3 Kasım 2011 Perşembe

Van'dan Mektup Var... / BURAK BİZİ AĞLATIYOR / Orhan Demiral


Van'dan Mektup Var...
BURAK BİZİ AĞLATIYOR
     Değerli dostlar; az önce bir aileye yemek götürdüm, maalesef yemeği veremeden geri döndüm. Bu hikaye bundan 5 gün önce başladı aslında.
     Antalya'dan Tahsin abi arayarak, Isparta'da hafızlık için kursta oğluyla kalan Burak isimli bir kardeşçikten bahsetti. Erciş'liymiş dedi. Bir baksanız evinde bir hasar var mıdır, bir ihtiyacı var mıdır. Verilen telefonu Abdullatif aradı az sonra. Karşımızda Burak isminde bir küçük dev adam. 

     -Burak'çığım benim adım Abdüllatif, Tahsin amcandan aldım telefonunu nasılsın?
     -Hamdolsun abi iyiyim, sağolun.
     -Nasıl, evinizde bir hasar var mı kardeş?
     -Var abi biraz.
     -Ağır mı hasar?
     -Ev komple yıkılmış abi.
 
     derin bir sessizlik oldu birden, sonraki soruyu sormaya çekindi Abdüllatif. Boğazında kocaman bir yumrukla yutkunarak sordu.

     -Yaralanan var mı? diye
     - Annem sizlere ömür abi.
     -Çok üzüldüm kardeş, diğerlerinde bir şey var mı?
     -Ablam da sizlere ömür abi.
 
     Daha fazlasını sormaya mecal kalmadı tabii.

     -Şimdi nerde kalıyorsunuz kardeşim?
     -Brandadan bir çadır yaptık abi ordayız şimdi.
     -Kardeş bi yanımıza gelsen de konuşsak.
     -Kız kardeşlerimi yalnız bırakamam abi.
     -Peki bir ihtiyacınız var mı kardeşim, size nasıl yardım ederiz.
     -Yok abi sağolasınız, hiç bir şeye ihtiyacımız yok, iyiyiz hamdolsun.

     Telefonu kapatan Abdüllatif bütün dünyanın yükü omuzlarında yanıma geldi. Başından geçenleri anlatmaya başladı. O anlatırken ben dinlerken gözyaşlarına boğulduk. Sözde iki kocaman adam kırka merdiven dayamışken, bizim toplumumuz "erkekler ağlamaz" derken hüngür, hüngür ağladık. Hem içimize, hem dışımıza.
 
     Depremin ilk hengamesi geçip, aşevini çalışır hale getirince ilk işimiz Burak'ı aramak oldu dün. 

     -Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra deneyin...
 
     Bu güünlerde buralarda en fazla duyulan telefon cevabını aldık her aramamızda. Ya bulamazsak endişesiyle dolaşmaya başladık. Tahsin abiye geri dönerek soyadını öğrendik. Hamdolsun burada çalışan Abdurrahman abi ben tanıyorum deyip evlerinin olduğu yere götürdü bizi.

     5 kişi enkazın üzerinden geçerek arka tarafa ilerledik. İşte o küçücük dev adam 14 yaşındaki Burak karşımızda duruyor. Öyle bir sarıldım ki, sanki yarım gün omuzumda kaldı. Kemiklerinin çıtırtısıyla birlikte
 
     -Ben senin abinim sözü döküldü dudaklarımdan.
     -Baban buralarda mı kardeşim?
     -Bir taziyeye gitti abi, buyrun dayımlar var.

     Bir çadırın önünde iki briket arasına yakılan bir ateşin yanında oturduk, 

     -Nasılsınız abicim?
     -Hamdolsun abi, iyiyiz, sağolun.

     Ne söyleyeceğimizi düşünürken babası çıkageldi. 

     -Geçmiş olsun amca, başınız sağolsun.
     -Sağolasınız, dostlar sağolsun.

     Kısaca kendimizi tanıttıktan sonra Yasin-i Şerif ve diğer surelerden okuduk biraz. Ellerimizi kaldırıp kısa bir dua ettik. Bu arada o ateşin üzerinde bize çay demleyen Burak servise başladı. Bir çay içtikten sonra babasına sorduk aynı soruları.
     Yine aynı cevabı aldık;
     -Hamdolsun iyiyiz, bir şeye ihtiyacımız yoktur, komşular bir şeyler getirmişler sağolsunlar. Bizi yalnız bırakmıyorlar. Delikanlılarımıza çaktırmadan çadıra bakın bir şeyleri var mı dedik. 
 
     -Abi bir kolinin içinde az bi makarna var dediler.

     Dün gece boyu nasıl incitmeden yardım ederiz diye düşünüyoruz. Bu gün akşam yemeği için biraz sıcak yemek götüreyim dedim çadırdan yuvalarına. 3 evladının yanında olmasıyla teselli bulan amcamızı gördüm önce,
 
     -Amca sıcak yemek getirdim azıcık, bir tencereniz var mı dökeyim, dedim heyecanla
 
     Aldığım cevap üzerine ağlamamak için kendimi zor tutarak hızla uzaklaştım yanlarından.
 
     -Sağolasın yeğenim, komşular bir şeyler verdiler, olmayan birilerine götürün!...
 
     Şimdi cep telefonu üzerinden konteynırın içinde yanımda hiç kimse olmadığı için ağlayarak yazıyorum bu maili sizlere. Televizyonlara yansıtılan bazı merhamet duygularını körelten manzaralara rağmen bu ve benzeri olaylardan o kadar çok yaşanıyor ki burda. Burak hepsinin adına tercüman oldu belki de.

     Sizlerin desteği ve duası olmasa bu iyilerin çoğalıp yetişmesine kim yardım edecek. Allah'ın sizin elinizle kimlere yardım gönderdiğini bilmenizi istedim. Allah hepinizden razı olsun.

     Amellerinizi zayii etmesin. İnsanımızı insan ve İslam düşmanı tiplerin eline düşürmesin, muhtaç etmesin.

İyi ki var sınız.
Erciş Aşevinden 
Orhan DEMİRAL
Karşıdan yükle: Kardeşler...jpg (80,7 KB) Karşıdan yükle: Birkaç Gü...jpg (73,8 KB)
Karşıdan yükle: Van'da Ça...jpg (72,7 KB) Karşıdan yükle: Van'da Ça...jpg (11,5 KB)
Yeni Şafak Gazetesinde Köşe Yazıları Yazan Ahmet Selvi
Bu mektubu Köşesine Taşıdı...
Yularıdaki mavi renkli yazılarda herhangibir yere tıklayıp
gazetenin web sitesinden köşe yazısını okuyabilirsiniz...

KAMU İHALE KURUMUNA 15 PERSONEL ALINACAK

Kamu İhale Kurumundan:
KAMU İHALE UZMAN YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU
     Kamu İhale Kurumu’nda (KİK) görevlendirilmek amacıyla;
GRUPPUAN TÜRÜBÖLÜMKONTENJAN SAYISI
1.GrupKPSSP:103Hukuk Fakültesi3 Kişi
2.GrupKPSSP:104İktisat, İşletme, Siyasal Bilgiler,
İktisadi ve İdari Bilimler
6 Kişi
3.GrupKPSSP:5İnşaat Mühendisliği3 Kişi
Endüstri Mühendisliği3 Kişi

     olmak üzere toplam 15 (onbeş) kamu ihale uzman yardımcısı alınacaktır.
     Giriş sınavı yazılı (test) ve sözlü olmak üzere iki aşamalıdır. Yazılı sınav 21-22 Ocak 2012 (21 Ocak Mühendislik, 22 Ocak Hukuk ve Sosyal Bilimler) tarihlerinde, Gazi Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Ankara’da yapılacak olup, sözlü sınav tarihi daha sonra KİK tarafından kazanan adaylara bildirilecektir.
     Yazılı sınava katılmaya hak kazanan adayların isimleri 16.12.2011 tarihinde Kurumun internet adresinden www.ihale.gov.tr ilgililere duyurulacak, sınavın yapılacağı yer ve sınav saatlerini gösteren Sınav Giriş Belgesi ise sınavdan en az 10 (on) gün önce yazılı sınava girmeye hak kazanan adayların adreslerine Kurum tarafından gönderilecektir. Bunun dışında adaylara şahsen veya telefonla ayrıca bir bildirim yapılmayacaktır.

