2 Nisan 2012 Pazartesi

İstanbul'dan Edirne'ye Kültür Turu...

Edirneİstanbul - Edirne Turumuza
Davetlisiniz
     29 Nisan Pazar günü sabahı yola çıkılacak. Yaklaşık 3 saat sürecek olan yolculuğumuzda, kek, meyve suyu vs. ikramlarımız olacak.
     Edirne’ye varınca ilk durağımız Edirne savunmasında önemli yer tutan Şükrü Paşa’nın anıtı ve müze olarak düzenlenen tabyalar. Görkemiyle insanı büyüleyen Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii, yazılarıyla tanınan Eski Camii ve mimari açıdan yeni bir çağ başlatan Üç Şerefeli Camiyi gezeceğiz. Öğlen namazı da bu camilerden birinde kılınacak.
     Doğu Alman mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan Eski Gar ve Lozan Anıtını ziyaret ettikten sonra izin alınıp Karaağaç Pazar Kapı sınır karakolu gezilecek ve akabinde öğle yemeğine geçilecek.
     Arasta, Kapalı Çarşı, Ali Paşa Çarşısı ve Bedesten gibi tarihi çarşılarda serbest gezilecek, dileyenler diledikleri yerlerden alışveriş yapabilecekler…
     II. Beyazit’in inşa ettirdiği ve içinde Cami, Medrese, Bimarhane (akıl hastanesi), Tabhane (dinlenme yeri) ve Aşevinin bulunduğu Beyazit Külliyesi gezildikten sonra Muradiye Camiine geçilecek ve ikindi namazı kılınacak.
     Ardından Balkan Şehitliği, Saray içi ve müzesi gezildikten sonra Meriç kıyısına gidilecek. Dingin akan Meriç’in kıyısında yudumlayacağımız çaylarımızın bitiminde, akşam 17:00 gibi İstanbul’a hareket ediyoruz. Akşam namazı dönüşte mola verilecek bir yerde kılınacak.
     Dönüşte de otobüste ikramlar olacak...

29 Nisan Pazar Sabahı İstanbul’dan Hareket Noktaları:
Tuzla (E5 Kavşağı İETT Durağı)
Pendik (E5 Kavşağı İETT Durağı)
Kozyatağı (Carrefour önü İETT durağı)
4. Levent (İETT Durağı)
Eyüp (E5 Haliç Köprüsü Çıkışı İETT Durağı)
Bakırköy (E5 deki Ömür Restaurant’ın önü)
Avcılar (İÜ. Kampüsü önü)
 
ÖDEME SEÇENEKLERİ:
Nakit - Kişi Başına : 65.00.TL.
0-2 yaş arası ücretsiz, 2-6 yaş arası (otobüste koltuk tahsis edilmemek kaydıyla) : 25.00. TL.
Fiyatlara KDV. Dahildir.
FİYATA DAHİL OLANLAR:
     Otobüsle gidiş-dönüş, Edirne’de rehber eşliğinde geziler, sabah giderken ve akşam dönerken otobüste ikramlar, öğlen yemeği (güzel bir mekanda çorba, salata, garnitür, yemek, ayran veya kola-gazoz vs. ve tatlı
adresimize ad, soyad, cep tlf. numaranızı ve
kaç kişi olacağınızı yazarsanız
sizi arayıp bilgilendiririz…

1 Nisan 2012 Pazar

HADİS-İ ŞERİFLER ... HASED

KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
HASED


     Umumî Açıklama:
     Hased ile gıbta birbirine benzeyen zıd hasletlerdir. Tıpkı tevazu ile tezellül, vekar ile tekebbür, israf ile cömertlik, iktisad  ile cimrilik gibi. Bunlar zahirde bir benzerlik taşısalar da hakikatte zıttırlar, biri memduh, diğeri mezmumdur.

     TARİFİ:
     Hased, Râğıb'ın açıklamasına göre nimet verilmiş olan kimseden o nimetin zevalini istemek, yani nimetin yok olarak o kimsenin mahrum kalmasını temenni etmektir. Bazı âlimler "kişinin bu nimete, kendisinin sahib olmasını temenni etmesidir" diye tarif etmiştir. Gerçek o ki, hased her iki mânaya da şâmildir.

