15 Ekim 2019 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZÂHİR

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
ZÂHİR
الظاهر
Allah’ın isimlerinden (esmâ-i hüsnâ) biri.

     Sözlükte “ortaya çıkmak, belirgin olmak; üstün olmak, galip gelmek; yardım etmek” anlamlarındaki zuhûr kökünden türeyen zâhir, terim olarak “varlığını ve birliğini belgeleyen birçok delilin bulunması açısından belirgin olan” mânasında kullanılır (Kāmus Tercümesi, II, 512; Zeccâcî, s. 137).
     Zâhir ismi bir âyette (el-Hadîd 57/3) “zâtı ve mahiyeti bakımından gizli olan” anlamındaki “bâtın” ismiyle birlikte geçer, “muttali kılmak; galip getirmek” mânalarına gelen “izhâr” kavramı da Allah’a nisbet edilir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ẓhr” md.).
     Zâhir Tirmizî ile İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almış (“Daʿavât”, 82; “Duʿâʾ”, 10), izhar kavramı çeşitli hadis rivayetlerinde de zât-ı ilâhiyyeye izâfe edilmiştir (Wensinck, el-Muʿcem, “ẓhr” md.).
     Ebû İshak ez-Zeccâc, zâhirin terim anlamı çerçevesinde bir yorum yaptıktan sonra kelimenin “üstün ve yüce olmak” şeklindeki kök anlamından hareketle bu isme “her şeyin fevkinde olan” anlamını vermiş ve uzunca bir dua/niyaz hadisinde yer alan, “... Sen zâhirsin, fevkinde hiçbir şey yoktur, sen bâtınsın, dûnunda hiçbir şey yoktur” meâlindeki ifadeyi (Müsned, II, 381, 404; Müslim, “Ẕikir”, 61) delil göstermiştir (Tefsîrü esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, s. 60-61).
     Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, Hadîd sûresinin baş tarafında yer alan âyette (57/3) iki çift isimden her birinin yanındakini nefyettiğini ve bunun çelişki ifade ettiğini ileri sürer, çünkü bir şey açık ve belirginse gizli olmaz, gizli ise açık olmaz. Ardından kendisi bunu şöyle yorumlar: Burada çelişki gibi görünen şey yaratılmışlar dünyasına özgüdür. Cenâb-ı Hakk’ın evvel-âhir, zâhir-bâtın oluşu “kendinden” (bizâtihi) olma özelliği taşıdığından çelişki söz konusu değildir. Aslında bu, Allah’ın zâtında, isim ve sıfatlarında hiçbir şeye benzemediğine, dolayısıyla O’nun birliğine işaret eder.
     Mâtürîdî zâhir ismine “hiç kimsenin yenilgiye uğratamayacağı galip ve hâkim, aklî ve naklî delillerle varlığı ve birliği apaçık” mânası verir (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, XIV, 333-334).
     Ebû Abdullah el-Halîmî zâhir ismini Allah’ın varlığını kanıtlayan fiilî isimlerden sayarken Mecdüddin İbnü’l-Esîr, garîbü’l-hadîse dair zengin muhtevalı eserinde zâhiri “her şeyin fevkinde bulunan” şeklinde açıklamış, ayrıca bu ismin “fiilleri ve sıfatlarının tecellilerinden yansıyanlara bakılarak aklî istidlâl yöntemleriyle tanınan varlık” diye yorumlandığını da kaydetmiştir (en-Nihâye, “ẓhr” md.).
     Kuşeyrî zâhirin, içinde yer aldığı dört ismin Allah’ın fiilî sıfatlarına işaret ettiğini söylemiş ve bu çerçevede zâhir ile bâtının şöyle açıklanabileceğini belirtmiştir: Cenâb-ı Hak nimetleriyle zâhir, rahmetiyle bâtındır; sıkıntılardan kurtarmasıyla zâhir, inâyetiyle bâtındır; onur ve şeref lutfetmesiyle zâhir, doğru yolu göstermesiyle bâtındır (et-Taḥbîr, s. 83).
     Gazzâlî, Allah Teâlâ’nın, duyuların idraki veya duyulara dayanan hayal gücüyle bilinmesi açısından bâtın, aklın istidlâli yöntemiyle tanınması bakımından zâhir olduğunu belirtmiş, ardından akıl yoluyla bilinmesi açık seçik olsaydı O’nu inkâr edenlerin bulunmaması gerektiği yolundaki karşı fikri hatırlatmış ve buna şöyle cevap vermiştir: Cenâb-ı Hakk’ın varlığının bazılarına gizli kalması O’nun çok belirgin (şiddet-i zuhûr) oluşundandır. Şöyle ki, yazının bir yazıcıya ihtiyaç duyması gibi tabiattaki her nesne ve olayın olağan üstü bir düzene sahip olması da onun bir yaratıcı ve düzenleyicisinin bulunduğunu kanıtlar. Bununla birlikte, bu düzen hiç aksamadığı ve her olan bitene egemen olduğu için aklî melekelerini ve psikolojik güçlerini yeterince kullanamayan insanlar düzenin kendi kendine sürekli çalıştığı yanılgısına düşerler (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 147-150).
     Fahreddin er-Râzî de evvel-âhir, zâhir-bâtın isimlerini birbiriyle bağlantılı biçimde çeşitli yönlerden açıklamaya çalışmıştır. Zâhir ismi, yer aldığı âyette geçen evvel-âhir gibi alternatifi olan bâtın ismiyle kullanıldığı takdirde muhteva açısından tamamlayıcı bir denge meydana gelmektedir. Zâhir Cenâb-ı Hakk’ın zâtî, fakat tecellileri açısından fiilî isim ve sıfatları içinde mütalaa edilir (bk. BÂTIN). Ayrıca zâhir alî, azîz, cebbâr, kādir, mecîd, metîn ve müteâlî isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.

