31 Aralık 2020 Perşembe

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
4

DEPRESYONla başa çıkmanın yolları

Kaynak: Prof. M. Y. Agargün

     1. ADIM: Faaliyet ve Depresyon

     Depresyonun en önemli belirtilerinden biri halsizlik ve hareketlerdeki yavaşlamadır. Her şey gözünüzde büyümektedir. En basit işler bile büyük gayret ister hale gelmiştir. Çabuk yorulursunuz. Üstelik yaptığınız hiçbir işten zevk alamazsınız. Giderek hiçbir iş yapamadığınızı düşünmeye başlarsınız. Bu düşünceler kendinizi daha kötü hissetmenize ve değersiz, beceriksiz bir insan olduğunuzu düşünmenize yol açar. Bu düşünceler arttıkça işlerinizi yapmak zorlaşır ve bu durum böyle devam eder gider. İlk olarak bu isteksizlik, hareketsizlikten kurtulabilmek için günlük faaliyetleri artırmak gereklidir. Depresyonun en belirgin özelliği olan olumsuz düşüncelerimiz faaliyetlerimizi engeller. O halde bu olumsuz düşünceleri değiştirmek gereklidir.

     Bu olumsuz düşüncelere aşağıdakileri örnek olarak verebiliriz:
  • Nasıl olsa zevk almayacağım o halde niye yapayım?
  • Nasıl olsa beceremem.
  • Ne gerek var?
  • Bunları yapınca ne olacak sanki?
     Bu olumsuz düşünceler daha aktif olmamızı engeller. Bu düşüncelere rağmen, önemsiz olarak görseniz bile günlük faaliyetlerinizi artırmanız gereklidir. Depresyondaki yorgunluk hissi normal yorgunluktan farklıdır. Depresyondayken dinlenerek ya da bir iş yapmayarak yorgunluk hissinden kurtulamazsınız. Hiçbir iş yapmamak yorgunluk hissinizi artırır.
     2. ADIM: Düşünce ve Depresyon

     Depresyonda olumsuz düşünceler kendinizi kötü hissetmenize yol açarak kendinize, çevrenize, geleceğe karamsar bakmanıza neden olur. Bu olumsuz düşünceler gerçekten ve herkes için kötü olan bir olaydan ziyade sadece sizin
kendiniz için kötü olduğunu düşündünüz olaylardır. Depresyondaki kişi düşüncelerinin doğru olup olmadığını araştırmadan çevresini düşüncelerine uydurur. Bu düşünceler depresyondan çıkmanızı zorlaştırır.


     Bu düşüncelere bazı örnekler:
  • Kimse beni sevmiyor.
  • Herkesi memnun etmeliyim.
  • Başarısız olan sadece benim
  • Başka biri olmadan yaşayamam.
  • Başaramazsam hayatın anlamı kalmaz.
  • Zaten her şey beni bulur.
     Bu düşüncelerin özelliği Otomatiktirler. Farkına varmadan aklınıza gelirler.
  • Çarpıtılmışlardır. Gerçeği yansıtmazlar.
  • Engelleyicidirler. Bazı şeylerin olumlu yönde değişmesini engellerler.
  • Gerçeğe uygun ve doğruymuş gibi algılanırlar.
  • Israrcıdırlar. Aklınızdan çıkarıp atmak zordur.
     Olumsuz düşüncelerle baş etmenin ilk adımı nasıl düşündüğünüzü ve bu düşüncelerin duygularınızı nasıl etkilediğini fark edebilmektir. Bu düşüncelerden kurtulabilmeniz için bu düşünceleri fark etmeniz ve yerine olumlu düşünceler geliştirmeniz gerekir.
     Bu düşüncelerin farkına varmanız için:
     1. Düşüncelerinizi sayın.
     Olumsuz düşüncelerinizi fark etmenin yolu onları tek tek saymaktır. Yanınızda bir kağıt olsun ve her olumsuz düşünce için kağıda bir çentik atın.Zamanla daha fazla düşünceyi fark edeceksiniz. Çok olumsuz düşünceye sahip olduğunuz için kendinizi suçlamayın. Bu sayının artması sizin bu düşünceleri yakalamakta ustalaştığınızı gösterir. Bunlar zayıflığın değil depresyonun belirtileridir. Telaşlanmayın. Tedavinin devamı ile bu sayı tekrar azalacaktır

     2. Düşüncelerinizi kaydedin:
    Doktorunuzun size verdiği formdaki olumsuz düşünceleri kaydedin ve bunlara puan verin

     3. Olumsuz düşünce ve duygularla mücadele edin:
     Bu adımda amaç olumsuz düşüncelerin yerine mantıklı ve olumlu olanları düşünmeye çalışın. Bunun için;
     a) Olumsuz düşünce ve duygularınızı sorgulayın.
     Kendiniz hakkındaki olumsuz düşüncelere kanıt arayın. Farklı bakış açıları olabilir mi bunu araştırın. Hakkında olumsuz düşündüğünüz bir olaya tarafsız ya da olumlu bakabilmek için:
     Bir yakınınıza ya da arkadaşınıza aynı olay hakkında görüşünü sorun. Soru sormak zor geliyorsa ya da utanıyorsanız. Kendinizi başkasının yerine koyun. Diğer bir yol arkadaşınızın ya da yakınınızın size aynı konu için akıl danışmaya geldiğini düşünün. Ona ne cevap verirsiniz. Acaba kendinizi daha iyi hissetseydiniz bu olayı nasıl değerlendirirdiniz. Bir de böyle düşünün.

     b) Olumsuz düşüncelerinizi fark ettiğinizde kendinize şu soruları sorun. Acaba düşünce ile gerçeği karıştırıyor muyum?
  • Farklı yönlerden bakmayı ihmal mi ediyorum?
  • Başkası olsa ne düşünürdü?
  • Depresyonda olduğum için mi böyle düşünüyorum?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne yararı var?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne zararı var?
     c) Olumsuz düşüncelerinizin yerine geçen olumlu düşünceleri not edin.
     Dikkat!
     Kendinizi kötü hissederken mantıklı olmaya çalışmak başlangıçta zor olabilir. Bazen kendinizi o kadar kötü hissedersiniz ki hiçbir şey düşünmek istemeye bilirsiniz. Bu zamanlarda sadece olumsuz düşünceleri not edin. Ümitsizliğe kapılmayın. Olumsuz düşünceleri yazarken bu düşünceleri fark ettikçe kendinizi eleştirmeyin. Bazen hayal kırıklıklarınız olabilir. Şikayetleriniz tekrarlayabilir. Bu durum da endişelenmeyin. Düzelme yolunda ki aşamalarda bu tür gerilemeler olabilir.
     Öğrendiklerinizi ne kadar uygulamaya koyabildiğinizi düşünün. Depresyonda olsanız da olmasanız da öğrendiklerinizi günlük hayatınızda kullanmanız kendinizi daha iyi hissetmenizi ve daha olumlu düşünmenizi sağlayacaktır.
     Doktorunuzun önerilerine uyun. Büyük ihtimalle doktorunuz size bazı ilaçlar verecektir. İlaçların tedavinin çok önemli bir parçasıdır. Bir hastalıkta ilaç kullanılması o hastalığın ağır olduğu anlamına gelmez. İlaçların etkin olması için belli bir zamanın geçmesi gerektiğini unutmayın.
—————————————————————-

29 Aralık 2020 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZİNA (Kavramlar Ansiklopedisinden)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
(Kavramlar Ansiklopedisinde)
ZİNA 
     Irzın ve neslin korunması şeriatın gayeleri arasında olunca bununla ilgili olarak şeriatta zina haram kılınmıştır.

     Allah Teâlâ şöyle buyurur:

     “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra: 17/32)

     Hatta şeriat; örtünmeyi ve bakışları sakınmayı emredip, namahrem bir kadınla yalnız kalmayı yasaklayarak ve buna benzer kurallarla zinaya yol açacak ve araç olabilecek her kapıyı kapatmıştır. Zina eden evli kişi en kötü ve şiddetli ceza ile cezalandırılır. Yaptığı işin kötü sonucunu tatması için, vücudunun her parçası haramdan nasıl zevk almışsa, aynı şekilde eziyet çeksin diye ölünceye kadar taşlanarak recmedilir.
     Geçerli/sahih bir nikahla daha önce bir kadınla ilişkide bulunmamış zinakara ise şer’i hadler içerisinde gelen en yüksek sayıda -yüz celde- sopa vurulur.
     Mü’minlerden bir grubun bu cezayı seyretmesiyle içine düştüğü onur kırıcı durum ve yöresinden uzaklaştırılması, tam bir yıl zina ettiği bölgeden başka bir yere gönderilmesiyle yaşadığı utanç ise olayın başka bir boyutudur.
     Zina eden erkek ve kadınların Berzah’taki azapları üstü dar, altı geniş tandır şeklindeki bir fırına konulmalarıdır. Altında ateş yakılır ve onlar fırının içinde çıplaktırlar. Üzerlerine ateş gelince bağırarak, neredeyse ağzından çıkacak kadar yükselirler. Ateş hafifleyince tekrar içine dönerler. Kıyamet gününe kadar onlara böyle davranılır. Kişinin ilerlemiş yaşına, kabre yaklaşmasına ve Allah’ın ona (tevbe için) mühlet vermesine rağmen zina yapmaya devam etmesi bu durumu daha da çirkinleştirir.
     Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah, Kıyamet günü üç sınıf insanla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onların yüzüne bakmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır: Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirlenen fakir.”[1]
     Kazançların en kötüsü fahişenin zina karşılığı aldığı kazançtır. Kendi bedenini satan kadın, gece yarısı semanın kapıları açıldığında duasının kabulünden yoksundur.[2] ihtiyaç sahibi ve fakir olmak Allah’ın kanunlarını çiğnemek için kesinlikle geçerli bir özür değildir.
     Eskiden şöyle derlermiş: Hür kadın, aç kalır yine de sütünü satarak (çocuk emzirerek) kazanç elde etmez; nasıl bedenini satsın ki! Günümüzde fuhuş için her kapı açıktır. Şeytan kendisinin ve dostlarının oyunuyla fuhşa giden yolu kolaylaştırmış, facirler ve günahkarlar da bu yola koyulmuşlar.
     Süslenerek açılıp saçılmak yaygınlaşmış, bakışları sakınmamak ve harama bakmak çoğunluğun yaptığı bir iş haline gelmiş, kadın ve erkeğin bir arada bulunması her yeri kaplamış, seks filmleri ve müstehcen dergiler piyasayı doldurmuş, kolaylıkla fuhuş yapılabilecek ülkelere yolculuklar artmış, seks ticaretinin yapıldığı pazarlar kurulmuş, ırza tecavüz olayları çoğalmış, zina çocuklarının sayısı ve çocuk aldırma olayları artmış...
     Ey Allah’ım!
     Rahmetini, lütfunu ve korumanı dileriz. Katından bizleri onunla kötülüklerden koruyacağın bir himaye dileriz.
     Kalplerimizi temizlemeni, bizimle haram arasına uzun mesafeler ve aşılmaz engeller koymanı dileriz. [3]

[1] Müslim: 1/102-103.
[2] Bununla ilgili hadis Sahihu’l-cami’: 2971’dedir.
[3] Muhammed Salih el-Müneccid, İnsanların Önemsemediği Sakınılması Gereken Haramlar, Karınca Yayınları: 27-28.