     MAHİYETİ:
     Hasedin sebebi, insan fıtratından gelir. Normalde, insanoğlu, kendi hemcinslerine karşı üstün olmak arzusu ile mecbul yaratılmıştır. Bu his gereklidir ve belki de birçok beşerî terakkinin zenbereğidir. İnsanın bu fıtrî meyli bir kusur değil bilakis bir imtiyazdır. Ancak bunun akıl ve irade ile hadd-i vasatta tutulması gerekmektedir. Hadd-i vasattaki üstünlük sevgisi ise "gıbta"dır. Bu, başkasında olan nimetin kendinde de olmasını temenni etmektir. Gıbtada, başkasının o nimetten mahrumiyetini temenni yoktur. Halbuki hased, kendisinde olmayan nimeti başkasında görünce, onun bu nimetten mahrum kalarak kendi seviyesine düşmesini istemektir.
     Görüldüğü üzere, karşı tarafın mahrumiyeti ile kendisinin yükselmesi veya en azından eşitlenmesini istemek (hased) ile, ondaki nimete sahip olarak ona yetişmeyi veya onu geçmeyi temenni etmek arasında büyük fark mevcuttur. Gıbta mü'minin, hased münafığın vasfıdır.
     Elmalılı merhum, hased mevzuunda şu kıymetli açıklamayı yapar: "Hasedde asl olan mâna, bir nimetin, bir faziletin, bir kemalin, sahibinden zevalini (yok olmasını) arzu etmek, kendisine geçmesini gerek istesin, gerek istemesin başkasında bulunmasını mutlaka çekememektir. Öyle ki, "onunki onda dursun da sana da verelim" deseler memnun olmaz, keşke onunki mutlaka gitse de kendisine hiçbir şey verilmese bile hoşlanır. Bahusus hased olunan nimet, hasid tarafından gasbolunmak kabil olmayan fezail-i zâtiyye ve kemâlât-ı  nefsiyye kabilinden olursa hasid o zaman bütün bütün fazilet düşmanı kesilir ve onu kendine tahvil edemediğinden dolayı mahsudunu (çekemediği kimseyi) bi- gayr-ı hakkın (haksız olarak) mutlak imha etmekle müteselli olmak ister el-iyazu billah.
     Hülâsa, hasid, kendinin onmasını değil, diğerinin onmamasını ister... Şer olan hasedin asıl mânası, bakşasında bir nimet görmekten müteezzi (rahatsız) olup onun zevalini istemektir ki bizim çekememezlik tâbir ettiğimiz, bir takımlarının zannettiği ve hayli şâyi olduğu vechile kıskançlık demek değildir. Kıskançlık bazan hased demek dahi olursa da daha ziyade Arapça'da gayret tâbir olunandır... Mesela erkeğin karısını başkasından kıskanması, kezalik karının kocasını başkasından kıskanması hased değil, "gayret" ve "hamiyet"tir, bu memduhtur.

     HASEDİN ZARARLARI:
     Bu mezmum ahlâk önce haside zarar verir. Başkasında gördüğü her nimet onu rahatsız eder. Ancak asıl büyük zarar, hasedcinin böyle bir hissi içinde taşımakla yetinmeyip, arzusunu gerçekleştirmek üzere, onun gereği olan hile, söz ve fiillere yer vererek faaliyete geçmesiyle hasıl olur. Bilindiği gibi Felâk sûresinde "hasedcinin hased ettiği zamanki şerrinden Allah'a sığınmak" emredilmiştir. Yani hasedci kimse, içinde geçen hased ve çekememezlik duygularının muktezasını gerçekleştirmek için harekete geçtiği takdirde son derece zararlı olabilmektedir. Zîra böyle habis nefislerin göze almayacağı kötülük, başvuramayacağı hile ve habâset yoktur. Mezkur sûre, hased duygusunun, kişinin içinde kaldıkça sâhibinden başka kimseye zarar vermeyeceğini de dolaylı olarak ifade etmektedir.

     HASEDİN ÇARESİ:
     Bir mü'mine yakışan, hased hissi içinde doğduğu zaman, bundan nefret edip defetmeye çalışmaktır, tıpkı haram şeyleri yapmak hissi içinden geçince yaptığı gibi. Bu duyguyu tedavi hususunda Bediüzzaman merhum şu tavsiyede bulunur: "Hasid  adam hased ettiği şeylerin âkibetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattır. Faidesiz az, zahmeti çoktur. Eğer, uhrevî meziyetler ise, zâten onlarda hased olmaz. Eğer onlarda dahi hased yapsa, ya kenisi riyâkârdır; ahiret malını dünyada mahvetmek ister. Veyahud mahsudu (hased ettiği kimseyi) riyâkâr zanneder, haksızlık eder, zulmeder.
     Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup kader ve rahmet-i İlâhiye'ye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor, âdeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır."

     MEŞRU HASED:
     Son olarak bir noktaya daha parmak basmak isteriz. İslâm uleması, bazı kimselere karşı hasedin meşru olabileceğini söylemiştir. Onlar kâfirlerle, mazhar oldukları nimetleri, Allah'a isyan ve birkısım günah işlerde harcayan fasıklardır. Bunların ellerindeki nimetten mahrum kalmalarını temenni etmek günah değildir.

