11 Mayıs 2011 Çarşamba

İŞ İLANLARI - İZMİR

İZMİR ve BÖLGESİNDEN İŞ İLANLARI
~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~ ~
Kemalpaşa'da büyükbaş besi çiftliğimizde
ailesiyle birlikte çalışacak eleman aranıyor.
İletişim Tlf: 0537 446 48 01
Karşıyaka ve Bornova bölgesinde oturan mobilyacılar
Maaş + SGK + Yemek
İletişim Tlf: 0532 201 10 16
Fatih Medreseleri'nin
Denizli, Antalya, Muğla, Burdur ve Isparta şubelerinde vazife yapmak üzere
Hafızlık ve Kur'an-ı Kerim eğitimi verebilecek
Hoca arkadaşlara büyük fırsat
İletişim Tlf: 0532 582 52 41
Muğla'da çalışacak oto elektrik klima usta ve kalfalar
İletişim Tlf: 0532 266 77 19
Netsisde deneyimli bay muhasebe elemanı
İletişim Tlf: 0232 228 03 13
SETRMS Bayan Giyim Mağazamıza satış elemanları ve
Tecrübeli Önmuhasebe Personelleri alınacaktır (20-35 yaş)
Fevzipaşa Blv.No:49/C Çankaya
ilgilenenler CV. göndersinler: izmir@setrms.com.tr
İletişim Tlf:  0506 835 66 35
MTK'daki şirketimize
yemek, temizlik işlerinde çalışacak bayan
İletişim Tlf: 0.232.431 09 69
Pınarbaşı'nda Plastik ambalaj üretiminde
vardiyalı çalışacak meslek lisesi mezunu
bay eleman alınacaktır.
İletişim Tlf: 0232 478 62 59
Tercihen Gaziemirde oturan çocuk bakıcısı aranıyor
İletişim Tlf: 0530 976 60 54

Kaman'da çalışacak Ziraat Mühendisi aranıyor.
İletişim Tlf: 0536 737 32 08
Karabağlar Döşemelik kumaş mağazasında
temizlik ve çay servisinde çalışacak bayan eleman
İletişim Tlf: 0232 253 86 87
Buca'da anaokulumuza temizlik işleri ve aşçılık için
bayan personel aranıyor
İletişim Tlf: 0506 908 97 60

9 Mayıs 2011 Pazartesi

İSLAM TARİHİ ... BEDİR MUHAREBESİ (1)

  İ S L A M   T A R İ H İ 
BEDİR MUHAREBESİ (1)

Hicret’in 2. senesi 17 Ramazan / Milâdî 13 Mart 624 Cuma
     Ku­reyş’in Ticaret Kervanı
     Hicret’in 2. senesinde Ku­reyş müşrikleri, bir ticaret ker­vanı hazırlamışlardı. Şam pazarına gönderilen kervana, Mekke’den kadın erkek hemen hemen her­kes hisselerine göre ortak idiler. Bin deveden meydana gelen ve serma­yesi elli bin dinar olan bu büyük ticaret kervanının satılan malları karşılığında harbe hazırlık için silah alınacaktı. Ker­vanın yola çıkarılmasındaki asıl maksat buy­du. Ku­reyş­li­ler ayrıca kervanla birlikte Ebû Süfyan başkanlığında otuz, kırk ki­şi kadar muhâfız da göndermişlerdi. [1]

     Pey­gam­be­ri­mizin Durumu Haber AlmasıResûl-i Ekrem Efendimiz, bu durumu haber aldı. Ebû Süfyan başkanlığın­daki bu büyük ticaret kervanının Mekke’ye dönmesine mani olmaya karar verdi. Teşkil ettiği 300 kişiyi aşkın (305-315) sahabeyle yola çıkmaya hazırlandı.

     Sa’d ve Babası
     Sahabeler, Bedir Seferi’ne katılmayı şiddetle arzu ediyorlardı. Hatta bu hu­susta kur’a çekenler bile vardı. Ensardan Sa’d, babası Hayseme’ye, “Eğer bu seferin mükâfatı cennetten başka bir şey olsaydı, senden geri kalırdım! Ben, bu seferde bana şehitlik nasip olmasını umuyorum” diyerek sefere katılma arzu­sunu izhar etmişti. Babası ise ona, “Sen, rahatsız olan hanımının yanında kal da ben gideyim” diye cevap vermişti. Ama Sa’d bunu kabul etmemiş ve arala­rında kur’a çekilmesine karar vermişlerdi. Çekilen kur’a Sa’d’a çıkmış ve sefere o iştirak etmişti. Bedir’de şehit düşerek bu yüksek arzusuna da nâil oldu. [2]

     Ümmü Varaka
     Sefere çıkmak için yalnız erkeklerde değil, kadınlarda da büyük bir istek ve arzu vardı. Sefer hazırlıkları yapılırken Ümmü Varaka bint-i Abdullah, Re­sû­lul­lah’ın huzuruna vararak, “Yâ Re­sû­lal­lah! Bana müsaade et de sizinle birlikte ben de çıkayım. Yaralarınızı tedavi eder, hastalananlarınıza bakarım. Olur ki Allah, bana şehitlik nasip eder” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu fedakâr ka­dına, “Sen evinde otur, Kur’an oku! Muhakkak ki Allah, sana şehitlik nasip eder” diye cevap verdi.
     Bu hadiseden sonra Resûl-i Kibriya Efendimiz, onu hep “şehide” diye anar­dı. Nitekim hâfız olan Ümmü Varaka, Hz. Ömer devrinde biri erkek, diğeri ka­dın iki uşağı tarafından geceleyin üzerine kadife örtü basılarak şehit edildi. Ka­tiller, yakalanarak, asılmak suretiyle cezalandırıldılar. Medine’de, asılmak su­retiyle cezalandırmanın ilkini bu hadise teşkil eder. [3]

     Medine’den Hareket
     Peygamber Efendimiz, yerine mescitte namaz kıldırmakla Abdullah İbni Ümmî Mektum’u vazifelendirdi. Ensardan Ebû Lü­ba­be Hazretlerini ise, şehre nâib [vekil] tayin etti. Ramazan ayın­dan on iki geceyi geride bıraktıkları, ol­dukça sıcak bir Cumartesi gününde mücahitlerle Medine’den hareket etti. [4]
Resûl-i Ekrem Efendimizin beyaz sancağını Mus’ab b. Umeyr (r.a.) taşı­yor­du. İki siyah bayraktan Ukab adındaki Hz. Ali’nin, diğeri ise ensardan Sa’d b. Muaz Hazretlerinin elindeydi. [5]
     Kervan, Bedir [6] mevkiinde karşılanacaktı. Çünkü burası, Mekke, Medine ve Suriye’ye giden yolların birleştiği stra­tejik önemi olan bir nok­taydı.
     Mücahitler, yazın en sıcak günlerinin birinde Medine’den yola çıkmışlardı; üstelik, Ramazan ayı olduğu için oruçlu bulunuyorlardı. Kavurucu sıcaklar al­tın­da, alev saçan çöl üstünde, oruçlu halde yol almak oldukça güçtü. Bu se­bep­le, Resûl-i Ekrem Efendimiz, orucunu açtı, mücahit­lere de açmalarını emir bu­yur­du. [7]

