17 Mayıs 2013 Cuma

İSTANBUL BOĞAZINDA VAPUR GEZİSİNDE İFTAR

BOĞAZİÇİ ORGANİZASYON
     2013 Yılı Ramazan-ı Şerif'i yaklaşıyor. 9 Temmuz Salı günü Ramazan-ı Şerif'in 1. günü, 7 Ağustos Çarşamba günü de 30. günü olacak inşAllah...
     İftar programları düzenleyecek olan, Partiler, Vakıflar, Dernekler, Eğitim Kurumları, Şirketler ve başka kurumlar-kuruluşlar; bu yıl iftar programınızı 1300 kişilik (İftar yemeği masa düzeninde maksimum 600 kişilik) Kaptan Necmi Alev Teknesi 'nde düzenlemek ister misiniz? (3 katlı Kaptan Necmi Alev Teknesi henüz 1 yaşında. Aranan tüm özellikleri taşıyan bu büyüklükte, en lüks birkaç tekneden birisi.)
     İftardan yarım saat önce Beşiktaş veya Üsküdar (yahut her ikisinden de ayrı ayrı) Turyol İskelesinden hareket edilecek. Önceden hazırlıkları yapılmış ve soğuk menüleri konulmuş masalara oturulup, bir yandan boğazın güzellikleri seyredilecek, bir yandan da sıcak yemekler dağıtılacak...
     İftar vaktinden yaklaşık 45 dakika sonra akşam namazlarını kılmak için Anadolu Hisarı'ndaki iskelede yarım saat akşam namazı ve diğer ihtiyaçlar için mola verilecek. Yarım saat sonra hareket edilip, teknenin en üst katında çay-kahve, sohbet-muhabbet (yahut kurum olarak düzenleyeceğiniz program) ile Boğazın diğer yakasından Emirgan'a kadar gidilip, dönülecek.
     İlk hareket ve dönüş toplam 2 saat, 30 dakika sürecek...

     Her şey Dahil Şekliyle Program Fiyat Listesi:
1. Menü: 35 TL.
2. Menü: 45 TL.
3. Menü: 55 TL.
4. Menü: 65 TL.
     Tekne Kirası, Servis + Garson Hizmeti, KDV. Dahildir.

     (En Az 400 kişi için geçerlidir, daha az sayıdaki programlarda tekne kirasının kişi başına düşen miktarı birkaç TL. daha yükselecektir.)

Not: Sözleşme esnasında toplam bedelin % 25 i alınır, kalan kısım programın olacağı gün nakit olarak tahsil edilir. Fiyata; yemek menüsü ve garson hizmetleri de dahildir.
     Karşılama, uğurlama ve ekstra programlar (Kuran-ı Kerim okunması, dualar, konuşmalar vb.) programı düzenleyen şahıs veya kurum tarafından yapılacaktır.
     Aşağıda 2. ve 3. Menülerimizi görebilirsiniz, ilgilenenlere diğer menüleri iletiriz, isteğiniz doğrultusunda her türlü değişikliği, eklemeleri, çıkarmaları yapabiliriz...
Gönül Erleri Organizasyon
0216 452 60 70
0532 293 32 19
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~
~ * ~ * ~ * ~ * ~ * ~

Avrupa Birliği Uzman Yardımcılığı’na Giriş Sınavı Duyurusu (20 Kişi Alınacak)

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığından:

AVRUPA BİRLİĞİ UZMAN YARDIMCILIĞINA
GİRİŞ SINAVI DUYURUSU

     Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığında görevlendirilmek amacıyla, Genel İdare Hizmetleri sınıfından 7 ve 8 inci derecedeki kadrolara atanmak üzere 20 Avrupa Birliği Uzman Yardımcısı dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilen şekilde olmak üzere giriş sınavıyla alınacaktır.
     Giriş sınavı yazılı ve sözlü olmak üzere iki aşamadan oluşacaktır.


Mezun olunan
Fakülte ve Bölüm
BaşvurulacakKPSS Puan Türü veYazılı sınava çağrılmaya hak kazanacak aday sayısıSözlü sınav sonucuna göre ataması yapılacakaday sayısı
Fakültelerin
Sosyoloji Bölümü
KPSSP 1, 2, 3, 108
puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılaraken yüksek puana sahip ilk 20 aday


1


Hukuk Fakültesi
Hukuk Bölümü
KPSSP 1121puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılaraken yüksek puana sahip ilk40 aday



2


Mühendislik Fakültelerinin Bilgisayar Mühendisliği Bölümü
KPSSP 1, 2, 6
puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılaraken yüksek puana sahip ilk 40 aday



2


Fakültelerin İstatistik ve Matematik Bölümü
KPSSP 1, 2, 25
puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılaraken yüksek puana sahip ilk 60 aday



3


İletişim Fakültesi
KPSSP 1, 2, 3, 108
puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılarak
en yüksek puana sahip ilk 20 aday



1
Siyasal Bilgiler,
İktisadi ve İdari Bilimler, İktisat,
İşletme Fakülteleri
KPSSP 1, 2, 3, 4, 5, 6, 108 puan türünden
başvurusu alınan adaylardan sıralama yapılarak
en yüksek puana sahip ilk 220 aday



11

     Son sıradaki adaylarla aynı puana sahip adaylarda yazılı sınava çağrılacaktır.

     1 - SINAVA BAŞVURU ŞARTLARI:
1. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde belirtilen şartları taşımak,
2. Eğitim süresi en az dört yıl olan ve yukarıdaki tabloda belirtilen fakülte ve bölümler ile bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulu tarafından kabul edilen yurt içi veya yurt dışındaki yüksek öğretim kurumlarından birinden mezun olmak,
3. Sınavın yapıldığı tarihte otuz beş yaşını doldurmamış olmak,
4. ÖSYM tarafından 2011 ve 2012 yıllarında yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavında yukarıdaki tabloda belirtilen fakülte veya bölüm itibariyle ilgili puan türünden en az 70 puan almış olmak,
5. İngilizce dilinde aşağıdaki koşullardan en az birisine sahip olmak;
   a. İlan tarihinden önceki 5 yıl içinde Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Tespit Sınavından (KPDS) veya 2013 yılında yapılan Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavından (YDS) en az 70 puan almış olmak veya,
   b. İlan tarihinden önceki 2 yıl içinde TOEFL IBT 84, TOEFL CBT 221, TOEFL PBT 561, CAE C, FCE C, CPE C düzeyinde puan almış olmak veya,
   c. İlan tarihinden önceki 2 yıl içinde IELTS (Akademik) sınavından en az 5 puan almış olmak.
6. Erkek adaylar için sınav tarihi itibariyle askerlik hizmetini yapmış veya erteletmiş veyahut askerlik hizmetinden muaf olmak,

   2 - BAŞVURUDA İSTENEN BELGELER:
     Giriş sınavına katılmak isteyen adaylardan aşağıdaki belgeler istenir:
1. İş talep formu,
2. İki adet vesikalık fotoğraf,
3. Kamu Personeli Seçme Sınavı Sonuç Belgesinin bilgisayar çıktısı,
4. Yukarıda belirtilen İngilizce dil belgelerinden en az birisinin bilgisayar çıktısı veya fotokopisi,
5. Yüksek öğrenim belgesinin veya çıkış belgesinin fotokopisi,
     Yukarıdaki belgelerde gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavları geçersiz sayılır ve atamaları yapılmaz. Bunların atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir. Bu kişiler hiçbir hak talep edemezler ve haklarında 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulur.

