30 Eylül 2021 Perşembe

İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET / İman ve Amel İlişkisi Bağlamında Pratik Boyutlarıyla Tekfir / Sayfa: 716 - 734

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 716 - 734
İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET
İman ve Amel İlişkisi Bağlamında
Pratik Boyutlarıyla
Tekfir
* Hacer ŞAHİNALP

     Giriş
     Günümüzde başta Müslümanlar olmak üzere belli bir coğrafyada bütün bir insanlık zorlu bir süreç ve imtihandan geçmektedir. Bir takım İslamî kavram ve literatürlerden ve tarihî tecrübelerden nemalanılarak Müslümanlar arasındaki etnik ve mezhepsel farklılıklar kışkırtılmakta ve sunî bir kaos ortamı yaratılmaya çalışılmaktadır. Özünde ve temelinde adalet, merhamet ve şefkat gibi değerler bulunan İslam’ın temsili, kuru metne dayalı yeni türedi birtakım cereyanlarla gösterilmeye çalışılmaktadır. Daiş/Işid, Boko Haram, Şebab gibi nevzuhur, sanal örgütlerin gayri insani uygulamaları marifetiyle yapay bir İslam karşıtlığı ve korkusu oluşturularak, İslam’a yönelik yanlış bazı algıların, hem Müslim hem de gayr-ı Müslimler nezdinde yaygınlaşmasına sebebiyet verilmektedir. Bu yapılırken bir yandan da, bir takım dinî kavramlar asıl anlamlarından koparılarak, onlara özel ve ideolojik anlamlar verilmek suretiyle zihinlerde kavram karmaşası oluşturulmak istenmektedir. Bu suretle bilinçli olarak, mutedil, kapsayıcı, kuşatıcı, ölçülü, orta yol i’tikadî söylemden uzaklaşılarak, dışlamacı, aşırılığa varan anlayışlara güç kazandırılmaya çalışılmaktadır. Bir takım kirli amaçlar uğruna Müslüman’ın Müslüman’a kırdırıldığı böyle bir ortamda, tarihî ve i’tikadî bağlamından kopartılıp ısıtılarak yeniden piyasa sürülen, bir istismar aracı olarak kullanılan kavramlardan biri ve belki de en önemli ve yıkıcı olanı “tekfir”dir. Biz de bu mütevazı çalışmamızla, önemine binaen, kavramın tanımlanmasından tarihi serüvenine oradan da i’tikâdî mezheplerimizin belli başlı imamlarının konu hakkındaki görüşlerine değinmek suretiyle konunun bir nebze de olsa aydınlığa kavuşmasına katkı sunmaya çalışacağız.
     İslâm tarihi boyunca grupların elinde bir silah olarak kullanılagelentekfir, “tef’il” vezninden mastar olup, kişiyi küfre nispet etmek, kâfir saymak, kâfir olarak çağırmak, bir Müslüman’ın ya da Müslüman kabul edilen bir kimsenin sözlerine ve fiillerine bakarak kâfir olduğuna hükmetmek, “küfürle itham etmek veya küfür nisbet etmek” gibi manalara gelir. (1) Bu tanımın tam anlaşılabilmesi için öncelikli olarak “küfür” kavramının, hangi söz ve eylemlerin bu kavram kapsamında değerlendirileceğinin ve bunun niçin gerekli olduğunun netliğe kavuşması gerekir. Küfrü, imanın zıddı olarak nitelediğimizde, kavramın tam olarak anlaşılabilmesi için, imanın da doğru ve yerinde bir tanımının yapılması gerekmektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Yrd. Doç. Dr., Mardin Artuklu Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi
1) Ebu’l-Fadl İbn Manzûr, “kfr” maddesi, Lisânu’l-‘Arab, Beyrut, ty.; Ebû’l-Hüseyin İbn Zekeriyâ İbn Fâris , el-Mekâyîs fi’l-Luğa, (neşr. Şihâbuddîn Ebû Amr), Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, s. 930-931; A. Saim 
~~~~ * ~~~~

     İmanın doğru tanımının, küfür ve inkârın da doğru tanımını verecek olması, zincirleme bir takım yanlış ve sıkıntıların birbirini izlemesinin de önüne geçecektir. İmanla amel arasındaki ilişkinin neliği ve nasıllığının doğru tespiti bu noktada bizlere önemli ipuçları verecektir. Dolayısıyla bu çalışmamızda küfür hakkında öne sürülen düşünceleri ifade ederken aslında zorunlu olarak, bu düşünce sahiplerinin iman tanımlamalarına da deyinmiş olacağız.
     Hangi inanış ve ifâdenin, hangi hareket ve davranışın, kişiyi imân sınırından çıkardığı, hicri ilk asırdan başlayarak günümüze kadar münakaşa edilmiştir. Tekfirin kültürleşme sürecini başlatanların Hâricîler olduğu, bu süreci başlatan asıl unsurun ise, başlangıçtaki imamet konusundaki politik tartışmalar olduğu ileri sürülmüştür. Hâricîler, Sıffîn Savaşı’nda önce Muaviye’ye karşı Hz. Ali’nin yanında yer almış, ancak daha sonra ihtilafın çözümünde arayı bulmak isteyen hakemleri ve tahkimi kabul edenleri, büyük günah işlemekle suçlamış ve tekfir etmişlerdir. Özellikle Nafi b. Ezrak (ö.65 / 684) ve çevresi (Ezârika), büyük günah işleyenleri tekfir etmekle kalmayıp, bunları ebedi cehennemlik ilan etmişlerdir.1 Bu konuda bütün Hâricîler’in ittifak halinde olduğu belirtilmiştir. (2)

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kılavuz, İman-Küfür Sınırı, Mârifet Yayınları, İstanbul 1982, s. 75; Süleyman Uludağ, İslam’da İnanç Konuları ve İ’tikâdî Mezhepler, Mârifet Yayınları, İstanbul 1996,s. 241 1Kılavuz,İman-Küfür Sınırı, s. 76-77; Uludağ, İslam’da İnanç Konuları ve İ’tikâdî Mezhepler, s. 244; Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi, Damla Yayınevi, İstanbul 1996, s. 272; Hayreddîn Ziriklî, el-A'lâm:Kâmûsu Terâcim li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ, Dâru'l-İlmi’l-Melâyîn, Beyrut, 1969, c. V, s. 107, 108; Selîm Nu‘aymî, “Zuhûru‟l-Havâric”, Mecelletu’l-Mecma‘i’l-İlmiyyi’l-Irâkî, Bağdat, 1967, c. XV, s. 10; Ayrıca konu hakkında geniş bilgi için bkz. Ethem Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara Ü. İlahiyat F. Yayınları, Ankara 1983, s. 44 vd.; Adnan Demircan, Hâricîlik Mezhebi’nin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul 2000.
2) Ebû’l-Hasan el- Eş’ârî, Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamid), Kahire 1969, c. I, s. 167; Ebu’l-Muzaffer el-İsferâyînî, et-Tabsîr fi’d-Dîn ve Temyîzu’l-Fırkati’n-Nâciyeti ‘ani’lFiraki’l-Hâlikîn, (thk. Kemal Yusuf Hût), Beyrut 1983, s. 45; Ebu’l-Feth Muhammed b.Abdülkerîm eşŞehristânî, el-Milel ve’n-Nihâl, Beyrut 1948, c. I, s. 172; Ebû Mansûr Abdulkâhir el-Bağdâdî, el-Fark beyne’l-Firak (Mezhepler Arasındaki Farklar), (çev. Ethem Ruhî Fığlalı), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1991, s. 55; Muhammed Ebû Zehrâ, İslam’da Siyasî ve İ’tikâdî Mezhepler Tarihi, (çev. E. Ruhi Fığlalı-Osman Eskicioğlu), İstanbul 1970, s. 91; Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 81- 2; Ahmet Özalp, “Hâricîlik”, Şâmil İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1990, c. II, s. 341.
~~~~ * ~~~~

     1. Ayetlere Karşı Lafızcı ve Parçacı Yaklaşım:
     Hâricîler’in Müslüman toplumun ana bünyesinden ayrılan ilk farklılaşma hareketi olduğunu söyleyebiliriz. İslam düşünce tarihinde geniş yankılar uyandırmış olan Hâricîler‟in etkileri, hem siyasal hem de toplumsal düzeyde uzun süre devam etmiş, bu yüzden aradan yüzyıllar geçmesine rağmen hem zihniyet yapıları, hem de pratik uygulamalarıyla Müslüman toplumları ciddi anlamda etki altına almışlardır. Tahkim olayında tarafları tekfir etmelerinin sebebi, Allah'tan başka kimsenin herhangi bir konuda hüküm verme yetkisinin olmadığına (lâ hukme illâ lillâh) ve böyle bir yetkiyi kabul edenlerin küfre düştüğüne dair düşünceleridir. (1)
     Hâricîler bu hükme aşağıda zikredeceğimiz Kur’an ayetlerine dayanarak varmışlardır:
     a. "Allah'ın hükmünden başka hüküm yoktur", "hüküm ancak Allah'ındır", "Allah'tan başka hükmedecek yoktur" şeklinde Türkçe anlam verebileceğimiz Yûsuf Suresi, 40. ve 67. âyetleri.
     "Allah her şeyi hakkıyla bilendir, yegâne hüküm ve hikmet sahibidir" (2)
     "Câhiliyyet devri hükmünü mü istiyorlar? Yakînen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?" (3)
     Elbette Allah’ın hâkimiyeti bilfiil ilahî teşride, şeriatın içerdiği emirler, yasaklar ve kendisine inanan toplum açısından uygulanması ve uyulması gerekli hükümlerde geçerlidir. Muhkem ayetlerle bildirilen iman esasları ve ibadetlerle ilgili düzenlemeler tevkıfîdir.Bu konularda ekleme ve çıkarma yapmak mümkün değildir. Yüce Allah dinde sabitelerin dışında değişken alanlara da işaret etmiştir. Dini hükümlerin kanun kalıbına dökülmüş düzenlemelerini uygulayan, bu düzenlemeye uygun olarak yargılama yapan ve hükümleri yürüten insanlardır. Bu alanlarda siyasî erkin ya da ulemanın hüküm vermesi ve yorum yapmasının önü ise açıktır.
     Kozmik egemenlik Allah’a ait olmakla birlikte yeryüzünde bu hâkimiyet, insanların eliyle tecelli ettirilecektir. Allah’ın indirdikleriyle hükmetmenin muhatabı, siyasî anlamda sadece yöneticiler değil, dini anlamda toplum katmanlarının bütün alanlarında bulunan tek tek mükellefler topluluğudur. (4)
     Zaten, hüküm vermede insanlardan hakemlere başvurma Kur’an’ın öğrettiği bir yöntemdir:“Eğer karı-kocanın arasının açılmasından endişe ederseniz, erkeğin ailesinden bir hakem, kadının ailesinden bir hakem gönderin” (5) âyetinde söz konusu edilen hakemler; Kur’an ve sünnet değil, eşlerin akrabalarıdır. Eğer hakem kabul edilen eşlerin akrabaları vasıtasıyla sorun çözülmezse iş, her birisi seküler bir hüviyet taşıyan siyasî merci konumundaki hâkim ve devlet başkanına götürülür. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû İshak eş-Şâtıbî, el-Muvâfakat fî Usûli’ş-Şerî‘â, Beyrut ty., c. III, s. 292; Ebû Muhammed elYemenî, Akâidü’s-Seles ve’s-Seb‘îne Firka, (thk. Muhammed Abdullah Zerbân), Mektebetu’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, Medine 1414 h., c. I, s. 11-12; Muhammed Ebû Zehra, Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, Kahire ty., c. I, s. 65; Taha Akyol, Hâricîlik ve Şia İslam’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1988, s. 39-54; W. Montgomery Watt, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ankara 1981, s. 14-16; Neşet Çağatay-İ. Agâh Çubukçu, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara 1985, s. 12-23.
2) Nisâ, 4/26.
3) Mâide, 5/50.
4) Ramazan Altıntaş, “İmam-ı Mâturîdî’de Din-Siyaset İlişkileri”, Milel ve Nihal, c. VII, sayı: 2, 2010, s. 61.
5) Nisâ, 4/ 35.Benzer şekilde insanlararası ilişkilerde karşılaşılan sorunların çözümünde yine insanlardan bir hakem tayin edilmesine yönelik bkz. Bakara, 2/ 178; Mâide, 5/95.
6) Bkz.Ebû Mansûr Muhammed el- Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, (tahk. Mehmet Boynukalın), Dâru’lMîzân, İstanbul 2005, c. III, s. 210.
~~~~ * ~~~~

     Nitekim İmam-ı Mâturîdî, “(Ey Muhammed!) Biz sana Kitab’ı (Kur’an’ı) hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği gibi hüküm veresin” (1) âyetini içtihadın caiz olduğuna delil olarak gösterir. Bu ayette geçen; “Allah’ın sana gösterdiği gibi” pasajı, “aklını kullanarak anladığın şeylerle manasına gelir” diyen İmâm Mâturîdî, “eğer Kur’an’la bütün hükümler anlaşılmış olsaydı, o takdirde ‘Allah’ın sana gösterdiği gibi’ denilmesinin bir anlamı kalmazdı” demektedir. (2) Buradan, karşılaşacağı sorunları çözmede insanın etkin bir rol üstlenmesi gerektiğine yönelik bir vurgunun olduğu anlaşılmaktadır.

     b. “Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir.” “…İşte onlar zâlim olanlardır”, “…işte onlar fâsık olanlardır” (3)
     Ayet hakkında fikir beyan eden âlimlerimize göre ayette geçen “hükmetmeyenler” ibaresi en genel anlamda “tasdik etmeyenler”, “hafife veya alaya alarak inkâr edenler” şeklinde yorumlanmıştır. (4) Konyalı Vehbi Efendi, Fahrettin Razi’den yaptığı alıntıyla "Fâsık fıskıyla Allah’ın ahkâmının hilâfını irtikâb etmişse de bu, lisanında ve zahirde olup kalbiyle o ahkâmın hakkaniyetini tasdik ve işlediği fıskın günah olduğunu i’tikad ettiğinden kâfir olmaz. Çünkü küfür; hak olan ahkâmı kalbiyle inkâr ve lisanıyla reddetmektir. Fâsık kalbiyle tasdik ettiği için mü’mindir, fakat imanla beraber ahkâm-ı şeriatın hilafıyla hükmetmemek sair günahları işlemek kabilindendir. Şu halde âyet-i celilenin hükmü ‘Bilkülliye inkâr ve hükm-ü ilâhî olduğunu redle beraber hilâfıyla hükmederse kâfir olur’ demektir. Eğer ayetten maksat bu olmasa Kur'an'ın hilafında bir şey irtikap edenlerin (işleyenlerin) kâfir olmaları lazım gelirdi. Hâlbuki hak olduğuna imanla beraber hilafını irtikap küfür değildir ve olamaz." der. "Çünkü bilumum günahlar Kur'an'ın hilafıdır. Günahtan hali (hiç günahı olmayan) bir fert tasavvur olunamaz. Eğer her günahı irtikap eden kâfir olsa, alemde mü'min bulunmamak gerektir."diyerek de konuya son noktayı koyar. (5)
     İmâm Mâturîdî Mâide 44. âyeti yorumlarken gramer kurallarından hareket ederek Arapçada hükmetmek anlamına gelen “hakeme”fiilinin “ba”edatıyla birlikte kullanıldığında “ikrar etmek, tasdik etmek, doğrulamak”gibi anlamlara geleceğini ifade eden yaklaşımlara (6) katılır. O bu kuraldan hareketle âyete, “Allah’ın indirdiklerini tasdik etmeyenler kâfirlerin ta kendileridir”,anlamını vermiştir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisâ, 4/105.
2) Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, c. IV,s.26–27
3) Mâide, 5/44, 45, 47.
4) Muhammed İbn Cerîr et-Taberî, Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, (thk. Abdullah İbn Abdilmuhsin et-Turkî), Merkezu’l-Buhûsi ve’d-Dirâsâti’l-‘Arabiyyeti ve’l-İslâmiyyeti, Kahire 2001, c. VIII, s. 456, 467-468; Bediüzzaman Said Nursî, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul 1991, s. 69, 124.
5) Konyalı Vehbi Efendi, Hülâsatü'l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’an, Üçdal Neşriyat, İstanbul ty., c. III, s. 1231.
6) Şihâbüddin Mahmûd el-Alûsî, , Rûhu’l-Maânî, Beyrut 1987, c. II, s. 145; Reşid Rıza, Tefsîru’l-Menâr, Beyrut ty., c. VI, s. 403-405. 
~~~~ * ~~~~

     Ona göre, Allah’ın indirdiği hükümleri tasdik etmeyip inkâr eden ve bu hükümleri hak olarak görmeyen kimse kâfirdir. Bu hükümlere inandığı halde amel etmeyen kimse de günahkâr mü’mindir. Zira onun iman-amel anlayışına göre, büyük günah işleyen kimse dinden çıkmaz. (1) Sözkonusu ayetleri, yukarıda görüşlerine müracaat ettiğimiz âlimlerin yorumlarından farklı bir şekilde, bir müslüman’a küfür isnadında bulunmak için delil olarak kullananlara öncelikle şunu sormak gerekir: “Kur’anın merhameti, nasihatı, güzel söz ve ameli, kardeşliği, şefkati, yardımseverliği, diğerkâmlığı vs. öğütleyen, mücadele edilirken bile en güzel şekliyle ya da misliyle (adalet ve kıst) mücadele edilmesini salık veren ayetleri dururken ve bunlar Kur’an’ın tamamı düşünüldüğünde kemiyet ve keyfiyet bakımından daha baskın durumdayken neden bunlar değil de sadece bir ayet üzerinden probleme yaklaşılmıştır?
     Bir diğer soru;“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (idarecilere) itaat edin.” (2) ayetinde geçen “ulu’l-emre itaat” kısmını, Kur’an ayetlerine bu kadar çok atıf yapıp onları katı bir şekilde yorumlayarak uygulayan Hâricî zihniyet acaba ne şekilde anlamıştır? Daha önce meşru yönetici olarak görüp yanında yer aldıkları Hz. Ali’ye başkaldırılarını ve tekfir edip öldürülmesi gerektiğine hükmetmelerini bu ayetle nasıl bağdaştırıyorlar? Ya da siyasî çıkarlarının zedelenmemesi için acaba diğer bütün ayetleri daha önce zikrettiğimiz Mâide 44. ayete kurban mı ediyorlar?
     Onlara, kendi yöntemlerinden hareketle sorulacak bir başka soru da; “Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve resulüne arz edin” (3) ayeti gereğince neden bu arz işlemini eksik yapmış olduklarına yöneliktir? Zira ayette ifade edilen Resul’e arz işlemi yapılmamış, Hz. Peygamber’in böyle bir durumda sergilemiş olduğu tavır göz ardı edilmiştir. O, Yemen’e vali olarak atadığı Muaz b. Cebel’e karşılaşacağı sorunların çözümünde nasıl bir yol takip edeceğine dair birtakım sorular yöneltmiş, aldığı cevaplar karşısında da memnuniyetini ifade etmiştir. (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, c. IV, s. 237–240; Mâtürîdî, Kitabü’t-Tevhîd, (thk. Fethullah Huleyf), İstanbul 1979, s. 333. Ayrıca Bkz. Altıntaş, “İmam-ı Mâturîdî’de Din-Siyaset İlişkileri”, s. 61.
2) Nisâ, 4/59. Mâturîdî bu âyette geçen “ulü’l-emr” tabirini, “yöneticiler, ordu komutanları” şeklinde yorumlar. Bkz. Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’an, c. III, 294-297.
3) Nisâ, 4/59.
4) Hz. Peygamber, "Sana hâlli için herhangi bir dava getirildiği zaman nasıl ve neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Muaz, "Allah'ın kitabındaki hükümlerle hüküm veririm." dedi. Hz. Peygamber,"Eğer Allah'ın kitabında onunla ilgili bir hüküm bulamazsan neye göre hüküm verirsin?" diye sordu. Muaz, "Resûlullah’ın sünnetine göre hüküm veririm." dedi. Hz. Peygamber bu sefer, "Resûlullah’ın sünnetinde de onunla ilgili bir hüküm bulamazsan, ne yaparsın?" diye sordu. Hz. Muaz, "O zaman, kendi görüşüme göre içtihad eder, hüküm veririm." dedi. Hz. Peygamber bundan duyduğu memnuniyeti şöyle ifade etti:"Allah'a hamdolsun ki, Resûlullahın elçisini, Resûlullahın razı olduğu şeye muvaffak kıldı." Bkz.Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa’d, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1968, c. III, s. 584; Ebu Dâvûd, es-Sünen, İstanbul, ty., c. IV, hadis no: 3592 “Akziye”, 11; Tirmîzî, es-Sünen, c. II, hadis no: 1343, “Ahkâm”, 3.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:

