3 Mayıs 2013 Cuma

CENNET ~*~ Cennet'teki Doğal Güzellikler ~*~ Sonsuz Lezzet

CENNET

     Cennet'teki Doğal Güzellikler
     Takva sahiplerine vaat edilen cennet; onun altından ırmaklar akar, yemişleri ve gölgelikleri süreklidir. Bu korkup-sakınanların (mutlu) sonudur, inkar edenlerin sonu ise ateştir. (Rad Suresi, 35)
     Konuya başlamadan önce hemen belirtilmesi gereken çok önemli bir nokta vardır. İnsanlar arasında yaygın bir batıl inanış olan, "Cennetin sadece doğal güzelliklerden, yeşilliklerden ve akarsulardan ibaret olduğu" fikri, Kurani değildir. Elbette ki doğal güzellikler ve yeşillikler cennetin mükemmel atmosferini tamamlayan, çok güzel ve estetik bir fon teşkil eder. Köşklerin ve gölgeliklerin bahçelerin içinde, pınarların yanıbaşında kurulmuş olmasının hikmeti de budur. Ancak, yalnız başına "yeşillik" cennetin tamamını tarif etmek için yeterli olamaz.
     Cennet; "...ne (yakıcı) bir güneş, ve ne de dondurucu bir soğuk..." (İnsan Suresi, 13) şeklinde tarif edilen, insana hiçbir rahatsızlık vermeyen, hoş bir iklime sahiptir. İnsanı bunaltan, terleten sıcaklar ya da titreten, donduran soğuklar orada yoktur. Allah müminleri cennette "...ne sıcak-ne soğuk, tam kararında bir gölgeliğe..." sokacaktır. (Nisa Suresi, 57) "Tam kararında" ifadesi, bu ayette iklimin tam insanın isteyeceği ve rahat edeceği gibi olduğunu bildirmekle beraber, aslında cennetteki bütün ortam ve şartların, insan ruhunun gerçek anlamda doyum sağlayacağı, rahat edeceği biçimde hazırlandığına işaret etmektedir. Cennetteki herşey ve her durum müminin "tam istediği" gibi olacaktır. Zaten başka türlü olması, bir kusur, eksiklik ve mahrumiyet anlamına gelir ki, cennette bu tür kavramlara yer yoktur.
     Allah'ın cennet ayetlerinde en çok bahsettiği doğal güzelliklerden biri de, "Durmaksızın akan su(lar)"dır. (Vakıa Suresi, 31) Dünya hayatından da gözlemlediğimiz gibi insan ruhu sudan, özellikle de akan sulardan büyük zevk alır. Bir göl, bir akarsu veya bir şelale, ormanın içinden akan bir ırmak insanın ruhuna hitap etmektedir. Sarayların, konakların, malikanelerin ya da villaların bahçelerine yapılan göletler, havuzlar ve fıskiyelerin, yapay veya doğal akarsuların amacı hep ruhtaki bu estetik özlemin tatminidir.
     Bu estetik görüntülerin hoşa gitmesinin başlıca sebebi insan ruhunun cennete göre yaratılmış olmasıdır. Bir diğer ayette de bu güzellik şöyle ifade edilmiştir: "İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır." (Rahman Suresi, 66)
     Akan suyun görüntüsü, çıkardığı ses insanın kalbine huzur ve ferahlık verir. Yükseklerden dökülen suların görüntüsü ve gür sesi ruhtaki heybet ve ihtişam hislerini canlandırır. İnsanın Rabbine şükretmesine ve O'nun adını yüceltmesine vesile olur. Özellikle tepelerden, ağaçların ve yeşilliklerin arasından akıyorsa, ya da kayaların üzerinden süzülüyorsa oldukça etkileyici bir görünüm ortaya çıkar. Ya döküldüğü yerde birikir ya da kat kat havuzlar oluşturarak birinden diğerine akıp gider. Sürekli akan bir su, sonsuzluk ve tükenmeyen bir bolluk göstergesidir.
     "Gerçekten takva sahibi olanlar, cennetlerde ve pınar başlarındadır" (Hicr Suresi, 45) ayetinden de anladığımız gibi, müminler cennette bu tür yerlerde yaşarlar ve bundan zevk alırlar. Benzer başka bir ayette de "Şüphesiz muttaki olanlar, gölgeliklerde ve pınar başlarındadır" (Mürselat Suresi, 41) şeklinde bildirilmektedir. Bahsedilen gölgelik, (Allah en iyisini bilir) oturmak ve güzellikleri seyretmek amacıyla özel olarak oluşturulmuş bir mekandır. Cennet köşkleri gibi gölgelikler de yükseklerde kurulmuşlardır. Böylece yükseklerden bakılarak daha aşağılardaki güzellikler seyredilir, birçok detay aynı anda görüş sahasında bulunur. Gölgelikler, özel olarak müminlere zevk alacakları bir ortam hazırlamak için yapılmış, her çeşit yiyecek ve meyvenin yeneceği, cennete has içkilerin içileceği, müminlerin biraraya gelerek sohbet edecekleri ve birlikte eğlenecekleri mekanlardır. Bu gölgeliklerin pınar başlarına, insan ruhunun çok hoşlandığı yerlere kurulmuş olması da buraların çekiciliğini artırmaktadır. Bu pınarlardan; tertemiz, tadı güzel ve içenlere lezzet veren sular fışkırır.

     Cennete has bir başka doğal güzellik ise ayette sözü geçen bahçelerdir. Şura Suresi'nin 22. ayetinde bahsedilen "cennet bahçeleri" sadece müminler için hazırlanmıştır. Bahçelerin özelliği, birçok doğal güzelliği uyum içinde barındırıyor olmasıdır. Bu bahçelerde dünyanın çeşitli bölgelerinde yetişen en narin ve en güzel kokulu bitkilerin benzerleri ve bunlar gibi sonsuz çeşidi yetişmekte, insanın bildiği ve de bilmediği birçok hayvan bir arada yaşamaktadır.
     Bahçeler, değişik boylarda ağaçlar, "alabildiğine yemyeşil" (Rahman Suresi, 64) alanlar, bitkiler ve çiçekler, bazı yerlerde havuzlar ve fıskıyelerle süslenmiştir. Civarda görülen ağaçların bir kısmı da meyve ağaçlarıdır ve cennetin bolluğunu simgelercesine "yüklü dalları bükülmüştür" (Vakıa Suresi, 28), "üst üste dizilmiş meyveleri sarkmıştır" (Vakıa Suresi, 29). Yeşillikler, deniz ya da göl kıyısına kadar kesintisiz devam eder. Bazı ağaçlar suların ulaştığı yerlerden bile çıkabilir.

     Tüm bu saydıklarımız, cennete has özelliklerin ayetler ışığında tefekkür edebildiğimiz en genel bölümüdür. Bir kısmı dünyadakileri andıran, bir kısmı ise daha önce hiçbir nefsin görüp bilmediği, "çeşit çeşit inceliklere ve güzelliklere sahip" (Rahman Suresi, 48) olan cennetin nimet ve güzellikleri, tahayyül ve ifade sınırlarımızın çok ötesindedir. Bilinmelidir ki, bizim hayal gücümüzün ötesinde ve Allah'ın sonsuz ilmiyle hazırlanmış birçok güzellik ve sürpriz de cennette müminleri beklemektedir. Özellikle "...Rableri katında her diledikleri onlarındır. İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur..." (Şura Suresi, 22) ayetinin bildirdiği gibi, tüm doğal güzellikler de dahil cennetteki herşey müminin kendi zevkiyle dilemesi neticesinde gerçekleşmektedir. Yani Kuran'da bildirilmiş güzelliklerin ötesinde, kişinin hayalgücü, Allah'ın izni ve lütfu sayesinde ortam şekillendirilecektir.