1. (1662)- İbnu Mes'ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Şu iki kişi dışında hiç kimseye gıbta etmek caiz değildir: Biri, Allah'ın kendisine verdiği hikmetle hükmeden ve bunu başkasına da öğreten hikmet sahibi kimse. Diğeri de Allah'ın kendisine verdiği malı hak yolda sarfeden zengin kimse." [Buhârî, İlm 15, Zekât 5, Ahkâm 3, İ'tisam 13; Müslim, Salâtu'l-Müsâfirin 268, (816).]
     AÇIKLAMA:
     1- Hadiste gıbta diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı haseddir. Ancak, Umumî Açıklama kısmında belirttiğimiz üzere, hased kelimesi zihnimizde öncelikle mezmum olan mânaları uyandırdığı için, tercümede o kelimeyi kullanmamayı uygun bulduk. Zaten hased, Arapça'da mecazi olarak gıbta mânasında da kullanılmaktadır. Öyle ise, sadedinde olduğumuz hadiste, hased, "gıbta" mânasını taşımakta ve: "İki kişiye Allah'ın verdiği nimetin kendinize de verilmesini temenni etmeniz caizdir.." diye anlaşılması gerekmektedir. Maamafih müteakip hadiste, hased kelimesinin kullanılmasıyla ilgili bir başka te'vil kaydedeceğiz.
Meşru kılınan bu temenni, başkasındaki nimetin zevalini temenni etmemek şartıyla kayıtlıdır. Bu hususta gösterilecek hırsa, Arapça'da münafese denir, dilimizde yarışmak diyebiliriz. Münâfese, ibâdet hususunda memduhtur, zîra âyette: "İyi şeyler için yarışanlar, bunun için yarışsınlar" (Mutaffifîn 26) buyurulmuştur. Ma'siyette yarış mezmumdur. Caiz olan  amellerde yarış mübahtır. Bu noktadan hadisi şöyle kayıtlamak uygun  görülmüştür:
     "Bu iki hususta yapılacak gıbtadan daha efdal, daha büyük gıbta yoktur."
     2- Mezkur iki nimetten biri  hikmet, diğeri maldır. Ancak her ikisi de Allah yolunda sarfediliyorsa memduhdur, gıbtaya değmektedir. Nefis ve şer hesabına kullanılacak malın da, ilmin de kişiye getireceği ziyade bir sorumluluk olduğu için Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) bunun temennisini tavsiye etmiyor.
     3- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in, cevazı sadece iki nimetle sınırlamasına gelince: Allah için îfa edilen taatler, ya bedenîdir, ya malîdir, yahut bunlardan birinin yerine geçecek bir şeydir. Hadiste, bedenî olan hikmet, hikmetle hüküm ve hikmetin öğretilmesi ile işaret edilmiştir. İbnu Ömer'den kaydedeceğimiz müteakip hadiste, bu husus biraz farklı kelimelerle ifade edilmiştir: "...Allah bir kimseye Kur'an vermiştir, o da onu gece ve gündüz ikâme eder." Ulemâ "ikame"yi "namazın içinde ve dışında okumak, onunla amel etmek, onu öğretmek, muktezasıyla hüküm ve fetva vermek.." şeklinde anlar ve sadedinde olduğumuz vechi ile bu vechi arasında fark görmez.
     Hadisin başka vecihleri de var.
     4- Hadisin başka sahabeler tarafından rivayet edilen vecihlerinde farklı ziyadeler var. Bunlara göre Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bu  sözünü işiten bir adam: "Keşke bana da falancaya verilen kadar mal verilmiş olsaydı da ben de onun gibi hayır ameller işleseydim" temennisinde bulunur. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu temenniye : "Hak yolda amel edenlerle, hak yolda amel etmeyi temenni edenlerin sevapta eşit olacaklarını" belirterek cevap verir:

     "Allah bir kimseye ilim verir ve fakat mal vermezse, bu kimse sıdk ile "Benim malım olsaydı falanca gibi hayırda harcardım" diye  temenni etse, her ikisi sevapta eşit olur."
     Keza bir başka hadiste de: "Şükreden yiyen, sevapca, sabreden oruçlu gibidir" buyurmuştur.

