5 Şubat 2011 Cumartesi

İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİNE, 350 İTFAİYE ERİ ALACAK


İSTANBUL
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞINDAN
     İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bünyesinde 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi olarak istihdam edilmek üzere, 21.10.2006 tarih ve 26326 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Belediye İtfaiye Yönetmeliğinin 15, 16 ve 17. maddeleri ile 11.04.2007 tarih ve 26490 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Belediye İtfaiye Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelikte belirtilen hükümler çerçevesinde Başkanlığımızda münhal bulunan aşağıda sınıfı, unvanı, derecesi, âdeti, KPSS taban puanı ve türü belirtilen İtfaiye Eri kadrolarına; Merkezi sınavdan (KPSS) komisyonca belirlenen aşağıdaki taban puanı alıp başkanlığımıza müracaat eden adaylar arasından, en yüksek puandan başlamak üzere ilan edilen kadro sayısının 3 katı aday belirlenerek sözlü sınava çağırılacaktır.
SınıfıKadro UnvanıDerecesiAdediTaban PuanKPSS Puan TürüEğitim Durumu
GİHİtfaiye Eri11.26060KPSSP94Lise, Meslek Lisesi veya Dengi Okul Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.4060KPSSP93Önlisans düzeyinde eğitim veren Meslek Yüksek Okullarının İtfaiyecilik ve Yangın Güvenliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.1060KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin İnşaat Mühendisliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.1060KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Elektrik, Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.1060KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.860KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Harita Mühendisliği / Jeodezi ve Fotoğrametri Mühendisliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.560KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Makine Mühendisliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.560KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Kimya Mühendisliği Bölümü Mezunu Olmak,
GİHİtfaiye Eri9.260KPSSP3Lisans düzeyinde eğitim veren Fakültelerin Mimarlık Bölümü Mezunu Olmak
Toplam: 350 Adet İtfaiye Eri


ARANAN ŞARTLAR

1-Genel Şartlar

1- Türk Vatandaşı olmak,
2- Kamu haklarından mahrum bulunmamak,
3- Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini saklama veya kaçakçılık suçlarından mahkum olmamak.
4- Erkek / Kadın olmak,
5- Erkek adaylar için askerlikle ilişiği olmadığına dair beyan,

6- Eğitim durumu itibariyle;
a) Lise, Meslek Lisesi veya dengi okul mezunu olmak,
b) Önlisans düzeyinde eğitim veren meslek yüksekokullarının İtfaiyecilik ve Yangın Güvenliği Bölümü mezunu olmak, (Öğrenimlerini yurtdışında tamamlayan adayların diplomalarının YÖK tarafından onaylanmış olması gerekmektedir.)
c) Lisans düzeyinde eğitim veren fakültelerin İnşaat, Elektrik, Elektrik-Elektronik, Şehir ve Bölge Planlama, Harita / Jeodezi ve Fotoğrametri, Makine, Kimya Mühendisliği ve Mimarlık Bölümlerinden mezun olmak, (Öğrenimlerini yurtdışında tamamlayan adayların diplomalarının YÖK tarafından onaylanmış olması gerekmektedir.)
7- Sağlık açısından kapalı mekân, dar alan ve yükseklik gibi fobisi olmamak kaydıyla İtfaiye teşkilatının çalışma şartlarına uygun olmak,
8- Tartılma ve ölçülme aç karnına, soyunuk ve çıplak ayakla olmak kaydıyla erkeklerde en az 1.67 m, kadınlarda en az 1.60 m boyunda olmak ve boyun 1 m. den fazla olan kısmı ile kilosu arasında (+,-) 10 kg dan fazla fark olmamak,
9- Sınavın yapılacağı 28/02/2011 tarihi itibariyle 30 yaşını doldurmamış olmak, (28/02/1981 tarih veya daha sonraki tarihlerde doğmuş olanlar başvurabilecektir.)
10- 18 yaşını tamamlamış olmak,
11- Lise, Meslek Lisesi veya dengi okul mezunu adaylar için (E) sınıfı sürücü belgesi sahibi olmak,
12- İtfaiyecilik ve Yangın Güvenliği Meslek Yüksek Okulu mezunu adaylar için (B) sınıfı sürücü belgesi sahibi olmak,
13- Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından yapılan 2010 yılı Kamu Personeli Seçme Sınavına (KPSS) girmiş ve yukarıda belirtilen puan türleri itibariyle 100 tam puan üzerinden en az 60 puan almış olmak,
14- Herhangi bir kamu kurum ve kuruluşunda 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memur olarak çalışmış veya çalışıyor olmamak,
15- Görevini devamlı yapmasına engel olacak bir engeli bulunmamak,


SÖZLÜ MÜLAKAT KONULARI

-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası,
-Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi,
-657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu,
-Mahalli İdareler ile ilgili temel mevzuat,
-Mesleki bilgi ve becerilerine yönelik sorular ve uygulamalar,
-Genel kültür.







SINAV ŞEKLİ VE DEĞERLENDİRME


1-İtfaiye Eri giriş sınavı, dayanıklılık testi ve sözlü mülakat olarak iki aşamada yapılacaktır.
2-Sözlü sınavda değerlendirme, 100 tam puan üzerinden yapılır. Değerlendirme sonucunda, belirtilen puanın altına düşmemek kaydıyla en yüksek puandan başlamak üzere atama yapılacak kadro sayısı kadar asil ve kadro sayısının yarısı kadar (yarımlar tama iblağ olunur) yedek aday sınavı kazanmış sayılır.
3-Kurum sınavı başarı puanı, dayanıklılık testi ve sözlü sınav sonucu esas alınarak belirlenir.
4-Memuriyete girişe esas teşkil edecek sözlü sınav sonucunda başarılı olabilmek için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan almak gerekir.
5-Sınav sonuçları, başarı sırasına göre kurumun internet sitesinde ilan edilir ve kazananlara yazılı olarak bildirilir.
6-Ataması yapılanlardan göreve başlamayanların yerine yedek adaylar arasından başarı sırasına göre atama yapılır.



BAŞVURU YERİ VE ŞEKLİ

Başvurular 09/02/2011 günü saat 08.30 da başlayıp 10/02/2011 günü saat 16.30 da sona erecektir. Adaylar başvurularını, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Zeytinburnu Sosyal Tesisleri Kazlıçeşme Mahallesi Abay Caddesi No:199 (Zeytinburnu Tren İstasyonu Karşısı) Zeytinburnu/ İSTANBUL adresine şahsen yapacak olup posta ve e-mail yolu ile yapılan müracaatlar kabul edilmeyecektir. Başvurusunu yapan adaylar kendileri için düzenlenen Sınav Giriş Kartlarını 24/02/2011 mesai günü aynı yerden teslim alacaklardır. Eksik bilgi ve belgelerle ya da nitelikleri uygun olmadığı sonradan tespit edilen başvurular idaremizce değerlendirilmeye alınmayacak ve ilgililer hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Makamına suç duyurusunda bulunulacaktır.


BAŞVURU İÇİN GEREKLİ BELGELER

1- T.C. Vatandaşlık Nolu Nüfus cüzdan fotokopisi,
2- Öğrenim durumunu gösterir belgenin fotokopisi,
3- Son üç ay içinde çekilmiş 1 adet vesikalık fotoğraf,
4- KPSS sınav sonuç belgesinin fotokopisi, (Belgenin aslı başvuru esnasında adayın yanında bulunacaktır.)
5- Sürücü belgesinin fotokopisi, (Belgenin aslı başvuru esnasında adayın yanında bulunacaktır.)