     Sonsuz Lezzet
     Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere, afiyetle yiyin ve için. (Mürselat Suresi, 43) Ayetlerde cennet ehlinin en güzel yemeklerle ve çeşitli içeceklerle nimetlendirildikleri bildirilmektedir. Burada beslenme gibi bir ihtiyaç olmayacağına göre, bu ayetler bize yemenin-içmenin ancak zevk almak için yaratıldığını göstermektedir.
     Dünyada iman edip salih amellerde bulunan ve çaba harcamaları Allah tarafından şükre değer bulunan müminler için cennette hazırlanan yiyecekler, dünyadakilere çok benzemektedir. Cennet ehli bu benzerliği şu şekilde ifade eder: (Ey Muhammed) iman edip salih amellerde bulunanları müjdele. Gerçekten onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır. Kendilerine rızık olarak bu ürünlerden her yedirildiğinde: "Bu daha önce de rızıklandığımızdır" derler. Bu, onlara, (dünyadakine) benzer olarak sunulmuştur. Orada, onlar için tertemiz eşler vardır ve onlar orada süresiz kalacaklardır. (Bakara Suresi, 25)
     Gerçekten de dünyada insanın nefsinin çektiği, hem görüntü hem de tat olarak zevk veren yüzlerce çeşit yemek vardır. Bu yemeklerin benzerlerinin cennette de müminlere hoşnutluk vermek üzere var edilmeleri şüphesiz Allah için çok kolaydır. Ancak bunlar dünyadaki gibi insanda fiziksel sıkıntılar (şişmanlık, kolesterol, aşırı doyma hissi, vs.) yaratmazlar. Allah cennet ehline "yaptıklarınıza karşılık olmak üzere afiyetle yiyin ve için" (Mürselat Suresi, 43) şeklinde seslenmektedir. Bu, Allah tarafından bir ödüllendirmedir. Allah yemek yemeyi, içmeyi cennet ehline hesapsız bir rızık olarak çok zevk alınan, haz duyulan bir ödül haline getirmiştir.
     Cennete kavuşabilmek için oldukça zorlu bir imtihan dünyasını geçmek gerekmektedir. İman edenler de dünyadaki hayatları boyunca Rablerinin rızasını kazanmak için ciddi bir çaba ve üstün bir gayret göstermiş, gönülden O'na yönelip, sürekli şükredip, dua ve tevbe etmişlerdir. Rableri de bu çabalarına karşılık olarak onlara cennet nimetlerini "Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere" diyerek sunmaktadır. (Mürselat Suresi, 43)
     Kuran'ın bizlere bildirdiği cennet rızıklarının başında etler gelir. Allah cennetteki müminlere "...istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol" (Tur Suresi, 22) verdiğini, "canlarının çektiği kuş eti"nden (Vakıa Suresi, 21) de orada onlara sunulacağını bildirmektedir. Üstelik orada, müminlerin rızıklarının "...bitip tükenmesi de yok"tur. (Sad Suresi, 54) Çünkü müminler, "...içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler." (Mümin Suresi, 40) İstenilen yemek, istenildiği kadar yenebilir, bu yemek ne tükenir, ne de insan doyarak ya da rahatsız olarak durmak zorunda kalır.
     Cennette varolan rızıklardan, Kuran'da belki de en çok söz edileni, meyvelerdir. İstek duyulup arzulanan her türden meyve, orada müminlere ikram edilmektedir. Üstelik bu meyvelerin "gölgeleri onlara pek yakın ve devşirilmeleri kolaylaştırıldıkça kolaylaştırılmıştır." (İnsan Suresi, 14) Ayetten anlaşıldığı kadarıyla, cennet meyveleri doğal ortamlarında, ağaçlarda bulunuyor ve müminler de bunları oradan kolayca alarak, yiyebiliyorlar. Nitekim Vakıa Suresi'nin 28. ve 29. Ayetlerinde "yüklü dalları bükülmüş kiraz (ağaçları), üstüste dizili meyveleri sarkmış muz ağaçları" ifadeleri kullanılarak, meyvelerin ulaşılmasının kolaylığı, cennetin bereketine ve bolluğuna bağlanmıştır. Meyveler öylesine bol ve bereketlidirler ki, ağaçların dalları onları taşıyamamaktadır. Bükülmüş ve aşağı sarkmış bu dallardan da o meyvelere ulaşmak çok kolaydır.
     Cennette meyveler gümüş ya da altın tepsilerde, şık ve estetik kaplarda müminlere tahtlar üzerinde sohbet ederlerken ikram ediliyor olabilir. Şüphesiz bunların dünyada insana rahatsızlık veren çekirdek, çürük, eziklik gibi kusurları da cennete layık bir şekilde ortadan kaldırılmıştır. Hepsi kusursuz ve göz alıcı bir güzelliğe sahip olarak müminlere ikram edilmektedir.
     Meyveler bir yandan da cennetin güzelliğine ayrı bir renk ve estetik katarlar. Her cinsten meyveyle yüklü ağaçların rengarenk görüntüsü cennetin muhteşem manzarasını daha da güzelleştirir. Hakim renk yeşildir. Yeşilin içinde sarılar, turuncular, kırmızılar olması insan gözüne hitap eden çok estetik bir görüntüdür. Bu görüntü Allah'ın sanat ve kudretinin de bir göstergesi olarak ayrı bir şükür vesilesidir.
     Yaratılan bunca güzel yemek ve meyve yanında, elbette içeceklerin olması da arzulanabilir. Ayetlerde bu içeceklerden de bahsedilmektedir. Örneğin bir ayette "kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır" (Saffat Suresi, 45) şeklinde geçmektedir. Müminler için cennette "sonu misk olan, karışımı tesnimden, mühürlü, katıksız bir şarap" (Mutaffifin Suresi, 25-27) hazırlanmıştır. Ayetlerde de belirtildiği gibi bu içecekler aynı zamanda güzel kokular da içermektedir. Ayrıca şüphesiz bu şarap, dünyadakilere benzememektedir. Cennet ehlini sarhoş etmeyecek, içenlerin şuurunu bulandırmayacaktır. Allah cennette içkilerin kadehlerle sunulduğunu, ve bu içkilerden başların ağrımayacağını, müminlerin kendilerinden geçip akıllarının çelinmeyeceğini söyler. Bu ikramı yapanlar ise, Allah'ın özel olarak görevlendirdiği civanlardır.

RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN / TÖVBE - ALLAH’DAN AF DİLEMEK (6)

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
TÖVBE
ALLAH’DAN AF DİLEMEK (6)

     24.  İbni Abbas ve Enes İbni Mâlik radıyallahu anhüm’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “İnsanoğlunun bir dere dolusu altını olsa, bir dere daha ister. Onun ağzını topraktan başka bir şey doldurmaz. Ama Allah, tövbe edenin tövbesini kabul eder.”
     Buhârî, Rikak 10; Müslim, Zekât 116-119. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 27, Menâkıb 32, 64; İbni Mâce, Zühd 27

     Açıklamalar
     İnsanın tövbe etmesini gerektiren kabahatleri, herkesin günah diye bildiği bazı aşırı ve Allah’a karşı saygısızca yapılmış davranışlardan ibaret değildir. Açgözlülük ve kanaatsizlik de diğer günahlar kadar çirkindir. Hadîs-i şerîf, bunlardan dolayı da Allah’a tövbe edilmesi gerektiğini belirtmektedir.
     Günahlar insanın mânevî dünyasını nasıl hırpalarsa, dünya malına duyulan aşırı hırs da tıpkı günahlar gibi insanın geleceğini tehlikeye sokar. Zira insanın tabiatında doyumsuzluk vardır. Elde ettiği ile yetinmeme, daha çoğunu isteme duygusu ona hâkimdir. Bir dere dolusu altınla yetinmeyip bir o kadar daha istemesi, diğer bir rivayette görüldüğü üzere “iki dere dolusu altını olsa bir üçüncüyü arzu etmesi”, onun bu huyu sebebiyledir.
     Peygamber Efendimiz şu hadisiyle bu doyumsuzluğun asıl sebebini gün ışığına çıkarmıştır:
     “İnsan ihtiyarlasa bile, onun iki duygusu hep genç kalır: Biri çok kazanma hırsı, öteki çok yaşama arzusu” (Buhârî, Rikak 5; Müslim, Zekât 115).
     Resûl-i Ekrem Efendimiz insanın “ağzını”, bir diğer rivayete göre “karnını sadece toprak doyurur” buyururken, onu bu açgözlülük derdinden ancak ölüm kurtarabilir; ölmeden onun gözü doymaz demek istemiştir. İnsanoğlunun bu doyumsuzluğu cimriliğinden kaynaklanmaktadır. Harcamadan biriktirmek cimriliğin en belirgin özelliğidir. Bu açığımızı Allah Teâlâ şöyle sergilemektedir:
     “De ki, Rabbimin rahmet hazineleri sizin elinizde olsaydı, onu harcayıp tüketmekten korkar, cimrilik ederdiniz. Zaten insan da pek cimridir” [İsrâ sûresi-100].
     Çok kazanma duygusu ölçülü olduğu, insanı yaratılış gayesinden uzaklaştırmadığı sürece faydalı olabilir. Zira çok kazanan bir müslümanın, elde ettiği servetle daha çok hayır ve iyilik yapması arzu edilir. İslâmiyet’in verilmesini emrettiği zekât ve sadakayı verebilmek, Allah yolunda sarfedilmesini istediği harcamaları yapabilmek için zengin olmak lâzımdır. Zengin olabilmek için de, insanda çok kazanma arzusu bulunmalıdır. Ama gönüldeki bu çok kazanma duygusu ona âhiret hayatını unutturuyorsa, dünya sevgisi onu esir alarak bütün gönlüne el koyuyorsa, o takdirde bu duygu son derecede tehlikeli bir hâle gelmiş demektir.
     Şükürler olsun ki, Allah Teâlâ insana zararlı duyguları ve aşırı istekleri frenleme gücü vermiştir. İradesine hâkim olan kimsenin bu nevi zaaflarını kontrol altına alması her zaman mümkündür. Dünya malına, dünya zevkine aşırı bağlandığını hissettiği anda Rabbine dönen ve el açıp O’ndan yardım isteyen kuluna Cenâb-ı Hakk’ın yardım edeceği de hadisimizde müjdelenmiştir.
     Bu hadîs-i şerîfte şöyle bir incelik de sezilmektedir. İnsanoğlu topraktan yaratıldığı için onun tabiatında toprağın özellikleri vardır. Toprak zaman zaman kurur, sıcaktan kavrulur, suya hasret çeker. Onu ancak Allah Teâlâ’nın lutfedeceği bol yağmurlar canlandırabilir. İşte o zaman yeniden hayat bulan toprak, gönül okşayan binbir güzelliğini ortaya çıkarır. İnsan da böyledir. Onu nefsi ve bitip tükenmeyen hırsı esir alıp da insânî özelliklerini kaybettirince, yeniden kendine gelebilmesinin yegâne yolu Allah’a dönmesi ve O’ndan yardım istemesidir. Yoksa dünya malına olan açlığı artarak devam eder. O zaman da topraktan yaratılan bu varlığın gözünü ancak kabir toprağı doyurur.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Kanaatkâr olmak, Allah Teâlâ’nın verdikleriyle yetinmek güzel bir huydur.
2. Açgözlülük insanı dünyada huzursuz ettiği gibi, onu haksızlığa yönelteceği için âhiretini de perişan eder.
3. Açgözlülük derdinden kurtulmanın yegâne çaresi, önce bu dertten kurtarması için Allah’a yalvarmak ve açgözlülük sebebiyle yaptığı günahları bağışlaması için ona yönelmektir.
4. Allah Teâlâ kötü huylarından dolayı tövbe eden kulunun tövbesini kabul eder.

     25.  Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Biri diğerini öldüren ve her ikisi de cennete giren iki kişiden Allah Teâlâ hoşnut olur. Bunlardan biri Allah yolunda savaş ederken diğeri tarafından öldürülür. Katil olan da daha sonra tövbe eder, müslüman olur, o da Allah yolunda savaşırken şehid düşer.”
     Buhârî, Cihâd 28; Müslim, İmâre 128, 129. Ayrıca bk. Nesâî, Cihâd 38; İbni Mâce, Mukaddime 13

     Açıklamalar
     Bütün kullarını rahmet ve şefkatiyle kucaklayan Cenâb-ı Hakk’ın, kâfirleri de tövbe yoluyla temize çıkarıp cennetine alabileceği bu hadîs-i şerîfle ortaya konmaktadır.
     Günahlarına tövbe etmek, bütün insanlık için bir kurtuluş yoludur. Bitmeyen bir bahtiyarlığı, ebedî âhiret saadetini isteyen herkes tövbe ederek geleceğini garantiye alabilir. Hatta bir insan, Allah’ın yüce dinini daha ötelere götürmek ve cihana yaymak için savaşan bir mücahidi şehid etse, böylece günah çukuruna daha çok batsa, ama birgün yanlış yolda gittiğini anlayarak İslâm’a dönse ve böylece bütün günahlarına tövbe etmiş olsa, o da şehid ettiği kimseyle beraber cennete girecek ve Allah’ın cemâlini görecektir. İşte Efendimiz biri diğerini öldüren, sonra da ikisi birden cennete girecek olan iki şahsın bu garip hâllerinin Allah Teâlâ’yı pek memnun edeceğini haber vermektedir.
     Hadisimizin metninde, Cenâb-ı Hakk’ın bu iki kulunun durumuna memnun olması hâli, “Allah Teâlâ iki kulunun durumuna güler” diye istiâre yoluyla anlatılmıştır. Gülmek, ağlamak gibi hâller Cenâb-ı Hak için düşünülemeyeceğine göre, bu sözle onun kullarından hoşnut ve razı olması ve onlara sevap yazması anlatılmak istenmiştir.
     Görüldüğü üzere Allah Teâlâ’nın rahmeti ve şefkati pek büyüktür. “Rabbinin affı çok geniştir” [Necm sûresi (53), 32] âyet-i kerîmesi de bunu göstermektedir. Allah Teâlâ’nın rahmeti geniş olduğu gibi, rahmetinin eseri olan cenneti de son derece geniştir. Bütün insanlığı alacak ve -hadîs-i şerîflerde belirtildiği üzere- cennete en son girecek kimseye dünya kadar, hatta dünyanın on misli büyüklüğünde bir yer ikram edilecek kadar geniştir (bk. 1887-1888. hadisler).
     Allah Teâlâ’nın hem rahmetinin hem de cennetinin böylesine büyük olduğunu öğrendikten sonra O’nun gösterdiği tövbe yolunu tutarak rahmetini ve cennetini elde etmeye çalışmamak ne büyük gaflettir!...