2. (1663)- İbnu Ömer (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor: "İki kişiye karşı hased caizdir: Birincisi o kimsedir ki, Allah kendisine Kur'ân-ı Kerim'i nasib etmiştir, o da onu, gece ve gündüz boyu ikame eder. İkincisi de o kimsedir ki, Allah Teâla ona mal vermiştir de o da gece ve gündüz (hak yolda) infak eder." [Buhârî, Fedâilu'l-Kur'ân 20, Tevhid 45; Müslim, Müsâfirin 266 (815); Tirmizî, Birr 24, (1937).]
     AÇIKLAMA:
     1- Hased ve gıbta kelimelerinin kullanılışları ve aralarındaki farkla ilgili açıklama daha önce geçtiği için burada o hususlara temas etmeyeceğiz. Ancak, burada hased kelimesinin kullanılmış olmasıyla ilgili İbnu Hacer'in serdettiği bir te'vili kaydetmek isteriz. Der ki: "...Yahud da hased kelimesi, iki hasletin tahsiline teşvik hususunda mübâlağa için kullanılmıştır. Sanki şöyle denmektedir: Bu iki haslet, sadece  mezmun bir yolla tahsil edilebilecek olsa bile, onlardaki fazilet sebebiyle, onların bu mezmum yoldan tahsili sevablı ise bunların meşru ve memduh yoldan tahsilleri ne kadar sevablı olur! Bu teşvik şu âyetin üslûbuna uygunluk arzetmektedir: "Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın..." (Bakara 148). Zîra, "yarış"ın hakikati, arzu edilen şeyde başkasının önüne geçmektir."
     2- Kur'an'ın ikamesi, önceki hadisin açıklanmasında geçtiği üzere, Kur'ân'la -hem okuyarak, hem de onun emirlerini yerine getirerek- ameldir.

3. (1664)- Hz. Ebu Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlulah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hasedden kaçının. Çünkü o, ateşin odunu -râvi  dedi ki: Veya kuru otu- yiyip tükettiği gibi, bütün hayırları yer tüketir." [Ebu Dâvud, Edeb 52, (4903).]

     AÇIKLAMA:
     1- İbnu Mâce'de Enes (radıyallâhu anh)'ten rivayet edilen bir hadis şöyledir: "Hased hasenatı yer tüketir, tıpkı ateşin odunu yiyip tükettiği gibi. Sadaka da hataları söndürür, tıpkı suyun ateşi söndürmesi gibi."
     2- Hasedden kaçınmak, başkasının malı mevkii vs. dünyevî bir şeyinde çekememezliğe düşmemek demektir. Uhrevî umurda gıbta caiz ise de dünyevî umurda hased câiz değildir. Çünkü, hased, hasidi mahsud hakkında gıybete ve yıkıcı gayretlere sevkederek zulme ve haksızlığa atar. Gıybet, zulüm ve haksızlık ise bunları yapanın hasenatının yok olmasına müncer olur. Bütün bu durumlar mahsudun nimetçe, sevabça artmasına, hasidin de hüsran ve zararlarda batmasına sebep olur. Böylelerinin durumu âyet-i kerimede: "Dünyayı da âhireti de kaybeder" (Hacc 11) diye ifade edilmiştir.

4. (1665)- Hz. Zübeyr (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Size ümem-i kadime hastalığı sirayet etti: Bu, hased ve buğzdur. Bu kazıyıcıdır. Bilesiniz; kazıyıcı derken saçı kazır demiyorum. O dini kazıyıcıdır. Nefsimi kudret elinde tutan Zât-ı Zülcelâl'e yemin ederim, sizler iman etmedikçe  cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Birbirinizi sevmeye yardımcı olacak şeyi haber vereyim mi: Aranızda selâmı yaygınlaştırın."
[Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 57, (2512).]

     AÇIKLAMA:
     1- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) önceki ümmetlerin yıkılmasına sebep olan içtimâî bir marazı dâu'l-ümem diye isimlendiriyor. Bu hastalık hased ve buğzdur. Bazı şârihler bunu, eski milletlerin âdeti diye anlarlar.
     2- İmandan murad hem Allah'a inanmak, hem de peygamberlerin getirdiklerine inanmakdır. Cennette götürecek hakikî iman budur. Değilse sırf Allah inancı veya Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in getirdiğinin bazısına inanıp bazısını reddetmek veya şüpheyle karşılamak, kişiyi kurtuluşa götürmez.
     3- Selâm, karşılıklı muhabbetin mühim âmillerinden biridir. Zîra selâmlaşmalar kalplerdeki kırgınlıkları bertaraf ettiği gibi muhabbeti de uyandırmaktadır.
Selâmla ilgili geniş açıklamayı ayrı bir konu olarak yağacağız...

31 Mart 2012 Cumartesi

15 Nisan Pazar günü İstanbul'dan Edirne'ye Gidiyoruz...

Gönül Erleri

İstanbul - Edirne Turu'na

Davetlisiniz...