     3 - BAŞVURU YERİ VE BAŞVURU TARİHLERİ
     Yazılı Sınava katılacak adayların, aşağıdaki başvuru adresinden temin edecekleri veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı www.csgb.gov.tr adresinden veya AB Koordinasyon Dairesi Başkanlığı www.ikg.gov.tr adresinden indirecekleri iş talep formunu doldurmaları ve buna istenilen diğer belgeleri ekleyip, 20.05.2013-31.05.2013 tarihleri arasında saat 17:30’a kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Avrupa Birliği Koordinasyon Dairesi Başkanlığı, Yıldızevler Mahallesi Turan Güneş Bulvarı 713. Sokak No:4 Çankaya/ANKARA adresine şahsen, elden veya posta ile başvurmaları gerekmektedir. Postadaki gecikmeler ve ilanda belirtilen süre içerisinde yapılmayan başvurular dikkate alınmayacaktır.
     4 - YAZILI SINAV:
     Fakülte ve bölüm itibariyle yazılı sınava katılmaya hak kazanan adayların listesi başvuruların sona ermesinden sonra www.csgb.gov.tr ve www.ikg.gov.tr adreslerinde ilan edilecek olup adaylara ayrıca bir bildirim yapılmayacaktır.

     Yazılı sınav konuları;
     Sosyoloji Bölümü: Genel sosyoloji ve metodolojisi, sosyal psikoloji, toplumsal yapı ve değişim, kurumlar sosyolojisi, Türkiye’nin sosyolojik yapısı, Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     Hukuk Bölümü: Hukukun Temel İlkeleri, İdare Hukuku (Genel Hükümler-İdari Yargı), Medeni Hukuk (Aile Hukuku ve Miras Hükümleri Hariç), Borçlar Hukuku (Genel Esaslar), Ticaret Hukuku (Ticari İşletme, Şirketler Hukuku, Kıymetli Evrak Hukuku), İcra ve İflas Hukuku (Genel Hükümler), İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku, Uluslararası Hukuk, Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     Bilgisayar Mühendisliği Bölümü: Bilgisayar Programlama, Matematik ve Mühendislik Uygulamaları, Veri Tabanı Yönetimi, Bilgisayar Ağları, Veri Yapıları ve Algoritmalar, İşletim Sistemleri, Yazılım Mühendisliği, Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     İstatistik Bölümü ve Matematik Bölümü: Genel Matematik, Genel İstatistik, Olasılık Hesapları, Örnekleme Teknikleri, Zaman Serileri Analizi, Stokastik Süreçler, Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     İletişim Fakültesi: İletişim, Halkla ilişkiler, Halkla ilişkiler ve gündem yönetimi, İletişim hukuku, Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     Siyasal Bilgiler, İktisadi ve İdari Bilimler, İktisat, İşletme Fakülteleri: İktisat (mikro ve makro iktisat, uluslararası iktisat), Maliye (maliye teorisi, maliye politikası, Türk vergi sistemi), Avrupa Birliği (tarihçesi, kurumları, politikaları, Türkiye – Avrupa Birliği ilişkileri, Avrupa Birliği Mali Yardımları).

     Test usuldeki yazılı sınavda değerlendirme yüz puan üzerinden yapılacak ve yetmiş puan alan adaylar başarılı sayılacaktır. Yazılı sınavda yetmiş ve daha yukarı puan alan adaylardan fakülte veya bölüm itibariyle yalnızca ataması yapılacak aday sayısının en fazla dört katı aday sözlü sınava çağrılacaktır (son sıradaki adayla aynı puana sahip adaylar da sözlü sınava çağrılır). Sözlü sınava katılmaya hak kazanan adayların listesi ile sözlü sınavın yapılacağı yer ve tarih www.csgb.gov.tr ve www.ikg.gov.tr adreslerinde ilan edilecek olup adaylara ayrıca bir bildirimde bulunulmayacaktır.

     5 - SÖZLÜ SINAV
     Sözlü sınav aşağıdaki alanlarda yapılacaktır.
a) Yazılı sınav konularına ilişkin bilgi düzeyi ve İngilizce (İngilizce soruları adayın güncel herhangi bir konu hakkında yapacağı İngilizce kısa konuşmalar şeklinde cevaplanacaktır)
b) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
c) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
d) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
e) Genel yetenek ve genel kültürü,
f) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı,

     Sözlü sınavda adaylar (a) bendi için 50 puan, (b) ila (f) bentlerinde yazılı özelliklerin her biri için 10’ar puan üzerinden değerlendirilecektir. Sözlü sınavda değerlendirme yüz puan üzerinden yapılacak ve Sınav Kurulu Üyelerinin verdikleri notların aritmetik ortalaması sözlü sınavın sonucunu gösterecektir. Yetmiş puan alan adaylar başarılı sayılacaktır. Sözlü sınavda fakülte ve bölüm itibariyle başarılı olan adayların sayısı fakülte veya bölüm itibariyle ataması yapılacağı ilan edilen kadro sayısından fazla ise fakülte ve bölüm itibariyle en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere sıralama yapılıp yalnızca kadro sayısı kadar aday giriş sınavını başarmış kabul edilerek sınav kazananlar listesi ilan edilecektir. Atamalar yalnızca sözlü sınav sonucuna göre yapılacak olup yazılı sınav sonucu dikkate alınmayacaktır.

     6 - YAZILI SINAV YERİ, TARİHİ VE SAATİ:
     Yazılı Sınav Tarihi: 16 Haziran 2013-Saat: 9:30
     Yazılı Sınav Yeri: Sosyal Güvenlik Kurumu, Ziyabey Caddesi No:6 06520 BALGAT/ANKARA

     7 - SINAV GİRİŞ BELGESİ:
     Adaylar, yazılı ve sözlü sınav öncesinde kimlik tespitinde kullanılmak üzere yanlarında fotoğraflı ve geçerli bir kimlik belgesi (nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, pasaport) bulunduracaklardır. Adaylara ayrıca sınava giriş belgesi gönderilmeyecektir.

     8 - SÖZLÜ SINAV SONUCUNA GÖRE ATAMA
     Sözlü sınav sonucuna göre sınavı kazananlar Avrupa Birliği Uzman Yardımcısı kadrolarına 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu hükümlerine göre atanır. Sözlü sınavda yetmiş ve üzerinde puan almış olmak Sınav Kazananlar Listesine giremeyen adaylar için müktesep hak teşkil etmez.
     Sözlü sınav sonucunda fakülte veya bölüm itibarıyla başarılı bulunan adaylardan asil kazananlar dışında başarı puan sıralamasına göre Hukuk Fakültesi için 2, Bilgisayar Mühendisliği Bölümü için 1 ve Siyasal Bilgiler, İktisadi ve İdari Bilimler, İktisat, İşletme Fakülteleri için 1 adet olmak üzere dört kişilik yedek aday listesi oluşturulur.
     Yedek adayların hakları daha sonraki sınavlar için müktesep hak veya herhangi bir öncelik teşkil etmez. Sözlü sınavda başarılı olanların sayısı fakülte veya bölüm itibariyle ilan edilen kadro sayısından daha az ise sadece başarılı olanlar sınavı kazanmış kabul edilir. 
     Ancak, yukarıdaki tabloda öğrenim dalı itibariyle ilan edilen kadro sayısı kadar adayın başarılı olamaması nedeniyle boş kalan kadrolar, sınav kurulunun uygun görüşü ile, başka bir öğrenim dalından sınava katılıp başarılı olmuş adayların sınavdaki başarı sırasına göre atanması suretiyle doldurulabilir.
     Avrupa Birliği Uzmanları ile Uzman Yardımcılarının çalıştıkları alan bakımından daha detaylı bilgi için www.ikg.gov.tr adresine bakılabilir.