     Öte yandan bu zihniyet sahipleri, hakikati kendi tekellerine alarak ayetten çıkardıkları hükmün tek doğru gerçeklik olduğuna nasıl ve hangi ölçüye dayanarak varıyorlar?
     Mantığı ve düşünmeyi devre dışı bırakan bir zihniyetten bu sorulara mantıklı bir cevap beklemek, elbette mantık kurallarını zorlamak olacaktır.
     Dini metinleri literal/harfi yöntemle anlama, lafızcı ve parçacı bir tutumla Kur’an ayetlerini değerlendirme ve oradan hüküm çıkarma çabalarının arka planında, her ne kadar nasların manasını koruma düşüncesi yatmış olsa da doğurduğu sonuçlar dikkate alındığında böyle bir niyeti mazur görmek mümkün değildir. Fikirlerini böyle bir metodoloji üzerinden geliştirenlere göre mana salt lafızdadır; zihin, vakıa, akıl ve tarih ondan ayrılmaz. Oysa ki literal denilen bu harfî anlayış, hakikat-i halde teorik bir zorlama olup; aklı, nassı ve vakıayı inkârdır. Böyle bir durum, hasımları tekfire, insanı dini davranışlarda aşırılığa götürür. Dini metinleri literal açıdan yorumlama farklı yorum biçimlerine kapıyı kapatma anlamına gelir. Bu da İslam düşüncesi alanındaki her türlü verimliliği ortadan kaldırır. Buna karşı olmak üzere İmam Mâturîdîböyle bir tuzağa düşmeyerek, yeri geldiğinde “icma” ve “kıyas”ında dini anlamada meşru bir yorum biçimi olduğunu belirtmiştir.1 Harfî okuma yönteminden yola çıkarak, hakemliği sadece Allah’la sınırlandırmaya kalkmak Kur’an’ın ruhunu ve maksadını anlamamış olmakla eş değerdir. Nitekim İslam tarihinde bu yöntemi kendisine rehber edinen Haricîliler, tekfir kuramını işletmek suretiyle dışlamacı İslam’ın temsilciliğine gitmişlerdir.
     Allah insanın fıtratını ve istidadını esas alıp, ona yeryüzünü imar ve inşa görevini vererek bir emanet yüklemiştir. Allah’ın Âdem’e bütün isimleri öğrettiğini bildiren Kur’an ifadesi, başka anlamlarının yanında insanoğlunun düşünen, kavram üreten, sembol kullanan, kültür oluşturan ve nihayet medeniyet kuran bir varlık olduğuna işaret eder ki tarihî tecrübe de bunun apaçık şahididir. Yaratılış gayesine ve özüne yabancılaşma söz konusu olduğunda ise ilahi irade vahiyle insana müdahale etmiş ve ikazda bulunmuştur. Ancak bu müdahale, aklı ve diğer istidatları, nassın zahirî ve literal kavranışına ve sadece belli bir beşerî tecrübedeki dini algı ve yaşantı tarzına mutlak tabi kılmak için gerçekleşmemiştir. Haricî/Selefî tecrübenin aksine vahiy, insanın iradesini ve yeteneklerini ortadan kaldırmaz.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Ramazan Altıntaş, “İmâm-ı Mâturîdî’de Din-Siyaset İlişkileri”, s.60-63;Hasen Hanefi, Hısâru’z-Zaman (el-Mazi ve’l-Müstakbel), Kahire 2006, s. 736; Talat Koçyiğit, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yayınları, Ankara 1989, s. 37-39.
~~~~ * ~~~~

     Hâricîler’in bu çıkışlarının ve katı tutumlarının arka planında, bir takım siyasî, tarihî ve sosyal etkenlerin baskın olduğunu söyleyebiliriz. Onlar, ibadetlerini aksatmayan ve harfiyen yerine getiren kimseler olmalarına rağmen, ait oldukları çevre ve kültür, kişiliklerini kabalaştırmış ve bu, Haricî zihniyeti besleyen ana faktör olmuştur. Bedevî Araplardan teşekkül etmelerinden dolayı cehaletlerinin onları taassuba, dar görüşlülüğe ve şiddete sevk ettiği söylenebilir. (1)
     Sosyal hayatta karşılaşılan olayları değerlendirmede ve ictimai münasebetlerin insanî ve medenî sınırlar içinde yürütülmesinde iyi niyetli ve dindar olmanın yeterli bir nitelik olmadığı bir vakıadır. Kişinin davranışlarını, davranışlarına yön verecek esasların bilgisi istikametinde yürütmesi gerekir. Oysa Hâriciler, bilgisiz ve dar görüşlü olduklarından, dinî ve ictimaîi değerlerin inceliklerine nüfuz edememiş ve dolayısıyla reaksiyoner bir tavır takınmışlardır. Kur'an-ı Kerim'i bütün yönleriyle kavrayabilecek derecede kültürlü olmadıkları için de, Kur'an'ın meşrû saydığı tahkîm ve diğer birçok hususu din dışı saymakla başladıkları faaliyetlerine, aynı dar görüşlülüğün doğurduğu bir takım anarşik davranışlarını, doğru immişçesine tatbik etmekle devam etmişlerdir. (2)
     Bu sebepten başlangıçta siyasi bir hizip olarak teşekkül eden bu fırkanın, pek kısa zamanda dinî bir hareketin öncülüğünü yaptığını da belirtmemiz gerekir. İslam dini mahiyeti itibariyle, hareketlerin dini açılardan incelenmesine ve doğruca dini menşee bağlanmasına imkân tanımaktadır. Bu bakımdan tahkim konusunda düşülen ihtilafın altında yatan esas şey, “dini tefsir farkı değil, siyasî kanaattir”, denilebilir. Ayrıca Hâricîlik hareketinin başladığı devirde olayların siyasî ve dinî yönden içiçe oldukları da gözden uzak tutulmamalıdır. Nihaî olarak, bu konudaki ihtilafların, siyasî hizipleşmelerden doğduğunu, sonradan dinî mahiyet kazandığını söylemek daha isabetli görünmektedir. (3)
     Öte yandan, Hz. Osman’ın öldürülmesi olayına karışanlar içerisinde, sonradan Hâricî olarak adlandırılan ve bu hareketin içinde aktif olarak rol oynayan bazı isimlerin bulunduğu bilinmektedir. Bu yüzden Hâricîler, Hz. Osman ve arkasından Hz. Ali dönemlerinde yaşanan olay ve ortaya çıkan gelişmelere kendilerine özgü bir bakış açısıyla yaklaşıp buna göre tavır ve tutum geliştirmişlerdir. (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) “Bedevîler/'A'râbiler küfür ve nifakta çok şiddetli ve Allah'ın elçisine indirdiğinin sınırlarını anlamamaya en layık insanlardır.” Tevbe, 9/97. Haricîler’in genel özellikleri için bkz. Ebû Zehra, Târîhu Mezâhibi’l-İslâmiyye, c. I, s. 68-69; Fazlurrahman; hoşgörüsüzlük, fanatiklik, kendinden olmayanlara kapıları kapatmak, kaba kuvvet ve şiddete başvurarak politik değişmeyi etkilemek, dar kafalılık gibi nitelikleri Hâricîler’in en belirgin özellikleri olarak sıralar. Bkz. Fazlurrahman, İslam, (çev. Mehmet Aydın-Mehmet Dağ), Selçuk Yayınları, Ankara 3. bsk., s. 234.
2) E. Ruhi Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 81-82.
3) Fığlalı, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, s. 56-57.
4) Harun Yıldız, “Hâricîler’in Erken Dönem Tarih Algısı: Sâlim B. Zekvân Örneği”,e-makâlât Mezhep Araştırmaları, c. II, sayı:2, (Güz 2009), s. 9
~~~~ * ~~~~

     Hâricîler’in doktriner olarak köşeli olmalarını, peygamber sünnetinden uzak salt Kur’ânî olmalarına ve ayetleri lokal, bütünden kopuk ve parçalı anlamıyla kabul etmelerine de bağlayabiliriz. Aynı zihniyet ve yöntemin çağımızda “Selefilik” kılıfında ortaya çıkışı manidar, siyasi ve ekonomik şartları düşündüğümüzde ise normaldir. Bu devredeki “Selefî-Hâricîlik/Yeni Selefilik”in ayırıcı vasfı, Kuran’ın yanında hadislere de dayanıyor olması yani sürece Peygamber’in de dahil edilmesidir. Bunların hadislerle ilişkileri de ilklerin Kuran’la kurdukları ilişkiler gibi aynı zihniyete dayanıyor. Görüşlerinde, politikalarında ve yöntemlerinde hadis literatürünü veya külliyatını gerçeğinden, ait olduğu bağlamlardan ve bütünlükten kopartıp indirgemecilik yapmaları da bu sebepledir. Amaçları, varlıkları ve yöntemlerini meşrulaştırmak için, haklılıkları uğruna “istismar” edilen hadislerle kendilerini savunmaları farklı bir yenilik veya bileşim olarak görülebilir. Öte yandan her iki anlayışın da mücadelelerini dahilde, yani gayri Müslimler’den ziyade Müslümanlarla yapmaları (1) da ilginç, bir o kadar da acı bir tablo olarak karşımızda durmaktadır.

     2. Fırka-i Nâciye Hadisi:
     Hakikati tekelleştirerek ayırımcılığın, ötekileştirmenin ve tekfirciliğin gerekçesi ve bunların teolojik zemini olarak ileri sürülen dayanaklardan biri de “Fırka-i Nâciye hadîsi” olarak bilinen ve çeşitli varyantları olan rivayettir. Bu hadisin en yaygın formu şu şekildedir: “... Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; onlardan biri hariç, hepsi ateştedir (cehennemliktir) ve o biri de benim ve ashabımın yolu üzere olanlardır (Benim ve ashabımın yolunu takip edenlerdir)...” (2) Her grup ya da mezhep “kurtuluşa erecek yegâne fırka” olan “hak fırka” olarak kendilerini betimlemiş, kendileri dışındaki bütün fırkaları ise sapkınlık, bid’at veya küfürle itham etmişlerdir. (3) Rivayet üzerinde yapılan çalışmalardan yola çıkarak burada geçen “ateştedir” ibaresinin, kâfirlere has kılınan ebedî cehennem olmadığı, hataya düşerek yoldan sapan ve inhiraf edenlere yönelik bir tehdit ibaresi olarak değerlendirmek (4) kanaatimizce daha isabetli olacaktır.
     Burada cennete girecekler konusunda da benzer rivayetlerin olduğunu ve İbn Mâce’nin rivayetinde sıhhat şartlarından herhangi birisi bulunmadığını, bu sebeple de Buhârî, Müslim ve Nesâî’nin hadisi tahric etmediklerini, Tirmizî’nin sahih olarak kabul ettiği rivayet şeklinde ise, ‘tek bir fırka hariç, hepsi cehennemdedir’ ilavesinin bulunmadığını belirtmek gerekir. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Taha Akyol, Hâricîlik ve Şia, İslam’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul 1988, s. 97
2) Ebû Dâvûd, Sünen, Mısır 1950, II/503-504; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Beyrut, ty., IV/102; Dârimî, Sünen, yy., ty., II/241.
3) Bkz. Ebû’l-Huseyn Muhammed b. Ahmed el-Malâtî, et-Tenbîh ve’r-Redd ‘alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bida’, (neşr. Zâhidu’l-Kevserî), İstanbul 1939, s. 143; Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdilkerîmeş-Şehristânî, elMilel ve’n-Nihâl, (neşr. Ahmed Fehmî Muhammed), Kahire 1948, I/3; Ebû’l-Muzaffer el-İsferâyînî,etTabsîr fî’d-Dîn, (neşr. Yûsuf el-Hût), Beyrut 1983, s. 23; Muammer Esen, “Tekfir Söyleminin Dinî ve İdeolojik Boyutları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.52, sayı: 2(2011), s. 99
4) Konuda hakkındaki değerlendirmeler için bkz. Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Nun Yayınları, İstanbul 1996, s. 21-39; Ebû İshak eş-Şâtıbî, el-İ’tisâm, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1995, s. 413; Said Nursî, Mektûbât, Envâr Neşriyat, İstanbul 1993, s.106.
5) Bkz. İsmail b. Muhammed Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, (I-II), 3. bsk., Beyrut 1932, c.I, s.149-151; Mevlüt Özler, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, s. 21-28; Sayın Dalkıran, “Yetmişüç Fırka Hadisi ve Düşündürdükleri”, EKEV Akademi Dergisi, c. 1, sayı: 1, Ankara, Kasım 1997, ss. 97-116; Abdullah Eren, İftirak Hadislerinin Tahric, Tahkik ve Yorumu, (Basılmamış yüksek lisans tezi), UÜSBE, Bursa 1998; Ahmet Keleş, “73 Fırka Hadisi Üzerine Bir İnceleme”, Marife (Ehl-i Sünnet Özel Sayısı), yıl: 5, sayı: 3, Konya, Kış 2005, s. 25-45; Ayrıca bkz. Kadir Gömbeyaz, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. 14, sayı: 2, 2005, s. 147-160.
~~~~ * ~~~~

     Konu üzerinde yapılan çalışmalardan alıyoruz ki, bu hadisi, sahih kabul edenler olduğu gibi etmeyenler de var. Hatta İmam Eş’ârî Makâlât’ında böyle bir rivayete bilerek ya da bilmeyerek hiç yer vermemiştir. İmam Gazzâlî ise Faysalu’t-Tefrika’da, 73 fırka hadisinin “Ümmetim yetmiş küsur fırkaya ayrılacaktır. Zındıklar hariç hepsi Cennetliktir” şeklindeki rivayeti kullanmayı tercih etmiş, diğer meşhur rivayetin de farkında olarak her iki rivayeti telif etme yoluna girmiştir.1 Bu tablodan, âlimlerimizin mümkün mertebe bu rivayete bulaşmamaya çalıştıkları görünmektedir.
     Üzerinde bu kadar spekülasyon ve tartışmaların olması, “tevhidi” merkezine alan bir inanç sisteminde birleştirici olmaktan ziyade ayrıştırıcı yönünün etkin olması göz önüne alındığında, 73 fırka hadisinin, İslâm ümmeti içerisinde tekfirin meşru bir dayanağı ve delili olmaktan hayli uzak olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Böyle bir rivayetin bağlamından koparılarak bu derece yüksek sesle dillendirilmesini ancak, kendi dışındakileri cehennemlik veya Ehl-i Bid‘at olarak damgalamak suretiyle, politik amaçları uğruna fikirlerini meşrulaştırmak isteyenlerin bir istismarı olarak değerlendirebiliriz. (2)

     3. Amellerin İmandan Bir cüz Kabul Edilmesi
     Dinî referansla hareket ettiğini söyleyen tek tipçi, ötekileştirici ve tekfirci zihniyetin dayandığı gerekçelerden biri de amellerin imanın bir parçası olduğuna dair inanıştır. Normal şartlarda böyle bir inancın sadece sahibini bağlaması gerekirken, büyük günah işleyenin küfre girdiğinin iddia edilmesi, tekfirin de; kişinin öldürülmesi, malına el konulması, cenaze namazının kılınmaması ve Müslüman mezarlığına bile defnedilmemesi gibi pratik bir takım sonuçlarının olması meseleyi oldukça ciddileştirmektedir.
     İman hakkında İslam teolojisinde yapılan tanımlamalara baktığımızda genel hatlarıyla şu dört tanımla karşılaşmak mümkündür: İman, "kalp ile tasdiktir", "kalp ile tasdik, dil ile ikrardır", "sadece dil ile ikrardır", "kalp ile tasdik, dil ile ikrar, dinin gerekleriyle amel etmektir." (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1406/1986, s. 145; Ayrıca bkz. Kadir Gömbeyaz, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi”, s. 157-158.
2) Ejder Okumuş, “‘Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Bir Meşrûiyet Aracı Olarak İcat ve İstihdamı”, Marife (Ehl-i Sünnet Özel Sayısı), s. 56-58.
3) İman tanımlamalarının ayrıntıları için bkz. Mehmet Baktır, "İmanın Temellendirilmesi", CÜİFD,c. VI, sayı: 2, Sivas 2002, 128 vd.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:

     Öncelikli olarak şunu açıkça belirtmek gerekir ki; tasdikle beraber amellerin de dahil edildiği bir tarif, imanın değil ancak "din"in tarifi olabilir. Din ise, Allah tarafından insanlardan gerçekleştirilmesi istenen ve sakınılması gereken şeylerin toplamıdır. Yani iman ve amelin toplamıdır. İman ise lügat anlamından da anlaşılacağı gibi “kalbî/zihinsel” bir akttır. Bu tanımlamalara göre, iman dinin bir parçası olurken, din, imanı da içine alarak daha kapsamlı ve genel bir manaya kavuşmaktadır. Buradan hareketle diyebiliriz ki; Mâtürîdî ve Eş‘ârî alimlerin de ortak kabulle belirttikleri üzere, dinin içeriğindeki bir takım şeylerin yokluğu ya da eksikliği imandan çıkmayı gerektirmez.
     Din ile iman kavramları arasındaki bu derin ve aynı zamanda ince farkın fark edilmemesi, anlam anarşizmini doğurmakla kalmamış, Müslüman toplumu derinden yaralayan ve yıllarca sürecek "kardeş katli"ni meşru gösteren "tekfir furyası"nı da tetiklemiştir. "Hâricîler'in ameli terkedeni tekfir etmeleri, Mu'tezilîler'in ise ‘el-menzile beyne'l-menzileteyn’ kategorisini geliştirmelerinin nedeni, dinde (vahiyde) iman kavramının, tasdikanlamını kaybederek kalbî ve bedenî bütün taat fiillerini kapsayacak şekilde nakledildiği fikridir." (1) Oysaki Kur'an'ın iman tanımı kalbî fiilleri kabul etmekle beraber, bedenî fiilleri dışlamaktadır. (2) Değilse, taat ifade eden (ve dolayısıyla kimi mezheplerce iman olarak değerlendirilen) amellerden birinin terki, ya da nehyedilen davranışlardan birinin işlenmesi halinde iman ortadan kalkacak ve bunun bir sonucu olarak da yeryüzünde inanan tek bir kimse dahi kalmayacaktır.
     Klasik İslam hukuku kaynaklarına göre, tekfir edilen kişinin bütün insanî haklardan, mahrum edilmesi; bir yandan dinin korunması adına saldırgan hareketlerin çoğalmasına neden olurken, diğer yandan yanlışa düşme ve bu gibi kişilerin tepkilerini üzerine çekme endişesiyle, attığı her adımı hesaplamak zorunda kalan pasif, edilgen bir toplumun oluşmasına yol açmıştır. Ötekine yaşam alanı bırakmayan ve kanını helal kılan kaos ortamının hakim olduğu böyle bir toplum, İslam’ın hedeflediği ideal toplum kurgusundan oldukça uzaktır. Ameldeki ihmal kârlığın küfürle nitelenmesinin yol açacağı ciddi boyuttaki tehlikeler, teori ile pratiğin uzlaştırılmasıyla gerçekleştirilecek çözüm arayışlarını da beraberinde getirmiştir. Sosyo-politik gerçekliklerin tazyiki sonucu tanımlamalara yeni şerhlerin eklenmesi ve kavramların anlam genişlemesine uğratılmasıyla, iman-inkâr noktasında yeni kavram ve kategoriler geliştirilmiştir. İdealizmle gerçekliğin bu şekilde uzlaştırılma gayretleriyle bir yandan, karmaşa ortamının yerini kısmen de olsa sükûnete bırakırken diğer yandan kelâm tarihinde zengin kavram literatürünün oluşmasına (3) ve fikir bazında daima değişerek kendini yenileyen bir kelâm anlayışının gün yüzüne çıkmasına zemin hazırlamıştır. (4)
     Tekfir konusunun enine boyuna tartışıldığı esas kaynaklara baktığımızda sanıldığının aksine tekfiri haklı ve meşru gösterecek herhangi bir temele ya da dayanağa rastlamak neredeyse imkansızdır. İman tanımlanırken bütün iyi amelleri içine alan oldukça geniş tasavvurların yerini, küfrün tanımlanmasında kılı kırk yaran ifadeler ve kavramsallaştırmalar almış, terim giderek sadece “Allah’ı ve emrettiklerini inkâr” anlamına kavuşmuştur. Bütün bunlardan biz, küfrü nitelerken âlimlerimizin adeta vebadan kaçar gibi kaçtıklarını, sürekli bir orta yol bulma arayışına girdiklerini rahatlıkla söyleyebiliriz. Mu'tezile'nin, bu kişilerin “menzile beyne'l-menzileteyn”de bulunduğunu söylemesi; amelleri imandan bir cüz olarak gören Zâhirî ve Hanbelîler'in, bu çıkmazdan “iman-İslam” ayırımına giderek yani, ameli ihmal eden kişinin imandan çıkacağını fakat İslam dairesinde kalacağını bildirerek kurtulmaya çalışmaları; Eş'arî'nin Hanbelî söylemin etkisinde kalarak yazmış olduğu "İbâne ve Makâlât"ta iman-amel bütünlüğünü savunurken, sonraki dönemde kaleme aldığı "Luma'" adlı eserinde iman tarifinden ameli çıkarması bunun en güzel örneklerindendir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İlhami Güler, "İman ve İnkârın Ahlâkî ve Bilişsel (Kognitif) Temelleri”, İslâmiyât, c. I, sayı: 1, (Ocak-Mart), Ankara 1998, s. 12.
2) Bkz. Hucûrât, 49/14.
3) Ayrıntılı bilgi için bkz. Hacer Şahinalp, İlk Dönem Kelâm Kaynaklarında Tekfir Tartışmasının Pratik Boyutları, (yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi),Şanlıurfa 2003.
4) Ayrıntılı bilgi için bzk. Hacer Şahinalp, İlk Dönem Kelâm Kaynaklarında..., Şanlıurfa 2003. 
~~~~ * ~~~~