     Yaşları Küçük Olanların Geri Çevrilmesi
     Henüz Medine’den fazla uzaklaşılmamıştı. Resûl-i Ekrem, küçük yaşta olanları ordudan ayırarak geri çevirdi. Sayıları sekiz olan bu küçük mücahitler, ordudan geri kalmaktan fazlasıyla üzüldüler. Bunun üzerine Pey­gam­be­ri­miz, bir ikisine tekrar orduya katılma izni verdi. Hz. Sa’d b. Ebî Vakkas der ki: “Re­sû­lul­lah’ın küçüklerimizi geri çevirmesinden biraz önce, kar­de­şim Umeyr’in göze görünmemeye çalıştığını gördüm.
“Kardeşim, sana ne oldu?’ diye sordum.
“Re­sû­lul­lah’ın, beni küçük görüp geri çevirmesinden korkuyorum! Hâl­bu­ki, ben sefere çıkmak istiyor, Allah’ın bana şehitlik nasip etmesini umuyo­rum’ diye cevap verdi.
“Kendisi Re­sû­lul­lah’a arz edilince Re­sû­lul­lah onu küçük görüp, ona, ‘Sen ge­ri dön’ dedi.
“Umeyr ağlamaya başladı. Bunun üzerine Re­sû­lul­lah da müsaade etti. Umeyr’in boyu kısa olduğu için kılıcını bağlayamamış, ben yardım ederek bağ­­lamıştım.” [8]
Allah yolunda savaşıp şehitlik mertebesine ulaşmak isteyen Umeyr, harp esnasında müşriklerin oklarına hedef olup bu yüksek gayesine ulaştı.

     Develere Nöbetleşe Binilmesi
     Müslümanlarla beraber iki at, yetmiş deve vardı. Develere nöbetleşe binili­yordu. Peygamber Efendimiz de bu hususta, diğer Müslümanlar­dan kendisini farklı görmek istemiyordu. Hz. Ali ve Mersed b. Ebî Mersed ile bir deveye nö­betleşe biniyorlardı. Yürüme sırası Efen­dimize geldiğinde, diğer iki sahabe, “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen bin; biz, senin yerine yürürüz” diyorlardı. Ancak Peygam­ber Efendimiz bunu ka­bul etmiyor, “Siz yürümekte benden daha kuvvetli ol­ma­dığınız gibi, ecir ve mükâfat hususunda da ben sizden daha müs­tağnî ve ih­tiyaçsız değilim” [9] diye cevap veriyordu.
     Bu hareketiyle Resûl-i Kibriya, İslam’ın getirdiği adalet ve müsavat düstu­runu, her şeyden önce bizzat şahsında tatbik etmiş oluyordu.

     Ku­reyş Kervanının Yol Değiştirmesi
     İslam ordusu, kavurucu sıcaklar altında yoluna devam ediyordu. Henüz Bedir mevkiine varmadan, Ebû Süfyan, başından beri endişe duyduğu hususu haber aldı: “Müslümanlar, kervanı ele geçirmek için yola çıkmışlar!”
     Mekke’ye derhal bir haberci gönderirken, kendisi de hiç konaklamadan kervanın istikametini değiştirerek Kızıldeniz sahilinden Bedir’e uğramadan Mekke’ye doğru yol aldı.

     Ku­reyş’in Harbe Hazırlanması
     Ebû Süfyan’dan önce Mekke’ye varan haberci Damdam, acayip bir kılıkla, de­vesinin üzerinde bağıra bağıra haberi duyurdu: “Ey Ku­reyş topluluğu! Tica­ret kervanınıza, Ebû Süf­yan’ın yanındaki mal­larımıza Muhammed ve ashabı saldırdılar! Ona ulaşabileceğinizi sanmıyorum. İmdat! İmdat!”
     Haliyle, bu haber Ku­reyş’in infiâline sebep oldu. Zira, kervanda hemen he­men her ailenin malı vardı. Ku­reyşliler derhal toplandılar. Süratle hazırlığa baş­ladılar. Alelacele ha­zırlanan müşrik ordusu­nun mevcudu 950’yi buldu. Bun­ların yüzü atlı, yedi yüzü develi idi. Bu rakam sayıca, kervanı takibe çıkan Müslümanların üç katı demekti. Aynı zamanda, Ku­reyş ordusu, silah bakı­mından da Müslü­man­lardan çok daha üstündü.
     Bu arada, müşrik ordusuna katılmak istemeyenler de çıktı. Fakat Ebû Cehil ve diğer ileri gelenlerin baskısı karşısında onlar da iştirak etmek zorunda kal­dılar. Buna rağmen Ebû Leheb, hasta olduğunu bahane etti ve yerine bedelle bi­rini göndererek Mekke’de kaldı.
     Hazırlanan müşrik ordusu, muganniyelerin söylediği şarkılar, kadınların çaldığı deflerin coşkun havası içinde Mekke’den Bedir’e doğru hareket etti.
     Yolda, kervanını Bedir’den arızasız geçiren Ebû Süf­yan’dan ken­di­lerine şu haber geldi:
“Siz kervanınızı, kervan üzerindeki adamlarınızı ve mallarınızı muhafaza et­mek için yola çıkmıştınız. Allah onları kurtarıp selamete erdirdi. Artık dönü­nüz!”
Ancak Ebû Cehil dönmek niyetinde değildi. Başkalarının da geri dönmesine rıza göstermeyerek şöyle konuştu:
“Vallahi, Bedir’e varmadıkça dönmeyiz. Orada üç gün kalırız. Develer bo­ğazlayıp yemekler yeriz. Şaraplar içeriz. Cariyelere şarkılar söyleterek eğleni­riz! Başımıza toplanacak Araplar bizi dinler ve seyrederler. Bundan sonra hep bizden korkar dururlar. Haydi, ilerleyiniz!” [10]
Müşrik ordusu Bedir’e doğru ilerlemeye başlarken, haberci de Ebû Süf­yan’ın yanına dönüp durumu kendisine anlattı. Ebû Süfyan bu haberden mem­nun olmadı: “Yazık oldu kavmime! Bu, Amr b. Hişam’ın, Ebû Cehil’in işi­dir! Dönmek istemedi. O, bunu halka baş olmak sevdasıyla yaptı. Azgınlık, ek­sik­lik ve uğursuzluk getirir” dedi.
Endişesini ise son cümlesiyle şöyle dile getirdi:
“Eğer Muhammed’in ashabı onlara rastlarsa, işleri tamamdır!” [11]
Ebû Cehil’in bütün şirretliğine ve kışkırtıcılığına rağmen, ordudan ayrılan­lar da oldu: Ahnes b. Şerîk, müttefiği bulunan Zühreoğullarını ikna ederek be­ra­berce Mekke’ye döndüler. Daha sonra bunları, Hz. Ömer’in kabilesi Adiyy b. Ka’boğulları takip etti.
     Müşrik ordusuna Hâşimoğulları da katılmıştı. Ku­reyş’ten bazıla­rı kendile­rine, “Vallahi, ey Hâşimoğulları! İyi biliyoruz ki sizler, her ne kadar bizimle se­fere çıkmışsanız da, kalbiniz Muhammed’­le­dir” deyince, Ebû Tâlib’in oğlu Tâlib de bir grupla birlikte ge­ri dön­dü.