     15 Nisan Pazar günü 06:00 da yola çıkılacak.
     Yaklaşık 3 saat sürecek olan
 yolculuğumuzda, kek, meyve suyu vs. ikramlarımız olacak.
     Edirne’ye varınca ilk durağımız Edirne savunmasında önemli yer tutan Şükrü Paşa’nın anıtı ve müze olarak düzenlenen tabyalar. Görkemiyle insanı büyüleyen Mimar Sinan’ın ustalık eseri Selimiye Camii, yazılarıyla tanınan Eski Camii ve mimari açıdan yeni bir çağ başlatan Üç Şerefeli camiyi gezeceğiz. Öğlen namazı da bu camilerden birinde kılınacak.
     Doğu Alman mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan Eski Gar ve Lozan Anıtını ziyaret ettikten sonra izin alınıp Karaağaç Pazar Kapı sınır karakolu gezilecek ve akabinde öğle yemeğine geçilecek.
     Arasta, Kapalı Çarşı, Ali Paşa Çarşısı ve Bedesten gibi tarihi çarşılarda serbest gezilecek, dileyenler diledikleri yerlerden alışveriş yapabilecekler…
     II. Beyazit’in inşa ettirdiği ve içinde cami, medrese, Bimarhane (akıl hastanesi), Tabhane (dinlenme yeri) ve Aşevinin bulunduğu Beyazit Külliyesi gezildikten sonra Muradiye Camiine geçilecek ve ikindi namazı kılınacak. 
     Ardından Balkan Şehitliği, Saray içi ve müzesi gezildikten ve Meriç kıyısına hareket ediyoruz. Dingin akan Meriç’in kıyısında yudumlayacağımız çaylarımızın bitiminde akşam 17:00 gibi İstanbul’a hareket ediyoruz. Akşam namazı dönüşte mola verilecek bir yerde kılınacak.
     Dönüşte de otobüste ikramlar olacak.
     Saat 23:00 da son noktaya dönülmüş olacak...

15 Nisan Pazar Sabahı İstanbul’dan Hareket Saatleri:
06:00 - Tuzla (E5 Kavşağı İETT Durağı)
06:15 - Pendik (E5 Kavşağı İETT Durağı)
06:30 - Kozyatağı (Carrefour önü İETT durağı)
06:50 - 4. Levent (İETT Durağı)
07:10 - Eyüp (E5 Haliç Köprüsü Çıkışı İETT Durağı)
07:25 - Bakırköy (E5 deki Ömür Restaurant’ın önü)
07:45 - Avcılar (İÜ. Kampüsü önü)

15 Nisan Pazar Akşamı İstanbul’a Varış Saatlari:
21:00 - Avcılar (İÜ. Kampüsü önü)
21:20 - Bakırköy (E5 deki Ömür Restaurantın önü)
21:40 - Eyüp Sapağı (Haliç Köprüsü Çıkışı İETT Durağı)
22:00 - 4. Levent (İETT Durağı)
22:20 - Kozyatağı (Carrefour önü İETT durağı)
22:40 - Pendik (E5 Kavşağı İETT Durağı)
23:00 - Tuzla (E5 Kavşağı İETT Durağı)
adresimize ad, soyad, cep tlf. numaranızı ve
kaç kişi olacağınızı yazarsanız
sizi arayıp bilgilendiririz…
size dönülecek ve yeriniz ayrılacak.