SINAVA KATILIM KOŞULLARI:
1) ÖSYM tarafından 10-11 Temmuz 2010 veya 09-10 Temmuz 2011 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarında (KPSS) tabloda belirtilen puan türlerinden 80 (seksen) ve üzeri puan almış olmak, (yazılı sınava katılacak adayların sayısı, atama yapılacak kadro sayısının yirmi katından fazla olamayacağından, 1. ve 3. gruptan sınava girecek adayların en yüksek puanlı 60’ar kişi, 2. gruptan sınava girecek adayların ise en yüksek puanlı 120 kişi içinde bulunmaları gerekmektedir. Her grup için son sıradaki aday ile aynı puana sahip olan adaylar da bu sınava kabul edilir).
2) Söz konusu Kamu Personeli Seçme Sınavlarının yabancı dil testlerinin her hangi birinden en az 36 (otuzaltı) doğru cevabı bulunmak veya bu yıllara ait Kamu Personeli Yabancı Dil Sınavında (KPDS) İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinin birinden en az 60 (altmış) puan almış olmak,
3) En az 4 yıllık eğitim veren fakültelerin tabloda belirtilen bölümlerinden birini veya bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından birini bitirmiş olmak,
4) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen genel şartları taşımak,
5) Yazılı sınavın yapıldığı tarih itibariyle 35 yaşını doldurmamış olmak,
6) Erkek adaylar için askerliğini yapmış veya erteletmiş olmak ya da askerlikle ilişkisi bulunmamak (Müracaat tarihinde askerliğinin bitmesine 2 ay veya daha az kalmış olan adaylar da bu durumlarını belgelendirmeleri kaydıyla sınava başvurabilir).

BAŞVURU İÇİN GEREKLİ BELGELER:
1) Son altı ay içinde çekilmiş 4,5 X 6 ebadında iki adet fotoğraf,
2) Nüfus cüzdanı fotokopisi,
3) 2010 veya 2011 KPSS Sonuç Belgesinin fotokopisi,
4) Yabancı dil sınavı sonuç belgesi (KPDS puanı ile başvuru yapan adaylar için),
5) Sınav Başvuru Formu (Başvuru formu, www.ihale.gov.tr internet adresinden temin edilebilir).

BAŞVURU ŞEKLİ VE YERİ:
Başvurular 14 Kasım 2011 tarihinde (saat: 09:00) başlayacak olup, 25 Kasım 2011 tarihi mesai bitiminde (saat: 18:00) sona erecektir.
Adayların sınava katılabilmek için Sınav Başvuru Formunu elektronik ortamda eksiksiz olarak doldurduktan sonra, formun çıktısını imzalamak suretiyle yukarıda belirtilen belgelerle birlikte, Kurumun İnsan Kaynakları ve Eğitim Dairesi Başkanlığı, Mevlana Bulvarı (Konya Yolu) No:186 06520 Balgat/Ankara adresine şahsen veya posta yoluyla başvuruda bulunmaları gerekmektedir. Belirtilen gün ve saate kadar Kuruma ulaşmayan başvurular dikkate alınmayacaktır.

SINAV GİRİŞ BELGESİ:
Kurum tarafından düzenlenecek fotoğraflı Sınav Giriş Belgesi, yazılı sınava girmeye hak kazanan adayların Başvuru Formunda belirttikleri haberleşme adresine gönderilir.
Adayların yazılı sınavda, fotoğraflı Sınav Giriş Belgesi ile birlikte kimlik tespitinde kullanılmak üzere nüfus cüzdanı veya sürücü belgesi gibi fotoğraflı ve onaylı özel bir kimlik belgesini yanlarında bulundurmaları gerekmektedir. Bulundurmayan adaylar sınava alınmayacaktır.

SINAV KONULARI:
1) 1. ve 2. gruptan sınava girecek adaylar için alan bilgisi sınav konuları aşağıda belirtilmiştir:
a) Kamu Hukuku Grubu: Anayasa Hukuku ve T.C. Anayasası, İdare Hukuku, İdari Yargı, Ceza Hukuku (Genel Hükümler, Millete ve Devlete Karşı Suçlar), Ceza Usul Hukuku,
b) Özel Hukuk Grubu: Medeni Hukuk (Aile Hukuku ve Miras Hukuku hariç), Borçlar Hukuku, Ticaret Hukuku (Ticari İşletmeler Hukuku, Şirketler Hukuku, Kıymetli Evrak Hukuku), İcra ve İflas Hukuku, Medeni Usul Hukuku,
c) İktisat Grubu: Mikro İktisat, Makro İktisat, Uluslararası İktisat, Türkiye Ekonomisi,
d) Maliye Grubu: Kamu Maliyesi, Maliye Politikası, Bütçe, Vergi Hukuku ve Türk Vergi Sistemi,
e) İşletme ve Muhasebe Grubu: Genel Muhasebe, Maliyet Muhasebesi, Mali Tablolar Analizi, İşletme İktisadı,
2) 3. gruptan sınava girecek adaylar için sınav konuları; sınava girecekleri mühendislik müfredatı kapsamında yer alan konulardan oluşacaktır.

YAZILI SINAV:
Yazılı sınava 1. ve 2. gruptan girecek adaylara, her gruptan 40 adet olmak üzere çoktan seçmeli, eşit ağırlıklı ve beş seçenekli 120 soru sorulacaktır.
1. veya 2. gruptan sınava girecek adaylar, sınav müracaatları sırasında belirleyecekleri (a, b, c, d ve e) soru gruplarından en az birisi (a) veya (b) grubundan olmak üzere toplam üç grubun sorularını cevaplamak zorundadır. Adaylar sadece Sınav Başvuru Formunda işaretledikleri soru grubundan sınava katılabilirler.
Yazılı sınavda adayların başarılı sayılabilmesi için, belirlemiş oldukları soru gruplarının her birinden 100 tam puan üzerinden 70 ve daha yukarı puan almaları gerekmektedir.
Sınava 3. gruptan katılacak adaylar için çoktan seçmeli, eşit ağırlıklı ve beş seçenekli 100 soru sorulacaktır.

SÖZLÜ SINAV:
Yazılı sınavda başarılı olan adaylar arasından en yüksek puanı alan adaydan başlamak üzere, ilan edilen boş kadro sayısının 3 katı aday, sözlü sınava girmeye hak kazanır. Her grup için son sıradaki aday ile aynı puana sahip olan adaylar da sözlü sınava kabul edilir. Sözlü sınavın yeri ve zamanı ile sınava çağırılacak adayların isimleri, Kurumun ilan panosunda ve internet adresinde ilan edilecektir.
Sözlü sınavda, adayların yazılı sınavda tabi oldukları soru grupları ile ilgili konulardaki bilgi düzeyi ve konulara hakimiyeti ile birlikte, genel tavır ve davranışları, kavrayış ve muhakemeleri ile anlatım ve temsil yeteneği gibi Kurum hizmetlerinin ve uzmanlığın gerektirdiği kişisel niteliklere ve yeteneklere sahip olup olmadıkları ölçülür.
Adayların sözlü sınavda başarılı sayılabilmesi için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan almaları gerekir.