ZEKÂTIN ÖDENMESİ (1) - ZEKÂTIN ÖDENME ZAMANI

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Beşinci Konu
ZEKÂTIN ÖDENMESİ (1)

     Daha önce zekâtın vücûb ve sıhhat şartları ile hangi mallardan ne oranda verilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Şimdi ise bu zekâtın ne zaman ve ne şekilde ödeneceği üzerinde durulacaktır.

     A) ZEKÂTIN ÖDENME ZAMANI
     Fakihler şartları gerçekleşen malda zekâtın derhal (fevrî) yani sene biter bitmez ödenmesi gerektiğinde görüş birliğine varmışlardır. Çünkü malda gerçekleşen zekât borcu, artık kul hakkıdır. Bu borcun ödenmesini -özürsüz olarak- geriye bırakmak câiz değildir. Hanefî mezhebinde fetvaya esas olan görüş bu olduğu gibi, İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve Ahmed b. Hanbel'in görüşü de bu yöndedir.
     İslâm'da prensip olarak ibadetler hemen yerine getirilmesi istenen bir husustur. Çünkü Cenâb-ı Allah, "Hayırlar(ı işlemede) yarış yapınız" (Âl-i İmrân 3/133) buyurur. Bütün hayır işlerinde acele etmek övüldüğüne göre, malda gerçekleşen fakir hakkının bir an önce hak sahiplerine ödenmesi de övülmeye değer bir iştir.
     Altın, gümüş ve parada, ticaret malları ve hayvanlarda zekât, bir kamerî yılın tamamlanması ile farz olur ve bu mallardan zekât her senede bir defaya mahsus olmak üzere ödenir.
     Toprak ürünlerinden zekât, senede kaç kere ürün alınırsa o kadar verilir. Yani bir araziden bir senede iki kere mahsul alan kişi iki kere zekât verir.
     Toprak ürünlerinde zekâtın vücûb vakti konusunda farklı görüşler bulunmakla birlikte ağırlıklı görüş, bunun hasat esnasında olduğu yönündedir. Bununla birlikte olgunlaşmaya başladığı andan itibaren takriben hesaplanıp verilebileceği gibi, hasattan kısa bir müddet sonra vermek de mümkündür. Toprak ürünleri hasattan sonra sahibinin kusuru olmaksızın helâk olsa veya çalınsa zekâtı düşer. Bu tarihleme meyveler için de geçerlidir.
     Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler madenlerde zekâtın, nisab miktarı maden istihsal edilmesiyle, Hanefî ve Hanbelîler de balda zekâtın, nisab miktarı bal elde edilmesiyle vâcip olacağı görüşündedir. Ancak toprak ürünlerinden zekât, ekinler sürülmeden, meyveler de toplanmadan alınmaz.
     Görüldüğü gibi toprak ürünlerinden zekât tahsili güneş takvim sistemine göre "hasat zamanı"; hububat harmanlanıp sapından çıkarılınca, meyveler toplanınca yapılmaktadır. Madenlerin de elde edilince zekâtı ödenmektedir. Bunların dışındaki mallar; altın, gümüş, para, ticaret malları ve hayvanlar ise üzerinden bir kamerî yıl geçmekle zekâta tâbi olmaktadır. Acaba bu ikinci grup malların zekât borçlarını mükellef isterse sene dolmadan da verebilir mi? Veya bunun aksi olarak zekât borcu ertesi yıla tehir edilebilir mi?
     Hz. Ali'den rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber, amcası Abbas'ın zekâtını vaktinden önce ödeyip ödeyemeyeceğini sorması üzerine ona ödeyebileceğini söylemiş, Abbas da iki senelik zekât borcunu peşin ödemiştir (Ebû Dâvûd, "Zekât", 22, 37; İbn Mâce, "Zekât", 7).
     Fakihlerin çoğunluğu, bu uygulamadan hareketle, zekâtın vücûb sebebi nisab bulunduğu takdirde kişinin zekâtını vaktinden önce ödeyebileceğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe, Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel bu görüştedir.
     İmam Mâlik ile Dâvûd ez-Zâhirî ise, mal ister nisaba ulaşsın ister ulaşmasın vaktinden önce zekâtının verilmesinin câiz olmadığı görüşündedir. Bu iki müctehide göre, sene geçme şartı (havl) nisab gibi zekâtın vücûb şartlarından olup, nasıl namaz vaktinden önce kılınmazsa zekât da vaktinden önce ödenemez.
     Zekâtın zamanında ödenmesi, ihtiyaç sahiplerinin haklarını doğrudan ilgilendirdiğinden, mükellefin haklı ve geçerli bir sebep bulunmaksızın zekât borcunu geciktirmesi doğru bulunmaz. Hatta fıkıh kitaplarında, zaruret olmaksızın zekâtı vaktinde ödemeyen kişinin şahitliğinin kabul edilmeyeceği, onun bu fiiliyle tıpkı, istendiğinde emaneti sahibine iade etmeyen emanetçi konumunda olacağı ifade edilerek zekâtın vaktinde ödenmesinin önemi vurgulanmak istenmiştir.
     İslâm'daki "kolaylaştırma" prensibine uyarak zekât borcunun mâkul bir süre geciktirilmesi câizdir. Meselâ zekâtın yerine ulaşmasını temin gayesiyle daha muhtaç fakirleri aramak, gurbette olan fakir akrabaya zekât göndermek veya zekât malına o anda mükellefin ihtiyacının bulunması, daha sonra borcunu ödemesi halinde iktisadî bir sıkıntıdan kurtulmasının söz konusu olması gibi sebeplerle zekât borcunun ödenmesi bir süre geciktirilebilir. Ancak bu erteleme süresi içinde zekât mal telef olursa, tahakkuk eden zekât miktarını öder. Çünkü zekât borcu doğmuş, mükellef verme imkânına da kavuşmuş, ama herhangi bir sebeple ödemeyi geciktirmiştir.
     Hz. Ömer'in, kıtlık yılında güç duruma düşen zekât mükelleflerinin zekât borçlarını ertesi yıla ertelediği rivayet edilir. Fakihlerin çoğunluğu Hz. Ömer'in bu uygulamasını esas alarak zekât borcunun ödenmesinde böyle bir ihtiyaçtan dolayı erteleme yapılabileceği görüşüne varmışlardır. Ancak Ahmed b. Hanbel ve bazı Mâlikî fakihleri ise durum ne olursa olsun zekât borcunun ertelenemeyeceği görüşündedir.
     Öteden beri müslümanlar zekât borçlarını rahmet ayı olan ramazan ayında ödemeyi âdet haline getirmiş iseler de, zekâtın ödenmesi için tayin edilmiş bir gün veya ay yoktur. Aslolan, vücûb şartları gerçekleşince zekâtın ödenmesidir.
     Bir malda zekât borcu doğduktan sonra, bu borç ödenmeden önce o mal çalınmak, kaybolmak, gasbedilmek gibi yollarla helâk olsa; mükellef ister ödeme imkânına sahip olsun veya olmasın, Hanefîler'e göre zekât borcu düşer. Fakat bu malı bağış veya satış yoluyla tüketirse zekât borcu düşmez, zekâtını vermesi gerekir.
     Fakihlerin çoğunluğuna göre ise bu durumda zekât borcu düşmez. Mükellefin onu yeniden ödemesi gerekir. Ancak İmam Mâlik'e göre, telef olduklarında hayvanların zekâtı ödenmez.
     Hanefîler, zekâtın mükellefin niyetiyle eda edilen ve niyâbet kabul etmeyen bir ibadet olduğunu ileri sürerek, mükellefin ölmesiyle zekât borcunun da düşeceğini söylemişlerdir. Ancak ölen vasiyet etmişse mirasının üçte bir miktarından zekât borcu ödenir. Vasiyet etmemiş ise mal vârislerine intikal eder. Fakat, vârisleri ödeme mecburiyetinde değillerdir. Ama öderlerse bu nâfile bir sadaka yerine geçer. Çünkü zekât bir ibadettir. Her ibadet gibi niyetle eda edilir. Borçlunun ölmesi sebebiyle niyet olmadığından borç da düşer. Hanefîler zekât borcunu ödemeden ölen kimsenin, namazı, orucu terkederek ölen kimse gibi günahkâr ve borçlu olarak öldüğü ve geride kalanların onu bu borçtan kurtaramayacağı görüşündedirler.
     Zekâtın niyete dayalı bir ibadet olma vasfından çok ihtiyaç sahiplerinin hakkını ilgilendiren yönünü ön planda tutan cumhura göre ise, zekât borcu mükellefin ölümü ile ortadan kalkmaz. Aksine ölen vasiyet etmese de terikesinden ödenir. Namaz ve oruç bedenî ibadetlerdir. Onların yerine getirilmesi için başkasını vekil tayin etmek mümkün değildir. Malî bir ibadet olan zekâtta ise vekâlet geçerlidir. Çocuk ve akıl hastasının mallarından velileri nasıl zekât ödemekle mükellefse ölenin vârisleri de onun zekât borcunu ödemekle sorumludur.