🍄İSTANBUL ANADOLU YAKASINDA CAZİP İMKANLARLA🍄🍃BİR TATLI MARKASININ BAYİSİ OLMAK İSTER Mİ SİNİZ?🍃

 Yılların Markası 
Saygın Bir Tatlı Üreticisi
BAYİLİKLER VERMEYE KARAR VERDİ!

alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021
Her ay bir sürü tatlı çeşidinden,
binlerce kg. tatlıyı
başka kurumlar, firmalar için üreten
bu kurumsal firmanın kurucusu, yöneticisi
Gönül Erleri Mail Grubumuzun üyesi...
pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009
Bayi ağları oluşturmak için pek çok yol izlenebilir.
Firmanın kurucu - yöneticisi,
Gönül Erleri Mail Grubu üyelerimize
özel imkanlar vererek
ilk bayiliklerini vermeye karar verdiler...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0110  
Karşılıklı görüşmeler sonrası;
gerçekten de mail grubu üyelerimize özel
bir imkan-kampanya olacaksa
seve seve duyurmak ve onlarca üyemizin
işyeri kurmasına vesile olmaktan gurur duyarız dedik...

2021 yılında, İstanbul'umuzun Anadolu Yakasında, her bir semtte,
işini hakkıyla yapacak olanların gerçekten başarılı olacakları,
her mevsim, her yerde geçerli bir iş...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Önem sıralamasının en başında; 
markanın kaliteli ürünler üretmesi ve
iyi hizmet vermesi gelmektedir...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Sıralanacak bir sürü artıları olan firmanın yetkilileri
en son hazırlıklarını yapıyorlar...
Bayilik için gerekli tüm ürünler;
tasarımdan, anahtar teslimine kadar,
çatal-kaşık-tabak hatta kürdanından
tabelasına, personel kıyafetine kadar
tüm ürünlerin ve kurulumun
en uygun şekliyle maliyeti hesaplanıyor...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0378  
 Kurulum bedeli kesinlikle maliyetin altında çıkarılacak.
(Üretici firma sürekli ürün satışından para kazanacak.)
 İsim hakkı-franchise vs bedeli asla talep edilmeyecek.
 Markanın ürettiği 20 ye yakın tatlı çeşidinin fiyatları
gerçekten makul olacak...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Ve başka başka avantajlar ile 
 Corona döneminde açılım, büyüme, gelişme nasıl olur? 
 Onu sergilemek üzere tüm hazırlıklarını yapan firmanın 
 duyurusunu yakında yapacağız. 
  cizgi-hareketli-resim-0110
Üyelerimiz işyeri açsın,
Açılan işyerlerine personel alınsın,
Üretici üyelerimiz de bayiler bulsunlar diye
Yaklaşık 1 sene boyunca
duyurmaya devam edeceğiz...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Yakında firma ve ürün tanıtımı ile
bayilik başvuru formunu da yayınlayacağız...
İstanbul Anadolu Yakasında küçük imkanlarla
kendi işyerini açmak isteyenlere
mailleri takip etmeye devam edin diyoruz...
(Bir süre sonra başka bölgelere,
illere de bayilikler düşünülecek)
yemek-yeme-ve-beslenme-hareketli-resim-0301

--

26 Aralık 2020 Cumartesi

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 ÇOCUKLARDA VE GENÇLERDE DEPRESYONUN GELİŞİMİ

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
3

DEPRESYON

     Depresyon bir psikiyatrik hastalık ya da durum olarak tanımlanabilir. Temel belirtileri, kişinin kendini boşlukta, çökmüş ya da üzgün hissetmesi yanı sıra günlük yaşam etkinliklerine ve diğer alanlara karşı isteksizlik, ilgisizlik duyması, bunlardan zevk alamamasıdır. Bu belirtilerin 2 haftadan uzun sürmesi hastalık kabul edilmesi ve tedavi edilmesi gerektiğini gösterir.
     Depresyonda bunların yanı sıra değersizlik, işe yaramazlık ve suçluluk düşünceleri, karar vermede güçlük, dikkatini toparlayamama, zihin dağınıklığı, unutkanlık, uyku, iştah düzensizlikleri, yorgunluk, bitkinlik, enerji azlığı, bedende ağrılar, uyuşmalar ya da değişik bedensel algılamalarda görülebilir.

     Bu belirtiler günlük hayatta sıkça görülmez mi?
     Bu görünümü ile depresyon günlük hayatta sıkça karşılaşılan hayal kırıklıkları, karamsarlık, kendine güvende düşmelerle karışabilir. Depresyonun bu yaşamsal olgulardan farlılığı kişinin ”düştüğü çukurdan bir türlü çıkamaması” olarak tanımlanabilir.
     Zaten depresyon tanısı yukarıdaki belirtilerin iki haftadan uzun sürmesi halinde konulmaktadır.

     Depresyonun tanınmasının önemi nedir?
     Toplumda çoğu kez depresyondaki kişi bu konuda deneyimi olmayan kişiler ya da yakınları tarafından yanlış algılanmakta, durumun ciddiyeti tam anlaşılamayabilmektedir. Bunun sonucu olarak depresyondaki kişiler çevrelerinden yeterince yardım, ilgi, anlayış göremeyebilirler.
     Çoğu kez depresyondaki kişiye ”rahatla, bunlardan kurtul”, ”gez, toz, tatile çık, kendine gelirsin” gibi öneri ya da eleştiriler yapılır. Depresyondaki kişi ise çektiği sıkıntıların yanı sıra anlaşılamama, rahatsızlığını, sıkıntısını aşırı abartıyor gibi görünme gibi güç durumlar yaşar.

     Depresyonun türleri nedir?
     Depresyon belirtileri ağırlığına göre çeşitli ciddiyet derecelerinde karşımıza çıkar. Yukarıdaki belirtilerin yüksek oranda yaşandığı, acı ve hüznün derinleştiği melankolik depresyonlarda tabloya ölüm ve intihar düşünceleri eklenir. Hayatın giderek anlamsızlaşması ve hissedilen ızdıraplar koşulları tahammül edilmez hale getirebilir. Bu tür ağır ve iyileşmesi güç depresyonlar yarattığı çaresizlik duyguları nedeniyle ”psikiyatrinin kanseri” olarak adlandırılırlar.
     Yine bu ağır depresyonlar kişinin realiteyle ilişkisini bozar hezeyan ve halusünasyonlara yol açabilir. Bunların içeriği depresyonla ilişkili olarak suçluluk, kötülük görme, hiçlik konularındadır. Örn: Tüm kötülüklerden sorumlu olduğunu düşünme, beyninin ya da bedenin çürüdüğü şeklinde hezeyanlar ya da suçlayıcı sesler duyması şeklinde halusünasyonlar olabilir.
     Bir diğer depresyon türü de maskeli depresyondur. Bunda tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Huy değişikliği, çevreyle sıkça çatışmalar, huzursuzluk, ilişkilerde bozulma, başarıda düşme, alkol kullanma eğilimi gibi kolay tanımlanamayan belirtiler vardır. Bunların dışında birçok depresyon türleri de vardır.

     Depresyonun sıklığı nedir?
     İnsanların hayatlarının bir döneminde depresif belirti gösterme olasılığı % 20′ dir. Depresyon sıklığı kadınlarda erkeklerin iki katıdır. Yaş grubu olarak farklılık göstermez. Her yaşta görülebilir.

     Depresyonun nedenleri nelerdir?
     Depresyonun oluşmasında kalıtsal, toplumsal, psikolojik ve biyolojik etmenlerin birlikte rol aldığı düşünülmektedir. Ciddi depresyon geçirmiş anne-babaların çocuklarının depresyon geçirme olasılığı biraz daha yüksektir.
     Depresyon sırasında beyinde biyokimyasal değişimler olmaktadır. Nörotransmitter adı verilen serotonin, noradrenalin vb. maddelerin yoğunluklarındaki değişimler ve bazı hormonal değişimler ortaya çıkmaktadır. Bu değişimlerin kalıcı olmadığı bilinmekle birlikte bunların sebep-sonuç ilişkileri tam olarak aydınlatılamamıştır.
     Çocukluk döneminde yaşanan bazı deneyimler örneğin anne ya da babanın kaybı, uzun süre ayrı kalma, yetişkinlik döneminde eş ve evlilik ile ilgili problemler, destek verici bir sosyal çevreden yoksun olma, ekonomik ya da işle ilgili sorunlar, geçimsizlik vb. yaşam olaylarının da depresyonla ilgisi birçok araştırmacı tarafından gösterilmiştir.

     Tedavisi nasıl?
     Depresyon büyük oranda tedavi edilebilir bir hastalıktır. İki tedavi yöntemi vardır. İlaç ve psikoterapi. Depresyonun alevli olduğu dönemlerde ilaç tedavisi gereklidir. Terapi depresyonun gerilediği dönemlerde, hastalığın hasarlarını onarma ve depresyondan korumayı hedefleyici olarak uygulanır. İlaç kullanımı uzun süreli ve uygun dozlarda olmalıdır. Bir ruh hekiminin kontrolünde verilmesi gereklidir.
     Depresyon Konusunda Bazı Öneriler:
– Depresyonun bir hastalık olduğunu kabul edin ve bir psikiyatristen yardım isteyin.
– Her insanın hayatının belli bir döneminde depresyon geçirebileceğini düşünün.
– Depresyonun bir zayıflık ve güçsüzlük belirtisi olmadığını düşünün.
– Çok önemli kararları hemen vermemeye çalışın.
– İnsanlardan uzak kalmamaya çalışın.
– Televizyondaki şiddet ve korku filmlerini izlememeye çalışın. Hobilerinize yönelik ya da komedi programlarını izlemeye çalışın.
– İsteksizlik düşüncelerine rağmen, küçük de olsa faaliyetlerde bulunun (elişi, yemek, tamirat vb.).