SINAV SONUCU:
Giriş Sınav Komisyonu tarafından adayların yazılı sınav sonucu %60, sözlü sınav sonucu %40 oranında ağırlıklandırılarak, öğrenim dalları itibariyle başarı puanı belirlenir.
Başarı puanı, gruplar itibariyle en yüksek puandan en düşük puana doğru sıralanarak, en yüksek puanı alan adaydan başlamak suretiyle kontenjan sayısı kadar aday atanmaya hak kazanır. Ayrıca her grup için kontenjan sayısı kadar yedek aday listesi oluşturulur.
Giriş sınav sonuçları, sınavın bitimini takip eden üç iş günü içinde öğrenim dalları itibari ile Kurum ilan panosunda ve internet adresinde ilan edilir.
Sınava katılan adaylar, sınav sonuçlarının duyurulmasından itibaren 10 gün içinde sınav sonuçlarına yazılı olarak itiraz edebilir. Yazılı sınav sonucuna ilişkin itirazlar, bir dilekçe ile Kamu İhale Kurumu’na yapılır. İtiraz dilekçesi incelenmek üzere Kurum tarafından Gazi Üniversitesi Rektörlüğü’ne gönderilir. Yapılan itirazlar en geç 10 gün içinde incelenir ve sonuç ilgililere yazılı olarak bildirilir.
Sınav başvurusu ve/veya atama aşamasında yanlış bilgi, beyan ve sahte belge vererek ya da belgelerde tahrifat, silinti ve kazıntı yapmak suretiyle Kurumu yanıltanlar hakkında, Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur. Kurumu yanıltanlar kamu görevlisi ise bu durum ayrıca çalıştıkları kurumlara da bildirilir.
İlan olunur.
İLETİŞİM BİLGİLERİ:
Tlf : (312) 218 48 37
Faks : (312) 218 48 83
Not : Kamu ihale uzman yardımcılığı giriş sınavına ilişkin gerekli görülen bilgilendirmeler, Kurumun http://www.ihale.gov.tr/ adresinden ilgililere duyurulacaktır.

30 Ekim 2011 Pazar

KELİMELER - KAVRAMLAR ... MÜNAFIK


 KELİMELER - KAVRAMLAR 
MÜNAFIK, MÜNAFIKLAR

     İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından müslüman görünen kimse. Aslî mânâsını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi İslâm toplumu içinde -çeşitli sebeblerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstererek Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere düşmanlığını gizleyen kimsedir (el-Bakara, 2/8; Âli İmrân, 3/167; el-Mâide, 5/41)
     "Nifak, kalbte olursa küfür, amelde olursa suçtur" (Kurtubî, Tefsir, VIII, 212). Bu bakımdan, münafıklardaki nifak hâli îtikâdî ve amelî olarak iki grupta toplanır:

     1. İtikâdî nifak:
     Kur'an-ı Kerim'de karakterize edilen, dünyada iken müslüman muamelesi görüp, âhirette inançsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü muâmeleye tâbî tutulmasına sebeb olacak olan nifak hali. (en-Nisâ, 4/145) "Akîdenin hilafına îmanda mürâîliktir" (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4997).
     Kur'an-ı Kerim insanları mü'min, kâfir, münâfık olmak üzere üç grupta toplar (el-Bakara, 2/1-20) ve insanların en kötüsü ve iki yüzlü olanı şeklinde tarif edilen münafıkların şu özelliklerinden sözeder:
     İslâm toplumu içinde fesatçıdırlar.
     "Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde; "biz ıslah edicileriz" derler", (el-Bakara, 2/9-13).
     "Müslümanların inandıkları gibi inanın, diye örnek verilince; "biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" diye itiraz ederler. İnananlarla yanyana gelince de; "sizinle beraberiz" derler. Fakat reisleri ve şeytanlarıyla başbaşa kalınca; "biz onları aldattık" diye alay ederler" (el-Bakara, 2/13-15).
     İman ile küfür arasında bocalayan münafıklar, bazan Allah'ı hatırlar gibi davranırlar. Fakat, Allah'a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar. Namaza da üşene üşene kalkarlar (en-Nisâ,4/142-3).
     İnsanları Allah yolundan döndürmek için yalan yere yemin ederler (Mücadele, 58/14; Münâfıkûn, 63/2).
     Münafıkların kalbi verimsiz toprak gibidir (el-A'raf, 7/58), menfaatlerine göre şekil alırlar, dönektirler (en-Nisâ, 4/141; el-Ankebût, 29/10-11)
     Asr-ı Saadetteki münâfıklara; "Hz. Peygamber'in yanına gelmeden önce sadaka verin de öyle gelin" denildiğinde bunların, menfaatlarına dokunduğu için, kaçtıkları tesbit edilmiştir (Mücâdele, 58/13).
     Münafıklar bir taraftan da maddî kazanç sağlamak için ahlâk dışı davranışlara başvururlar. Nitekim, münafıkların başı Abdullah İbn Ubeyy b. Selûl, kazanç sağlamak amacıyla câriyelerini zinaya zorluyordu. Bu maksatla bir nevi genelev de kurmuştu. Zina yoluyla câriyelerinden gelir sağlama çabası üzerine, olayı yasaklayan âyet nazil olmuştur (et-Taberî, Tefsir, XVIII, 132; en-Nûr, 24/33).
     Münafıklar Allah'ı unutup cimrilik yaparak ellerini yumarlar (et-Tevbe, 9/67), bir belâya uğrayıp sıkışınca hemen fitneye düşerler (el-Ankebût, 29/10), felâketin dönüp kendilerine çarpmasından korktuklarını, kendi aralarında fısıldaşırlar (el-Mâide, 5/52, 53); olayların akışı münafıkların lehine gibi ise, itaatla koşa koşa Peygamber'in yanına gelirler (en-Nûr, 24/49); bunlar zâhiren îman edip kalpleriyle kâfir olanlardır (el-Münafıkûn, 63/3).
     "Allah'a, Peygamber'e inandık, itaat ettik" diyen münafıklar (en-Nûr, 24/47; Münafıkûn, 63/1); diğer taraftan Hz. Peygamber'e isyanı, düşmanlığı fısıldaşırlar (el-Mücâdele, 58/9-10).
     Onlar aynen şeytanlara benzerler (el-Haşr, 59/16); tabiatları gereği Allah'a ve Peygamber'e muhalefet üzeredirler (el-Mücadele, 58/20); fakat kalblerindeki gizlediklerini ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden de çok korkarlar (el-İnfitâr, 82/4-5; et-Tevbe, 9/64).
     Allah'a kötü zanda bulunan erkek ve kadın münafıklar (el-Fetih, 48/6), biribirlerinin tamamlayıcı parçası olup, insanları kötülüğe çağırır, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar.
     Onlar ebedî Cehennemliktirler (et-Tevbe, 9/67-69).
     Kötü sözlerin müslümanlar arasında yayılmasını isterler (en-Nûr, 24/19); kötülük yapınca sevinirler; yapmadıkları şeylerle övünmekten hoşlanırlar (Âlu İmrân, 3/188); Kur'an-ı Kerim âyetleriyle alay ederler (en-Nisa, 4/140); İslâm toplumu içinde yalan-yanlış uydurma haber yayarlar (el-Ahzâb, 33/60-61); cihada çıkacaklarını yemin ile ifade ettikleri halde iş fiiliyata dökülünce kaçarlar (en-Nûr, 24/63); düşman korkusundan ölüm baygınlığına düşer (el-Münâfıkûn, 63/19); böyle bir ortamda kaçacak delik ararlar (et-Tevbe, 9/57).
     Mü'minler zafer kazanınca, başarıya ortak olmak, ganîmetten faydalanmak için; "sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler gâlip gelince; "size mü'minlerden gelecek ziyanı biz önlemedik mi?" derler (en-Nisâ, 4/141). Savaşta çok şehid düşen olursa; "Allah lutfetti de iyi ki savaşta bulunmadım" diyen münafıklar, eğer ganîmet bölüşülecekse, "ah keşke ben de şu ganîmete erseydim" derler (el-A'râf, 7/72, 73).
     Kur'an-ı Kerim'de özelliklerini tanıtıp haber verdiği münafıklar için Yüce Allah, peygamberini şöyle uyarmaktadır: "O münafıkların dış görünüşlerine aldanma. Onların liderlerini gördüğün zaman, yakışıklıdır, gövdeleri hoşuna gider. Konuşurlarsa güzel konuşurlar, dinlersin. İşte onlar sıra sıra dizili kereste gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar" (el-Münafıkûn, 63/1-4).
     Hak söz tanımayan, âhirette topluca kâfirlerle bir araya gelecek olan (en-Nisa, 4/140), münafıklara istiğfar etsen de etmesen de birdir. Çünkü Allah bu fâsıkları affetmeyecektir (el-Münafıkûn, 63/6).
     Münafıkların İslâm toplumu içinde bulunmalarından dolayı elde ettikleri menfaatların, âhiret hayatında da devamını isteyeceklerini, fakat bunun mümkün olmayacağını Kur'an-ı Kerim şöyle haber verir: "Âhirette münafık erkek ve kadınlar îman etmiş olanlara; "bizi bekleyin, nûrunuzdan bir parça ışık alalım" diyecekler. O gün onlara; alayla "dönün arkanızda bir nur arayın" denilecek de, neticede îman edenlerle aralarında bir duvar olduğunu görecekler. O zaman münâfıklar, mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz sizinle beraber değil miydik? ". "Evet", diyecekler; fakat kendinizi siz kendiniz yaktınız, kuruntunuz sizi aldattı"(el-Hadid 57/13-15). Böylece münafıklar ve kâfirler Cehennemde bir araya gelmiş olacaklardır (el-Nisâ, 4/140).
     Medine döneminde, Yahudilerle dostluk kuran münafıklarla mü'minlerin dost olmamaları hatırlatılmakta (el-Maide, 5/51) ve Hz. Peygamber'e; asıl düşmanın münafıklar olduğu, onlarla savaş yapması, hattâ sert davranması vahiy yoluyla bildirilmektedir.
     Hz. Peygamber'in de münafıklara karşı gayet ihtiyatlı, temkinli bir siyaset uyguladığı, gayr-i müslimlere yapılan muameleye tâbi tutmadığı; bilakis onları İslâm toplumu içerisinden ayırmayıp, üzerlerinde kurduğu kuvvetti bir otorite ile tesirsiz hale getirdiği müşahede edilmektedir.