     İslam Ordusu, Zefiran Mevkiinde
     Peygamber Efendimiz, mücahitlerle Safra yakınındaki Ze­firan mevkiine vardığında, Ku­reyş’in büyük bir orduyla gelmekte olduğunu haber aldı. Böyle bir hareketle kar­şıla­caklarını tahmin etmediklerinden bir anda ne yapmaları ge­rektiği hususunda karar vere­me­diler. Zira, niyetleri harp etmek değildi. Bu­nun için bir hazırlıkları da yoktu. Üs­telik, alınan istihbarata göre, müşrik or­dusu hem sayıca çok, hem silahça onlardan üstün idi.

     Mücahitlerle İstişâre
     Resûl-i Ekrem, ashabını topladı. Kervanın takip edilme­sinin mi, yoksa müş­rik ordusuna karşı çıkmanın mı daha uygun olacağı husu­sunda onlarla istişa­rede bulundu. Bir kısım mücahit, kervanın takip edilmesinin uygun olacağını ifade etti. Resûl-i Ekrem, bundan hoşlanmadı. O sırada Hz. Ebû Bekir ile Hz. Ömer söz alıp, müş­riklerin üzerine yürümenin, onlarla harbe girmenin daha mu­va­fık ola­cağı hususunda konuşunca, Pey­gam­be­ri­miz bundan memnun ol­du.
     Daha sonra, ensardan Mikdat b. Esved Hazretleri, “Yâ Re­sû­lal­lah! Rabbin sana neyi emrettiyse onu yap! Vallahi, biz, İsrailoğullarının Hz. Mûsa’ya de­diği gibi ‘Git, Rabbinle beraber düşmanlara karşı çık! Biz buradan kımıldama­yız’ tarzında bir söz söyleyecek değiliz. Biz sana tâbiyiz” [12] diye konuştu.
Feragat ve cesaret timsâli bu sahabenin sözlerinden memnun olan Resûl-i Ekrem, kendisine hayır duada bulundu.
     Bu konuşmalardan sonra, kararın ne mahiyette verileceği artık anlaşılmıştı. Fakat ensarın da bu hususta görüşünü almak gerekiyordu. Çünkü onlar Me­di­ne dâhilinde Pey­gam­be­ri­mizi ve Müslümanları koruyacaklarına dair söz ver­mişlerdi. Şimdi ise şehrin dışında bulunuyorlardı. Resûl-i Ekrem, onların bu konudaki görüşlerini sordu.
     Ensar nâmına Sa’d b. Muaz Hazretleri söz aldı ve şöyle konuştu:
“Yâ Re­sû­lal­lah! Biz sana iman ve seni tasdik ettik. Bize getirdiğin şeyin de hak olduğuna şehâdet ettik. Bu hususta dinlemek ve itaat etmek üzere sana ke­sin sözler de verdik.
“Yâ Re­sû­lal­lah! Nasıl bilirsen öyle yap; biz, seninle beraberiz. Seni hak dinle gönderen Allah’a yemin olsun ki sen bize şu denizi gösterip dalarsan biz de seninle birlikte dalarız! Bizden bir kişi dahi geri kalmaz. Biz düşmana karşı varmaktan çekinmeyiz. Muharebe ânında geri dönmeyiz. Allah’ın bereketiyle yürüt bizi!”[13]
Karar artık kesinlik kazanmıştı: Bir avuç mücahit, her şeye rağmen, kendile­rinden gerek sayıca ve gerekse silahça kat kat fazla olan müşrik ordusuna karşı koyacaklardı. Onların sayıca çokluğu, silahça üstünlüğü kahraman sahabelerin gözünü korkutmadı. Kur’an’ın ifadesiyle, “ölümün ağzına girmeyi” [14] seve se­ve göze alıyorlardı. Onlar, Allah’ın yardımına güveniyorlardı. Allah için mü­ca­de­le verecek­lerinin idrakinde olarak, Din Sahibinin yardımını esir­ge­meyece­ği­ne gönülden inanıyorlardı.
     Mücahitlerin sayısı az, ama imanları ve cesaretleri sıradağlar gibiydi. İsti­nad noktaları Kâinatın Sahibi idi, reisleri Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.) idi. Böyle bir ordu, elbette her şeyi göze alarak, müşrik ordusuna karşı koymaktan çekinmeyecek ve korkmayacaktı!
     Sa’d b. Muaz’ın (r.a.) konuşmasından fevkalâde memnun olan Resûl-i Ek­rem Efendimiz, sevinç içinde, ümit dolu bir seda ile mücahitlere, “Yürüyün ve Allah’ın lût­fuyla şâd olun! İşte, Ku­reyş’­in tek tek düşüp uzanacağı yer­leri şim­diden görür gibiyim!” [15] diye hitap etti.
     Bu konuşma mücahitler üzerinde derin bir tesir icra etti ve heyecanlarını kat kat artırdı. Bedir’e doğru şevkle yol almaya başladılar.

