4 Şubat 2013 Pazartesi

İMAM NEVEVÎ HAKKINDA SÖYLENENLER ve ESERLERİ

NEVEVÎ ve RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
II
İMAM NEVEVÎ, HAYATI ve ESERLERİ

     I. Hakkında Söylenenler
     Ashâb-ı kirâmı andıran bu örnek şahsiyeti tanıtırken Zehebî, zühd ü takvâ bakımından eşsiz, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma hususunda benzersiz bir kimse dedikten sonra, onun azla yetindiğini, basitçe giyindiğini, yemeye içmeye değer vermediğini, bununla beraber vakur ve heybetli olduğunu, kısaca onun Allah’dan, Allah’ın da ondan memnun kaldığını, bu sebeple kendisini cennetinde ağırlayacağını söylemektedir.
     Nevevî’nin talebelerinden fakih ve muhaddis İbni Ferah el-İşbîlî (ö. 699/1300), onun üç önemli özelliği bulunduğunu söyledikten sonra, bir kimsede bu özelliklerden sadece biri bulunsa, insanlar ondan faydalanmak üzere, ona dünyanın dört bucağından kalkıp gelirler, diyerek bu üç özelliği şöyle sayar:
     * İlim ve görev sorumluluğu,
     * Dünyaya ve dünya menfaatlerine değer vermemek,
     * İyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak.
     Tâceddin es-Sübkî’nin naklettiğine göre babası Takiyyüddin es-Sübkî (ö. 756/1355), Nevevî’ye derin hayranlık duyardı. Eşrefiyye dârülhadisine Nevevî’den sonra büyük muhaddis Mizzî (ö. 742/1341), onun vefâtı üzerine de Takiyyüddin es-Sübkî şeyh olmuştu. Fıkıh ve hadis sahalarında değerli eserler vermiş ve Şam kadılığı yapmış olan bu âlim, Nevevî’nin Eşrefiyye dârülhadîsinde ders verdiği yerde geceleri ibadet ederken yanağını yere koyar ve “Nevevî’nin ayak bastığı yere belki yüzüm temas eder” diye duygulanırdı.
     Yine Tâceddin es-Sübkî’nin anlattığına göre, babası birgün binitiyle giderken yolda halktan câhil, yaşlı bir adama rastladı. Bu ihtiyar, bir zamanlar Nevevî’yi gördüğünü söyleyince, Takiyyüddin es-Sübkî binitinden inerek adamın elini öptü, duasını istedi. Sonra da “Nevevî’yi gören biri benim önümde yürürken ben hayvana binemem” diyerek onu terkisine aldı. Takiyyüddin es-Sübkî, Nevevî’nin evliyâullahdan olduğunu söylerdi.

     J. Hakkında Yazılan Eserler.
     1. Alâeddin İbnü’l-Attâr Ali İbni İbrâhim eş-Şâfi`î (ö. 724/1324), Tuhfetü’t-tâlibîn fî tercemeti şeyhine’l-imâm Muhyiddîn. İbnü’l-Attar yazdığı bu tercüme-i hâli Nevevî’ye sunmuş, Nevevî de okuyarak düzeltmeler yapmış ve bu eser Nevevî’ye dair yazılan biyografilere kaynak olmuştur.
     2. Muhammed İbni Muhammed İbni Ahmed en-Nüveyrî (ö. 873/1469), Tuhfetü’t-tâlib ve’l-müntehî fî tercemeti’l-imâm en-Nevâvî.
     3. İbni İmâmü’l-Kâmiliyye Muhammed İbni Muhammed İbni Abdurrahman el-Kâhirî (ö.874/1470), Buğyetü’r-râvî fî tercemeti’l-imâm en-Nevâvî.
     4. Muhammed İbni Abdurrahman es-Sehâvî (ö. 902/1497), el-Menhelü’l-azbi’r-ravî fî tercemeti kutbi’l-evliyâi’l-kirâm şeyhi meşâyihi’l-İslâm Muhyiddîn İbni Zekeriyyâ en-Nevâvî (nşr. Mahmûd Hasan Rebî`, Kahire 1354/1935).
     5. Süyûtî, el-Minhâcü’s-sevî fî tercemeti’l-imâm en-Nevevî (nşr. Ahmed Şefîk Demc, Beyrut 1408/1988).
     6. Abdülganî ed-Dakr, el-İmâm en-Nevevî (Dımaşk 1407/1987).
     7. Ahmed Abdülaziz Kasım el-Haddâd, el-İmâm en-Nevevî ve eseruhû fi’l-hadîs ve `ulûmihî (Beyrut 1413/1992).