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ’nın rahmeti ve lutfu son derece geniştir.
2. İşlenen günah ne kadar büyük olursa olsun, insan ümitsizliğe düşmemeli ve günahlarına mutlaka tövbe etmelidir.
3. Müslüman olmak, insanı dinsizliğin bütün kirlerinden arındırdığı gibi, tövbe de daha önce yapılan bütün günahları bağışlatır.
4. Allah yolunda can veren herkes cennete girecektir.
5. Kimin nasıl öleceği bilinemez. Bir kâfir hidâyete ererek müslüman olabilir. Cenneti ve cemâlullahı kazanabilir.

30 Nisan 2013 Salı

CENNET ~ Müjde! ~ Allah'ın Vaadi! ~ Ahirete Güzel Geçiş / Güzel Ölüm!

  CENNET  
   Müjde
     Bir önceki bölümde, Allah'a gönülden teslim olmuş ihlaslı müminlerin daha cennete girmeden önce, bu dünyada Allah'ın nimetlerine ve güzelliklerine kavuştuklarından bahsetmiştik. Bu güzelliklerin en önemlilerinden birisi müminlerin "müjdelenmeleridir". Kuran'ın birçok ayetinde Allah'ın cenneti vaat etmesinden ve müminleri bununla müjdelemesinden bahsedilmektedir.
     Bu müjdeleme bir ayette şöyle ifade edilmiştir:
     Rableri onlara katından bir rahmeti, bir hoşnutluğu ve onlar için, kendisinde sürekli bir nimet bulunan cennetleri müjdeler. (Tevbe Suresi, 21)
     Bir başka ayette ise müminler için şöyle denmektedir:
     Müjde dünya hayatında ve ahirette onlarındır. Allah'ın sözleri için değişiklik yoktur. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur. (Yunus Suresi, 64)
     Allah'ın kendilerini çeşitli vesilelerle cennetle müjdelediğini, yapmakta oldukları salih amellerin Allah katında geçerli olduğunu, bekledikleri güzelliğin ise pek yakın olduğunu gören müminlerin kalplerini büyük bir ferahlık kaplar.
     Kuran'da müminlerin melekler vasıtasıyla da müjdelenecekleri bildirilmektedir. Allah'a samimi bir kalple iman edip, O'na hiçbirşeyi şirk koşmayan, Allah'ın Kuran'da bildirdiği emir ve tavsiyelerine titizlikle uyan ve Kuran ahlakını yaşamak için gayret eden salih kullar böyle bir müjdeyi umut edebilirler. Şüphesiz ki bu müjde, cenneti şiddetle arzulayan bir mümin için tarifsiz bir sevinçtir. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:
     "Şüphesiz "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) "Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin. Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı herşey sizindir ve istediğiniz herşey de sizindir.
     Çok bağışlayan, çok esirgeyen (Allah)tan bir ağırlanma olarak." (Fussilet Suresi, 30-32)

     Allah resullere de müminleri müjdeleme görevi vermiştir. Allah Ahzap Suresi'nin 47. ayetinde elçisine müminlere Allah'tan büyük bir fazl olduğunu müjdelemesini, Yasin Suresi 11. ayette de Kuran'a uyan ve gayb ile Rahman'a karşı içi titreyerek korkan kimseleri bir bağışlanma ve üstün bir ecirle müjdelemesini emretmektedir. Zümer Suresi, 17. ayette ise tağut'a kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a içten yönelenler için bir müjde olduğu duyurulmaktadır. Allah Yunus Suresi'nin, 2. ayetinde ise elçisine "…İman edenlere Rableri katında gerçek bir makam olduğunu müjde ver" demektedir.
     Cennetle müjdelenen müminlerin ayetlerde belirtilen ortak özelliklerine baktığımızda, bunların Allah'a karşı son derece samimi, acizliklerinin bilincinde, Kuran'a ve elçiye itaat eden, Allah'tan korkan ihlaslı kimseler olduklarını görmekteyiz. Allah'ın rahmet ederek cennetine sokacağı ve oraya yakışacak kimselerin de zaten bu özelliklere sahip olmaları gayet doğaldır.
   Allah'ın Vaadi
     Allah, huzuruna mümin olarak gelecekler için içlerinde ebedi olarak kalacakları cenneti vaat etmiştir. Allah'ın vaadi ise şüphesiz ki gerçekleşmesi kuşku götürmeyen, en kesin sözdür. Böylece kesin bir bilgiyle inananlar, bu vaadin gerçekleşeceğinden asla kuşkuya kapılmaz ve mümin olarak canlarını teslim ettikleri takdirde günahlarının bağışlanarak cennete kabul edileceklerini bilirler.
     Bir ayette şöyle geçer:
     "Adn cennetleri (onlarındır) ki, Rahman (olan Allah, onu) kendi kullarına gaybtan vaadetmiştir. Şüphesiz O'nun vaadi yerine gelecektir." (Meryem Suresi, 61)
     Allah'ın kendilerine cenneti vaat etmiş olması, müminleri tarifsiz bir sevinç ve coşkuya sürükler. Onlar, Allah'tan daha çok sözüne sadık kimse olmadığını, O'nun salih kulları için cenneti istediğini ve onları buraya mirasçı kıldığını bilmektedirler. Allah'ın cenneti vaat etmesiyle ilgili bir başka ayet şöyledir:
     "Şimdi kendisine güzel bir vaadde bulunduğumuz, dolayısıyla ona kavuşan kişi, dünya hayatının metaı ile metalandırdığımız sonra kıyamet günü (azaba uğramak için) hazır bulundurulan kişi gibi midir?" (Kasas Suresi, 61)
     Bu ayetten de açıkça anlaşıldığı gibi, Allah'ın bir vaadde bulunması, buna kavuşmak için kesinlikle yeterlidir. Allah kimlere cenneti vaat etmişse, bunlar Allah'ın izniyle sonsuz nimetlere kavuşacaklardır. Müminler de cennete girdiklerinde bu durumu ikrar edecek ve Allah'a şöyle şükredeceklerdir:
     "Dediler ki: Bize olan vaadinde sadık kalan ve bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki, cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz. (Salih) amellere bulunanların ecri ne güzeldir." (Zümer Suresi, 74)
     Dünya hayatında çeşitli kereler müjdelenmiş ve Allah tarafından cennet vaat edilmiş müminler, yaşamlarının sonunda umut ettiklerine kavuşacaklardır. En sonunda o beklenen an gelir. Bir müminin hayatı boyunca tefekkür ettiği, kavuşabilmek için dua ettiği ve layık olabilmek için vargücüyle çalıştığı yer, "kalınacak yerlerin en hayırlısı" ve "Allah katındaki asıl varılacak güzel yer"dir cennet. Müminler için hazırlanmış ve onlara sunulmak üzere kapıları açılmıştır. Müminlerin cennete girişleriyle ilgili bir ayet bu eşsiz manzarayı şöyle tarif eder:
     "Onlar Adn cennetlerine girerler. Babalarından, eşlerinden ve soylarından salih davranışlarda bulunanlar da (Adn cennetlerine girer). Melekler onlara her bir kapıdan girip (şöyle derler:) "Sabrettiğinize karşılık selam size. (Dünya) Yurdun(un) sonu ne güzel." (Rad Suresi, 23-24)
     Onlar cennette "esenlik dileği ve selamla" (Furkan Suresi, 75) karşılanacak ve "Oraya esenlikle ve güvenlikle" gireceklerdir. (Hicr Suresi, 46) Yapılacak tek şey kalmıştır: Sadece müminler için hazırlanmış ve türlü nimetlerle donatılmış bu sonsuz yurdun güzelliklerini keşfetmek.
   Ahirete Güzel Geçiş / Güzel Ölüm
     "Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: "Selam size" derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
     Buraya kadar, salih müminlerin dünyada güzel bir hayatla yaşatıldıklarını, korkuya ve hüzne kapılmadıklarını, sağlıklı ve huzurlu bir ruh haline sahip olduklarını gördük. Bu insanların Allah'ın rızasına uymalarından ötürü Allah'ın özel yardım, destek ve korumasını kazandıklarını, kötülüklerinin örtüleceğini, yaptıklarının en güzeliyle karşılık göreceklerini ve hiçbir haksızlığa uğratılmayacaklarını da Kuran ayetlerinden öğrenmiş bulunmaktayız. Dünya hayatına karşılık ahireti "satın alarak", Kuran'da geçen ifadeyle "güzel bir alışveriş" yapmışlar ve Allah onlardan, onlar da Allah'tan hoşnut olmuşlardır.
     Peki bu kişiler ömürlerinin sonuna ulaştıklarında ne olacaktır? Allah'ın takdir ettiği ölüm anı onlarla nasıl ve nerede buluşacaktır? İster iman eden bir kişi olsun, isterse Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, hiç kimse nerede ve ne zaman öleceğini kesinlikle bilemez.
     Bu gerçek Kuran'da şöyle açıklanmıştır:
     "Kıyamet saatinin bilgisi, şüphesiz Allah'ın katındadır. Yağmuru yağdırır; rahimlerde olanı bilir. Hiç kimse, yarın ne kazanacağını bilmez. Hiç kimse de, hangi yerde öleceğini bilmez. Hiç şüphesiz Allah bilendir, haberdardır." (Lokman Suresi, 34)
     Bununla birlikte, ölümün müminleri nasıl karşılayacağını, canlarının nasıl alınacağını, ölümleri anında neler olacağını Kuran'dan öğrenme imkanımız vardır. Kuran'da bize bildirildiği kadarıyla, müminin ölümü çok yumuşak bir geçiş, anlık bir boyut değiştirme şeklinde olacaktır. Aynen uyku sırasında Allah'ın "bir tür ölüme sokmuş olduğu kişinin" (Zümer Suresi, 42) ertesi sabah uyanarak yeni bir güne başlaması gibi, mümin de ölümünde, bir anda "dünya" boyutundan sıyrılacak ve "ahiret" boyutuna geçecektir. Allah bu sıkıntısız ve rahat geçişi, Naziyat Suresi'nin 2. ayetinde görevli meleklere işaret ederek, "yumuşacık çekip alanlara" şeklinde haber vermektedir.
     Melekler, müminlerin canlarını almaya geldiklerinde aralarında geçen bir konuşma Nahl Suresi'nin 32. ayetinde ise şu şekilde anlatılır:
     "Ki melekler, güzellikle canlarını aldıklarında: 'Selam size' derler. Yaptıklarınıza karşılık olmak üzere cennete girin." (Nahl Suresi, 32)
     Başka bir ayette de müminlerin ölüm anı şöyle tasvir edilir:
     "Onları, o en büyük korku hüzne kaptırmaz ve: 'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye melekler onları karşılayacaklardır." (Enbiya Suresi, 103)
     Görüldüğü gibi, dünyada güzel bir hayat yaşatılan müminin ölümü de güzel ve rahat olacak, ahiret hayatı meleklerin karşılamasıyla başlayacaktır. O andan itibaren dünyayla tüm ilişkileri kesilmiş ve kişi, Allah'ın huzuruna çıkmak üzere tesbit edilmiş bir yere yollanmıştır. Bunun devamında da mümini, en başından beri olduğu gibi rahatlık ve kolaylık beklemektedir..