     Aynı farklılaşmayı, Hanbelî âlimlerin görüşlerine baktığımızda da görmek mümkündür. Taat ifade eden bütün amelleri içine alan geniş bir iman tanımının yerini zamanla, kapsamı oldukça daraltılmış iman ve küfür tanımlaması almıştır. Mesela Ebu Ubeyd’in Allah’ın emrettiği her şeyi kapsamına dahil ettiği iman tanımını okuyan biri onun küfür konusunda Hâricîler’in Ezârika kolu ya da en azından Mu’tezile gibi düşüneceği kanaatine ulaşabilir. Ancak doğuracağı sonuçları dikkate alarak o küfür, şirk ve büyük günahlar konusunda oldukça hassas davranarak, iman tanımında eleştirdiği Mürcie’ye oldukça yaklaşır. Ona göre işlenen günahlar imanı tamamen ortadan kaldırmaz, sadece onun hakikat ve ihlasını ortadan kaldırır. O, İslam’ın hükümlerini ortadan kaldıran ve işleyeni dinden çıkaran küfür ve şirk isminin sadece Allah’ı inkâr sözüyle gerçekleşeceğini söyleyerek bu tartışmaya adeta son noktayı koyar. (1) Önemli Hanbelî âlimlerden olan İbn Ebî Şeybe de, Hz. Peygamber’in İslam’ı “açığa vurulan”, imanı ise “kalpte bulunan şey” olarak tanımladığı hadisine yer vererek, iki kavram arasındaki önemli ayırıma dikkatleri çeker. (2)
     Hâriciyye'nin fraksiyonlarından olan, Ezârika’yı bir tarafa koyacak olursak, Necedât, Sufriyye ve İbâdiyye büyük günah işleyen kimseyi “küfr-ü mille”ile değil de “küfr-ü ni'me”ile nitelemişlerdir. Hâricî ekollerde önceleri oldukça geniş tutulan küfrün sınırlarının giderek daraltılmasıyla, ilk devir setlik ve kapalılığının yumuşamaya uğradığını görmek mümkün. Kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmeyi ve onların kadın ve çocuklarını dahi öldürmeyi meşru gören ilk dönem şartlanmasının yerini zamanla, muhaliflerin kanlarının helal olmasının şartlara bağlanması ve onların kadın ve çocuklarının masum olduğu görüşünün alması oldukça önemlidir. Keza, önceleri gerek büyük gerekse küçük günahlardan herhangi birini işleyenlerin tamamı kâfir olarak ebedî cehennemlik kabul edilirken, sonraları tedrîcî olarak kâfir ismi sadece büyük günah işleyene verilmiş; büyük günah işleyen de önce “küfr-ü mille” sonraları ise “küfr-ü ni’me” ile nitelendirilerek tekfirden oldukça uzaklaşılmıştır. Hatta İbâdiyye, her palatformda kendilerinin Ezârika’nın temsil ettiği Haricî düşünceyle eşleştirilmelerine itiraz etmektedirler. Dolayısıyla Hâricîlikle özdeşleştirilen katı ve sert tekfir anlayışının diğer fraksiyonlarla kıyaslandığında sayıca az olan Ezârika ile sınırlı kalması  mezhepler bazında kendilerini meşrulaştırmaya çalışan nevzuhur suni oluşumların elindeki en büyük kozu da almış görünmektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Îmân,(min Kunûzi’s-Sünne: Resâili’l-Erba‘a içerisinde), (thk. M. Nâsiruddîn el-Elbânî), Kuveyt ty., s. 84-98.
2) Ebû Bekir Abdullah İbn Ebî Şeybe, Kitâbu’l-Îmân,(min Kunûzi’s-Sünne: Resâili’l-Erba‘a içerisinde), (thk.M. Nâsiruddîn el-Elbânî), Kuveyt ty., s. 5, 12.
~~~~ * ~~~~

     Bu konuda önemli fikirler öne süren âlimlerimizden biri de İbn Hazm’dır. “Küfrü’n-ni’met” gibi tanımlamalara, İslam literatüründe hiçbir yeri olmadığı için itibar edilemeyeceğine değinen İbn Hazm, Allah’ın ni’metlerini inkar etmekle kişinin kâfir olamayacağını savunur. Ona göre günahkâr kişiye Hâricîler “kâfir fâsık”derken diğerleri “mü’min fâsık”der. Büyük günah işleyen kişiye kâfir denilmesini uygun görmeyen İbn Hazm “mü’min olmayan mü’min/fâsık” kavramsallaştırmasına gider.1 Ona göre te’vil yapanlara küfür isnadında bulunulamaz. Eğer bu caiz olsaydı sahabenin hatta bütün bir ümmetin tekfir edilmesi gerekirdi. İ’tikâdî konulardan herhangi birine muhalefetinden dolayı bir Müslüman grup ya da mezhebi tekfir etmek doğru değildir. (2)
     İmam Gazzâlî, (v. 505/1111) hemen hemen bütün eselerinde, kelime-i tevhîde samimi bir şekilde bağlı kaldıkları ve bu esasa ters düşmeyecek bir hal üzere bulunmadıkları müddetçe, tuttukları yol ne kadar farklı olursa olsun İslam ümmetinden olan birine dil uzatmaktan ve mezhepleri tekfir etmekten kaçınmanın gerekliliği üzerinde hassasiyetle durur. O, bin kâfiri hayatta bırakmakla işlenen hatanın, bir Müslüman’ın azıcık da olsa kanını akıtmayla işlenen hatadan daha önemsiz olduğunu söylemekle, bir Müslüman’a küfür isnadında bulunmanın sakıncalarını vurgular. (3) Ne olursa olsun, getirdiği delili hatalı bularak herhangi bir fırkanın ya da mezhebin muhalifini tekfir etmesini doğru bulmayan İmam Gazzâlî, bu tür iddia sahiplerini taassubun boyunduruğuna girmiş körden daha kör, dikkatsiz ve budala olmakla itham eder. Böylelerinin susmasının konuşmasından daha hayırlı olduğunu belirtir. (4) O, i’tikâdla ilgili konuların, genel hatlarıyla, usûle ve fürûa dair olmak üzere ikiye ayrıldığını, esaslardan olan Allah’a, peygamberlerine ve âhiret gününe iman dışındaki diğer konularda küfre girmenin asla söz konusu olamayacağını, ancak hataya düşülebileceğini ya da bid’at işlenmiş olacağını ifade eder. (5) Tekfîrle uğraşmanın ancak cahillerin işi olduğunu (6) söyleyerek de tartışmaya son noktayı koyar.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Muhammed Ali b. Ahmed b. Hazm, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, Lübnan-Beyrut 1975, c. III, s. 231-233, 242-243, 246.
2) İbn Hazm, el-Usul ve’l-Füru’, s. 128-130.
3) Gazzâlî, el-İktisâd fi’l-İ’tikâd, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1988, s. 156-159.
4) Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika beyne’l-İslam ve’z-Zındıka, (thk. Süleymen Dünya) Dâru İhyâi’l-Kutubi’l- ‘Arabiyye, yy., 1961, s. 131-133, 187, 195.
5) Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, s. 184-187, 190-192; 195-197.
6) Gazzâlî, Faysalu’t-Tefrika, s. 202.
~~~~ * ~~~~

     Tekfir mekanizmasını rahatlıkla işletenlerin, referans kaynağı olarak işaret ettikleri İslam âlimlerinden biri de İbn Teymiyye’dir. İbn Teymiyye’nin görüşleri selefî düşüncenin referans kaynağı olarak görülmüş, İslam’ın aşırı ucunu temsil edenler, sıklıkla esin kaynağı olarak kendisini göstermişlerdir. İbn Teymiyye, imanın yetmiş şu’be olduğunu bildiren rivayetlerden hareketle “Allah ve Resulünün sevdiği her şeyin iman kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini, onun sadece azaların değil kalbin de eylemlerini ihtiva ettiğini söyleyerek oldukça geniş bir iman tanımlamasına giderek (1) bu tür değerlendirmeleri haklı gösterir gibidir. Onun sadece bu iman tanımlaması üzerinde yorum yapan biri, amellerdeki herhangi bir ihmalkârlığı küfür olarak değerlendireceği kanaatine varır. Fakat küfür, fısk ve kebâir konularına girdiğinde onun iman, İslam ve küfrün aslı ve fürûnun olduğuna, amellerdeki ihmalkârlığın küfrün aslından değerlendirilemeyeceğine dair kesin ifadeleriyle karşılaşır. (2) İbn Teymiyye’ye göre Allah’ı tasdik etmekle birlikte farzları terk eden kişi Allah’ı inkâr manasında değil de “hakkı terk etmek manasında” küfre girmiş olur. Bu düşüncesini ise, “küfrun lâ yenkilu ‘ani’l-mille” (dinden çıkarmayan küfür), “küfrun dûne küfrin” (küfürden daha aşağı, hafif küfür) gibi ketegorilendirmelerle ifade eder. (3) O, büyük günah işleyeni ebedî cehennemde gösterecek ifadelerden titizlikle kaçınarak bu tür kişilerin “imanıyla mü’min, kebîresiyle fâsık veya nâkısu’l-iman” olduklarını söyler. (4) Böylece o, ilk etapta zikrettiği katı iman ve küfür tanımlamasından, böyle bir tanımın doğuracağı dünyevî ve uhrevî sonuçları nazar-ı dikkate alarak sonraları vazgeçmiş, bir takım kategori ve kavramlarla orta yolu yakalama girişimlerinde bulunmuştur.
     Hakikat böyle olmasına rağmen, eserinin tamamını değil de sadece bir kısmında dile getirdiği düşüncelerini temel alarak, İbn Teymiyye hakkında bir takım sonuç ve değerlendirmelere varmanın, âlimin şahsiyetine ve mirasına başta olmak üzere bütün bir ilim dünyasına saygısızlık niteliği arz ettiğini söylemek gerekir. Onun katı selefî tutumun fikir babalarından olduğunu iddia etmek, cehaletin izharı olmasının ötesinde, bilerek ya da bilmeyerek geniş kitleleri kandırmak suretiyle geçmişin ilim mirasını istismar etme anlamını taşımak olduğunu burada ifade etmek isterim.
     Bütün bu ince ve dakik görüş ve düşüncelere, kılı kırk yaran tartışmalara ve kelime oyunlarına (olumlu anlamda) rağmen, hemen hemen bütün âlimlerimizin üzerinde ittifakla durduğu şey “Ehl-i Kıble”nin asla tekfir edilemeyeceği yönündedir. Ortaya çıkan farklı düşünce ve anlayışların kökeninde yatan ana sebeplerden biri, fikirlerine müracaat edilen şahsiyetlerin -ki çoğunun vefatlarından dolayı kendini savunma ve açıkça ifade etme imkânı bulunmamaktadır- ya sadece bir eserinden ya da eserinin sadece belli bir bölümünden hareketle belli çıkarımlarda bulunulmasıdır. Öte yandan, incelenen eserin kaleme alındığı dönemin fikrî, siyasî, ekonomik, sosyokültürel şartları da dikkate alınmadan yapılacak bir değerlendirmenin kusurlu ve eksik olma gibi nitelendirmelerden uzak kalamayacağını söylemek abartı olmaz. Dolayısıyla, ortaya çıkan farklı sonuçların, eksik çalışmaların ya da yapıcı olmaktan uzak bir takım kasıtlı niyetlerin ürünü olduğunu, şiddetten ve kandan nemalananların İslam’ı ve Müslümanlar’ı buradan vurmaya yönelik niyetlerinin de sonuçsuz kalmaya mahkum olduğunu söylemek gerekir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Takıyüddîn Ahmed İbn Teymiyye, el-Îman, Mektebü’l-İslâmî, yy. 1972, s. 141-142, 153, 170-171, 176. 280-281
2) İbn Teymiyye, el-Îman, s. 245, 287, 293, 353, 355-356.
3) İbn Teymiyye, el-Îman, s. 296, 307-310, 312-313, 334-335.
4) İbn Teymiyye, el-Îman, s. 311, 337-339. 
~~~~ * ~~~~

     Sonuç
     Tekfir, teolojik, politik ve ideolojik boyutları olan bir kavramdır. Halifelerin öldürülmesi, Sıffın Olayı, Cemel Vakası gibi ilk dönem hadiseleri ise teolojiden ziyade siyasî nedenlerden kaynaklanmıştır. Bu siyasî farklılıklar üzerine zamanla dinî referanslar oluşturularak i’tikâdî ve fıkhî açıdan farklı yol ve yöntemler meydana gelmiştir. Genellikle bu söylem, bazılarını, dinî, siyasî ve hatta ekonomik vs. olmak üzere pek çok alandan dışlamanın bir aracı olarak kullanılagelmiştir. İslam’ın temel tevhidî düşüncesine aykırı olan bu dışlayıcı yaklaşım, etkisini ve hegemonyasını hizip, parti, mezhep, ekol vb. isimler, lakaplar altında sürdürmüştür. Çıkış noktaları açısından ideolojik ve politik tutumların ağır bastığı tekfir, ilerleyen zamanlarda da teolojik tartışmaların ötesine taşınmak suretiyle, politik amaçlara hizmet eden bir araç olarak kullanılmıştır. (1) Dolayısıyla bu tür keskin ve aşırı hareketleri siyasetten bağımsız salt dini hareketler olarak nitelemek, ya bilgisizlikten kaynaklı saflık ya da dinî terminolojiyi politik amaçlar uğruna kullanma isteğinin, yani istismarın örtük tarzda dışa vurumu olacaktır.
     Buradan hareketle, yakın dönemde Afganistan’ın işgali, Irak’ın fiîlî işgalle parçalanması ve doğurduğu sonuçların, birkaç yıldır devam eden Arap baharıyla ağırlıklı olarak Orta Doğuda sürdürülen stratejik operasyonların, Haricî fikriyatın, örgütlenmesinin ve yönteminin “Cihadi-Selefilik” namıyla yeşermesine, yayılmasına zemin oluşturmasına şaşmamak lazım. Bunun da arka planında, Müslümanların yaşadıkları bölgelerde 1. Dünya savaşı öncesi ve sonrasında İngilizlerin kurduğu, 2. Dünya savaşından sonra liderliği Amerika’nın devralarak yenilediği ve işlettiği statükonun varlığı, bu statükonun da önce ulus-devlet yapıları sonra da zalim diktatörlükler icat etmesi, bu iktidarların da despotik, ayrımcı, kıyıcı ve ceberut idareler yürütmesi yatar. Merkezi yönetimlerin mutlak gücü ve otoritesi sebebiyle göreceli bir istikrar, zoraki bir iç barış, korku emniyeti ve düzeni, bu tür ifrat hareketlerinin yeşermesine, haklılık ve sempati kazanmasına zemin hazırlamıştır denilebilir.
     İslam’ın evrenselliği bir uygulamanın her yerde aynen uygulanmasından ziyade İslamî hakikatin her zaman ve zeminde uygulanabilmesiyle ilgilidir. Mahalli şartların getirdikleri, evrensel bir hakikat gibi herkese dayatılmaz. Gerek mahallî ve gerekse tarihsel uygulamaları esas alan ve İslam’ı buna göre yorumlayan dini anlama biçiminden bir medeniyet inşa etmek mümkün değildir. İnsana hayat vermeye gelen İslam, kendi bağlamından koparılan dinî metinlerin insan aklı ve istidadı yok sayılarak yorumlanmasına ve bu yorumların bir kanun metnine dönüştürülmesine asla müsaade etmez. Zira İslam’ın hedeflerinden biri, insanların iradesini boyunduruk altına almadan selam ve eman yurdunu oluşturmaktır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hasan Hanefî, Mine’l-Akîde ilâ’s-Sevra, Mısır 1988, c. V, s. 341-345; Muammer Esen, “Tekfir Söyleminin Dinî ve İdeolojik Boyutları”, s. 98.
~~~~ * ~~~~

     Nihâî olarak diyebiliriz ki; gerek Kur’an ve Hadis gibi İslam’ın ilk başvuru kaynaklarına, gerek Hz. Peygamber’in uygulamalarına ve ilk İslam tarihi kaynaklarına gerekse de konunun esas olarak tartışıldığı Klasik İslam literatürüne bakıldığında tekfiri İslam’ın özündenmiş gibi gösteren herhangi bir söylemi haklı gösterecek sağlam bir dayanağa rastlamak nerdeyse imkânsız gibidir. Dinî metinleri anlama, kavrama ve yorumlamada her zaman farklılıklar olacaktır, önemli olan bunların karşı tarafı yok etmeyi hedefleyen inhisarcı ve indirgemeci yaklaşımlara dönüşmemesidir. Dahilde savaşmanın olmaması, ehl-i Kıble’nin tekfir edilmemesi İslamî düşüncenin temel ilkelerindendir. Dolayısıyla bu ilkelere aykırı yöndeki söylem ve eylemlerin siyasî amaçlar güdülerek tamamen ifsat etmeye yönelik olduğunun bilincinde olunması, buna karşılık olarak da bütün Müslümanların dayanışma içerisindeki birlikteliğini muhafaza ederek dik bir duruş sergilemesi ivedi önceliklerdendir.