SINAV YERİ VE SAATİ

Sözlü mülakat sınavı, İtfaiye Grup Amirliği Yıldız Parkı içi Beşiktaş / İSTANBUL adresinde 28/02/2011 günü saat 08.30 da başlayıp 11/03/2011 günü saat 16.30 da sona erecektir. (Adayların sınava gelirken spor ayakkabısı, eşofman, sınav giriş kartı ve Nüfus Cüzdanını yanlarında bulundurmaları gerekmektedir.)

4 Şubat 2011 Cuma

İSLAM TARİHİ ... KIBLE'NİN MESCİD-İ HARAM'A ÇEVRİLMESİ

KIBLE'NİN MESCİD-İ HARAM'A ÇEVRİLMESİ
     Resûl-i Kibriyâ Efendimiz ile Müslümanlar, Medine'de namazlarını Allah'ın emriyle Peygamberler makamı olan Kudüs'e, yâni Beytü'l-Makdise doğru kılarlardı. Fakat, Peygamber Efendimiz öteden beri tevhid akîdesinin müstesna bir âbidesi olan yeryüzünün ilk mâbedi ve ceddi Hz. İbrâhim'in kıblesi olan Kâbe'ye doğru yönelerek namaz kılmayı kalben arzu ve temenni ediyordu. Müslümanlar da, hassaten Muhacirler kalblerinde aynı arzuyu taşıyorlardı. Çünkü, beş vakit namazlarında Kâbe'ye yönelmek vatanları Mekke'yi de yâdetmeye bir vesile olacaktı.
     Yahudilerin de, "Muhammed ve Ashabı, biz gösterinceye kadar kıblelerinin neresi olduğunu bile bilmiyorlardı" diyerek sinsice dedikoduda bulunmaları onları rahatsız ettiğinden bu arzuları daha da kuvvetleniyordu. Bu sebeple, Resûl-i Ekrem Efendimiz, tahvil-i kıble için vahyin gelmesini bekliyor, Cebrâil'i (a.s.) gözetliyor ve Kâbe'yi temenni ederek duâ ediyordu.
     Nitekim, bir gün Cebrâil'e (a.s.) bu arzusunu izhar ederek, "Rabbimin, yüzümü Yahudîlerin kıblesinden Kâbe'ye çevirmesini arzu ediyorum" diyerek izhar etti.
Cebrâil (a.s.), "Ben, bir kulum! Sen, Rabbine niyâzda bulun. Bunu Ondan iste!" (456) dedi.
     Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz de, Beytü'l-Makdis'e müteveccihen namaza duracakları zaman başını semâya doğru kaldırmaya başladı.
     Nihayet Medine'ye hicretin 17. ayında kıblenin Mescid-i Haram'a doğru çevrildiğini bildiren âyet-i kerime nâzil oldu.
     "Yüzünün sık sık semâya çevrildiğini, muhakkak ki Biz görüyoruz. Seni hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. Artık yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa çevirin..." (457)     Bu vahiy geldiği sırada Resûlullah Efendimiz, Müslümanlara mescidde öğle namazı kıldırıyordu. Namazın ilk iki rekâtı kılınmış, sıra son iki rekâta gelmişti. Peygamber Efendimiz, ağır ağır yönünü değiştirdi ve mübârek yüzünü Kâbe'ye doğru çevirdi. Müslümanlar da Efendimizle birlikte o tarafa döndüler. (458)
     İki Kıbleli Mescid
     Diğer bir rivâyete göre, Resûl-i Kibriyâ Efendimiz, Receb ayının bir Pazartesi günü Benî Seleme semtinde oturan Bişr bin Berâ'nın annesi Ümmü Bişr'i ziyârete gitmişlerdi. Kendisine yemek yapıldı, yediler. Bu sırada öğle namazı vakti girdi. Peygamberimiz, oradaki mescidde Müslümanlarla birlikte iki rekât kıldıktan sonra namaz içinde Kâbe tarafına dönmesi emrolundu. Derhal cemâatla birlikte yüzlerini Mescid-i Haram tarafına çevirdiler. Bu sebeple Benî Seleme Mescidine "Mescid-i Kıbleteyn (İki Kıbleli Mescid)" adı verildi. (459)
     Peygamberimizin emri üzerine, bütün Müslümanlara kıblenin Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram tarafına çevrildiği duyuruldu.
     Kıblenin Kâbe olarak tesbit edilmesi bir kısım Müslümanların telâşına sebep oldu. Çünkü, kıble değiştirilmeden önce Beytü'l-Makdise doğru namaz kılarak vefât etmiş veya şehid edilmiş Müslümanlar vardı. Bunun için huzur-u risâlete gelerek, "Yâ Resûlallah! Daha önce ölen Müslüman kardeşlerimizin durumu ne olacak? Onlar Beytü'l-Makdise doğru namazlarını edâ etmişlerdi" diyerek endişelerini izhar ettiler. Cenâb-ı Hak Müslümanların bu endişelerini de inzâl buyurduğu âyet-i kerime ile giderdi: "... Senin yöneldiğin Kâbe'yi, Peygambere uyanlarla gerisin geri dönenleri ayırd etmek için kıble yaptık. Kıblenin bu şekilde değişmesi ise, Allah'ın hidâyet nasip ettiği kimselerden başkasına pek ağır gelir. Yoksa Allah, kıbleyi değiştirmekle îmânınızı zaafa uğratacak ve evvelki kıbleye yönelerek kıldığınız namazları zâyi edecek değildir. Şüphesiz ki Allah insanlara pek şefkatli, pek merhametlidir." (460)     Resûl-i Ekrem Efendimiz, Medine'ye teşrif edip Beytü'l-Makdis'e doğru namaz kılmaya başlayınca Arap müşriklerinin gücüne gitmişti. Bilâhere kıble Kâbe'ye tahvil buyurulunca bu sefer Yahudîlerin gücüne gitti ve tekrar dedikodu yapmaya, fitne fesad çıkarmaya koyuldular.
     Hatta âlimlerinden birkaçı Resûlullaha gelerek, "Yâ Muhammed! Üzerinde bulunduğun kıblenden seni döndüren nedir? İbrahim'in milleti ve dininde bulunduğunu söyleyen sen değil misin?" dediler.
     Sonra da şu sinsî teklifte bulundular: "Eğer şimdiye kadar üzerinde bulunduğun kıblene tekrar dönersen sana tabi olur, seni tasdik ederiz!" Şu âyetler bu hâdiseyi anlatmaktadır:
     "İnsanlar içinde bir kısım beyinsizler takımı, "Bunları bulundukları kıbleden çeviren nedir?" diyecekler. De ki: "Doğu da, batı da Allah'ındır. O, kimi dilerse onu hidayete erdirir."
     Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun. Daha önce içinde durduğun Kâ'be'yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber'in izinde gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım. Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.
     Doğrusu, biz, yüzünün semaya yöneldiğini, orada şekilden şekile geçerek, aranıp durduğunu görüyorduk. Artık seni hoşnud olacağın bir kıbleye çevireceğiz. Haydi bakalım, yüzünü Mescidi Haram'a doğru çevir. Siz de ey müminler, nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa doğru çevirin! Kendilerine kitap verilmiş olanlar da kesinlikle bilirler ki, Rabblerinden gelen o emir haktır. Ve Allah, onların yaptıklarından ve yapmakta olduklarından gafil değildir.
     Celâlim için, sen o kitap verilmiş olanlara, bütün delilleri de getirsen, yine de senin kıblene tabi olmazlar, sen de onların kıblesine tabi olmazsın. Zaten onlar da birbirlerinin kıblesine tabi değiller. Celâlim hakkı için, sana gelen bunca ilmin arkasından sen tutar da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, o zaman hiç şüphesiz, sen de zâlimlerden olursun. (461)

     Kubâ Mescidi Kıblesi
     Kıble, Mescid-i Haram tarafına çevrildikten sonra, Resûl-i Ekrem Efendimiz Kubâ'ya gitti ve İslâm tarihinde inşa edilen ilk mescid olan Kubâ Mescidinin Beytü'l-Makdis tarafına olan kıblesini de Kâbe'ye doğru çevirtti.