     Postportum depresyon; doğum sonu depresyon yani çökkünlük demektir. Her ne kadar “doğum sonu” denmekte ise de, doğum öncesi ve sırasında da ortaya çıkabilir. Depresyonun tipik belirtileri olan üzüntü, moralsizlik, kendine güven de azalma, kötümserlik, ağlama, yakınma şikayetleri ortaya çıkar. Bunlar başlangıçta dikkati çekmeyebilir. Fakat bu duygu durumunun süresi uzayınca (15-20 gün kadar) çevrenin dikkatini çekmeye başlar.
     Bu tablo giderek ağırlaşabilir. Hastanın kötümserliği kötülük görme hezeyanlarına, kendine güven düşüklüğü, kendini suçlama, kendini yararsız görme, giderek de ölüm intihar düşüncelerine neden olur. Daha ağır şeklinde (sistemsiz, mantıksız) hezeyanlar ve görsel, işitsel halüsinasyonlar tabloya eklenebilir.
     Ülkemizde bunun sıklığı ile ilgili araştırma yoktur. Ancak psikiyatristlerin seyrek olmayarak karşılaştıkları bir tablodur. Nedeni kesin olarak bilinmemektedir. Doğumun neden olduğu fizyolojik, özellikle hormonal değişiklikler, yine hamileliğe bağlı olarak ortaya çıkan psiko- sosyal faktörler ya da her ikisi birlikte neden oluşturabilirler.
     Genellikle genç annelerde ve ilk çocukta daha sık görülmektedir. Ancak yaş sınırı yoktur. Sosyo-ekonomik düzeyle de ilişkisizdir. Eğitim düzeyiyle ilişkisi belirlenmemiştir.
     Psikiyatrik tedavi mutlaka gereklidir. Ve erken başlanması önemlidir. Tablo ağırlaştıktan sonra tedavi güçleşmekte, geri dönüşü güç problemlere yol açabilmektedir. Bunlardan en önemlisi kalıcı tedavisi zor şizofreni benzeri bir psikotik tabloya yol açabilmesidir. Bu durumda hastanın hezeyanları ve halüsinasyonları kalıcı olabilmektedir.
     Dengeli, anlayışlı yaklaşımlar yararlı olur ancak, hastalık başladıktan sonra mutlaka uzman birinin yardımı gerekir.
     Hastalığın süresi için kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Bazen 1-2 ayda iyileşebilir. Bazen 5-6 ay ya da daha uzun sürebilir. En önemli kötü sonuç kalıcı bir psikotik bozukluğa neden olabilmesidir. Bu nadir de olsa görülebilir.

10 Soruda Depresyon
     1. Depresyon nedir?
     Depresyon ruh halinizi, hislerinizi, davranışlarınızı, ve ruh sağlığınızı etkileyen bir hastalıktır. Depresyonun bir halsizlik kendi kendinize çözebileceğiniz bir sorun olmayıp, biyolojik temelli ve tıbbi olarak tedavi edilmesi gereken bir hastalık olduğunun bilinmesi gerekir.

     2. Depresyon (çökkünlük) sanıldığı kadar sık mı?
     Genel klinik tıpta, depresyon en yaygın ruhsal bozukluktur. Hastalığın ortaya çıkışına neden olan etkenlerin belirlenmesi çalışmalarında ve klinik araştırmalar ayaktan izlenen hastaların % 12-36’sı ile, yatarak tedavi gören hastaların % 30-58′inde depresif belirtilerin geliştiğini göstermektedir. Yatan hastaların % 11-26’sında ise klinik anlamda depresyon tablosu gelişmektedir. Bu hastaların 9ö 25′inde depresyon fiziksel hastalık öncesinde ortaya çıkmakta iken, % 75′inde depresyon fiziksel hastalıktan sonra, hastalığa ve etkilerine tepki biçiminde gelişmektedir.

     3. Depresif belirtiler ile depresyon farklı mıdır?
     Depresif belirtiler, genellikle günlük yaşam olayları sonrası kişilerin olumsuz etkilenmeleri ve buna karşı oluşturdukları, kendilerinden ve çevrelerinden hoşnutsuzluk duygusunun yarattığı belirtilerdir. Genellikle bu belirtilere yol açan neden ortadan kalktığında ya da kişi duruma uyum sağladığında geçicidir. Depresyon ise kişinin yaşam kalitesini düşüren (insan ilişkilerinde olumsuzluk, iş veriminde düşme vb), adeta yok olma biçiminde ortaya çıkan bir hastalıktır ve mutlaka tedavi gerekir.

     4. Depresyonun ilk belirtileri nelerdir ?
     Öncelikle kişinin kendine saygısının azalması, aşırı yorgunluk, kendini suçlayıcı biçimde eleştirme ve uyku bozuklukları (aşırı uyuma, uykuya dalamama, uykuların bölünmesi gibi) ilk belirtilerdendir. Daha sonraki aşamalarda kişi hiçbir işe yaramadığı, hatta yaşamaya değmeyeceği düşüncesi ile intihar edebilir.

     5. Depresyon kronikleşir mi?
     Depresyonun kronikleşme eğilimi saptanmıştır. Depresyon tanısı konduğunda, uygun olmayan tedavi depresyonun kronikleşme olasılığını arttırır. Özellikle kısa süreli (1 ay ya da daha az) antidepresan tedavi sonrası hastalık belirtileri yatışsa bile, tedavinin sürdürülmesinde (6 ay) yarar vardır ve kronikleşme olasılığı düşer.

     6. Depresyon sıklığında cinsiyetin önemi var mıdır?
     Depresyon, kadınlarda erkeklere göre daha sık görülür.

     7. Antidepresanların depresyon dışında kullanımı gerekli midir?
     Antidepresanların büyük bir kısmında anksiyolitik özellikler de bulunur. Ancak her durumda, örneğin yakının ölümü, onkolojik bir hastalık, hipertansiyon vb. kullanımı kişiye yarar yerine zarar getirebilir. Uygunsuz antidepresan kullanımı, yakınını kaybetmiş kişilerde uzamış yas sendromuna, onkolojik hastalıklarda fizyolojik ruhsal savunuların oluşmamasına ve hipertansiyonda aritmilere neden olabilir.

     8. Depresyona yol açan etkenler nelerdir?
     Son yıllardaki çalışmalar, depresyonun biyolojik kaynaklı bir rahatsızlık olduğuna işaret etmektedir. Özellikle majör depresyonda, genetik yatkınlık ve beynin biyolojik dengesindeki bozuklukların, ortaya çıkarıcı faktörler olduğu kanıtlamıştır. Ancak kişilerin yaşamı algılayış biçimleri ve kültürel etkenler de halen, en azından tetikleyici neden olarak önemini korumaktadır. Kısaca ruhsal hastalıkların hemen hepsinde olduğu qibi hastalığın ortaya çıkışına neden olan etkenlerde biyo-psikososyal etkenler önemlidir.

    9. Depresyon ilaçlara bağlı ortaya çıkabilir mi ?
     İlaçlara bağlı, özellikle antihipertansiflerin (rezerpin, metildopa, propranolol, gustetidin, klonidin) depresyona yol açabildiği saptanmıştır. Bunların yanı sıra östrojen, progesteron, kortizon preparatları ile vinkristin, vinblastin gibi anti tümör ilaçların da depresyona yol açtığı bilinmektedir. O nedenle bu ilaçlar uygulanırken, depresyon konusunda uyanık olunmalıdır.

     10. Her antidepresan, her tip depresyonu tedavi eder mi?
     Depresyon tedavisinde antidepresan seçimi önemlidir. Özellikle ayaktan izlenen olgularda, uygun antidepresan seçimi önemlidir. Çünkü uygunsuz ilaç, yan etkileri nedeniyle kişinin ilacı kullanmasını ve tedaviyi engeller.
Çocuk ve Gençlerde
Depresyonun Gelişimi
Yrd. Doç. Dr. Sibel Kazak Berument

     Bu makalede çocukluk ve gençlik dönemlerindeki depresif bozukluklar gelişimsel psikopatoloji açısından incelenmiştir. Bu yaklaşıma göre insan gelişimini anlamak için, bireylerin yaşam boyu gelişimsel süreçlerini (biyolojik, psikolojik ve sosyal gibi) birden fazla boyutun etkileşimleriyle anlamak gereklidir. Böylece depresif bozuklukların ortaya çıkmasında rol alan önemli faktörleri göstermek için, gelişim psikolojisi, klinik psikoloji, psikiyatri, epidemiyoloji, sosyoloji, nörobiyoloji, genetik ve sinirbilimi alanlarında kaydedilen gelişmeleri gelişimsel psikopatoloji perspektifiyle birleştirmek gereklidir.
     Bu yaklaşıma göre depresif bozukluklar çeşitli gelişimsel süreçlerin sonucunda ulaşılan heterojen durumlardır ve tek bir risk faktörünün depresif bozukluğa yol açtığı hemen hemen hiç düşünülmez. Bu makalede depresif hastalıklara olası neden olarak depresotipik gelişimsel organizasyon ileri sürülmektedir. Bu organizasyon depresif semptomların ve bozuklukların altında yatan, farklı süreçleri düşündürmesi açısından önemlidir. Gelişimsel bakış açısı, depresif bozuklukların sadece bilişsel, duyuşsal, kişilerarası ve biyolojik yönlerini anlamak yerine, bizi bu yönlerin gelişimsel olarak nasıl değiştiğini ve bu yönlerin sosyal çevrede bulunan bireyin, biyolojik ve psikolojik sistemleriyle nasıl bütünleştiğini anlamaya zorlamaktadır.
     Bu makalede önce depresif bozuklukların doğası tartışılıyor, daha sonra epidemolojik bulgular ile gençlerde ve çocuklarda depresyonun klinik özellikleri üzerinde duruluyor. Daha sonra gelişimsel psikopatoloji alanının kavramlarından sözederek depresyonun çocuk ve gençlerdeki gelişimi ve görünümü hakkında bir model sunuluyor. Bu alandaki boylamsal araştırmalar yetersiz olduğundan, epidemolojik araştırma sonuçlarından, ebeveynlerinin depresyonlu olduğu yüksek risk grubu çocuklarla yapılan çalışmalardan, kliniklere depresyon tedavisi için gelen ya da hastanelerde yatan çocuklarla yapılan çalışmaların bulgularından bahsediliyor. Bu makalede önerilen model kaçınılmaz olarak spekülatif, çünkü deprosotipik organizasyonun ortaya çıkışı ve zaman içinde değişimini inceleyen çalışmalar bulunmamaktadır. Pekçok araştırma unipolar depresyon konusunda yapılmış olduğundan, bu makalede çocukluk ve gençlikte depresif bozuklukların etiyolojisi ve sürecini gelişimsel psikopatoloji perspektifi ile anlamada unipolar depresyon üzerinde duruluyor.