     Kaynakça
* Aclûnî, İsmail b. Muhammed. Keşfü’l-Hafâ, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî, (I-II), 3. bsk., Beyrut, 1932.
* Akyol, Taha Hâricîlik ve Şia, İslam’da Devrimciliğin Sosyolojik Kaynakları, Kubbealtı Neşriyat, İstanbul, 1988.
* Altıntaş, Ramazan, “İmam-ı Mâturîdî’de Din-Siyaset İlişkileri”, Milel ve Nihal, c. VII, sayı: 2, 2010.
* el-Alûsî, Şihâbüddin Mahmûd, Rûhu’l-Maânî, Beyrut, 1987.
* el-Bağdâdî, Ebû Mansûr Abdulkâhir, el-Fark beyne’l-Firak (Mezhepler Arasındaki Farklar), (çev. Ethem Ruhî Fığlalı), Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1991.
* Baktır, Mehmet, "İmanın Temellendirilmesi", CÜİFD, c. VI, sayı: 2, Sivas, 2002.
* Çağatay, Neşet – Çubukçu, İ. Agâh, İslam Mezhepleri Tarihi, Ankara, 1985.
* Dalkıran, Sayın, “Yetmişüç Fırka Hadisi ve Düşündürdükleri”, EKEV Akademi Dergisi, c. 1, sayı: 1, Ankara, Kasım, 1997.
* Demircan, Adnan, Hâricîlik Mezhebi’nin Doğuşu Bağlamında Din-Siyaset İlişkisi, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000.
* Ebû Ubeyd Kâsım b. Sellâm, Kitâbu’l-Îmân,(min Kunûzi’s-Sünne: Resâili’l-Erba‘a içerisinde), (thk. M. Nâsiruddîn el-Elbânî), Kuveyt, ty.
* Ebû Zehrâ, Muhammed, İslam’da Siyasî ve İ’tikâdî Mezhepler Tarihi, (çev. E. Ruhi Fığlalı-Osman Eskicioğlu), İstanbul, 1970.
* ------- Târîhu’l-Mezâhibi’l-İslâmiyye, Dâru’l-Fikri’l-‘Arabî, Kahire, ty.,
* Eren, Abdullah, İftirak Hadislerinin Tahric, Tahkik ve Yorumu, (Basılmamış yüksek lisans tezi), UÜSBE, Bursa, 1998.
* Esen, Muammer, “Tekfir Söyleminin Dinî ve İdeolojik Boyutları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 52, sayı: 2, Ankara, 2011.
* el- Eş’ârî, Ebû’l-Hasan Makâlâtu’l-İslâmiyyîn, (thk. Muhammed Muhyiddîn Abdülhamid), Kahire, 1969.
* Fazlurrahman, İslam, (çev. Mehmet Aydın-Mehmet Dağ), Selçuk Yayınları, Ankara 3. bsk. Fığlalı, Ethem Ruhi, İbâdiye’nin Doğuşu ve Görüşleri, Ankara Ü. İlahiyat F. Yayınları, Ankara, 1983.
* el-Gazzâlî, Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed, Faysalu’t-Tefrika beyne’l-İslam ve’z-Zındıka, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1406/1986 ve (thk. Süleymen Dünya) Dâru İhyâi’l-Kutubi’l-‘Arabiyye, yy., 1961.
* ------- el-İktisâd fi’l-İ’tikâd, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan, 1988.
* Gömbeyaz, Kadir, “73 Fırka Hadisinin Mezhepler Tarihi Kaynaklarında Fırkaların Tasnifine Etkisi”, Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, c. 14, sayı: 2, 2005.
* Güler, İlhami, "İman ve İnkârın Ahlâkî ve Bilişsel (Kognitif) Temelleri”, İslâmiyât, c. I, sayı: 1, (Ocak-Mart), Ankara, 1998.
* Hanefî, Hasen, Hısâru’z-Zaman (el-Mazi ve’l-Müstakbel), Kahire, 2006.
* ------- Mine’l-Akîde ilâ’s-Sevra, (I-V), Mısır, 1988.
* İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed, Kitâbu’l-Îmân, (min Kunûzi’sSünne: Resâili’l-Erba‘a içerisinde), (thk. M. Nâsiruddîn el-Elbânî), Kuveyt ty.
* İbn Fâris, Ebû’l-Hüseyin İbn Zekeriyâ, el-Mekâyîs fi’l-Luğa, (neşr. Şihâbuddîn Ebû Amr), Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1994.
* İbn Hazm, Ebû Muhammed Ali b. Ahmed, el-Fasl fi’l-Milel ve’l-Ehvâi ve’n-Nihal, (IV), Beyrut-Lübnan, 1975.
* İbn Manzûr, Ebû’l-Fadl Cemâlüddîn Muhammed b. Mukrîm el-Ifrikî el-Mısrî, Lisânu’l-‘Arab, (I-XV), Beyrut, ty. İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed, et-Tabakâtu’l-Kübrâ, (nşr. İhsan Abbas), Beyrut, 1968.
* İbn Teymiyye, Takıyüddîn Ahmed, el-Îman, Mektebü’l-İslâmî, yy., 1972.
* el-İsferâyînî, Ebu’l-Muzaffer Şâhfur b. Muhammed, et-Tabsîr fi’d-Dîn ve Temyîzu’lFırkati’n-Nâciyeti ‘ani’l-Firaki’l-Hâlikîn, (thk. Kemal Yusuf Hût), Beyrut, 1983.
* Keleş, Ahmet, “73 Fırka Hadisi Üzerine Bir İnceleme”, Marife (Ehl-i Sünnet Özel Sayısı), yıl: 5, sayı: 3, Konya, Kış 2005.
* Koçyiğit, Talat, Hadisçilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, TDV. Yayınları, Ankara, 1989.
* Kılavuz, A. Saim, İman-Küfür Sınırı, Mârifet Yayınları, İstanbul, 1982.
* Konyalı Vehbi Efendi, Hülâsatü'l-Beyan fî Tefsîri’l-Kur’an, Üçdal Neşriyat, İstanbul, ty.
* el-Malâtî, Ebû’l-Huseyn Muhammed b. Ahmed, et-Tenbîh ve’r-Redd ‘alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bida’, (neşr. Zâhidu’l-Kevserî), İstanbul, 1939.
* Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, Te’vîlâtü’l-Kur’an, (thk. Mehmet Boynukalın), Dâru’l-Mîzân, İstanbul, 2005.
* ------- Kitabü’t-Tevhîd, (thk. Fethullah Huleyf), İstanbul, 1979.
* en-Nu‘aymî, Selîm, “Zuhûru‟l-Havâric”, Mecelletu’l-Mecma‘i’l-İlmiyyi’l-Irâkî, XV, Bağdat, 1967.
* Nursî, Bediüzzaman Said, Münâzarât, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 1991.
* ------- Mektûbât, Envâr Neşriyat, İstanbul, 1993.
* Okumuş, Ejder, “‘Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’in Bir Meşrûiyet Aracı Olarak İcat ve İstihdamı”, Marife (Ehl-i Sünnet Özel Sayısı), yıl: 5, sayı: 3, Konya, Kış 2005.
* Özalp, Ahmet, “Hâricîlik”, Şâmil İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1990.
* Özler, Mevlüt, İslam Düşüncesinde 73 Fırka Kavramı, Nun Yayınları, İstanbul, 1996.
* Rıza, Reşid, Tefsîru’l-Menâr, Beyrut, ty.
* Şahinalp, Hacer, İlk Dönem Kelâm Kaynaklarında Tekfir Tartışmasının Pratik Boyutları, (Basılmamış yüksek lisans tezi), Şanlıurfa, 2003.
* eş-Şâtıbî, Ebû İshak, el-Muvâfakat fî Usûli’ş-Şerî‘â, Beyrut, ty.
* ------- el-İ’tisâm, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.
* eş-Şehristânî, Ebû’l-Feth Muhammed b. Abdülkerîm, el-Milel ve’n-Nihâl, (I-II), Beyrut, 1948.
* ------- el-Milel ve’n-Nihâl, (neşr. Ahmed Fehmî Muhammed), Kahire, 1948.
* et-Taberî, Muhammed İbn Cerîr, Câmiu’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân, (thk. Abdullah İbn Abdilmuhsin et-Turkî), Merkezu’l-Buhûsi ve’d-Dirâsâti’l- ‘Arabiyyeti ve’l-İslâmiyyeti, Kahire, 2001.
* Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, Damla Yayınevi, İstanbul, 1996.
* Uludağ, Süleyman, İslam’da İnanç Konuları ve İ’tikâdî Mezhepler, Mârifet Yayınları, İstanbul, 1996.
* Watt, W.Montgomery, İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri, Ankara, 1981.
* el-Yemenî, Ebû Muhammed, Akâidü’s-Seles ve’s-Seb‘îne Firka, (thk. Muhammed Abdullah Zerbân), Mektebetu’l-‘Ulûm ve’l-Hikem, Medine, 1414 h.
* Yıldız, Harun, “Hâricîler’in Erken Dönem Tarih Algısı: Sâlim B. Zekvân Örneği”, emakâlât Mezhep Araştırmaları, c. II, sayı: 2, Güz 2009.
* Ziriklî, Hayreddîn, el-A'lâm:Kâmûs-u Terâcim li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ, Dâru'l-İlmi’lMelâyîn, Beyrut, 1969.
 
bus

26 Eylül 2021 Pazar

DÜNYA ve AHİRET DENGESİ / İman Hakikatinin Amel / Ahlaka Yansımaları ve Müslüman İman Algısındaki Yanlışlar ve Nedenleri / Sayfa 687 - 715

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 687 - 715
DÜNYA ve AHİRET DENGESİ
İman Hakikatinin
Amel / Ahlaka Yansımaları ve
Müslüman İman Algısındaki
Yanlışlar ve Nedenleri
Doç Dr. Furat AKDEMİR *

     Özet
     İman, insan zihnini bir gayeye yönlendiren, eyleme dönüştüren en önemli dinamizm ve güdüdür. Bu imani öncül beşerin yaşamında kutsalı, önceliği ve belirleyiciliği olan en önemli zihni bir kabuldür. Bu kabul, nitelik veya nicelik olarak dini, sosyal, siyasal, ekonomik, maddi ve manevi bir kaygı olabilir.İslam vahyi, imanı kutsal ile ilişkilendirmiştir. İmanın yön verdiği ahlak, kişinin eylemlerini oluşturur. Ahlakın somut yansıması olan davranışlar imanın konumunu belirler. İmanın doğurduğu, ahlak/davranış imana meşruluk kazandırır. İman vicdani ve hür bir kabulü içerir. Kur'an, insan sorumluluğunu iman etmek ve salih amel işlemek olarak iki özgün kavram ile formülleştirmiştir. İslam dünyasında Müslüman İlim adamlarının farklı iman tanımı yapmaları gelişen siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. Yüce vahyin ortaya koyduğu temel iman ilkeleri açık olduğu halde Müslüman imanında ortaya çıkan yanlış iman ve inanç algılarının nedenleri temel sorunların başında gelmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
*Yrd. Doç.Dr. Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
~~~~ * ~~~~

     1. Giriş
     ".... Size, Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: Sen Mü'min değilsin, demeyin...." (1)
     İslam; iman, itikat, rububiyyet, uluhiyyet, eylem, ibadet ve tüm düşünsel etkinliklerde Tevhidi esas alan bir din ve dünya görüşüdür. İman, insan zihnini ve düşüncesini şekillendiren, onu bir gayeye yönlendiren ve eyleme dönüştüren tümüyle kişiliğe yön veren unsurdur. İnsanın düşünce ve eylemlerini belirleyen en önemli dinamizm ve güdüdür. İman, bireyin yaşamında zihinsel ve eylemsel faaliyetlerine öncelik katan ve gerekirse diğer tüm yaşamsal gereksinimlerini ve arzularını ona tabi kılan bir öncüldür. Bu imani öncül beşerin yaşamında kutsalı, önceliği ve belirleyiciliği olan en önemli zihni bir kabuldür. Bu kabul, nitelik veya nicelik olarak dini, sosyal, siyasal, ekonomik, maddi ve manevi bir kaygı olabilir.

     1.1. İman Nedir
     İman nihai derecede olarak kaygılı olma durumu ve tüm kişiliğin bir eylemidir. İnsan, her canlı varlık gibi, birçok şey hakkında, ama hepsinde öte, yiyecek, barınma gibi kendi varlığını etkileyen şeyler hakkında da kaygı duyar. Fakat insan, diğer canlı varlıkların tersine, bilişsel (kognitif), estetik, sosyal ve politik gibi (spiritüel) kaygılara sahiptir. Bazıları ivedidir, çoğu kez de son derece ivedi; ve hayati kaygılar gibi, onlardan her biri, bir insan hayatı için ya da bir sosyal gurubun hayatı için nihailik iddia edebilir. Eğer o, nihailik iddia ediyorsa, bu iddiayı kabul edenin tam teslimiyetini talep eder ve diğer bütün iddialar ona tabi olmak veya onun adına reddedilmek zorunda kalsa bile o, tam bir itminan/güven/iman vaat eder. (2)
     İman tüm kişiliğin bir eylemidir. O, kişisel yaşam merkezine yerleşir ve onun bütün öğelerini içerir. İman, insan zihninin en odaklanmış eylemidir. İnananın hayatı için sonsuz bir öneme sahiptir. O, insanın zihinsel ve eylemsel davranışlarının üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. (3)
     İman bir bütün olarak kişiliğin bir eylemi olduğu için, kişisel hayatın dinamikleri içerisinde yer alır. İman bilinçli bir eylemdir. İman bilinçaltının bir hareketi olmadığı gibi, kişinin herhangi bir rasyonel fonksiyonunun eylemi de değildir. Fakat o, varlığının hem rasyonel hem de rasyonel olmayan öğelerinin aşıldığı bir eylemdir. O bunları aşar , fakat yok etmez. İman insanın kişisel hayatının bilişsel (kognitif) fonksiyonu ve diğer taraftan da duygu ve irade arasındaki gerilimdir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisa 4/94.
2) Paul Tillich, "İmanın Dinamikleri", çev. Fahrullah Terkan, Salih Özer, Ankara Okulu Yay. 1. baskı, Ankara 2000, s.15
3) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 17. 
~~~~ * ~~~~

     Onda bütüncül bir kabul ve teslimiyet eyleminin ayrılmaz bir öğesi olarak, kognitif (bilişsel) bir tasdik bulunmaktadır. İnsanın manevi yaşamındaki her eylemde olduğu gibi, imanda da duygu bulunur. Fakat duygu imanı oluşturmaz. Zira iman bilişsel (kognitif) bir içeriğe sahiptir ve iradenin bir eylemidir. İman, odaklanmış bendeki bütün öğelerin birliğidir. (1)
     İnsan, doğrudan kişisel ve merkezi bir eylem vasıtasıyla, nihai, şartsız, mutlak ve sonsuzun manasını anlayacak güçtedir. Sadece bu, imanı, insani bir eylem bir potansiyel yapmaktadır. Bu somut şekilde zuhur eden şeyin soyut terimlerle ifadesidir. (2) İman; Allaha karşı saygı, sevgi ve şükrandır. Ahirete karşı ise korku ve umut besleme gibi inanç, bilinç ve duygusal değerlilik yaşantılarıdır. Doğru iman doğru, yararlı ve sorumluluk içeren bir ahlakı/davranışı, yanlış iman ise, sorumsuz ve zararlı olan ahlakı/ameli doğurur.
     İman konusunda iki noktaya işaret edilir. Birincisi, iman tamamen akli bilgiye eşit değildir, ama böyle bir bilgiden de yoksun değildir. İman, Müslüman kelamcıların dediği gibi, zihni/aklı bağlayan veya onu sağlam ve sarsılmaz şekilde sağlam bir şeye bağlayan bağ/düğüm (akd) dür, fakat onun sağlam bir bilgi temeli de vardır. Her ne kadar Kur'an sırf akli bilginin rehberlik yapamayacağını söylerse de (3) akli bilgi olmadan da rehberlik (iyi ve kötüyü görmek) imkansızdır. Gerçekten de, Kur'andaki muhtelif ayetler açıkça iman-bilgi birlikteliğini ve imanın bilgi ile arttığını beyan eder. "(Ey Muhammed) de ki; Rabbim bilgimi artır" (4). "Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olabilir mi?" (5) İman bu yüzden zorunlu olarak bilme/bilgiyi gerektirir. İkincisi, iman bir kalp ve zihin/akıl meselesidir. İman amel ile bağıntılıdır. Gerçek iyi ameller, imandan kaynaklanmaktadır. (6)
   Her iman, bilgi, amel ve tasdik sonucu ahlaki bir anlayış ve yaşam tarzı oluşturur. İman amelden/ahlaktan ayrı bir şeydir; fakat ikisi birbirine bağlı şeylerdir. İman zorunlu olarak amel doğurur. İmanın yön verdiği ahlak, kişinin eylemlerini oluşturur. Ahlakın somut yansıması olan davranışlar imanın konumunu belirler. İnsanın anlamaya çalıştığı ve ahlaka yansıttığı iman ne kadar gerçeği yansıtmaktadır. İman etmek veya imanın dayandığı kutsal veya kutsal olmayan değerler imana meşruluk kazandırmak için yeterli değildir. İmanın doğurduğu, ahlak/davranış imana meşruluk kazandırır. Bu manda iman ve amel birlikteliği, ortaya koyduğu nihai sonuç imanın konumunu belirler. İmani değerleri anlayan ve yorumlayan insandır. Kişi davranışlarını, imanlarının oluşturduğu ahlaka göre ortaya koyar. İman kutsala dayansa bile iman ettim demekle, geçerlilik kazanmaz. Her davranış kişisel yapıda ve davranışsal boyutta sonuçları bulunmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 17-20.
2) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 20.
3) "Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?" Casiye 45/23
4) Taha 20/114.
5) Zümer 39/9
6) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000, s. 19.
~~~~ * ~~~~

     Bu bağlamda iman, ahlak ve davranışın ne kadar birbiri ile doğru orantılı olması önemlidir. Bu yüzden Kur'an imanın doğru ve ifade ettiği gerçeğe uygun olması bağlamında uyarıda bulunmuştur. (1) Ayrıca iman edenin iman iddiasını gerçekleştirmesi gerektiğini vurgular. Kur'an doğru ve gerçek bir imanın iyi, güzel ve sağlıklı bir ahlaka/eyleme yansıyacağına defalarca dikkat çeker. (2) İmanın ahlak doğurması, sadece onun kutsal, yüce ve değersel gücüyle ilgili bir sorun değildir; aynı zamanda doğruluğuyla da ilgilidir. Kutsal ve yüce değerleri içeren fakat yanlış imanlarda, büyük günahlar, zulümler ve yanlışlar doğurmuştur. Yeryüzünde kutsal olan veya olmayan, nihai amaçlar için insan en büyük zulmü hemcinsine karşı işlemiştir. Yeryüzünün en büyük savaşları, zulümleri, ölümleri ve katliamları zaman zaman yanlış dindar şahsiyetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Hıristiyanların haçlı seferleri, kilisenin zulümleri, Yahudilikte Siyonizm, İslam’da Haricilik ve son dönemde DAİŞ'in yarattığı şiddet bunun örnekleridir. Bu nedenle gerçek ve doğru bir iman istikameti (dosdoğru bir çizgide yürüme) doğurur. (3)
     İslam vahyi, imanı kutsal ile ilişkilendirmiştir. Yüce Allah rububiyet ve uluhiyet nitelikleri ile mutlak ve sonsuzdur. Bu nitelikleri ile imanın merkezinde yer alır. İman mutlak, sonsuz ve kutsal olanı samimi bir kabul, biliş ve tasdikdir. Bu kabul ve tasdik olumlu, anlamlı ve sorumlu bir ahlakı/davranışı doğurur. Yüce vahiy bunun tüm olumlu ve sorumlu davranışların adı olan "salih amel" olduğunu ifade eder. İmanın bilgisini veren, belirleyen ve anlam katan, O'dur. İman bu yönüyle Beşeri olan tüm subjektif, kaygı, tutku ve çıkarların ürünü olan imandan farklıdır. Mutlak ve kutsal olanın belirlediği iman daha objektif, kapsayıcı, dünyevi ve uhrevi karşılığı olandır. Bu yönüyle İslam vahyinin belirlediği iman Mutlak olanın varlığı ve bilgisini beşeri kabul, bilme ve tasdik ile düşünsel ve davranışsal kılmaktır.

     2. Kur'an'ı Kerim'de İman
     İman kavramı, “أمن “(e-mi-ne) fiilinden hemze ile geçişli yapılan “آمن" (âmene) fiilinin mastarıdır. Başka bir ifadeyle; “أمن" (e-mi-ne) fiilinin, “إفعال"  (if’âl)” vezninde mastarıdır. "األمن" (el-Emn), "األمان" (el-Emân) ve "األمانة" (el-Emânetu) masdarından türeyen emin olmak, doğru olmak, güven vermek, güvende olmak, korkusuz ve huzurlu olmak, birine bir hususta güvenmek, boyun eğmek anlamlarına gelmektedir. (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1)  Bakara 2/ 41-42; Nisa 4/136.
2) Bakara 2/25,82,277; Al-i İmran 3/57; Nisa 4/57.
3) Fussilet 42/30; Ahkaf 46/13.
4) İbn Manzûr, Ebul-Fadl Cemaluddin Muhammed Mükerrem, "Lisanu’l-Arab", Beyrut, Ts. XIII, 21; Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakûb, "el-Kamûsu’l-Muhît", Beyrut, 1986, s. 1518; Serdar Mutçalı, "Arapça-Türkçe Sözlük", Dağarcık Yay. İst. 1995, s. 26-27.
~~~~ * ~~~~