456. A.g.e., 1/241; Taberî, 2/265
457. Bakara Sûresi, 144
458. Tabakât, 1/241-242
459. A.g.e., 1/241-242; Belâzuri, 1/246
460. Bakara Sûresi, 143
461. Bakara Sûresi, 142-143, 145
Kainat' ın Efendisi (ASM)
Salih Suruç

2 Şubat 2011 Çarşamba

Hama katliamı, yahut ikinci Kerbela

Hama katliamı, yahut ikinci Kerbela

     Suriye’nin buğday deposu olan Golan yaylasının merkezi Kuneytra şehridir. İlk savaşta (1967) tüm Golan tepeleriyle birlikte İsrail’in eline geçmişti. 1973’te ise İsrail tarafından doğal güvenlik hattının belirlenmesi nedeniyle Suriye’ye geri verildi. İsrail geri çekilirken Kuneytra’yı da yakıp yıkmıştı. Bir enkaz bırakmıştı Suriye’ye. Şimdi Suriye’de iki enkaz kent vardı, biri Kuneytra diğeri Hama. Bir fark vardı aralarında. Hama Suriye topçusunun ateşiyle yakılıp yıkılmıştı. Kuneytra’yı ise Yahudiler...
Suriye yetkilileri kontrol bariyerleri kurarak, uzun yıllar Hama’yı yabancı ve yerli gazetecilerin görmesini istemez, engel olurlardı. Hama’da bir insanlık suçu dünyanın gözlerinden gizlenmek istenirdi. Kuneytra’yı ise İsrail saldırganlığının bir anıtı gibi muhafaza eder ve özellikle basına açarlar, görülmesini teşvik ederler.
     Katliamdan üç hafta sonra Türk gazetecilerinden Cengiz Çandar olay mahaline ulaşmıştı. 21 Mart 1982 günü sütununda neşredilen izlenimlerinden kısa bir bölüm sunuyoruz.
     “... Şehrin merkezinde 8- 10 katlı binalar enkaz yığınları halindeydi. Yanmış çatılar, çökmüş damlar, beton yığınları halinde sarkan balkonlar.
     Bombardımanla yıkılmış camiler ve minareler...  Yerlerde yatan elektrik direkleri, yıkılmış palmiye ağaçları... Patlamış su borularının çamur deryası ve bataklık haline getirdiği sokaklar...”
     Dünya Tarihi içinde Hama olayları, sıradan, bir kaç cümleyle geçilecek felaketlerden değildir. 2 Şubat 1982’den 28 Şubat sabahına kadar tam 26 gün  çok kanlı bir sıcak savaş halinde sürdü. Bu savaş halk ile gayri milli ordunun kıyasıya iki düşman kuvvet halinde muharebesidir.
     Bazı Batılı gazeteciler katliam sonrası Hama şehrini “İkinci Dünya Savaşı sonrasında enkaz yığını haline gelen Varşova’ya” benzetirler.
     O zaman 300 bin nüfuslu HAMA; Baas rejiminin onbir yıl boyunca en inatçı muhalifi olmuştu. Bu kenti aydınlatan; dergahı ve külliyesiyle yüzlerce yıldan beri Evladı Resulden Abdulkadir Geylanilerin sabır ve gayret dolu çalışmaları, irşatlarıdır. Taammüden soykırıma uğrayanlar da yine Geylaniler oldu.
Bazı sosyologlara göre Hama katliamı İslâm tarihi içinde İkinci Kerbela olayıdır.
     Hama cinayeti; Suriye içinde rejimin koruduğu statükoya baş kaldıracak bütün diğer kentlere bir ders vermek ister. Hatta dünyadaki tüm İslâm ülkelerinde yeşerecek İslâmi uyanışlara, evrensel ve çağlarüstü İslâmi hareketin boğulacağına emsal göstererek ders vermek ister.hama-katliami
     Diğer bir görüş; Baas rejimi; Amerikaya ve İsrail’e uşaklığının ve güvenirliğinin mesajını veriyor...
Hafız Esad’la birlikte bir kişi daha vardı ki, katliamdan sonra dünya basınında uzun süre manşetlerden inmedi. Bu suç ortağı Başkanın celladı ve kardeşi Rifat Esad idi...
     “... Hama’daki toplu katliam emrini Esad verdi. Kardeşi Rifad Esad da infaz etti. Hama soy kırımından sonra, Başkanın celladı Rifat Esad, bizzat başkan tarafından göğsüne  madalya takılarak ödüllendirildi...” (1)
Yetkilerini akıl almaz bir keyfilik ve gaddarlık içinde kullanan Hafız Esad, vefatına kadar Suriye’yi Dingo’nun Çiftliği gibi yönetti. Bu nedenledir ki ülke, genelde bir halka, bir millete değil, bir şahsa ait olarak isimlendirildi: ESAD’IN SURİYE’Sİ. Yani Ali Baba’nın Çiftliği....
     Oğulları Basil ve Beşşar henüz çocuktu. Hafız Esad’dan sonra Suriye’nin en güçlü adamı, mevcut yönetimin veliahtı olarak görülen Rifat Esad idi.. Çünkü Rifat Esad 60 bin kişilik özel yetiştirilmiş ve özel imkanlarla donatılmış, savunma tugayının komutanıydı. Daha önemlisi sınırsız yetkilerle mücehhez Muhaberat teşkilatı yani Suriye Gizli İstihbaratı da direkt olarak Başkanın kardeşi Rifat Esad’a bağlıydı.
     Babası gibi asker kökenli olan büyük oğlu Basil, Şam Havaalanı yolu üzerinde şüpheli bir trafik kazasıyla öldü.
     Beşşar İngiltere’de tıp okudu ve göz doktoru olarak Suriye’ye döndü. Siyasetten ziyade insani yönü ağırlıklıydı.
     Hama, Humus ve Halep halkı, iktidara geldiğinden beri Esad’a muhalifl olarak tavır almışlardı. Hatta Anayasa değişikliğiyle “Devlet Başkanının dini İslâmdır”ın iptal oylamasına bu üç kent katılmadı.
     Suriye’nin kaderini belirleyen 21 üyeli yönetim kadrosundan Rifat Esad 5 Ocak 1980’de bir karar çıkarttı. Bu karar Başkan Esad’ın siyasi rakiplerine hazırladığı çok acımasız bir tuzaktı. Bu “hainler, caniler ve muhalifler” için ölüm kararıydı.
     Siyasi platformda Baas Partisi’nin can düşmanı Müslüman Kardeşlerdi. Müslüman Kardeşlere sempati besleyen bu üç şehir halkı mutlaka cezalandırılmalıydı.
Hükümet yanlısı “Teşrin” Gazetesinde Rifat Esad ölü olarak ele geçirilen her muhalif için “ÖDÜL” verileceğini ilan ediyordu. İşte Hama’da ilk “Soy kırım”, bu kana susamış Haçlı mantığıyla başladı. Önce şehrin elektrik, su ve telefon bağlantısı kesildi. Piyade ve motorize birlikleri şehri sardı...
- Hama’da “asileri mi yakalayacağız, yoksa 300 bin insanın yaşadığı bu şehre karşı savaş mı vereceğiz” diye soran subaylara Rifat Esad’ın şu haşin cevabı meşhurdur:
- Başkan genel katliam emretti!
Şehir geceli- gündüzlü topa tutuldu. Bir hafta içinde 70 bin insan katledildi. Bir Hamalı görgü tanığına göre:
- Vallahi kedileri, köpekleri bile öldürdüler, kurşunladılar... Evlere giren askerler kadınların üzerindeki avadanlıkları sıyırıp aldılar. Kuyumcular çarşısını yağmaladılar.
Top mermisiyle isabet alan bir camiye giren gözü dönmüş askerler imamla karşılaştılar. İmam onlara:
- Allahtan korkun, burası ibadethanedir diyerek itiraz edip, karşı koyduğu için iyice dövdükten sonra üzerine gazyağı döküp, canlı canlı yaktılar. (2)
     Hama katliamı bir despotizmin ve kanunsuzluğun, devlet terörünün doruk olayıdır.
İnsanlık tarihinde Esad kardeşler yönetimindeki Suriye iktidarı; kendi halkına karşı savaş açan nadir örneklerden biridir.
     Ancak değişen dünya dengeleri içinde bugün Beşşar Esad’la barışçıl, dostane ve kardeşçe  ilişkilerle süren aydınlık bir dönem başlamıştır. Kesintisiz devamını dileriz.