     2. Amelî Nifak:
     Bazı tutum ve davranışlarıyla itikadî nifaka kısmî bir benzeyiş içinde bulunmakla beraber, inançlarında açık bir nifakın söz konusu olmadığı müslüman kişilerin durumu. Hadislerde geçen münafık türü amelî (ahlâkî) yönden olan nifakı vurgulamaktadır.
     Meselâ: "Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiğinde vaadinden döner, kendisine birşey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder" (Tirmîzî, Îman, 14) hadisi ve benzerî hadisler îtikâdî nifaka yaklaşılmaması için alınan tedbirler ve tenbihler mahiyetindeki emirlerdir. Zîra, amelî nifak çoğalınca ileride müslümanın îtikâdî nifaka yaklaşma tehlikesi doğabilir.

Ahmet SEZİKLİ
ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ


28 Ekim 2011 Cuma

KAVRAMLARIMIZI KAVRAYALIM PROGRAMI ... KONU: İBADET



GÖNÜLDER ÖNÜNDEN GEÇEN İETT OTOBÜS HATLARI  
* 11T ÜSKÜDAR - TÜRKİŞ BLOKLARI,
* 14A KADIKÖY - ALEMDAĞ,
* 14S KADIKÖY - SULTANBEYLİ,
* 14ÇK KADIKÖY - Ş.ŞAHİNBEY MAH
* 19D ÜMRANİYE - ÜSTBOSTANCI,
* 19E KADIKÖY - YENİDOĞAN
* 19ES KADIKÖY - ESENŞEHİR MAH,
* 19S KADIKÖY - SARIGAZİ-YENİDOĞAN
* 19SB SULTANBEYLİ - BOSTANCI,
* 19T KADIKÖY - TÜRKİŞ BLOKLARI
* 19V KADIKÖY - SAMANDIRA,
* 19Y KADIKÖY - FERHATPAŞA MAH
* 320A HAREM - SAMANDIRA,
* 14ŞB KADIKÖY-Ş.ŞAHİNBEY MAH
* 320 ALTUNİZADE-FERHATPAŞA,
* 256 Y.TEPE ÜNV.- ATAŞEHİR- TAKSİM
Üsküdar'dan, Kadıköy'den, Ümraniye'den, Sarıgazi'den, Sultanbeyli'den, Yenidoğan'dan gelen bu otobüslere, binerseniz ve YEŞİL YAMAÇ DURAĞI (Türkiş Bloklarından bir durak önce) indinizmi durağa 50 m. mesafede...

21 Ekim 2011 Cuma

İSLAM TARİHİ ... BEDİR MUHAREBESİ (4)

 İ S L A M   T A R İ H İ
BEDİR MUHAREBESİ (4-son-)

     Esirler ve Ganimetler
     Büyük bir hezimete uğrayan Ku­reyş ordusu, geride birçok mal ve yetmiş esir bırakmıştı. Ganimet malları, yüz elli deve on at, külliyetli miktarda kırmızı kadife, harp âlet ve edevatı, sahtiyan, ev ve giyim eşyasından ibaretti.
     Esirler arasında, Resûl-i Ekrem Efendimizin amcası Abbas, amcası oğulla­rın­dan Ukayl b. Ebî Tâlib ve Nevfel b. Ab­dül­mut­ta­lib ile kerimeleri Hz. Zey­neb’in kocası Ebu’l-Âs İbni er-Rebî de vardı. Yine Mus’ab b. Umeyr’in kar­deşi ve müşrik ordusunun başbay­rak­ta­rı olan Ebû Azîz İbni Umeyr de esirler ara­sın­daydı.
     Esirlerin kaçmaması için ellerinin bağlanmasına, Hz. Ömer memur edildi. Abbas, hepsinin büyüğü olduğu için pek sıkı bağlanmıştı. Bu sebeple de ge­ce inlemeye başladı. Bu iniltiyi duyan Efendimizin gözüne bir türlü uyku gir­mi­yordu.
     “Yâ Re­sû­lal­lah! Ne diye uyumuyorsunuz?” dediler.
     “Abbas’ın inlemesi yüzünden...” diye cevap verdi.
     Resûl-i Kibriya Efendimizin rahatsız ve müteessir olmasını istemeyen as­hab-ı güzinden bazıları, gidip Abbas’ın bağını çözdüler. İniltinin kesildiğini gören Efendimiz, “Abbas’ın iniltisini ne diye işitmiyo­rum?” diye sordu. Sahabeler, “Onun bağını çözdük” dediler.
Bunun üzerine Efendimiz, “Bütün esirlerin bağını çözünüz!” buyurduktan son­ra uyudu. [36]