     Kur'an'da iman ve türevleri isim ve fiil olarak geçmektedir. İman kavramı biri nekire masdar, onyedisi lam-ı tarifli masdar, yirmisi zamire izafe edilmiş masdar, ikiyüzotuzbiri ism-i fail formunda olmak üzere toplam ikiyüzaltmışdokuz kez isim olarak geçmiştir. Yüzyetmişüçü fiili muzari, ondokuzu emr-i hazır, ikisi nehy-i hazır, dörtyüzkırkaltısı da fiili mazi olarak altıyüz kez fiil olarak geçmiştir. İman kavramı toplamda Kur'an'da dokuzyüzsekiz kez geçmektedir. (1)
     Türkçede inanmak fiili ile eşanlamlı kullanılan iman, Arapça'da emn, vusuk ve tasdik kelimeleri ile ilgilidir. İman kelimesi güvenme,doğrulama, onaylama, kabul etmek ve anlamlarını içermektedir. (2)  Kur'an'da emine fiilinin geçtiği ayetlerde bu anlamlar görülmektedir. (3) Kur'an öncesi Arap edebiyatında da Kur'an'daki anlamında kullanılmıştır. (4) Kur'an ayetlerinde itminan/huzur, korkunun kaybolması, üzüntü ve tasanın sona ermesinde ortaya çıkan ruh hali anlamında kullanılmaktadır. Emn kelimesinde kendini korku ve tasadan yana güvende hissetme fikri kelimenin din dışı anlamında kullanılmıştır. (5)
     İman if'al formunda Arapça'da yaygın olarak bi ب ön takısı ile kullanılır. Bu kullanımıyla (bir şeye/birine) iman veya güveni olmak anlamına gelir.Bu iman veya güvenin kendisine yöneldiği esas varlık Allah'tır. Allah'a (amene billahi) inanma/güvenme/dayanma. Fakat kendisine iman edilen, Kur'an (ya da bütün vahyedilmiş kitaplar) veya Hz. Muhammed (ve bütün peygamberler) de olabilir.Bu durumda anlam Kitapların ve Peygamberlerin doğruluğuna, Allah tarafından gönderildiklerine inanmaktır.(6) Emn, kişinin güven içinde olması (lazım fiil) anlamına gelmektedir. Fiil takısız veya nesnesiz olarak da if'al formunda kullanılabilir. Bunun anlamı iman edilen şeyin anlaşıldığı fakat açıkça ifade edilmediğidir. (7) Bu iman/güven bazı ayetlerde akıl sahibi bir varlığa, bazen de bir eylem veya nesneye karşı ortaya konur. Bu anlam iman kavramının müteaddi olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.
     Emanet masdar olarak şu iki anlamda kullanılır. Bazen insanın emn içinde sahip olduğu durumu, bazen de birine güvenilip teslim edilen nesne (emanet) anlamında kullanılır. (8)  
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Muhammed Fuad Abdulbaki, "Mu'cemu'l-Mufehres", Daru'l-Hadis, Kahire, 1408/1988, s.103-118.
2) Murat Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay.3.baskı, İstanbul 2015, s.52.
3) "Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık". Bakara 2/125. "Kendilerine güvenveya korku hususunda bir haber geldiğinde..." Nisa 4/83;"...onları açlıktan kurtarıp doyurdu ve korkudan emin kıldı.'' Kureyş 106/4. Bkz. Yusuf 12/11; Nahl 16/45.
4) "Katlettiniz derin alimlerin piri ve /himayesine giren emin olduğu Kab'ı", Helmer Ringgren, "The Coceptof Faith in The Koran", ORİENS, Leiden, 1921, IV, s.2,4; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 52.
5) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 52.
6) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000, s. 18.
7) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme" , s. 18.
8) Rağıp el-İsfehani, "el-Müfredat fi Ğaribi'l-Kur'an",Daru'l-Ma'rife, Beyrut (1426/2005), s. 132-133.
~~~~ * ~~~~

     Emanet kelimesi Kur'an'da müminlerin, maddi-manevi emanetleri gerçek sahiplerine vermelerini de ifade eder. Emanete sahip çıkmayı, gerçek müminlerin niteliği olarak sayar. Kur'an, dağlara, göklere ve yere yüklenen sorumluluğu (halifelik/görev/akıl) da emanet olarak nitelendirir. (1) İnsan'ı değerli ve farklı kılan en önemli niteliklerin başında güvenilir olma gelir. Güvenilir olma doğru, gerçek, samimi ve dürüstlüğü ifade eder. Kur'an dinin gerçekliğini belirtmek için vahyin, peygamberlerin (2) ve Cebrail'in güvenilirliğine (3) dikkat çeker.
     İman dediğimizde duygu, düşünce ve hareket açısından iman ile bağlantılı, fakat iman kökünden olmayan kavramları da hesaba katmış oluruz. Zira, tek bir kavram, hele iman gibi kompleks bir kavramsa, ayrı ayrı kavrayışlardan oluşabilmektedir ki semantik, kristalleşerek kelimeye dönüşmüş bu farklı görüş açılarının tahlile dayalı bir tetkikidir. (4)
     Vahyin inen ilk ayetlerinde İslam'ı benimseyenlerin niteliği iman kelimesinden çok haşyet, takva gibi kavramlar kullanılmıştır. İslam'a karşı olanlar ise küfür lafzından daha çok istiğna, şakavet ve tekzib lafızları kullanılmıştır. Kur'an, iman-küfür karşıtlığında şu ifadeleri kullanmıştır. Takva-fücur (5), takva-şakavet (6), takva-icram (7), takva-tekzib (8), takva-tuğyan (9), takva- istiğna (10), haşyet-istiğna (11), tezekki-istiğna (12), tasdiktekzib (13) ve birr-fücur (14-15)
     Allah'a karşı samimiyet ve tasdike dayalı iman, kişinin sözlü ve davranışsal olgularına dinamizm sağlar. Kur'an iman çağrısını benimseyenleri ifade ederken onların Allah'ı gereği gibi takdir eden, şükreden, sabreden, bunların yanı sıra aklı, düşünmeyi, zihinsel analitiği ve bilgiyi önceleyenler olduğunu vurgular. Kur'an imanın nasip olması için; akıl sahibi olmak (16), kulak vermek (17), düşünmek (18), aklını kullanmak (19), Allah'a yönelmek (20), tebliğ edilenleri anlamaya çalışmak (21), 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Ahzab 33/72.
2) eş-Şuara 26/107, 125,143,162,178.
3) eş-Şuara 26.
4) Toshihiko İzutsu, "Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar", çev. Selahattin Ayaz, İst. tsz. s.26.
5) Sad 38/28; eş-Şems 91/8;
6) el-Leyl 92/15-17;el-Âla 87/10.
7) el-Mürselat 77/41-46.
8) el-Mürselat 77/24,28,34,40-41,45,47,49.
9) Sad 38/55; Nebe 78/23.
10) el-Leyl 92/5-8.
11) Abese 80/5-9.
12) Abese 80/3,5-7.
13) el-Kıyame 75/32; el-Leyl 92/5-8, 15-16.
14) el-İnfitar 82/13; el-Muteffifin 83/7,18,22.
15) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 39.
16) el-Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,90; Yusuf 12/111.
17) Yunus 10/67; en-Nahl 16/65.
18) Yunus 10/24; er-Rad 13/3; el-En'am 6/126.
19) el-Bakara 2/164; er-Rad 13/4; en-Nahl 16/12.
20) Sebe 34/9; Gafir/40/13; Kaf 50/8. 21 el-En'am 6/98; Taha 20/28.
~~~~ * ~~~~

     öğrenmek (1) , yakineninanmak (2) , Allah'ı bilmek, sakınmak, ibret almak (3) , sabretmek (4), şükretmek (5) ve ibadet etmek gibi unsurları ifade eder. (6)
     Kur'an, imana aykırı olan ve inançsızlığa yol açan kavramları da ifade eder.. İman, beşerin olumlu zihinsel ve fiili olgularını içerirken onun zıddı olan küfür ise olumsuz söz ve eylemleri içerir. Buna göre tekebbür, zorbalık, nankörlük, bilmezlik, günah, ikiyüzlülük, tekzib (yalanlama), suç işleme, ifsad, zulüm, fısk, nankörlük, imansızlık, zann ve haktan yüz çevirme gibi olgular ise küfre kaynaklık etmektedir. (7)
     Kur'an, vahye koşulsuz ve önyargısız gelmeyi önceler. Doğru bir düzlemde ve ilkeli bir akla sahip olmayı (8), vahyin ifade ettiklerini anlamaya çalışmayı (9), derin düşünmeyi (10), akli çıkarımlarda bulunmayı, öğüt ve ibret almayı (11)  tavsiye eder. Bu yöntem imanın anlaşılması ve gerçekleşmesini sağlayacaktır. Kur'an iman edene ahirete yönelik kurtuluşu vurguladığı gibi, dünyevi tehlikelere karşı da güveni vurgular.
     İman Kur'ân'da hem Allah'ın hem de insanların sıfatı olarak kullanılmıştır. İnsanlar için; peygamberin bildirdiklerini doğrulayan; Allah için, yaratıklarına güven veren, onları zulümden berî kılan, îman, emniyet ve eman verici, şek ve şüpheleri gideren, korkuda olanlara güven veren demektir. Allah'ın sıfatı olarak Kur'ân'da bir âyette geçmiştir: "O... selam'dır, mü'mindir, müheymindir..." (12) Âyetteki "mü'min" kelimesi "mü'men" şeklinde de okunmuştur. Bu takdirde anlamı, kendisine îmân edilen, güvenilen demektir. Bir âyette de fiil şekli kullanılmıştır: "Bu Kâbe'nin Rabbine ibâdet etsinler. O Rab ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu." (13)
    İman eylemi Peygamberlere de isnad edilmiştir. Peygamberlerde Allah'a iman etmekle mükelleftirler. Kur'an, peygamberlere diğer insanlar gibi kulluk ve teslimiyeti emreder. Peygamberler Allah'tan aldıkları ilahi bilgilerin kesinliğine ilişkin objektif bir bilgiye sahip değillerdir. Kendilerine indirilen şeylere tıpkı diğer inanalar gibi onlarda iman etmektedirler (14).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Bakara 2/230; el-En'am 6/97; en-Nahl 16/12,67.
2) el-Bakara 2/ 248; el-En'am 6/99; en-Nahl 76.
3) el-Hicr 15/75.
4) İbrahim 14/5; Sebe 34/19.
5) el-A'raf 7/58; İbrahim 14/5; Sebe 34/19.
6) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 45.
7) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 46-47.
8) Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,190, İbrahim 14/ 52; Taha 20/54,128;
9) Yunus 10/67; er-Rum 30/22.
10) el-En'am 6/126; en-Nahl 16/13; Yunus 10/24; er-Rum 30/21.
11) Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,13,190, İbrahim 14/ 52; Yusuf 12/111.
12) el-Haşr, 59/23.
13) Kureyş, 106/3-4.
14) el-Bakara 2/285; ez-Zümer 39/33.
~~~~ * ~~~~

     İnsanın sıfatı olarak mü'min; Allah'a, O'nun emirlerine, âhiret gününe, kitaplarına, meleklerine, peygamberlerine îmân edip itaat eden demektir. Mü'min, sözlük anlamına da uygun olarak, hem inandığı kudretin sağladığı güvenin içinde olan, hem de kendisi başkasına güven veren kimsedir. (1) Mü'min Allah'a, gayba, âhirete ve O'nun emirlerine boyun eğerek gönderdiği bütün vahiy mahsulüne inanıp Hz.Muhammed başta olmak üzere gelip geçmiş bütün peygamberleri tasdik eden (2) Allah anıldığı zaman kalbi ürperen ve O'nun âyetleri okunduğunda îmânı mükemmelleşen ve sadece Rabbine dayanıp güvenen (3) , ibadetini huşû içinde yerine getiren, boş ve yararsız işlerden yüz çeviren, zekatını veren, iffetini koruyan, her türlü aşırılıklardan kaçınan, ahidlerine ve emanetlerine riâyet eden (4), Allah'ı, peygamberi, mü'minleri seven, yaratılanları hoş gören, insanların haklarını koruyan, dost ve kardeşlik duygularına bağlı olan, îmânın kendisine verdiği sadelik, temizlik, dürüstlük ve samimiyetle dünyada örnek kişilik sergileyen, iyiliğin yanında, kötülüğe karşı olan, kısacası dünyayı bireysel boyutta düzeltmeye çalışan, son derece yumuşak ve merhametli olan kimsedir.

     2.1. İman Salih Amel Bağlamı
    Kur'an, insan sorumluluğunu iman etmek ve salih amel işlemek olarak iki özgün kavram ile formülleştirmiştir. İman: insanın iç dünyasını oluşturan, olumlu inanç, duygu, düşünce ve değerleri karşılayan soyut kalbi eylemleri karşılayan ve yansıtan bir kavramdır. Salih amel ise, imana uygun, dışa yansıyan somut insan eylemlerini temsil eden kapsamlı bir kavramdır. Kur'an'da insan sorumluluğunu dile getiren bütün kavramlar iman ve salih amel kavramının çatısı altında özetlenebilir. Bunun anlamı salih amel kavramının Kur'an sisteminde birçok insan davranışını ve sonuçlarını karşılayan kavramların anlaşılmasına katkı sağlayacak olmasıdır. Salih amel üzerinden Kur'an'ın insan davranışlarına uyguladığı sistemi anlamaya çalışmak, Kur'an'ın insan için belirlediği sorumluluk haritasının çıkarılmasına ve dünya görüşünün açıklanmasına katkı sağlayabilir. Aksi halde dinin anlaşılmasını zorlaştıran, amacından saptıran, gereksiz konularla uğraşılmakla zaman kaybedilme tehlikesi devam edecektir. Çünkü salih ameller, dini çağırdığı yer, oluşturmaya çalıştığı dünya görüşünün temeli, hayat felsefesinin özü ve pratiğidir. Dindeki bütün değersel alt yapı salih amel üretimi için planlanmıştır. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) "Allah, sizlerden îmân edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri s ahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiç birşeyi bana eş tutmazlar, artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır." (en-Nûr, 24/55)
2) el-Bakara, 2/2-4.
3) el-Enfâl, 8/2.
4) el-Mü'min, 22/2-8.
5) Ömer Demir, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", Araştırma Yay. Ankara 2013, s. 22.
~~~~ * ~~~~

     Her dinin bir hakikat görüşü ve kurtuluş müjdesi nazariyesi vardır. Kur'an bağlamında İslam kurtuluş nazariyesinin iman ve salih amel olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kur'an ne varlıkları mitleştirmiş ve ne de insanları tabiatüstü, ilahi bir kurtarıcı şahsiyetler olarak görmüştür. Mitlerde bir kurtarıcının hayatının önemli anları olan; ana rahmine düşüş, doğum, çocukluk, çağrı ve ölüm gibi anlar üzerinde özellikle durmak suretiyle bu şahsiyetler sürekli yüceltilir. Olağanüstü olay ve olguların meydana gelmesi onlarla ilişkilendirilir. bu şekilde doğal biyografi, kutsal kural haline getirilerek dini tören ve uygulamalar için temel oluşturacak şekilde tabiat-üstü bir varlık biçimine dönüştürülür. Kur'an gerçek kurtuluşu ve kaybı insanın bireysel ve toplumsal çabalarına ve emeğine bağlamış; kurtuluş vurgusu iman ve salih amellere yapılmıştır. Bu bağlamda diyebiliriz ki iman ve salih amel insanın bireysel çabasını gerektiren, bilmeye, anlamaya, öğrenmeye, akletmeye, sevgi ve inançla bağlanmaya ve aktif olarak eylemde bulunmaya çağıran bir yoldur. Ne akla zarar menkibelere, ne mehdi beklemeye ve aramaya, ne de kıyamet alametlerini tartışmaya ve ne de geçmişi destanlaştırmamutlaklaştırmaya ihtiyaç vardır. (1)
     İnsan bütün ilişkilerinde anlamlı ve değerlerle bütünleşmiş yaşam (2), salih ameller üzerine temellendirilebilir. Ayrıca bu kurtuluş bütün insanlara açık olup kimsenin tekelinde değildir. Salih amel algısı Kur'an açısından son derece önemlidir. Bu algı din anlayışlarının ayrışmasında son derece etkilidir. (3)

     2. 3. İslam Düşüncesinde İman ve Amelin Anlaşılması
     İslam imanının esasları vahye dayanır. Vahiy İslam dininin iman, ibadet, muamelat ve ahlak ilkelerini esas belirleyicisidir. İslam vahiy eksenlidir ve bu İslam'ın temel özelliğidir. Buna karşın İslam düşüncesinde iman konusunda görüşler ve oluşan itikadi ekoller; dini, toplumsal, siyasi ve kültürel etkilerin sonucunda ortaya çıkan insani yorumlardır. İman ilkeleri dinin esası, ameli, düşünsel ve davranışsal ilkelerin belirleyici unsurdur. İslam düşüncesinde akide/iman konusunda ileri sürülen görüşler veya yazılan eserler bir kişi veya mensubu bulunduğu ekolun iman konusunda ki görüş, yorum, anlama ve onaylaması anlamına gelmektedir.
     İman'ın ne olduğu ve ne anlama geldiği hususunda farklı tanımlar ve yorumlar yapılmıştır. İmanın ne olduğunu bilmeye, anlamaya ve ifade etmeye çalışan insandır. İman konusu vahiy kaynaklı olsa da bu durumda da ilk unsur insandır. Soyut bir anlam içeren imanın, toplumda yaşanan olaylar ve oluşturduğu etkileşimden dolayı, kişilerde farklı tanımların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bu bağlamda oluşan tüm itikadi ekoller ve görüşler beşeri özellikler taşır. İslam düşüncesinde iman kavramı ve iman ile ilgili konularda yapılan yorumlar, tartışmalar ve yazılan eserler daha çok içerdiği konuların yanı sıra dini, siyasi ve toplumsal olaylardan sonra ortaya konmuştur. Bu yüzden İslam düşüncesinde itikadi alanda yazılan eserler farklı adlarda kaleme alınmıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mualla Selçuk, "Teorik ve Pratik Açmazları ile Kültürel Miras Öğretimini Sorgulayan Bir Deneme", AÜFD, Cumhuriyetin 75.Yılı Özel Sayısı, s. 256.
2) Hilmi Ziya Ülken, "Eğitim Felsefesi", MEB Yay. İst. 1967, s. 155.
3) Demir, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", s. 22. 
~~~~ * ~~~~

     2.4. İslam Düşünürlerinin İmani Algıları
     İslam alimleri imanı tarif ederken kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve ameli zikretmişlerdir. "İman sadece kalbin tasdikidir" diyenler ile "iman kalbin tasdiki ve dilin ikrarıdır" diyen alimler arasındaki görüş ayrılığının bir neticesi olarak imanın tarifi değişik şekillerde yapılmıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife bir kısım Hanefi fıkıhçılara göre iman: Hz. Muhanımed'in Allah Teala tarafından getirdiği kesin olarak bilinen hususların tamamını kalp ile tasdik dil ile ikrar etmektir. (1) İmam-ı Azam, el-Fıkhu'lEkber adlı eserinde şöyle der: "Yer ve gök ehlinin imanı, mü'menün bih (iman edilen şeyler) yönünden artmaz ve eksilmez. Ancak yakın ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhit açısından müsavi, amelleri itibariyle bir birlerinden faziletlidirler (2)
     İmam Ebu'l-Mansur el-Matüridi (v.333/944) ve Ebu'l Hasan el-Eş'ari (v.324/936) ile onları takip eden Ehl-i Sünnet kelamcılar, imanın kalben olması gerektiğinde ittifak etmişlerdir. (3) Amelin imanın bir cüzü olmadığını ve imanın tasdik manasına geldiğini söyleyip; imanın artmasını ve eksilmesini mümkün görmeyen alimlerin başında İmam-ı Azam gelmekte ve onu Matüri'di kelamcılar ile Cüveyni ve Taftazani gibi Eş'ari alimleri de takip etmektedir. (4) Hariciler imanın tanımına amelleri eklemiştir. Onlara göre iman kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel etmekten oluşur. İmanda bu üç özellik bulunur. Bunlardan birini terkeden imandan çıkar. Ameli terk eden ve büyük günah işleyen dinden çıkmıştır. (5) Mu'tezile ise amelleri imanın bir parçası kabul etmiş büyük günah işleyen kafir değil fasık olduğunu ifade etmişlerdir. (6)
     el-Fıkhu'l-Ekber, Akaid, Tevhid ve Sıfatlar İlmi, Usuli'd-Din, Nazar ve İstidlal ve Kelam (7) gibi adların eserlere verilmesi dönemin yaşanan dini, sosyal ve ilmi konjonktörünün sonucudur. Bu isimlendirmeler aynı zamanda beşeri algılama ve adlandırmalardır. Ebu Hanife inanç alanında yazdığı el-Fıkhu'l-Ekber, içeriği tamamen İman, Allah’ın birliği, sıfatları ve peygamberlik gibi itikadi esaslarla ilgilidir. İnanç konusu ile ilgili esere bu adın verilmesi iman konusunun, dinin en temel ve en önemli bilgiyi içermesinden kaynaklanmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İmam-ı A'zam, el-Fıkhu'l-Ekber, nşr. Mustafa Öz, İstanbul, 1992, s.74
2) İmam-ı A'zam, el-Vasıyye, s. 87
3) Ebu Mansu el-Maturidi, "Kitabü't-Tevhid Tercümesi", Tercüme Bekir Topaloğlu, İSAM, Ankara 2005, s.489-496.
4) İmam-ı A'zam, "el-Vasıyye", s. 87;
5) Eş'ari, "el-Makaltü'l-İslamiyyin" I, s.204.
6) Eş'ari, "el-Makaltü'l-İslamiyyin" I, s.223.
7) Akaid; İslam düşüncesinde iman esaslarını ağırlıklı nas (Kur'an, hadis) bağlamında, tartışmaya girmeden, ilahiyyat, nübüvvet ve semiyyat konularını ele alan, var olanı konu etmeyen eserlerdir. Tevhid ve Sıfatlar: İnanç konularında en önemli konu Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları ve tevhid konularıdır. Hicri birinci ve ikinci asırda Hanbeli/Selefi teşbih ve tecsim fikri ile Mu'tezile tenzih fikri karşılıklı olarak ciddi tartışmalar yaşamaktaydı. Birbirine karşı fikri yaklaşımlar ortaya koyan bu iki akıma karşı bazı kelamcılar Allah'ın sıfatlarını ispat etmenin yanı sıra Allah'ı tüm eksikliklerden arındırmayı esas alan eserler yazmışlardır. Usulü'd-Din: Dinin asılları, dinin temel ilkeleri anlamına gelmektedir. Dinin inanç esasları asıl ve belirleyici ilkelerdir. Davranışsal, ameli ve ahlaki ilkeleri ise ikinci derece ilkeleridir. Dinin asılları olan İlahiyat, nübüvvet ve ahiretin gerçekliği ve ispatı diğer ikinci derece esasların gerçekliğini sağlar. Nazar ve İstidlal İlmi : İnanç konularında akıl yürütmeyi, düşünmeyi ve bilgiyi esas aldığı için bu ismi almıştır. İnanç alanında ele alınan konuların genişlemesi sonucu, bu konular ile ilgili yöntemde değişmiştir. Akıl, düşünmeyi ve bilgiyi doğurur. Dinin, vahyin ve nübüvvetin doğruluğu akıl ile anlaşılır ve bilinir. İnanç ilklerinin vahiy, akıl ve bilgi bağlamında ele alınması onu daha güçlü ve evrensel kılar. Kelam: Söz anlamına gelen Kelâm/Allah'ın Kelâmı (Kelâmullah) ilk dönemde İslam düşünürlerinin en çok tartıştıkları konulardan biri olmuştur. Bu konu ilk dönemlerde siyasi bir konu haline gelmiştir. ("Kelâm", Editör: Ş.Ali Düzgün, Grafiker Yay. Ankara 2012, s.25-27).
~~~~ * ~~~~

     4. İmanın Yorumlanması ve Yanlış İmani Algılar
     İslam dünyasında Müslüman İlim adamlarının farklı iman tanımı yapmaları gelişen siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. Bu bağlamda Müslümanların farklı inanç, davranış ve değer yargıları ortaya koyması temel sorunların başında gelmektedir. Yüce vahyin ortaya koyduğu temel iman ilkeleri açık olduğu halde Müslüman imanında ortaya çıkan yanlış iman ve inanç algılarının nedenleri de temel sorunların başında gelmektedir. Müslüman iman ve inanç algılarının ortaya çıkışında tarihsel süreç, bu sorunun nedenlerini ortaya koymaktadır. İslam düşüncesinde ki inanç ekollerinin görüşlerinin dini/imani gerçeklik olarak yansıtılması veya algılanması, İslâm toplumunun temel problemlerinden birini oluşturmuştur. İslam alimlerinin dini referanslarla şekillendirdikleri yorumları ve fikirlerini- kendileri veya taraftarları tarafından- başkalarına dayatmak ve bunu İslam inancının mutlak görüşü olarak yansıtmak Kur'an'a ve tebliğcisinin uygulamalarına aykırıdır. Bu düşünceleri mutlak doğru görerek, kurumsal manevi bir dini anlayış geliştirmek ve İslam için özdeş görmek, daha çok kendi inanışlarına ve düşüncelerine uygun bir inanç ve düşünce toplumu geliştirmek ve oluşturmaktır.