     K. Eserleri.
     Nevevî’nin yazdığı kitapları üç grupta toplamak mümkündür. Kitaplarının bir kısmını tamamlamış, bir kısmını tamamlamaya ömrü yetmemiş, söylendiğine göre on bin sayfa (bin kürrâse) kadarını da yazdıktan sonra o devrin usûllerine göre yıkatmış yani sildirmiştir. Aşırı titizliği sebebiyle yeterli bulmayıp imhâ etmek istediği eserleri yakmak yerine yıkatması, kâğıdı tekrar kullanma ihtiyacı sebebiyledir. Birçok kitabının yarım kalması, Nevevî’nin muhtelif çalışmaları aynı zamanda yürüttüğünü göstermektedir. Hacimli kitapların okunma şansının fazla olmadığı düşüncesiyle kısa ve özlü yazmaya çalıştığı eserleri şunlardır:
     1. Hadisle İlgili Eserleri
     a) Riyâzü’s-sâlihîn. Bu çalışmanın konusu olan eser, Nevevî’nin hayatından sonra müstakil olarak tanıtılacaktır.
     b) el-Minhâc fî şerhi Sahîhi Müslim İbni Haccâc. Sahîh-i Müslim şerhlerinin en önemlilerinden biridir. Her bir hadisi tek tek ele almamış, şerh edilmesini gerekli gördüğü kısımları açıklamıştır. Muhtasar bir şerh olmasına rağmen, hadislerin senedindeki râvileri tanıtmış, metinlerdeki garîb kelimeleri açıklamış, birbirine zıt gibi görünen hadisler hakkında açıklayıcı bilgi vermiş ve mânanın kolayca anlaşılıp hadisten hüküm elde edilmesini sağlamıştır.
     Mâzerî’nin el-Mu`lim adlı Sahîh-i Müslim şerhi ile onu tamamlamak üzere Kâdî İyâz’ın yazdığı İkmâlü’l-Mu`lim’den çokca faydalandığı anlaşılmaktadır. Mufassal şerhlere fazla rağbet edilmediği için eserini kısa tuttuğunu, şayet öyle olmasaydı, hiçbir tekrara düşmeden ve faydasız söz söylemeden bu kitabı yüz ciltten fazla yazabileceğini belirtmiştir.
     Nevevî ömrünün son iki senesinde yazdığı bu eserle Sahîh-i Müslim’e büyük hizmet etmiştir. Onun Sahîh-i Müslim’e yaptığı önemli bir hizmet de, bab başlıklarını yazmasıdır. Daha önce eseri şerh eden bazı âlimler kendilerine göre bab başlıkları koymakla beraber, hiç biri bu konuda Nevevî kadar başarılı olmamıştır. Bugün matbû Sahîh-i Müslim’lerdeki bab başlıkları Nevevî’ye aittir.
     Eser Kahire’de (I-IV, 1271; I-V, 1283), Leknev’de (1285) ve Delhi’de (1304, 1309), dokuz ciltte on sekiz cüz hâlinde Kahire’de (1929-1930) müstakil olarak, İrşâdü’s-sârî’nin kenarında on cilt halinde Bulak’ta (1267, 1275, 1276, 1285, 1288, 1292, 1304-1306) ve yine Kahire’de (1276, 1306, 1307, 1325-1326) yayımlanmıştır.
     c) el-Ezkâr. Kısaca el-Ezkâr diye tanınan bu eserin tam adı Hilyetü’l-ebrâr ve şi`ârü’l-ahyâr fî telhîsi’d-de`avâti ve’l-ezkâr el-müstehabbeti fi’l-leyli ve’n-nehâr’dır. Nevevî, bir müslümanın hayatında karşılaşabileceği olayları, yapacağı ibadetleri ve davranışları göz önünde bulundurarak bunlarla ilgili dua ve zikirleri bir araya getirmiştir. 667 (1268) yılı başında tamamladığı bu eseri 19 bölüm ve 356 bab hâlinde tasnif etmiştir. Ayrıca eserin sonuna yaygın dualarla ilgili 30 kadar hadis toplamıştır. Riyâzü’s-sâlihîn’de yaptığı gibi, bu eserde de, okuyucuya kolaylık olması için hadisleri senedsiz olarak vermiştir.
     Nevevî zikir ve dualarla ilgili hadisleri daha çok Buhârî ile Müslim’in Sahîh’leri ile Ebû Dâvûd, Tirmizî ve Nesâî’nin Sünen’lerinden derlemiştir. Topladığı hadislerin çoğunun sahih olduğunu, zayıf hadisleri nâdiren aldığını ve o takdirde hadisin za`fını belirttiğini söylemektedir. Nevevî’den önce bu konuda pek çok âlim eser vermiştir. Fakat onların hepsinden muhtevalı olan el-Ezkâr daha çok kabul görmüştür. Âlimlerin “evi sat, Ezkâr’ı al” demeleri eserin ne kadar beğenildiğini göstermektedir.
     Riyâzü’s-sâlihîn şârihi İbni Allân es-Sıddîkî (ö.1057/1647) el-Ezkâr’ı el-Fütûhâtü’r-rabbâniyye ale’l-Ezkâri’n-Neveviyye adıyla şerhetmiştir (I-VII, Kahire 1348/1929). Şâfiî fakihlerinden Ahmed İbni Hüseyin er-Remlî (ö. 844/1441) ve Bahrak diye tanınan Muhammed İbni Ömer el-Himyerî (ö.930/1524) el-Ezkâr’ı hulâsa etmişlerdir.
     İbni Hacer el-Askalânî el-Ezkâr’ın hadislerinin üçte ikisini (bâbü’l-isti’zân’a kadar Emâlî diye de anılan Netâicü’l-efkâr fî tahrîci ehâdîsi’l-Ezkâr adlı eserinde tahric etmiş, fakat bu çalışmasını tamamlamaya ömrü yetmemiştir. Üç cilt olan Emâlî’nin birinci cildi Abdülmecid es-Silefî tarafından yayımlanmıştır (Bağdat 1406). İbn Allân’ın el-Fütûhât’ı İbn Hacer’in bu çalışmasını ihtiva etmektedir. Celâleddîn es-Süyûtî’nin eser üzerinde Ezkârü’l-Ezkâr adlı muhtasarı, ayrıca Tuhfetü’l-ebrâr bi nüketi’l-Ezkâr adlı ta’liki (nşr. Kemâl Yûsuf el-Hût, Beyrut 1410/1990) bulunmaktadır. İbni Tolun diye meşhur tarih ve fıkıh âlimi Muhammed İbni Ali ed-Dımaşkî el-Hanefî’nin (ö. 953/1546) eser üzerinde İthâfü’l-ahyâr fî nüketi’l-Ezkâr adlı bir çalışması vardır. Muhammed Ali es-Sâbûnî el-Ezkâr’dan seçmeler yapmış ve eserine el-Münteka’l-muhtâr fî Kitâbi’l-Ezkâr (Kahire 1986) adını vermiştir.
     el-Ezkâr Kahire’de (1306, 1312, 1323; nşr. Mustafa Hüseyin Ahmed 1356; nşr. Muhammed Enver Baltacî 1406) ve Dımaşk’ta (nşr. Abdülkâdir el-Arnaût 1391/1971; nşr. Ahmed Râtib Hamûş 1404/1983) neşredilmiş, Abdülhâlık Duran tarafından da el-Ezkâr Tercümesiadıyla Türkçeye tercüme edilmiştir (İstanbul 1973).
     d) İrşâdü tullâbi’l-hakâik ilâ ma`rifeti süneni hayri’l-halâik sallallahu aleyhi ve sellem. İbnü’s-Salâh’ın (ö. 643/1245), İslâm dünyasında pek az esere nasip olacak şekilde ilgi gören ve üzerinde pek çok çalışma yapılan Mukaddimetü İbni’s-Salâh diye ünlü kitabının muhtasarıdır. İbnü’s-Salâh’ın hadis ilimlerini 65 bölüm hâlinde ele alıp incelediği usûl-i hadîse dair bu çalışmasını, Nevevî, anlaşıldığına göre Eşrefiyye dârülhadisi şeyhi olduktan sonra, kolayca ezberlenmesini sağlamak üzere sade bir ifadeyle özetlemiş, ayrıca esere yer yer ilaveler yapmıştır.
     İrşâd, Abdülbârî Fethullah es-Selefî tarafından iki cilt hâlinde Medine’de (1408/1987), Nûreddin Itr tarafından da bir cilt hâlinde Dımaşk’ta (1408/1988) yayımlanmıştır.
     e) et-Takrîb ve’t-teysîr li (fî) ma`rifeti süneni’l beşîri’n-nezîr. Eser bir önceki maddede tanıttığımız İrşâdü tullâbi’l-hakâik’in muhtasarıdır. Zâten bir özetten ibaret olan İrşâd’ı bile okumaya üşenen kimselere kolaylık olmak üzere et-Takrîb’i kaleme almıştır. Usûl-i hadis bilgilerini pek güzel özetlemesi sebebiyle et-Takrîb çok rağbet görmüş, Zeynüddin el-Irâkî (ö. 806/1404), Muhammed İbni Abdurrahman es-Sehâvî (ö. 902/1496) ve Süyûtî (ö. 911/1505) gibi âlimler tarafından şerhedilmiştir. Süyûtî’nin Tedrîbü’r-râvî fî şerhi Takrîbi’n-Nevevî adlı şerhi pek ünlü olup Kahire’de basılmıştır (1307; nşr. Abdüvehhâb Abdüllatîf, I-II, Kahire 1385/1966).
     William Marçais et-Takrîb’i fransızcaya tercüme etmiş ve Journal Asiatique’de yayımlamıştır (9. seri, XVI-XVIII, 1900-1901).
     et-Takrîb, Tedrîbü’r-râvî ile muhtelif defalar basılmakla beraber, Abdullah Ömer el-Bârûdî tarafından yeniden neşredilmiştir (Beyrut 1406/1986).
     f) el-Erbe`ûne’n-Neveviyye. Kırk hadis diye tanınan bu eser dinin esaslarına dair çoğu Sahîh-i Buhârî ile Sahîh-i Müslim’den seçilmiş 42 hadisi ihtiva etmektedir. Nevevî bu çalışmayı, kırk hadis derlemeye teşvik eden zayıf rivayete dayandığı için değil, Resûl-i Ekrem’in, huzurunda bulunanları bulunmayanlara tebliğ etmeye ve hadisleri başkalarına öğretmeye teşvik eden buyruğuna dayanarak yaptığını söylemektedir. 668 yılında tamamladığı bu eserdeki hadislerin kolayca öğrenilmesi için senedlerini zikretmemiştir.
     Abdullah İbni Mübarek (ö. 181/797) ile başlayıp devam eden kırk hadis çalışmaları içinde Nevevî’nin bu eseri hemen her devirde büyük kabul görmüş, muhtevâsı ezberlenmiş ve başta kendisi olmak üzere 40’dan fazla âlim tarafından şerhedilmiştir.
     el-Erbe`ûne’n-Neveviyye Bulak’ta (1294), Kahire’de (1278) ve şerhleriyle birlikte daha başka yerlerde pek çok defa basılmış ve Batı dillerine çevrilmiştir. Bunlardan Muhammed Ali Sabri tarafından hazırlanan Arapça- İtalyanca baskısı zikredilebilir (Roma 1982). Eserin Türkçe tercümeleri arasında Babanzâde Ahmed Naim Bey’e ait olanı (İstanbul 1341) anılmaya değer güzelliktedir.
     g) et-Telhîs şerhu’l-Buhârî. Nevevî Sahîh-i Müslim gibi Sahîh-i Buhârî’yi de şerh etmek istemiş, fakat eserin ikinci kitabı olan Kitâbü’l-Îmân’dan sonrasını yazmaya ömrü yetmemiştir. Bu eserin müellif hattından istinsah edilen 105 varaklık bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Kılıç Ali, nr. 243) bulunmaktadır. Bu yarım kalmış çalışma, Kastallânî’nin İrşâdü’s-sârî ve Sıddîk Hasan Han’ın Avnü’l-bârî adlı Buhârî şerhlerinin bazı bölümleriyle birlikte yayımlanmıştır (Kahire 1347).
     h) Mâ temessü ileyhi hâcetü’l-kârî li Sahîhi’l-İmâmi’l-Buhârî. Buhârî ile hocaları ve öğrencileri, sahih hadis ve Sahîhayn’in değeri hakkında bilgi verildikten sonra bazı hadis ıstılahlarının tanıtıldığı eser Ali Hasan Ali Abdülhamîd tarafından Beyrut’ta (ts., Dârü’l-kütübi’l-`ilmiyye) neşredilmiştir.
     ı) el-Hulâsa fî ehâdîsi’l-ahkâm. Eser, Hulâsatü’l-ahkâm fî (min) mühimmâti’s-süneni ve kavâidi’l-İslâm adıyla da anılmaktadır. Nevevî’nin Kitâbü’z-Zekât’a kadar yazabildiği bu eserin müellif nüshasını gördüğünü söyleyen İbni Mülakkın (ö. 804/1401), “Şayet tamamlanabilseydi ahkâm hadisleri konusunda benzersiz bir kitap olurdu” demektedir. Sahih ve hasen hadislerden meydana gelen eserde her konunun sonunda o bahisle ilgili zayıf hadisler toplanmış ve zayıf oldukları özellikle belirtilmiştir. Eserin Haydarâbâd el-Mektebetü’s-Sa`diyye’deki nüshasından alınan fotokopisi, Medine el-Câmiatü’l-İslâmiyye’de (mahtûtât nr. 1096) bulunmaktadır. Muhammed İbni Suûd Üniversitesi’nde bir grup öğrencinin eseri neşre hazırladığı söylenmektedir.
     j) el-Îcâz fî şerhi Sünen-i Ebî Dâvûd. Tıpkı Sahîh-i Buhârî şerhi gibi yarım kalan bu eser Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Hekimoğlu nr. 200, 139 vr.) bulunmaktadır.
     Nevevî’nin “inneme’l-a`mâlü bi’n-niyyât” hadisini el-İmlâ adıyla hayatının son günlerinde şerhe başladığı, fakat çalışmasını tamamlayamadığı söylenmektedir. Sehâvî, Nevevî’ye nisbet edilen Kitâbü’l-Emâlî’nin bu çalışma olabileceğini düşünmektedir. Câmi`u’s-sünne adında bir esere daha başlamış, fakat -Sehâvî’nin belirttiğine göre- ancak birkaç yaprak yazabilmiştir. Süyûtî onun Sünen-i Tirmizî’yi de ihtisar ettiğini söylemektedir.