     Ganimet Mallarının Dağıtılması
     Muharebenin bitmesinden üç gün sonra Bedir’den ayrılan Resûl-i Kibriya Efendimiz, Medine’ye doğru gelirken, Safra Boğazı’nı geç­tikten sonra, Seyer de­nilen kum tepesindeki bir ağacın altına indi. Orada ganimet mallarını mü­sâvî bir şekilde Müslümanlar arasında taksim etti.
     Peygamber Efendimiz, ganimet malları arasından, Ebû Cehil’in devesini “ku­mandanlık hakkı” olarak aldı. Süvarilere ikişer hisse, piyadelere birer hisse verdi. İzinli olup veya vazifeli bulunup Medine’de kalan sekiz kişi ile Bedir’de şehit düşenlere de hisse ayrıldı.
Münebbih b. Haccac’ın kılıcı “Zülfikâr” da Peygamber Efendimizin hisse­sine düştü. Resûl-i Ekrem Efendimiz, Zülfikâr’ı bilâhare Hz. Ali’ye hediye et­miş­tir. [37]

     Esirler Hakkında Meşveret
     Esirler hakkında ne türlü muamele yapılacağına dair henüz İlâhî vahiy gel­miş değildi. Bu sebeple onlar hakkında reyle karar vermek gerekiyordu. Reyle, yani görüş beyan etmek suretiyle karara bağlanacak meselelerde as­habıyla meşveret etmesi, Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek âdetlerindendi. Meşveret meclisinde herkes fikrini serbestçe ve açıkça beyan ederdi. Esirler hakkında ne yapmak gerektiğine dair, Peygamber Efendimiz, saha­belerle istişare buyurdu. Hz. Ebû Bekir, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bunlar bizim akrabamızdırlar. Be­nim reyim, onlardan fidye-i necat alarak affedip serbest bırakmandır. Onlardan alacağımız fidye-i necatlar, kâfirlere karşı bizim için bir kuvvet olur. Allah’ın onları hida­yete erdirip, bize yardımcı yapmaları da umulur” diye fikir beyan etti.
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Ömer’e, “Ey Hattab’ın oğlu! Senin fikrin ne­dir?” diye sordu. Hz. Ömer, “Yâ Re­sû­lal­lah! Onlar, seni yalanladılar, seni memleketinden çı­kar­dılar. Hepsinin boynunu vurdur!” cevabını vererek görüşünü açıkladı. Resûl-i Kibriya Efendimiz, şefkat ve merhameti bu şekil bir muameleye rıza göstermediğinden, sualini tekrarladı. Ancak Hz. Ömer, aynı fikrinde ısrar etti ve “Onlar, müşriklerin reislerindendir. Hepsinin boynunu vurmalı!” dedi. Peygamber Efendimiz, hiçbirine cevap vermeden sustu, sonra da kalkıp ça­dırına girip bir müddet orada durdu.
     Sahabelerin bir kısmı Hz. Ebû Bekir’in görüşüne, diğer bir kısmı ise Hz. Ömer’in fikrine iştirak ediyordu. Bir müddet sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz çadırından çıktı ve Hz. Ebû Be­kir’e hitaben, “Yâ Ebâ Bekir!” dedi. “Senin halin, Hz. İbrahim’in haline benzer: O, Allah’a, ‘Kim bana uyarsa, işte o benden­dir. Kim de bana karşı gelir­se, şüp­he yok ki Sen istediğin kimseyi mağfiret edersin. Zira sen, Gafûr ve Ra­hîm’sin’ demişti. Ey Ebû Bekir! Senin halin, Hz. İsa’nın haline de benzer: Hz. İsa, Al­lah’a, ‘Eğer, onları azaba uğratırsan, onlar Senin kullarındır. Eğer onları affe­dersen, şüphe yok ki kudretiyle her şeye üstün gelen, hik­metiyle her yaptı­ğını yerli yerinde yapan Sensin’ demişti.”
     Sonra Hz. Ömer’e dönerek, “Ey Ömer!” dedi. “Senin halin de, Hz. Nuh’­un haline benzer: O, Allah’a, ‘Ey Rab­bim! Yer­yüzünde kâfirlerden yurt tutan hiçbir kimse bırakma!’ demişti. Senin halin, ey Ömer, Hz. Mûsa’nın haline de benzer: ‘Yüreklerini şiddetle sık; ki on­lar, inleti­ci azabı görünceye kadar iman etmeyeceklerdir!’ demişti.”
     Bu konuşmalardan sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, Hz. Ebû Bekir’in görü­şünü kabul etti. Esirlerden dörder bin dirhem bedel alınarak salıverilmelerini emretti. Bu ara­da, durumlarına göre, kendilerinden bedel olarak üç bin, iki bin ve bin dirhem alınması kararlaştırılanlar da ol­du.
     En mühimi de; Fidye-i necat vermeye gücü yetmeyip de okuma yazma bilen esirlerin, en­sar­dan onar çocuğa yazı öğretmek şartıyla serbest bırakılacakları, Resûl-i Kibri­ya Efendimiz tarafından kararlaştırıldı. [38] Zeyd b. Sâbit Hazretleri, bu su­retle oku­ma yazma öğrenen çocuklar arasında idi. Bu sâyede Medine’de de okuma yaz­ma bilenlerin sayısı çoğaldı.

     Hz. Ömer, konuyla ilgili bir hatırasını şöyle anlatır:
     “Sabahleyin Re­sû­lul­lah’ın huzuruna geldiğim zaman, onu ve Hz. Ebû Be­kir’i oturmuş, ağlıyor gördüm. “‘Yâ Re­sû­lal­lah! Sen ve arkadaşın, niçin ağlıyorsunuz? Sizi ağlatan şeyi ba­na söyler misiniz? Eğer ağlanacak bir durum varsa ben de ağlayayım! Ağla­nacak bir durum yoksa, ikinizin ağlamasına yine katılırım!’ dedim.
“Re­sû­lul­lah, ‘Senin arkadaşlarının esirlerden aldıkları fidye-i necattan do­layı vay benim başıma gelene! Uğrayacağınız azabın, şu yakınınızdaki ağaçtan daha yakın olduğu, bana gösterildi’ buyurdu.” [39]

     Pey­gam­be­ri­mizin Esirler Hakkında
   Müslümanlara Tavsiyesi
     Peygamber Efendimiz mücahitlerle, esirlerden bir gün önce Medine’ye gel­di. Bir gün sonra Medine’ye gelen esirleri, ashabı arasında dağıttı ve onlara, “Siz esirler hakkında birbirinize iyilik ve hayır tavsiye ediniz” buyurdu. Esirler arasında bulunan Mus’ab b. Umeyr’in (r.a.) kar­de­şi Ebû Azîz der ki:
     “Esirler Bedir’den Medine’ye getirildikleri zaman, ben de ensar­dan bir aile­nin yanına düşmüştüm. Re­sû­lul­lah, biz esirler hakkında Müslümanlara tavsi­yelerde bulunmuştu. Bu sebeple de onlar, sabah ve akşam yemeklerinde ek­meği bana verirler, hurmayı kendileri yerlerdi. Onlardan birinin eline bir ek­mek parçası geçse, onu bana verirdi. Ben de, utandığımdan, o ekmek parçasını, veren kimseye iade ederdim. Fakat o yine ekmeğe dokunmadan tekrar ba­na verirdi!” [40]