     B) ZEKÂTIN ÖDENME ŞEKLİ
     Zekât bir ibadet olduğu için, kural olarak doğrudan mükellef birey tarafından yerine getirilir. Fakat zekâtın malî yönünün bulunması, giderek düzenli bir organizasyona ihtiyaç duyması ve kurumsallaşması, zaman içinde bu malî ibadetin büyük bir organizasyon (devlet aygıtı) tarafından yerine getirilmesini veya o aygıt tarafından denetlenmesini gerekli hale getirmiştir. Zekâta "fakirin zengin bireylerin malındaki hakkı" gözüyle bakılması da zekât organizasyonuna devletin girmesinde bir etken olmuştur. Bu kurumun düzenli bir şekilde işleyişinin ancak devlet tarafından sağlanabileceği görüşü yaygınlık kazanmıştır. Bu bakımdan İslâm toplumlarında, zekâtı zengin bireylerden alıp hak sahiplerine dağıtma işini öteden beri devlet üstlenmiş ve böylece zekâtın toplanması ve dağıtılması kamu hukukunun bir parçası olmuştur.
     Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de, Hz. Peygamber'e zenginlerin mallarından zekât alması emredilmiş (et-Tevbe 9/103), bu işlerde görevli personele "ve'l âmilîne aleyhâ" (zekât işinde çalışanlar) ifadesi ile işaret edilmiş ve onlara bu görevlerine karşılık olmak üzere, zekât gelirlerinden pay ödenmesi gerektiği belirtilmiştir (et-Tevbe 9/60).
     Bu iki âyet, zekâtın toplanıp hak edenlere dağıtılması işinin devlet tarafından ele alınmasının gerekli bir görev olduğunu göstermektedir. Hz. Peygamber'in "Onlara söyle, Allah mallarında zekâtı farz kıldı. Bu zekât zenginlerinden alınır ve fakirlerine verilir" (Buhârî, "Zekât", 1) diyerek Muâz b. Cebel'i Yemen'e zekât toplamak üzere göndermesi de bu anlamda değerlendirilebilir.
     Hz. Peygamber'in söz ve uygulaması, Hulefâ-yi Râşidîn ve daha sonraki devirlerde izlenmiş, zekât tahsil ve dağıtım işi genellikle devlet memurları tarafından yapılmıştır. Ancak gerek Hz. Peygamber gerekse Hulefâ-yi Râşidîn devirlerinde mükelleflerin mallarının zekâtlarını kendiliklerinden getirip devlet yetkililerine verdiğinin de birçok örneği vardır.
     İleriki devirlerde fakihler zekâta tâbi malları; "el-emvâlü'l-bâtına" (gizli mallar) ve "el-emvâlü'z-zâhire" (açık mallar) olmak üzere iki ana grupta ele almışlar ve bunların tahsil edilmesinde farklı iki yol izlenmiştir.
     Hanefîler, Hz. Osman dönemindeki uygulamayı esas alarak, açık mallardan alınacak zekâtın toplama ve dağıtım yetkisinin devlete ait olduğu, gizli malların zekâtının ise bizzat mükellef bireyler tarafından ödeneceği şeklinde bir yaklaşımı benimsemişlerdir.
     Şâfiîler, gizli malların zekâtının bizzat mükellef birey tarafından ödeneceği görüşünde Hanefîler'le birleşir. Fakat, açık malların zekâtı konusunda biri bunun devlet tarafından toplanıp dağıtılabileceği, diğeri, gizli malda olduğu gibi, mükellef birey tarafından yerine getirileceği şeklinde iki görüş bulunmaktadır.
     Mâlikî mezhebine göre ise, zekâtın ilke ve amaçları doğrultusunda yapılmış düzenlemelere tam riayet şartıyla, zekât borçları doğrudan devlete ödenir.
     Hanbelîler ise bu konuda bir ayırım ve tercih yapmaksızın, zekât borçlarının devlete verilebileceği gibi, doğrudan hak sahiplerine de ulaştırılabileceğini söylemişlerdir.
     Fakihlerin çoğunluğuna göre devletin, zekâta tâbi olan bütün malların zekâtlarının doğrudan kendisine verilmesini isteme yetkisi vardır. Devlet bu yetkiyi kullanarak ödemekten kaçınanlardan zekât borcunu zorla alır. Fakihler arasındaki ihtilâf, mükellefin zekât borcunu devlete ödeme mecburiyetinde olup olmadığıdır. Fakihlerin bu konudaki farklı görüşlerinde ve çekimser tavırlarında, dönemlerinde devlet eliyle toplanan zekâtın yerinde harcanıp harcanmadığı yönündeki kanaatlerinin etkili olduğu açıktır.
     Bu konu 1952 Şam Konferansı'nda âlimler tarafından ele alınmış ve şu sonuca varılmıştır:
1. Zamanımızda müslümanlar zekât ödemede ihmalkâr davranmaktadırlar. Bu itibarla Hz. Osman'ın gizli malların zekâtlarını ödemeleri hususunda verdiği vekâlet geçerliliğini kaybetmiştir. Asıl kurala dönülerek zekât devlet tarafından toplanıp dağıtılmalıdır.
2. Günümüzde hemen hemen bütün mallar açık mal haline gelmiştir. Ticarette tutulan değerlerle banka ve şirketlerdeki paraların tesbiti ve belirlenmesi kolay ve mümkündür.
     Bu sebeplerden dolayı gizli-açık ayırımı yapılmadan bütün malların zekâtı hükümetler tarafından oluşturulacak özel bir kurum vasıtası ile toplanıp hak sahiplerine yani âyette öngörülen yerlere dağıtılmalıdır.
     Zekâtın devlet tarafından toplanmadığı yerlerde mükellef, açık ve gizli bütün mallarının zekâtını bizzat kendisi hak edenlere vermelidir.
     Zekât, ister devlet eliyle toplansın isterse mükellef tarafından ödensin, ödeme şekil ve usulüyle ilgili olarak dikkat edilmesi gereken bazı kurallar vardır.
