları fakir olur, hasta olur, ölür. Ama hep başkaları. Biz ise yaşamaya hüküm giymiş başarılı, sağlıklı, bolluk içinde her isteğinin olmasını bekleyen kesimde kalırız ne hikmetse.

     Kızımla gittik kovit testi vermeye. O kadar emindim ki kovit olmadığımdan sonucu merak bile etmiyordum. Akşam yemeği için mutfakta masaya oturduğumuzda önce kızımın sonucu belli oldu. “Benim ki negatif” dedi, sevinç ve gurur dolu bir sesle. Tamam, dedim benim ki de öyledir. Ne de olsa hep birlikteydik yan yana o değilse ben de değilimdir. Ama oğlum sonuca bakmaya kararlıydı, doktorluk vardı serde. Onlar buldular kız kardeşiyle benim sonucumu ”Pozitif” dedi oğlum! Öyle negatif anladım ki, ben değil kızım tekrarlattı, ne abi ne? O zaman başımı kaldırıp oğluma baktım şaka yaptığını umarak “Hadi canım“ dedim. Evet anne inan bak “pozitif” dedi...

     Masanın başında yemek yemekte olan anneme baktım önce, sonra çocuklarıma. Nasıl ya, niye ki demek geldi dilime. Şaşırdım, tökezledim, panikledim mi o an anlamadım. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Annem kalktı önce sofradan ben ineyim eve dedi yavaşça. Sonra oğlum ve kızım radyonun yanında üst üste duran maske kutularından birer maske alıp taktılar, bir de ben aldım.“Anne” dedi oğlum, sen artık buraya gelme ve beni odaya gönderdi. İşin vahametini anlamaya başladım. Ben kovit olmuştum ve çok tehlikeli idi. Eşim ve çocuklarımın acıyan gözlerle bana baktıklarını ve üzüldüklerini fark ettim çaresizce, ben de öyle. Ne yapacaktım şimdi? Hemen birlikte karantina şartlarını oluşturduk ve ben tecrit edildim.

     Ne yani evimin mutfağına ve bilumum diğer kullanım alanlarına girmeyecek miydim? Yemek yapmayacak, buzdolabını açmayacak, hiç birine yakın olmayıp aynı ortamda bile olmayacaktım öylemi? Sarsıldım. Aciz insan, nasıl da hayalini kursa kabul edemeyeceği şeyleri kabul ediyor. Kabul ettim. Maskelerimi kitaplarımı, defterlerimi, bilgisayarımı aldım. Olsun, epeyce kitabım birikmişti okunacak, yapılacak işlerim, yazılacak yazılarım, çalışılacak derslerim vardı. Kendime göre planımı yaptım.

     Biraz yalnız kalmak iyi bile gelebilirdi. İnsan sevincini de, kederini de paylaşmak istiyor bu bir haleti ruhiye. Sevinci artacak, üzüntüsü azalacak gibi. İşime, aileme ve dua beklediğim dostlarıma bildirdim. Fakat testin pozif çıktığı andan önce ve sonraki iki gün oldukça problemsiz, dostların teselli ve dualarıyla geçti. On dört günlük karantina çok diye düşünüp bir kaç gün sonra negatif çıkıp işime gidebileceğimi, iyi olduğumu rahat atlattığımı nasılsa iki aşımın da olduğunu düşünerek, müsterih olduğumu söyledim arayan soranlara.

     Beşinci günün gecesiydi saate bakmayı düşünemedim bile. Aman Allah'ım ne oluyordu? Vücudumda bir deprem, bir ateş, titreme ve hiç tanımadığım bir ağrı kaslarımı, yumuşak dokularımı, belimi, bacaklarımı lime lime ediyordu. Vücuduma yayılan zehir gibi bir sancı dişlerimi takır takır birbirine vurduruyordu. Yalnızdım, sesim dahi çıkamıyordu. Yatak beni adeta fırlattı. Dayanılmaz bir ağrıyla odanın yüzünde dolaşmaya başladım. Bu nasıl bir şeydi? Ne zaman biter acaba? Saate baktım üç buçuk. Pencereyi açtım derin derin nefes aldım. Artık inandım. Ne olacaktı şimdi nasıl bir son bekliyordu beni, acaba ciğerlerime iner miydi. Ya entübe olursam! Allah'ım. Karmakarışık bir psikoloji.

     Hapishanedeki mahkumlara benzettim kendimi. Volta atıyorum belimi kaldıramadan odada acıyla inliyorum, bulaştırırım korkusuyla kimse duysun istemiyorum. Abdest aldım. Beni duyan ve bu derdin de, şifasının da sahibine sığınacağım, başka kapı yok. Beni o duyuyor görüyor. İki rekat namaz kılayım dedim, oturamıyor, eğilip doğrulamıyorum. Çıldırtacak kadar deli, zehir gibi hücrelerime, iliklerime işleyecek denli ağır bir ağrı. Dilimden acıma seslenmek geldi; “ey acı, beni bilme, tanıma! Adımı, yüzümü unut, git gelme ne olur, bana yakınlığın yangın” diye yalvarmak geçti içimden.