     Pey­gam­be­ri­mizin,
     Sakladığı Altınları Abbas’a Haber Vermesi!
     Esirler arasında bulunan, Pey­gam­be­ri­mizin amcası Hz. Ab­bas, oldukça zen­gin bir zâttı.
Resûl-i Ekrem, “Ey Abbas! Kendin, kardeşinin oğlu Akîl b. Ebî Tâlib ile Nevfel b. Hâris için fidye-i necat öde! Çün­kü sen, servet sahibisin” dedi.
     Hz. Abbas, müşriklerle Bedir’e çıkıp gelirken beraberinde asker için sarfet­mek üzere sekiz yüz dirhem altın alıp getirmişti. Harp esnasında bu da elinden alın­mış ve ganimet malları arasına katılmıştı. Bunun için Peygamber Efendimi­ze, “Bâri, harp esnasında elimden alınan o altınları, fidye-i necatlara say” diye teklif etti.
     Peygamber Efendimiz, “Hayır... O, bizim aleyhimizde sarf­etmek için taşıdı­ğın ve Allah’ın sonunda bize nasip ettiği bir maldır. Onu sana geri veremeyiz” buyurdu. Hz. Abbas, “Benim ondan başka param yok! Beni avuç açtırıp da dilendire­cek misin?” dedi.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, “Ey Abbas! Ya o altınlar nerede kal­dı?” diye sordu.
Hz. Abbas, “Hangi altınlar?” dedi.
     Resûl-i Kibriya Efendimiz ferman etti: “Hani senin, Mekke’den çıkacağın gün, zevcen Ümmü Fadl’a teslim ettiğin al­tınlar! Onları teslim ederken, yanınızda ikinizden başka da kimse yoktu. Sen, Ümmü Fadl’a, ‘Bu seferde başıma ne geleceğini bilmiyorum. Şayet herhan­gi bir felâkete uğrayıp da dönemez­sem, şu kadarı senin içindir, şu kadarı Fadl içindir, şu kadarı Abdullah için­dir, şu kadarı Ubeydullah içindir, şu kadarı da Kusem için­dir!’ demiştin. İşte o altınlar!”
     Hz. Abbas, hayretle, “Bunu sana kim haber verdi?” diye sordu. Peygamber Efendimiz, “Allah haber verdi!” buyurdu. Bunun üzerine Hz. Abbas, şehâdet getirerek kemâl-i imanı kazanıp Müslü­man oldu. Fidye-i necatını ödedikten sonra da Mekke’­ye döndü. Hz. Abbas, Mekke’ye dönünce Müslümanlığını izhar et­me­yip hep gizli tu­tum ve davranışları Peygamber Efendi­mi­ze yazar ve Mek­ke’­deki Müslüman­lara yardım ederdi. [41]

     Hz. Zeyneb’in Gerdanlığını Göndermesi
     Bedir esirleri arasında, Peygamber Efendimizin damadı Hz. Zey­neb’in ko­cası Ebû Âs b. Rebi de vardı. Hz. Zeyneb (r.a.), kocası Ebû Âs’ın fidye-i necatı olmak üzere boynundaki gerdanlığı çıkarıp Medine’ye gönderdi. Bu gerdanlığı Hz. Zeyneb’e, evlendiği sırada annesi Hz. Hatice hediye etmişti.
     Resûl-i Kibriya’nın bu güzide kerimesinin gerdanlığını fidye-i necat olarak göndermesi, ashab-ı kirama fazlasıyla tesir etti. Peygamber Efendimiz de onu görünce son derece rikkate geldi ve “Eğer münasip görürseniz, Zeyneb’in esirini salıveriniz, bedelini de geri çeviriniz” bu­yurdu. Bunun üzerine sahabeler, Ebu’l-Âs’ı serbest bırakıp gerdanlığı da geri çevi­rerek Resûl-i Kibriya Efendimizin mübarek kalbini mem­nun ettiler. [42]

     Bedir Zaferi’nin Akisleri
     Bedir Zaferi, gerek Medine içinde ve gerekse dışında müspet-menfi akisler uyandırdı. Her şeyden önce Medine içindeki Yahudi ve putperestlerin gözleri yıldı. Hatta Yahudilerden bazıları, “Evsafını kitaplarımızda okuduğumuz zât budur. Artık ona karşı durulamaz. Galip olacak hep odur” diyerek imana gel­diler. Bir kısmı ise, korkularından iman etmiş gibi göründüler. Ama fitne ve fe­sat çıkarmaktan yine de vazgeçmediler.
     Habeş Necâşîsi de, Pey­gam­be­ri­mizin bu muzafferiyetini haber alanlar arasın­daydı. O da ülkesinde bulunan muhacir Müslümanlara, “Allah, Resû­lüne Bedir’de yardım etmiştir. Bundan dolayı ham­de­derim” diyerek memnu­niyet ve sevincini izhar etti.
     Medine’de Müslümanlar arasında bayram havası yaşanırken, Mekke’de müşrikler ise tam bir mâtem havasına bürünmüşlerdi.
     Bedir galibiyetiyle civarındaki kabilelere de gözdağı verilmiş oldu.

     Ebû Leheb’in Ölümü
     Ebû Leheb, Bedir’e katılmamış ve yerine Âsî b. Hişam’ı göndererek Mek­ke’de kalmıştı.
Ku­reyş ordusu, İslam ordusu karşısında büyük bir hezimete uğrayıp Mek­ke’ye dönünce, Ebû Leheb, Ebû Süf­yan b. Haris’i yanına çağırarak, “Ey kar­deşimin oğlu! Hal­kın işi nasıl oldu? Bana anlat” dedi.
     Ebû Süfyan İbni Haris, “Vallahi” dedi. “Biz o cemaatle karşılaşınca boz­gu­na uğradık. Onlar da kimimizi öldürdüler, kimimizi de esir ettiler. Fakat ben hal­kı kınamam ve ayıplamam; zira, kır atlara binmiş, ak benizli bir alay süva­riy­le karşılaştık ki onlara karşı koymak mümkün değildi!”
     O sırada Hz. Abbas’ın zevcesi Ümmü Fadl ile kölesi Ebû Refi de orada bu­lu­nuyorlardı. Ebû Refi, “Vallahi, o gör­düğün süvariler, melekler idi!” de­yince, Ebû Leheb, hiddetlenip yüzüne şiddetli bir to­kat indirdi, sonra da üze­rine çö­küp dövmeye başladı.
     Ümmü Fadl, gayrete geldi. “Biçare köleyi, efendisi burada yok diye dövüyorsun!” di­yerek bir çadır di­reğiyle Ebû Leheb’in başını yardı. Ebû Leheb, zelil ve perişan bir halde kalkıp gitti. Gam ve kederinden ağır hasta oldu. Bir hafta sonra da Re­sû­lul­lah­’a ve Müs­lümanlara yaptığı şiddetli düşmanlığın hesabını vermek üzere ölüp gitti.
     Oğulları ölüsünü, iki veya üç gün beklettiler. Evinde cesedi kok­maya baş­ladı. Hastalığının bulaşmasından korktukları için kim­se yanına yaklaşmak is­temiyordu.
Ku­reyşlilerden biri bir gün oğullarına, “Yazıklar olsun size! Babanız evinde koktuğu halde, onun yanına uğrama­mak­tan utanmıyor musunuz?” dedi. Onlar, “Biz, onun hastalığından korkuyoruz!” deyince, adam, “Hay­di, ge­lin! Ben size yardım edeyim” diyerek gittiler.
Fakat yanına yaklaşılacak gibi değildi. Onu ne yıkadılar ve ne de ona el sürdüler. Uzaktan üzerine su serptiler. Sonra sürükleyerek götürüp Mekke’nin yu­karı taraflarında bir yere gömdüler. Üzerini taşla kapattılar.
___________________________________________________________
[36] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4. s. 13; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 288.[37] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 286.[38] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 22; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 1, s. 246.[39] Müslim, Sahih, c. 5. s. 157.[40] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 300.[41] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 13-15; Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 112.[42] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 308.[43] İbn Sa’d, a.g.e., c. 4, s. 74; Taberî, a.g.e., c. 2, s. 288.