Bu madde ilk olarak 2013 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 44. cildinde, 85 numaralı sayfada yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
Müellif: BEKİR TOPALOĞLU

TÜRKİYE DİYANET VAKFI
İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
İlgili resim

11 Ekim 2019 Cuma

Bakara Sûresi 258, 259 ve 260. Ayet'i Kerimelerinin Meal ve Tefsirleri

Bakara Sûresi 258, 259 ve260. Ayet-i Kerimelerin
Meal ve Tefsirleri
  • Bakara Suresi 258. Ayet-i Kerimenin Meali
     "Allah’ın kendisine verdiği iktidara dayanarak İbrahim ile rabbi hakkında tartışmaya giren kimseyi görmedin mi? İbrâhim "Rabbim hayat veren ve öldürendir" deyince o, "Hayat veren ve öldüren benim" dedi. İbrâhim "Allah güneşi doğudan getirmektedir, hadi sen de onu batıdan getir" dedi. Bunun üzerine inkârcı ne diyeceğini bilemedi. Allah zalimler topluluğuna rehberlik etmez."
  • Yukarıdaki Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     İnsanlar yokluk ve yoksullukla imtihan edildikleri gibi varlık ve iktidar verilerek de imtihan edilirler. Dine ve kulluk çağrısına karşı direnenler daha ziyade servet ve iktidar sahipleri arasından çıkar. Bunlar ellerindeki imkânların asıl sahibini ve kaynağını unuturlar. Ellerindeki güç sayesinde her şeyi yapabileceklerini, her derde çare bulabileceklerini, Allah’a ihtiyaçları bulunmadığını zannederler. Bazıları daha da ileri giderek Allah’ın yaptığı şeyleri kendilerinin yaptıklarını, yapabileceklerini iddia ederler, güçte kendilerine eşit olmayanları kul ve köle yerine koyup onları sömürürler.
     Hz. İbrâhim zamanında iktidarda olan hükümdar –ki, bazı kaynaklar bunun, Bâbil şehrini kuran ve kulesini yapan Nemrud olduğunu kaydetmiştir– Allah’ın elçisinin davetini kabul etmediği gibi onun, insanlara tanıtmaya çalıştığı rabbi hakkında da tartışmaya girişmiş, rabbin sıfatlarının ve gücünün kendisinde de bulunduğunu iddia etmiştir. Allah Nemrud’a servet ve iktidar vermeseydi “Allah’ın yaptıklarını yapabildiği” iddiasında bulunamayacaktı. Bu nimet ve imkânlar, Nemrud gibilerinde inkâra ve zulme, Dâvûd ve Süleyman aleyhisselâm gibilerin ise şükrana ve Allah’ın kullarına hizmet etmeye medar ve sebep olmaktadır. Şüphe yok ki Nemrud insanları öldürme ve diriltme gücüne sahip bulunmadığını bilmektedir.
     Buna rağmen demagoji (mugalata) yaparak, sözü hakiki mânasından saptırıp hak elçisinin davetine karşı çıkmasının gerçek sebebi saltanat tutkusudur; bu dini kabul etmesi halinde zulme ve sömürüye devam etme imkânını kaybedeceğini bilmesidir. Nemrud, idam mahkûmunu affetmeyi “insanı diriltmek”, suçsuz bir insanı idam ettirmeyi de “diriyi öldürmek” sayarak veya öldürme ve yeni canlıları hayata getirme fiilinin Allah’a ait oluşu gizli, gözle görünmez olduğu için–kendinin bir dahli ve etkisinin olmadığını bildiği halde– bunları yaptığını iddia etmek suretiyle Hz. İbrâhim’e karşı çıkmış, bunları Allah’ın değil kendisinin yaptığını ileri sürmüştür. Aslında rabbin hayat vermesi ve öldürmesinin mânası başkadır ve bu mânada Nemrud da, başkaları da ne diriltmeye ne de öldürmeye kadirdirler; hatta ecelleri geldiğinde kendilerini ölümden kurtarmaya da güçleri yetmez. Ancak bu olgudan yola çıkarak tartışmada sonuç almanın güçlüğünü gören Hz. İbrâhim, herkesin gözleriyle gördüğü bir vâkıadan hareket ederek ikinci bir delil getirmiştir. Güneşin doğudan doğması ve batıda kaybolması te’vil götürmez bir gerçektir. Nemrud’dan önce de bu böyle olduğundan onun, “Bunu ben yapıyorum” demesi de mümkün değildir. Nemrud’un, iddiasında haklı ise yapabileceği şey, güneşin doğuş ve batış yerlerini değiştirmektir, Hz. İbrâhim de bunu teklif etmiş, Nemrud söyleyecek söz bulamamış ve iddiasının asılsız olduğu ayan beyan ortaya çıkmıştır.
     Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği bu tartışma örneği, din ve inanç konusunda insanları ikna etmek veya inancı savunmak için tartışma yapmanın câiz olduğunu göstermektedir. Kelâm ilmi de işte bu nevi tartışmalardan doğmuştur.