     Düşman Ordusu Sayısının Tahmin Edilmesi
     İslam ordusu, Cuma gecesi yatsı vakti Bedir yakınına geldi.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Şu küçük tepe yanındaki kuyu başında birtakım bilgiler elde edeceğimizi umarım” buyurduktan sonra, Hz. Ali, Zübeyr b. Av­vam ve Sa’d b. Ebî Vakkas gibi bazı sahabeleri o tarafa gönderdi.
O sırada müşriklerin sucuları, su taşıyan develeriyle birlikte kuyunun ba­şında bulunuyorlardı. Mücahitler onlardan bazılarını ele geçirdiler.
     Huzura getirildiklerinde Efendimiz kendilerine, “Bana Ku­reyş hakkında malumat veriniz!” dedi.
Onlar, “Vallahi, şu gördüğün kum tepesinin en yüksek, en uzak tarafında­dırlar” dediler.
Resûl-i Kibriya Efendimiz, “O topluluk ne kadar vardır?” diye sordu.
“Pek çok” diye cevap verdiler.
     Efendimiz tekrar, “Onların sayıları ne olabilir?” dedi.
“Bilmiyoruz” cevabını verdiler.
Bu sefer Peygamber Efendimiz, “Onlar, her gün kaç deve kesiyorlar?” diye sor­du.
“Bir gün dokuz, bir gün on...” dediler.
Sonra, “İçlerinde Ku­reyş eşrafından kimler var?” diye sordu.
Müşrik sucuları, Ku­reyş ileri gelenlerinden birçoğunun ismini sıralayınca, Re­sûl-i Ekrem Efendimiz, ashabına dönerek şöyle buyurdu:
“İşte Mekke, ciğerpârelerini size feda etti!”
Sonra, yine adamlara, “Gelirken, Ku­reyş’ten geri dönenler oldu mu?” diye sordu.
“Evet” dediler. “Benî Zühreler, Ahnes b. Şerîk’le geri dön­düler.”
O zaman Peygamber Efendimiz, “O, doğru yolda değilken, ahiret, Allah ve kitabı bilmezken, Zühreoğullarına doğru yolu gös­termiştir” buyurdu. [16]

     Müşrik İleri Gelenlerin Vurulacakları Yerler
     Bedir’e vardığı gece Peygamber Efendimiz, “İnşallah, yarın sabah filanın vu­rulup düşeceği yer şurasıdır! İnşallah, yarın sabah filanın vurulup düşeceği yer şurasıdır! İşte şurasıdır, şurasıdır!” buyurdu ve elini o yerlere koyarak müş­rik Ku­reyş reislerinden her birinin nerede katledileceğini birer birer gös­terdi.
Hz. Ömer der ki:
“Onlardan hiçbirisi de, Nebiyy-i Ekrem’in elini koyduğu yerlerin ne ileri­sinde, ne de gerisinde vurulup düşmediler!” [17]

     İslam Ordusunun Bedir’e Önce Gelişi
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, mücahitlerle, müşriklerden önce Bedir’e vardı ve Bedir kuyusuna en yakın bir yere indi. Karargâhın nerede kurulmasının daha uygun olacağını ashabıyla görüştü. O zaman, otuz üç yaşlarında bulunan Hubâb b. Münzir ayağa kalktı ve “Yâ Re­sû­lal­lah! Biz harpçi kimseleriz. Ben, bütün suları kapatıp, bir tek su menbaı üzerine karargâh kurmayı uygun görürüm” diye konuştu. Sonra da, “Yâ Re­sû­lal­lah! Burası, sana Allah’ın inmesini emrettiği, bizim için ileri gidilmesi veya geri çekilmesi câiz olmayan bir yer midir? Yoksa, şahsî bir görüş neticesi, bir harp tedbiri olarak mı seçildi?” diye sordu.
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Hayır! Şahsî bir görüş neticesi, bir harp tedbiri icabı olarak seçildi” buyurdu.
Bunun üzerine Hubab, “Yâ Re­sû­lal­lah! Burada karargâh kurmak pek muva­fık değildir. Siz, halkı hemen buradan kaldırınız! Ku­reyş kavminin konacağı yerin yakınındaki su başına gidip konalım. Ben orayı bilirim. Orada suyu bol ve tatlı bir kuyu vardır. Onun gerisindeki bütün kuyuları kapatalım. Sonra bir havuz yapıp onu suyla dolduralım. Sonra da müşriklerle çarpışalım. Biz, susa­dıkça havuzumuzdan içeriz. Onlar su bulup içemezler, zor duruma düşerler” diye konuştu.
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Ey Hubab! Doğru olan görüş, senin işaret etti­ğin­dir” buyurarak hemen ayağa kalktı. Mücahitler de derhal ayağa kalktılar. Ku­reyş müşriklerinin konacakları yerin yakınındaki suyun yanına kadar gitti­ler.
     Sonra, Peygamber Efendimizin emriyle kuyular kapatıldı. Bir havuz yapılıp içerisi kuyu suyuyla dolduruldu ve içine de bir kap ko­nuldu. [18]

     Pey­gam­be­ri­miz İçin Gölgelik Yapılması
     Bu arada, Sa’d b. Muaz Hazretlerinin teklifiyle, Resûl-i Ekrem Efen­dimiz için, hurma dallarından bir gölgelik, yani çadır yapıldı. Peygamber Efendimiz, gölgeliğin altına Hz. Ebû Bekir’le birlikte girdi.
Sa’d b. Muaz Hazretleri de, kılıcını takınıp, ashab-ı kiramdan birkaç zâtla birlikte, gölgeliğin kapısı önünde nöbet beklemeye başladı. [19]

     Ordunun Harp Nizamına Sokulması
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, Bedir’e gelir gelmez ordusunu harp nizamına soktu. Ordu saf ve hatlarını dikkatle kontrol etti. Müslüman kuvvetler; muha­cirler, Evsliler ve Hazreçliler olmak üzere üç kısma ayrılmışlardı. Her biri aç­tıkları kendi sancakları altında toplanmışlardı. Muhacirlerin sancağını Mus’ab b. Umeyr, Evslile­rin­kini Sa’d b. Muaz, Hazreçlilerinkini ise Hubâb b. Münzir Hazret­leri tu­tuyordu. [20]
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, bütün bunlardan sonra ordusuna şu tâlimatı verdi: “Hatlarınızı bırakıp ayrılmayınız! Bir yere kımıldamadan yerlerinizde sebat ediniz. Ben emir vermedikçe savaşa başlamayınız. Ok­larınızı, düşman size yak­laşmadan kullanıp israf etmeyiniz. Düş­man kalkanını açtığı zaman oku­nu­zu atınız. Düşman iyice sokulunca elinizle taş atınız. Daha da yaklaşırsa mız­rak ve kargılarınızı kullanınız. Kılıç en sonunca düşmanla göğüs göğüse gelin­diği vakit kullanılacaktır.” [21]
     Mücahitlerin her biri, bulunduğu yere taş yığınakları yapmıştı. Müdafaa harbinde bulunacakları için, bu, çok işe yarayacaktı. Düş­man bundan mah­rum­du; çünkü taarruz taktiğini uyguluyordu. Do­layısıyla, hücum esnasında çok çok birkaç taş taşıyıp atabilirlerdi.