     4.1 Hz. Muhammed Dönemi
     Hz. Muhammed döneminde sahabe iman ile ilgili çeşitli sorular sormuş, bu konuda Hz. Peygamber cevaplamıştır. Bu konuda ciddi tartışmalar ve geniş tanımlamalar yapılmamıştır. Ağırlıklı Kur'an'ın işaret ettiği ve Hz. Muhammed'in ifade ettiği çerçevede iman konusu ve diğer dini ve sosyal konular ele alınmıştır. Kur'an'da, iman kavramı ve türevleri çok sayıda geçmektedir. Kur'an, İman kavramını ilgili olduğu, salih amel, ibadet, ittika, hidayet ve ihsan gibi kavramlarla kullanmıştır. Bunun yanında Kur'an'da iman kavramının zıddı olan küfür, şirk, irtidad, nifak gibi kavramlar da kullanılmıştır. Hz. Muhammed döneminde iman, küfür, şirk, irtidad ve nifak kavramları ile ilgili olaylar yaşanmıştır fakat Hz. Muhammed'in dini ve siyasi otorite olarak varlığı bu kavramlara farklı anlamlar yüklenmesini ve ifade edilmesini önlemiştir. O dönemde iman'ın ne olduğu, imân-amel ilişkisi çerçevesinde gündeme gelen “Cibrîl hadisi” (1) ve “imânın çeşitli şubelerden oluştuğuna” delâlet eden farklı konularda Hz. Muhammed'in değerlendirmeleri olmuştur. Fakat iman konusunda ve diğer konularda farklılaştırıcı ve ayrıştırıcı farklı yorumlar ortaya çıkmamıştır. Vahyin ve Hz. Muhammed'in değerlendirmesi otorite olarak kabul görmüştür.
     İman'ın ne olduğu ile ilgili derin tartışmalar Hz. Muhammed'in vefat ile başlamıştır. Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Müslümanlar, daha önce karşılaşmadıkları problemlerle yüz yüze kaldılar. Bu problemlerin bir kısmı Müslümanların kendi bünyeleri ile ilgili iken bazıları dış kaynaklı idi. İslami fırkaların şekillendiği dönemlerde fırkalar birbirlerin suçlamış, küfürle itham etmiş, bazen çatışmalara ve hatta ölülere kadar varmıştır. Bu dönemde yaşanan siyasi ve kelami tartışmalar akide kavgasına dönüştürülmüş tekfir, sapıklık, şirk, bid'at ve cehalet bağlamında tartışılmıştır.
     Hz. Muhammed'in vefatı ile dini ve siyasi otorite boşluğu oluştu. Ümmetin bunu doğru yönetememesi ve yorumlamaması sorunların her gün artmasına neden oldu. Sahabe arasında ilk ayrılık Hz. Muhammed'in vefatında oldu. Onlardan bir kısmı, onun ölmediğini ve Yüce Allah'ın onu, İsa b. Meryem gibi kendisine yükselttiğini (ref) ileri sürdü. (2) Ebu Bekr es-Sıddık onlara Allah'ın "Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (3) ayetini ve“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse siz geri mi döneceksiniz. Kim sözünden geri dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri ödüllendirir.” (4) ayetlerini okuduktan sonra "Kim ki Muhammed'e (a.s.m.) tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed (a.s.m.) ölmüştür. Kim ki Allah'a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy'dır, ölümsüzdür." (5) demesi üzerine hepsi de onun ölümüne inandılar ve böylece bu ayrılık da son buldu. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, Îmân 1, 5; Buhârî, Îmân 37; Tirmizi, Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6.
2) Ebu Abdullah Muhammed İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", I-VII, Beyrut, 1377-80/1957-60, II, 266- 70; Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş-Şehristani, "el-Milel ve'n-Nihal", I-II, nşr. M.Seyyid Geylani, Kahire 1961, I, 23. Ebu Mansur Abdulkahir el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", TDV Yay. çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991, s. 15.
3) ez-Zümer, 39/30.
4) Âl-i İmran 3/144.
5) Ebu Muhammed Abdulmelik İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), Tercüme: Abdulvahhap Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul, 2014, IV, 401-402; İbn Sa'd, "et-Tabakatu'lKubra",III, 182; Buharî, 3: 95; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
6) Bu rivayetlerde Hz. Ömer'in Hz. Muhammed'in vefatında ölmediği yönündeki rivayetlerde içerik olarak çelişkiler içerdiği ve Hz. Ebubekir'e hilafet konusunda rol biçtiği ile ilgili değerlendirmeler için bkz. Ahmet Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. 1. baskı, Ankara 2015, s.52-54; Mehmet Azimli, "Siyeri Farklı Okumak", Ankara Okulu Yay. Ankara 2010, s. 412-415.
~~~~ * ~~~~

     4.2. İslam İnancının Şekillenmesine Etki Eden Nedenler
    Kur'an-ı Kerim kabileciliği ve ırkçılığı yasakladı. Üstünlüğü iman,amel, takva ve ahlakla ilgili kıldı. (1) Irk , kabile, millet, renk ve soyun üstünlük aracı olmadığı ilkesini getirdi. (2) Hz. peygamber döneminde eski düşmanlıklar ve kabile asabiyeti zaman zaman yaşanmasına rağmen, Hz. Muhammed dini ve siyasi otoritesi ile olayların önüne geçmişti. Hz. Muhammed yaşadığı dönemde İslam öncesi dönemin adet ve uygulamalarına yer vermemişti. Fakat Hz. Muhammed'in vefatından sonra cahili dönemin kültürel, siyasi ve dini anlayışları yeniden sahabe arasında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu durum dini ve toplumsal sorunların artarak yaşanmasına neden olmuştur.

     4.2.1. Efdaliyet (Üstünlük) Düşüncesi
     İslam akaidinin şekillenmesinde etkili olan unsurlardan biri üstünlük (efdaliyet) düşüncesidir. Hz. Muhammed'in vefatı üzerine imamet konusunda efdaliyet fikri yeniden ileri sürülmüştür. Ensar, Hz. Muhammedin vefatından sonra beni Saide gölgeliğinde Hazrec'in lideri Sa'd b. Ubade'ye bey'at konusunda anlaştılar. (3)  Ensar bu işe Hz. Muhammed'in vefatından önce hazırlanmıştı. (4) sahabeden birileri Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e gelerek Ensar'ın Sa'd b. Ubade'ye biat etmek için toplandığını bildirdiler. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer yolda Ebu Ubeyde'yi alarak Beni Saide Gölgeliğine geldiler. Muhacirlerin gelişi ile halifenin kimden olacağı tartışması yaşanmaya başladı. (5) Hz. Ebu Bekir olaya girerek şu delilleri ileri sürdü. "Biz sizden önce Müslüman olduk"."Biz muhacirler Peygamber'in aşiretindeniz". "Onun aşiretinden olanlar hilafete daha layıklar". "Araplar, Kureyşten başkasını tanımazlar." Ensardan Hubab b. Munzir: "Bir emir bizden bir emir sizden olsun", önerisinde bulundu. Bu öneriyi reddeden Hz. Ebu Bekir : " Bizler emirler, sizler vezirlersiniz". dedi. Hz. Ebu Bekir bu toplantıda Hz. Peygamber'e dayanarak "İmamlar Kureş'tendir". (6)  sözünü nakletmiştir. (7) Ensar'ın iki büyük kabilesi , İslam'dan önce siyasi çekişme içinde idiler. Hz.Muhammed döneminde zaman zaman karşı karşıya gelmelerine karşı Hz. muhammed olayları önlemişti. (8) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hucurat 49/13; “Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır. Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arabın, Arab olmayana, Arab olmayanın Arab'a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah Teala katında en üstününüz, Allah Teala'dan en çok korkanınızdır.”Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay. İst. V/411.
2) Hucurat 49/13, Müslim, Birr, 34; İbn-i Mace, Zühd, 9. Ebû Dâvud, Edeb, 112, 121.
3) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 402-403; İbn Sa'd, "etTabakatu'l-Kubra", III, 182; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
4) Ethem Ruhi Fığlalı, "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", AÜİFD, XX, Ankara 1975, s. 221-224.
5) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 402-403; İbn Sa'd, "etTabakatu'l-Kubra", III, 182; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
6) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16
7) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 403-407; el-Bağdadi, (elFark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16, Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası",54-55.
8)  Ahmed b. Muhammed b. Abdirrahim İbn Abdirrabih, "Kitabu İkdü'l-Ferîd el-Endelusî", Kahire, 1952, c. I.331; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası",54-59.
~~~~ * ~~~~

     İslami dönemde de gizliden gizliye süren Evs ve Hazrec çekişmesi, halifenin Ensar'dan olmasını engelleyen bir öge oldu. (1) Sa'd b. Ubade Müslüman devletinin başına geçmedi. Fakat iki halifeye de biat etmedi. O, "Asla Kureyş'e biat etmem." demiş ölünceye kadar biat etmemişti. (2) Hz.Ali-Muaviye mücadelesinde, Hz.Ali'nin Muaviye'ye yazdığı mektuplardan birinde Ebu Talib'in (Haşimoğulları), Ebu Süfyan'dan (Ümmeyeoğulları) üstün olduğunu (efdaliyat) ileri sürmesi, Muaviye'nin görüşlerini benimsemeyen Ümeyye Oğullarının Muaviye etrafında toplanmalarında, Hz. Ali'ye karşı savaşmalarında etkili olmuştur. (3) Asabiyet ve efdaliyat tartışmaları Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında zaman zaman söz konusu edilsede etkili olmamıştır.
     Hz. Ebu Bekir döneminde bazı kabileler kelime-i şehadet getirip, namaz kıldıkları halde Hz. Ebu Bekir yönetimine zekat vermeyi reddettiler. Gerçekte Kureyş egemenliğine karışı çıkan bu kabileler, düşüncelerine bazı ayetleri (4) delil getiriyorlardı. (5) Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer arasında bazı tartışmalar yaşanmıştır. Zekat vermeyi kabul etmeyen topluluk ile ilgili sözlerde "inkar edenler" (6) olarak bahsedilmiştir. Zekat vermeyi kabul etmeyen bu kabileler, gerçekte Hz.Ebu Bekir'in siyasi otoritesine (hilafetine) karşı çıkıyorlardı. Bunu açıkça ifade ediyorlardı. "Allah'ın Elçisi aramızda iken ona itaat ediyorduk. Hayret, Ebu Bekir'in hükümranlığı da ne oluyor" (7). diye soruyorlardı. Hz. Ebu Bekir bu kabilenin tavrını siyasi anlamda devlete başkaldırı olarak görmüş, itikadi olarak bu davranıştan dolayı onları mü'min saymamıştır. Bu topluluğa yönelik söylemi bunu ortaya koymaktadır. "Yemin ederim ki namazla zekat arasında bir fark görenlerle savaşacağım." (8) Hz. Ebu Bekir, kabilenin siyasi otoriteye karşı söylemini itikadi alana çekerek değerlendirmiştir. Kabile siyasi devlet otoritesine karşı gelmiştir. Bu söylemi bu bağlamda değerlendirmek daha doğru olurdu. İman, siyasi alana dahil edilmemiş olurdu. Başlangıçta Hz. Ömer'in Ebu Bekir'e ikazı da bu doğrultuda doğru bir yaklaşımdı.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnu'l-Esir, "el-Kamil fi't-Tarih", Beyrut, 1995, II, s.85; Julius Wellhausen , "el-Havaric ve'ş-Şia", Arapçaya çev. A. Bedevi, Kahire 1958, s.8.
2)  Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi, Tarihu'l-Umem ve'l-Muluk, Kahire, 1357/1939, II, s. 459; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, s. 59-62.
3) Abdurrahman Ebu Zeyd Veliyuddin İbn Haldun Maliki, "Makaddime I-II, " , Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 8.Baskı İst.2012, I, s.439-460; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.25.
4) Tevbe 9/103.
5) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16; Ebu'l-Fidaİsmail b.Ömer İbn Kesir, "el-Bidayeve'n-Nihaye", Mısır 1351/1932, VII, s. 311; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.67-68; Murat Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay.3.baskı, İstanbul 2015, s.155-156.
6) Buhari, Zekat 1, İstitabe 3, İ'tisam 2, Müslim, İman 32; Ebu Davud, Zekat 1; Tirmizi, İman 1.
7)Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnu'l-Esir, Usdu'lĞabe fi Ma'rifeti's-Sahabe, 1285-1286/1868-1869, III, s. 206; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s. 67-68.
8) Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Resülullah (as) vefat edince, ondan sonra Hz. Ebu Bekir halife seçildi. Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidât" etti. (Hz. Ebü Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer, "Resülullah (as): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm'ın) hakkı hâriç artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi. Hz. Ebü Bekir: "Allah'a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır. Vallahi, Resülullah (as)'a vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki: "Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış." Buhâri, İ'tisâm 2, Zekat 1, İstitâbe 3; Müslim, İmân 32 ; Muvatta, Zekât 30; Tirmizi, İmân 1; Ebü Dâvud, Zekât 1; Nesâi, Zekât 3; Kâmil Miras, "Tecrid-i Sarih Tercümesi", Ankara 1984, V/21; Bkz bu konuda farklı değerlendirmeler için, Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s. 67-68; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi" s. 155-156.
~~~~ * ~~~~

     4.2.2. Siyasi Olayların Etkisi
     İman, İslam'ın ilk yıllarında itibaren gelişen siyasi ve toplumsal her konuya dahil edilmiştir. Hz. Osman’ın hilafete seçilmesiyle Ümeyyeoğullarının Beni Haşim’le geçmişe dayalı ihtilafı tekrar canlandı. Bu dönemde Beni Ümeyye iktidarı elde etti ve bu dönemde kabileci fanatizim ve öç alma şartları ortaya çıktı. Ümeyyeoğulları Hz. Osman’dan hilafeti Ümeyyeoğulları arasında saltanata çevirmesi istendi. Bu yaklaşımlar karşısında Hz. Ali bu kavmi temayülleri ret ederek; iman, ihlas, hakkaniyet ve hicret unsurlarını Beni Haşim’in Beni Ümeyye’ye olan üstünlük ölçüleri olarak tanıtıyordu.Yönetimde Emevilik unsuruna ağırlık veren Hz. Osman, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer 'in yakınlarına idari makamlar vermemesini eleştirerek akrabalarını tutmakla övünmekteydi (1). Halbuki Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in sünnetine uyacağına dair teminat verdiği için, Abdurrahman b. Afv tarafından halife olarak tercih edilmişti. Onun zamanında Emeviler, memuriyetleri bir nevi arpalık edindiler. (2) Halifenin bu tavrı sadece Haşimileri değil, diğer kabilelerinde tepkisine neden oldu. (3) Müslüman toplum Hz. Osman'ın uygulamalarından oldukça rahatsızlık duyuyordu. Hz. Osman on iki yıllık iktidarında yıpranmış, halk desteğini kaybetmişti. Hz. Osman'a karşı olan guruplar Medine'ye gelmiş rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. (4) Medine halkı Hz. Osman'ı savunmak ve korumak için çaba göstermemiştir. Hz. Osman toplumda tekfir edilmekte ve kendisine karşı yoğun bir muhalefet yapılmaktaydı. Hz. Aişe ve muhalifler, Hz. Osman'ı tekfir ettikleri rivayet edilmektedir. Örneğin Ammar b. Yasir: "Osman'ı öldürdüğümüz gün Osman kafirdi". (5) Bu tekfir psikolojisi diğer ashab tarafındanda dile getiriliyordu. İbn Mes'ud Halifenin yönetimini beğenmemekte ve: " Osman'ın kanı kesinlikle helaldir." (6) demekteydi.Ashabdan Muhammed b. Huzeyfe, Muhammed b. Ebi Bekr, Abdurrahman b. Afv Hz. Osman'ın kanını helal görenlerdendi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", III, 64; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.147.
2) Yaşar Kutluay, "İslamiyette İtikadi Mezheplerin Doğuşu", s.32.
3) İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", V, 36; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.147.
4) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s 17.
5) Muhammed b. Yahya b. Ebi Bekr, et-Temhid ve'l-Beyan fi Makteli eş-Şehid Osman, thk.M.Y.Zaid, Beyrut, 1964, s.91; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.151.
6) Ahmed b. Yahya b. Cabir Belazuri, "Ensabu'l-Eşraf ", Edited by, S.D.F. Goitein, Jaruselam, 1936, V, 53; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.150.
~~~~ * ~~~~