   Kolay Hesap
     Bir önceki bölümde iman edenlerin canlarının melekler tarafından güzellikle alınacaklarından bahsettik. İşte bundan sonra hesap anı, yani insanların tüm yapıp ettikleriyle Rablerinin huzuruna çıkacakları an gelmektedir.
     Kıyametin kopmasıyla birlikte başlayan tüm gelişmeler, dünya tarihi boyunca yaratılmış bütün insanların yeni bir bedenle diriltilmeleri ve cehennem ateşinin çevresinde biraraya toplanmalarıyla devam edecektir. Daha sonra tüm şahitler getirilecek, her bir kişinin amel defteri açılacak ve herkes dünya hayatında yaptıklarından hesaba çekilecektir. Bunların sonunda Allah müminleri rahmetiyle cehennem ateşinden kurtararak, cennetine sokacaktır. Şimdi bu muhteşem gösteriyi ayrıntılarıyla inceleyelim ve müminlerin kıyamet günündeki durumlarını ayetler doğrultusunda görelim.
     Sur'a ilk üfürülüş ile Kıyamet başlamıştır. Dünya ve tüm evren, geriye dönüşü olmayan bir yokoluşa sahne olmaktadır: Dağlar parçalanır, denizler kaynatılır, gökler yok edilir...
     Sur'a ikinci kez üfürülmesiyle birlikte insanlar diriltilir ve hesaba çekilmek üzere biraraya toplatılır. İnkarcılar dirilmiş olmanın şaşkınlığını üstlerinden atamadan, verecekleri hesabı düşünerek korku ve sıkıntı içine düşerler. En ufak bir ayrıntı dahi atlanmadan, hayatı boyunca yapmış olduğu herşey kişinin ve şahitlerin gözleri önüne serilecektir. Kafirleri öldürücü bir utanca sürükleyen bu anda müminler, sevinçli ve coşkuludurlar. Çünkü "...O gün Allah, peygamberi ve onunla birlikte iman edenleri küçük düşürmeyecektir..." (Tahrim Suresi, 8)
     Allah "Elçilerine ve iman edenlere, hem dünya hayatında hem de şahitlerin (şahitlik için) duracakları gün yardım edeceğini" vaat etmiştir. (Mü'min Suresi, 51)
     Bu ihtişamlı "sahnede" salih müminler, tüm hayatları boyunca yapıp-ettiklerinin yazılmış olduğu hesap defterlerini "sağ yanlarından" alacaklardır. Bu tanım, Kuran'da "kolay" hesaba çekilecek ve cennete sokulacak insanlar için kullanılmıştır:
     "Artık kitabı sağ eline verilen kişi, der ki: "Alın, kitabımı okuyun. Çünkü ben, gerçekten hesabıma kavuşacağımı sanmış(anlamış)tım. Artık o, hoşnut bir yaşama içindedir. Yüksek bir cennette." (Hakka Suresi, 19-22)
     Rablerinin kendilerine vaat ettiğine kavuşmak üzere olan müminler, o "ebedilik gününde" (Kaf Suresi, 34) heyecanlı ve mutludurlar, bu durumları bir başka ayette şöyle tasvir edilmiştir:
     "Artık kimin kitabı sağ yanından verilirse. O, kolay bir hesap (sorgu) ile sorguya çekilecek. Ve kendi yakınlarına sevinç içinde dönmüş olacaktır." (İnşikak Suresi, 7-9)
     Hesaba çekilmeleri bittiğinde artık müminler, kurtulmuş olmanın sevinci içinde Rablerinin söyleyeceği tek bir söze bakmaktadırlar: "Oraya esenlikle ve güvenlikle girin." (Hicr Suresi, 46). Bu durum başka bir ayette de şöyle anlatılır:
     Ey mutmain (tatmin bulmuş) nefis, Rabbine, hoşnut edici ve hoşnut edilmiş olarak dön. Artık kullarımın arasına gir. cennetime gir. (Fecr Suresi, 27-30)
     Artık Allah, rahmet etmiş olduğu kullarının günahlarını da bağışlamış, kötülüklerini iyiliğe çevirmiş ve cennete girmelerine izin vermiştir. Kendisine "cennete gir" denilen mümin bir kişi ise, şöyle söyler:
     ...Keşke kavmim de bir bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve ağırlananlardan kıldığını. (Yasin Suresi, 26-27)
     Bir başka ayette Allah, cennet ehlini şöyle müjdelemektedir:
...Bu, doğrulara, doğru söylemelerinin yarar sağladığı gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler vardır... (Maide Suresi, 119)

     Ey kullarım, bugün sizin için korku yoktur ve siz mahsun olmayacaksınız. (Zuhruf Suresi, 68)
     Ortam da gittikçe güzelleşmektedir, "Cennette, muttakiler için, uzak değildir, yakınlaştırılmıştır." (Kaf Suresi, 31)
     Kuran'da bildirildiği üzere müminler için çok heyecanlı bir bekleyişten başka bir şey söz konusu olmayacaktır: Cennete sevk edilişleriyle ona girmeleri arasında geçecek kısa bir bekleyiş...

RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN / TÖVBE - ALLAH’DAN AF DİLEMEK (5)

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
TÖVBE
ALLAH’DAN AF DİLEMEK (5)

     23.  Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn el-Huzâî radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Cüheyne kabilesinden zina ederek gebe kalmış bir kadın Peygamber aleyhisselâm’ın huzuruna geldi ve:
     - Yâ Resûlallah! Cezayı gerektiren bir suç işledim. Cezamı ver, dedi.
     Bunun üzerine Peygamber aleyhisselâm kadının velisini çağırttı. Ona:
     - “Bu kadına iyi davran! Doğum yapınca bana getir!” buyurdu.
     Adam Resûl-i Ekrem’in buyurduğu gibi yaparak kadını doğumdan sonra getirdi.
     Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kadının üzerine elbisesinin iyice bağlanmasını emretti; sıkı sıkıya bağladılar. Sonra Peygamber aleyhisselâm’ın emri üzerine taşlanarak öldürüldü. Daha sonra Resûl-i Ekrem kadının cenaze namazını kıldı.
     Hz. Ömer:
     - Yâ Resûlallah! Zina etmiş bir kadının namazını mı kılıyorsun? diye sorunca Hz. Peygamber şunları söyledi:
     - “O kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medine halkından yetmiş kişiye taksim edilseydi, hepsine yeterdi. Sen Cenâb-ı Hakk’ın rızasını kazanmak için can vermekten daha üstün bir şey biliyor musun?”
     Müslim, Hudûd 24. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Hudûd 24; Nesâî, Cenâiz 64
     İmrân İbni Husayn
     Huzâa kabilesinden olan Ebû Nüceyd İmrân İbni Husayn, hicretin yedinci yılında (628) babası ve Ebû Hüreyre ile birlikte müslüman oldu. Resûl-i Ekrem ile birlikte muhtelif gazvelere katıldı.
     Daha sonraları Basra kadısı oldu. Basralılara İslam hukukunu öğretti. Hasan-ı Basrî hazretleri, Basralılara İmrân İbni Husayn’dan daha çok faydası dokunan birinin bu şehre ayak basmadığını söylerdi.
     Giyimine kuşamına pek dikkat eder ve Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’in:
     “Allah Teâlâ bir kuluna nimet verince, onu kulunun üzerinde görmekten memnun olur” buyurduğunu söylerdi.
     İmrân İbni Husayn’ın Allah Teâlâ’nın huzurunda hesap vermenin zorluğunu düşünerek:
     - “Keşke rüzgârın savurduğu kül olsaydım” dediği rivayet edilir.

     Peygamber Efendimiz’den 180 hadis rivayet etmiştir.

     İmrân İbni Husayn, otuz yıl süren bir karın rahatsızlığından sonra hicretin 52. yılında (672) Basra’da vefat etti.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     Bir mü’min için önemli olan, Rabbinin huzuruna tertemiz varmaya gayret etmektir. Rabbinin hoşnutluğunu kazanmak için canını vermesi, rûhunu teslim etmesi gerekse bile bunu seve seve yapmalıdır. Bir günah işleyince önce Allah’tan korkmalı, yaptığına pişman olmalı, gözyaşları dökerek ağlamalı ve kendini bağışlaması için Rabbine yalvarmalıdır. Samimi bir müslümanın yapacağı budur. Fakat samimiyet ve ihlâs derece derecedir. Bu olay başından geçen hanım sahâbînin samimiyeti ve ihlâsı, bizim takdirlerimizin çok üzerindedir. O Cenâb-ı Hakk’a bütün varlığıyla dönmüş ve dünyalara sığmayan muazzam imanıyla el açıp bağışlanma dilemiştir. Âhirette Mevlâ’sının huzurunda böyle bir günahtan dolayı hesaba çekilip perişan olmaktansa, cezasını dünyada çekip kurtulmayı tercih etmiştir.
     Samimiyet ve ihlâsla yapılan tövbenin insanı günahlarından arındıracağı kesindir. Âyetler ve hadisler bunu ortaya koymaktadır. Fakat bu hanım sahâbî, belki de tövbesinin samimi olamayacağını düşünmüş, vermesi gereken hesabı kesin bir şekilde dünyada görüp bitirmek istemiştir.
     Görüldüğü üzere bu bir iman meselesidir. İmanı böylesine güçlü olanların, tövbesi de farklıdır. Nitekim Efendimiz onun tövbesinin sadece kendisini kurtaracak bir güçte değil, yetmiş kişiye dağıtılsa, hepsinin günahlarını bağışlatacak bir kuvvete sahip olduğunu belirtmiştir.
     İmanı güçlü olan biri, zina gibi ağır bir suç işleyebilir mi? diye sorulabilir.
     Evet, işleyebilir. Çünkü günahdan sadece peygamberler korunmuştur. Onların dışındaki bütün insanlar hata edip büyük günah işleyebilir. Kul daima kusurludur ve her zaman yanılabilir. Hep zayıf zamanını kollayıp duran nefsi ile şeytanın oyununa gelebilir. Bu durumda önemli olan, günahı işledikten sonra ne yapacağını bilmektir. Bir kul, günah işlemeyi yasaklayan Rabbini hatırlayarak pişmanlık duyuyor ve yaptığına üzülerek “Rabbim bağışla!” diye inleyebiliyorsa, kurtuluş yoluna girmiş demektir. Çünkü kulunun günahları gökleri tutsa bile, el açıp kendine yalvardığı ve affını dilediği sürece onu bağışlayacağını vâdeden Allah Teâlâ’dır (Tirmizî, Daavât 99).
     Başından bu olay geçen hanım sahâbînin kim olduğu bilinmemektedir.