     Dua ve İbâdet ile Geçirilen Gece
     Harpten bir önceki gece idi. Peygamber Efendimiz, kendisi için yapılan gölgelikteydi. Bütün gecesini Kadîr-i Zülcelâl’e ibadetle geçirmişti. Arkasından, Rabb-i Rahîm’ine ellerini açarak, kâinatı ağlattıracak kadar hazin, arz ve semâya gözyaşı döktürecek ka­dar tesirli şu duasını yaptı:
“Allahım! Bana yaptığın vaadini yerine getir!
“Allahım! Bu bir avuç Müslüman mücahit helâk olursa, artık sana yeryü­zünde ibadet edecek kimse kalmaz.” [22]
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, vakit namazlarında da aynı duayı tek­rarlıyordu. Bu duayı duyan mücahitler ise, heyecanlarından yer­lerinde duramaz hale gel­mişlerdi.
Notlar:
[1] İbn Hişam, Sîre, c. 2, s. 257; İbn Sa’d, Tabakat, c. 11, s. 11.
[2] İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 482.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 457; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 6, s. 405.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 12; İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 263.
[5] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 264.
[6] Bedir, Medine’den 120 fersah (takriben 145 km) uzaklıkta, Medine’nin güneybatı yönüne dü­şen bir ovanın adıdır. Etrafı yüksek dağlarla çevrilir. Câhiliyye devrinde burası bir panayır yeri olarak kullanılıyordu. Akar suyu ve muz, üzüm gibi meyveleri bol olan bir yerdi.
[7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 149-150.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 21.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 21.
[10] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 270
[11] Vakidî, Megazi, s. 30
[12] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 266.
[13] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 267; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 14.
[14] Enfâl, 5-6.
[15] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 267.
[16] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 268; Vakidî, a.g.e., s. 37-38.
[17] Müslim, Sahih, c. 5. s. 170.
[18] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 272; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 567-568.
[19] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 15.
[20] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 14.
[21] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 15; İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 272; İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 235.
[22] Taberî, Tarih, c. 2, s. 269.

8 Mayıs 2011 Pazar

İller Bankası Uzman Yardımcısı ve Teknik Uzman Yardımcısı Alım İlanı (134 kişi)

İLLER BANKASI A.Ş.
UZMAN YARDIMCISI VE TEKNİK UZMAN YARDIMCISI
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU


1. GENEL
Bankaya giriş sınavı ile merkez ve taşra teşkilatında sözleşmeli olarak çalıştırılmak üzere Uzman Yardımcısı ve Teknik Uzman Yardımcısı alınacaktır.


2. GİRİŞ SINAVI ŞARTLARI
Sınava başvuracak adayların aşağıdaki şartları taşıması gereklidir:
a) Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak,
b) En az 4 yıllık eğitim veren yükseköğretim kurumlarının
Uzman Yardımcılığı için;
İşletme,
İktisat,
Hukuk,
Bankacılık,
Maliye,
Kamu Yönetimi
Teknik Uzman Yardımcılığı için;
İnşaat Mühendisliği,
Makine Mühendisliği,
Elektrik Mühendisliği, Elektrik-Elektronik Mühendisliği,
Bilgisayar Mühendisliği, Bilgisayar Bilimleri Mühendisliği, Bilgisayar ve Enformatik Mühendisliği, Yazılım Mühendisliği,
Çevre Mühendisliği,
Mimarlık
bölümlerinden, bu bölümlere denkliği yetkili makamlarca onaylanmış dallardan mezun olmak ya da bu alanlarda denkliği Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından kabul edilen yabancı fakültelerden birini bitirmiş olmak,
c) Yazılı sınava giriş tarihinde 35 yaşını doldurmamış olmak,
ç) Kamu haklarından yasaklı bulunmamak,
d) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süre ile hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak,
e) Askerlikle ilgisi bulunmamak,
f) Diğer resmi veya özel kurum ve kuruluşlara mecburi hizmet yükümlülüğü bulunmamak,
g) Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek bir hastalığı bulunmamak,
ğ) İlgili mevzuat hükümlerine göre mali sektörde ve bankalarda çalışması yasaklanmamış olmak,
h) Bankaya alınacak Uzman Yardımcıları ve Teknik Uzman Yardımcılarının ö ğrenim dalları itibariyle dağılımı aşağıdaki şekildedir:
ÖĞRENİM DALLARI VE KONTENJANLARI

Öğrenim DallarıPuan TürüMerkez Kontenjanı (*)Çağrılacak Aday SayısıTaşra Kontenjanı(**) (***)Çağrılacak Aday Sayısı
İşletmeKPSSP294613856168
İktisatKPSSP281030--
HukukKPSSP79515--
BankacılıkKPSSP991854--
MaliyeKPSSP245151751
Kamu YönetimiKPSSP37515--
İnşaat MühendisliğiKPSSP1175144132
Makine MühendisliğiKPSSP18241133
Elektrik Mühendisliği, Elektrik-Elektronik Müh.KPSSP15151339
Bilgisayar Müh., Bilgisayar Bilimleri Müh., Bilgisayar ve Enformatik Mühendisliği, Yazılım MühendisliğiKPSSP1515--
Çevre MühendisliğiKPSSP17211339
MimarKPSSP1391236
Toplam 134402166498

(*) Merkez Kontenjanı : Ankara (Genel Müdürlük ve Ankara Bölge Müdürlüğü),
(**) Taşra Kontenjanı : Adana, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Elazığ, Erzurum, Eskişehir, Gaziantep, İstanbul, İzmir, Kastamonu, Kayseri, Konya, Samsun, Sivas, Trabzon, Van Bölge Müdürlükleri.
(***) Taşraya atanacak adayların atandıkları yerde en az üç yıl süreyle çalışmaları zorunludur.