     Tanımsal ölçütler ve bozukluğun doğası:
     Tipik olarak depresyon, depresif duygu durumu, depresif sendromlar ve depresif bozukluklar olmak üzere üç şekilde kullanılmaktadır (Angold, 1988). Depresif duygu durumu, disforik duyuşu içeren tek bir semptom ya da semptomlar grubuyla sınırlıdır. Depresif duygu durumunu ölçmek için şimdiye dek daha çok kişinin kendisinden bilgi alma yöntemleri kullanılmıştır. Depresif sendromlar görgül olarak birlikte görüldükleri kanıtlanmış semptom gruplarını içerir. Depresif bozukluklar DSM 4 ve ICD 10 da olduğu gibi teşhis kategorileri olarak yansıtılmaktadır.
     İki tip duygu durumu bozukluğu bulunmaktadır. Bunlardan biri bu makalede bahsedilmeyen bipolar bozukluk ve depresif bozukluktur. Depresif bozukluğun iki temel alt çeşidi vardır. Tek veya tekrarlayan depresif ataklarla ortaya çıkan Major Depresif Bozukluk ve kronik duygu durumu bozukluğu ile karakterize olan distimi. Bu bozuklukların semptomlarının çocuk ve gençlerde yetişkinlerden daha farklı şekillerde ortaya çıkabileceği vurgulanmasına rağmen (APA, 1994; Birmaher ve ark., 1996; Kovacs, 1996) çoğu zaman yetişkin kriterleri çocuk ve gençlere uygulanmakta, etiyoloji ve ilerlemesini etkileyebilecek gelişimsel faktörler göz ardı edilmektedir.

     Çocuk ve gençlerde depresif bozukluklar:
     Çocuk ve gençlerdeki duygu durumu bozuklukları, yetişkinlik dönemine göre daha az araştırılmış olmalarına rağmen son yıllarda bu alanda ilerlemeler sağlanmıştır. Depresif hastalıkların ergenlik çağından önce görülebilmesini sorgulayan önceki inanışların aksine, yakın zamanlarda teşhiste hangi ölçütlerin kullanılması gerektiği; epidemolojiye, nedenlerine, ilerlemesine ve sonuçlarına yönelik çalışmalarda daha ileri tekniklerin kullanımı; ayrıca depresif, distimik ve risk gruplarını oluşturan çocukların tedaviye tepkileri gibi konular üzerinde durulmaktadır.

     Epidemoloji ve çocuk ve genç depresyonunun klinik özellikleri:
     Major Depresif Bozukluğun (MDB) çocukluktaki sıklığının % 0.4 ile % 2.5, gençlikte ise % 0.4 ile % 8.3 arasında değiştiği tahmin edilmektedir. Fakat çocukların bilişsel, dil, bellek ve kendini anlamalarındaki gelişimsel kısıtlılıkları düşünüldüğünde, Major Depresif Bozukluğun teşhis edilmesinde yanılgılar olabilir. MDB’nin gençlikteki yaşam boyu görülme sıklığı (%15 ile % 20), yetişkinlerdeki yaşam boyu görülme sıklığına benzerdir. Bu benzerlik yetişkinlikte görülen depresyonun temellerinin gençlikte bulunduğuna işaret etmektedir. Distimik bozukluğun görülme sıklığı çocuklarda % 0.6 ile % 1.7 ve gençlerde % 1.6 ile % 8.0 dir. MDB çocukluk döneminde kızlarda ve erkeklerde aynı oranlarda görülürken, gençlik döneminde bu oran kızlarda erkeklere göre iki kat daha fazladır, bu da yetişkinlik dönemindeki oranlarla paralellik göstermektedir.
     MDB ile karşılaştırıldığında çocuklarda Distimik Bozukluğun önce görülmesi daha sonraki duygu durumu bozukluklarının görülme riskini arttırmaktadır. Çocuk ve gençlerde MDB’nin süresi yaklaşık 7 -9 aydır ve sıklıkla tekrarlandığı görülmektedir. Distimik Bozukluk ise yaklaşık 4 yıl sürmektedir. Bu çocuklar genellikle Distimik Bozukluğun başlamasından 2 yıl sonra MDB gösterirler. Distimik Bozukluk tekrarlanan depresif bozukluklara yol açtığı için, Distimik Bozukluk konusunda yapılacak erken tanı, tedavi ve önleme çalışmaları önemli stratejiler olmalıdır.
     Depresyonda olan çocuk ve gençlerin % 40 ile % 70’i bir başka bozukluk daha göstermektedir, bunların % 20 ile % 50’sinin iki veya daha fazla bozukluk gösterdikleri tahmin edilmektedir. En sık görülen komorbid bozukluklar, Distimik Bozukluk, Kaygı Bozuklukları, Davranış bozuklukları ve Madde kullanımıdır. Çocuk ve ergenlerde Kaygı Bozuklukları Depresif bozukluklardan önce gelirken, yetişkinlerde, Depresyon, Kaygı Bozukluklarından önce gelmektedir. MDB genellikle, alkol ve madde kullanımından yaklaşık 4.5 yıl önce gelir ve depresyonda olan gençlerde bağımlılıkların önlenmesinde önemli bir işaret oluşturur. Genellikle komorbidite depresyonun tekrarlama riskini, depresyonun süresini, intihar riskini, fonksiyon göstermeyi, tedaviye tepkiyi ve psikiyatrik servislerin kullanımını etkilemektedir.

     Cinsiyet farklılıkları:
     Araştırmalar ergenliğin ilk ve orta dönemlerine doğru depresyonun genel sıklığında iki cinste de artış olduğunu göstermektedir. Fakat kızlardaki oranlar erkeklere göre daha yüksektir. Kızlardaki bu artış konusunda fikir birliği olmasına rağmen, bu farklılığı açıklamaya yönelik daha çok çalışmaya ihtiyaç vardır.

     Çocukluk ve gençlik depresyonuna gelişimsel psikopatoloji kavramlarıyla yaklaşma:
     Depresif bozuklukların gelişimin farklı dönemlerinde görülmesi, çeşitli risk faktörleriyle ve diğer patolojilerle ilişkili olması, bu bozuklukların ortaya çıkmasına ve devam etmesine neden olan gelişimsel süreçler hakkında sağlambilgi edinmeyi önemli kılmaktadır. Gelişimcilerin depresif bozukluklarla özellikle ilgilenmesinin nedeni bu bozuklukların temelinde, psikolojik (örn. duyuşsal, bilişsel, sosyal-duygusal, sosyal-bilişsel), sosyal (örn. toplum, kültür) ve biyolojik (örn. kalıtsal, nörobiyolojik, nörofizyolojik, nörokimyasal, nöroendokrin) gibi karmaşık yapıların etkileşiminin olmasıdır. Depresif bozukluklara giden farklı süreçler bulunmaktadır ve depresyon için potansiyel risk faktörleri, depresyondan başka davranış problemlerine de yol açabilir.
     Duygu durumu bozukluğu gösteren kişilerde bilişsel (bilgi işleme, sosyal biliş vb.), sosyal-duygusal (benlik saygısı, kişilerarası-ilişkiler, suçluluk, duyuş kontrolü vb.), temsil edici (benlik-şeması, içsel temsil etme modelleri vb.), biyolojik (kalıtsal, beyinde yapısal bozukluklar vb.) sistemlerde farklılaşan düzeylerde sapmalar görülmektedir. Bu sistemler birbirinden ayrı değil, birbirleriyle çok yakından ilişkilidirler. Normal fonksiyon gösteren kişilerde bu sistemler arısında tutarlı bir organizasyon vardır. Buna karşıt olarak depresif kişilerde, bu sistemler arasında tutarsız bir organizasyon ya da patolojik yapıların bir organizasyonu, diğer bir deyişle depresotipik organizasyon vardır. Bu organizasyon gelişimsel olarak ilerler ve yaşamın farklı dönemlerinde depresif bozukluk olarak sonuçlanabilir. Bu nedenle, bu sistemler arasındaki ilişkileri anlamak, hem depresif bozuklukların doğasını hem de bu sistemlerin nasıl normal fonksiyon göstermeyi sağladıklarını anlamak açısından çok önemlidir.
     Farklı sistemler depresif bozukluklardan etkilendiğine göre, gelişimsel yaklaşım dikkatleri, daha sonra ortaya çıkabilecek ve depresif semptomlarla ilişkili olabilecek, erken dönemlere yöneltir. Örneğin, duyuşsal kontrol mekanizmalarındaki aksaklıkları, veya depresif kişilerin kendileri hakkındaki negatif atıfları anlama, bu özelliklerin erken gelişimini inceleyerek olabilir.

     Gelişime organizasyonel yaklaşım
     Çocuklar gelişimin her basamağında çözümlemek durumunda oldukları farklı problemlerle karşılaşırlar. Bu problemler karşısında olumlu adaptasyon kişinin yeterliliğine katkıda bulunurken, zayıf çözümler bireyin gelecekte karşılaşacağı gelişimsel problemlere olumlu adaptasyonunu azaltır.
     Gelişim çok çeşitli sonuçlara varabildiğine göre, gelişimsel süreçlerde de farklılıkların bulunması beklenen bir durumdur. Çoklu sonuç prensibine (multifinality) göre tek bir etki farklı sonuçlara neden olabilir. Örneğin, depresyonlu ailelerin çocukları (kalıtsallığı da içine alacak şekilde) riskli grup olarak görülmelerine rağmen, hepsi depresif bozukluk geliştirmemekte ve adaptasyon gösterenleri de görülmektedir.
     Tekli sonuç (equifinality) prensibine göre, aynı sonuç farklı nedenlerden kaynaklanabilir. Örneğin, erkeklerde yetişkinlikte görülen depresyon okul öncesi dönemdeki zıt ve sosyal olmayan kişilerarası davranışlarla ilişkili bulunurken, kadınlarda ergenlik dönemindeki fazla sosyalleşme ve aşırı içedönüklük, yetişkinlikteki depresyonu yordayabilen özellikler olarak bulunmuştur.