1) Suriye Dosyası-    Ö. Faruk Abdullah s.186 -1985
2) Les Mysteres Syriens- Suriye Meçhulü    Charles Saint-Prot- PARİS- 1984

30 Ocak 2011 Pazar

Şehid Hasan El Benna (1906 - 1949)

Şehid Hasan El-Benna
(1906-1949)

     14 Ekim 1906'da Mısır'ın Buhayre iline bağlı Mahmûdiye kasabasında doğan Hasan Ahmed Abdurrahman el-Bennâ, ilk öğrenimini, geçimini saatçilikle temin ettiği için "Saatî" lakabıyla anılan babası Hanbelî âlimi Ahmed b. Abdurrahman el-Bennâ'dan almış; sekiz yaşında Mahmûdiye'deki klasik eğitim veren Medresetü'r-Reşâdi'd-diniyye'ye girmiş ve orada Kuran'ın bir kısmını ezberlemiş; ayrıca nahiv ve Arap edebiyatı okumuştur. Üzerinde derin izler bırakan medresenin yöneticisi Şeyh Muhammed Zehrân'ın buradan ayrılmasıyla modern bir tarzda eğitim veren el-Medresetü'l-İdâdiyye'ye kaydolan Hasan el-Bennâ, burada bir yandan da hıfzını tamamlamaya çalışmıştır. Mısır yönetiminin idadileri kapatması üzerine Demenhur'daki ilköğretmen okuluna geçen el-Bennâ, idadi yıllarında Cemiyyetü'l-Ahlâkı'l-Edebiyye ve Cem'iyyetü men'i'l-Muharremât gibi kuruluşlarda görev almıştır. Bu dönemde Hassâfiyye tarikatı şeyhi Abdülvehhab el-Hassâfi'ye intisap etmesi, onun mutasavvıf çevrelerle yakın bir ilişki kurmasında etkili olmuş; müteakip dönemlerde de Mahmûdiye'de Cem'iyyetü'l-Hassâfiyye el-Hayriyye ile eş-Şübbânü'l-Müslimîn'in kurulmasında önemli bir rol oynamıştır.
     İlköğretimini bitirmesinin ardından Kahire'ye giden Hasan el-Bennâ, burada "Küçük Ezher" olarak bilinen Dârülulûm'a kaydolmuştur. Kendisini derslerine ve ilmî faaliyetlerine adadığı bu yıllarda, fırsat buldukça Kahire'ye giden ve saat tamirciliğine devam eden babasına yardımda bulunmuştur. 
     İngiliz emperyalizminin Mısır'ı maddi-manevi sömürdüğü bu dönemde, Hasan el-Bennâ'nın yoğun bir faaliyet içinde olduğunu görüyoruz. Dönemin tanınmış alimleriyle temas kuran ve onları bir araya getirmeyi başaran Hasan el-Bennâ, öğrencilik yılları boyunca cami ve kahvehanelerde toplantılar düzenlemiş; gerek buralara davet ettiği alimler yoluyla, gerekse
kendi konuşmaları ile halkın bilinçlendirilmesinde etkin bir rol oynamıştır. Mezuniyeti sonrasında öğretmen olarak göreve başladığı İsmâiliye'de de, cami ve kahvehanelerde sürdürdüğü konuşmalarıyla etrafında çok sayıda insanın toplanmasını sağlamıştır. 1928 yılı Mart ayında evinde toplanan bir grup insanla İslam davası yönünde yaşama ve ölme yemini ederek, "milletin kalbinde yeni bir ruh olarak" "İhvan-ı Müslimin" (Müslüman Kardeşler) teşkilatının temellerini atmıştır. 1933 yılına kadar âlimler, tarikat şeyhleri ve muhtelif cemiyetler gibi toplumun farklı kesimlerine ulaştırılan bu davet, Kahire'deki Cem'iyyetü't Tehzîbi'l-İslâmî adlı gençlik teşkilatının da İhvan-ı Müslimîn'e katılmasıyla genişleme fırsatı bulmuştur. 1933 yılında Kahire'ye yaptığı ziyaret sırasında teşkilatın genel merkezini