• Buna göre; Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) tarafından 2009 ve 2010 yıllarında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarında öğrenim dalları itibariyle, hizalarında gösterilen puan türlerinden yetmişbeş (75) ve üzeri puan almak kaydıyla, en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere ayrılan kontenjanın üç (3) katı aday arasına girmek, (Öğrenim dalları itibariyle Giriş Sınavına katılma hakkını elde eden en son adayla eşit puan almış adayların tümü giriş sınavına çağrılacaktır.)
ı) İngilizce, Fransızca, Almanca ve Arapça dillerinin birinden ilan tarihi itibariyle son beş yıl içerisinde KPDS'den 50 puan almış olmak veya buna denk kabul edilen ve uluslararası geçerliliği bulunan belgeye sahip olmak veya ÖSYM tarafından 2009 ve 2010 yıllarında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarının (KPSS) yabancı dil test sınavından en az 30 doğru cevap sayısına sahip olmak,


3. BAŞVURULAR
a) Sınava girmek isteyen adaylar İş Talep Formu 'nu 09.05.2011–20.05.2011 tarihleri arasında Bankanın web sayfasından (http://www.ilbank.gov.tr/) doldurup JPEG formatındaki fotoğraflarını da ekleyerek elektronik ortamda göndereceklerdir.
b) Adaylar müracaatlarını gerçekleştirdikten sonra aynı sitede yer alan “ Başvuru Kontrol ” tuşunu kullanarak başvurularının Banka tarafından sağlıklı olarak kayıt edilip edilmediğini kontrol edeceklerdir.
c) Adaylar giriş yaptıkları İş Talep Formunun çıktısını alıp imzalayarak 4.maddede (Başvuru Belgeleri) belirtilen belgelerle birlikte İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığına teslim edecekler veya “İller Bankası A.Ş. İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığı Atatürk Bulvarı No:21 06053 Opera/ANKARA” adresine posta ile ( iadeli taahhütlü ) göndereceklerdir. Belgelerini posta ile gönderen adayların Bankaca onaylı sureti istenen belgelerin noter onaylı suretlerini göndermeleri şarttır.
ç) 20/05/2011 Cuma günü mesai saati bitiminden (Saat 17:30) sonra yapılacak başvurular dikkate alınmayacaktır. Posta yolu ile yapılan başvurularda, başvuru için istenilen belgelerin İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığına son başvuru tarihi mesai saati bitimine kadar ulaşması gereklidir. Postadaki gecikmeler kabul edilmez.
Sınava katılmaya hak kazanan adaylara fotoğraflı sınav giriş belgesi verilir. Sınav giriş belgesi olmayan adaylar ile bu belgelerde kazıntı, silinti ve bunun gibi tahrifatlar tespit edilen adaylar sınava katılamazlar.
İstenilen belgelerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavı geçersiz sayılır ve atamaları yapılmaz. Bunların atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir. Bu kişiler hiçbir hak talep edemezler.
Gerçeğe aykırı belge verdiği veya beyanda bulunduğu tespit edilenler hakkında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur.
d) Adaylar merkez ve taşra teşkilatından sadece birisi için başvuruda bulunacaklardır.
e) Bankaca yapılan değerlendirme sonucu aranan şartları taşıyan adaylardan, en yüksek KPSS puanını alandan başlayarak merkez ve taşra teşkilatı için alınacak olan ve ayrı ayrı belirtilen sayının üç ( 3) katı kadar aday giriş sınavına alınmak üzere Bankanın web sayfasında ilan edilir.


4. BAŞVURU BELGELERİ
Giriş sınavına başvuru, Bankanın web sayfasında doldurulan İş Talep Formunun çıktısı ve aşağıda istenilen;
a) Nüfus cüzdanının Bankaca yada noter onaylı örneği,
b) Yüksek öğrenim diploması veya mezuniyet belgesinin Bankaca yada noter onaylı örneği, eğitimini yurtdışında tamamlamış olanlar için diploma denkliğinin Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından kabul edildiğini gösterir belgenin Bankaca yada noter onaylı örneği, bu ilanda yer alan bölümlere denkliği yetkili makamlarca kabul edilen alanlardan mezun olanlar da denklik belgesinin Bankaca yada noter onaylı örneği teslim etmek zorundadır.
c) KPSS sonuç belgesi ile 2 nci maddenin (ı) bendinde belirtilen asgari yabancı dil düzeyini gösterir belge,
ç) Son 6 ay içinde çekilmiş bir (1) adet vesikalık fotoğrafı
ile birlikte yapılır.


5. SINAV TARİHİ VE YERİ
a) Sınava katılmaya hak kazananlara sınav giriş belgeleri 30/05/2011 – 03/06/2011 tarihleri arasında mesai saatleri içerisinde resimli nüfus cüzdanı, sürücü belgesi veya pasaport belgelerinden birini ibraz etmek kaydıyla şahsen İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığından verilecektir. Sınav giriş belgesi olmayan adaylar sınava alınmayacaklardır. Adaylar sınavda, sınav giriş belgesi ile birlikte resimli nüfus cüzdanı, sürücü belgesi veya pasaport belgelerinden birini ibraz etmek zorundadırlar.
b) Yazılı sınav 04.06.2011 tarihinde Ankara Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi dersliklerinde yapılacak olup, ayrıca sınav yeri Sınav Giriş Belgesinde de belirtilecek ve Banka web sayfasında yayınlanacaktır.
c) Sözlü sınav Atatürk Bulvarı No:21 Opera/ANKARA adresinde yapılacak olup, sözlü sınav tarihi yazılı sınav sonuçları ile birlikte Banka web sayfasında ilan edilecektir.


6. SINAV ŞEKLİ VE KONULARI
Sınav, yazılı (test) ve sözlü olmak üzere iki aşamada yapılacaktır.
Yazılı sınavda adaylara başvurdukları öğrenim dalları ile ilgili temel bilgiler ve mesleki sorular sorulacaktır. Yazılı sınav yüz (100) tam puan üzerinden değerlendirilecek ve en az yetmiş (70) puan alanlar başarılı sayılacaktır. Yazılı sınavı kazananlar Bankanın web sayfasında yayınlanacaktır.
Yazılı sınavda başarılı olamayan adaylar, sözlü sınava katılamazlar.
Sözlü sınavda adayların; mesleki konulara hâkimiyeti ile kavrayış, ifade ve temsil kabiliyeti, muhakeme gücü, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu gibi özellikleri değerlendirilir.
Sözlü sınavda başarılı sayılabilmek için yüz (100) tam puan üzerinden en az yetmiş (70) puan almak gerekir.