     Çevresel etkileşim modeli (An ecological transactional model)
     Bu model çocukluk ve ergenlikte çoklu faktörlerin nasıl depresyona neden olduğunu anlayabilmek için bir çerçeve sunmaktadır. Bu perspektife göre, bireyin çevresi bireye yakın veya uzak olan aynı anda var olan düzeylerden oluşmaktadır. Etkinin bireye yakınlığına bağlı olarak, depresotipik organizasyonun ve depresif bozukluğun ortaya çıkmasındaki rolü farklılaşır. Bireyin özellikleri ve çevrenin her bir düzeyindeki süreçler zaman içerisinde birbirlerini karşılıklı etkiler ve çocuğun gelişim sürecini şekillendirirler. Depresotipik organizasyonun olup olmaması da buna bağlıdır.
     Bireyin çevresindeki en uzak iki düzey, inanç ve kültürel değerleri içeren makro-sistem ile, çocukların ve ailelerin yaşadığı çevrenin özelliklerini içeren eko-sistemdir. Bireyin adaptasyonunu etkileyebilecek daha yakın faktörler, yakın çevre (mikro-sistem) özellikle aile, ve bireye özgü özellikleri içermektedir. Değişim modeli çerçevesinde, süregelen risk ve koruyucu faktörlerin çevrenin düzeyleri içinde ve arasındaki geçişleri, depresotipik organizasyonun gelişimine ve depresif bozuklukların ortaya çıkmasına ya da tekrarlamasına katkıda bulunuyor olarak görülmektedir.
     Bireye özgü gelişim (ontogenetic development)
     Depresif bozuklukların ve depresotipik organizasyonun farklı parçalarının gelişmesine teorik ilgilerinden dolayı, bu makalede erken gelişim basamaklarına özgü dört gelişimsel nokta üzerinde durulmuştur.

     a. Homeostatik ve fizyolojik düzenlemenin gelişmesi
     Yaşamın ilk aylarında bebekler içsel fizyolojik durumlarda dengeyi sağlamak gereksinimindedirler. Homeostatik sistem bir denge noktasında kalmayı arar ve bu dengeden uzaklaşmak sıkıntı yaratır. Erken fizyolojik düzenleme bebeğe bakan yetişkinden destek arar. Bebekler ihtiyaçlarını ebeveynlerine duyuşsal tepkileriyle iletmeyi geliştirirler. Duyarlı ebeveynler de bu işaretleri doğru olarak tespit edebilmelidir.
     Bebeğin beyni gelişirken, bebek fizyolojik sıkıntının yarattığı uyarılmışlığı düzenlemede kendine artan bir şekilde yeterli olmaya başlar. Bu gelişen kapasite ön beyin kontrol fonksiyonları ile nörotransmitter sistemlerinin gelişimi sayesinde olur. Sağ beyin aktivasyonu stress ile, sol beyin aktivasyonu ve sağ beyinin aktivitesini kontrol etmek ise olumlu duygularla ilişkilendirilmiştir. Hemisferler arası bağlantının gelişmesi de bebeğin kendini kontrol edebilmesini geliştirir. Bu nörolojik gelişme deneyime bağlıdır. Bunun için ebeveynlerden gelecek dış uyaranlar gereklidir.
     Ebeveyler, homeostatik düzenlemenin sürekliliğinde bebeklerine verdikleri desteğin niteliğine bağlı olarak, bebeğin beyin gelişimi sürecine dolaylı bir şekilde etki ederler. Çok sık yeni deneyimler ve sürekliliği olmayan bir çevre, düzenli olarak sağ beyni aktive ederek negatif duyuş gösterimine neden olabilir. Karşıt bir durumda ise, çevrenin sürekliliği ve tutarlılığı sol beynin baskın olmasını destekleyerek negatif uyarılmışlığın azaltılmasını güçlendirebilir. Böylece anne babanın bebeğe karşı tutumu, bebeğin hemisferler arası bağlarının ve duygu kontrol becerilerinin gelişimini etkileyebilir.
     Annelerin depresyonlu anne rolünü oynadığı çalışmalar dahi bebekler üzerinde yukarıda açıklanan olumsuz etkilerin varlığını göstermişlerdir. Bebeklikten sonraki yaşlarda ebeveynleri duygu durumu bozukluğu gösteren çocuklarla yapılan çalışmalarda da bu çocukların duyuş kontrol güçlükleri yaşadıkları gözlemlenmiştir. Bu alandaki çalışmalar, bebeklikten itibaren başlayan düzenleme ve kontrol süreçlerindeki güçlüklerin, depresotipik organizasyonun değişimine katkıda bulunabileceklerini göstermektedir.

     b. Duyuşsal ayırım yapabilme ve dikkat ve uyarılmışlığın düzenlenmesi
     İçsel homeostatik düzenlemenin temellerinin atılmasıyla, bebek fiziksel çevresine daha çok dikkat eder ve tepki verir hale gelir. Farklı fonksiyon alanlarında da hızla beceriler kazanmaya başlar. Bebeğin ebeveynle olan ilişkisinde duyuşsal gösterim önemli bir araç haline gelmeye başlar. Bebek duyuşsal gösterim ve davranışlarını ebeveynine göre adapte eder, düzenler.
     Bebeğin anne babasının desteğine ihtiyacı olduğundan, ebeveynin bebekle nasıl ilişki kurduğu ve ona nasıl baktığı, bebeklerin duyuşsal ayırım yapabilme, duyuşsal ifade etme ve düzenleme becerilerinde, bireyler arası farklılıkların ortaya çıkmasına katkıda bulunmaktadır.
     Böylece, depresyonlu annelerin çocuklarının olumsuz duyuşsal etkileşimler yaşamaları, çocukların erken duyuş gelişimindeki farklılıklara yol açmaktadır. Bu erken duyuş farklılıkları, depresotipik organizasyonun gelişme ve değişmesinde itici güç rolünü oynar.

     c. Güvenli bağlanma ilişkisinin gelişimi
     Bebeğin annesine veya temel ihtiyaçlarını karşılayan kişiye karşı birinci yılın ikinci yarısında geliştirdiği bağlanma ilişkisi, çok önemlidir. Bu ilişki annenin duygusal ve fiziksel olarak sağladığı ortamın kalitesine bağlı olarak, bebeğin değişen ve gelişen duyuşu, bilişi, ve davranışını organize eder. Anne dışarıdan gelebilecek tehditlere karşı güvenli bir nokta sağlamasıyla, bebeğin uyarılmışlığını dengelemeye ve böylece iç güvenliğini sağlamaya yardım eder.
     Anneye karşı geliştirilen bağlanma çeşitlerindeki farklılık, sosyo-duygusal, bilişsel, temsil edici ve biyolojik sistemlerdeki farklı organizasyonları anlamak açısından önemlidir. Bu farklılıklar depresotipik organizasyonla da ilgili olabilir. Bebeklikten itibaren kişinin anneyle olan bağlanma ilişkisi deneyimi, artan bir şekilde içsel olarak temsil edilmeye başlar.
     Ebeveynleri depresyonlu olan çocukların bakımlarında birtakım aksaklıklar meydana gelebilir ve bu daha sonraki güvensiz bağlanmaya yol açabilir. Güvensiz bağlanma çocuğun ebevenyninin depresyonu ile başa çıkmasını güç hale getirebilir ve çocukta depresyonun görülmesine yol açabilir.
     Bütün olarak bakıldığında, çalışmalar depresyonlu kişilerin çocuklarının güvensiz bağlanma geliştirme olasılığının anlamlı şekilde yüksek olduğunu göstermiştir. Ayrıca çalışmalar, güvensiz bağlanması ileriki çocukluk yıllarında devam eden çocukların daha fazla davranış problemleri sergilediklerini ortaya koymuştur. Ergenlik çağında ise klinik depresyon tanısı alanların, ebeveynlerine karşı daha az güvenli bağlanma bildirdikleri bulunmuştur.
     Özetle, hem depresyon tanısı konulmuş gençlerde, hem de depresyonlu ebevenylerin çocuklarında güvensiz bağlanmanın daha sık olduğu yönünde bulgularda bir artış görülmektedir. Bağlanma ilişkisinin niteliği, biliş, duyuş ve davranışı organize eden “ben” ve “başkaları” hakkındaki içsel temsilleri etkilemektedir. Bu modellerde gelişim süreci içerisindeki algı ve deneyimleri etkilemektedir. Güvensiz bağlanma geliştirmiş bireylerde bu modeller psikolojik ve biyolojik depresotipik organizasyonun gelişimine katkıda bulunmaktadırlar.

     d. Benlik-sistemi: Kendinin farkında olabilme ve kendini başkasından ayırt edebilme:
     Bağlanma ilişkisinin gelişimini takiben, ikinci yılın ikinci yarısında çocuklar kendilerini diğer kişilerden ayrı ve bağımsız varlıklar olarak görmeye başlarlar. Duygusal ve bilişsel yapıların içsel temsillere eklendiği modellerde benlik, benin bağlanma objesiyle (anne) olan ilişkisine göre temsil edilmeye başlar. Çocuk büyüdükçe kendini kontrol edebilme becerisinin artmasına rağmen, ebeveyn ilişkisi önemini korumakta ve ebeveynin varlığı, ulaşılabilirliği ve tepkileri benliğin nasıl temsil edildiğini etkilemektedir. Ebeveynin olumlu tepkiler vermesi, ulaşılabilir olması benliğin kabul edilebilir ve değerli olduğuna, ebeveynin ulaşılamaz ve dışlayıcı olması benliğin sevilmez ve değersiz olarak temsil edilmesine yol açar.
     Araştırmalar, depresyonlu bireylerin çocuklarının benlik gelişimlerinde aksaklıkların olduğunu, bu çocuklarda benliklerine negatif atıfta bulunma riskinin bulunduğunu ve daha sonra depresyon geliştirme açısından olumsuz etkilendiklerini göstermektedir. Benlik sistemindeki aksaklıklar, depresyonlu kişilerde intihar olasılığını da etkilemektedir.

     Depresyonda gelişimsel biyolojik sistemler:
     Birçok çalışma depresyonlu kişilerin akrabalarında duygu durumu bozukluklarının görülme sıklığının genel popülasyon oranlarından yüksek olduğunu ve bu oranın yakın akrabalarda daha da yükseldiğini göstermiştir. İkiz çalışmaları duygu durumu bozukluklarının ikizlerden ikisinde birden görülme oranlarının tek yumurta ikizlerinde çift yumurta ikizlerine göre daha yüksek olduğunu göstermektedir. Evlat edinilmiş çocukların aileleriyle yapılan çalışmalar ise biyolojik akrabalarda, evlat edinenlerin akrabalarına göre daha yüksek oranda depresyona rastlandığı bulunmuştur. Genlerin etkilerinin yaşamın farklı dönemlerinde farklı olması beklendiğinden, bu bilgiler gelişimsel depresyon modeli oluşturulurken göz önünde bulundurulup, değişen depresotipik gelişimsel organizasyona ilave edilmelidir.
     Depresyonlu çocuk ve gençlerle yapılan farklı biyolojik yapıları ve süreçleri inceleyen çok sayıda araştırma bulunmaktadır. Depresyon riskini artırabilecek karmaşık gelişimsel organizasyonu anlayabilmek için bütün bu biyolojik bulguların, psikolojik sistemlerle birleştirilmesi gerekmektedir.

     Yakın çevre (mikro-sistem)
     Kalıtsallık akrabalarda depresyonun görülmesini etkilemektedir, fakat tek başına depresyonun gelişimini açıklayamaz. Bazı çalışmalar da şiddetli depresyon durumlarında önemli çevresel etkilerin varlığını ortaya koymuştur. Bu durumda, çevresel faktörlerin depresyon üzerindeki etkileri küçümsenemez.
     Depresyonlu çocukların çevreleri değiştiğinde (hastaneye yatırılmaları gibi), duygu durumlarında düzelmelerin görülmesi, ailenin depresyon üzerindeki etkilerini göstermektedir. Çalışmalar ebeveynin psikiyatrik bir bozukluğunun olması, ailenin yapısı, olumsuz yaşam deneyimleri gibi aile ile ilgili faktörlerin depresyonun gelişimi ve sürekliliği üzerindeki etkisini ortaya koymuştur. Depresyonlu çocukların ailelerinde depresyon, kaygı durumu, madde kullanımı, antisosyal davranışlar, boşanma, tek ebeveynin olması, düşük sosyo-ekonomik düzey, çocuk istismarının varlığı pek çok çalışma tarafından gösterilmiştir. Çevresel etkileşim modeline göre bu faktörler, çevrenin farklı düzeylerinde etkileri olan diğer psikolojik, sosyal ve biyolojik mekanizmalarla birlikte düşünülmelidir.