     2. Şâfiî Fıkhıyla İlgili Eserleri
     a) Ravzatü’t-tâlibîn ve `umdetü’l-müttekîn. Bu eser Gazzâlî’nin el-Vecîz adlı fıkıh kitabını şerh etmek üzere Abdülkerîm İbni Muhammed er-Râfi`î’nin (ö. 623/1226) yazdığı eş-Şerhu’l-kebîr diye anılan Fethu’l-`azîz’in muhtasarıdır. Nevevî bu eseri sadece ihtisar etmemiş, aynı zamanda ona iki cilt hacminde ilaveler yapmıştır. İki buçuk yıl süren bu çalışmasını 669 yılında tamamlamıştır. Nevevî’nin el yazısıyla dört cilt tutan bu eser, Şâfiî fıkhını en güzel şekilde derlemesiyle ünlüdür. er-Ravza üzerinde 40 kadar Şâfiî âliminin şerh, hâşiye, muhtasar, ta`lîk ve tashih nevinden çalışması vardır. Ravzatü’t-tâlibîn Delhi’de (1307) ve Beyrut’ta yayımlanmıştır (I-VIII, 1966-1970). Nevevî bu eserdeki isim ve lugatleri açıklamak üzere el-İşârât ilâ mâ vaka`a fi’r-Ravza mine’l-esmâi ve’l-lugât adlı bir eser yazmaya başlamış, Sehâvî’nin pek nefis bulduğu bu eserin Kitâbü’s-Salât’tan sonraki kısmını tamamlamaya ömrü yetmemiştir.
     b) Minhâcü’t-tâlibîn. Râfi`î’nin el-Muharrer adlı kitabını tamamlayarak tashih ettiği ve kolayca ezberlenebilmesi için yüzde elli nisbetinde özetlediği bu çalışmayı 19 Ramazan 669 tarihinde tamamlamıştır. Şâfiî âlimleriyle talebenin el kitabı mahiyetinde olan ve Elfiyye müellifi İbni Mâlik tarafından “Bugünkü aklım olsaydı, vallahi ezberlerdim” diye medh edilen bu eser üzerine 40’dan fazla şerh yazılmıştır. Eserin ayrıca muhtasarları, bu muhtasarların şerhleri bulunduğu gibi, hadislerini tahric etmek, müşkil görünen i`râbını halletmek ve manzum hâle getirmek maksadıyla da birçok eser kaleme alınmıştır.
     Minhâcü’t-tâlibîn Kahire’de (1297, 1305, 1308, 1314, 1329) ve Mekke’de (1306) basılmış, ayrıca van den Berg tarafından fransızca tercümesiyle birlikte yayımlanmıştır (Batavia 1882-1884).
     Minhâc’ın lafızlarını açıklamak maksadıyla kaleme aldığı Dekâiku’l-Minhâc adlı 33 sayfadan ibaret küçük bir eseri Şerhu Dekâiki’l-Minhâc adıyla yayımlanmıştır (Mekke 1353).
     c) el-Mecmû` şerhu’l-Mühezzeb. Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin (ö.476/1083), Şâfiî fıkhını delilleriyle birlikte ortaya koyduğu el-Mühezzeb adlı eserini, hadislerini tahkik etmek, her mes’elede diğer mezheplerin görüşlerini delilleriyle birlikte ortaya koymak ve tartışmak suretiyle şerhetmeye başladığı ve ancak Kitâbü’l-Bey`i yazmakta iken vefat etmesi sebebiyle yarım bıraktığı bir eserdir. Âlimlerin son derece mükemmel bulduğu bu büyük eseri Takiyyüddin es-Sübkî tamamlamak istemiş, bugün 20 cilt halinde neşredilen eserin (baskı yeri ve tarihi yok) 10 ve 11. ciltlerine tekabül eden bölümü yazdıktan sonra vefat etmiş, fakat eser diğer Şâfiî âlimlerince ikmâl edilmiştir.
     d) Tashîhu’t-Tenbîh. Şâfiî fıkhının mûteber beş kitabından ilki kabul edilen Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin et-Tenbîh’i üzerine yazdığı bir çok kitaptan biri olan bu eser ile Nüketü’t-Tenbîh’i Nevevî’nin ilk çalışmaları arasında yer alır. et-Tenbîh `alâ mâ fi’t-Tenbîh ve el-Umde fî tashîhi’t-Tenbîh diye de bilinen birinci eser et-Tenbîh ile birlikte basılmıştır (Kahire 1329). Yine aynı eser üzerindeki Tuhfetü’t-tâlibi’n-nebîh fî şerhi’t-Tenbîh adlı geniş şerhi Kitâbu’s-Salât’a kadar yazabilmiştir (İbni Kâdî Şühbe, II, 157). et-Tenbih’in lugatlerine dair et-Tahrîr adlı önemli çalışması, dille ilgili eserleri kısmında tanıtılacaktır.
     e) el-Usûl ve’z-zavâbıt. Küçük bir risaleden ibaret bu çalışmada çoğu fıkıhla ilgili bazı meseleler ele alınmıştır. Eser Muhammed Mazhar Bekâ tarafından Mecelletü’l-bahsi’l-`ilmî ve’t-türâsi’l-İslâmî’de (III, 367-381, Mekke 1400) yayımlanmıştır. Muhammed Hasan Heyto da eseri önce Küveyt’teki Mecelletü Ma`hedi’l-mahtûtâti’l-Arabiyye’de neşretmiş (XXVIII, sy.2, s. 425-455), sonra da kitap olarak yayımlamıştır (Beyrut 1407/1986).
     f) el-Îzâh fi’l-menâsik. Haccın ifâsına dair Nevevî’nin yazdığı altı kitabın en genişidir. Nevevî’nin bu konuda dört veya beş kitap yazdığını, bunlardan birinin el-Îcâz fi’l-menâsik adını taşıdığını söyleyenler de vardır. Eser Nûreddin es-Semhûdî (ö. 911/1505) tarafından şerh edilmiş, İbni Hacer el-Heytemî (ö. 974/1566) tarafından da üzerine bir hâşiye yazılmıştır. el-Îzâh Kahire’de (1282, 1316), Bombay’da (1291), Mekke’de (1316, 1329), Metnü’l-Îzâh fi’l-menâsik adıyla da Beyrut’ta (1406/1985) yayımlanmıştır. Ayrıca İbni Hacer el-Heytemî’nin hâşiyesiyle birlikte yine Kahire’de (1294, 1323, 1329, 1344) basılmıştır.
     Kadınların haccına dair olan Menâsikü’l-mer’e, Sâlih İbni Abdurrahman el-Atram tarafından “Edvâu’ş-şerî`a” dergisinde yayımlanmıştır (XV, 25-75, Riyad 1404).
     g) el-Mensûrât ve `uyûnü’l-mesâili’l-mühimmât. Kaynaklarda el-Mesâilü’l-mensûre ve `Uyûnü’l-mesâili’l-mühimme adlarıyla da zikredilen eser, Nevevî’nin verdiği bazı fetvâlar ile ders esnasında açıkladığı fıkıh, tefsir ve hadise dair 362 meselenin talebesi Alâeddin İbnü’l-Attâr (ö. 724/1324) tarafından derlenerek bablara göre tertip edilmesiyle meydana gelmiştir. Meselelerin 310’u fıkha, 6’sı tefsire, 37’si hadise, 3’ü imân’a, 6 tanesi de zühde dairdir. 1352 yılında Kahire’de yayımlanan eser, daha sonra Abdülkâdir Ahmed Atâ tarafından yine Kahire’de (1982), Muhammed Haccâr tarafından da Fetâvâ’l-İmâm en-Nevevî adıyla Medine’de (1405/1985) yayımlanmıştır.
     h) et-Tahkîk. Nevevî’nin daha çok el-Mecmû` Şerhü’l-Mühezzeb’den faydalanarak “salâtü’l-müsâfir” bahsine kadar yazabildiği bu eser, müteahhirîn âlimlerince onun en güzel fıkıh kitabı kabul edilmektedir. İbnü’l-Mülakkin günümüze geldiği bilinmeyen bu eserin, yukarıda tanıttığımız el-Mecmû`un muhtasarı olduğunu tahmin etmektedir. Ayrıca ele aldığı konular bakımından et-Tahkîk’e çok benzeyen Mühimmâtü’l-ahkâm da yarım kalmış olup beden ve elbise temizliği bahsine kadar yazılabilmiştir.
     3. Kur’anla İlgili Eserleri
     a) et-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân. Dımaşk halkının Kur’ân-ı Kerîm okumaya ve okutmaya olan aşırı ilgisi, Nevevî’yi bu konuda onlara yardım etmek üzere bu hacmi küçük fakat faydası büyük eseri kaleme almaya sevketmiştir.
     On babdan meydana gelen eserde Kur’an okuyup ezberlemenin fazileti, Kur’an ile meşgul olan kimselere değer vermenin önemi, Kur’an öğreten ve öğrenen kimselerin uyması gereken esaslar, İnsanların Kur’an’a karşı görevleri, belli zamanlarda ve durumlarda okunması sevap olan âyet ve sûreler gibi konular işlenmiştir. Sehâvî’nin dediği gibi, et-Tibyân, hem Kur’an okuyanların hem de öğretenlerin mutlaka okuması gereken önemli bir eserdir.
     Nevevî bir çok kitabında yaptığı gibi, halkın ilgisini artırmak için bu eseri Muhtâru’t-Tibyân adıyla ihtisar etmiş, Ahmed İbni İmâd el-Akfehsî (ö. 808/1405) Tuhfetü’l-ihvân fî nazmi’t-Tibyân fî âdâbi hameleti’l-Kur’ân adıyla manzum hâle getirmiş, Muhammed İbni Muhammed İbni Muhammed İbni Ebû Saîd el-Îcî de Hadîkatü’l-beyân adıyla Farsça’ya tercüme etmiştir.
     et-Tibyân Kahire’de (1286, 1307, 1353; nşr. Muhammed Haccâr 1985), Dımaşk’ta (1965), Beyrut’ta (nşr. Abdülaziz İzzeddin Seyrevân 1984) ve Küveyt’te (nşr. Mansûr İbni Ya`kûb el-Besâre 1407) basılmıştır. Ahmet İnce tarafından yapılan Türkçe tercümesi Kur’an Ehline Rehber adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1973).