7. KAZANANLARIN İLANI VE ATANMASI
Yazılı ve sözlü sınav notunun toplamının ikiye bölünmesiyle elde edilen puan esas alınarak, her bir alan için en yüksek puandan başlanarak başarı sıralaması yapılır. Ancak yapılan sıralama sonunda eşitlik olması halinde sırasıyla yazılı notu yüksek olana, yabancı dil puanı yüksek olana ve mezuniyet sonrası eğitim durumu yüksek olana öncelik verilir. Eşitliğin bozulmaması halinde adaylar arasında kura çekilir.
Sınavda başarılı olanların isimleri, başarı sıralamasına göre, her bir alan için öngörülen sayıda asıl aday ve asıl adayın yarısı kadar yedek aday ve atama için gerekli belgeler Bankanın web sayfasında ilan edilir.
Giriş sınavını kazanan uzman yardımcısı ve teknik uzman yardımcısı adaylarının atanmaları için, sınav sonuçlarının ilan edildiği tarihten itibaren 15 günlük süre içinde İnsan Kaynakları Dairesi Başkanlığına atama için gerekli belgeler ile birlikte başvurmaları gereklidir. 15 günlük süre içinde geçerli bir mazereti olmaksızın başvuruda bulunmayanların atama işlemi yapılmaz. Ancak bu süre, adayın belgelendirilmiş geçerli bir mazereti olması ve mazeretin Bankaca kabul edilmesi halinde 15 gün daha uzatılabilir. Bu durumda, süresinde başvurmayan adayların yerine yedek adaylar çağrılır.


8. BİLGİ
Bu ilanda hüküm bulunmayan hallerde “İller Bankası A.Ş. İnsan Kaynakları Yönetmeliği” ve “İller Bankası A.Ş. Teknik Uzman Yardımcılığı ve Uzman Yardımcılığı Giriş ve Yeterlik Sınavları İle Teknik Uzmanlığa ve Uzmanlığa Atanma, Yetiştirilme, Görev, Yetki ve Sorumlulukları Hakkında Yönetmelik” hükümleri uygulanır.
Adaylar sınav sırasında hesap makinesi kullanabilir. Ancak üzerinde program yapılmasına, saklanmasına ve çalıştırılmasına izin veren hesap makineleri ile databank gibi özel donanımlar kullanılamaz. Hesap makinesinin sınav sırasında ödünç alınması, verilmesi ve değiştirilmesi yasaktır.
Sınavda başarılı olan adaylar Bankada; 14/07/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa ve diğer kanunların sözleşmeli personel hakkındaki hükümlerine tabi olmayan sözleşmeli personel olarak istihdam edilecektir.
Sınavla ilgili her türlü bilgi, Bankanın web sayfası (http://www.ilbank.gov.tr/) ve 0.312.508 75 61 – 62 numaralı telefondan edinilebilir.

5 Mayıs 2011 Perşembe

İSTANBUL İÇİN ERGUVAN VAKTİ !...

 İSTANBUL İÇİN ERGUVAN VAKTİ !...  
     Orman Fakültesi Mezunları Derneği Başkanı, Gönül Erleri Mail Grubu'muzun onursal üyesi Cemal Balıbey Ağabey erguvanları görmemezlik etmeyin diyor...
     İstanbul’a bahar, pembe-mor elbiselerini giyinerek sessizce gülümseyen bir haberciyle geldi yine. Baharın müjdecisi erguvan ağaçları çiçek açtı. Boğaz bir kez daha giyindi pembe-mor gelinliğini. Ansızın patlayıvermiş pembe çiçekleriyle erguvanlar, boğaz sırtlarında yeşilin tonları arasında benekler halinde serpilerek ahenkle bizleri selamlıyor.
 