     Kahire'ye taşıma kararı alan Hasan el-Bennâ, İsmâiliye'deki ailesi ile birlikte Kahire'ye yerleşmiştir. Öğretmenliğe devam ettiği bu dönemde, vaktinin çoğunu İhvan-ı Müslimîn'in faaliyetlerine adayan Bennâ, erkek ve kız çocuklarına yönelik okullar açılmasına ön ayak olmuş; İskenderiye'de bir mescid ve bir merkez açılmıştır. Teşkilat faaliyetlerini, dinî, sosyal, kültürel, ekonomik ve sportif alanlar gibi birçok farklı alana yaymış ve bu çerçevede Şebrâhit'te bir lokal ve fabrika, Mahmûdiye'de birer tekstil ve halı fabrikası ile tefsir ve hadis eğitimi yapan bir medrese kurulmuştur. Hedef olarak dengeli ve adil bir toplum modelinin inşa edilmesi seçilmiştir.
     Ancak II. Dünya Savaşı sırasında Mısır'da iktidarı elinde bulunduran hükümetlerin, İngilizler'in talepleri istikametinde İhvan-ı Müslimîn'e baskı yaptıkları dönemde, Hasan el-Bennâ ve arkadaşları da birçok defa tutuklanmıştır. 8 Ekim 1945'de yapılan genel kurul sonunda yeniden ve ömür boyu teşkilat başkanlığına seçilen Hasan el-Bennâ'nın Mısır'daki sömürgeye son vermek için İngiltere'ye savaş ilan etmesi, teşkilat üzerindeki hükümet baskılarını artırmıştır. Ancak baskılara direnç gösteren teşkilat, Filistin meselesine de el atmış ve düzenlediği büyük bir protesto gösterisi ile İngiliz desteğindeki Yahudi göçü ve devleti aleyhine belli bir kamuoyu oluşturmuştur. 6 Mayıs 1948'de teşkilatın Mısır ve Arap ülkelerine Yahudilerle savaş konusunda yaptığı cihad çağrısı ve Filistin'e gönderdiği çok sayıdaki taraftar, teşkilatın mevcut hükümet tarafından yasadışı ilan edilmesine, hatta 12 Ocak 1949'da da kapatılmasına yol açmıştır. Teşkilatın kapatılması üzerine ülkeyi terk eden çok sayıda üye, fikirlerini komşu Arap ülkelerine de taşımışlar ve Suriye ve Yemen'de buna benzer partiler kurulurken; Filistin ve Ürdün'den de teşkilata aktif bir destek gelmiştir. Teşkilatın kapatılması üzerine, kurucusu olduğu Şübbânü'l-Müslimîn'de faaliyet göstermeye başlayan Hasan el-Bennâ, 12 Şubat 1949 günü teşkilat merkezinden evine dönüşü sırasında otomobiline açılan ateş sonunda hayatını kaybetmiştir. Hükümet her ne kadar suikastı örtbas etmek gayesiyle basın kuruluşlarına sıkı bir sansür uygulamışsa da, 1952 yılında yeniden başlatılan soruşturma ve yargılama sürecinde gizli polis teşkilatının üç mensubu suçlu bulunmuştur.
     Mısır'ın muhtelif eğitim kurumlarında edindiği birikimi, fikrî ve manevi bir buhran döneminden geçen Mısır toplumunun yaşadığı yozlaşmanın ıslahına adayan Hasan el-Bennâ, Mısır'ın yaşadığı bu buhran ve düşüşün sebebini İslam'a olan bağlılığın gevşemesine ve gördükleri Batılı eğitim sonucu kendi din, tarih
ve medeniyetlerine yabancılaşan Mısır yöneticilerinin halkı kimlik buhranına sürükleyen sorumsuz yönetimlerine bağlamış ve ülkenin tek kurtuluş çaresinin İslam'ın temel değerlerine dönüş olacağını savunmuştur. İslam'ın hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsayıcı bir dünya görüşü olduğunu dile getiren Bennâ, İslam'ın ana öğretisini üç ana tez etrafında toplamıştır. Bunlardan ilki, İslam'ın bağlayıcı yanının Kuran ve sahih hadisler olduğunun vurgulanması ve İslam'a sonradan girmiş olan yanlış yorum ve bidatlara karşı Müslümanların bilinçlendirilmesi gerektiğidir. İkinci ilke, bu saflaştırılma fikrinin İslam'ın modern hayatın ihtiyaçlarına cevap verebileceği fikriyle birleştirilmesi, üçüncü ilke ise, bu prensiplerden yola çıkılarak İslâmî esasları hayata geçirecek şekilde belli bir dayanışma ruhu içinde teşkilatlanılmasıdır. Hasan el-Bennâ bu çerçevede halk arasında yaygın olan cincilik, büyücülük ve falcılık gibi hurafelerin yanı sıra, muhtelif tasavvuf ve tarikat hareketlerini de sorgulamıştır.
     Müslümanların hayatını yoğun bir şekilde kuşattığını söylediği hurafelerle etkili bir şekilde mücadele edilmesi gerektiğini savunan Hasan el-Bennâ, fikir
 hürriyetini tanıyan ve ilmî araştırmaları teşvik eden İslam dininin akıl ile gaybı, ilim ile metafiziği birleştiren bir din olduğunu, sömürgecilikle temelleri kemirilmiş ve kaynakları kurutulmuş Müslümanların muhtaç olduğu kalkınma hamlesinin de, ancak hayatın bütün alanlarını kuşatan İslam'la gerçekleşebileceğini ileri sürer. İslam'ın ırkçılığı reddettiğini vurgulayarak, ancak bir milletin tarihî ve kültürel kimliğine sahip çıkması anlamındaki bir milliyetçiliğin benimsenebileceğini dile getiren Hasan el-Bennâ, vatan anlayışını, coğrafî sınırların tayin ettiği, kin, düşmanlık ve ırkçılık üzerine dayalı Batı tipi bir milliyetçilik anlayışının reddedilmesi gerektiğini zikreder ve Batı'ya karşı çıkarken de Doğucu olunmaması gerektiğini, Doğuculuğun geçici bir slogan olduğunu, Müslüman doğunun uykusundan uyandığı zaman dünya liderliğini ele geçirebileceğini vurgular. Dini terk eden Batı'nın manevi yapısının çöktüğünü ve materyalist bir hayat felsefesi benimsediğini, aynı durumu sömürgesi altında olan İslam ülkelerine de empoze ettiğini dile getirmekte ve Batı'nın bunu Doğu ülkelerini iktisadî anlamda kendisine bağımlı kılarak yaptığını ileri sürmektedir.
     Girişilecek ıslahat hareketlerinde işe ferdin eğitimi ve ailenin sağlam temeller üzerine inşâ edilmesinden başlanılması gerektiğini vurgulayan Hasan el-Bennâ'nın siyasi görüşlerine gelince; o Abbasî hilâfetinin dağılışından XIX. yüzyılda Avrupalı devletlerin İslam ülkelerini kolonileştirmesine kadarki dönemde İslam milletlerinin içine düştüğü yozlaşmayı, Müslümanlar arasındaki çıkar çatışmaları, siyasi tefrika ve mezhep kavgaları, yöneticilerin ihmal ve gafleti, ilmin uygulamalı disiplinlerden uzak olarak faydasız tartışmalara yönelmesi, Avrupalıların hayat tarzının taklit edilmesi gibi muhtelif faktörlerle izaha çalışır. Nihai çözüm olarak da, hilafetin tesisi yoluyla İslam birliğinin sağlanmasını, İslami değerlerin hayata geçirileceği bir devletin kurulmasını salık verir ve İslam dünyasının her türlü yabancı hakimiyetinden ancak bu yolla kurtarılabileceğini ifade eder.
     Çok sayıdaki taraftar ve sempatizanı ile bir kitle hareketine dönüşen ve kendini siyasetin içinde bulan İhvan-ı Müslimîn hareketi, Hasan el-Bennâ'nın ölümünden sonra, bir kısmı ılımlı, bir kısmı ise daha etkin mücadele yanlısı gruplarca sürdürülmüştür. Ilımlı kanadı, el-Müslimûn adlı dergiyle Bennâ'nın damadı Saîd Ramazan, etkin kanadı ise ed-Da've dergisiyle Sâlih Aşmâvî temsil etmiştir. İhvan-ı Müslimîn'in Hasan el-Bennâ'dan sonraki en güçlü temsilcisi ise, harekete 1951 yılında katılan Seyyid Kutub olmuştur.
     Hasan el-Bennâ'nın başlıca eserleri, 1942 yılına kadarki hatıralarını ve bu hatıralar vesilesi ile dile getirdiği fikirlerini ihtiva eden Müzekkirâtü'd-Da've ve'd-dâ'iye ile, muhtelif dönemlerde kaleme aldığı sekiz risaleden oluşan ve daha ziyade İhvân-ı Müslimîn teşkilatının gaye ve metodları ile onun bu teşkilat hakkındaki tespitlerinin yer aldığı Mecmû'atü Resâili'l İmami'ş-Şehîd Hasan el-Bennâ adlı koleksiyondur. Bennâ'nın ayrıca İhvan-ı Müslimîn'in resmî yayın organları olan muhtelif gazete ve dergilerde de yazıları yayımlanmıştır.