     Eko-sistem (çocukların ve ailelerin yaşadığı çevrenin özellikleri)
     Daha önce açıklanan aile etkilerine ek olarak, okul ve çocuğun yaşadığı mahalle, özellikle temel eğitimden orta öğrenime geçiş döneminde çocuğun akademik ve psikolojik uyumuna katkıda bulunmaktadır. Bu yüzden okul çevrelerinin depresyonun gelişimi konusundaki önemi vurgulanmaktadır. Depresyonun orta öğrenim yıllarında artış göstermesi, akademik olarak başarılı olduğunu düşünen çocukların duygusal ve davranış güçlükleri çekme olasılığının düşük olması, buna karşıt akademik olarak kendini başarısız gören çocukların depresyon semptomları göstermesi de çevrenin önemini destekleyen araştırma bulguları arasındadır.
     Ergenliğin başlangıç döneminde görülen okul başarısızlığı, ufak çaptaki uygunsuz davranışlar, okulu sevmeme gibi özelliklerin, ergenliğin daha ileri yıllarında görülen depresyon ve psikolojik sağlık ile ilgili olduğu bilinmektedir.
     Okul çevresinin orta öğrenime geçiş döneminde çocuğun gelişimini destekleyici rol oynayamaması, motivasyon ve ruh sağlığı problemlerine katkıda bulunabilir. Okula uyum, akademik ilgi ve başarının ise ruh sağlığı açısından koruyucu bir rol oynama olasılığı yüksektir.

     Makro-sistem:
     İlk bakışta, kültürel değer ve inançların gelişen deprosotipik organizasyon ve duygu durumu bozukluklarıyla ilişkili olamayacağı düşünülebilir. Fakat makro sistemin bazı yönlerinin depresyonun ortaya çıkmasında etkili olduğunu gösteren çalışmalar bulunmaktadır. Bundan başka, toplumsal tutumlar, kaynak ve destekler, ailelerin arayacağı tedavilerin varlığını etkilediğinden, makrosistem depresyonun görülüp görülmemesini, görüldüğünde ise nasıl sergileneceğini önemli şekilde etkileyebilir. Bu konuda yapılan araştırmalar oldukça azdır. İntihar riskleri konusundaki araştırmalar bu konuya bir ölçüde açıklık getirmektedir. Çalışmalar, azınlık grubun üyesi olma, ya da toplumsal değişimin (gelenekselden batıya yönelim gibi) hızlı olduğu yerlerde yaşamanın, intihar riskini arttırdığını göstermiştir.

     Özet ve öneriler:
     Gelişimsel psikopatoloji perspektifi depresyona dönüşen depresotipik organizasyonun engellenmesi ve depresyon ortaya çıktığında da tedavisi için
önemli ipuçları sağlar. Depresyonlu ebeveynlerin çocuklarının ve depresyonlu çocuk ve gençlerin psikolojik ve biyolojik gelişimsel yapılarının organizasyonunu anlama, semptomların anlamını kavrama, farklı kişilerin farklı terapilerden nasıl faydalanacağını anlama açısından çok önemlidir.

     Depresotipik organizasyon bebeklik döneminde başlayabileceği için, erken döneme yönelik önleme çalışmaları, gelişim basamaklarında ilerlemenin başarılı olması için önemli olacaktır. Aileye özgü pek çok faktörün depresyonun ortaya çıkmasındaki rolü bilinmektedir. Bu nedenle aile destek programları çocuğun daha yetkin olmasını sağlayarak depresyonun ortaya çıkmasını engelleyecek ve toplumsal oranlarda düşüş sağlanacaktır.
     Depresyonlu ailelere sağlanacak önleyici destek programlarının uygulanabilmesi için, sosyal ve sağlık politikalarında değişiklikler yapılması gerekecektir. Depresotipik organizasyonun oluşmasında rol alan faktörlere yönelik önleme ve destek programları depresyonun ortaya çıkmasını engelleyebilmesi açısından önemlidir.

Kaynak: American Psychologist, 53 (3), 221-241.
SİTEMİZDE DAHA ÖNCE YAYINLANAN
KONULAR AŞAĞIDA

24 Aralık 2020 Perşembe

RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN'DEN HADİS-İ ŞERİFLER ♥ ✿ܓ ♥ ANA BABAYA İYİLİK ve AKRABAYI ZİYARET * 2

RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN
(40)
باب بر الوالدين وصلة الأرحام

ANA BABAYA İYİLİK ve
AKRABAYI ZİYARET
1

  • Âyet-i Kerimeler:
     1. “Allah’a ibadet edin ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyi davranın.”
Nisâ Sûresi -  36

     Bu âyet-i kerîmede mü’minlere on görev verilmektedir. Bunlardan birincisi insana her şeyi esirgemeden vermiş olan Allah Teâlâ’ya ibadet etmek ve ona hiçbir şeyi ortak koşmamak. Peygamber Efendimiz, bir hadîs-i şerîfte bu görevimizi, “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı” diye ifade buyurmuştur.
     İkincisi anaya babaya saygıda kusur etmemek ve onlara karşı evlatlık görevini yapmak. Evlatlık görevinin, kulluk görevinin hemen peşinden zikredilmesi üzerinde dikkatle düşünülmelidir. Üstelik bu sıranın daha başka âyetlerde de gözetilmesi son derecede mânalıdır.
     Üçüncüsü akrabayı koruyup gözetmek ve onlara iyi davranmak. Yukarıda sözünü ettiğimiz önem sırası burada da söz konusudur. Ana babadan sonra kendilerine karşı ahlâkî sorumluluk taşıdığımız kimseler akrabalardır. Tanımadığımız birine yaptığımız yardım bir iyilik sayıldığı hâlde, akrabaya yapılan yardım iki iyilik sayılmaktadır.
     Dördüncüsü yetimlere sahip çıkmak. Kendilerini himâye eden yakınlarını kaybetmiş olan yetimlere kol kanat germek, onlara sahip çıkmak insânî bir görevdir.
     Beşincisi fukaraya yardım etmek. Zaruri ihtiyaçlarını giderecek maddî imkâna sahip olmayanların sıkıntısını gidermek, bu imkâna sahip olanların Allah’a şükran borcudur.
     Altıncısı yakın komşuya iyilik etmek. Evi bize yakın olan veya hem yakın komşu, hem akraba, hem de din kardeşi olan kimselere el uzatmak Allah Teâlâ’yı hoşnut eder. Aşağıdaki hadis-i şeriflerde bu konu işlenecektir.
     Yedincisi uzak komşuya iyilik etmek. Evi uzak olan veya akrabalık bağı bulunmayan yahut müslüman olmayan kimselere de yardım etmeyi dinimiz tavsiye etmiştir.
     Sekizincisi yanındaki arkadaşa yardım etmek. Okul arkadaşı, sanat arkadaşı, yol arkadaşı, hatta hayat arkadaşı olan kimseleri koruyup kollamak makbul birer ibadettir.
     Dokuzuncusu yoldan gelen kimseye ve misafire ikram etmek. Memleketine veya gitmekte olduğu yere ulaşabilecek imkânı bulamamış kimselere yardımcı olmak, onları yurtlarına yuvalarına kavuşturmak ne güzel bir iyiliktir.
     Onuncusu köle ve câriye gibi himayeye muhtaç olanlara yardım etmek. Kölesi ve câriyesi bulunanlar, onları kendi kardeşleri ve birer Allah emaneti sayacak, yediğinden onlara da yedirecek, giydiğinden giydirecektir.

     2. “Adını anarak birbirinizden bir şeyler istediğiniz Allah’a karşı gelmekten sakının ve akrabalık bağlarına saygı gösterin.”
Nisâ Sûresi - 1

     Karşımızdaki insanın bir şeyi ihmâl etmeden yapmasını istediğimizde, genellikle “Allah aşkına şunu yapıver!”, deriz. Araplar akrabalarından bir şey isteyecekleri zaman buna bir de yakınlık bağını ekleyerek “Allah aşkına ve akrabalık adına şunu yapıver!” derlermiş. İşte âyet-i kerîmede “adını anarak birbirinizden bir şeyler istediğiniz” ifadesiyle bu mâna kastedilmiştir.
     Cenâb-ı Hak bu âyet-i kerîmede müslümanları, ağızlarından çıkan söze dikkat etmeye dâvet ediyor ve buyuruyor ki, mâdemki birbirinizden bir şey isterken bile Allah’ı anıyor ve O’nun hâtırı için işimi yap diyorsunuz, böyle dediğiniz zaman o işin Allah hâtırına yapılacağını düşünüyorsunuz, öyleyse başkalarından önce siz Allah’a saygılı olun ve buyruklarını yapın. Yine mecbur kalınca sığındığınız akrabalık bağına önem verin. Akrabalarla ilgiyi kesmeyin. Zira akrabalarla ilgiyi kesmek Allah’ı gücendirir. İşte o zaman çok zor durumda kalırsınız.
     Akrabalarla ilgiyi koparan kimseleri bekleyen kötü sonuçlar, aşağıdaki hadis-i şeriflerde görülecektir.

     3. “Onlar, gözetilmesini Allah’ın emrettiği şeyleri gözeten, Rablerinden sakınan ve kötü hesaptan korkan kimselerdir.”
Ra`d Sûresi - 21

     Kendilerini güzel bir âkıbetin beklediği haber verilen bu üç grup bahtiyardan konumuzla ilgili olanlar, “gözetilmesini Allah’ın emrettiği şeyleri gözeten” kimselerdir. Allah Teâlâ’nın bu kimselerden gözetmelerini istediği şeyler, öncelikle akrabalık bağlarını sürdürmek ve mü’minlerle bir arada dostça yaşamaktır. Bu kimseler akrabaya şefkat besledikleri, muhtaç olanlarına yardım ettikleri, onları koruyup savundukları, başlarına bir kötülük gelmemesi için canla başla çalıştıkları için Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmışlardır.