     Kur'an'da, infak edilecek malların iyi vasıfta olması gerektiğine işaret edilmiştir (el-Bakara 2/267). Zekât olarak ödenecek malların da "iyi" vasıfta olmaları gerekir. Ancak, insanların en iyi malarının elinden alınması veya bunu ödemekle yükümlü tutulmaları, insan tabiatına uygun gelmediğini ve bunun başka sıkıntı ve güçlüklere yol açabileceğini bilen Peygamberimiz, Muâz b. Cebel'e verdiği tâlimatta "Halkın en kıymetli mallarını zekât olarak almaktan sakın" (Buhârî, "Zekât", 1; Müsned, III, 341) diyerek âyette işaret edilen, "iyi vasıf" kaydının "en iyi vasıf" anlamında anlaşılmasının önüne geçmiştir. Zekât borcunu kendi ödemek durumunda olan mükellef de bu borcunu "iyi" vasıfta olan mallarından ödemelidir.
     Ödeme şekliyle ilgili ikinci mesele; "Zekâtın zekâta tâbi maldan ayrılarak mal olarak (aynen) verilmesi şart mıdır, yoksa bu malın para olarak kıymeti de verilebilir mi?" konusudur.
     Fakihler bu konuda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Fakihlerin çoğunluğuna göre, zekât borcu ancak zekâta tâbi olan maldan verilir. Meselâ hayvanlar zekâta tâbi ise zekât borcu bu hayvanlardan, toprak ürünleri zekâta tâbi ise zekât borcu bu ürünlerden verilmelidir. Onlar bir ibadet olan zekâtın nisab, nisbet ve zekât borçlarının nasla sabit olduğunu, daha yararlı olduğu kesin bilinse bile, buna muhalefet etmeye kimsenin yetkisi bulunmadığını ileri sürerler. Ancak Şâfiîler ticaret mallarında kıymetin verilebileceği görüşündedirler.
     Hanefîler'e göre zekât borçları, o malların kendilerinden verilebileceği gibi, kıymetleri de verilebilir. Hanefîler zekât borcunun para olarak verilebileceğini söylerken hem hadislere ve hem de zekâtın teşrî` amacına dayanmaktadırlar.
     Hz. Peygamber hayvanların zekât borçlarının ödenmesinde aradaki yaş farklarının iki koyun veya 20 dirhemle kapatılmasını (bk. Buhârî, "Zekât", 37) istemiştir. Ayrıca develerin zekâtında beş devede bir koyun zekât verilir. Koyun deve cinsinden değildir.
    Öte yandan, zekâtın amacı fakirin ihtiyacını gidermektir. Bu, zekâta tâbi olan malın kendisinden zekât ödemekle gerçekleşebileceği gibi kıymetinin verilmesi ile de gerçekleşir. Hatta kıymetin verilmesi ile bu amaca daha kolay ulaşıldığı da söylenebilir. Çünkü kıymet (para) insanın çok çeşitli ihtiyaçlarını karşılamaya elverişlidir.
     Zamanımızda, insan ihtiyaçlarının çok farklılaştığı, eğitim, sağlık, barınma gibi ihtiyaçların ön plana çıktığı dikkate alınırsa, Hanefîler'in bu konudaki görüşlerinin daha tercihe şayan, fakirin ihtiyaçlarının giderilmesine daha elverişli olduğu görülür.
     Zekât ister aynî (malın kendisinden) isterse nakdî (para olarak kıymeti) ödensin, toplandığı yerden başka bir yere gönderilmesi câiz midir? Bu konu da fakihler arasında ihtilâflıdır.
     Fakihler, zekâtın toplumsal ibadet olma yönünü ve toplumsal denge ve barışı sağlamadaki rolünü dikkate aldıkları için, kural olarak zekâtın toplandığı yerden başka bir yere ihtiyaç olmaksızın gönderilmesini hoş karşılamamış iseler de, meselâ Hanefîler fakir akrabayı gözetmek, daha muhtaç bir kişiye veya kişilere vermek, âlim bir kişiye yahut öğrenciye ulaştırmak gibi amaçlarla zekâtın, zekât malının bulunduğu yerden başka bölgelere nakledilmesini câiz görmüşlerdir.
     Şâfiîler bu konuda daha sıkı davranarak, zekâtın malın bulunduğu yerde dağıtılmasının gerekli olduğunu, ancak o yerde zekâtı alacak kimse bulunmadığında başka bir yere nakledilebileceğini söylemişlerdir.
     Mâlikîler zekâtın vâcip olduğu yerde veya oraya yakın bölgelerde dağıtılabileceğini, bu yakın bölgenin de sefer hükümlerinin geçerli olduğu mesafeden az olması gerektiğini söylemişlerdir.
     Hanbelîler de, muhtaçlar bulunduğu halde zekâtı başka bölgelere gönderenlerin günahkâr olacağını, buna rağmen zekâtını başka bölgelere gönderenlerin zekât borçlarının ödenmiş sayılacağını ifade etmişlerdir.
     Cumhurun görüşü, bir malın zekâtının o malın kazanıldığı ve bulunduğu yerde dağıtılması, böylece o bölge halkının ihtiyaçlarına öncelik verilmesi noktasından hareket eder. Ancak şehirleşmenin ve köyden kentlere göçün hızlandığı, ticaret ve sanayinin belli bölgelerde yoğunlaştığı göz önünde bulundurulursa, zekâtın dağılımında ülke genelini, hatta dünyadaki bütün ihtiyaç sahibi müslümanları düşünmek ve mümkün olduğu ölçüde sosyal dengeyi kurmak gerekir. Bu sebeple de, mükelleflerin zekâtlarını Hanefîler'in belirttiği ihtiyaç ve sebepler mevcutsa bulundukları yerden başka bölgelere göndermeleri câizdir. Meselâ yurt dışında çalışan müslümanların zekâtlarını kendi ülkelerindeki fakirlere, şehirlerde oturanların köy ve kasabalarında tanıdıkları ve daha muhtaç olduklarını bildikleri kimselere göndermeleri yerinde olur.