27 Ocak 2011 Perşembe

Şehid Bahattin Yıldız

Bahattin Ağabey!
Yolun Yolumuzdur,
Yolunu Sürdüreceğiz...
     1956 Sivas doğumlu. 1975 yılında İzmir İmam Hatip lisesinden mezun oldu. 1975-1980 yılları arasında okuduğu Erzurum Atatürk Üniversitesi İşletme Fakültesini 1987 yılında Afganistan dönüşünde 2. öğrencilik döneminde bitirdi. Yazıları Mavera, Güldeste, Gurbet dergilerinde, Milli Gazete ve Yeni Devir Gazetesinde yayınlandı.
     Abdülhamit Muhaciri mahlas (müstear) ismiyle Milli Gazetede çocuk köşesini hazırladı. Aynı dönemde çıkan Selam Dergisinde de yazıları yayınlandı. İmza Dergisi ve Müslüman Genç Dergisinde çeşitli mahlaslarla birçok yazısı yayınlandı. Bazı internet sitelerinde yazarlık yapıyordu. Gönül Erleri Mail Grubu'muzun da onursal üyesiydi. Savaşan Afganistan, Cihat Günlüğü, Kar Çiçeği, Karda Ayak İzleri, Güllerin Vedası isimli kitapları yayınlandı. Henüz yayınlanmayan birçok çalışmasını ardında emanet olarak bıraktı. Üçü kız ikisi erkek beş çocuğu ve bir torunu var.
     Bahattin YILDIZ ağabey, Türkiye’de günümüz İslami Hareketinin filizlendiği 70-80’li yıllarda tarihe silinmeyecek izler bırakmış önemli isimlerden birisi. Osmanlının son döneminden başlayarak 1950’lere kadar devam eden yozlaşma sürecinin etkilerinin silinmesi için çabaların yoğunlaştığı bir zaman dilimini dolu dolu yaşayan bir yiğit.
     Henüz lise yıllarında iken MTTB ile tanışan ve bu bünyede hayırlı hizmetlere omuz veren Bahattin YILDIZ ağabey, gerek akranlarına gerekse de kendinden sonra gelen nesillere yaptığı olumlu katkılarla anılacak. İzmir İmam-Hatip Lisesinde hem İslami kimliğini inşa edip hem de sporcu kişiliğiyle öne çıktı. Lisenin güreş takımında yer aldı. Kitleleri etrafında toplayan bir özelliğe sahip olan Bahattin YILDIZ ağabey bu özelliklerinin de etkisiyle sevilen, sayılan ve etrafında toplanılan bir önder kişi olarak ortaya çıktı.
     İmam-Hatip yıllarının ardından gelen Erzurum’daki Üniversite yıllarında MTTB ve Akıncılar içerisindeki çalışmaları, Bahattin YILDIZ ağabeyin tam anlamıyla çevresine damgasını vurduğu yıllar olarak kayıtlara geçti. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi sıkıyönetim döneminde Milli Türk Talebe Birliği kapatıldığında baş harfleri MTTB olan “Mahalli Teknik Takımlar Birliği” isminde bir dernek kurarak MTTB isminin yaşatılmasını sağladı. Erzurum’da profesyonel olarak hem atletizm takımı, hem Milli Kayak Takımı içerisinde yer aldı. Özellikle Hicret’in 1400. Yılı sebebiyle 3 arkadaşıyla birlikte Erzurum’dan Kayseri’ye yaptıkları Hicret Koşusu Türkiye İslami Hareketinin önemli dönüm noktaları arasında yerini aldı. Erzurum’daki birinci öğrencilik döneminde İşletme Fakültesi Öğrenci Temsilciliği, Erzurum Atatürk Üniversitesi Yurdu Öğrenci temsilciliği, Telsizler Yurdu Öğrenci Temsilciliğini yürüttü. Akıncılar bünyesinde İzmir İl Başkanlığı ve daha sonra Akıncılar’ın 11 bölgesinden birisi olan İzmir Bölge Başkanlığı görevlerini yürüttü.
     1979 yılında Rusların Afganistan’ı işgal etmesi ve Türkiye’deki darbe ve baskı yılları Bahattin YILDIZ ağabey'in önüne yepyeni ufuklar ve farklı bir mücadele alanı açıyordu. Diğer ülkelerden gelen mücahitlerle beraber bir taraftan Afgan Cephesinde fiili cihadın içerisinde yer alırken diğer taraftan da o bölgenin tüm yerel dinamiklerinden ve değerlerinden istifade ediyordu. O, bulunduğu her ortamı bir öğrenim ve aksiyon alanı olarak görüyordu. Cihad süresince Afganistan ve yakın bölgesinin kültürel kodlarını çözümleyen ve bu bilgilerle ümmetin diğer bölgelerini aydınlatan birisi oldu. 1981 yılında Ruslara karşı girişilen en şiddetli çarpışmalarda Gazi’lik şerefine ulaştı. Defalarca ameliyat olmasını gerektiren yaralarına rağmen direncinden bir şey kaybetmedi.
     1987 yılında Türkiye’ye dönmesiyle birlikte öğrenciliğinin ikinci döneminde kaldığı yerden çalışmalarına devam eden Bahattin YILDIZ ağabeyimiz, öncelikle yarım kalan okulunu bitirdi. Yetiştirdiği talebelerini ülkenin her tarafına yaymaya başladı. O’nunla bir kez tanışan birisi hayatının bir çok önemli evresinde O’nu yanında buluyordu. Okuldan sonra iş aramasında, evlilik sürecinde eş bulmasında, akademik kariyerinde veya diğer alanlarda. O, daima ilgi alanındaki herkesin derdiyle dertlenmeye gayret eden bir pozisyonda oldu. Dur durak bilmeden 54 yıllık ömrünü adeta 100 yıllık bir ömür gibi yaşadı. Geceleri uyumak yerine yollarda geçirerek, ne zaman ihtiyaç duyulsa orada hazır olmayı kendine şiar edinen bir hayat yaşadı.
     İMH - İnsan ve Medeniyet Hareketi' mizin kuruluş sürecinde istişarelere katkılarda bulundu. Bu topraklarda yapılabilecek çalışmaların kodlarını belirlemede tavsiyeleriyle rol aldı. Özellikle Avrupa’da gönüllü olarak Hareketin ve faaliyetlerinin tanıtılması için elinden gelen tüm gayreti gösterdi. Son olarak Avusturya’da düzenlediği kamp programına gençleri de dahil ederek hareketlerin sürekliliğine vurgu yaptı.