     4. “Biz insana ana ve babasına iyilik etmesini emrettik.”
Ankebût Sûresi - 8

     Bu Ayet-i Kerîme Sa`d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh ile annesi Hamne hakkında nâzil olmuştur. Aşere-i mübeşşere’den olan Hz. Sa`d ilk müslümanlardan biridir. Ya yedinci veya beşinci müslüman odur. On yedi yaşında İslâmiyet’i kabul etmiştir. Sa`d müslüman olunca annesi buna çok üzüldü. Kendisini çok seven oğlunu şöyle tehdit etti:
     - Sa`d! Eğer kabul ettiğin bu dinden geri dönmezsen, ağzıma bir lokma koymam; açlıktan ölür giderim; sen de ömür boyu “ana kâtili” diye anılırsın.
     Hamne dediğini yaptı. İki gün iki gece bir şey yemedi. Tâkatten düştü. Bunu gören Sa`d, canı gibi sevdiği annesine şu sözleri söyledi:
     - Anne! Yüz canın olsa ve bunlar birer birer çıksa, vallahi ben yine de dinimi terk etmem. Artık ister ye, ister yeme!

     Oğlunun bu kararını gören Hamne, inadından vazgeçti.
     Bu bilgilerin ışığında âyet-i kerîmeye bakıldığında şu sonuç elde edilmektedir:  Anne ve baba kâfir bile olsalar, kendilerine saygı göstermek ve itaat etmek gerekir.

     Anne ve babaya her konuda itaat etmek gerekir mi?

     Bu âyetin devamında, şâyet anne ve baba Allah’ı inkâr etmeye ve O’na karşı gelmeye dâvet ederlerse, onların sözünün dinlenmemesi emredilmektedir. Demek oluyor ki, anne ve baba oğlundan Allah’a şirk koşmasını isterse sözleri dinlenmeyecek, ama onun dışındaki buyrukları, elden geldiğince yapılacaktır.

     5. “Rabbin şöyle emretti: Sadece Allah’a ibadet edeceksiniz. Ana ve babanıza iyi davranacaksınız. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, sakın onlara “of!” bile deme! Onları azarlama! Onlara saygıyla hitap et! Onlara merhamet ederek tevâzu kanatlarını aç da, “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl şefkatle büyüttülerse, sen de onlara öyle merhamet et, de!”
İsrâ Sûresi - 23-24

     Birçok âyet-i kerîmede Allah’a ibadet emrinin hemen peşinden ana ve babaya itaatin gelmesi çok mânalıdır. Bunu şöyle anlamak uygun olur: Sen yüzüne konan bir sineği bile kovamayacak kadar güçsüzken, Allah’ın yetiştirip büyütme, merhamet edip koruma sıfatları onlarda kendini gösterdi. Öyleyse sen öncelikle Allah’ın birliğini kabul edecek, onun peşinden de ana ve babana iyilik ve itaat edeceksin.
     Onlar senin yanında yaşlanacak olursa, hoşuna gitmeyecek bir hareket yaptıklarında sakın onları azarlama; gönüllerini kırma! Bir zamanlar sen de hoşa gitmeyen işler yaptığında, annen ve baban seni anlayışla karşılardı. Şimdi onlar yaşlandı. Senin çocukluk günlerinde yaptıklarına benzer garip hareketler yapabilirler; yersiz bulacağın sözler söyleyebilirler. Sen de onlara aynı şekilde anlayış göster; şefkatli ve merhametli ol! Bununla da kalma, onlara merhamet etmesi, günahlarını bağışlaması için Cenâb-ı Hakk’a dua edip yalvar!

     6. “Biz insana, ana ve babasına iyi davranmayı emrettik. Özellikle de anası nice sıkıntılara katlanarak onu karnında taşımış; emzirmesi de iki yıl sürmüştür. İşte bu sebeple, bana, ana ve babana şükret, diye tavsiye ettik.”
Lokman sûresi (31), 14

     Birine teşekkür etmenin de bir şekli vardır. Teşekkür edilecek kimseye karşı mütevâzi olunur. Ona duyulan sevgi belirtilir. Yaptığı iyilik anılır ve bundan dolayı kendisine teşekkür edilir. Onun sağladığı imkân, kendisini üzecek ve gücendirecek şekilde kullanılmaz. Ana ve babaya yaptıklarından dolayı teşekkür ederken de bu esasa uymalı, kendilerine tevâzu göstermeli, ne çok sevildikleri hissettirilmeli, bir zamanlar kendisi için ne zahmetlere katlandıkları -fırsat düştükçe- söylenmeli, kendilerine duyulan minnet ifade edilmeli ve onların hoşnut olmayacağı işler yapılmamalıdır.

  • Hadis-i Şerifler
     314. Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Mes`ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
     Peygamber aleyhisselâm’a:
     - Allah’ın en çok beğendiği amel hangisidir? diye sordum.
     - “Vaktinde kılınan namazdır” diye cevap verdi.
     - Sonra hangi ibadet gelir? dedim.
     - “Ana ve babaya iyilik ve itaat etmek” buyurdu.
     - Daha sonra hangisi gelir? diye sordum.
     - “Allah yolunda cihâd etmek” buyurdu.

Buhârî, Mevâkît 5, Cihâd 1, Edeb 1, Tevhîd 48;
 Müslim, Îmân 137-139.
Ayrıca bk. Tirmizî, Salât 14, Birr 2;
Nesâî, Mevâkît 51

  • Açıklamalar
     Allah Teâlâ’nın en fazla beğendiği ibadetlerden üçünü bu hadîs-i şerîften öğrenmekteyiz. Bunlar: Vaktinde kılınan namaz, ana babaya itaat ve Allah yolunda cihaddır.
     Vaktinde kılınan namazın öncelikle zikredilmesinin sebebi, bu ibadetin önem sırası bakımından imândan hemen sonra gelmesidir. Namaz dinin direğidir. Namazı kılmayan ve namazı önemli bir ibadet olarak görmeyen kimseden, Allah’ın diğer buyruklarına saygı göstermesi de beklenemez.
     Bu hadise göre bir namazın Allah katında en makbûl ibadet olabilmesi, vakti girince kılınmasına bağlıdır. Vaktinde kılınmayan, ihmâl edilerek son vaktine bırakılan bir namaz, kabul edilmekle beraber, Allah Teâlâ’nın en çok sevdiği bir ibadet olma özelliğini kaybeder.
     Ana babaya itaat, Cenâb-ı Hakk’ın pek önem verdiği ve kendisine şirk koşulmamasını istedikten hemen sonra tavsiye ettiği önemli bir görevdir. Çocuğunu bin bir sıkıntı ile dünyaya getiren, hayata atılacağı zamana kadar yıllar boyu onun eziyetini çeken ana ile baba, şüphesiz her iyiliğe ve en üstün saygıya lâyık insanlardır. Bu sebeple Allah Teâlâ onlara “of!” bile denmemesini emretmektedir. Kendisine sayılamayacak kadar çok iyilik yapmış olan ana ile babanın haklarına saygılı olmayan bir kimsenin, diğer insanların haklarına saygılı olması elbette düşünülemez.
     Allah yolunda cihâd, dini bilmeyenlere onu öğretmek, bu saâdeti tatmayanların ayağına kadar giderek Allah’a kul olmanın gerçek bahtiyarlık olduğunu anlatmak, İslâm’ın şan ve şerefini devam ettirmek, canla ve malla fedakârlık yapmaya bağlıdır. Sağlığı yerinde, varlığı yolunda olan mü’min, Allah’ın dinine hizmeti en önemli görev kabul etmelidir. Allah’ın dinini lâyık olduğu en yüce mevkie yükseltmek ve kendi tattığı saâdeti başkalarına da taddırmak için gayret etmeyen kimse, Allah rızasını kazanmaya sebep olan diğer ibadetleri kolaylıkla terk edebilir.
     Düşman maddî güçleriyle sınırlarımıza dayanmışsa veya mânevî yıkım vasıtalarıyla bizi içten çökertmek için evlerimize girmişse, işte o zaman hem malımız ve mülkümüz, hem de dinimiz, imânımız ve namusumuz tehlikede demektir. Maddeten ve mânen ayakta durmak, malımızı ve canımızı ortaya koyarak düşman güçleriyle savaşmaya bağlıdır. Bu durumda “Allah yolunda cihâd etmek” en önemli ibadet olur.

     1076 ve 1289 numarayla tekrar okuyacağımız hadisimizi açıklamayı bitirmeden önce şu iki soruya da cevap arayalım:
     Allah Teâlâ’nın beğendiği ibadetler, acaba bunlardan mı ibarettir?
     Bu hadisin yukarıda kaydedilen bazı rivayetlerinde Abdullah İbni Mes`ûd’un şöyle dediği belirtilmektedir:
     - Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bana işte bunları söyledi. Eğer ondan daha fazlasını söylemesini isteseydim, söylerdi. Demek oluyor ki, Allah katında makbûl ibadetler bunlardan ibaret değildir. Nitekim benzeri hadislerde: “insanlara yedirip içirmek”, “herkese selâm vermek”, “insanları eliyle ve diliyle rahatsız etmemek”, “içine günah ve riya karışmamış makbûl bir hac yapmak” en değerli ibadetler olarak zikredilmiştir.
     İkinci soru da şu: Acaba hadisimizde zikredilen üç ibadet önem sırasına göre mi söylenmiştir? Diğer bir ifadeyle, bu sıra her zaman geçerli midir?
     Peygamber Efendimiz “hangi ibadet daha üstündür?” şeklindeki sorulara genellikle soranın durumuna, sorunun sorulduğu zamana göre cevaplar vermiştir. Soru soran kimsenin bir konuda ihmâli varsa, onun mânevî hastalığını bilen Efendimiz, ihmâl ettiği ibadeti veya ahlâk esasını öncelikle söylemiştir. Sorunun sorulduğu zamanı da dikkate almıştır. Düşmanın kapıya dayandığı bir sırada nâfile ibadetle uğraşmak uygun olmayacağı için böyle durumlarda “Allah yolunda cihâd” etmenin daha sevap olduğunu söylemiş, kıtlık zamanında ise insanları yedirip içirmeyi öncelikle tavsiye etmiştir.
  • Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz
     1. Allah Teâlâ’nın kulları üzerindeki haklarının en üstünü, ona imândan sonra namaz kılmaktır.
     2. Kul haklarının en büyüğü, ana baba hakkıdır.
     3. Fedakârlıkların en üstünü, Allah yolunda cihâd etmektir.

     315. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Hiçbir evlâd babasının hakkını ödeyemez. Şayet onu köle olarak bulur ve satın alıp âzâd ederse, babalık hakkını ödemiş olur.”