15 Mayıs 2013 Çarşamba

ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (7) / J) HİSSE SENEDİ

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Dördüncü Konu
ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (7) 
   Sitemizde daha önce yayınladığımız;
A) ALTIN ve GÜMÜŞ, B) TİCARET MALLARI
C) TOPRAK ÜRÜNLERİ, D) BAL ve DİĞER HAYVAN ÜRÜNLERİ
E) MADENLER ve DENİZ MAHSULLERİ
F) HAYVANLAR
G) SINAÎ SERVET, YATIRIM ve ÜRETİM ARAÇLARI 

H) BİNA ve NAKİL VASITALARI GİBİ GELİR GETİREN MALLAR ve
I) MAAŞ, ÜCRET ve SERBEST MESLEK KAZANÇLARI
   Konularını okumak isterseniz yukarıdaki mavi renkli başlıklara tıklayabilirsiniz...


     J) HİSSE SENEDİ
     Hisse senedi bir anonim şirketin sermayesinin birbirine eşit paylarından bir parçasını temsil eden ve kanunî şekil şartlarına uygun olarak düzenlenen hukuken kıymetli evrak hükmünde bir belgedir. Tahvil gibi bir borç senedi değil, bir ortaklık ve mülkiyet senedidir. Şirket yaşadığı ve kâr ettiği müddetçe sahibine gelir getirir. Hisse senedinin sahibine sağladığı bu gelire temettu (kâr payı) denir.
     Hisse senetleri tedavül kabiliyetlerine, şirket kârına, iştiraklerine ve sermayeyi temsil edip etmediklerine göre muhtelif nevilere ayrılır.

     Hisse senetlerinin üç türlü değeri vardır:
     1. Nominal değer: Hisse senedinin üzerinde yazılı değerdir. Bazı ülkelerde hisse senetleri nominal değer taşımaz. İlk defa piyasaya çıkarılırken ihraç eden kuruluşun, arz ve talebi göz önünde bulundurularak kararlaştırdığı bir ihraç fiyatı ile satışa sunulurlar.
     2. İhraç değeri: Hisse senetlerinin nominal değerin altında veya üstünde bir değerle ihraç edilmesidir. İhraç edilen bir hisse senedinin bu değerde kalıp kalmayacağını zamanla piyasa şartları tayin edecektir.
     3. Piyasa değeri: Piyasada arz ve talebin oluşturduğu değerdir.

     Hisse senedi bir ticarî işletmenin tümünün (arsası, binaları, fabrikası, makineleri, demirbaşı, parası, borç ve alacakları, diğer işletmelerdeki iştirak payları, ihtirâ ve patentleri dahil olmak üzere) bütün maddî ve mânevî varlığının belli bir parçasını temsil eden bir mülkiyet senedidir. Bir şirketin hisse senedini alan kimse, o işletmenin aktif ve pasifindeki her şeye ortak olur.
     Bu husus kapalı şirketlerden halka açık şirketlere doğru gidildikçe derece derece farklılık gösterir. Beş altı ortaklı bir aile anonim şirketinde ortaklar hisse senetlerinin kendilerine tanıdığı tüm hakların bilinci içindedir. Fakat şirket halka açıldıkça ve büyüyüp ortak sayısı arttıkça, hisse senetleri temsil ettikleri haklardan ayrı bir kişilik kazanmaya başlar. Hisse senedi hamilleri hisse senetlerini uzun vadeli yatırım yapmak için bile almış olsalar, artık hisse senetleri onlar için bir işletmenin aktif ve pasifindeki tüm varlıkları ve hakları temsil eden bir belge olmaktan çıkar, bizzat kendisi bir mal haline gelmeye başlar. Eğer portföy sahibi devamlı bir yatırım için değil de, zaman içindeki değer artışlarından yararlanmak amacıyla yatırım yapmışsa, hisse senetleri iyiden iyiye bir mal haline gelir, artık onların neyi ve hangi hakları temsil ettiği düşünülmez.

     Günlük hayatta aslî para olmamakla birlikte hisse senedi, tahvil vb. aktif unsurların para gibi tedavül etmesi, muasır İslâm âlimlerini meşgul etmiştir.
     Bu konuda 1952 yılında Şam'da yapılan bir toplantıda âlimler; türü ne olursa olsun ve ne maksatla elde bulundurulursa bulundurulsun, bütün hisse senetlerinin ticaret malı olduğu ve onlar gibi zekât hükümlerine tâbi tutulması gerektiği kanaatini serdetmişlerdir. Çünkü hisse senetleri ve tahviller ticareti yapılıp kâr elde etmek için elde bulundurulur. Nominal değerleri ile sermaye piyasasındaki değerleri de daima farklıdır. Bu itibarla hisse senetleri ve tahviller birer ticaret malıdır ve ticaret mallarına uygulanan ölçüyle zekâta tâbi olmalıdır.
     Hisse senetleri menkul kıymetler borsasında alınıp satılmak ve böylece ticareti yapılıp kazanç elde etmek için bulunduruluyorsa, ticaret malları gibi işlem görürler, rayiç bedelleri üzerinden % 2.5 oranında zekâta tâbi olurlar. Hisse senetleri, kâr elde etmek için değil, yatırım yapmak ve bunun gelirini (temettu) elde etmek için alınmış ise yine aynı şekilde rayiç bedel + gelirleri % 2.5 oranında zekâta tâbi olurlar, ancak bu durumda zekât doğrudan şirketten tahsil edilir.

     1965 yılında Kahire'de yapılan ikinci konferansta konu tekrar gündeme gelmiş; hisse senetleri ve tahvillerin alınıp satılmak suretiyle ticareti yapılmak için elde bulundurulduğunda ticaret malları gibi % 2.5 nisbetinde zekâta tâbi olması, sırf yatırımda bulunulup, bunun gelirinden yararlanmak amacı ile alınmışsa -ziraî araziye kıyasla- safî gelirinden % 10 zekât alınması, bu ikinci durumda hisse senetlerinin zekâtının şirket tarafından verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Çünkü şirketler yatırımcıların zekât borçlarını temettularından kolayca çıkarıp, kalanını kâr olarak verebilirler.

     1984 yılında Küveyt'te yapılan "I. Zekât Kongresi"nde hisse senetlerinin zekâtının, şirketin tüzüğünde gerekli düzenlemeler yapılıp genel kuruldan bu yönde karar çıkarıldıktan sonra, hisse sahiplerinin de rızâları alınarak şirketler tarafından ödenmesi tavsiye edilmiştir. Bu tavsiye kararı, İmam Şâfiî'nin ortaklık prensibinin diğer mallara teşmiline istinat etmektedir. Aynı kararda eğer şirketler zekâtı -şu veya bu sebeple- ödemezlerse onların yıllık bütçelerinde her hisse sahibine düşen zekât miktarını gösterip bildirmeleri tavsiye edilmiştir.
     Konferansın tavsiye kararlarında şu hususlar da yer almıştır:
1. Şirket, mallarının zekâtını ödemişse artık hisse sahiplerinin ayrıca zekât ödemeleri gerekmez.
2. Şirket, mallarının zekâtını ödememişse her hisse sahibinin hissesine düşen zekâtı aşağıdaki şekillerde ödemesi gerekir:
     a) Hisse sahibi, hisse senedini sırf ticaretini yapmak için almışsa onun zekâtı vücûb tarihindeki piyasa değeri üzerinden % 2.5 oranında ödenmelidir.
     b) Gelirinden yararlanmak amacı ile almışsa; âlimlerin çoğunluğuna göre, elde ettiği geliri diğer mallarına katar, nisab ve bir yıl bekleme şartı gerçekleşmişse % 2.5 oranında zekât öder. Bu suretle sorumluluktan kurtulmuş olur.