     et-Tibyân Ahmed İbni Muhammed İbni Abdülkerim el-Üşmûnî’nin (ö. XI/XVII.yy.) Menârü’l-hüdâ fi’l-vakfi ve’l-ibtidâ adlı eseriyle birlikte basıldığı için (Bulak 1286) olmalı ki, Ziriklî Nevevî’nin ilm-i kırâat konusunda Menârü’l-hüdâ adlı matbû bir eseri bulunduğunu ileri sürmüştür.
     b) Gaysü’n-nef` fi’l-kırââti’s-seb’. Nevevî’nin böyle bir eseri bulunduğunu Bağdatlı İsmâil Paşa söylemektedir (Îzâhu’l-meknûn, II, 152).
     4. Dille İlgili Eserleri
     a) Tehzîbü’l-esmâ ve’l-lugât. Nevevî et-Tahrîr adlı eserini sadece et-Tenbîh’deki lugatleri ve fıkhî terimleri açıklamak maksadıyla yazdığı hâlde, bu eserini et-Tenbîh’de, şerh ettiği el-Mühezzeb’de, ihtisar ettiği Ravdatü’t-tâlibîn’de, Şâfiî fıkhında önemli yeri olan İmâm Şâfiî’nin talebesi Müzenî’nin (ö. 264/878) el-Muhtasar’ı ile Gazzâlî’nin el-Vasît ve el-Vecîz adlı eserlerinde geçen isimleri, lugat, ıstılah ve fıkhî lafızları açıklamak üzere kaleme almıştır. Kitabını daha faydalı hâle getirmek düşüncesiyle bu altı esere bağlı kalmak istemeyen Nevevî, başka eserlerde geçen bazı şahıs, melek ve cin adlarını da kitabına almış, fakat onu temize çekmeye fırsat bulamamıştır.
     Muhammed adlı şahıslar başta olmak üzere diğer isim ve lugatlerin alfabetik sırayla ele alındığı Tehzîbü’l-esmâ’nın isimlere dair birinci cildi Wüstenfeld tarafından Göttingen’de (1842-1847), lugatlere dair ikinci kısmı da Kahire’de (tarihsiz) neşredilmiştir.
     b) el-İşârât ilâ beyâni’l-esmâi’l-mübhemât. Hadis ilimlerinin elli dokuzuncusu olarak bilinen “ma`rifetü’l-mübhemât” konusunda Hatîb el-Bağdâdî, müphem isimlerin sahiplerini alfabetik olarak sıralayarak el-Esmâü’l-mübheme fi’l-enbâi’l-muhkeme adlı eserini yazmış, bu eseri ihtisar eden Nevevî eserin tertip tarzını değiştirerek daha kullanışlı olacağı düşüncesiyle rivayetleri sahâbe adlarına göre alfabetik hâle getirmiş ve birçok ismin okunuşunda farklı kanaatini ortaya koymuştur. el-Mübhem `alâ hurûfi’l-mu`cem diye de anılan eser, Lahor’da basılmış (1341), daha sonra Hatîb’in el-Esmâü’l-mübheme’sinin son kısmında (s. 531-622) neşredilmiştir (nşr. İzzeddin Ali es-Seyyid, Kahire 1405/1984).
     c) Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh. et-Tahrîr fî şerhi elfâzı’t-Tenbîh ve Tahrîru’t-Tenbîh adlarıyla da bilinen eseri, Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin, et-Tenbîh’indeki lugatleri ve fıkhî terimleri açıklamak maksadıyla yazmıştır. Bir fıkıh lugati olan eserde, kelimeleri kitapta geçtiği sıraya göre şerh etmiş ve 671 yılı Zilhicce ayında (Haziran 1273) tamamlamıştır. Şâfiî fakihi Hamza İbni Ahmed İbni Ali el-Hüseynî’nin (ö.874/1469) bu eser üzerinde el-Îzâh alâ tahrîri’t-Tenbîh adlı bir çalışması vardır. Abdülganî Dakr eseri tahkik ederek Tahrîru elfâzi’t-Tenbîh ev Lugatü’l-fıkh adıyla yayımlamıştır (Dımaşk 1408/1988).
     5. Muhtelif Konulara Dair Eserleri
     a) Mekâsıdü’l-İmâm en-Nevevî. Mekâsıdu’l-İmâm en-Nevevî fi’t-tevhîd ve’l-ibâdât ve usûli’t-tasavvuf ve Mekâsıdu’n-Neveviyyeti’s-seb`a adlarıyla da anılan eser akâid, ibadet ve tasavvuf ile ilgili küçük bir risâle olup Beyrut’ta (1280, 1324), Bağdat’ta (ts., Mektebetü’l-Müsennâ) ve Dârü’l-îmân’ın yayın komisyonu tarafından bazı not ve açıklamalarla Beyrut-Dımaşk’ta (1406/1985) yayımlanmıştır.
     b) Büstânü’l-ârifîn. Zühd, ihlâs, dünyanın değersizliği gibi konuları âyet, hadis, İslâm âlimlerinin sözleri, güzel hikâye ve şiirlerle ele alan küçük hacimli bir eserdir (Kahire 1348; nşr. Muhammed Haccâr, Beyrut 1412).
     c) et-Terhîs fi’l-ikrâmi bi’l-kıyâm li zevi’l-fazli ve’l-meziyyeti min ehli’l-İslâm `alâ ciheti’l-birri ve’t-tevkîr ve’l-ihtirâm lâ `alâ ciheti’r-riyâ ve’l-i`zâm. Riyâkârlık ve değerinden fazla büyütme düşüncesi olmadan sırf hürmet etmek maksadıyla faziletli ve değerli müslümanlar için ayağa kalkılabileceği konusunu işleyen bu eseri Nevevî 666 (1267) yılında tamamlamıştır. Ahmed Râtib Hammûş tarafından Dımaşk’ta (1402/1982), Keylânî Muhammed Halîfe tarafından da Beyrut’ta (1409/1988) yayımlanmıştır.
     d) Müntehabü (veya muhtasaru) Tabakâti’ş-Şâfi`iyye li’bni’s-Salâh. İbnü’s-Salâh’ın Tabakâtü’ş-Şâfi`iyye’sini, ona bazı şahıslar ilave etmek suretiyle ihtisar ettiği eser 180 kadar âlimin tercüme-i hâlini ihtiva etmektedir. Muhammed ve Ahmed adını taşıyanlar başa alınmış, öteki şahıslar alfabetik olarak sıralanmıştır. Eserin Muhyiddin Necîb tarafından neşre hazırlandığı söylenmektedir (Ayrıca bk. Müneccid, Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn, s. 114).
     e) Hizb. Hizbü’l-hıfz ve’l-evrâd ve Hizbü’l-İmâmi’n-Nevevî adlarıyla da anılan risale, akşam sabah okunmak üzere Nevevî tarafından tertip edilen bir duadan ibarettir. Bir kısmı hadislerde geçen bu dua talebeleri tarafından kaleme alınmış, âlimlerin büyük ilgi göstermesi sebebiyle geniş muhitlere yayılmış, İstanbul’da (1298, 1302, 1309), Bombay’da (1299) ve Bulak’ta (1303) basılmıştır.
     Hizb’i şerh eden Faslı muhaddis Ebû Abdullah Muhammed İbni Tayyib eş-Şerakî (ö.1175/1761), giriş mâhiyetinde yazdığı on küçük mukaddimede hizbin vird, devamlı okunan dualar ve zikirler anlamına geldiğini, hizblerin ne zaman başladığını, buna niçin ihtiyaç duyulduğunu, İbni Teymiye’nin hizbe karşı olduğunu, fakat âlimlerin hizb ve evrâd okumayı câiz gördüğünü, hizb ve evrâd okumanın şartlarını, her hizbin ayrı bir özelliği ve tesiri bulunduğunu açıklamış, daha sonra da bu hizbi şerh etmiştir. Eseri Bessâm Abdülvehhâb el-Câbî yayımlamıştır(Beyrut 1408/1988). Hizb’i daha başka âlimler de şerhetmişlerdir.
     Nevevî bunlardan başka tefsir, hadis, fıkıh, lugat ve Arap diliyle ilgili bazı konuları ele aldığı Tuhfetü tullâbi’l-fezâil, fetvâ usûlüne dair Edebü’l-müftî ve’l-müsteftî, Mesâilü (Muhtasaru) tahmîsi’l-ganâim, Muhtasaru âdâbi’l-istiskâ, Rü’ûsü’l-(rûhu’l-(?) (`uyûnü’l-(?)mesâil,ed-Dekâik, amelü’l-yevm ve’l-leyle, Risâle fî me`âni’l-esmâi’l-hüsnâ, Risâle fî ehâdîsi’l-hayâ adlı eserleri kaleme almış, Gazzâlî’nin el-Vasît adlı eserine iki cilt hacmindeki Nüket `ale’l-Vasît’i yazmış, İbnü’l-Esîr’in Üsdü’l-gâbe’sini, Râfi`î’nin et-Teznîb’ini, Beyhakî’ninMenâkıbü’ş-Şâfi`î’sini ihtisar etmiştir.
     Kâtip Çelebi onun Mir’âtü’z-zemân fî târîhi’l-a`yân adlı bir çalışması bulunduğunu, eserde dünyanın yaratılışından başlamak üzere önemli olayların muhtasar bir şekilde sıralandığını söylemekte (II, 1648), Selâhaddin Müneccid de bu bilgiyi tekrarlamaktadır (bk.Mu`cemü’l-müerrihîne’d-Dımaşkıyyîn s.114). Eserin günümüze geldiği bilinmediği için, Sıbt İbnü’l-Cevzî’nin (ö.654/1256) aynı adı taşıyan meşhur eseriyle karıştırılmış olabileceği hatıra gelmektedir.
     Nevevî’nin tahsil hayatından sonra kitap te’lifinin yanısıra bir taraftan talebe okuttuğu, öte yandan ibadet ve zikirden derin haz duyduğu dikkate alınırsa, 45 yıllık ömrünün 20 (İbni Attâr’a göre 16) yıllık bir diliminde bu kadar eseri vücuda getirmesi, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutfu ve sevdiği kulunun ömrünü bereketlendirmesiyle açıklanabilir.
     Nevevî ile iftihar eden ve onun şefaatını uman yakınları birgün kendisine:
     - Kıyamet günü Arasât meydanında bizi unutma, demişlerdi. Nevevî de:
     - Şayet o gün ayağım yer tutarsa, bütün tanıdıklarım benden önce girmeden vallâhi cennete girmem, diyerek onların gönlünü almıştı.
     Yüzyılları aşıp gelen ve şimdi geniş bir şekilde tanıtacağımız ünlü eseri Riyâzü’s-sâlihîn’in mütercim ve şarihleri sıfatıyla biz de tanıdıkları arasına girmeyi ümit ve niyâz ederiz.