     Gençliğin eğitimi için sürekli yayınların önemine değinen Bahattin YILDIZ ağabey, etrafındakileri kitap ve dergi yayıncılığı için teşvik ederdi. Gönül Erleri Mail Grubumuzun onursal ağabeyi Cemal Balıbey’le birlikte hayallerini kurdukları Özgün Yayıncılık, bu derdin bir neticesiydi. Etrafındaki öğrencileri çıkardıkları amatör dergilere omuz vererek, teşvik ederek ve yüreklendirerek desteklerdi.
     Zorlukları değil, zorlukların nasıl aşılacağını anlatırdı.
     Bahattin YILDIZ ağabey, nerede Allah rızası için bir çalışma yapılsa içinde yer almaya gayret etti. İHH İnsani Yardım Vakfı’nın yurt içi, yurt dışı yardım organizasyonlarında gönüllü olarak hizmet etti. Kurban organizasyonlarında Balkanlar bölgesinde defalarca görev yaptı. Keşmir depremi sonrasında bölgeye ilk ulaşanlardan birisi olarak Keşmir’li Müslümanların yardımına koştu. Daha önceki cihad döneminden bölgeyi iyi tanıması, bölge insanının karakter yapısını ve dilini bilmesi birçok yardım çalışmasının daha kolay ve verimli bir şekilde yapılmasını sağladı.
     Balkanlara yaptığı seyahatlerle birlikte özellikle Srebrenitsa Katliamına sessiz kalmamak ve unutturmamak için yapılan yürüyüşe 2009 da katıldı. Saraybosna’nın Nezük köyünden Srebrenitsa’ya yapılan 110 km’lik yürüyüşün en ön safında yer aldı. Binlerce insanla birlikte, farklı etnik yapılardaki köylerden geçerek Avrupa’da tekbir ve tehlil seslerini yankılandırdı.
     Bu mücadeleci kişiliğinin yanı sıra, bir insandı Bahattin YIldız ağabey. Adeta bir insan güzeli idi. Tulumunu giyerek yanında çalışan ustalarından bir usta olur, ekmeğini onlarla bölüşüp yer, geceleri öğrenci evlerimizin misafiri olurdu. Dünya malı, ayağının altından geçip giderken eğilip almaya tenezzül etmeyen, mütevazi bir hayat yaşadı.
     Tanıştığı herkesle iletişim kurmanın bir yolunu aradı. Gençle genç oldu, çocukla çocuk. Akademisyenlerle müzakereye oturdu. İşadamlarına nasihat etti. En ulaşılmaz, deli dolu delikanlılar, babalarının sözünü dinlemeyen gençler, Bahattin abi dediler amcaları yaşındaki adama. Ve onun nasihatini dinlediler. Gecenin bir vakti telefonla ulaştı onlara, tuttukları takım yenildiğinde damarlarına basmak için aradı. Hangi yolla bu delikanlıya bir mesaj ulaştırırım sorusuna cevap aradı yıllar boyu. Cevabını da buldu. Zaten bu cevapları yüzünden herkesin ağabeyi oldu. İzmir’den Erzurum’a, Malezya’dan Almanya’ya kadar her bölgede şimdi ondan bir iz bir eser kaldı.
Bahattin yıldız 1     Bir babaydı aynı zamanda. Beş çocuklu bir ailenin babasıydı. Bütün yoğunluğuna ve koşturmasına rağmen mesafe koymadı çocuklarıyla arasına. Onların da rahatça konuşup tartışabildiği babaları, öğretmenleri ve arkadaşları oldu.
     Ömrünü Allah yolunda ve Allah Rasulü’nün örnekliği çerçevesinde yaşamaya gayret etti. Bir ayağını İzmir gibi şartları zor bir bölgeye sabitleyip, diğer ayağıyla adeta bütün bir dünyayı dolaştı. İzmir’e her yolu düşene ev sahibi oldu. Bilal Yaldızcı  ağabeyimizin şehadeti, Bahattin YILDIZ ağabey’in eğitmenliğiyle birlikte adeta bir okul oldu. Her yıl Ödemiş’te Bilal Yaldızcı’nın şehadet yıldönümünde yaptığı programlarla onlarca öğrenciyi ve genci eğitti. Hayatı, bir şehid şuuruyla yaşamayı öğretti hepimize.
     Mütevazi hayatının yanı sıra engin kültürel birikimi ve entelektüel seviyesiyle her tanıştığı kişinin hayranlıkla baktığı birisiydi O. Ulusal ve uluslarası olaylara getirdiği tahliller, günlük olayları okuma ve değerlendirmedeki isabetli yorumlarıyla oynanan oyunların görülmesine ve yarınlara daha sıhhatli yön verilmesine katkı sağladı.
     Hayatı hep örneklikle geçti. Son noktada yine bir örneklikle tamamladı. Dünyevi kaygılar ötesinde tamamen Allah rızası için, yetimlere yönelik bir çalışma için çıktığı bir yolculukta, aramızdan ayrıldı.
     Tüm gayreti daha adaletli, daha huzurlu ve daha yaşanır bir dünya tesis etmek için oldu. Zulme karşı durmak, mazlumun yanında olmak O’nun şiarındandı. Yeryüzünde insanlığın vicdanı olmak gerektiğini söylerdi. İnsanlığın bağrına saplanan İsrail hançerini çıkarmak için yola çıkacak gemilere yetişmekti arzusu. Bu insanlık dışı ambargonun delinmesi için yola çıkacak ekipte o da yerini alacaktı. Bu sebeple çok sevdiği Afganistan’dan acele dönmeyi planlıyordu. İnsan olmanın özelliklerini bünyesinde toplayıp özellikle yetimler için çalışmayı birinci görevi kabul ederdi. Son projesinin ismi de “Yetim Projesi” oldu. Adeta hepimize ölecekseniz, bu uğurda ölün mesajını bu kadar canlı ve diri verebilirdi. Yine mazlumların işinde koştururken, bir yetimhane inşası için arsa almak üzere gittiği Afganistan’ın Kunduz Bölgesinden Kabil’e dönerken kavuştu herşeyden daha çok sevdiğine.
     Bahattin YILDIZ ağabeyimiz; bütün ömrünü, rızasını kazanmak için harcadığı Rabbi’ne doğru yola çıktı. O zaten bütün ömrünü bu yolculuğun hayaliyle yaşamıştı. Kavuşmak hayal etmekle başlar derdi. O hayal etti ve Rabbi’ne kavuştu.
Ey insan güzeli!
Mekanın Cennet olsun.
Dostların peygamberler,
şehitler, sıddıklar ve Salihler olsun.
Yolun açık olsun inşallah.
Amin.
Bahattin Ağabey,
sen hep gönüllerimizde olacaksın...