     Bazı âlimler de sanayi sektöründeki yatırım gelirini ziraî araziye kıyas ettiğinden, onlara göre ise geliri elde eder etmez % 10'unu zekât olarak öder.

     İslâm Fıkıh Akademisi'nin 6-11 Şubat 1988 tarihleri arasında Suudi Arabistan'ın Cidde şehrinde gerçekleştirdiği dördüncü dönem toplantısında, "şirket hisselerinin zekâtı" konusunda akademiye gelen araştırmalar incelendikten sonra şu kararlar alınmıştır:
1. Hisselerin zekâtını vermek sahiplerine düşer. Ancak şirketin tüzüğünde açıkça belirtilmiş, genel kuruldan bu yönde bir karar alınmış, ilgili ülke hukukunda şirketler, zekâtları hesaplayıp çıkarmakla yükümlü tutulmuş veya hisse sahibi hisselerinin zekâtını hesaplayıp çıkarma yetkisini şirket yönetimine bırakmışsa, şirket yönetimi hisse sahiplerini temsilen zekât çıkarır.
2. Gerçek şahıslar mallarının zekâtını nasıl hesaplayıp çıkarıyorsa şirket yönetimi de hisselerin zekâtını o şekilde çıkarır. Yani, hissedarların mallarının bütünü tek bir şahsın malları mesabesinde kabul edilir; bunların zekâtı belirlenirken, zekâta tâbi malın çeşidi, nisabı, alınacak miktar vb. bakımından gerçek şahsın zekâtında gözetilen esaslara uyulur. Bu işlemler, karışım (hulta) prensibini bütün mallara teşmil eden fakihlerin görüşüne dayanmaktadır.
     Kamu hazinesi hisseleri, hayır vakfı hisseleri, hayır kurumları hisseleri ve gayri müslimlerin hisseleri gibi zekât düşmeyen hisselerin payı zekâtın tarhında esas alınacak miktarın dışında tutulur.
3. Şirket, herhangi bir sebeple mallarının zekâtını vermemişse hissedarların kendi hisselerinin zekâtını vermeleri gerekir. Hissedarın, şirket işaret edilen şekilde mallarının zekâtını vermiş olsaydı kendisine ait hisselere ne kadar zekât isabet edecek idiyse, şirket hesaplarından öğrenmesi mümkünse, onu esas alarak hisselerinin zekâtını verir. Çünkü hisselerin zekâtının belirlenmesinde kriter budur.

     Hissedarın bunu öğrenememesi durumunda ise:
     Eğer ticaret maksadıyla değil de sadece hisselerin yıllık kârından (temettu) yararlanmak için şirkete hissedar olmuş ise gelir getiren malların zekâtı gibi bunların zekâtını çıkarır; İslâm Fıkıh Akademisi'nin ikinci dönem toplantısında "kiraya verilmiş tarımsal olmayan arazi ve taşınmazların zekâtı"na ilişkin aldığı karara paralel olarak bu hisselerin sahibi, hisselerinin aslı değil onların geliri üzerinden zekât vermekle yükümlüdür. Bu da kârın tahsili tarihinden itibaren bir sene sonra -diğer zekât şartları tahakkuk etmişse ve zekâta mani bir durum da yoksa- kırkta birdir.
     Eğer hissedar, ticaret maksadıyla hisse edinmişse, bunların zekâtını ticaret mallarının zekâtı gibi verir. Bir yıl geçtiğinde hisseler mülkiyetinde bulunuyorsa piyasa değeri üzerinden, piyasanın bulunmaması durumunda ise bilirkişinin takdir edeceği değer üzerinden % 2.5 olarak zekât verir. Ayrıca, elde edilmişse, hisselere ait kârın da bu oranda zekâtını verir.
4. Hissedar, sene içinde hisselerini satmışsa, bunların bedelini diğer mallarına ilâve eder ve senesi dolduğunda, birlikte zekâtını verir. Alıcı ise, satın aldığı hisselerin zekâtını yukarıda belirtildiği şekilde verir.

     Hisse senetlerinden elde edilen gelir çağımızda ortaya çıkmış yeni bir konu olduğundan, çağdaş âlimler arasında bu gelirin klasik dönemdeki hangi tür mala ve gelire kıyas edileceğinde farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Hisse senetlerinin zekâtının nasıl ve hangi ölçüye göre verileceği konusundaki farklı önerilerin gündeme gelmesi bundan kaynaklanmaktadır. Bu tartışmalardan anlaşıldığına göre;
1. Çağdaş âlimler menkul kıymetler borsasında alınıp satılmak ve böylece ticareti yapılarak kazanç elde etmek amacıyla alınan hisse senetlerinin türü ne olursa olsun % 2.5 oranında zekâta tâbi olacağında görüş birliğine varmışlardır.

2. Ticaret maksadıyla değil de, sadece yatırımcı sıfatıyla hisselerin yıllık kârından (temettu) yararlanmak için hisse senetleri alınmışsa bunların gelirlerinin de zekâta tâbi olacağı ittifakla kabul edilmiştir.
3. Hisse senetlerinin türü ne olursa olsun ve ne maksatla elde bulundurulursa bulundurulsun kıymetli evrak olarak % 2.5 oranında zekâta tâbi olup olmayacağı, ayrıca temettu için elde bulundurulan hisse senetlerinin kârından ne nisbette zekât verileceği ihtilâf konusu olmuştur.

     Bazı âlimler bu temettunun -diğer şartlar da gerçekleştiğinde- % 2.5 oranında zekâta tâbi olması gerektiğini savunmuş, bazıları da sınaî şirket hisse senetlerinin kendileri zekâttan muaf olmakla beraber gelirlerinin 1/10 veya 1/20 nisbetinde zekâta tâbi olması gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