31 Ocak 2013 Perşembe

İMAM NEVEVÎ, HAYATI ve ESERLERİ

NEVEVÎ VE RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN 
II
İMAM NEVEVÎ, HAYATI ve ESERLERİ


     A. Doğumu ve Çocukluğu
     Adı Ebû Zekeriyyâ Yahyâ İbni Şeref İbni Mürî en-Nevevî’dir. 631 yılı Muharrem ayının ortalarında (Ekim 1233) Suriye’nin güneyindeki Havran bölgesinde bulunan Nevâ köyünde doğdu. Köyüne nisbetle en-Nevevî veya en-Nevâvî, o bölgeye nisbetle el-Havrânî, dedelerinden Hizâm’a nisbetle de el-Hizâmî diye anıldı. Kendisinin Nevevî nisbesini kullandığı, yazılarında görülmektedir. Adı Yahyâ olanlar, baba oğul iki peygamberin hâtırasına hürmeten Ebû Zekeriyyâ diye künyelendikleri için, o da geleneğe uyarak, hiç evlenmediği halde, bu künyeyi aldı. İslâm dinine olan hizmetlerine bakarak kendisine, dini ihyâ eden kimse anlamında Muhyiddin lakabı verilmiştir. Övülmekten hoşlanmayan Nevevî, dinin her zaman canlı ve dipdiri olduğunu, kimsenin ihyâsına ihtiyacı bulunmadığını belirterek, kendini tezkiye anlamı taşıdığı için bu lakapla anılmaktan hoşlanmaz, hatta kendisine Muhyiddin diyenlere hakkını helâl etmeyeceğini söylerdi. Babası Şeref İbni Mürî, mütevâzi dükkânında çalışan, çevresinde dürüstlüğü ile tanınan zâhid ve müttaki bir kimseydi.
     Nevevî on yaşına basınca, babasının dükkânında çalışmaya başladı. Fakat o ticaretle uğraşmayı sevmediği gibi, arkadaşlarıyla oynamayı da arzu etmezdi. Erginlik çağına girerken hıfzettiği Kur’ân-ı Kerîm’i her fırsatta okumaktan büyük haz duyardı. Evliyâullahdan mübarek bir zât diye bilinen, daha sonraları Nevevî’nin mânevî mürşidi olan Yâsîn İbni Yûsuf el-Merâkeşî (veya Zerkeşî) o sıralarda Nevâ’ya geldi. Çocukların birlikte oynayalım diye zorlamasına rağmen onlardan kurtulup Kur’an okumaya çalışan Nevevî’yi pek sevdi. Nevevî’nin Kur’an hocasına giderek, bu çocuğun ileride önemli bir âlim ve büyük bir zâhid olacağını tahmin ettiğini, onunla özel surette meşgul olmasını istedi. Fakat Kur’an muallimi ona “Sen müneccim misin?” diye çıkışarak tavsiyesini dikkate almadı.

     B. Tahsili
     Nevevî babasına yardım ederek ve fırsat buldukça çevresindeki âlimlerden temel İslâmî bilgileri öğrenerek on sekiz yaşına kadar memleketinde kaldı. 649 (1251) yılında babası onu Dımaşk’a getirerek Revâhiyye medresesine yerleştirdi. Medresede talebeye günde sadece bir ekmek veriliyordu. Nevevî bu mütevâzi şartlar altında tanınmış âlimlerden okumaya başladı. Ebû İshâk eş-Şîrâzî’nin (ö. 476/1083) Şâfiî fıkhına dair iki mûteber eserinden (büyük boy 166 sayfa tutan) et-Tenbîh’i dört ayda, el-Mühezzeb’in ibâdât bölümünün dörtte birini de (bu kısım büyük boy 257 sayfa tutmaktadır) o yılın geri kalan sekiz ayı içinde ezberledi. Nevevî, aşağıda anlatılacağı üzere, daha sonraları bu iki eseri şerhetmiştir.
     İki yıl sonra babasıyla birlikte hacca gitti. Yolda hastalandı ve Mekke’ye varıncaya kadar sıtmadan kıvrandı. Fakat sesini çıkarıp da hâlinden şikâyet etmedi. Medîne-i Münevvere’de bir buçuk ay kalarak oradaki âlimlerin derslerine katıldı.
     Kendisinde ilme karşı öyle bir iştiyâk vardı ki, bizzat söylediğine göre, iki yıl boyunca yere uzanıp yatmadı. Uykusu gelince kitaplarına yaslanarak biraz uyuklardı. Onun ilme olan düşkünlüğü darb-ı mesel hâline geldi. Hocalarına gidip gelirken bile, okuduklarını tekrar ederdi. Yıllar sonra yazacağı eserlerde belirttiği gibi, ona göre “İlimle uğraşmak, Allah rızâsını kazanmak için tutulan en iyi yol ve en üstün ibadetti. İlim tahsili nâfile oruç, namaz ve zikirden daha faziletliydi.”
     Hergün on iki hocadan lugat, sarf, nahiv, fıkıh, hadis, kelâm gibi sâhalarda on iki çeşit ders alıyordu. Hadis ilmine dair okuduğu eserler, bu konuda bir fikir verebilir:
     Kütüb-i Sitte’yi hocalarına bizzat okuduktan başka, Mâlik’in Muvatta’ını, İmâm Şâfiî’nin, Ahmed İbni Hanbel’in, Osman İbni Saîd ed-Dârimî’nin, Ebû Avâne el-İsferâyînî ve Ebû Ya`lâ’nın Müsned’lerini, Dârekutnî ve Beyhakî’nin es-Sünen’lerini, Begavî’nin Şerhu’s-Sünne’si ile Humeydî’nin el-Cem beyne’s-Sahîhayn’ini ve Hatîb el-Bağdâdî’nin el-Câmi` li ahlâkı’r-râvî ve âdâbi’s-sâmi`ini de okudu. Devamlı çalışması sebebiyle, on yıl gibi bir zamanda parmakla gösterilen bir ilim adamı oldu. 660 yılından itibaren de eser vermeye başladı. Nevevî’nin ilk eserini 655 yılında yazdığı da söylenmektedir.