20 Ekim 2011 Perşembe

İSLAM İLMİHALİ ... Altıncı Bölüm: NAMAZ ... 5. Konu: NAMAZIN SÜNNET ve ÂDÂBI


İ S L Â M   İ L M İ H A L İ
Altıncı Bölüm: Namaz
5. Konu: NAMAZIN SÜNNET ve ÂDÂBI
     Sünnet, Hz. Peygamber'in devamlı olarak yaptığı ve bir mazeret olmaksızın terketmediği veya mazeretsiz nâdiren terkettiği şeydir. Namazda Sübhâneke duasını okumak, eûzü çekmek bu mânada sünnettir. Sünnetin yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ceza (ikab) yoktur; sadece kınama ve sitem (itâb) vardır. Namazın sünnetleri, namazın vâciplerini tamamlar, onlardaki kusurları telâfiye ve fazla sevaba vesile olur. Sünnetlere riayet etmek ve devam etmek Hz. Peygamber'e muhabbetin bir nişanesi sayılır. Bununla birlikte sünnetin terkedilmesi ne farzın terkedilmesi gibi namazın bozulmasını (fesad) ve yeniden kılınmasını, ne vâcibin kasten terkedilmesi gibi tahrîmen mekruhluğu, ne de vâcibin sehven terkedilmesi gibi sehiv secdesi yapmayı gerektirir. Fakat sünnetlerin kasten terkedilmesi "isâet" (yanlış ve kötü davranma) olur.
     İsâet, Hanefîler'in tanımlamasına göre tenzîhen mekruhun üstünde, tahrimen mekruhun altında yer alır. Hz. Peygamber'in devamlı olarak yapmayıp, yapılmasına teşvikte bulunduğu şeylere ise Hanefîler, mendup=müstehap adını vermişlerdir. Buna göre meselâ sabah namazının farzından önce iki rek`at namaz kılmak sünnet, ikindi ve yatsıdan önceki dört rek`at ise müstehap sayılmaktadır.

     Edep (çoğulu âdâb) ise, Hz. Peygamber'in devamlı olmaksızın birkaç kere yaptığı şeylerdir. Rükû ve secdede üçten fazla tesbih yapmak (yani rükûda üçten fazla "sübhâne rabbiye'l-azîm" demek) böyledir. Hanefî kitaplarında edep tabiri, mendub=müstehap anlamında da kullanılır. Âdâb sayılan şeyleri terketmek, her ne kadar isâet sayılmaz ve kınamayı gerektirmez ise de bunlara riayet edilmesi daha faziletlidir (efdaldir). Esasen namazın âdâbı, yüce yaratıcının huzurunda durulduğunun farkında olunarak, zâhiren mütevazi bir halde bulunmaktır.

     Buna göre Hanefîler'de namazın farz ve vâcipleri dışında yapılması uygun görülen şeyler kuvvetliden zayıfa doğru şöyle bir sıralama takip etmektedir: Sünnet, mendup=müstehap, âdâb.

     Diğer mezheplerde ise mendup, bir bağlayıcılık ve gereklilik söz konusu olmaksızın yapılması istenen şey şeklinde tanımlanmaktadır. Mendubun yapılmasına sevap olmakla birlikte terkedilmesine ceza yoktur. Fakat mendubu terkeden kişi, kınama ve sitemi hak eder.

     Buna göre, cumhurun mendup tanımı Hanefîler'in sünnet tanımı ve anlayışlarıyla örtüşmektedir. Esas itibariyle namazın farz ve vâciplerinden olmayan, dolayısıyla eksikliği namazın aslına zarar vermeyen, bununla birlikte yerine getirilmesi hem Hz. Peygamber'in uygulamasına uyma hem de namazın şekil ve içeriğini tamamlama anlamına gelen şeylerin genel anlamda mendup olarak değerlendirilmesi, namazın sünnet, müstehap ve âdâbının bu başlık altında düşünülmesi mümkündür. Bu bakımdan aşağıda namazın sünnetleri ve âdâbı olarak sayılan şeyler genel olarak namazın menduplarıdır.

     A) SÜNNETLERİ

     Namazın sünnet ve âdâbının çoğu, namaz fiillerinin belli bir düzen ve intizam içinde yapılmasını ve yapılan fiillerin şeklen güzel görünmesini sağlamaya yöneliktir. Namazın sünnetleri şunlardır:

1. İftitah tekbirini alırken ellerin yukarı kaldırılması ve bu esnada ellerin açık ve parmakların normal halleri üzere bulunması ve içlerinin kıbleye yönelik tutulması. Erkekler ellerini kulaklarına, kadınlar göğüsleri hizasına kadar kaldırırlar. Bu hüküm kunut tekbiri ve bayram namazının ilâve tekbirleri için de geçerlidir. Ayrıca, imama uyan kişi (muktedî) iftitah tekbirini, imamın iftitahından çok sonraya bırakmamalıdır.

2. İftitah tekbirinin hemen ardından el bağlamak (itimat). Bunda önce elleri salıverip (irsâl) sonra bağlamak yoktur. Erkekler göbek altından ve kadınlar göğüs üstünden el bağlarlar. Sağ el sol elin üzerine konulur. Erkekler sağ elin serçe ve baş parmaklarını sol bileğin iki tarafından halka yaparlar. Kadınlar halka yapmayıp, sağ ellerini düz bir şekilde sol elleri üzerine koyarlar.

3. Kıyamda iken ayakların arasını dört parmak kadar açık bulundurmak. (Namaza başlarken ve ara tekbirlerinde ellerin kaldırılması, hizası, kıyam ve rükûda iki ayak arasındaki mesafe gibi konularda mezheplere göre farklı uygulamalar vardır.)

4. Sübhâneke okumak, namaza Allah'ı bu şekilde överek, senâ ederek başlamak sünnettir. Bu bakımdan Sübhâneke birinci rek`atta iftitah tekbirinden (tahrîme) hemen sonra okunur.

5. Tek başına namaz kılan için sadece ilk rek`atta ve Sübhâneke'den sonra Eûzü billâhi mine'ş-şeytâni'r-racîm demek (teavvüz). Cemaatle namaz kılma durumunda sadece imam "eûzü?" çeker, imama uyan kişiler Sübhâneke'den sonra bir şey okumazlar.

6. Tek başına namaz kılan kişinin ve cemaatle namaz durumunda imamın, her rek`atın başında Fâtiha'dan önce besmele çekmesi. İmama uyan kişilerin besmele okuması gerekmez.

7. Sübhâneke'yi ve eûzü besmeleyi gizli okumak, Fâtiha'nın sonunda "âmin" demek. Fâtiha'yı okuyan da işiten de âmin der.

8. Tek başına namaz kılarken Fâtiha'nın arkasından okuyacağı sûrenin, sabah ve öğle namazlarında uzun sûrelerden, ikindi ve yatsı namazlarında orta uzunluktaki sûrelerden ve akşam namazında kısa sûrelerden seçilmesi.