     Bu genel açıklamadan sonra şimdi de hadisimizdeki bazı hususlara ışık tutalım:
     Recm denilen taşlanarak öldürme cezası, zina eden evli veya başından nikâh geçmiş erkeklere ve kadınlara verilir. Evli olmayanlar ise sopa vurularak cezalandırılır. Recm edilen bu hanımın evli veya daha önce evlenmiş olduğu anlaşılmaktadır.
     Peygamber Efendimiz’in, kadının en yakın akrabasını çağırarak ona iyi davranmasını tenbih etmesinin sebebi, bu ayıbı nasıl işledin diye onu üzmelerine engel olmaktır. Zira günahının büyüklüğünü böylesine anlamış ve ondan arınmak için canını vermeyi göze almış birini tekrar utandırmaya kalkmak insânî bir davranış değildir.
     Taşlama cezasının doğumdan sonra verilmesinin sebebi, karnındaki mâsum yavruyu ölümden kurtarmaktır. Bâkire iken zina ederek gebe kalan bir kadın, sopa vurulma cezasına çarptırılsa bile, doğum yapması beklenir, ondan sonra cezası uygulanır.
     Ceza verilmeden önce elbisenin bedene iyice bağlanmasının sebebi, ceza uygulanırken vücudun açılarak mahrem yerlerin görünmesine engel olmaktır. Hz. Ömer’in sorusu ile Peygamber Efendimiz’in ona verdiği cevap da üzerinde çokca düşünülmesi gereken bir konudur. Olay şöyledir:
     O aziz tövbekârın mübarek rûhu günah kirini dünyada bırakarak Yüce Mevlâ’sına uçup gittikten sonra cenazesi yıkanmış, kefenlenmişti. Peygamber Efendimiz cenaze namazını kıldırmaya kalkınca, Hz. Ömer hayret etti. Çünkü birinin cenaze namazını kılmak, ona değer vermek ve bağışlanmasını Cenâb-ı Hak’tan istemekti.
     Hz. Ömer sadece işlenen günahın büyüklüğüne bakıyor, o günahtan sonra yapılan tövbenin büyüklüğünü görmüyordu. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’in öyle bir günahkârın cenaze namazını niçin kıldığını öğrenmek istedi.
     Efendimiz de ona verdiği cevapta; o kadın öyle bir tövbe etti ki, şayet onun tövbesi Medineli yetmiş günahkâra dağıtılsa, herbirinin günahlarını affettirir ve kendilerini temize çıkarır, demek suretiyle ihlâs ve samimiyetin kurtarıcı ve yüceltici özelliğini belirtmiş oldu.
     Bu hadîs-i şerîfte, Peygamberler Sultanı Efendimiz’in büyüklüğü bir kere daha görüldü. İnsana verdiği üstün değer daha iyi anlaşıldı.
     Bu olayın Sahîh-i Müslim’deki bir diğer rivayeti daha geniştir.
     Buna göre Peygamber aleyhisselâm’a o kadın gelip de, cezamı vererek beni temizle, dediği zaman Resûl-i Ekrem onun sözüne önem vermek istememişti. Fakat kadın ısrar etti. Zina ettiğini, hatta karnında bu zinanın mahsûlünü taşıdığını, mutlaka cezalandırılması gerektiğini ısrarla belirtti. Resûl-i Ekrem de ona doğum yaptıktan sonra gelmesini söyledi. Aradan aylar geçti. Belki kadın itirafından vazgeçebilirdi. Çünkü can tatlıydı. Ama o, doğurduğu çocuğu bir beze sararak getirdi. Bu defa Resûl-i Ekrem Efendimiz:
     - “Git, çocuğu sütten kesilinceye kadar emzir!” diyerek onu geri gönderdi. Kadın çocuğuyla birlikte dönüp gitti. Aradan yıllar geçmiş, çocuk sütten kesilmişti. Kadın elindeki ekmeği kemirmeye çalışan çocuğuyla çıkageldi.
     - Ey Allah’ın elçisi! Onu memeden ayırdım. Yemek yemeye de başladı, diyerek cezasının uygulanmasını istedi. Sonunda göğsüne kadar bir çukura gömüldü ve taşlanarak cezalandırıldı.
     Peygamber Efendimiz’in hayatında bir de Mâiz adlı sahâbînin taşlanarak öldürülmesi olayı vardır. Mâiz Peygamber aleyhisselâm’a gelip zina ettiğini söylediği ve cezasının verilmesini istediği zaman Efendimiz onu dinlemek istememiş, oradan çekip gitmesini söylemişti. Fakat Mâiz ısrarlıydı. Sözünü dinlemek istemeyen ve kendisine arkasını dönüp oturan Resûl-i Ekrem’in karşısına geçerek günah işlediğini dört defa tekrarlamıştı. Zina cezasının verilebilmesi için bu olayı ya dört şahidin görmesi veya başından olay geçen kimsenin dört defa itiraf etmesi gerekiyordu. Mâiz olayı dört defa tekrarlayınca, kendisine recm cezası uygulandı.
     Asr-ı saâdetteki bu nevi olayların ikiyi üçü geçmediği bilinmektedir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
     1. Müslüman bir günah işleyince üzülmeli, ıstırap duymalı, yaptığına pişman olmalıdır.
     2. İnsan yaptığına pişman olup tövbe ettiği takdirde, kendisine verilen dünyevî cezalar o suçların karşılığı olur. Âhirette o günahtan bir daha sorguya çekilmez.
     3. Hâmile kadın doğum yapıp temizlenme süresi sona erene kadar cezalandırılmaz. Çocuğu varsa, onu kendi emzirmese bile, çocuk sütten kesilene kadar cezası tehir edilir.
     4. Tövbe, zina suçunun bile affedilmesini sağlayacak bir güce sahiptir.
 