     C. Hocaları
     “Bir kimsenin hocaları, onun dinde babalarıdır. Allah ile irtibatını sağlayan vâsıtalardır” diyen Nevevî, en çok fıkıh ve hadis sahalarındaki âlimlerden faydalandı.
     Hadis ilmindeki hocaları, hadisle ilgili önemli bilgileri öğrendiği ve birçok hadis kitabını kendisinden dinlediği Ziyâ İbni Temmâm el-Hanefî, Sahîh-i Müslim’i okuduğu Ebû İshâk İbrâhim İbni Ömer el-Vâsıtî (ö. 662/1263-64), on yıl boyunca daha çok Buhârî ve Müslim hadislerinin şerhi konusunda faydalandığı ve o devirde bir benzerini görmediğini söylediği İbrâhim İbni Îsâ el-Murâdî el-Endelüsî (ö. 668/1269) ve en büyük hocası olduğu söylenen Ebü’l-Ferec Abdurrahman İbni Muhammed İbni Ahmed el-Makdisî (ö. 682/1283) gibi muhaddislerdir.
     Fıkıh ilmindeki hocaları arasında, kendisinden en çok faydalandığı ve ilk hocam dediği zühd ve takvâ sahibi mükemmel insan İshâk İbni Ahmed el-Mağribî (ö. 650/1252), o devirde Şâfiî fıkhını en iyi bilen Dımaşk müftüsü Ebû Muhammed Abdurrahman İbni Nûh İbni Muhammed el-Makdisî (ö. 654/1256), Şâfiî fıkhının en önde gelen âlimlerinden Ebü’l-Hasan Sellâr İbni Hasan el-İrbîlî (ö. 670/1271-72) ve fıkıh usûlü okuduğu kâdî Ebü’l-Feth Ömer İbni Bündâr et-Tiflîsî (ö. 672/1273-74) gibi fakihler vardır.
     Nahiv ilmi tahsil ettiği âlimler arasında, nahivcilerin imâmı İbni Mâlik et-Tâî’nin (ö. 672/1274) adı zikredilebilir.
     D. Talebeleri
     Nevevî’ye, pek çok âlim talebelik etmiştir. Bunların en meşhuru İbnü’l-Attâr Alâeddin Ebü’l-Hasan Ali İbni İbrâhim ed-Dımaşkî’dir. Bu âlim Nevevî’nin ömrünün son altı yılında ondan hiç ayrılmadığı, devamlı hizmetinde bulunduğu için kendisine “Muhtasaru’n-Nevevî” lakabı verilmiştir. İbnü’l-Attâr, aşağıda belirtileceği üzere, Nevevî’nin hayatını kaleme almış ve yazdığı tercüme-i hâli hocasına kontrol ve tashih ettirmiştir. Hadis usûlüne dair Garâmî sahîh adlı manzûmenin müellifi İbni Ferah el-İşbîlî (ö. 699/1300); el-Menhelü’r-revî adlı usûl-i hadis kitabının müellifi, Mısır ve Şam kadısı Bedreddin İbni Cemâ`a (ö. 733/1333), Şâfiî âlimlerinden kâdî Ziyâüddin Ali İbni Selîm el-Ezrü`î (ö. 731/1330-31), Tehzîbü’l-Kemâl müellifi Yûsuf İbni Abdurrahman el-Mizzî (ö. 742/1341), kâdılkudât Şemseddin İbnü’n-Nakîb Muhammed İbni İbrâhim (ö. 745/1345) ve muhaddis târihçi İbni Kesîr’in babası Ebû Hafs Ömer İbni Kesîr gibi önemli şahsiyetler ona talebelik etmiştir. Bunlardan başka bazı âlimler de Nevevî’den icâzet yoluyla rivayette bulunmuşlardır.
     E. İlmi
     Muhtelif devirlerde hadis ilmini yeniden canlandıran âlimler gelmiştir. Nevevî’nin yaşadığı yüzyılda İbnü’s-Salâh ile Nevevî, bir sonraki asırda Zehebî, müteâkip asırda İbni Hacer el-Askalânî gibi âlimler hadis ilmine büyük hizmet etmişlerdir. Zehebî’nin “hadis âlimlerinin efendisi” diye andığı Nevevî, bir hadis hâfızı, aynı zamanda hadis ilimlerinde tanınmış bir otoriteydi. Sahîh hadisleri olduğu kadar zayıf ve uydurma rivayetleri, râvilerin hâllerini bilirdi. Hadislerde geçen garîb kelimeleri anlamada ve hadislerden fıkhî hüküm elde etmede pek mâhirdi.
     Şâfiî fıkhında devrinin en büyük âlimi o idi. Bu mezhebin esaslarını, usûl ve fürûunu, bir meseleye dâir sahâbe ve tâbiîn âlimlerinin neler söylediklerini, hangi noktada birleşip hangi noktada birbirinden ayrıldıklarını ezbere bilirdi. Birgün İmâm Gazzâlî’nin el-Vasît’inden yapılan bir nakil hakkında kendisiyle münakaşa ettiler. Halbuki Nevevî münakaşa etmekten hiç hoşlanmadığı gibi, münakaşa edenleri de sevmezdi. Şöyle dedi: “Benimle el-Vasît hakkında münakaşa ediyorlar. Ben o eseri dört yüz defa okudum.”
     Tahsil için geldiği Dımaşk’ta kendisinden ilk faydalandığı hocası Şam müftüsü Firkâh ile aralarında daha sonraki yıllarda ganimetlerin taksimi konusunda görüş ayrılığı çıktı. Hocalarına aşırı derecede saygı duymakla beraber, onların Şâfiî mezhebine veya sünnetin açık hükmüne aykırı görüşleri karşısında hiç mütevâzi davranmayan Nevevî, devrin şartlarını dikkate alarak fetvâ veren hocasını tasvip etmedi; bu sebeple araları açıldı.
     Mezhepte imâmı olan eş-Şâfi`î’nin “Helâl ve haram bilgisinden sonra en değerli ilim tıb ilmidir” demesi sebebiyle olmalı ki, öğrencilik yıllarında bir ara tıp tahsil etmek istedi. Bu sebeple İbni Sînâ’nın el-Kânûn adlı eserini satın aldı. Fakat o günden itibaren pek bunalıp sıkılmaya başladı. Sonunda bu hâlin kendisine tıpla uğraşmaktan geldiğini anlayarak el-Kânûn’u sattı ve odasında tıpla ilgili ne varsa elinden çıkarmak suretiyle rahatladı.
     Nevevî muhtelif medreselerde hocalık yaptı. 665 (1267) yılında Ebû Şâme el-Makdisî’nin vefatıyla boşalan Suriye’nin en tanınmış öğretim müessesesi olan Eşrefiyye Dârülhadisi şeyhliğine getirildi. Vefâtına kadar on bir sene müddetle bu görevi devam ettirdi.