KELİMELER-KAVRAMLAR ... MUHADDİS

 K E L İ M E L E R - K A V R A M L A R 
  M U H A D D İ S 

     Hadis rivayet eden kimse; Hadis ilmiyle uğraşan ilim adamı; Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet edilen her şeyin senetlerini; Peygamberimizden sonra bu bilginin kendisine nasıl ulaştığını, senedindeki ravilerin güvenilir olup olmadıklarını bilen kimse. Tahdis (rivayet etmek)ten ism-i fail olan muhaddis, ravi ile eşanlamlıdır. Ancak usul-u hadiste Muhaddis "ravi" kelimesine oranla daha özel bir anlam taşır. Buna göre her muhaddis ravidir fakat her ravi muhaddis değildir.
     Muhaddisi raviden ayıran fark, onun, rivayet ve dirayet yönünden mahir, sahih olan hadisi sakiminden ayırdedebilecek bir melekeye sahip, hadise müteallik bütün ilimleri ve hadisçilerin ıstılahlarına vakıf hadis ravilerinden mü'telif ve muhtelif, müttefik ve müfterik olanları ve hadislerdeki garib lafızları iyi bilen bir kimse olmasıdır. Bu bilgilere sahip olan bir hadisci muhaddis ismine lâyık olur.
     Muhaddis lâfzının, hadis ilminde hangi dereceye ulaşmış olana alem olacağı konusunda değişik görüşler vardır. Çünkü hadisle uğraşanlara, durumlarına göre çeşitli isimler verilmiştir. Cemalüddin el-Kasımi bu konuda şunları nakleder: "Kitablarda hadisle meşgul olan kimselere, "müsnid", "muhaddis" ve "hâfız" lâkablarının verildiği görülür. Hadisçilerin ıstılahlarına vâkıp olmayan kimseler, onların birbirine müradif olduklarını, mutlak olarak bunları herkese söylemenin caiz olacağını zannederler. Halbuki gerçek böyle değildir. Çünkü "müsnid", ister hadise ait bilgileri bilsin veya bilmesin, ister bilgisi sadece hadis rivayet etmekten ibaret olsun, isnâdı ile hadisi rivayet eden kimseye denir. "Muhaddis" ise müsnidden daha yüksek derecededir. Muhaddisin senedleri, illetleri, nicâlin isimlerini bilmesi, çok metin ezberlemesi, Kütüb-ü Sitteyi, Müsnedleri, Mu'cemleri ve hadise ait cüzleri dinlemesi şarttır. Selefe göre "hafız", "muhaddis"le (eşanlamlı)dır.
     Ayrıca muhaddis, ri'vayet ve dirâyet yönlerinden hadisle uğraşan, hadisin ravilerini ve bunlar arasındaki farkı bilen, kendi asrındaki ravilerin ve rivayet edilen şeylerin çoğundan haberden olan, bu konularda payının bulunduğu bilinen, hadisi iyi bilmesiyle meşhur olarak temayüz eden kimsedir. Eğer bu konuda, her tabakadan bildikleri bilmediklerinden daha fazla olacak şekilde, tabaka tabaka şeyhlerini bilecek kadar geniş bilgiye sahip olursa buna "hafız" denir. Mütekaddi'mun'dan bazıları: "Biz, yirmi bin hadisi imlâ suretiyle yazmamış olan kimseyi hadisçi saymazdık" şeklinde aktarılan sözleri kendi dönemlerindeki muhaddis tarifini yansıtmaktadır.
     İmam Ebû Şâme de şöyle der: "Hadis ilimleri üç kısımdır:
     Birincisi ve en şereflisi; hadis metinlerini ezberlemek, garib lâfızlarını, fıkıha ait hükümlerini bilmektir.
     İkincisi; senedlerini ezberlemek, ricâlini tanımak, sahihini sakiminden ayırt etmektir.
     Üçüncüsü; hadisleri toplamak, yazmak, rivayet yollarını ve senedlerini bir araya getirmek ve bu konularda derinleşmeye çalışmaktır."
     Hâfız İbni Hacer ise şöyle der: "Bu üç esası kendisinde toplayan kimse fakih ve kâmil bir muhaddistir. Bunlardan sadece ikisini bilen kimsenin derecesi daha aşağıdır." Tedribü'r-Ravi isimli eserde de bu şekilde ifade edilmiştir (Cemalüd-Din el-Kosımî, Kovaidü't-Tahdis, s. 76-77-1961 (1380).
     Ulemanın "muhaddis" tarifinde değişiklikler olmasına rağmen hepsinde de muhaddise verilen derece yüksektir. Bunlara göre muhaddis, senedleri ezberlemekle beraber, senedlerdeki ricâlin ne dereceye kadar adaletli veya mecrûh (kusurlu) olduklarını da bilen kimsedir. Muhaddisler arasında yüksek rütbeye sahip olana "hâfız", en yüksek dereceye sahip olana "huccet", en üstün mertebeye ulaşana da "Hâkim" denir.
     Meşhur görüşe göre, kendisine "Şeyh" ve "imam" da denilen muhaddis, hadis ilminde üstad-ı kâmil mertebesini bulan zattır. Muhaddis, yüz bin hadisi metinleriyle senedleriyle ezberlemiş olur ve senedlerdeki ricâli tercemeleriyle, cerh ve tadil noktasından halleriyle tanırsa "Hâfız" adını alır. "Hüccet" üçyüz bin hadisi böylece bilen muhaddisin ünvanıdır. "Hâkim" ise bütün sünneti kuşatmış olan İmama denir.
     İmam Cezerî'nin tarîfine bakılırsa "Muhaddis" ünvanı genel olup şartları içerisinde rivayet etmek üzere erbabından, yine şartları içerisinde hadis alıp (ahz), taşıyan (tahammül) her zata verilebilir.
     Zeynü'd-Din Irakî de; hadisleri kendi eliyle yazmış, erbabından dinlemiş, taliblere dinletmiş, hadis toplamak için diyar diyar dolaşmış, bine yakın Müsned, İlel ve Tarih kitablarının asıllarını elde etmiş, asıldan istinsah (kopya) edilmiş (feri) kitaplar üzerine talik (not)lar yazmış kimseye "muhaddis" denilebileceğini, söyler (Tecrid-i Sarih Tercümesi, I, 8-9).
Şamil İslam Ansiklopedisi
İsmail KAYA

26 Ocak 2011 Çarşamba

Dışişleri Bakanlığına Sözleşmeli 28 Mütercim Alınacak...

DIŞİŞLERİ BAKANLIĞINA
SÖZLEŞMELİ MÜTERCİM ALINACAKTIR

     Dışişleri Bakanlığı merkez teşkilatında, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 4/B maddesi ve 06 06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulan, "Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslar" çerçevesinde, büro hizmetlerinde çalıştırılmak üzere, İngilizce, Almanca, Fransızca, Arapça ve Farsça dillerinde "mütercim" unvanlı toplam 28 sözleşmeli personel alınacaktır.

A) Adaylarda Aranan Genel Şartlar:
1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48. maddesinde belirtilen genel şartları haiz olmak;
2) Son başvuru tarihinde 31 yaşından gün almamış (22 Şubat 1981 tarihinden sonra doğmuş olanlar) olmak;
3) Erkek adaylar için, askerlik hizmetini yapmış veya tecilli olmak;
4) Dışişleri Bakanlığı personeli olmaya engel hali bulunmamak (Bu konuda Dışişleri Bakanlığının takdiri esastır);
5) Üniversitelerin en az 4 (dört) yıllık eğitim veren, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Farsça Dili Eğitimi/Edebiyatı/Müter-cim-Tercümanlık veya çeviribilim bölümlerinden veya Eğitim Fakültelerinin İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça ve Farsça Bölümleri ile bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurt içi ve yurtdışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olmak
6) 30 Haziran-1 Temmuz 2009 ve 10 Temmuz-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılmış olan Kamu Personeli Seçme Sınavlarından birinden (2009-KPSS ve 2010-KPSS) en az "70" KPSSP3(B) puanına sahip olmak;
7) Son başvuru tarihinden 5 yıl öncesine kadar, başvuru yapılan yabancı dilde en az (B) düzeyinde KPDS puanına sahip olmak veya ingilizce'den başvuran adaylar için "Test of English as a Foreign Language" (TOEFL) sınavından en az 213 (veya geçerlilik süresi dolmamış eski dengi 550 puan) puan veya "International English Language Testing System" (IELTS) sınavından en az 7,5 puan düzeyinde yabancı dil bildiğini belgelemek.

B) Başvuru:
Adayların, Dışişleri Bakanlığı Personel Dairesi Başkanlığı İç Hizmetler Şubesinden (Oda No: 423) ya da internet aracılığıyla http://www.mfa.gov.tr/  adresinden temin edecekleri İş Talep Formu'nu doldurarak, 2 adet vesikalık fotoğraf, nüfus cüzdanı fo-* tokopisi, Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSSP3-B) sonuç belgesinin fotokopisi, öğrenim belgesinin fotokopisi, erkek adaylar için askerlik terhis/tecil belgesinin fotokopisi, yabancı dil sınavı sonuç belgesi fotokopisini en geç 22 Şubat 2011 günü mesai saati sonuna kadar Bakanlığımızda olacak şekilde posta ile veya bizzat başvurarak teslim etmeleri gerekmektedir. Başvuru evrakındaki yanlışlık ve noksanlıklar ile eksik belgelerden başvuru sahibi sorumlu olup süresi içerisinde tamamlanmadığı  takdirde başvuru geçerli kabul edilmeyecektir. Yukarıdaki belgelerin asıllarının sınav günü ibraz edilmesi gerekmektedir.
     Başvuruların tamamlanmasını müteakip, 29/03/2009 tarihli ve 27184 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren "Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda Değişiklik Yapılmasına Dair Esaslar"ın Sınav Şartı başlıklı 4. maddesinin (b) bendi uyarınca, KPSSP3(B) puanı en yüksek adaydan başlamak üzere, ilk 84 aday arasından yapılarak mülakat sonucunda başarılı bulunan 28 adayın güvenlik soruşturmalarının olumlu olması kaydıyla sözleşmeli "mütercim" pozisyonlarına atamaları yapılabilecektir.
     KPSSP3(B) puanı eşit olan adayların sıralamasında, KPDS puanı gözönüne alınacaktır.
     Güvenlik soruşturması olumsuz neticelenen ve/veya başvuru belgelerinde eksik ya da gerçeğe aykırı beyanı olduğu tespit edilen adayın ataması yapılmaz, yapılmış olsa da iptal edilir.
Atamaları yapılamayan veya iptal edilen adayların yerine, puan sıralamasına göre diğer adayların yerleştirmesi yapılabilecektir.

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...