NİÇİN SUSUYORUZ; KONUŞMAK MÜMKÜNKEN! / Nurhan Genç

NİÇİN SUSUYORUZ;
KONUŞMAK MÜMKÜNKEN!
19 Eylül 2021 / İstanbul

Nurhan Genç
Gönül Erleri
MGYK Üyesi
İlahiyatçı-Sosyolog
     Bilemediğimiz kadar yetenekle donatılmış insanın, kendisine bahşedilmiş en güzel sistemi olan konuşma özelliği ile arası neden bozulur ?
     Yani niçin susarız?
     Susmanın çok çeşitli sebepleri olabilir. Hikmet ve olayların künhüne vakıf olmak insanı susturabilir. “Sözün gümüş, susmanın altın” olduğu demlerdir bu demler. Bildiği için konuşmaz, bazen de insan bilmenin ağırlığıyla, bazen de bilmediği için konuşamaz... “Sus ki birşey sansınlar” zamanıdır o anlar. Bir de gönlü susanlar vardır ki, işte bu yazının konusu onlardır, hem harfe hem kelimeye hem söze hem öze küsmüştür.
     Klasik bir cümleyi sık sık duyarız; “ağzı olan konuşuyor.” Doğru, çünkü konuşma eyleminin organı ağız, dil, diş boğaz boşluğu dudaklardır. Velev ki böyle olsa bile, söz söylemek bu kupkuru nesnelerden ibaret olmamalıdır, zira diğer canlılarda da vardır bunlar. Öyle ise; harflerin ruhu, sözün inceliği, kelimenin letafeti bazen coşkun bir ırmak olurken, bazen dingin orman, bazen gün doğuşu kadar ümitli, bazen gecenin karanlığı kadar zifiridir. Bizim Yunus; “söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede” der. “Tatlı sözün yılanı bile delikten çıkaracağına” inanırız hepimiz.
     Psikoloji, insanın hatalarını ve her öğrenmeyi bir sebebe bağlarken, felsefe kelimelerin gücünü sorgular. Kur’anda ise insanın sahibi, yarattığını bilir ve “müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?” sorusunun içine insanın nasıl konuşması gerektiğinin kodlarını koyar. Ve altın harflerle yazılması gereken cümleyi Rabbimiz cihana ilan eder ayetiyle; “firavuna bile yumuşak söz söyle“ der, Hz. Musa’ya. Mekke halkının tüm zulmüne rağmen Allah'u teala, Efendimizi uyarır; “eğer sert ve kaba olsaydın, etrafındakiler dağılıverir giderlerdi” ayeti celilesiyle.
     İnsan hep insan... Daha beynin sırlarına vakıf olamayan insan kalbin sırlarına nasıl vakıf olsun? Beyin / akıl oyunlarıyla oynanırken; kalbin kırk yerinde, kırk yara olur bazen kanayan.
     Bir konferansta konuşmacı; “kalıbına giremediğiniz insanın, kalbine giremezsiniz” demişti. Kalp dönektir ama bir çocuk gibi de objektiftir. Kendisine iyi ya da kötü davrananı bir altın mihengi inceliğinde farkeder ve çoğunlukla da yanılmaz. Kalp, bütün azaların yöneticisi olduğu gibi, duyguların da süzgecidir. Dört gözüyle bakar, olayların kendisine ne söylediğine.
     İşte bu yüzdendir ki, insan susar... Eğer dinlenilmemiş, sevilmemiş, önemsenmemiş, fark edilmemiş, anlaşılmamışsa veya öyle hissediyorsa susar. ‘Eşkiya’ filminde ‘Keje’ susmuştu, çünkü duygularına gem vurulmuş, sevdiğine yasak konmuştu. Söylese duyulmayacak, hangi harfi birleştirse dünya sağır olacaktı. Konuşmak duyulmak içindi halbuki, örselenmenin, reddedilmenin, kırılıp dökülmenin adıydı susmak. 80’ler dizisinde de ‘suskun’ diye biri vardı, belki de fikirleri kendine hastı. Düşünmüştü sadece, yorulmuştu fikirlerinin peşinden koşmaktan, anlaşılmamış, değer verilmemiş ve o da konuşmaya tenezzül etmemiş susmuştu.