27 Mart 2012 Salı

KELİMELER - KAVRAMLAR ...NÂMUS



KELİMELER - KAVRAMLAR
NÂMUS

     Saklanılan yer, avcı kulübesi, keşiş hücresi, kuvvetli bir ihtimalle de "vızıldamak" mânalarına gelen bir kelime. Kelimenin en çok kullanılan anlamlarından biri de ilâhi kanun veya sadece kanundur. Bu kanun, peygamberlere vahiy vasıtasıyla gelir ve onlar tarafından haber verilir. Yalnız peygamber mertebesindeki kimseler bu manâda vâzıu'n-nevâmis'tirler. Arapça'dan tercüme yoluyla bu kelime aynı zamanda ortaçağda İbranice'ye "kânun, dini kânun (başka milletlerin), ahlâk, edep ve erkân kâideleri" anlamında geçmiştir... Şurası kayda değer ki, kelime, bugünkü Mekke lehçesinde de böyle bir tekâmüle uğramıştır. Aynı zamanda nâmus, insanlar arasında lekesiz ve şerefli karşılığında da kullanılır. Müterâdifi (eşanlamlısı) "âr"dır.
     Kelime hadislerde daha çok Cebrail (a.s)'ın adı olarak geçer. Bilindiği gibi Hz. Peygamber'e vahyin gelmeye başladığı ilk günlerde Hz. Hatice vâlidemiz kendisini, amcası Varaka b. Nevfel'e götürmüş, Peygamber Efendimiz olup bitenleri anlattığında Varaka; "O sana görünen Melek Cebrâil (a.s), Allah'ın Mûsâ Peygamber'e de göndermiş olduğu nâmus'tur..." demişti (Buhâri, Bedül-Vahiy, III; Enbiya, 23; Tefsir, Sûre, 96; Ta'bir, I; Müslim, İmân, 252; Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 312, IV,198, VI, 223, 233).
     Aynı zamanda, nâmus; başkalarının vâkıf olamadığı sırra sahip olan diye de açıklanmıştır (Buhâri, Enbiya, 23).
     Nâmus kelimesi dilimizde yaygın olarak ırz, iffet, haya, edeb, doğruluk, dürüstlük, itibâr, güvenilirlik, ahlâkî ölçülere bağlılık, emniyet, şan, şeref, temizlik gibi fazilet ve yüksek değer taşıyan hasletleri ifade etmek için kullanılır. Yunanca asıllı bir kelime olduğu söylenir. Nâmus kelimesi dilimizde daha çok "utanma duygusu" karşılığında kullanılmaktadır. Bu anlamda Peygamber Efendimiz; "Bütün peygamberlerce söylenegelen bir söz vardır; o da, "utanmazsan istediğini yap" sözüdür" buyurmuştur (Buhâri, Enbiya, 54; Edeb, 78; Ebû Davud, Edeb, 6; İbn Mâce, Zühd, 17; Mâlik b. Enes, Muvatta', Sefer, 46; Ahmed b. Hanbel, a.g.e., IV, 121, 122; V, 273). Görüldüğü gibi utanma duygusu her devir ve her millet için geçerlidir.
     Kur'an-ı Kerim ve hadis-i şeriflerde de nâmus sözcüğü karşılığında "iffet, haya, mahrem yerini koruyan" vs.. ifadeleri kullanılmış ve bu duygulara sahip olan kimseler övülmüş; bu duyguları çiğneyip saygısızlık edenler ise yerilmişlerdir (el-Enbiya, 21/91; el-Müminûn, 23/1-7; et-Tahrim, 66/12; el-Meârir, 70/29-30). Ayrıca, iffetli (nâmuslu) olmanın ahirete taalluk eden yönü de vardır (el-Ahzâb, 33/35).
     İslâm dininde her vesileyle kişilerin nâmuslu (dürüst ve iffet sahibi) olmaları istenmiş ve bu konuda kadın-erkek ayırımı yapılmaksızın şöyle buyurulmuştur: "Mümin erkeklere söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, mahrem yerlerini korusunlar. Bu onların arınmasını daha iyi sağlar. Allah (onların) yaptıklarından şüphesiz haberdardır. Mümin kadınlara da söyle; gözlerini bakılması yasak olandan çevirsinler, iffetlerini korusunlar. Başörtülerini yakalarının üzerine salsınlar..." (en-Nur, 24/30-31). Şu halde nâmuslu olmanın yollarından biri, gözü haramdan korumaktır. Bir diğer yol da meşru evliliktir (en-Nûr, 24/32).