Müslim, İtk 25.
Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 120;
Tirmizî, Birr 8;
İbni Mâce, Edeb 1
  • Açıklamalar:
     Hadîs-i şerîf baba hakkının büyüklüğünü ve bu hakkı ödemenin hemen hemen mümkün olmadığını ifade etmektedir. Peygamber Efendimiz bu hakkın önemini, hayatta kolay meydana gelmeyecek bir olaya bağlayarak anlatmaktadır. Nasıl ki bir insanın köle edilen babasını arayıp bulması ve onu sahibinden satın alıp hürriyetine kavuşturması pek duyulmadık bir olay ise, babasının yaptığı iyilik ve fedakârlıkları bir evlâdın ödemesi de aynı derecede zordur.
     Evlat babasına ihsanda bulunamaz. Babasını el üstünde tutması, bir dediğini iki etmemesi, ona saygıda kusur etmemesi evlatlık görevidir. Bu görevini en iyi şekilde yapması, ona elbette hem sevap hem de Allah’ın rızasını kazandıracaktır. Fakat kazandığı bu sevap, bir başkasına yaptığı iyilikten ve fedakârlıktan dolayı elde ettiği sevap gibi değildir. Zira başkasına yaptığı iyiliği, mecbur olduğu için değil, sevap kazanmak için yapmıştır. Bu iyiliği yapmasaydı, kendisine niye yapmadın diye sorulmayacaktı. Evlatlık görevini ise mecbur olduğu için yapacak, yaptığı için de Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaktır. Bu görevi yapmadığı takdirde de hesaba çekilecektir.
     Meselenin hukûkî yönüne gelince: Şayet hadîs-i şerîfte anlatılan olay gerçek hayatta meydana gelir ve bir evlâd babasını köle olarak bulup satın alırsa, baba o andan itibaren hürriyetine kavuşur. Evlâdın babasını âzât ettiğine dair sözlü veya yazılı bir belgeye ihtiyaç yoktur.
  • Hadisten Öğrendiklerimiz:
     1. Babanın evlâdı üzerindeki hakkı, ödenemeyecek kadar büyüktür.
     2. Evlâd köle olan babasını satın aldığı andan itibaren baba hürriyetine kavuşur. Evlâdın onu âzâd ettiğini ayrıca belirtmesine gerek yoktur.

     316. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse akrabasına iyilik etsin. Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse ya faydalı söz söylesin veya sussun!”
Buhârî, Edeb 85; Müslim, Îmân 74, 75.
Ayrıca bk. Buhârî, Nikâh 80, Edeb 31, Rikak 23;
Ebû Dâvûd, Edeb 123; Tirmizî, Kıyâmet 50;
İbni Mâce, Edeb 4
  • Açıklamalar
     Peygamber Efendimiz çok önem verdiği bazı konuları, çoğu zaman çarpıcı ifadelerle ortaya koyar. Bu hadiste de üç ahlâk esasını, imânın iki ana konusuyla destekleyerek sunmaktadır. Müslüman olduğunu söyleyen kimse mutlaka bu üç esasa uysun demektedir.
     310 ve 311 numaralı hadislerde, bu üç ahlâk esasına ilâve olarak bir de “komşuya iyilik etmek”ten söz edildiğini görmüştük.
     Hadisimizin bizden istediği şudur:
     Ben müslümanım diyen kimse, misafirine iyilik ve ikram etmelidir. Çünkü İslâm dini insanların dayanışmasına çok önem verir. Denebilir ki, İslâmiyet’in bütün emir ve yasakları, insanların birbiriyle yardımlaşmasını ve iyi geçinmesini sağlamak için ortaya konmuştur. Misafiri iyi karşılamak ve maddî imkânlar ölçüsünde ona ikramda bulunmak, bu dayanışma ve yardımlaşmanın bir gereğidir.
     Müslüman olmanın bir gereği de akrabasıyla ilgisini devam ettirmek ve onlara iyilikte bulunmaktır. Bu ihmâl edilmemesi gereken bir görevdir. Akrabalarıyla ilgiyi koparmak ve onlara kötü davranmak büyük bir günahtır. Akrabaya iyiliğin ölçüsü, onların yakınlık derecesine, ihtiyaç durumlarına, bizim de maddî gücümüze göre değişiklik gösterir. Amcalar, dayılar, teyzeler ve bunların çocukları yakın akrabalardır. Aç açık kalmışlarsa, onları doyurmak, giydirip kuşatmak şart olur. Böyle muhtaç bir durumda değil iseler, zaman zaman kendilerini ziyaret etmek, elden geliyorsa müşkillerini çözmeye çalışmak, mektupla veya telefonla hatırlarını sormak, sevinç ve kederlerine ortak olmak, hiçbir şey yapılamıyorsa selâm vermek veya selâm göndermek suretiyle akrabalık ilgisini devam ettirmek gerekir.
     Bir diğer ahlâk esası da insanlara faydalı sözler söylemektir. Faydalı söz söyleme imkânına sahip değilse susmaktır. İyi ve hayırlı söz insanı nasıl iyi ve güzele yönlendirirse, kötü ve zararlı sözler de kötü yola ve zararlı davranışlara sevkeder.
     Bir defasında Peygamber Efendimiz’in ağlamakta olan ashâbına, gözyaşından veya üzüntüden dolayı azâba uğramayacaklarını, fakat dil yüzünden ilâhî azâbı veya merhameti kazanacaklarını söylemesi (Buhârî, Cenâiz 45), konumuzun önemini göstermektedir. Yunus Emre dilin insana neler kazandırıp neler kaybettirdiğini ne güzel anlatmıştır:

     Dil ola kese savaşı
     Dil ola kestire başı
     Dil ola ağulu aşı
     Bal ile yağ ede bir söz
  • Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz:
     Mü’min olduğunu söyleyen bir kimsenin uyması gereken önemli ahlâk esaslarından üçü şunlardır:
     1. Misafire iyilik ve ikram etmek.
     2. Akrabalık bağını iyi bir şekilde sürdürmek.
     3. Faydalı söz söylemek veya susmak.

     317. Yine Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Allah Teâlâ varlıkları yaratma işini tamamlayınca, akrabalık bağı (rahim) ayağa kalkarak:
     - (Huzurunda) bu duruş, akrabalık bağını koparan kimseden sana sığınanın duruşudur, dedi.

     Allah Teâlâ:
     - Pekâlâ, seni koruyup gözeteni gözetmeme, seninle ilgisini kesenden rahmetimi kesmeme râzı değil misin? diye sordu.
     Akrabalık bağı:
     - Evet, râzıyım, dedi.
     Bunun üzerine Allah Teâlâ:
     - Sana bu hak verilmiştir, buyurdu.
     Bunları anlattıktan sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
     - İsterseniz (bunu doğrulayan) şu âyeti okuyunuz, buyurdu:

     “Ey münâfıklar! Siz iş başına geçecek olursanız, yeryüzünde fesat çıkarır, akrabalarla ilginizi kesersiniz, değil mi? İşte Allah’ın lânete uğrattığı, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır” 
[Muhammed sûresi (47), 22-23].
Buhârî, Tefsîru sûre 47, Edeb 13, Tevhîd 35;
Müslim, Birr 16

     Buhârî’nin bir rivayetine göre Cenâb-ı Hak şöyle buyurdu:
     “Ey akrabalık bağı! Seni gözeteni gözetirim. Seninle ilgiyi kesenden ben de ilgimi keserim.”
Buhârî, Edeb 13
  • Açıklamalar
     Peygamber Efendimiz anlaşılması zor konuları zaman zaman câzip misâllerle anlatmıştır. Akrabalık bağı sözü de, herkesin kolayca anlamayacağı bir mefhûmdur. Bu sebeple Efendimiz onu temsîlî bir anlatım ve canlı bir örnekle öğretmek istemiştir.
     Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem bize demiştir ki, akrabalık bağı dediğimiz rahim şayet bir canlı olsaydı, Allah Teâlâ’nın huzurunda ayağa kalkar, kendisiyle ilgisini kesenlerden Allah’a sığınır ve onları Cenâb-ı Hakk’a şikâyet ederdi. Akrabalık bağına çok değer veren Allah Teâlâ da ona, hadîs-i şerîfte geçtiği şekilde, haklar tanır ve değer verirdi. Meselenin bir açıklaması budur.
     Şuna eminiz ki, Cenâb-ı Hakk’ın herşeye gücü yeter. Bu sebeple hadiste tasvir edilen manzaranın aynen yaşanması da mümkündür. Zira Allah Teâlâ herşeyi melekleri vasıtasıyla yönetir. Olabilir ki, kâinât yaratıldığı zaman, akrabalık bağını temsilen bir melek ayağa kalkmış, akrabasını unutup terk edecek olanlardan Kâinâtın Sahibi’ne sığınmış ve onların vefasızlığından şikâyette bulunmuştur. Allah Teâlâ da onu teskin ederek hakkını bizzat koruyacağını vaad buyurmuş, akrabasını unutmayanları rahmet ve ihsânıyla mutlu edeceğini, akarabasını unutanları da rahmet ve ihsanından uzak tutacağını söylemiştir. Bu da meselenin bir başka açıklamasıdır.
     Aslında bu olayın yaşanıp yaşanmaması bizim için önemli değildir. Önemli olan, bize bunu anlatmak için Allah Teâlâ’nın veya Peygamber Efendimiz’in tuttuğu yol ve üslûptur. Demekki akrabalık bağı, korunup gözetilmesi ve asla ihmâl edilmemesi gereken pek önemli bir vazifedir.
     Denebilir ki, akrabalık bağı niçin rahim kelimesiyle anlatılmıştır? Bunun cevabı şudur: Birbirine akraba olan kimseler, bu akrabalığın kaynağını araştırmak, nerede başladığını, kaç nesildir devam ettiğini öğrenmek için eskilere doğru bir yolculuk yapsalar, sonunda akrabalığın bir anada yani bir rahimde son bulduğunu, diğer bir ifadeyle, akrabalığın bu rahimden başlayıp geldiğini görürler. Demekki akrabalığı sağlayan şey rahimdir.

     Hadis-i Şerif bize şunu anlatmaktadır:
     İnsanlar arasında akrabalık bağını kuran Allah Teâlâ’dır. Bu bağın ve sıcak ilginin devam ettirilmesini isteyen de O’dur. Birbirlerine nikâh düşmeyecek kadar yakın olanların, hatta bir görüşe göre kan bağıyla bağlı bulunanların akrabalık bağını devam ettirmesi farzdır. Onların birbirleriyle ilgiyi kesmesi günahtır.
     Akrabalarla ilgisini devam ettirenlerden Cenâb-ı Hak râzı olacak, onlara nimetlerini bol bol ihsan edecektir. Akrabası ile ilgisini kesen kimselerden de şefkat ve merhametini, nimet ve ihsânını kesecek ve onları dünyada ve âhirette perişan edecektir.
  • Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz:
     1. Allah Teâlâ akrabalık bağına çok önem vermekte, akrabaların birbirini ihmâl etmemesini arzu etmektedir.
     2. Akraba ile iyi geçinmek, onları ziyaret etmek, muhtaç olanlarına yardım etmek en önemli görevlerimizden biridir.
     3. Akrabasını ihmâl etmeyenler, Allah’ın rızâsını kazanır, O’nun lutuf ve yardımını görürler.
     4. Akrabasıyla ilgisini kesenler, Allah’ın rahmet ve ihsânından mahrum kalırlar.

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...