     Hz. Ali, Abdurrahman b. Afv'a Hz. Osman'ın halife olmasını sağladığı için, "Bu senin amelindir" eleştirisinde bulunmuştur. (1)  Hz. Osman'ın yönetiminden rahatsız olan Hz. Aişe ve yanında bulunan ashab başlangıçta ona muhalefet etmiş, ciddi bir şekilde eleştirmiş ve tekfir etmişlerdir. Hz. Aişe: "Osman bu kitabın hükümlerini çiğnemiş ve küfre girmiştir". Hz. Aişe başlangıçta Hz. Osman'ın hilafetine karşı olduğu halde daha sonra Hz. Osman'ı aklayıcı sözler ifade etmiştir. Hz. Aişe Mekke'den Medine'ye dönerken Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberi verilince, "Peki isyancılar daha sonra ne yaptılar?" diye sorup Ali'ye biat ettiler cevabını alınca, önceki muhalif tavrını değiştirerek: "Vallahi Osman'ın kanınını arayacağım", demiş. Daha önce Osman'ı Na'sel adlı uzun sakallı bir Yahudiye benzeterek, "Şu Na'seli öldürün artık, çünkü küfre düştü!" dediği hatırlatılınca, "Son sözüm ilkinden hayırlıdır!" demiştir. (2)
     Hz. Osman devlet yönetiminde vali atamaları ve uygulamaları ile kamuoyundan tepkiler aldı. Halkın bu konudaki tepkisine ve rahatsızlıklarına duyarsız kaldı. Başta Hz. Ali olmak üzere sahabenin ve halkın uyarılarını dikkate almadı. Hz. Osman uyarıları dikkate almadığı gibi yaptıklarının doğru olduğunu ve yönetimde haksızlık yapmadığını belirtti. Bu durum dini kişiliğinin yanı sıra, siyasi otoritesini de kamuoyu nezdinde gözden düşürdü. Bunun sonucunda her geçen gün ashabın muhalefeti, halkın gösterileri ve kızgınlığı daha da arttı. Hz. Osman'ın uygulamaları siyasi idi.
     Hz. Osman'ın öldürülmesi, Hz. Ali'nin bundan sorumlu tutulması, Cemel ve Sıffin Savaşları; Müslümanların arasında dini, toplumsal birlik ve beraberliği bozmuş, siyasi ve dini otorite boşluğu oluşturmuştur. Bu yaşananlar ve geçmişten gelen kabile asabiyeti ve cehalet, Haricilerin oluşumuna zemin hazırlamıştır.
     Sıffin savaşından sonra oluşturulan Hakem olayında Hz. Ali ve taraftarları mağdur edilmişti. Hz. Ali'nin hakeme razı olmasına karşı çıkan grup, savaşa devam edilmesi veya Hz.Ali'nin tövbe etmesini istediler. Hz. Ali taleplerini reddedince bu grup Hz. Ali'nin ordusundan ayrıldılar. Hz. Ali'yi hakeme razı olduğu için küfürle suçladılar. (3) Başlangıçta "tahkim" (hakem)'i dinden uzaklaşma olarak gören, "el-Emru bi'l-Ma'ruf ve'n-Nehyu ani'l-Munker" (İyiliği emretme, kötülüğü yasaklama) prensibini hareketlerinin temeli kılan Hariciler, kendi devlet siyaseti anlayışlarını (bedevi), dini ve toplumsal yapıyı kendi anlayışlarına (dar görüşlerine) göre yorumladılar. İslam öncesinde bir kabile arada bir anlaşma yoksa öteki kabilelelrin tamamını düşman olarak müteal ediyor idiyse, Hariciler de, kendilerinden olmayan bütün Müslümanları "kafir" ve dolayısısyla "kanı dökülecek düşmanlar" olarak görüyorlardı. (4) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Belazuri, V, 57; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.151.
2) Fığlalı, "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", s. 235; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi"s. 156-157.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 57-59; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.202-203.
4) Ethem Ruhi Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", Selçuk Yay. 5.baskı Ankara 1991, s.88-89. 
~~~~ * ~~~~

     Kabile asabiyetine sımsıkı sarılmış, bedevilerden oluşan Hariciler, son derece yetersiz bilgiye sahipinsanlardır. Onların bu yetersizlikleri, kendilerini herhangi bir tartışma ve tahkike imkan tanımayan bir dar görüşlülüğe, taassuba ve dolayısıyla şiddete sevk etmiştir. Eğer bir mesele kendi yetersiz bilgileriyle kafalarında çizdikleri İslam çerçevesine sığmıyorsa, mutlaka "küfür"dür ve her ne pahasına olursa olsun buna karşı çıkılmalı ve yok edilmelidir. Bu ise açık bir "tedhiş"(korku, yıldırma, terör) demekti. (1)
     Hariciler Sıffin savaşından sonra hakiki Müslümanların kendi saflarında olduğunu, kendilerine katılmayanların kafir ve dolayısıyla onlara karşı mücadelenin ve tedhişe başvurmanın "meşru" olduğunu ileri sürecek kadar kaskatı esaslara ve taassuba boğulmuşlardı. Bu taassub, onları esir almış, değişen şartlara, karşılaşılan olaylara uyum sağlama, çözüm üretme ve uzlaşma imkanlarını yok etmişti. Bu yüzden kendi aralarında dahi ortaya çıkan önemsiz bir takım meselelerden dolayı ayrılıklara düşmüş ve çok kısa sürede çok sayıda kollara bölünmüşlerdir. (2)
     Kur'an-ı Kerim'i bütün yönleri ve incelikleri ile kavrayabilecek derecede kültürlü ve bilgili olmadıkları için, karşılaşılan veya ortaya atılan bir mesele "meşru" ve Kur'an-ı Kerim'e göre izahı mümkün olduğu halde, hemen karşı çıkıyor ve böylece saplanıp kaldıkları taassub, kendi içlerinde bile anarşi doğuruyordu. Kur'an-ı Kerim'e emir ve yasaklarına sımsıkı bağlı olduklarını, dinin emirlerinin ibadet ve muamelat olarak bütünüyle yaşadıklarını söylemelerine rağmen, bu emir ve yasakların, dini ve toplumsal yönünü yorumlayacak bir bilgi ve birikime sahip olmadıkları için daima "reaksiyonel" bir tavır takınıyorlardı. (3)
     Cemel ve Sıffin savaşında ölen ve öldürülenler ya sahabe yada tabiindi. Bu savaşlarda ölen ve öldürülenlerin durumu ve hakem olayı toplumda yoğun bir şekilde tartışılmaya ve konuşulmaya başlandı. Yaşanan siyasi ve sosyal olayların nedenleri ve sonucu dini alana çekilerek değerlendirildi. Bu sorulara daha çok dini cevaplar verildi. İleri sürülen dini cevaplar ilk dini farklılıkların oluşmasını oluşturdu. İman konusu daha çok yaşanan olaylar bağlamında ele alındı. İman Kur'an'ın ortaya koyduğu bir olgudan çok yaşanan olayları değerlendirerek ele alındı. Yaşanan siyasi olaylar taraflı bir şekilde ele alındı. Ortaya konan düşünceleri Kur'an ve hadisten destekler deliller aranmaya çalışıldı. Siyasi farklılıkları akideye dönüştüren ilk fırka Haricilerdir.

     4.2.3. Mezhepsel Bakış Açılarının Etkisi
     Mezhepler, dini, siyasi, sosyal, iktisadi ve tarihi nedenler bağlamında dinin anlaşılma yöntemleridir. Bu oluşumlar, dini referanslar çerçevesinde belli düşüncelerin ya da şahısların çevresinde şekillenmiştir. Mezhepler, dinin kendisi değil, fakat dinin yorumlanması ve algılanması biçimleridir. Mezhep ve din kavramları eş anlamlı kavramlar değildir. Her mezhep tarihsel süreçte kendini hak/doğru görmüş, diğer mezhepleri ise batıl/yanlış görmüştür. Her mezhebin, Kur'ân'a uygun görüşleri ve fikirleri olduğu gibi aykırı görüşleri de olmuştur. Mezhep düşünürleri tarihsel süreçte gelişen şartlara göre görüşler ileri sürmüşlerdir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.89.
2) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.89-90.
3) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.90. 
~~~~ * ~~~~

     Hariciler, Kur'an-ı Kerim'e karşı gelme niyetinde olmadıkları halde, Kur'an'a göre asla küfürlerinden bahsedilmeyecek Hz. Osman ve Hz. Ali'yi, "Allah'ın indirdiği ile hükmetmemişlerdi" diyerek kafir sayacak kadar dar ve Kur'an'a ters bir anlayışa sürüklenmişlerdi. (1)
     Haricilerden Mühakkime tüm günahkar Müslümanları tekfir ediyordu. (2) Ezarika, bir fırka ister küçük ister büyük olsun, günah işleyen herkesin, Allah'a ortak koştuğunu, bunların çocuklarının da müşrik olduğunu bundan dolayı kedilerine muhalif olanların çocukları ve kadınlarının öldürülmesini helal saydılar (3). Ayrıca Ezarika önlerine çıkana dinini soruyordu. Müslümanım diyeni katlediyor, Yahudiyim, Hırıstiyanım, Mecusiyim derse onun kanını haram görüyor bırakıyordu. (4) Bazı harici fırkalara göre kendileri dışında Müslüman yoktu. Onların içinden bir gurup günah işleyen herkesin kafir olduğunu ifade ederken, Haricilerin birleştikleri husus Muaviye ve Osman'ın, Cemel savaşı sonrası atanan iki hakemin, Talha, Zübeyr, Aişe ve onlara uyanların (Cemel'e katılmış sahabilerin) Ali'ye karşı savaştıkları için küfre girdiklerini, Ali'nin ise, gerek Cemel'e katılanlara, gerek Sıffin'de Muaviye'nin adamlarına karşı yaptığı savaşlarda, hakem tayin edilene kadar haklı olduğunu; ama hakem tayin edilmekle küfre gittiğini ileri sürüyordu. (5) Bu isimlerin cennetle müjdelendiği hakkındaki nassları hatırlatanlara ise şu cevabı veriyorlardı. "Onlar cennetlik kafirlerdir". (6) İmamiyye Ali ve iki oğlu ve on üç sahabe dışında çoğunluğunun dinden çıktığını iddia etmişlerdir. Zeydiyye'den Süleymaniyye, Butriyye ve Carudiyye'de sahabenin çoğunu aynı şekilde küfürle itham eder. (7)
     Cehmiye'den (8) bazıları Allah'ı görmek istediği için Hz. Musa'yı (9),
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.90.
2) Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş-Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", Daru Sa'b, Beyrut, 1406/1986, I/115; Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 59.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 85.
4) Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", I/118.
5) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 54-55,59, 86-87.
6) İbn Hazm el-Fasl IV/ 89.
7) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s.251.
8) Cehm b. Safvan, Allah’a izafe edilen sıfatların yaratılmışlara nisbet etmenin caiz olmadığını iddia etmiştir. Zira ona göre bu durum teşbih ve tecsîme yol açar. Bu nedenle Cehm, Allah-u Teâlâ’nın şey, mevcûd, hayy, âlim ve mürîd olmasını nefyeder. Bunların yerine kâdir, fâil, mûcid, hâlık, Muhyî ve Mumît olarak vasıflandırmıştır. Çünkü ona göre bu vasıflar sadece O’na mahsus olup, yaratılmışların hiçbiri bunlarla vasıflandırılamaz. el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s.156.)
9) "Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni g?receksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim". A'raf 7/143 
~~~~ * ~~~~

Hz. İsa ile ilgili Maide (1) suresinde zikredilen durumdan dolayı da tekfir edecek kadar aşırı gittiler. Mu'tezile'de Allah'ın görülmesi gibi bir konuda çoğunluğu tekfir ediyordu. (2)  Mu'tezile'nin Basra kolu ve Bağdat Mu'tezililerini tekfir etmiştir. Maturidiler de Mu'tezilileri kişinin fiilini yaratması konusunda Mu'tezile'yi tekfir ederek onları Mecusilerden daha beter saymışlardır.(3) Mâturîdîye göre Kur’an’dan ve İslam’ın genel çizgisinden uzaklaşan Mu’tezile, bu hususta temel görüşünü Mecûsî düşünceden hareketle tespit etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber: “Kaderiyye (kaderi inkar edenler) bu ümmetin Mecûsîleridir.”demiştir.(4) Hatta Mu’tezile, iki açıdan yerilmeye Mecûsilerden daha layıktır. Birincisi; Mecûsiler evrenin yaratılışını iki tanrıya irca ederken, fiillerinin yaratıcısı olarak insanı gören Mu’tezile, kainatın yaratılışını sayılamayacak kadar kula havale etmektedir. (5)  İkincisi ise, Mecûsîler şerrin yaratıcısı olarak Tanrıyı kabul etmemekle beraber bütün iyilikleri ona nispet ederken Mu’tezile, hayır ve şer fiillerin yaratılması fiilini O’ndan uzaklaştırmışlardır. (6)
     Abdulkahir el-Bağdadî (439/1027), Bâtıniyye, Beyaniyye, Muğîriyye, Yezîdiyye gibi gulat görüşler ileri süren grupları İslâm ümmetinden saymamıştır. Fakat Mutezile, Havâric, Rafızâ’nın İmâmiyye kolu, Zeydiyye, Neccâriyye, Cehmiyye, Dırariyye ve Mücessime’yi ise bazı yönleriyle İslâm ümmetinden kabul etmiştir. Ona göre bu gruplara mensup kimseler Müslüman mezarlığına defnedilebilir, Müslümanlarla savaşlara katıldıkları takdirde ganimet ve fey’den pay alabilir ve mescitlerde namaz kılmalarına müsaade edilir. Ancak bunlar dışındaki hükümlerde İslâm ümmetinden sayılmazlar. Yani bu kimselerin cenaze namazları kılınmaz, arkalarında namaza durulmaz, kestikleri helal olmaz, hatta Sünnî bir erkek veya kadınla evlenmeleri de caiz değildir. (7)  Ünlü âlim Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî (548/1153), 73 fırka anlayışından kurtulamaz ve mezheplerle ilgili şöyle der: "Yetmiş üç fırkadan sadece biri haktır. Zira her aklî konuda bir tek doğru bulunduğuna göre, tüm meselelerde hak ve doğrunun bir fırkayla temsil edilmesi gerekmektedir". (8) Abdulkahir el-Bağdadî "el-Fark beyne'l-Fırak" (Mezhepler Arası Farklar) adlı eseri İslami Mezhepler ile ilgili değerlendirmelerde bulunmuş ve bu alanda araştırmacılara kaynaklık etmiştir. 

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1 "Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin." Maide 5/116.
2) Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", I/69
3) Ebu’l-Mu’în Meymûn b. Muhammed en-Nesefî, "Tabsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn", Ankara, 2004, c.II, s.360-361; Mustafa İslamoğlu," İman Risalesi",Denge Yay.İst. 1993, s.46.
4)  Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî," Kitabu’tTevhid", Beyrut, 2010 158- 159
5) Mâturîdî, "Kitabu’t-Tevhid",s.327.
6) Mâturîdî, "Kitabu’t-Tevhid",s. 317.
7) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 14.
8) Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî (548/1153), "el-Milel ve’n-Nihâl", thk.: Ahmed Fevzi Muhammed, Beyrut 1413/1992, c. (I-III), s. 4.
~~~~ * ~~~~

     Ebû Hâmid el-Gazzâzi (5050/1111), Batınîler (İsmailîler) hakkında şöyle der: "Onların (Batınîlerin) görüşlerinin iki mertebesi vardır; bunlardan birincisi, onların hatalı, sapık ve bid'atçı sayılmasıdır. Diğeri de, tekfirlerini ve kendileerinden uzak durulmayı gerektirendir" (1).
     Bağdadi, Mu'tezile-Kaderiyye'yi haktan ayrılıp sapık fırkalar'dan olduğu suçlamasını yapmakta, biri diğerini küfürle suçlayan yirmi fırkaya ayrılmış olduğunu ifade etmektedir. (2) Ayrıca " Ehl-i Sünnet, Allah'ın kendisini peygamber olmadan da bilmeyi kullarına vacip kıldığında ve bunun aksini söyleyenleri tekfir etme konusunda ittifak etti". (3) derken Kaderiyye ve Rafiziler 'in yanında Eş'arileri'de tekfir ediyordu. Gazzali 'de " Akılla Allah'ı bilmenin vacip olduğunu" savunanın Mu'tezile olduğunu söyleyerek yukarıdaki görüşün zıddını savunmuş (4) ve o da Ehl-i Sünnet dışına çıkarak Bağdadi'ye göre tekfir edilenlerin arasına girer. (5) Bağdadi, Ehli Sünnetin küfür ve sapıklıkla suçladığı fırkaları ve düşüncelerini geniş bir şekilde ele almıştır. (6)

     4.2.4 Mezhepler Arası Çekişmeler
     Hz. Muhammed'in vefatı ile gelişen siyasi, sosyal ve tarihi nedenlerden dolayı oluşan Haricilik, Mürcie, Şîa, Mu'tezile, Selefi, Eş'ari ve Maturidî gibi pek çok siyasî ve itikadî mezhep ortaya çıkmıştır. Farklı nedenlerle ortaya çıkan ve farklı fikirler taşıyan bu mezhepler arasında çekişmeler, çatışmalar ortaya çıkmış ve bazen de yıllarca süren savaşlar yaşanmıştır. Bu ihtilaflar, girift, sorunlu ve ayırt edilmesi oldukça zor olan birtakım siyasî ve dinî sebeplere dayanmaktadır.
     Hicri birinci asrın sonlarına doğru, (Hicri 80) siyasi ve sosyal olaylar sebebiyle Mu'tezili, Cebri ve Mürci anlayışlar ortaya çıkmıştı. Bu durum itikâdi konularda tartışma ve münakaşaların yaşanmasını ve Kelâm İlminin doğuşunu hazırlamıştır. Kelâm ilminin Mu'tezile bağlamında şekillenmeye başlaması ile Ashabu'l-Hadis taraftarları arasında karşılıklı çatışma, baskı ve şiddet olayları yaşanmıştır. İnsan iradesini önceleyen Geylân ed-Dımeşki, arkadaşları ve Ma'bed el-Cüheni Emevi idaresi tarafından öldürülmüştü. Cebri anlayışı savunan fakat Kur'an'ın mahluk olduğunu ifade eden Ca'd b. Dirhem ve ile onunla aynı görüşü savunan ve Allah'ın sıfatlarını kabul etmeyen Cehm ve b. Safvan'da Emevi yönetimi tarafından ölüme mahkum edilmiştir. (7) Siyasi ve sosyal olaylar ile başlayan ve şekillenen itikadi görüşler çerçvesindeki şiddet ve baskılar daha sonra Mu'tezile ve Ashabu'l-Hadis arasında yaşanmıştır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İmâm Gazzali, "Batınîliğin İçyüzü", çev. Avni İlhan, TDV, Ankara, 1993, s.91.
2) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 20, 82.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 256.
4) Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzali, "Kitabu'l-İktisad fi'l-İtikad", Daru'l-Kütübi'l-İmiyye, Beyrut, 1409/1988, s. 118.
5) İslamoğlu," İman Risalesi", s.43.
6) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 256-284.
7) Geniş bilgi için bkz. Ahmet Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. Ankara 2015, s.231- 241. 
~~~~ * ~~~~

     Bu baskı ve şiddet olayları karşılıklı siyasi otorite üzerinden desteklenerek sürdürülmüştür. Abbasi döneminde halife el-Me'mûn döneminden el-Mütevekkil dönemine kadar 16 yıl süren Mihne (1) olaylarında Ashabu'l-Hadise baskı yapılmıştır. Bu baskıya Mu'tezile destek vermiştir. Bu dönemde, alimlere ve halka zorla Kur'an'ın mahluk olduğu fikri dikte ettirilmeye çalışılmıştır. (2)
     Maturidi düşüncesine sahip imamlardan Pezdevi, "Mücessime mezhebinde Kerramiye, Hanbeliler ve Yahudiler yer alır" diyerek(3) , Hanbelileri Ehl-i Sünnet içinde görmediği gibi iman ilkelerinde Yahudiler ile aynı gurupta değerlendirmiştir. Pezdevi aynı zamanda Eş'ariyi Ehl-i Sünnet içinde saymamış, "Ebu'l- Hasan el-Eş'ari'nin Ehl-i Sünnetle ihtilaf ettiği konular " (4) gibi başlıklar atmış ve yine Eş'ari'yi ve namazda ara tekbirleri alanları "bidatçı" olarak isimlendirmiştir. (5) Nesefi'de, Eş'ariyi Ehl-i Sünnet dışında saymıştır. (6) İbn Hazm, Eş'arileri tevhid konusunda çok sert eleştirmiştir. Eş'ariler hakkında tevhid'i açıkça iptal olmakla suçlayan İbn Hazm , bu inancın Hıristiyan teslis akidesinden çok daha büyük bir şirk olduğunu vurgulayarak ifade etmiştir, (7) ayrıca İbn Hazm , Eş'arilerin, "Allah'ın kün emri ile yaratılışını başlattığı her şey ezelidir," dediklerini naklederek bu görüşün Yasin 36/32 ayetini yalanlamak olduğunu, bu inancın Dehriyye (Materyalizm) 'in inancıyla aynı olduğunu söyler. (8)
     İbn Hazm, Eş'ari imamlarından Musul kadısı Ebu Cafer es- Semmani'nin; Adem'in de Allah gibi kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu ve Allah'ın bu yüzden melekleri ona secde ettirdiğini iddia etmesi üzerine , " Bu apaçık bir küfürdür, korkunç bir şirkttir, çünkü bu tezde Adem'de Allah gibi kemal sıfatlarıyla muttasıf kılınmıştır" biçiminde tepki göstermiştir. (9) Buhari, İbn Kuteybe ve Abdulkadir Geylani'de yapmışlardır.
     Bağdat'da Hanbeliler ile Eş'ariler arasında günlerce süren çatışmalar olmuştur. Hanbeliler minberlerden ve kürsülerden Eş'ari imamları zorla indirerek dövmüşlerdir. Hanefi Tuğrul Bey, hicri 455'de yayınladığı bir fermanla tüm Eş'arileri sapık ve bid'atçi ilan ederek hutbelerde lanet okunması talimatını vermiştir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Arapçadaki me-ha-ne fiil kökünden türetilen Mihne kelime olarak; denemek, sınamak, bir şeyin hakikatini araştırmak, inceliklerini düşünmek, imtihan etmek, soruşturmak, boyun eğdirmek, eziyet etmek gibi anlamlara gelir. Kavram olarak ise, genelde, yazgı/kader ve insan fiillerini soruşturma, yargılama ve belli bir inanç veya inanç sisteminin kabulünü sağlamak için dini sorgulama anlamına gelir. Mehmet Ümit, “Mihne Uygulamaları ve Hanefiler”, Mihne Süreci ve İslami İlimlere Etkisi, ed.:M.Mahfuz Söylemez, (Ankara: Ankara Okulu yay., 2012), 73.
2) Geniş bilgi için bkz. Talat Koçyiğit," Hadisçilerle Kelamcılar Arasında Münakaşalar", TDV Yay. Ankara 1989, s.192-223.
3) Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerîm Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi", çev. Şerafettin Gölcük, Kayıhan Yay. İst. 1980, s.248.
4) Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 353.
5) Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi , 366.
6) 42/11
7) Ebū Muhammed Ali bin Ahmed bin Saîd İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", Daru'l-Cil Beyrut tsz. V/ s.76-78.
8) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", V/ s.84.
9) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 78; İslamoğlu," İman Risalesi", s.43
~~~~ * ~~~~