  • Bakara Suresi 259. Ayet-i Kerimenin Meali
     "Yahut evlerinin duvarları çatıları üzerine yıkılmış, ıssız bir kasabaya uğrayan kimsenin durumu gibi. Bu kişinin, "Allah, bütün bunları öldükten sonra nasıl diriltecek?" demesi üzerine Allah onu yüzyıl ölü olarak tuttu, sonra diriltti. "Ne kadar kaldın" diye sordu. "Bir gün veya günün bir kısmı kadar kaldım" dedi. Allah "Hayır, yüzyıl kaldın. Anlamak için yiyeceğine içeceğine bak, henüz değişmemiş; eşeğine bak, -seni insanlara bir işaret kılmamız için- ve kemiklere bak, onları nasıl düzeltiyor ve üzerini etle kaplıyoruz" buyurdu. Artık o adam için durum açıkça ortaya çıkınca, "Biliyorum ki Allah kesinlikle her şeye kadirdir" dedi."
  • Yukarıdaki Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     Yukarıda “Allah iman edenlerin velisidir, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkârcıların velisi ise sahte tanrılardır; aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar” buyurulmuştu. Arkasından örnekler sıralanmaya başlandı. Birinci örnek Hz. İbrâhim ile Nemrud arasında geçen tartışma idi. Ona “yahut” denilerek bağlanan ikinci örnek sakinleri çekilmiş, bütün binaları yıkılmış bir kasabaya uğrayan bir şahısla ilgili olanıdır. Birinci örneğin hedefi insanların, Allah’a şirk koşma veya O’nu inkâr etme sapıklık ve karanlığından tevhid aydınlığına gelmelerini sağlamaktır. İkinci örnek ise öldükten sonra tekrar dirilmeyi inkâr şeklinde ortaya çıkan bir başka sapmayı düzeltmeye yöneliktir.
     İslâmî kaynaklarda verilen bilgilere göre örnekte geçen kasaba Beytülmakdis, buraya uğrayan şahıs ise bir rivayette Yeremya b. Hilkiyâ, bir başka rivayete göre ise Üzeyr b. Şerhiyâ’dır (Ezrâ b. Serayâ). İbn Âşûr bu kişinin, İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberlerden Hezekiel olduğu tesbitini tercih etmiştir. Bu peygamber Yeremya ve Dânyâl ile aynı çağda yaşamıştır. Milâttan önce 586’da Kudüs’ü işgal eden Buhtunnasr Beytülmakdis’i tahrip etmiş, halkını da esir ederek Bâbil’e götürmüştü. Hezekiel peygamber bu zalim hükümdarın, Hz. Mûsâ’dan kalan kutsal emanetleri ve sandığı da alıp götürmesinden korkmuş, bunları Kudüs’te bir kuyuya atıp üzerine de bir alâmet koymuştu. Esir olarak Bâbil’e gittikten sonra burada vahye dayalı bazı yazılar yazmıştı; bunlardan birinde konumuz olan âyette geçen olayın bir benzeri de vardır. Hezekiel 560 yılında vefat etmiş, Kudüs ise Üzeyir aleyhisselâm zamanında 458’de yeniden imar edilmiştir. Aradan geçen zaman yaklaşık yüzyıldır. Anlaşılan vefatından yüzyıl sonra Allah Teâlâ Hezekiel peygamberi diriltmiş, ona ölü kemiklere nasıl can verdiğini, bozulmamış yiyecek ve içeceğini, kendine iade ettiği eşeğini göstermiş ve bütün bunları (peygamberine lutfettiği mûcizeleri), öncelikle orada bulunanlara, sonra da Kur’an’ın gelişine kadar vahiy yoluyla bu bilgiye ulaşan insanlara ibret kılmıştır. Bu ibret Allah Teâlâ’nın insanları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye kadir olduğunu göstermektedir ve âhiret inancının bir delilidir (Taberî, III, 28 vd.; Şevkânî, I, 307-309; İbn Âşûr, II, s. 35).
     Baruch kitabının Habeşçe nüshasına göre Abdel-Melek 66 yıl uyumuş, Bâbil esareti sonrasında uyandığında Kudüs’ü yeniden inşa edilmiş bir halde bulmuş, halbuki mûcize eseri ekmeğinin ve incirinin, bir gün önceden kalmış gibi taze olduğunu görmüştür (Hamîdullah, Le Saint Coran, s. 43).
     Allah’ın, hidayete yönelen kullarını doğru yola kavuşturması ve gerçeği bulmalarını sağlaması üç şekilde olmaktadır: a) Aklî deliller getirerek. Hz. İbrâhim’in Nemrud’la tartışması bunun örneğidir. b) Gerçeğin ve bildirilen vâkıanın nasıl ve neden ibaret olduğunu göstererek. Hezekiel kıssası da bunun örneğidir. c) Bizzat yaptırarak, yaşatarak, sebep ve sonucu deney halinde göstererek. 260. âyette göreceğimiz olay da bunun örneğidir.
  • Bakara Suresi 260. Ayet-i Kerimenin Meali
     "İbrâhim "Rabbim! Ölüleri nasıl diriltiyorsun, bana göster!" deyince, rabbi "Yoksa inanmıyor musun?" demişti. O "Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye" cevabını verdi. Rabbi "Kuşlardan dört tane al, onları kendine alıştır, sonra (parçalayıp) her bir tepeye onlardan bir parça bırak, sonra onları çağır. Koşarak sana gelecekler ve şunu bil ki, Allah hep galiptir ve hikmet sahibidir" buyurdu."
  • Yukarıdaki Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     Öğrenerek ve düşünerek kesin bilgiye ulaşmak “ilme’l-yakîn”dir, Hz. İbrâhim’le Nemrud arasındaki tartışmada bu yöntem gösterilmiştir. Bu aynı zamanda ilâhî hidayetin bir nevidir. Görerek ve duyu organlarıyla hissederek kesin bilgiye ulaşmak “ayne’l-yakîn”dir. Hezekiel ve Üzeyir’le ilgili olayda bu yol gösterilmiştir. Yaparak, yaşayarak, deneyerek, olgunlaşarak kesin bilgiye ulaşmak “hakka’l-yakîn”dir.
     Hz. İbrâhim’in öldürüp parçaladığı, sonra çağırınca dirilip gelen kuşlar hadisesi de hakka’lyakîn yoluyla kesin bilgiye ve inanca ulaşmanın örneğidir. Hz. İbrâhim rabbi ile söyleştiğine göre –bu sırada– peygamberdir. Bu sebeple onun sorusunu, Allah Teâlâ’nın ölüleri dirilteceği konusundaki bir şüpheye veya inkâra bağlamak mümkün değildir. Nitekim yukarıda geçen tartışmada bizzat Hz. İbrâhim, Nemrud’a karşı, rabbinin birliğini, kudretini ve eşsizliğini ispat için O’nun, yegâne dirilten ve öldüren olduğunu açıklamış, bunu delil olarak kullanmıştı. Hz. İbrâhim’in sorusunun şüpheden kaynaklanmadığının tamamen ortaya çıkması ve kıssayı dinleyenlerin yanlış anlamalarının önlenmesi için Allah “İnanmıyor musun?” diye sormuş, peygamberi de şeksiz şüphesiz inandığını söyledikten sonra maksadını açıklamıştır: “Kalbim tam kanaat getirsin diye!” “Kalbin tam kanaat getirmesi” diye çevirdiğimiz itminân kelimesi, “maddî olarak hareketin durması, hareket halindeki bir şeyin sakinleşmesi” demektir. Buradan alınarak zihnin ve vicdanın sakinleşmesine, şüphe, heyecan, tereddüt ve ıstırabın son bulmasına da itminan denilmiştir. Dilimize geçmiş bulunan tatmin kelimesi de kök ve mâna bakımından itminana yakındır. Sağlam haber, düşünce ve gözlem yollarıyla elde edilen bilgiler ve bunlara dayanan inançlar da kesindir. Ancak bilgi ve inanç konusu olay veya gerçek, bilen ve inanan tarafından duyu organlarıyla hissedilmedikçe ve daha ileri bir basamak olarak bizzat yaşanmadıkça, oluşun içinde bulunulmadıkça kalbin ve zihnin gelgitleri bitmez, vehim kabilinden de olsa aksini düşünme halleri son bulmaz. Bu haller bilmeye de inanmaya da aykırı değildir, bunlara zarar da vermez, ancak bir itminan eksikliği söz konusu olur. Allah Teâlâ bir büyük peygamberinin talebi üzerine ölüleri nasıl dirilttiğini (diriltme fiilinin işleyişini), fiilin içine peygamberini de çekerek onun en üst derecedeki itminan haline ulaşmasını sağlamıştır.
     Allah’ın izniyle öldürülmüş ve parçalanmış kuşların diriltilmesi Allah’ın işidir; azîz ve hakîm olan Allah için bu diriltme son derecede basit ve kolay bir iştir; bunun bir peygamber elinde, onun çağırmasıyla vuku bulması da bir mûcizedir. Allah’ın izin, ilim ve kudretiyle hâsıl olan, gerçekleşen mûcizeleri te’vil etmek, “öldürmeyi, parçalamayı, dağlara dağıtmayı, çağırmayı, diriltmeyi...”, dil bakımından kelimelere yüklenmesi mümkün olmayan mânalara çekmek gereksiz ve yersizdir. Aslında bir canlının alıştığımız kanun ve kurallar içinde meydana gelmesi ve bir müddet sonra hayatının sona ermesi de çok büyük bir olaydır, insanların örneklerden hareket ederek bile benzerini yapamadıkları mûcizelerdir, Allah’ın irade ve kudreti dikkate alınmadığı takdirde açıklanması da mümkün olmayan vâkıalardır. Bunların mûcizelerden farkı –mûcizeler, daha önceden görülmemiş ve alışılmamış yollardan ve şekillerde olurken– onların, alışılan, âdet, sünnet ve kanun haline gelmiş bulunan usul ve yollarla hâsıl olmasından ibarettir.