     İslâm dininde kişilerin nâmus ve şerefini korumaya da büyük önem verilmiş, özellikle dürüst ve nâmuslu kimselere iftirada bulunmak büyük günah sayılmış ve bu tür davranışlar şöyle yasaklanmıştır:
     "İffetli kadınlara zina isnad edip de, sonra dört şahid getirmeyenlere seksen değnek vurun; ebediyyen onların şahidliğini kabul etmeyin. İşte onlar yoldan çıkmış kimselerdir" (en-Nur, 24/4).
     "İffetli, hiç bir şeyden habersiz, mümin kadınlara zina isnad edenler dünya ve âhirette lânetlenmişlerdir. Kendi dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarına şahidlik ettikleri gün onlar büyük azâba uğrayacaklardır" (en-Nûr, 24/23-24).
     "Mümin erkeklere ve mümin kadınlara, bir şey yapmadıkları halde eziyet edenler, bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir" (el-Ahzâb, 33/58).
     İffetli ve hiç bir şeyden haberi olmayan mümine hanımlara iftira atmak, Hz. Peygamber'in hadisinde de helak edici yedi büyük günah arasında sayılmıştır (Müslim, İman,145). Ancak, kişilerin nâmus ve haysiyetlerini koruyabilmeleri için kendilerinin de gerekli tedbiri almaları istenmiş ve şöyle buyurulmuştur: "Ey Peygamber, eşlerine, kızlarına ve inananların kadınlarına söyle: (Bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman örtülerini üstlerine alsınlar (vücutlarını örtsünler); onların tanınması ve incitilmemesi için en elverişli olan budur..." (el-Ahzâb, 33/59).
     İffetli ve dürüst olmak, sıhhatli ve kalıcı bir âile yuvasının tesisinde de çok önemli bir faktördür. İşte bunun içindir ki; Kur'an-ı Kerim'de; "Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler kötü kadınlara yakışırlar. İyi kadınlar iyi erkeklere, iyi erkekler de iyi kadınlara yakışırlar..." buyurulmuştur (en-Nûr, 24/26).
     Hz. Peygamber de utanma duygusu (haya, nâmus) ile ilgili olarak şöyle buyurmuşlardır: "Allah gerçeği söylemekten sakınmaz (haya etmez)" (Buhârî, İlim, 50);
"Allah'dan gereği gibi haya ediniz" (Tirmizi, Kıyâme, 24; Ahmed b. Hanbel a.g.e., I, 387);
"Îman; yetmiş küsür şubedir, haya da imandan bir şubedir" (Müslim, İman, 57, 58);
"Utanma duygusu insana hayır getirir (vakar ve sekinet kazandırır)" (Müslim, İman, 60, 61).
     Ancak, ilmi ve dini konuları sorup öğrenme konusunda utanma olmaması gerektiğini de özellikle belirtmişlerdir (Buhâri, İlim, 50). Yine dinimizce bir müslümanın ırzı (nâmusu), diğerlerine kesinlikle haram kılınmıştır (Ahmed b. Hanbel, a.g.e., III, 491).
     Âyet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi, utanma duygusu, aynı zamanda inanmış olmanın bir gereğidir. Kişilerin nâmus, şeref ve haysiyetleri söz konusu olduğundan, bu duyguya sahip çıkmak ve onu yaşatmaya çalışmak çok önemlidir. Çünkü bu duygunun azaldığı veya yok olmaya yüz tuttuğu toplumlar ahlâken dejenere olmaya da yüz tutmuş demektir. Ahlâki çöküntüye uğramış toplumların varlıklarını uzun süre devam ettiremedikleri hususu ise târihi bir gerçektir.