     F. Görünüşü ve Yaşayışı
     Nevevî orta boylu, kara yağız bir kimseydi. Bir kaç teli ağarmış sık ve siyah sakalı heybetli görünüşüne ayrı bir ağırlık verirdi. Ciddi yüzünde tebessüm az görülürdü. Kılığı kıyafeti devrinin âlimlerinin özel giyim kuşamına hiç benzemezdi. Sırtındaki kaba dokunmuş pamuk elbise ve başındaki küçük sarığıyla onu gören, Dımaşk’ı gezmeye gelmiş Nevâlı bir köylü zannederdi.
     Ömrünü ilme nikâhlayan Nevevî hiç evlenmedi. Belki evliliğin kendisini meşgul edeceği, belki de kendisine muhtelif sorumluluklar yükleyeceği kanaatıyla evlenmeyi hiç düşünmedi.
     Âhirete duyduğu özlem sebebiyle dünya zevklerine, yiyip içmeye, giyinip kuşanmaya, kısaca söylemek gerekirse rahat yaşamaya değer vermezdi. Günde bir defa geceleyin, sadece bir çeşit yemek yerdi. Sofrasında iki çeşit yiyecek nâdiren bulunurdu. Eti, köyüne gideceği zamanlar yerdi. Sadece seher vakti su içerdi. Karla soğutulmuş suyu içmez; rutubeti uyku getirir diye salatalık bile yemezdi. Kebap ve tatlıya zâlimlerin yiyeceği diye iltifat etmezdi. Talebeliğinden itibaren kazandığı az uyuma alışkanlığını, fânî ömrü, yeterince değerlendirebilmek için hayatı boyunca uyguladı.
     Onun hayatını yazanların hemen hepsinin belirttiğine göre, Dımaşk’ta yetişen meyvaları yemezdi. Bunun sebebini soran talebesi İbnü’l-Attâr’a, Dımaşk’ta pek çok vakıf arazi bulunduğunu, bunların titizlikle idare edilmediğini, ortaklığın meşrû bir şekilde yapılmadığını, dolayısıyla bu meyvalara haram karıştığını söyledi. Babasının getirdiği yiyeceklerle geçimini sağlar, sadece onun getirdiği incirleri yerdi. Bütün bu hâller onun iradesinin ne kadar güçlü olduğunu göstermektedir.
     En büyük ibadetin samimi bir niyetle helâl ve haramları öğrenmek olduğunu söyleyen Nevevî, hayatı boyunca kimseden bir kuruş almadı. Görev yaptığı medreselerden kendisine verilen aylıkla kitap alır, sonra da bunları o medreseye vakfederdi. Eşrefiyye dârülhadisinden hiç maaş almadı. Onun bu hâli, hak mefhumuna ne büyük önem verdiğini göstermektedir. Nevevî’yi yakından tanıyan bazı âlimler onun bir sahâbî gibi, bazıları ise bir tâbiî gibi yaşadığını söylemişlerdir.
     İlimle bu kadar çok meşgul olmasına rağmen ibadete, Kur’an okumaya ve Allah Teâlâ’yı zikretmeye geniş zaman ayırırdı. Bir gece sabaha doğru Dımaşk Câmii’nde bir direğe yönelmiş karanlıkta namaz kılıyordu. Allah Teâlâ’nın, zâlimler ile onların arkadaşı olan günahkârları cehenneme götürmeleri için meleklere verdiği “Onları tutuklayın; çünkü onlar sorguya çekileceklerdir” [Sâffât sûresi (37), 24] emrini, hesâba çekilen kendisiymiş gibi derin bir hüzün ve huşû içinde dakikalarca tekrarlayıp durmuştu.
     Nevevî’yi yakından tanıyan bazı âlimler onun kerâmetlerinden sözederler.
     G. Yöneticileri Uyarması
     Nevevî, emir bi’l-ma`rûf nehiy ani’l-münker görevini yerine getirme konusunda benzeri pek az bulunan bir insandı. Haksızlığa boyun eğmez, doğru bildiğini söylemekten, yöneticileri sözlü veya yazılı olarak uyarmaktan çekinmezdi.
     I. Baybars diye bilinen, Mısır ve Suriye’de Memlûk Devleti’ni kurarak on yedi yıl saltanat süren el-Melikü’z-Zâhir Rüknüddin el-Bundukdârî’ye Nevevî’nin muhtelif mektuplar yazdığı, hatta bu mektupların bir kısmını ileri gelen âlimlere de imzalatarak müşterek bir dilekçe halinde sunduğu ve kıtlık sebebiyle maddî sıkıntı içinde bulunan Dımaşk halkına kolaylık göstermesini, ağır vergilerle onları zor durumda bırakmamasını istediği bilinmektedir. Dileği yerine getirilmediği veya isteklerinin aksi yapıldığı zaman bu mektupların sertlik dozunun daha da arttığı, hiçbir tehdidin ve hatta ölümün kendisini yıldırmayacağını sultana hatırlattığı görülmektedir. Fakat bu mektuplarında sultana karşı hiçbir zaman saygısızlık göstermemiştir. Onun dindar bir kimse olduğunu bildiği için, âyet ve hadislerden pek çok örnekler vererek kendisini iknâ etmeye çalışmıştır.
     Nevevî’nin asıl hedefi sultanın halka iyi davranmasını temin etmek olduğu için yumuşak ve yapıcı bir üslûp kullanmayı tercih etti. Bu mektuplarında Allah Teâlâ’nın sultana kısa zamanda büyük zaferler, geniş topraklar nasip ettiğini, din düşmanlarını bozguna uğrattığını söyledikten sonra, Cenâb-ı Hakk’ın kendisini dinine hizmet etmesi, müslümanların haklarını gözetmesi, halka şefkat göstermesi, onların zayıflarına sahip çıkması ve tebaasını her türlü zarardan koruması için bu makama getirdiğini, bunları yapmayıp halkın hakkını çiğnediği takdirde Allah’ın huzurunda zor durumda kalacağını hatırlattı. Halkın toprağını elinden almanın dinen câiz olmadığını, bu uygulamayla yetim, dul, yoksul bir çok zavallıya büyük zararlar vereceğini, o güne kadar dinin emirlerinden ayrılmayan sultanın, kendi halkının malını zorla ellerinden almasının doğru olmayacağını belirtti.
     Nevevî’nin sultanı bu tarzda uyarması bazı kimseleri telaşa düşürdü. Ona, bu tavrını bırakmadığı takdirde hizmetlerinin engellenebileceğini söylediler. Sultana karşı direnmekten vazgeçmesini istediler. Hiçbir mevkide gözü olmayan Nevevî, bu kimselere de zehir zemberek denen cinsten mektuplar yazarak uyardı, onları dinin buyruklarına uygun yaşamaya dâvet etti.
     Haçlılara karşı verdiği savaşlarla ünlü melik Baybars, aslında samimi bir müslümandı. Bu Kıpçak asıllı Türk sultanı, Moğolların Suriye’ye saldırdığı sıralarda halkın münbit topraklarını, bahçelerini hazineye katmak istemiş, bunun için de Suriyeli âlimlerin fetvasına başvurmuştu. Bazı âlimler korktukları için, bazıları dünyalık elde etmek için sultanın istediği fetvâyı vermişti. Baybars Nevevî’den de fetva istemiş, fakat bu uygulamanın haksızlık olduğuna inanan Nevevî fetvâ vermeye yanaşmamıştı.
     Anlatıldığına göre Sultan’ın bu konudaki ısrarları üzerine Nevevî ona şunları söylemişti:
     — İyi biliyorum ki, sen bir zamanlar Emîr Bunduktâr’ın kölesiydin. Hiçbir şeyin yokken Allah lutfedip seni melik yaptı. Duyduğuma göre sarayında, eğerlerinin kayışları altından mâmul bin kölen, çeşit çeşit zinet eşyalarına sahip iki yüz câriyen varmış. Bütün bunları onlardan alıp savaş hazırlığı için kullandığın hâlde devlet hazinesi yetersiz kalırsa, halkın malına el koyman için o zaman sana fetvâ veririm. Daha sonra Suriye’lilere yüklenen savaş vergilerinin ağırlığından söz ederek bu vergilerin kaldırılmasını, müderrislerin maaşlarının azaltılmamasını istedi.
     Nevevî’nin bu pervâsız sözlerine ve istediği fetvâyı vermemesine çok kızan melik:
      Şehrimden çık git! dedi. Nevevî:
      Baş üstüne! diyerek Dımaşk’ı terk etti ve Nevâ’ya gitti.
     Nevevî huzurundan çıkınca sultan Baybars onun vazifesine son verilmesini ve maaşının kesilmesini emretti. Adamları ona Nevevî’nin bir vazifesi bulunmadığını, dolayısıyla maaş da almadığını, söylediler. Bunun üzerine Baybars:
      Öyleyse ne ile geçiniyor? diye sordu.
      Babasının gönderdikleriyle, dediler.
     Söylendiğine göre melike Nevevî’yi niçin öldürtmediğini sorduklarında:
      Bunu istemedim değil. Fakat onu öldürtmeyi her arzu ettiğimde, ikimizin arasında ağzını kocaman açmış bir arslan buna engel oldu. Öldürülmesini emretseydim beni parçalayacaktı, dedi. Nevevî ile birkaç defa görüşen el-Melikü’z-zâhir, ondan çekindiğini yakınlarına itiraf etmiştir. Nevevî 665 (1266-67) yılında, 34 yaşında Eşrefiyye dârülhadisi şeyhi olduğuna göre, bu hâdisenin daha önce meydana geldiği anlaşılmaktadır.
     Nevevî’nin melik Baybars’a karşı gösterdiği bu yiğit tavrından sonra ünü yayıldı. Eserlerine büyük rağbet gösterildi.
     H. Vefatı.
     Talebesi İbnü’l-Attâr’ın söylediğine göre, vefatından iki ay kadar önce ziyaretine gelen bir fakir, köylülerden birinin hediye ettiği ibriği Nevevî’ye teslim etti. Hayatı boyunca hiç kimseden bir şey kabul etmeyen Nevevî, ibriğin bir sefer âleti olduğunu söyleyerek aldı.
     Vefât edeceğini sezmiş olmalı ki, kendisine sefer izni çıktığını söyleyerek hocalarının kabirlerini, şehirdeki tanıdıklarını ziyaret etti ve kitaplarını medreseye vakfetti.
     Daha sonra Kudüs’e gitti. Ziyâretini tamamlayıp Nevâ’ya döndü. Birkaç gün sonra babasının evinde hastalanarak 676 yılının 24 Receb (22 Aralık 1277) çarşamba günü seher vakti Mevlâ’sına kavuştu.
     Cenâb-ı Hak şefaatına nâil eylesin.

30 Ocak 2013 Çarşamba

Şehid, Düşerken Toprağa!.. / AbdulKadir Seven

Şehid, Düşerken Toprağa!..
     Dün gelen mailleri açarken dostumun gönderdiği mail, bizi ciddi şekilde sarstı desek yeridir. Genelde resim çekmek ve çekilmekle pek aramız yoktur. Fakat dostlar öyle bir resim çekmiş ki işte o resim her şeyin ifadesiydi. Bizi biz yapan ve bizlerden bir kareydi.
     Yıllardır hasretiyle yandığımız, şehadet marşlarına kazdığımız dizeler, gerçek sahiplerini bulunca bizi ne zaman bulacak, ne zaman biz de şahidleri olacağız; "o ölümsüzlük diyarı"nın diye dertlenir, hüzünlenirdik.
     Şimdi / işte şimdi...
     Ya şimdi! Bizi bulacak birazdan dediğimiz, ama bir türlü bulmayan o nişanlı mermiler! Zaman ve mekânı belli olmayan, aynı sevdaya gönül vermiş, bu kavganın deli çocuklarıyla sevdalanır, gecelerimize kurşun dökerdik.
     Takdiri ilahi...
     Gemi ehli yol alınca, bizler; "eyvah, kaçtı avuçlarımızdan, avuçlarımızı ovarken sıyrıldı sevdanın yiğidleri." Haberler geldi o diyarın sakinlerinden. Coğrafyamın dört bir yanına şehidler getirildi.
     Fatih camii oldukça kalabalık ve birer birer şehidler anılarak namazlar kılındı. Dokuz can ve dokuz fidan. Şehidlerin namazları kılındıktan sonra memleketlerine götürülürken ŞEHİD Necdet Yıldırım bizlere kaldı. Onbinlerce yürek Necdet’i cenaze aracına koymazken, omuzlarda taşıdık aziz yiğidimizi. Rabbimin lutfu şehidimiz o kadar aziz insanın arasında bizlerin omzuna düştü. Helallik aldık ve şehidimizle konuştuk omuzda taşırken.
     Beyazıd camii ve onbinler tek yürek aynı safta. Ne meşrep, ne mezhep nede hizb. Bir şehidin ardında şehadete namzet yiğitler.
     Ah keşke!
     Ah keşke!
     O gemide bende olsaydım. Dercesine suratlar önde. Tekbir ve marşlarla uğurlarken şehidimizi; Rabbime hamd olsun Cevdet Kılıçlar kardeşimiz omuzlarımıza düştü Şehidimizle adeta konuşurcasına halleştik. Bekle geliyoruz ey can! Prangalardan sıyrılıp geleceğiz inşALLAH!

     Şehid Bahaddin Yıldız ağabeyimizi Fatih Camii'nden şehidlik kabristanına taşırken omuzlarımızda taşıyamadık. Kabristanda yüzlerce insan, iki yiğidi uğurlarken bizde herhangi bir kabrin başında şehidimize doğru gözlerimiz hüzünle bakıyorduk. Rabbim lutfetti şehidimize açılan yer hazırlanırken baş kısmı önümüze geldi. Yüzlerce kardeşimizin arasında sanki bir el ısrarla şehidimizi yanı başımıza koydu. Şehid öğretmenimizle kısık bir edayla...
     Ey yaşayan şehid!
     Ey bu diyarın bağrından yetişmiş yiğit ağabey!
     Rabbine dua eyle biz yaşayan ölüler için. Dua eyle ki, bizleri de katına alsın.
     "Rabbim! Ne olur yegane İlahım! Şehidimizin şefaatine nail eyle bizleri. Bizlere de şahadet şerbeti ihsan eyle".
     Bu duaları ederken o kadar düşündük ki; acaba bizi bulur mu? Bulur mu? Kutlu şehadet. Rabbim şahiddir ki hiçbir karede bulunmak bizlere bu kadar lezzet vermedi. Ne kardeşlerimizle, ne de çocuklarımız ve ehlimizle. Yaşadığımız bunca güzelliği kardeşlerimizle paylaşmak istedik.
     Kim bilir sıra kimde?