Kaynak :
Kur'an Yolu Tefsiri
Cilt: 1
Sayfa: 408-414
[​IMG]
    Kur'an-ı Kerim - Diyanet İşleri Başkanlığı
    kuran yolu tefsiri ile ilgili görsel sonucu

    8 Ekim 2019 Salı

    RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN'DEN HADİS-İ ŞERİFLER ♥ ✿ܓ ♥ ŞEFAAT

    RİYÂZÜ'S SÂLİHÎN

    ŞEFAAT

    30
    باب الشفاعة
    • Âyet-i Kerime:
    {.قال اللَّه تعالى: {مَّن يَشْفَعْ شَفَاعَةً حَسَنَةً يَكُن لَّهُ نَصِيبٌ مِّنْهَا


    1. “Kim bir iyiliğe aracılık yaparsa, iyiliğin sevabından ona pay vardır.”
    Nisâ sûresi (4), 85

         Şefaat; yardım etmek, başkası için yardım istemek, bir kimseden aracı olmasını dilemek gibi mânalara gelir. Hatırlı ve sözü geçen bir kimse, kendi seviyesindeki birinden veya daha üst mertebedeki bir zâttan bir başka şahsa iyilik yapmasını yahut ona uygulayacağı cezadan vazgeçmesini dilerse, aracı olduğu kimseye şefaat etmiş olur.
         Şefaat denince ilk hatıra gelen, kıyâmet gününde Resûl-i Ekrem Efendimiz’in ümmeti adına Allah Teâlâ’nın huzurunda aracılık etmesi, onları bağışlaması için niyâzda bulunmasıdır. Şefaate dair birçok âyet-i kerîme vardır.
         “Rahmân nezdinde söz ve izin alandan başka hiç kimsenin şefaate gücü yetmeyecektir” [Meryem sûresi (19), 87] âyeti bunlardan biridir. Adına Makâm-ı mahmûd denilen ve kıyâmet günü Resûlullah Efendimiz’e verilecek olan büyük şefaat yetkisi [İsrâ sûresi (17), 79] en güvenilir hadislerde belirtilmektedir.

         Sözünü ettiğimiz hadislerde genişçe anlatıldığı üzere, mahşerde bütün insanlar düz ve geniş bir arazide toplanacak. Korkunç sıkıntılar içinde hesaba çekilmeyi bekleyen insanlar sonunda bir kurtarıcı aramaya başlayacaklar. Kendilerine başvurdukları büyük peygamberlerden yardım göremeyince Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip yalvaracaklar. O zaman Peygamber-i Zîşân Efendimiz Arş-ı Rahmân’ın altında secdeye kapanarak Cenâb-ı Hak’tan ümmetini dileyecek. Kendisine büyük şefaat yetkisi verilince, önce sorgusuz sualsiz cennete gireceklere, belli bir süre sonra da kelime-i şehâdeti söylemekten başka iyiliği bulunmayan günahkârlara şefaat edecek ve onları cennete götürecektir (bk. Buhârî, Rikak 51, Tevhîd 36, Tefsîru sûre (17), 5; Müslim, Îmân 322, 326, 327).
        Sıkıntıda olan bir insanın derdine çözüm aramak ona şefaat etmektir. Bir kimsenin başına gelen fenalığı ondan uzaklaştırmak için aracılık yapmak, insana Allah rızasını kazandırır. Yapılacak aracılığın, Allah’ın yasakladığı bir konuda olmaması şarttır. İlâhî bir yasağı çiğneyen kimsenin ceza görmemesi için aracılık yapılmayacağı gibi, aracılık yapılırken, bundan kimse zarar görmeyecek, bir başkasının hakkı çiğnenmeyecektir.

         İnsanların işlerini kolaylaştırmaya çalışan kimse, arzu ettiği şekilde yardım edemese bile, niyeti iyi olduğu için teşebbüsünün karşılığını mutlaka görecek, hak ettiği sevabı alacaktır.
         “Hayırlı bir işe ön ayak olan kimse, onu yapan gibi sevap kazanır” (Tirmizî, İlim 14) hadîs-i şerîfi de bunu göstermektedir. Kötü bir işe aracılık eden ise, âyetin devamında belirtildiği üzere, yaptığı bu haksızlığın cezasını çekecektir.