     Yakın bir akrabamın eşi susmuştu hatta bir ömür boyu, ta ki eşini kaybedinceye kadar, çünkü insanın karşısındaki eşiydi evlendiği yani, sevginin her dilini kullanması gereken sırtını dayayacağı dağdı, tutacağı el, yaslanacağı gönül. Peki ne olmuştu; sözlü ve bedensel şiddet, değersizlik duygusu, kıymet bilinmemezlik, aşağılık duygusu, mutsuzluk. Halbuki bir tek kelime, bir cümle, cümle kuramıyorsa mahcup bir bakış yetecekti, olmadı. Volümü yüksek ve kötü hissettiren cümleler bitmedi. Hep yalnızdı şimdi de yalnız.
     Çok güzel bir kadın annesine küsmüş, susmuştu. Çünkü en çok güvendiği, güvenle bağlanması gereken annesiydi. Anne; şefkat ve merhamet olmalıydı. Gözlerinden, sözlerinden nefret değil, sınırsız sevgi, sonsuz sabır, engin bir hoşgörü akmalıydı. Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmamalıydı. Öyle olmadı, ne çocuk oldu, ne genç kız, çocuk gelin oldu, çilesi bitmedi sonra genç yaşta ebediyyen sustu, arkasında kaç tane acıya karışacak küçük çocuklar bırakarak.
    Çok acı ki, üniversite mezunu öğretmen adayı bir genç delikanlı hem annesine hem babasına hem kardeşlerine susmuştu. Küsmek başka susmak başka. Küsmekte naz, kapris, beklenti barışma çabası vardır. Susmak öyle mi, her duyguyu bitiren eylemdir susmak. Beklemez, ummazsın , ümidin yoktur. Duyguların adeta demire taşa dönmüştür, artık geri dönmek yoktur gemileri yakmışsındır.
    Bir gün telefon çaldı açtım. Yukarıdaki öğretmen adayı delikanlının babasıydı, memleketten arıyordu. “Kızım” dedi, “bir ricam var” “yıllardır ulaşamadığımız oğlumuzu biliyorsun, ne olur falan yerde kalıyormuş bir konuşsanız. Artık dayanacak gücümüz kalmadı, nereden ulaşsak kaçıp kayboluyor, konuşmuyor, keşke kızsa bağırsa çağırsa küfretse de susmasa” dedi ağlayarak. “Ne olur yardım edin!” Kendime vazife edindim, “tamam amca“ dedim. Aradık bulduk eve davet ettim, geldi. Görünce çok şaşırdım öyle hoş öyle güzel öyle kültürlü ve kibar bir çocuktu ki şaşırdım ve “neden?” dedim...
     “Neden” ağlamaklı bir şekilde, insan annesini, babasını nasıl unutur?” Delikanlı; "ama” dedi, “anne, babaya da adalet yaraşır, onlar beni hiç sevmediler, hiç dinlemediler, hep abilerimin gölgesinde kaldım.” Ah be çocuk nerde koptu, hangi davranış böyle hissettirdi, olur mu anne baba sevmez mi hiç?”
     “Yanlış uslup doğru sözün celladıdır” diye boşuna denmemiş. Anne-baba farkında bile değil. “Olur mu hiç, çocuğumuzu tabii ki sevdik, seviyoruz” diyorlar. İletişim kopunca araya, her türlü nifak girebiliyor, muhatabımız kim olursa olsun.
     Sabaha kadar yalvardım, anne baba haklarını benden iyi biliyordu ama yüreğinde zerre yer yoktu. “Onların benim üzerimde hiç hakları yok, hep yokmuşum gibi davrandılar “ dedi . Ne dediysem razı olmadı, yumuşamadı. Öyle korkunç susmuştu ki; hala suskun, evlenmiş yuva kurmuş, bir yanı ateş, alev, eksik.