3 Mayıs 2011 Salı

KELİMELER - KAVRAMLAR ... MÜ'MİN


 K E L İ M E L E R - K A V R A M L A R
M Ü ' M İ N

     Allah'tan gelen her şeyi mutlak anlamda tasdik eden, doğrulayan kimseler için kullanılan Kur'ânî bir terim.
Arapça "doğruladı, tasdik etti" anlamındaki "â.me.ne" fiilinin ism-i failidir.
     Kur'an-ı Kerim'de, tekil, çoğul ve müennes siğalarında olmak üzere, iki yüz yirmi dokuz kere geçmektedir.
Mü'min, Allah Teâlâ'nın tek olduğunu, ibadette hiç bir ortağı olamayacağını, O'nun dışında ibadete layık olan ve O'na denk olabilecek hiç bir ilâhın bulunmadığını, ibadetin yalnızca O'na hasredileceğini kalben ikrar ve zâhiren açığa vuran kimsedir.
     İman, kalpte; Allah sevgisi, O'na boyun eğme, korkma, ümid etme, varlığı karşısında ürperme, tevbe etme, tevekkül, sığınma, güvenme ve buna benzer şekillerde tecelli eder. Dışa yansıyan yönü ise Allah'ın şerîatiyle hükmetmek. O'na ve Rasûlüne tam anlamıyla itaat etmek, bunun yanında namazı kılıp, oruç tutmak, zekât vermek ve güç yetirebilenler için haccetmek ve farz kılınan diğer şeyleri yerine getirmektir.
     Buna, Allah Teâlâ'nın yasaklayıp haram kıldığı şeyler de girmektedir. Allah Teâlâ'nın haram kıldıklarından kaçınmak da mü'minin temel vasıtlarındandır. Bu haramların başında, Allah Teâlâ'ya şirk koşmak, rububiyyetinde, uluhiyyetinde veya isim ve sıfatlarında O'na ortaklar izafe etmek gelir. Mü'min, şirkten, şirk ve küfür ehlinden şiddetle sakınır. İçki, zina, yalan, hile, emanete hıyanet, komşusuna eziyet vb. haramlara kesinlikle yanaşmaz.
     Allah Teâlâ'nın emrettiklerinin hepsine uyan ve haram kıldıklarından sakınan kimse, azap görmeden Cennete girmeye hak kazanır ve mutlak anlamdaki mü'min ismiyle isimlendirilir.
     Bu emir ve yasaklara uyma hususunda eksiklik gösterenler, mutlak anlamdaki mü'min ismiyle anılma hakkını kaybederler. Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır:
     "Mü'minler ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir. Allah'ın âyetleri onlara okunduğu zaman imanlarını kat kat artırır ve sadece Rablerine güvenirler. Onlar namazlarını dosdoğru kılarlar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar. İşte gerçek mü'minler onlardır. Onlar için Rableri nezdinde dereceler, mağfiret ve güzel rızık vardır" (el-Enfâl, 8/2-4).
     "Allah'a imanında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimseler ancak, hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır" (el-Hucurat, 49/15).
     Rasûlüllah (s.a.s)'de bunu, şu şekilde dile getirmiştir:
     "Zina eden kişi zina ettiği zaman, mü'min olarak zina etmez. İçki içen kişi de, içki içtiği zaman mü'min olarak içmez. Hırsız da çaldığı vakit mü'min olarak çalmaz. Başkasına âit bir malı insanların gözleri önünde zorla alan kişi de bunu alenen gasbettiği zaman mü'min olarak bu suçu işlemez" (Buhârî, Mezâlim, 30; İbn Mâce, Fiten, 3);
     "Hiç biriniz kendiniz için arzuladığınızı, mü'min kardeşi için de arzulamadıkça iman etmiş olmaz" (Buhârî, İman, 81 ; Müslim, İman, 71). Bunlar gibi diğer bir takım âyet ve hadislerde de, bazı emirleri terk eden veya bazı haramları işleyenlerin, mutlak anlamdaki iman sıfatından tecrid edildikleri görülmektedir.
     Ancak, mü'min ismiyle isimlendirilmeyi hak etmeyen kimse, kâfir olarak isimlendirilebilir mi? Şerîatın bazı hükümlerine muhalefette bulunmak, bazı emirleri terk etmek ve Allah'a şirk koşmak, ölülerden fayda beklemek, yardım dileyip onlara sığınmak, Allah'ın indirdiklerinin dışında başka bir şeyle hükmederek, O'na ortak koşmak, Allah'ın, kullarından birine hulûl ettiğini söylemek, Vahdeti vücûd iddiasında bulunmak, müşrikleri dostlar edinmek, onları mü'minlere karşı desteklemek gibi birtakım haramları işlemek, insanın küfrüne sebep olur.
     Şirkin dışında, helâl olduğunu iddia etmeden, yani haramiyetine inandığı halde; içki, zina, hırsızlık, vb. bir takım ma'siyetleri işleyenler kâfir olmazlar. Bu tip kimseler, mutlak anlamdaki mü'min ismiyle anılma hakkını kaybederler. Onlar, imanlarıyla beraber İslâm dairesinin içinde bulunurlar.
     İman sıfatı tek başına ele alındığı zaman konu, bu şekilde incelenebilir. Ancak, iman olayına İslâm'la birlikte yaklaşıldığı zaman iman; kalbin tasdik edip, amel etmesidir. İslâm ise bu imanın dil ile ikrar edilip, erkânıyla amel edilmesidir.
     Bu konu Cibrîl Hadisi'yle eksiksiz olarak ortaya konulmaktadır. Cebrail (a.s), Rasulullah (s.a.s)'e gelip onu, "Bana İslâm'dan haber ver" dediği zaman o; "İslâm, Allah'tan başka ilâh olmadığına, Muhammed'in de Allah'ın Rasûlü olduğuna şehadet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman ve güç yetirebilirsen Beyt'i haccetmendir" buyurmuş ve imandan sorulduğunda ise; "Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe ve kadere; hayrına ve şerrine inanmandır" (Müslim, İmân, 1) demişti.
     Rasûlüllah (s.a.s)'in, "Allah'tan başka ilâh olmadığına şehadet etmen" sözü, ubudiyyet ve ulûhiyyetin tek olan Allah Teâlâ'ya ait olduğunu kabul ve bu kabulün zorunlu kıldığı ibadetleri ifa etmeyi ifade etmekte idi. Bazılarının zannettiği gibi, mücerred ikrar isteniyor değildir. Bunun gibi, "Allah'a iman etmen" sözünün anlamı da, Allah'ın hak olduğunu -farz kılınan amel ve davranışları üzerine bina etmeden- tasdik edip, ikrar etmek değildir.
     Allah ve Rasûlünün hak üzere olduğunu kalben bilmek, hiç bir şey ifade etmez. Allah Teâlâ, Yahudilerin Peygamber (s.a.s)'e karşı takındıkları tavrın yanlışlığını ortaya koyarken şöyle buyurmaktadır:
     "Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, Peygamberi, kendi çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar, yine de onlardan bir cemaat, bile bile gerçeği gizlerler" (el-Bakara, 2/146);
     "Vicdanları doğruluğuna kanaat getirdiği halde, sırf zulümleri ve büyüklenmeleri yüzünden, o mucizeleri inkâr ettiler" (en-Neml, 27/14). Bu âyetler onların, Allah Rasûlünü bâtınen yalanlamadıklarını açıklamaktadır.
     Kalpleri tasdik ettiği halde yeryüzünde büyüklük taslamaları onları bu tasdiğe boyun eğmekten kendilerini alıkoymuştu. Bu da imanın; ibadeti tek olan Allah Teâlâ'ya hasretmek, şirki ve hiç bir gücü olmayan batıl ilahları reddetmek olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.
     Mü'min, emirlere uyup kötülüklerden sakınır. İşlediği bu amelleri, âhirette bir cezalandırma ve mükâfatlandırma olduğunun bilincinde olarak işlemesi gerekir. Dünyada ise, imanın zahire varan tarafıyla muamele görür. Çünkü hiç kimse, onun, iç dünyasında imanına halel getirecek olan şirk hali üzere olup olmadığını bilemez. Bu, namaz, oruç, zekât vb. imanın alâmetleri olan amellerde de böyledir.
     Bir câriye Peygamber (s.a.s)'e getirildiğinde, ona; "Allah nerededir?"diye sormuş, cariye de; "göktedir" cevabını vermişti. "Ben kimim?" diye sorduğunda da cariye; "Sen Allah'ın Resûlüsün" cevabını verince, Rasûlüllah, cariyenin sahibine; "Onu azad et. Çünkü o, bir mü'minedir" demişti (Müslim, Mesâcid, 33). Bu olay, dünyada insanın dışa vurduğu imanın durumuna göre muamele göreceğini açıkça ortaya koymaktadır. İnsanın içinde saklayıp, hiç bir dış yansıması olmayan inancı, onun ahirette saadete erişen kullardan olmasını temin etmez.
     İmam Şafiî Hz. Ömer (r.a)'ın rivayet ettiği; "Ameller niyetlere göredir" (Buhârî, İman, 41) hadisini delil getirerek, namazın niyetsiz sahih olmayacağını belirttikten sonra, Sahabe, Tabiin ve onlara yetişenlerin; "İmanın, söz, amel ve niyetten ibaret olduğu ve bu üç şeyden biri olmadığı zaman hiç birinin caiz olmadığı" şeklindeki görüşü zerinde icma ettiklerini eklemektedir.
     Selef-i Salihîn, fasık bir kimse için, imandan İslam'a çıktı denileceği, ancak, onda imandan hiç bir şey kalmadı demenin caiz olmadığı görüşünde idiler. Fakat bu, amelin imanın bir parçası olduğunu kabul etmeyenler için farklılık arzetmektedir. Ehl-i Sünnetin fasıkların ahiretteki durumları hakkındaki görüşü, onların Cehennemden ancak şefâatle çıkabilecekleri yolundadır.
Eymen ed-DIMAŞKİ
ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ


02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...