    • Hadis-i Şerifler:
    248. Ebû Mûsâ el-Eş`arî radıyallahu anh şöyle dedi:
         Peygamber aleyhisselâm’a sıkıntı içinde bulunan biri geldiği zaman, yanındakilere döner: “Bu adama yardım ediniz, sevap kazanırsınız. Allah Teâlâ istediği şeyi Peygamberi’ne söyletir” buyururdu.
    Buhârî, Zekât 21, Edeb 36, 37, Tevhîd 31;
    Müslim, Birr 145.
    Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 117;
    Tirmizî, İlim 14; Nesâî, Zekât 65
    • Açıklamalar
         Ashâb-ı kirâm her sıkıntısını Resûl-i Ekrem Efendimiz’e arzederlerdi. Ödeyemedikleri bir borçları, karşılayamadıkları bir ihtiyaçları varsa, bunu Peygamber aleyhisselâm’a söylemekten ve yardımını istemekten çekinmezlerdi. Zira onun mü’minlere yardım etmekten derin haz duyduğunu bilirlerdi.
         Allah’ın Resûlü de, elinde varsa verir, hatta gerekirse bir başkasından borç alarak o kimsenin sıkıntısını giderir veya bu hadîs-i şerîfte gördüğümüz gibi, iyiliğin yapılmasına aracılık ederdi.
         Sıkıntı çekenlere yapılacak yardımın karşılıksız kalmayacağını, bu karşılığın Cenâb-ı Hak’tan hayır ve sevap olarak alınacağını belirten Efendimiz, bunu şöyle açıklıyor:
         Şayet kardeşinize yardım ederseniz, ben de size dua ederim. “Peygamberi’nin niyaz edip dilediği her şeyi yapan” Cenâb-ı Hak, yaptığınız iyiliğin karşılığını size hem dünyada hem de âhirette verir.
         Mü’minlere yardım edenlere, ilâhî yardımın eksilmeden her zaman devam edeceğini, “Müslümanların İhtiyaçlarını Karşılamak” adlı bir önceki bahsimizde görmüştük. Bunu Resûl-i Ekrem Efendimiz 246 numaralı hadiste “Kim din kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da onun ihtiyacını karşılar” şeklinde açıklamıştır. Konumuzla ilgili âyet-i kerîmeyi açıklarken söylediğimiz gibi, insanların yalnız başına üstesinden gelemedikleri dert ve sıkıntıları vardır. Bu dertlerin hâlledilme imkânını Cenâb-ı Hak bize lûtfetmiş, bizi sıkıntıda olana aracı kılmış, onun tek başına yapamayacağı şeyi yapma fırsatını vermişse, bu iyiliği onlardan esirgememek gerekir. Kim bilir, belki de yapacağımız aracılık sâyesinde Rabbimizi memnun eder, rızasını kazanmış oluruz.
    • Hadis-i Şeriften Öğrendiklerimiz
    1. Sıkıntıda olan kimselerin derdini halletmeye çalışmak, Allah Teâlâ’nın beğendiği güzel bir davranıştır.
    2. Önemli olan, yardım etmeye çalışmaktır. İstenen sonuç elde edilmese bile, Cenâb-ı Hak o gayretin karşılığını lutfedecektir.
    3. İlâhî bir yasağın çiğnendiği veya bir kul hakkının yendiği konularda, kimseye aracı olmamak gerekir.
    4. Dertlilere derman olmaya çalışmak, Efendimiz’in sünnetidir.


    249. İbni Abbas radıyallahu anhümâ Berîre ile kocası arasında geçen olaya dair şunları söyledi:
         Peygamber aleyhisselâm Berîre’ye:
    - “Keşke tekrar kocana dönsen!” buyurdu.
         Berîre:
    - Yâ Resûlallah! Böyle yapmamı bana emrediyor musun? diye sordu.
         Resûl-i Ekrem Efendimiz:
    - “Hayır, sadece aracılık yapıyorum” buyurdu.
         Bunun üzerine Berîre:
    - Benim ona ihtiyacım yok, dedi.
    Buhârî, Talâk 16.
    Ayrıca bk. Buhârî, Talâk 15;
    Ebû Dâvûd, Talâk 21;
    Nesâî, Âdâbü’l-kudât 28;
    İbni Mâce, Talâk 29


    • Açıklamalar:
         Berîre ile kocası Mugîs’in kıssası pek ibretlidir.
         Berîre, Ebû Leheb’in oğlu Utbe’nin veya ensardan birinin câriyesi idi. Zaman zaman Hz. Âişe’nin yanına gelerek hizmetinde bulunurdu. Âişe annemiz hicretin 9 veya 10. yılında onu efendisinden satın alarak hürriyetine kavuşturdu. Fakat Berîre Hz. Âişe’den ayrılmadı; onun hizmetinde bulunmayı bir şeref saydı.
         Câriye olduğu günlerde Mugîs adlı siyâh renkli bir kimseyle evliydi. Bu olayı rivayet eden Mekkeli ve Medineli râviler o zaman Mugîs’in de köle olduğunu belirtmişlerdir. Berîre hürriyetine kavuşunca, artık Mugîs ile evli kalma mecburiyetinde olmadığını öğrendi ve Mugîs’den ayrıldı. Fakat Mugîs Berîre’yi çok seviyordu. Onun kendisini terk etmesine dayanamadı. Medine sokaklarında ve Berîre’nin etrafında ağlayarak dolaşmaya başladı. Onun gözyaşları dökerek Mecnun gibi dolaşmasına hayret eden Nebiyy-i Muhterem Efendimiz amcası Hz. Abbas’a:
         “Mugîs’in Berîre’ye olan aşkına, onun da Mugîs’e karşı duyduğu nefrete hayret etmiyor musun?” diye sormuştu. Birgün Mugîs, belki Hz. Peygamber aramızı bulur diye ümide kapıldı. Resûl-i Ekrem Efendimiz’e gelerek perişan hâlini arzetti ve bu konuda şefaat etmesi için yalvardı. Ümmetinin ıstırap çekmesine dayanamayan Efendimiz, hadisimizde okuduğumuz üzere, Berîre’ye:
         “Keşke tekrar kocana dönsen!” diye ricada bulundu. Berîre bu sözün bir emir olup olmadığını öğrenmek istedi. Şayet böyle davranmasını Peygamber aleyhisselâm emrediyorsa, Mugîs’den hoşlanmamasına rağmen ona elbette dönecekti. Fakat Resûlullah ona kocasına dönmeyi emretmediğini, bu konuda kendisini tamamen serbest bıraktığını, ama bir din kardeşi olarak aracılık yaptığını söyledi.
         Mugîs ile mutlu olmayan Berîre, istemediği bir evliliğe Resûl-i Ekrem’in kendisini zorlamadığını öğrenince çok sevindi ve Mugîs ile evli kalmayı kesinlikle düşünmediğini belirtti.
         Berîre 60 (680) yılı civarında vefat etti.