     Oğlum ağrı kesici al demişti aklıma geldi bir tane aldım. Ezan okunana kadar aciz ve teslim yalvardım gecenin sahibine. Yardım et Allah'ım! Bildiğim bütün dua ve şifa ayetlerini okuyup salavat ve tevhitlerle dolaştım. Sabah namazı vakti girdiğinde hafif bir azalma hissettim en azından yatağa uzana bildiğimi fark ettim namazı kılıp kendimi yatağa bıraktım.

     İki saat kadar uyumuşum. Aynı acının biraz daha artmış haliyle tekrar yataktan fırladım. Sabahtı daha. Sesime ses veren ev halkı şaşkındı ağrılarımın şiddetine. Öyle yüzüme acıyarak ve üzüntüyle fakat ellerinden bir şey gelmemesinin çaresizliğiyle uzaktan bakıyor, canları yanarak dua ediyorlardı biliyorum. Ama geçmiyordu. Oğlum doktordu ama sadece gidip gelip uzaktan soruyor, ağrı kesici al diyordu. Ama ben biliyorum ki hepsi korkuyla beni izliyorlardı. Hastalığın seyrini kimse kestiremiyordu.

     Ne kadar çok şeyi önemsediğimizi, ne ucuz şeylere kızıp üzüldüğümüzü, hayatımızı, bedenimizi, vaktimizi nasıl müsrif bir şekilde harcadığımızı düşünmeye ve hayatı farklı bir şekilde sorgulamaya başladım. Nasılda dünyaya ait her şey değerini yitirmişti? Dünyada ne kadar yaşadığımın, nasıl yaşadığımın, elimdeki nimetlerin ne önemi vardı ki. Hepsi de şu an itibariyle anlamsız ve yük gelmeye başladı. İşte ölüm ayaklarımın dibine kadar gelmişti. Kime kötülük etmiş, kimin hakkına girmiştim. Kim bana kırgın kim dargındı acaba? Arkamdan ne diyeceklerdi, iyiliğime mi kötülüğüme mi şehadet edeceklerdi. Allah'ım en büyük pişmanlığım insanların arkasından istemsiz de olsa yaptığım konuşmalar oldu. Sana ne dedim, sana neydi de konuştun?

     O gün de ağrı kesicinin verdiği hafif araların dışında aynı ve zor geçti. Hep ümit ediyordum birazdan geçecek diye. Ertesi gece ve gündüz de aynı geçti. Acziyetimi kabul ettim canı gönülden. Daha önce kovit geçirmiş olan eş dost iki üç günde geçeceğini, biraz daha sabretmemi öğütlüyorlardı. Üçüncü gün hafifler diye bekledim ama nafile. Aynı hatta daha artan bir şiddette devam ediyordu. Gündüzler bir şekilde geçiyor ama ya geceler? Gecenin sesi, ağaçların hışırtısı, karşı aş evinin balkonundaki soğutucunun sesi, çamlıca tepesindeki bayrağımızın dalgalanma sesi, penceremin dibindeki parkta her kuşun böceğin, çiçeğin, ağacın, rüzgarın, tek tük geçen arabaların sesini duyuyordum medet istercesine. Saatin akrep ve yelkovana kızgındım birbirleriyle çekişmekten zamana müsaade etmiyorlardı, geçmiyordu bir türlü. Açık bıraktığım pencereden çekmeye çalıştığım oksijen beni rahatlatıyordu sadece. Nefes alabildiğimi fark ediyordum çünkü. Aslında bir ölçüydü o nefesimi ölçüyordum. Nasıl yalnız yaşanır ki bu bir ceza gibi geldi bana. Neredeyse kendimi suçlayacak, çabucak kurtulmak istedim o düşünceden. Aslında insan ne yapacağını bilemeyip acziyeti iliklerine kadar yaşıyor bu hastalıkta.

     Birbirinin aynı beş gün ve gece geçti. Dostlarımı, sevenlerimi, sevgisini izhar edenleri, ağlayarak dua edenleri, bütün bir geceyi sadece bana dua ederek geçirenleri, panikle arayıp entübe değilsin değil mi, diyenleri yazdım. Korkudan telefon edemeyen kardeşim duygulandırdı beni. Yirmi dört sene öncesinde öğrencim olmuş bir dostumun çat kapı yemek getirmesine şaşırdım, sabah akşam eve yemek taşıyan dostlarıma sevindim. En dert ettiğim konulardan biriydi benim, vefa. Dostlarım sözleşmişçesine müthiş bir vefa örneği gösterek hayatımdaki bu mücadelemin boşa gitmediğini gösterdiler.

     Bir dostum dedi ki; “tertemiz çıkarsın inşAllah” evet Allah'ım “günahlarıma kefaret kıl” dedim. Farkındalığımı artırıp, derdimi içselleştirmeyi kabul ettiren, “sevdiği kulunun çölde devesini kaybettirip sonra da bulduran” Allah'ıma sonsuz şükürler ettim. Onuncu günün sabahına ağrısız, sabahı, seheri, sabrı, sükuneti fark ederek çıktığım için. Ve de bir kararla; madem temizlenmiştim, daha dikkatli, daha güzel bir insan olma niyeti ve çabasıyla...
kalp-hareketli-resim-0880kalp-hareketli-resim-0880

1 yorum:

Unknown dedi ki...

Âmîn Âmîn Âmîn...
Allah razı olsun.
Sağlıklı mutlu huzurlu güzel günler dileklerimizle Allah'a emanet olun.

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...