ŞAMİL İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
Ahmet GÜÇ

22 Mart 2012 Perşembe

İSLAM İLMİHALİ ... Altıncı Bölüm: NAMAZ ... 10. Konu: CUMA NAMAZI - A) Dindeki Yeri ve Hükmü

İ S L A M    İ L M İ H A L İ
Altıncı Bölüm: Namaz
Onuncu Konu: CUMA NAMAZI
     Cuma, İslâm dininde çok önemli kabul edilen haftalık toplu ibadet günüdür. Çeşitli hadislerden anlaşıldığına göre cuma günü, daha önce yahudi ve hıristiyanlar için haftalık ibadet günü olarak belirlenmiş, fakat onlar bunu değiştirerek yahudiler cumartesiyi, hıristiyanlar pazarı haftalık toplantı ve ibadet günü kabul etmişler; son olarak cuma günü, müslümanlar için yeniden haftalık ibadet günü kılınmıştır.
     Cuma gününün önemine ve haftalık toplu ibadet günü seçilmesinin anlamına ilişkin olarak Hz. Peygamber'den birçok hadis rivayet edilmektedir. Bunlardan bazıları şöyle sıralanabilir:      "Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır; Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkmıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır" (Müslim, "Cum`a", 18).
     Başka bir hadiste bu günde yapılan duaların kabul edileceği bir anın (icâbet saati) bulunduğu haber verilmektedir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber "Ben icâbet saatinin, hangi an olduğunu biliyordum, fakat Kadir gecesi gibi, bu da bana unutturuldu" (Hâkim, I, 279) buyurmuştur.
     Âlimler Hz. Peygamber'in bu ifadesine dayanarak Allah'ın güzel isimleri arasında İsm-i A`zam'ın, ramazanın son on günü içerisinde Kadir gecesinin gizli tutulması gibi icâbet saatinin de gizli tutulduğunu ve bu suretle insanların gün boyu Allah'a yönelmelerinin sağlanmasının hedeflendiğini söylemişlerdir.
     Yine cuma günü ile ilgili olarak, gerekli temizliği yaptıktan sonra camiye gidip hutbe dinleyen ve namazı kılan kimsenin daha önceki cuma ile bu cuma arasında işlediği günahların affedileceği belirtilmiş (Buhârî, "Cum`a", 6, 19; Müslim, "Cum`a", 26), bu günü hafife alarak üç cuma namazını terkeden kimsenin kalbinin mühürleneceği bildirilmiştir (Ebû Dâvûd, "Salât", 204). Kurban bayramı arefesinin cumaya rastlaması halinde halk arasında o yıl yapılan haccın, "hacc-ı ekber" (büyük hac) olarak isimlendirilmesi de cumanın önemiyle ilgilidir.
     Cuma günü müslümanlar açısından büyük önem taşıdığı ve âdeta bir bayram günü kabul edildiği için, perşembe günü akşamından başlamak üzere maddî ve mânevî temizliğe her zamankinden daha fazla önem vermek gerekir. Bunların başında boy abdesti almak gelir ki cuma günü boy abdesti almak bilginlerin çoğuna göre sünnet, bazılarına göre farzdır. Bunun yanın-da, cuma günü namaza gelmeden önce tırnak kesme, dişleri temizleme gibi bedenî temizlikler yapmak, temiz elbiseler giymek, başkalarını rahatsız et-meyecek, aksine onların hoşuna gidecek güzel kokular sürmek sünnet olan davranışlardır. Mümin, böyle değerli ve önemli bir günün mânevî havasına girmeli, dua ve tövbesini bu günde saklı olup dua ve tövbelerin kabul edileceği vakit olduğu bildirilen "icâbet saati"ne denk düşürmeye çalışmalı, ayrıca Kur'an okumalı, tezekkür ve tefekkür etmeli, Resûlullah'a salâtü selâm ge-tirmeli ve samimi bir kalp ile yüce Allah'a dua ve istiğfarda bulunmalıdır.
     Hutbe okunurken konuşmak, cuma vakti alışveriş yapmak ve cuma gü-nü yolculuğa çıkmak gibi yapılması, cuma namazının terkine yol açabileceği endişesiyle hoş karşılanmayan davranışların hükümleri aşağıda ele alınacaktır.
     A) DİNDEKİ YERİ ve HÜKMÜ
     Cuma namazı farz-ı ayındır. Farz olduğu, Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabittir. Kur'ân-ı Kerîm'in 62. sûresi, cuma namazından bahsettiği için Cuma sûresi olarak adlandırılmıştır. Bu sûrede yüce Allah şöyle buyurmuştur:
     "Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırılınca Allah'ı anmaya (namaza) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz, bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca yeryüzüne yayılın da Allah'ın lutfunu arayın ve Allah'ı çok çok anın ki felah bulasınız" (el-Cum`a 62/9-10).
     Hadis kitaplarında gerek cuma namazının fazileti, gerekse kuvvetli bir farz olduğu ve bu namazı özürsüz olarak terketmenin büyük günah sayıldığı konusunda sahih hadisler bulunmaktadır.
     "Allah, önemsemediği için üç cumayı terkeden kimsenin kalbini mühürler" (Ebû Dâvûd, "Salât", 204; İbn Mâce, "İkametü's-salât", 93; Tirmizî, "Cum`a", 7; Nesâî, "Cum`a", 2) ve
     "Birtakım kimseler, ya cuma namazını terketmekten vazgeçerler ya da Allah onların kalplerini mühürler ve artık onlar gafillerden olurlar" (Müslim, "Cum`a", 12; Nesâî, "Cum`a", 2).
     Hz. Peygamber'in cuma namazını ilk defa hicret esnasında, Medine yakınlarındaki Rânûnâ vadisinde Sâlim b. Avf kabilesini ziyaretleri sırasında oradaki namazgâhta kıldırmış olduğu bilginlerce kabul edilmektedir. Öte yandan, kaynaklarda daha hicretten önce Es`ad b. Zürâre'nin Medine'de cuma namazı kıldırdığı kaydedilmektedir. Bu durum karşısında cuma namazının ne zaman farz kılındığı hususunda iki farklı rivayet ve görüş ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisine göre cuma namazı Mekke'de farz kılınmış olmakla birlikte müşriklerin baskıları yüzünden orada kılınamamıştır. Diğer rivayete göre, cuma namazı hicret esnasında farz kılınmıştır ve ilk cumayı Hz. Peygamber Rânûnâ vadisinde kıldırmıştır. Bu rivayeti benimseyenlere göre, Es`ad b. Zürâre'nin cuma namazı kıldırması uygulaması farz değil, nâfile hükmü kapsamındadır.
     Bütün müctehidlere göre cuma namazı farz-ı ayın olup, Resûlullah zamanından itibaren farklı görüş açıklanmadığı için, bu hususta icmâ meydana gelmiştir.
     Cuma namazı, cuma günü öğle namazı vaktinde kılınan ve farzı iki rek`at olan bir namazdır. Bu namazdan önce hatibin hutbe okuması namazın sıhhat (geçerlilik) şartlarındandır. Cuma namazı o günkü öğle namazının yerini tutar.
     B) CUMA NAMAZININ ŞARTLARI ve
     C) CUMA NAMAZININ KILINIŞI
başlıklı konularımızı da bilahare yayınlayacağız...

  
 

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...