         Berîre ile Mugîs kıssası, Berîre’nin Hz. Âişe tarafından satın alınarak hürriyetine kavuşturulması ve onun Hz. Âişe’nin evindeki durumu, İslâm hukuku bakımından pek önemli sonuçlar taşıdığı için bazı âlimler bu konuda müstakil eserler kaleme almışlardır. Bu hususta geniş bilgi için Ahmed Davudoğlu’nun Sahîh-i Müslim Terceme ve Şerhi’ne bakılabilir (VII, 558-574).

    • Hadisten Öğrendiklerimiz:
    1. Yöneticilik görevini üstlenmiş olan kimse, yönettiği kimselerin dertleriyle ilgilenmeli ve kendilerine her konuda yardım etmeye çalışmalıdır.
    2. Evlilik gibi bir gönül işinde kimse zorlanmamalı, duygulara değer verilmelidir.3. Bir aile yuvasının yıkılmaması için aracı olmaya çalışmak iyi bir davranıştır.
    riyazüs salihin ile ilgili görsel sonucu

    4 Ekim 2019 Cuma

    KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZÂBİT

    KELİMELER ~ KAVRAMLAR
    ZÂBİT
    ضابط
    * Osmanlılar’da yönetici, askerî görevli ve subay anlamında bir unvan.

         Sözlükte, “tutan, zapturapt altına alan, yöneten kimse” anlamına gelir. Daha ziyade askerî bir unvan olarak kullanılmış, zâbitân şeklinde çoğulu da yapılmıştır. Evkaf zâbiti, vilâyet zâbiti vb. örneklerde görüldüğü gibi zâbitler, genellikle bir işin yapılmasını veya bir yerin denetlenmesini belirten görev yeriyle birlikte anılmıştır.
         Farsça’da “tahsildar” anlamındaki kelimenin Osmanlı döneminde “zâbit-i mahsûl” terkibinde hemen hemen aynı mânada kullanıldığı da görülür. Nitekim XVI. asrın ilk çeyreğinde Taşoz adası reâyâ kanunnâmesinde âmil yerine zâbit unvanına rastlanır (Akgündüz, III, 404). Bununla beraber “kapıkulu zâbitleri, yeniçeri serdar ve zâbitleri, rüesâ-i asker ve zâbitler, vüzerâ, ümerâ, â‘yan vesair zâbitler” örneklerinde olduğu gibi XVII. yüzyıldan itibaren bu unvan daha ziyade ordu subayları için kullanılmıştır. Yeniçeri ağası dışındaki subaylara bölük zâbitleri, diğer Kapıkulu ocaklarının kumandanlarına ise topçu zâbitleri, top arabacı zâbitleri, humbaracı zâbitleri, süvari zâbitleri denilmekteydi. Naîmâ XVII. yüzyılın ortalarında, “Her asker taifesinin birkaç mertebe zâbitleri olur. A‘lâ ve ednâyı zaptederek vara vara cümlenin zabturabtı bir başbuğa müntehî olmak tedbîr-i saltanat ve tertîb-i cüyûş kanunlarından bir kāide-i mühimmedir” der ve Yeniçeri Ocağı’nda her odanın kıdemlilerinin diğer erler için zâbit konumunda bulunduğunu bildirir; aşağıdan yukarıya doğru aşçı, odabaşı, çorbacı, kethüdâ ve yeniçeri ağasını zikreder. Kapıkulu süvarilerinin de aynı kaide üzere kurulduğunu, ancak kendi zamanında bölükbaşının erlerden farkının kalmadığını belirterek nizamlarının bozulduğunu yazar (Târih, III, 1181-1182).
         “Zâbitân-ı sarây-ı sultânî” ve büyük oda zâbitleri şeklinde saray idaresinde görevli ağalar için de kullanılan kelimenin “yerli neferâtı zâbitleri” ifadesiyle taşra kuvvetlerinden yerli kulunun kumandanlarına, nakîbüleşraf zâbiti olarak da seyyid ve şeriflerin âmirine işaret ettiği anlaşılmaktadır. Kelime düşman ordusu kumandanları ile âsi önderleri yanında “zâbitân-ı nasârâ” örneğinde görüldüğü gibi hıristiyan ileri gelenleri için de kullanılmıştır.
         Yenileşme çabalarının yoğunlaştığı dönemlerde zâbit kavramı resmî/askerî bir şekle dönüşerek Avrupa dillerindeki subay kelimesini karşılamaya başladı. Subay yetiştiren Mekteb-i Harbiyye’den mezun olanlara mektepli, neferlikten gelme subaylara ise alaylı zâbiti adı verildi. II. Meşrutiyet döneminde daha kaliteli subay yetiştirmek amacıyla Yıldız Sarayı Şehzadegân Dairesi’nde Zâbitan Tâlimgâhı açıldı, burada üçer aylığına piyade ve süvarilerin eğitimi yapıldı. Maçka Kışlası’nda ise Küçük Zâbit Numune Taburu adıyla bir mektep devreye sokuldu. Zâbit kelimesinin resmî kullanımı Cumhuriyet döneminde de bir süre devam etti ve daha ziyade teğmen-binbaşı arasındaki subaylar için kullanıldı. Ardından bunun yerini subay kelimesi aldı. Kelime ticaret gemilerinde idareci konumunda olan gemi adamları için de birinci, ikinci, üçüncü zâbit şeklinde kullanılmış, gemilerde görevli makinist ve mühendisleri de kapsamıştır.
         Zâbit bir askerî unvan olarak Osmanlı Devleti’nden kopmuş Arap devletlerinde hâlâ devam etmektedir.
         Bu madde ilk olarak 2013 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 44. cildinde, 60-61 numaralı sayfalarda yer almıştır.