     Bir huzuevine görevli gitmiştim. Masa hazırlamışlar biraz sohbet edip dertleşicez oradaki renkleri, hayalleri, geleceği kaybolmuş insanlarla. Bir hanım gayet güzel giyinmiş genç denecek yaşta, makyaj yapmış saçlarını güzelce boyayıp toplamış, oranın müdavimi değil sanki. Ziyaretçi zannettim önce. Bana; ”konuşmacı siz misiniz?” dedi önce. “Evet” dedim. Birden vahşileşti, ayağa kalktı elini yumruk yaptı, masaya hırs, kızgınlık, isyan karışık bir öfkeyle vurmaya başladı. “Senin anlatacağın Allah’a inanmıyorum” diye bağırarak. Belki de vermesi gereken sorumluluk bilincinin sorumluluğunu Allah’a atfederek. “Benim oğlum da var, kızım da var. Onları doktor yaptım,mühendis yaptım, ben neden buradayım?” çığlıkları kulağımdan gitmiyor. Müthiş bir vefasızlığa uğramıştı. Emekleri zayi olmuş, yılları, gençliği heba olmuş işi bitince darulaceye terk edilmişti. Benden yılların suskunluğunun cevabını bekliyordu. Ağlayarak dinledi, sustu, yoruldu. İnsanın bazı şeylerle karşılaşması nasip işi olmakla birlikte belki de aranması gereken bir şeydi. Çok zorlandım suçlayan bir dil kullanmamaya çalışarak Allah’ın merhametinden, hayatın faniliğinden, herşeyi ondan istememiz gerektiğini anlatırken. Ne anlatılabilirdi ki, darulaceze de ümitlerini ve sevdiklerine olan güvenini kaybetmiş bir aciz insana?
     Öyle çok örnek varki. Merhum M. Akif sürgündeyken yakın arkadaşı Süleyman Nazif dostu ısrarla yazılarını yazıp göndermesini ve onlardan mahrum etmemesi gerektiğini yazıyor. M. Akif cevaben “azizim“ diyor; “ne yazması, ben beş vakit namazımı sehiv secdesiz kılamıyorum” yorgundur, kırgın ve suskundur. İstiklal marşı şairirmiz sözün fayda etmeyeceği yerde konuşmaz artık.
     Harflerin kelimelere sustuğu anlar işte böylesine insan ruhunda depreşip duran yaralanmalardandır. Öyle ki görünmez, bilinmez sadece darbesi kime dokunmuşsa yangın çıkmıştır kalbinin derinliklerinde. İnsan sadece diliyle konuşmaz ki, gönlüyle, gözüyle hatta ruhuyla konuşur.
     Gönül umma yeridir. Her ne kadar ”umma ki küsmeyesin“ dense de, hepimiz umar ve bekleriz. Ama biliriz ki burası her şeyin yarım kaldığı yerdir. En güzel kapı Mevlanın kapısıdır, diline değil gönlüne bakar insanın. İnsan ise aciz ve fakir olduğunun farkına varırsa, en büyük dervişliğin incitmekten ziyade, incinmemekten geçtiğini anlar. Öldürmüyorsa yaralar, güçlendirir bizi.
     Dinlenirse, anlaşılırsa, değer görüp, kıymet bulursa, bilirse ki; hata da yapsa, yanlışta söylese yanında ve arkasında sevdikleri dostları vardır işte o zaman susmaz, küsmez, söyler, eyler, güler.
     İnsan konuşmuyorsa yaralı ve yalnızdır. Susmayalım, susturmayalım, kimsenin kelimelerini gönlüne hapsedip, küstürmeyelim.

2 yorum:

Unknown dedi ki...

Ancak bu kadar güzel anlatilabilinirdi, dilin değil asilda gönlün susmasını. Rabbim dilimizini susmamiz gereken yerde sustursun ama gönlümüzü açık etsin inşallah, kilit onda açacak anahtarda onda. Allah razı olsun

Adsız dedi ki...

Susmak demek ki çok güzel bir mesaj şekli de olabilirmiş düşündüren bir yazı tebrikler.

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...