     Bu ferman sonucunda meydana gelen Hanefi, Eş'ari çatışmalarda pek çok insan ölmüş, çok sayıda insan sokaklarda sürüklenerek işkenceye maruz kalmış, dürt yüz kadar alimde bölgeden kaçmıştır. (1)
     Eş'ari bu küfür ve suçlama furyasına katılmış, imam Azam Ebu Hanife'yi Ehl-i Sünnet'e göre sapık fırklardan biri olan Mürcie'nin 9. tabakasına mensup olduğunu ifade eder. (2)
     Hanbeliler de Eş'ari'yi tekfir edip kanının helal olduğu şeklinde fetvalar vermişlerdir. (3)  Onlara göre Eş'ari selef akidesini tahrif etmiştir. Eş'ari'de onları "Ona benzer hiçbir şey yoktur." (4) ayetini Hanbelilerin yalanladığını ifade ederek, onları teşbih ve tecsim ile suçlayarak tekfirle suçlar. Nesefi'de, Eş'ari'yi Ehl-i Sünnet harici sayanlardandır. Fakat Eş'ari'yi hakkında en sert tavrı Sünni alim İbn Hazm gösterir. Allah'ın sıfatları bahsinde Eş'arileri tevhidi açıkça iptal etmekle suçlayan İbn Hazm, bu inancın Hıristiyan teslis akidesinden çok daha büyük bir şirk olduğunu ifade eder. (5) İbn Hazm Eş'ari'yi ve taraftarlarını "Mürcie'nin Şenaetleri" başlığı altında bir Mürci olarak değerlendirmiştir. (6)  Ebu Hanife yaşarken Mürcie suçlamasına maruz kalmış, öğrencisi Osman el-Betti'nin mektubunda bu konuda sorduğu soruya şöyle cevap vermiştir: "Bid'at ehli hak ve doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda günahı ne günahı vardı?" (7)

     5.1 Tekfirin Dini Boyutu
     İslam inancının ilkelerini Yüce vahiy belirler. Subutiyet ve delalet açısından kesin olan Kur'an'i ilkeler İslam'ın inanç ilkeleridir. Bir meselenin iman esası olabilmesi için Kur'an'ı Kerim'de olması, açık ve net bir ifade taşıması hususunda İslam alimleri mutabıktır. Bu bağlamda Kur'an'da açıkça iman edilmesi emredilen (8)  esaslar ile, belirtilen bu inanç ilkelerine iman edilmemesine kınanan ilkeler, İslamın iman ilkeleridir (9). İslam inancının temeli, İlahiyyat (tevhid), Nübüvvet ve Ahiret (mead)' tir (10).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mustafa İslamoğlu," İman Risalesi",Denge Yay.İst. 1993, s.46.
2) Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl el-Eş'ari, el-Eş’arî, Ebu’l-Hasen, "Kitâbu Makâlât’il-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’lMusallîn",(tas. Helmut Rıtter)." Daru’n-Neşr, Wiesbaden, 1980, s.138.
3) Abduh, Muhammed, "Risâletü’t-tevhîd", nşr.: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, s.11.
4) Şura, 42/11
5) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 76-78.
6) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 76-96.
7) Ebû Hanife, "el-Alim ve’l-Mute’allim, (İmam-ı Azamın Beş Eseri içerisinde)," Çev. Mustafa Öz, Marmara Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. 6. baskı, İstanbul, 2010. s.63.
8) Bakara 2/285; Al-i İmra 3/179; Nisa 4/136; A'raf 7/158.
9) Hüseyin Atay, "İslam'ın İnanç Esasları",Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara 1992, s. 29-30.
10) Muhammed b. Tavit-et-Tanci, " Kelam İlmi", terc. Bekir Topaloğlu, Mezhep Araştırmaları IV/I Bahar 2011, s.243.
~~~~ * ~~~~

     Bir dini meselenin akide meselesi sayılabilmesi için ehemmiyet ve vücub bakımından dinin nazarında yüksek bir seviyeye yükselip itikad edilmesi gerekli hususlardan olabilmesi için onda iki şeyin mutlaka bulunması icab eder.
     Birincisi: Kur'an-ı Kerim'in vazıh ve tevile ihtimali olmayan ayetlerinin ona iman etmenin gerekli olduğuna ittifak etmesi.
     İkincisi: İslamiyetin başlangıcından bugüne kadar onu kabul hususunda Müslümanların ittifak etmesidir. (1)
     Bu temel ilkelerin dışındaki inanç meseleleri hususunda farklı anlayış ve yorum kişinin inancına zarar vermez. Allah'ın sıfatları aynı mı, yoksa gayrı mıdır? Kulların fiillerini nasıl anlamak lazımdır? İsra-Mi'racı nasıl anlamışlardır? Allah, dünya ve ahirette görülecek midir? Şefaat, hesab, mizan, sırat, cennet ve cehennemin mahiyeti vs gibi hususla Müslümanların nasıl anladıkları ve bu hususlarda çok değişik açıklamaları, İslam akidesinin köküne ve özüne dahil değildir. Onun için bu açılmalardan herhangi birini benimsemek veya benimsememekle, inanç esaslarının özüne bir zarar gelmez. Bu veya şu açıklamayı benimsemek, kendi anlayışına göre bir açıklamada bulunan kimse veya zümre, Kur'an ve sahih sünnet'e isnad ettiği müddetçe ne kafir, ne de İslam düşüncesinin dışına çıkmış sayılır. Ehl-i Sünnet fakihleri ve kelamcılarının çoğunluğu, dine ait olduğu zaruri olarak bilinen şeylerin dışında, itikadi ihtilaflar yüzünden fırkaların tekfir olunamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. (2) Yüce Allah: ".... Size, Müslüman olduğun bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: Sen Mü'min değilsin, demeyin...." (3) buyurmaktadır. Hz. Peygamber İslam'ın evrensel ve hayatında sergilediği hoşgörülü yönü nedeniyle tekfirden hassasiyetle kaçmıştır. Nitekim o şehadet getiren ben Müslümanım diyen bir kimseye münafık ve hatta bu sözü isteksiz söylemiş olsa bile, hayır sen Müslüman değilsin deyip İslam topluluğunun dışına atmamı, onu İslam topluluğunun bir üyesi saymış ve öylece muamele etmiştir. (4) Gazzâli düşünce hayatında zaman zaman filozoflar ve diğer mezhepler hakkında tekfire varacak aşırılığa kaçmıştır. Fakat kendisi de tekfir dilince, bu düşüncenin toplumsal barış ve birliğine vereceği zararı anlayarak tekfir konusunda daha farklı bir yaklaşım sergilemiştir. Bu konuya özel bir eser kaleme almıştır. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) et-Tanci, " Kelam İlmi", s.243; Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.21.
2) Tanci, " Kelam İlmi", s.245; Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.21.
3) Nisa 4/94.
4) Bekir Topaloğlu, "İman Küfür Arasındaki Sınır", Diyanet Gazetesi, sene 5, cilt 4, s.80-83.
5) Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014.
~~~~ * ~~~~

     Gazzali Müslümanın inanması gereken iman esaslarının iki kısma ayrıldığını birincisi asıllarla, ikincisi de ayrıntılarla ilgili olduğunu ifade eder. "İmanın asılları üçtür. Allah'a, Nübüvvete ve Ahiret'e iman. Bu üç esasın dışındaki meseleler ayrıntılı/fer'i meselelerdir. Bir istisnası bulunmakla beraber genel prensip, fer'i meselelere binaen insanların tekfir edilemiyecekleridir. Bunun istisnası, kişi Hz. Muhammed'den tevatür yoluyla gelen bir dini esası yalanlarsa kafir olur." (1) Gazzali: "Mümkün oldukça, Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed Allah''ın kulu ve elçisidir diyen kişiyi tekfir etmemek, onun kafir olduğu yönünde iddialardan kaçınmak, bir ilke olarak kabul edilmelidir," (2) der.
     Tarihsel süreçte, Müslümanlar arasında yaygın olan kendi dışında ki düşünceyi, mezhebi veya gurubu küfür ile itham hastalığı üzerinde duran Gazzali; "Müslümanlar arasında, bazı meselelerin anlaşılması bakımından kimi gurupların farklı metodları benimsemiş olması, birisinin mümin, diğerlerinin ise kafir olacağı anlamına gelmez. Allah'ın bir olduğunu, Hz. Muhammed'in elçiliğini kabul eden her gurup hoşgörü ile karşılanmalıdır". (3) der.
     İman konusunda küfür bataklığına düşme nedenleri üzerinde duran Gazzali bunun taklit ve cehaletten kaynaklandığını ifade eder. Gazzali: "Eğer imanla ilgili olarak kalbinde bir diken gibi yer eden soruları cevaplamak ve gönlünü rahatlatmak istiyorsan, taklitten kaçmalısın. Çünkü taklit, gözleri kör eder. Bunun aksine, zihindeki soruların çözümünü elde etmek için, olayları büyük bir dikkatle tetkik etmeli, incelemelisin. Bir sözün, Eş'ari mezhebi, Mu'tezile veya diğer mezheplerden herhangi birisine göre küfür olduğu söylenirse, bu tutarlı bir davranış olmaz. Böylece söyleyen kişi ahmaktır diyemeyiz. Ancak kendisini taklit zincirleriyle bağlamıştır. Onun imanı, taklitten ibarettir. Gözü vardır, ancak görmez; zifiri karanlıkta kalmıştır. Bir taklitçiyle, onun karşıtı olan taklitçi kişiler arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü iki gurup da taklit karanlığına saplanmışlardır, bir meselenin isbatına ilişkin delilleri de taklitten öteye başka bir mana ifade etmez". (4)
     Gazzali, bir mezhebe bağlı kişinin diğer bir mezhebi veya düşünceyi inkar etmesinin, kendisini hakkın belirleyicisi görmek olduğunu ifade eder. "Allah'ın beka sıfatı konusunda, Eş'ari'nin doğru söylediğini, buna karşılık, Bakillani'nin küfür içerisinde olduğunu iddia etmek kimseye düşmez Çünkü bu, kişinin kendisini hakkın belirleyicisi yerine koyması anlamına gelir. Bakillani, beka sıfatının Allah'ın zatıyla kaim olmadığını, zait olduğunu söylemektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014, s.46-47.
2) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s.46.
3) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s.23-24.
4) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s. 20-21. 
~~~~ * ~~~~

     Neden Bakillani, Eş'ariye muhalefet ettiği için küfürle itham edilsin! farklı bir değerlendirmeyle, Eş'ari de Bakillani'ye muhalefet ettiği için küfürle itham edilebilir. Neden hak, sadece birisinin görüşü üzere olsun! birisinin görüşünün diğerine tercih edilme sebebi veya bir görüşün hak, diğerinin batıl olarak kabul edilme sebebi kronolojik öncelik midir? Tarihi önceliği ölçüt olarak alırsak, Mu'tezile'nin görüşünün hak olduğunu söylemek gerekmez mi? Yoksa Eş'ari veya Bakillani'den birisinin görüşünün tercih edilmesi onların ilim veyafazilet bakımından farklı derecelerde olmalarından dolayı mıdır? Eğer ilim ve fazilete göre bir tercih sistemi benimsenecekse, kimin daha faziletli olduğunu belirlemede kullanılacak ölçütler nelerdir? (1)
     Allah'ın sıfatları konusunda Mu'tezile'nin üzerine gidilmesini ve eleştirilmesini doğru bulmayan ve bu konuda Eş'ari'nin değerlendirmesi ile karşılaştıran ve yorumlayan Gazzali, bu konuda aşırı bir tavır takınanları yanlış yolda olduklarını ifade etmektedir. Gazzali bu konuda aşırı görüş ileri süren ve inkar bataklığına düşmelerinin bilgisizlik ve meselenin özünü iyi bilmemek olarak ifade ederek bu konuya şu örneği verir. "Bunların durumu, ısıtmadan soğuk bir şekilde demir döven kişinin durumuna benzer. Nasıl ki, demir ısıtılıp ateş gibi olduğunda şekil alıyorsa, bu meseleler de zihnin gerekli kıvama getirilmesiyle anlaşılır." (2)

     Sonuç
     Karşı karşıya bulunduğumuz asıl sorun şu; "İmanımızla ortaya çıkarmış olduğumuz ahlaki yapının ve bunun yansıması olan eylemlerimizin; bizden olmayan, bizim gibi düşünüp inanmayan, inancımızı benimsemeyen, bizce "kafir, müşrik ve münafık " olanın yaşamasına müsaade edip etmemesidir." Tüm farklılığına rağmen ötekini hala insanlık ailesi içinde görüp görmememizdir. Bizden olamadığı halde, kendi inançlarıyla yaşama hakkının olup olmamasıdır. Mesele bu sorulara verilen olumlu ya da olumsuz cevaplarda gizlidir.
     Herhangi bir mezhep veya dini oluşumun içinde olan kişi, dindarlığını ve İslami kimliğini güvence altına almış olamaz. Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Muhammed’in elçiliğine samimiyetle inanan her kişi Müslümandır, hata ve günahlarından dolayı tekfir edilmemelidir. Mü'min, iman etmekle kendini güvence altına almış olduğu gibi, inananlarla bir birlik oluşturarak, bir güven ortamının oluşmasına katkı sağlar. Mü'min, iman ve güven ile İslam'ın amacı olan akıl, can, mal, namus ve nesli güven altına almış ve bunun gerçekleşmesine katkı sunmayı amaçlar. Mü'min, kişisel ve toplumsal insani değerlerin yaşanmasına ve korunmasına güven sunandır. İman, değersel insani ilkelerin bireysel ve toplumsal öncülüğünün ve yaşanmasının amacıdır.
     Vahiy, inancı ve dini ilkeleri akli ve ilmi ilkeler ışığında ortaya koyar ve düşünmeye davet eder. İman, hür irade ile bir düşünce, inanç ve olguyu benimsemek ve kabullenmektir. Kişinin vicdanen bir şeyi kabullenmesi ve bağlanmasıdır. İman, baskı olmaksızın tamamen akli ve bilgi bağlamında bir kabullenmeyi ve tasdiki içerir. Kur'an bu bağlamda akıl, hür irade ve tefekkürle Yüce Allah'a, iman ilkelerine inanmaya ve benimsemeye davet eder. Bu davet insanın hür iradesine ve vicdanına yönelik bir sesleniştir. Vahiy bu iman ilkeleri ve dini kabullenme hususunda kişiye hiçbir baskı kurmaz. Kişiye tam bir serbestlik ve özgürlük tanır. Kur'an'i iman, özgür olarak nasıl bir gönül ve kabullenme hakkı ise ise inanmama veya başka bir şeye inanmada özgürce bir haktır. Kur'an, imanı Yüce ve kutsal olana ve ilkelerine davet eder ve özgür bırakır. Hiçbir zorlamayı öngörmediği gibi, gönderdiği elçiye de bu hakkı vermemiş ve ona da sadece tebliğ hakkını tanımıştır. Kendi adına hiçbir kişiye de iman ve ibadetlerde baskı ve zorlama hakkı vermemiştir.
     Kur'an; Allah-insan iletişiminde din, iman ve ibadet konusunda kişiye tam bir özgürlük vermiştir. Vahiy; dinin, inanç ilkelerinin ve ibadetin insan için olduğunu, insani değersel yaşama katkı sağlamayı amaçladığını vurgular. İslam inancı, insan olmak ve insan kalabilmenin, dini ve dünyevi sorunlara çözüm üretebilmenin ilkeleridir. Yüce vahiy iman etmeyi ve ibadetleri emreder, fakat iman etmeyen ve ibadetleri yerine getirmeyenlere dünyada bir ceza öngörmez. İslam kamuya ait hak ihlalleri ve yanlışlara ceza öngörmüştür. Kur'an dinden dönenlere dünyevi hiçbir cezayı öngörmediği gibi Hz. Muhammed'de dinden çıkanlara özgürlük tanımıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s. 21-22.
2) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı" s. 22-23. 
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça
* Abduh, Muhammed, "Risâletü’t-tevhîd", nşr.: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
* Abdulbaki, Muhammed Fuad, "Mu'cemu'l-Mufehres", Daru'l-Hadis, Kahire, 1408/1988. Akbulut, Ahmet, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. 1.baskı, Ankara 2015.
* Atay, Hüseyin, "İslam'ın İnanç Esasları",Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara 1992,
* Azimli, Mehmet, "Siyeri Farklı Okumak", Ankara Okulu Yay. 4. baskı Ankara 2010.
* el-Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", TDV Yay. çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991.
* Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, "Ensabu'l-Eşraf ", Edited by, S.D.F. Goitein, Jaruselam, 1936.
* Demir, Ömer, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", Araştırma Yay. Ankara 2013.
* Ebi Bekr, Muhammed b. Yahya b. et-Temhid ve'l-Beyan fi Makteli eş-Şehid Osman, thk.M.Y.Zaid, Beyrut, 1964.
* Ebû Hanife, "el-Alim ve’l-Mute’allim, (İmam-ı Azamın Beş Eseri içerisinde)," Çev. Mustafa Öz, Marmara Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. 6. baskı, İstanbul: 2010.
* el-Eş’arî, Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail,"Kitâbu Makâlât’il-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’lMusallîn",(tas. Helmut Rıtter)." Daru’n-Neşr, Wiesbaden, 1980.
* Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000.
* Fığlalı, Ethem Ruhi,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", Selçuk Yay. 5.baskı Ankara 1991.
* ----- , "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", AÜİFD, XX, Ankara 1975.
* Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakûb, "el-Kamûsu’l-Muhît", Beyrut, 1986.
* el-Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, "Fayśalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014.
* ----- , "Kitabu'l-İktisad fi'l-İtikad", Daru'l-Kütübi'l-İmiyye, Beyrut, 1409/1988.
* ----- , "Batınîliğin İçyüzü", çev. Avni İlhan, TDV, Ankara, 1993.
* İbn Abdirrabih, Ahmed b. Muhammed b. Abdirrahim, "Kitabu İkdü'l-Ferîd elEndelusî", I-VII, Kahire, 1952.
* İbnu'l-Esir, Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî elCezerî , "el-Kamil fi't-Tarih", Beyrut, 1995.
* İbn Haldun, Abdurrahman Ebu Zeyd Veliyuddin Maliki, "Makaddime I-II, " , Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 8.Baskı İst.2012.
* İbn Hazm,Ebū Muhammed Ali bin Ahmed bin Saîd, "el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", Daru'l-Cil Beyrut tsz.
* İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik (213-828), "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), Tercüme: Abdulvahhap Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul, 2014, I-IV.
* İbn Kesir, Ebu'l-Fidaİsmail b.Ömer, "el-Bidayeve'n-Nihaye", Mısır 1351/1932.
* İbn Manzûr, Ebul-Fadl Cemaluddin Muhammed Mükerrem, "Lisanu’l-Arab", Beyrut, Ts. XIII, 21;
* İbn Sa'd, Ebu Abdullah Muhammed, "et-Tabakatu'l-Kubra", I-VII, Beyrut, 1377- 80/1957-60.
* İmam-ı A'zam, el-Fıkhu'l-Ekber, nşr. Mustafa Öz, İstanbul, 1992.
* İsfehânî, Rağıb, "el-Müfredat fî ğarîbi'l-Kur'ân," Daru'l-Ma'rife, Beyrut (1426/2005).
* İslamoğlu, Mustafa, " İman Risalesi", Denge Yay.İst. 1993, s.46.
* İzutsu, Toshihiko "Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar", çev. Selahattin Ayaz, İst. ts.
* "Kelâm", Editör: Ş.Ali Düzgün, Grafiker Yay. Ankara 2012.
* Koçyiğit, Talat, " Hadisçilerle Kelamcılar Arasında Münakaşalar", TDV Yay. Ankara 1989.
* Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, "Kitabu’tTevhid", Beyrut, 2010.
* "Kitabü't-Tevhid Tercümesi", Tercüme Bekir Topaloğlu, İSAM, Ankara 2005.
* Nesefî, Ebu’l-Mu’în Meymûn b. Muhammed, "Tabsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn", Ankara, 2004.
* Pezdevî, Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerîm (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi", çev. Şerafettin Gölcük, Kayıhan Yay. İst. 1980.
* Ringgren, Helmer, "The Coceptof Faith in The Koran", ORİENS, Leiden, 1921, IV.
* Selçuk, Mualla, "Teorik ve Pratik Açmazları ile Kültürel Miras Öğretimini Sorgulayan Bir Deneme", AÜFD, Cumhuriyetin 75.Yılı Özel Sayısı 1999.
* Serdar Mutçalı, "Arapça-Türkçe Sözlük", Dağarcık Yay. İst. 1995.
* Sülün, Murat, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay. 3.Baskı, İstanbul 2015.
* Şehristani, Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, b. Ebi Bekr Ahmed, "el-Milel ve'nNihal", I-II, nşr. M.Seyyid Geylani, Kahire 1961.
* ----- , "el-Milelel ve'n-Nihal", Daru Sa'b, Beyrut, 1406/1986. et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, "Tarihu'l-Umem ve'l-Muluk", Kahire, 1357/1939, II, s. 459.
* et-Tanci, Muhammed b. Tavit et-Tanci, " Kelam İlmi", terc. Bekir Topaloğlu, Mezhep Araştırmaları IV/I Bahar 2011.
* Topaloğlu, Bekir,"İman Küfür Arasındaki Sınır" Diyanet Gazetesi, sene 5,cilt 4.
* Tillich, Paul "İmanın Dinamikleri", çev. Fahrullah Terkan, Salih Özer, Ankara Okulu Yay. 1. baskı, Ankara 2000.
* Ümit, Mehmet “Mihne Uygulamaları ve Hanefiler”, Mihne Süreci ve İslami İlimlere Etkisi, ed.:M.Mahfuz Söylemez, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2012.
* Ülken, Hilmi Ziya, "Eğitim Felsefesi", MEB Yay. İst. 1967, s. 155
* Wellhausen , Julius, "el-Havaric ve'ş-Şia", Arapçaya çev. A. Bedevi, Kahire 1958.
 
bus

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...