    3 Ağustos 2019 Cumartesi

    DİN EĞİTİMİ ALANI * PEYGAMBERLER TARİHİ

    hayat boyu öğrenme logo ile ilgili görsel sonucu
    T.C. MİLLÎ EĞİTİM BAKANLIĞI
    Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğü
    DİN EĞİTİMİ ALANI
    PEYGAMBERLER TARİHİ


    • PROGRAMIN ADI
         Peygamberler Tarihi Kurs Programı

    • PROGRAMIN DAYANAĞI
    1. 24.06.1973 tarihli ve 14574 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu,
    2. 10 Temmuz 2018 Tarihli ve 30474 Sayılı Resmî Gazete’ de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi (Kararname Numarası: 1),
    3. 11.04.2018 tarihli ve 30388 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Millî Eğitim Bakanlığı Hayat Boyu Öğrenme Kurumları Yönetmeliği,
    4. Talim ve Terbiye Kurulunun 20.04.2016 tarihli ve 19 sayılı kararı ile kabul edilen, Yaygın Eğitim Kurumları Çerçeve Kurs Programı,
    5. Talim ve Terbiye Kurulunun 19.01.2018 tarihli ve 21 sayılı kararıyla kabul edilen Anadolu İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri (Temel Dini Bilgiler, Siyer, Fıkıh, Tefsir, Dinler Tarihi, Hadis, Akaid, Kelam, Hitabet ve Mesleki Uygulama, Mesleki Arapça) Öğretim Programları,
    6. Talim ve Terbiye Kurulunun 19.01.2018 tarihli ve 3 sayılı Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu Peygamberimizin Hayatı Dersi Öğretim Programı,
    7. Talim ve Terbiye Kurulunun 19.01.2018 tarihli 19 sayılı kararı ile kabul edilen Ortaöğretim Peygamberimizin Hayatı Dersi (9, 10, 11 ve 12. Sınıflar) Öğretim Programı,
    8. Talim ve Terbiye Kurulunun 12.02.2018 tarihli 52 sayılı kararıyla onaylanan, Ortaokul ve İmam Hatip Ortaokulu Temel Dinî Bilgiler Dersi (İslam, 1-2) Ortaöğretim Programı,
    9. Talim ve Terbiye Kurulunun 19.01.2018 tarihli 20 sayılı kararıyla onaylanan, Ortaöğretim Temel Dinî Bilgiler Dersi (İslam, 1-2) Ortaöğretim Programı. 
    • PROGRAMA GİRİŞ KOŞULU
    1. Lise mezunu olmak,
    2. 18 yaşını tamamlamış olmak,
    3. 3. Kurs programının öngördüğü temel becerileri gerçekleştirebilecek yeterliliğe (fiziksel ve zihinsel) sahip olmak.
    • EĞİTİMCİLERİN NİTELİĞİ
         1. Kurs programının uygulanmasında eğitimciler aşağıdaki öncelik sırasına göre görevlendirilirler:
         2. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınca yayımlanan "Öğretmenlik Alanları, Atama ve Ders Okutma Esaslarına İlişkin Çizelgeye” göre;
         a) İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Alanı Öğretmeni,
         b) Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Alanı Öğretmeni olarak atananlar;
         3. Öğretmen bulunamaması durumunda bu alanlara öğretmen olarak atanabilecek nitelikte olanlar,
         4. Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığınca yayımlanan "Öğretmenlik Alanları, Atama ve Ders Okutma Esaslarına İlişkin Çizelge” ile belirlenen İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Alanı veya Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Alanına kaynak teşkil eden yükseköğretim programları fakülte mezunları,
         5. İslami İlimler Fakültesi veya Yüksek İslam Enstitüsü mezunu olup Pedagojik Formasyon Eğitimi Sertifikasına sahip olanlar,
         6. İlahiyat Fakültesi, İslami İlimler Fakültesi veya Yüksek İslam Enstitüsü mezunları,
         7. İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Alanı ile Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Alanlarına kaynak teşkil eden yükseköğretim kurumlarında görevli öğretim üyesi, öğretim görevlileri,
         8. İmam Hatip Lisesi Mezunu olup İlahiyat Ön Lisans Programından mezun olanlar.

    • PROGRAMIN AMAÇLARI
         İnsanlık, varoluşundan itibaren doğru ve güzel yaşam ile ilgili bir arayış içerisinde olmuştur. İnsanlar bu arayışa kimi zaman kendi iç derinliklerinde kimi zaman da çevrelerindeki yönelişler ile çözüm getirmeye çalışmışlardır. Allah, yarattığı kullarını hiçbir zaman yalnız bırakmamış, onların bu arayışlarını peygamberler ile desteklemiştir. Dünya tarihi de buna şahitlik etmektedir. Peygamberler ve onların yaşamları tarih kitaplarında yer almış; kimisi efsanelere kaynaklık etmiş kimisi de dinler tarihinde ayrıntıları ile araştırılmıştır. Kur’an-ı Kerim İslam dışındaki kaynaklarda da anlatılan kıssalara açıklık getirmiş, peygamberlerin mücadelelerine yer vererek bizlere ufuk açmıştır. Peygamberler Tarihi Kurs Programı’nı tamamlayan bireyin;
         1. İnsanlığın peygambere olan ihtiyacını kavraması,
         2. Peygamberlere imanın önemini bilmesi,
         3. Peygamberliğin örnekliğini kavraması,
         4. Peygamberlerin getirdiği ortak mesajı kavraması,
         5. Peygamberlerin sıfatlarını sıralaması,
         6. Resul ve nebi kavramını bilmesi,
         7. Peygamberlere gelen vahyi ve vahyin geliş şekillerini kavraması,
         8. Peygamberlere indirilen ilahi kitap ve sahifeleri bilmesi,
         9. Kur’an’-ı Kerim’de adı geçen peygamberler ve tevhit mücadelesini bilmesi amaçlanmaktadır.