     Cemaatle namaz durumunda, imam cemaatı soğutmamak durumunda olduğu için, bulunduğu yere ve cemaatin durumuna göre sûre seçer.
     Uzun sûreler, tıvâl-i mufassal olarak anılır. Hucurât sûresi ile Bürûc sûresi arasındaki sûreler bu grupta yer alır. Orta uzunluktaki sûrelere de evsât-ı mufassal denir. Bürûc sûresi ile Beyyine sûresi arasındaki sûreler bu grupta yer alır.
     Kısa sûreler ise, kısâr-ı mufassal diye anılır. Bunlar Beyyine sûresinden Nâs sûresine kadar olan sûrelerdir.

9. Rükûa varırken tekbir almak, yani Allahüekber demek.

10. Rükûda üç kere "Sübhâne rabbiye'l-azîm" demek.

11. Rükûdan doğrulurken "Semiallahü limen hamideh" demek (tesmî`). Bunu imam ve tek başına namaz kılan söyler; imama uyan kişi söylemez.

12. "Semiallahü limen hamideh" dedikten sonra, "Rabbenâ leke'l-hamd" veya "Allahümme rabbenâ leke'l-hamd" demek (tahmîd). Bunu tek başına namaz kılan ve imama uyanlar söyler. İmam da söyleyebilir (Ebû Hanîfe'ye göre imam söylemez).

13. Tek başına namaz kılan kişi, tesmî` ve tahmîdi gizli yapar. İmam ise tesmîi sesli söyler. Tahmîd her durumda sessiz okunur. Ancak kalabalık cemaatte imamın sesi arkalardan duyulmuyorsa ortalardan bir kişi, imamın tekbirlerini yüksek sesle tekrarladığı gibi tahmîdi de yüksek sesle okur.

14. Erkeklerin, rükû durumunda dizlerini dik ve arkalarını düz tutmaları, dizlerini elleriyle kavramaları, dizlerini tutarken ellerini açık bulundurmaları. Kadınlar ise ellerini dizleri üzerine koyarlar, dizlerini tutmaz ve parmaklarını ayrık bulundurmazlar. Dizlerini bükük ve arkalarını meyilli bulundururlar.

15. Rükûda başını aşağı, yukarı eğmeyip doğru tutmak.

16. Rükûdan doğrulup dik durmak (kavme). Bunun ta`dîl-i erkânın bir parçası olma ihtimaline binaen vâcip olduğu da söylenmektedir.

17. Rükûdan doğruluşta (rükû kavmesinde), bayram tekbirlerinin arasında elleri yana salıvermek (irsâl).

18. Secdeye varırken yere önce dizlerini, sonra ellerini, daha sonra yüzünü koymak ve secdeden kalkarken, secdeye varış sırasının tersini yapmak; secdeye varırken ve secdeden kalkarken "Allahüekber" demek.

19. İki secde arasında celse yapmak, yani kısa bir ara oturuşu yapmak. Bunun ta`dîl-i erkânın bir parçası olma ihtimaline binaen vâcip olduğu da söylenmektedir.

20. Secdelerde başını iki eli arasında yere koyup ellerini yüzünden uzak tutmamak ve parmaklar bitişik ve el ayası yere yapışık olmak.

21. Secdelerde üçer defa "Sübhâne rabbiye'l-a`lâ" demek.

22. Erkeklerin, secdede iken karnı uyluklardan, dirsekleri yanlarından ve kolları yerden uzak tutması. Kadınlar ise, secdede alçalıp kollarını yanlarına bitiştirir ve karnı uyluklarına yapıştırırlar.

23. Secde arası oturuşta (celse) ellerini uylukları üzerine koymak.

24. Gerek celsede gerek ka`dede, erkekler sol ayaklarını yere yayıp üzerine oturur ve sağ ayaklarını parmaklar kıbleye gelecek şekilde dikerler. Kadınlar ise ayaklarını sağ yanlarına yatık bir şekilde çıkarıp, öyle otururlar (teverrük).

25. Tahiyyât'ın teşehhüdünde "lâ ilâhe" derken sağ elinin şahadet parmağını yukarı kaldırıp "illallâh" derken indirmek.

26. Tahiyyât'ı gizli okumak.

27. Rek`atı ikiden ziyade olan farzların ilk iki rek`atının dışında Fâtiha okumak.

28. Son oturuşta, Tahiyyât'tan sonra salavat okumak. Bu, namazın müekked sünnetlerindendir.

29. Salavattan sonra dua etmek.

30. Selâm verirken başı önce sağa sonra sola çevirmek ve her iki tarafa selâm verirken "es-Selâmü aleyküm ve rahmetullâh" demek. İmam, selâm verirken hafaza melekleri ile cemaate; imama uyan kimseler cemaate ve imama; tek başına namaz kılan kimse ise meleklere selâm vermeye niyet eder. İmam sola selâm verirken sesini biraz alçaltır. İmama uyanların selâmı, fâsılasız olarak imamın selâmının hemen ardından olmalıdır. Ayrıca birinci rek`attan sonra imama yetişen muktedînin (mesbûk), imamın ikinci selâmını beklemesi de sünnettir.


     B) NAMAZIN ÂDÂBI

     Âdâb, Hz. Peygamber'in bazan yapıp bazan terkettiği şeyler olup Hanefî literatüründe mendup veya müstehap anlamında kullanıldığı da olur. Bunları terketmek, isâet sayılmaz ve kınamayı gerektirmez ise de riayet edilmesi daha faziletlidir (efdal). Esasen namazın âdâbı yüce yaratıcının huzurunda durulduğunun farkında olunarak zâhiren mütevazi bir halde bulunmaktır.

     Namazın âdâbı (müstehapları) şunlardır:

1. Namaz esnasında iken hem görünüşte, hem de iç dünyada bir tevazu, sükûnet ve huzur içinde bulunmak.

2. Kıyafete çeki düzen vermek. Meselâ gömlek gibi düğmeli bir giysi giyildiğinde düğmelerini iliklemek.

3. Kamet sırasında "hayye alel felâh" denirken imam ve cemaatin namaz için ayağa kalkması.

4. "Kad kameti's-salâh" denilirken imamın namaza başlaması, müezzini fiilen tasdik etmek anlamına geleceği düşüncesiyle âdâbdan (müstehap) sayılmıştır. Fakat imamın kametin bitmesini beklemesinde ve kamet bittikten sonra namaza başlamasında da bir beis yoktur. Hatta Ebû Yûsuf ile diğer üç mezhep imamına göre en uygunu kamet bittikten sonra namaza başlanmasıdır. Çünkü bu suretle cemaate saflara çekidüzen verme fırsatı tanınmış olur.

Kamet getirilirken camiye giren kişi ayakta beklemeyip, hemen oturur ve cemaatle birlikte ayağa kalkar.

5. Erkekler iftitah tekbiri alırken ellerini yenlerinin (uzun elbise kolarının) dışına çıkarmak.

6. Namaza dururken kalbin ameli olan niyete lisanın fiili olan sözü eklemek. Söyleme kalbin amelini engelliyorsa kalbin niyeti ile yetinmek gerekir.

7. Namazda bulunan erkek ve kadının huşû üzere olup kıyamda secde yerine, rükûda ayaklarının üzerine ve secdede burnun iki kanadına, otururken kucağına ve uyluk üzerlerine ve selâmda omuz başlarına bakması.

8. Namaz esnasında mümkün oldukça öksürüğü, geğirmeyi gidermek ve esneme durumunda ağzı tutmak, dudakları dişlerle olsun kapamak; bu da yeterli olmazsa sağ el ile kapamak.

9. Tek başına namaz kılan kişinin, rükû ve secde tesbihlerini üçten fazla yapması.

     Bütün bunlar yapılması güzel (müstahsen) olan şeylerdir ve ibadet esnasında Allah'ın huzurunda olma şuuruna ve O'na gösterilmesi gereken tâzime de uygun davranışlardır.


17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...