     Selam ve dua ile...
AbdulKadir Seven

BİLİŞİM UZMAN YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI İLANI (20 Personel Alınacak)


BİLİŞİM UZMAN YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI İLANI
     1. Genel Bilgiler
     Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu merkez ve taşra teşkilatına yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamada yapılacak giriş sınavı ile Bilişim Uzman Yardımcısı alınacaktır.
Genel İdare Hizmetleri sınıfı 8 inci ve 9 uncu dereceli kadrolar için toplam 20 (yirmi) adet kadroya atanacak Bilişim Uzman Yardımcılarının alan/bölüm ve kontenjanları aşağıda gösterilmiştir:
ALANADET
Elektronik, Elektrik-Elektronik, Elektronik ve Haberleşme, Bilgisayar ve Telekominikasyon Mühendisliği15
Hukuk5

     2. Sınava Katılma Şartları
     Yapılacak olan giriş sınavına katılabilmek için;
a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde yer alan genel şartları taşımak,
b) En az dört yıllık lisans öğrenimi veren, mühendislik alanında elektronik, elektrik-elektronikelektronik ve haberleşme, bilgisayar ve telekomünikasyon mühendisliği bölümlerinden; sosyal bilimler alanında Hukuk Fakültesinden ya da bunlara denkliği Yüksek Öğretim Kurulunca kabul edilmiş yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olmak,
c) Yazılı sınavın yapıldığı tarihte 35 yaşını doldurmamış olmak (29/09/1977 ve sonraki tarihlerde doğanlar),
ç) 9-10 Temmuz 2011 veya 7-8 Temmuz 2012 tarihlerinde A Grubu kadrolar için yapılan Kamu Personel Seçme Sınavında ilgili puan türünde en az 70 puan almış olmak kaydıyla, başvuruda bulunanlar arasında yapılacak sıralamada;
· Elektronik, elektrik-elektronik, elektronik ve haberleşme, bilgisayar ve telekomünikasyon mühendisliği bölümü mezunları için KPSSP-2 puan türünden ilk 300,
· Hukuk Fakültesi mezunları için KPSSP-79 puan türünden ilk 100
aday arasına girmiş olmak,
d) İngilizce, Fransızca veya Almanca dillerinden KPSS yabancı dil testinde soruların en az yüzde 70’ine doğru cevap vermiş olmak veya Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından en az 70 puan ya da dil yeterliği bakımından denkliği kabul edilen ve uluslararası geçerliliği bulunan başka bir sınavdan eşdeğer puan almış olmak
gerekmektedir.
     Alanlar itibariyle son sıradaki adayla aynı puana sahip olan adaylar da giriş sınavına girmeye hak kazanır.

     3. Sınava Başvuru ve Başvuru Belgeleri
     Giriş sınavına katılmak isteyen adayların öncelikle Kurumun internet sitesinde (www.btk.gov.tr) yer alan başvuru formunu doldurarak, elektronik ortamda göndermeleri gerekmektedir. Adayların, müteakiben;
a) Yüksek öğrenim diploması veya mezuniyet belgesinin aslı veya kurumca onaylı örneği,
b) T.C. kimlik numarası beyanı,
c) Üç adet vesikalık fotoğraf (4,5x 6 cm.),
ç) KPSS sonuç belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı,
d) KPDS dil puanını beyan edecekler için sonuç belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı
ile başvurularını 03-07/09/2012 tarihleri arasında Kurumun merkez teşkilatının bulunduğu Yeşilırmak Sokak No.16 Demirtepe/ANKARA adresine şahsen ya da posta ile yapmaları gerekir. Posta ile yapılan başvurularda, istenilen belgelerin Kuruma en geç son başvuru tarihi mesai saati bitimine kadar ulaşması şarttır; postadaki gecikmeler dikkate alınmaz.
Yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından mezun olan adayların, diploma denkliğinin Yükseköğretim Kurulunca kabul edildiğini gösterir belgenin aslını veya kurumca onaylı örneğini de başvuru belgelerine eklemeleri gerekir.
     Adaylardan istenen belgelerin asılları ibraz edilmek kaydıyla, fotokopileri başvuru esnasında tasdik edilir.
     Posta ile başvuru yapacak adaylar belgelerin noter onaylı suretlerini gönderebilirler ya da asıllarını da göndermeleri durumunda fotokopileri Kurum tarafından tasdik olunur. Belgelerin asılları, talep etmeleri halinde adaylara iade edilir.

     4. Sınav ve Değerlendirme
     Giriş sınavına katılmaya hak kazanan adaylar önce yazılı sınava alınacaktır. Yazılı sınav, 29/09/2012 tarihinde saat 14:00’da Ankara’da (Atatürk Lisesi, Sıhhiye, Çankaya) yapılacaktır.
     Yazılı sınava katılan adaylar arasında en yüksek puandan başlamak üzere öğrenim alanları itibariyle yapılacak sıralamada atama yapılacak boş kadro sayısının 4 katı aday başarılı kabul edilerek sözlü sınava girmeye hak kazanacaktır. Alanlar itibariyle son sıradaki adaylarla aynı puana sahip olan adaylar da sözlü sınava kabul edilecektir.
     Sözlü sınava girmeye hak kazananların aşağıdaki belgeleri en geç sözlü sınav tarihinden 3 (üç) gün önce Kuruma teslim etmeleri gerekmektedir:
a) Adayın özgeçmişi,
b) Erkek adaylardan, askerlikle ilişkisinin bulunmadığına dair yazılı beyan,
c) Sabıka kaydının bulunmadığına dair yazılı beyan,
ç) Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek bir durumu bulunmadığına dair yazılı beyan.
     İstenen belgeleri bildirilen süre içinde teslim etmeyen adaylar sözlü sınava girme hakkını kaybederler.
     Adayların yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı olabilmeleri için en az 70 puan almaları şarttır.
Yazılı ve sözlü sınavlarda başarılı olanların yazılı ve sözlü notlarının aritmetik ortalaması alınarak adayların giriş sınavı puanı ve öğrenim alanları itibarıyla başarı sırası belirlenir. Duyuruda yer alan boş kadro sayısı kadar aday başarılı olmuş kabul edilecektir. Giriş sınavında başarılı olmak kaydıyla öğrenim alanları itibarıyla boş kadro sayısının en fazla yarısı kadar da yedek aday belirlenir.
     Yazılı ve sözlü sınava girmeye hak kazananlar ile sınavlarda başarılı olanlar Kurumun resmi internet sitesinde ilan edilir; ilgililere ayrıca elektronik posta veya kısa mesaj yolu ile bildirimde bulunulur; ilgililere bunun dışında bir tebligat yapılmaz.

     5. Sınav Konuları
     Bilişim Uzman Yardımcılığı yazılı sınav konuları;
· Elektronik, elektrik-elektronik, elektronik ve haberleşme, bilgisayar ve telekomünikasyon mühendisliği bölümü mezunları için; Bilgisayar Programlama, Veri Tabanı Yönetimi, Bilgisayar Ağları, Veri Yapıları ve Algoritmalar, İnternet ve Bilgi Güvenliği, İşletim Sistemleri, Yazılım Mühendisliği, Matematik ve Mühendislik Uygulamaları, Sayısal Mantık Tasarımı, Bilgisayar Mimarisi, Sinyaller ve Sistemler, Haberleşme ve Mikro İşlemciler konularından,
· Hukuk Fakültesi mezunları için; Anayasa Hukuku ve T.C. Anayasası, İdare Hukuku, Borçlar Hukuku (Genel Esaslar), Medeni Hukuk (Başlangıç Hükümleri, Şahsın Hukuku), Ticaret Hukuku (Ticari İşletme, Şirketler Hukuku ve Kıymetli Evrak Hukuku), Ceza Hukuku, Uluslararası Hukuk ve Elektronik Haberleşme Hukuku konularından
oluşacaktır.

     6. Diğer Hususlar
     Sınava katılma şartlarını taşımadığı daha sonra tespit edilenler sınava alınmazlar. Bunlardan sınava girmiş olanların sınavları geçersiz sayılır, atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir.
     İstenen belgelerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavları geçersiz sayılır, atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir. Bunlar hiçbir hak talep edemezler ve haklarında Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur. Bu şekilde Kurumu yanıltanlar kamu görevlisi ise durumları çalıştıkları Kurumlara da bildirilir.
     Adayların sınavda yanlarında nüfus cüzdanı, sürücü belgesi ya da pasaport bulundurması gerekmektedir. Yanında bunlardan herhangi biri bulunmayanlar sınava alınmazlar. Adayların yazılı sınavda yanlarında yumuşak uçlu kurşun kalem ve silgi bulundurmaları da gerekmektedir.
     Sınav sürecine ilişkin gerekli bilgilendirmeler ve ilanlar Kurumun resmi internet sitesi üzerinden (www.btk.gov.tr) yapılacaktır. Adayların sınava ilişkin gelişmeleri Kurumun resmi internet sitesinden takip etmeleri gerekmektedir.

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...