28 Nisan 2013 Pazar

CENNETLİKLERİN DÜNYADAKİ DURUMLARI

CENNETLİKLERİN
DÜNYADAKİ DURUMLARI

     Mümin Kuran'da sonsuz bir ecir, sonsuz bir mükafat, sonsuz bir mutlulukla müjdelenmiştir. Ancak çoğunlukla dikkatlerden kaçan önemli bir nokta vardır. O da, sonsuz zaman içinde, sonsuz güzelliklere uzanan bu müjdenin, mümin daha dünyadayken ona erişmeye başladığıdır. Çünkü mümin ahirette cennetle müjdelendiği gibi, bu dünyada da Allah'ın lütuf ve ikramıyla nimetlendirilmektedir. Kuran'da, salih amellerde bulunan müminlerin bu dünyada da güzel bir hayatla yaşatılacakları haber verilir:
     Erkek olsun, kadın olsun, bir mü'min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz. (Nahl Suresi, 97) Ayetin bu müjdesinin, başta peygamberler olmak üzere salih müminler üzerinde gerçekleştiğini pek çok Kuran ayetinden öğrenmekteyiz. Örneğin, Kuran'da cennetin en yüksek dereceleri, en üstün makamlarıyla müjdelenen Peygamberimizin dünya hayatında Allah tarafından zengin kılındığı, "bir yoksul iken seni bulup zengin etmedi mi?" (Duha Suresi, 8) ayetinden anlaşılmaktadır. Ayrıca Hz. Davud'a, Hz. Süleyman'a, Hz. Zülkarneyn'e, Hz. İbrahim ve ailesine bu dünyada büyük bir mülk ve imkan verildiğinden de birçok ayette bahsedilir.
     Hem bir mükafat ve şevk kaynağı, hem de karşılıksız lütuf ve ihsanının bir göstergesi olarak salih kullarına dünyada nimet ve güzellik vermesi Allah'ın değişmez bir kanunudur. Zenginlik, ihtişam ve güzellik cennetin en temel özelliklerinden olduğu için, Allah sevdiği seçkin kullarına cenneti hatırlatarak, onların cennete kavuşma arzusu ve heyecanlarını artıracak nimetlerin benzerlerini bu dünyada da yaratır. Bu yüzden, nasıl inkarcıların ebedi azapları daha bu dünyadan başlıyorsa, salih müminler için vaat edilen ebedi güzellikler de kendilerine dünyadaki hayatlarında gösterilmeye başlanır.
     Bir mümin, onu Yaratan yüce varlığın bilincinde olmasından, O'nun emir ve yasaklarına uymasından, O'nun insanlar için seçip beğendiği dini yaşamasından ve en önemlisi ölümünden sonrası için çok büyük umut ve beklentiler taşımasından ötürü, dünyadaki yaşamı boyunca her türlü ruhsal sıkıntı ve üzüntüden uzaktır. Herşeyden önce Rabbinin yardımı ve desteği kendisiyle beraberdir. Allah "...elçisi ile müminlerin üzerine güven duygusu ve huzur..." (Tevbe Suresi, 26) indirmiştir. Bu, müminlerin her namazda, her salih amelde, Allah rızası için yapılan küçük büyük her işte Allah'ın kendilerini gördüğünü, meleklerin bunları amel defterlerine yazdığını ve ahirette tüm bunların karşılığını alacaklarını bilmelerinden doğan bir huzurdur. Bu, Allah'ın kendilerini görünmeyen ordularla ve meleklerle desteklediğini, "önlerinden ve arkalarından izleyenleri" olduğunu ve bunların kendilerini "...Allah'ın emriyle gözetip-korumakta..." (Rad Suresi, 11) olduklarını, O'nun yolunda yapılan mücadelede galip gelecek olanların, cennetle müjdelenmiş olanların hep kendileri olduklarını bilmelerinden kaynaklanan bir güven duygusudur. Böylece salih müminler, Allah'ın meleklere, "...iman edenlere sağlamlık katın..." (Enfal Suresi, 12) vahyi doğrultusunda, asla korkuya ve heyecana kapılmazlar.
     Müminler, "...bizim Rabbimiz Allah'tır deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturan..." (Fussilet Suresi, 30) insanlardır. Ve, "onların üzerine melekler iner. 'Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaadolunan cennetle sevinin'." (Fussilet Suresi, 30) derler. Müminler Allah'ın "...kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyeceğini" (Araf Suresi, 42) bilmişlerdir.
     Kadere ve herşeyi yapıp edenin Allah olduğuna kesin bir bilgiyle inanırlar ve böylece başlarına gelenlere" ... Allah'ın bizim için yazdıkları dışında bize kesinlikle hiçbir şey isabet etmez..." (Tevbe Suresi, 51) ayetince tevekkül ederler. Allah rızasına uyduklarından, "... Allah bize yeter, O ne güzel vekildir..." dediklerinden dolayı da onlara hiçbir kötülük dokunmayacaktır. (Al-i İmran Suresi, 173-174)
     Ancak dünya bir deneme süresi olduğundan elbette müminin karşısına çeşitli zorluklar çıkabilir. Belli dönemlerde açlık, hastalık, uykusuzluk, kaza, maddi kayıp gibi çeşitli sıkıntılarla karşılaşabilir. Bakara Suresi, 214. ayette belirtildiği şekilde fakirlikle ve zorluklarla da denemeden geçirilebilir. Ayette bu imtihan şöyle bildirilmiştir:
Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; "Allah'ın yardımı ne zaman?" diyordu. Dikkat edin, şüphesiz Allah'ın yardımı pek yakındır. (Bakara Suresi, 214)Kuşkusuz ki bu zor durum, peygamberin ve yanındaki müminlerin Rablerine olan güçlü imanlarını, Kuran ayetlerini uygulamadaki kararlılıklarını kesinlikle etkilememiştir. Zaten Allah, ayetin sonunda yardımının çok yakın olduğunu da müjdelemektedir. Sonuçta, "Allah, takva sahiplerini (inanarak ve inançlarını uygulayarak) zafere ulaşmaları dolayısıyla kurtarır. Onlara kötülük dokunmaz ve onlar hüzne kapılmayacaklardır" (Zümer Suresi, 61).
     Mümin zorlukların imanının denenmesi için özel olarak yaratıldığını, güzel bir sabır ve tevekkül gösterdiği takdirde bunların ahireti için sınırsız bir ecir kaynağı, olgunlaşması için büyük fırsatlar olduğunu bilir. Bu nedenle de bu zorluklar karşısında tevekkül eder, huzur, mutluluk ve neşesinden hiçbirşey kaybetmez. Bu sıkıntılar onun ruhi dengesini, dirayet ve kararlılığını hiçbir zaman olumsuz yönde etkilemez. Hatta sabrının ve tevekkülünün karşılığını Allah katında alacağını bildiğinden şevki ve heyecanı daha da artar.
     Bu durum inkar edenler için tam tersi yöndedir. Allah'ın ayetlerini inkar eden bir kişi, dünya hayatında çektiği çeşitli bedensel acıların yanında, ruhen de azap çeker. Korku, üzüntü, ümitsizlik, tedirginlik, karamsarlık gibi negatif duygular onların cehennemde çekecekleri azabın bu dünyadaki küçük bir başlangıcını oluştururlar. Allah, saptırdığı bu insanların"...göğsünü sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı" kılar ve "iman etmeyenlerin üzerine böyle pislik çökertir..."(En'am Suresi, 125).
     Allah, Kendisi'nden içi titreyerek korkan, hatalarından ve günahlarından dolayı bağışlanma dileyip, tevbe eden salih müminleri ise, dünya hayatlarında da en güzel şekilde nimetlendireceğini ve onlara ihsanda bulunacağını bildirmiştir. Hud Suresi'nin 3. ayetinde şu şekilde bildirilir: Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin, sonra O'na tevbe edin. O da sizi, adı konulmuş bir vakte kadar güzel bir meta (fayda) ile metalandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben, sizin için büyük bir günün azabından korkarım. (Hud Suresi, 3)Burada bildirildiği gibi, Allah'tan bağışlanma dilemek, tevbe etmek salih müminlerin vasıflarındandır. Bu davranışlar müminin Rabbi karşısında ne kadar aciz ve zayıf olduğunun farkında olduğunun da bir ifadesidir. Hataları ve eksiklikleri olduğunu ve dünya hayatı boyunca da sürekli hata yapabileceğini bilmekte, bundan dolayı Allah'ın rahmetini dilemektedir. Rableri de ayette bildirildiği gibi onların bu güzel ahlakının karşılığını dünya hayatında vermekte, bu kişileri ölümlerine kadar güzel bir hayatla yaşatmaktadır. Bir başka ayette de müminlerin dünya hayatı şöyle tarif edilir:
Allah'tan sakınanlara: "Rabbiniz ne indirdi?" dendiğinde "Hayır" dediler. Bu dünyada güzel davranışlarda bulunanlara güzellik vardır; ahiret yurdu ise daha hayırlıdır. Takva sahiplerinin yurdu ne güzeldir. (Nahl Suresi, 30)Dünya hayatının tüm güzellikleri, ahiret yurdu ile mukayese edildiğinde değerini tamamen yitirmektedir. O halde bir hedef belirlenecekse, bunun sadece sonsuz ahiret hayatı olması gerekmektedir. Zaten bunu hedefleyen müminlere Allah, dünya hayatlarında da nimetlerini artırmaktadır.
     Müminler dualarında, ahiretle birlikte dünya hayatının nimetlerini ve iyiliklerini de Rablerinden isterler. İman edenlerin bu duaları Bakara Suresi'nde şu şekilde bildirilir:
(Hacc) ibadetlerinizi bitirdiğinizde, artık (cahiliye döneminde) atalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da kuvvetli bir anma ile Allah'ı anın. İnsanlardan öylesi vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada ver" der; onun ahirette nasibi yoktur.
     Onlardan öylesi de vardır ki: "Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru" der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir. (Bakara Suresi, 200-202)Kuran'da Allah'a gönülden iman eden, ihlas sahibi kulların bu dünyaya mirasçı kıldığı bildirilmektedir. Aynı vaadin kıyamete kadar gelecek ve Rabbine hiçbir şeyi ortak koşmayan ihlaslı müminler için de geçerli olduğu, Nur Suresi'nin 55. ayetinden anlamaktayız. Şüphesiz ki Allah'ın vaadi haktır ve gerçekleşecektir.
     Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara va'detmiştir: Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir. Onlar, yalnızca bana ibadet ederler ve bana hiçbir şeyi ortak koşmazlar. Kim bundan sonra inkâr ederse, işte onlar fasıktır. (Nur Suresi, 55)

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...