    • PROGRAMIN UYGULANMASIYLA İLGİLİ AÇIKLAMALAR
         1. Kurs Programı, alan uzmanları, Millî Eğitim Bakanlığında görevli uzman ve alan öğretmenleri iş birliğinde hazırlanmıştır.
         2. Program, Hayat Boyu Öğrenme Genel Müdürlüğüne bağlı eğitim kurumlarında veya diğer kurumlarca açılan ve eğitim öğretime uygun ortamlarda uygulanabilir.
         3. Peygamberler Tarihi Kurs Programı amaçları ve içeriği yoluyla; kursa katılan bireylere, aşağıdaki tabloda verilen değerlerin kazandırılması ve bu yolla bireylerin geliştirilmesi hedeflenmiştir.
         Değerler,
         Sevgi ve Saygı,
         İyilik ve Merhamet,
         Güvenilirlik ve Doğruluk,
         Samimiyet,
         Adalet,
         Sabır
         4. Program süresince, bireylerin merak uyandırma, planlama, araştırma, keşfetme, çözümleme, derinleştirme, paylaşma ve yaşantıya uygulama etkinliklerini gerçekleştirmeleri sağlanarak bireyin öğrenmeye etkin katılımı desteklenmelidir.
         5. Programın uygulanmasında, rehberlik hizmeti sunan eğiticiler, bireylerin yeterliliklerinin değişmesi ve gelişmesine katkıda bulunacak bir rehber niteliği taşımalıdır.
         6. Öğrenme-öğretme etkinliklerinde katılımcı düzeyine, eğitim ortamına ve çevre etkenlerine göre katılımcıları aktif kılan öğrenme-öğretme yöntem, teknik ve stratejileri kullanılmalıdır. Seçilen tekniklerin bireysel ve kültürel farklılıklara sahip bireylere hitap edebilecek yeterlilikte olmasına dikkat edilmelidir.
         7. Konuların bireylere anlatımında içeriğe ve öğrenmeye uygun öğretim yöntem ve stratejileri kullanılmalıdır.
    • PROGRAMIN KREDİSİ
         Genel kurs programlarında kredilendirilme yapılmamaktadır.
    • PROGRAM SÜRESİ VE İÇERİĞİ 
         Kurs programının süresi; günde en fazla 6 ders saati uygulanacak şekilde toplam 54 ders saatidir. Sürelerin konulara göre dağılımı aşağıdaki tabloda verilmiştir:
         Konular Süre (Ders Saati)
         1. Peygamber ve Peygamberlik 4
         2. Peygamberlere Gelen Vahiy ve Vahiy Şekilleri 4
         3. İlahi Kitaplar 6
         4. Kur’an-ı Kerim’de Adı Geçen Peygamberlerin Hayatı ve Tevhid Mücadelesi 40
         TOPLAM 54
    • İÇERİK: 
         1. PEYGAMBER VE PEYGAMBERLİK
         1.1. İnsanlığın peygambere olan ihtiyacı, peygamberlere iman ve peygamberlerin örnekliği
         1.2. Peygamberlerin görevleri ve sıfatları
         1.3. Peygamberlerin getirdiği ortak mesaj: tevhid
         1.4. Kur’anda resul ve nebi kavramı
         1.4.1. Kur’an’da resul kavramının anlamı
         1.4.2. Kur’an’da nebi kavramının anlamı
         2. PEYGAMBERLERE GELEN VAHİY VE VAHİY ŞEKİLLERİ
         2.1. Vahiy kavramının anlamı ve içeriği
         2.2. Peygamberlere gelen vahiy şekilleri
         3. İLAHİ KİTAPLAR
         3.1. Kitaplar
         3.1.1. Zebur Hz. Davut (as)
         3.1.2. Tevrat Hz. Musa (as)
         3.1.3. İncil Hz. İsa (as)
         3.1.4. Kuran’ı Kerim Hz. Muhammed (SAV)
         3.2. Sahifeler
         3.2.1. Hz. Âdem (as) 10 sahife
         3.2.2. Hz. Şit (as) 50 sahife
         3.2.3. Hz. İdris (as) 30 sahife
         3.2.4. Hz. İbrahim (as) 10 sahife
         4. KUR’AN’ DA ADI GEÇEN PEYGAMBERLERLERİN HAYATI VE TEVHİD MÜCADELESİ
         4.1. Kur’an’da peygamber kıssalarının önemi
         4.1.1. Hazret-i Âdem aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.2. Hazret-i İdris aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.3. Hazret-i Nuh aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.4. Hazret-i Hud aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.5. Hazret-i Salih aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.6. Hazret-i İbrahim aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.7. Hazret-i İsmail aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.8. Hazret-i İshak aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.9. Hazret-i Lût aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.10. Hazret-i Zülkarneyn aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.11. Hazret-i Yakub aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.12. Hazret-i Yusuf aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.13. Hazret-i Şuayp aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.14. Hazret-i Musa aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.15. Hazret-i Harun aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.16. Hazret-i Davut aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.17. Hazret-i Süleyman aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.18. Hazret-i Üzeyr aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.19. Hazret-i Eyüp aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.20. Hazret-i Yunus aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.21. Hazret-i İlyas aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.22. Hazret-i Elyesa aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.23. Hazret-i Zülkifl aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.24. Hazret-i Lokman Hakim aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.25. Hazret-i Zekeriya aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.26. Hazret-i Yahya aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.27. Hazret-i İsa aleyhisselâm’ın hayatı
         4.1.28. Hazret-i Muhammed aleyhisselâm’ın hayatı
    • ÖLÇME VE DEĞERLENDİRMEYLE İLGİLİ ESASLAR
         Kursun amaçlarına ulaşılıp ulaşılmadığını ölçmek için, bireyin süreç içerisinde yaptığı tüm öğrenim faaliyetleri değerlendirilmeli ancak bu çalışmalarla ilgili not değerlendirmesi yapılmamalıdır.
    • PROGRAMIN UYGULANMASINDA KULLANILACAK ÖĞRETİM ARAÇ GEREÇLERİ
         Programın uygulama sürecinde;
         1. Ders kitabı olarak, Millî Eğitim Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanan materyaller kullanılmalıdır.
         2. Kaynak ders kitapları, bireysel öğrenme materyalleri, kaynak ders kitaplarının bulunmaması durumunda öğretmen / eğitimci tarafından hazırlanan ders notları kullanılmalıdır.
         3. Yararlanılacak kaynak araç gereçlerin programın amaçlarını gerçekleştirecek nitelikte öğretim, yöntem ve tekniklerine uygun olması önem taşımaktadır. Yararlanılacak bazı araç ve gereçler şunlardır:
          Kaynak Kitaplar,
          İnteraktif Öğretim Materyalleri;
         Bilgisayar,
         Projeksiyon,
         Etkileşimli Tahta,
          Fotoğraflar,
          Afiş,
          Broşür,
          Dergiler,
          Uyarıcı Pano,
          Televizyon,
          Eğitici Film, cd vb.
    • BELGELENDİRME
         Kursu tamamlayanlara katılım belgesi düzenlenir.

    17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

    Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...