     Bu konuda şöyle bir öneri getirilebilir:
1. Hisse senetleri, türleri ne olursa olsun, sermaye piyasalarında alınıp satılmak ve bu surette ticareti yapılmak amacıyla alınmış ise, vücûb tarihinde sermaye piyasasındaki değeri üzerinden % 2.5 oranında zekâta tâbi olmalıdır. Çünkü hangi tür mal ticareti yapılmak için elde bulunduruluyorsa, o mal ticaret malları zekâtı hükümlerine tâbidir. Bu hususta -zekât kapsamını daraltanların dışında- farklı görüş ileri süren olmamıştır. Buna göre spekülatör sıfatıyla sermaye piyasalarında hisse senedi alıp satanlar -ticaret sektöründe çalışan her mükellef gibi- hisse senetlerinin piyasadaki değerleri üzerinden, nisab ve yıl geçme (havl) şartları gerçekleşince % 2.5 oranında zekâtlarını ödemeleri gerekir. Çünkü portföy sahibi devamlı bir yatırım için değil, zaman içindeki değer artışlarından yararlanmak, yani hisse senetlerinin ticaretini yapmak için onları almıştır. Artık bu hisse senetleri tam bir ticaret metaı haline gelmiştir. Onların neyi ve hangi hakları temsil ettiği düşünülmez.
2. Eğer hisse senetlerini yatırımcı sıfatıyla elinde bulunduruyorsa, hisse senedinin satın aldığı değeri + gelirinden, o hisse senedini ihraç eden şirketin zekâta tâbi olmayan mal varlığını -yıllık bilançodan öğrenerek- çıkarıp, geriye kalan meblağın % 2.5 oranında zekâtını vermelidir. Çünkü hisse senedi, yukarıda da açıklandığı gibi, bir ticarî işletmenin tümünün (arsası, binaları, makineleri, demirbaşı, parası, borç ve alacakları vb.) bütün maddî ve mânevî varlığının belli bir parçasını temsil eden bir mülkiyet senedidir. Bir şirketin hisse senedini alan kimse, o işletmenin aktif ve pasifindeki her şeye ortak olur. Gerçi hisse senedi hamilleri onları uzun vadeli yatırım yapmak için almış olsalar da, artık hisse senetleri onlar için bir işletmenin aktif ve pasifindeki tüm varlıkları ve hakları tam temsil eden bir belge olmaktan çıkmıştır. Fakat yatırım niyetiyle elde bulundurulduğundan dolayı hâlâ mülkiyet senedi özelliğini korumaya devam ederler. Bu itibarla mülkiyetin satın alınan değeri + gelirinden, zekâta tâbi olmayan mal varlıkları çıkarılarak kalan % 2.5 oranında zekâta tâbi olmalıdır.

     Hisse senetlerinin zekâtını, onları ihraç eden şirketler de verebilir, hisse sahipleri de verebilir. Şirketler hisse senetlerinin zekâtını verirse -yukarıda işaret ettiğimiz- İmam Şâfiî'nin ortak malın zekâtı ile ilgili ictihadına, hisse senetlerinin zekâtını fertler verirse bu konuda Hanefîler'in ortaya koymuş olduğu prensibe uyulmuş olur. Ancak hisse senetlerinin zekâtını şirketler verirse, şirketin tüzüğünde bu durumun açıkça belirtilmiş, genel kurulda bu yönde bir karar alınmış, hisse sahibi hisselerinin zekâtını hesaplayıp çıkarma yetkisini şirket yönetimine bırakmış olmalıdır.

14 Mayıs 2013 Salı

CENNET ~*~ Tüm Nimetlerin En Üstünü; Allah'ın Rızası

C E N N E T

   Tüm Nimetlerin En Üstünü:
   Allah'ın Rızası
     "Allah, mümin erkeklere ve mümin kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah'tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur." (Tevbe Suresi, 72) Önceki sayfalarda cennette var olan nimetlerin göz kamaştırıcılığını birlikte inceledik. Ortaya çıkan tablo, cennetin, insanın beş duyusuna olabilecek en büyük zevk ve lezzetleri tattırdığını göstermektedir.
     Ancak cennetin tüm bunlardan çok daha üstün olan en büyük nimeti, Allah'ın rızasıdır. Müminin Allah'ın rızasını kazanabilmiş olmasından dolayı hissettiği sevinç ve huzurdur. Dahası, Allah'ın verdiği herşey için O'ndan razı olmanın, O'na daimi bir şükür içinde bulunmanın verdiği asil mutluluktur. Kuran'da, cennet ehlinin bu vasfına şu şekilde dikkat çekilir:
     "... Allah onlardan razı oldu, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük 'kurtuluş ve mutluluk' budur." (Maide Suresi, 119)
     Müminlerin Allah'ın rızasını kazandıklarını hissetmelerinin en çarpıcı ifadesi ise, Allah'ın onlara görünecek şekilde tecelli etmesidir. Dünyada bu durum olanaksızdır, çünkü "gözler O'nu idrak edemez..." (Enam Suresi, 103). Ancak Kuran'da bildirildiğine göre, Allah, ahirette mümin kullarına belirli bir şekilde tecelli ederek gözükecektir. Bunun nasıl olacağı ise Allah katındadır. Ancak ayetlerde geçen ifadelere göre, mahşer günü, Allah sekiz meleğin taşıdığı arşında müminlerin karşısına gelecektir. (Hakka Suresi, 17) O an müminlerin "yüzleri ışıl ışıl parlar, Rablerine bakıp-durur". (Kıyamet Suresi, 22-23) Dahası; "çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü 'Selam' (vardır)". (Yasin Suresi, 58) İçinde bulundukları doğruluk makamı, Allah'ın onurlu-üstün makamıdır ve müminler burada "çok kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında, doğruluk makamındadırlar". (Kamer Suresi, 55)
     Tüm bunlar, müminlerin Allah'ın rahmetini ve rızasını üzerlerinde en yoğun biçimde hissetmeleri anlamına gelir ki, olabilecek en büyük nimet budur. Allah'ın rızasını kazanmış olmak, hiçbir maddi güzellikle karşılaştırılamayacak kadar büyük bir sevinç ve mutluluk verir insana.
     Aslında cennetin diğer nimetlerini değerli kılan şey de, yine Allah'ın rızasıdır. Çünkü aynı nimetler dünyada da kısmen var olabilirler ama Allah'ın rızası dahilinde olmadıktan sonra mümin için bir anlam taşımazlar.
     Bu nokta son derece önemlidir ve iman edenlerin bunun üzerinde dikkatle düşünmeleri gerekmektedir. Çünkü nimeti asıl değerli kılan şey, onun kendi içinde taşıdığı lezzet ve zevkin çok daha ötesinde bir şeydir. Asıl değer, o nimetin Allah tarafından "ikram" edilmiş olmasıdır. O nimeti kullanan ve şükreden mümin, Allah'ın ikramıyla muhatap olduğunu, Allah'ın kendisini sevdiğini, koruyup-gözettiğini ve kendisine rahmetinden tattırdığını hisseder ki, asıl hazzı bundan alır.
     Nimet, bir amaç değil, araçtır. İnsanın Allah'a daha çok şükretmesini sağlamak için vardır. Dolayısıyla cennetin tüm nimetleri de yine birer araçtır; içindeki müminler ebediyen Allah'a şükretsinler diye yaratılmışlardır. Onları değerli kılan en önemli şey de budur. Kısacası, cennetteki nimetler, insanın Allah'a yakınlaşması, O'nun ebedi dostluğunu, sevgi ve hoşnutluğunu kazanmanın tarifsiz zevkine ulaşması için bir vesiledir. İşte bu nedenle, Allah'ın rızası cennetin en büyük nimetidir. Ve diğer maddi zevklerin hepsinin çok ötesindedir.
     Cennetteki en çarpıcı nimetlerden biri olan ve Kuran'ın da sık sık vurguladığı güzel kadınları (hurileri) ele alalım. Bu kadınlar, estetik kavramının doruğunu temsil ederler ve son derece çekicidirler. Bunlarla birlikte olmak başlı başına büyük bir nimettir. Nitekim Kuran'da bu teşvik edilir, onların yüzlerinin, ciltlerinin ve hatta göğüslerinin güzelliğine dikkat çekilir. Allah'ın yarattığı en büyük maddi nimetlerden biri olan cinsellik, bu muhteşem kadınlarla sonsuza dek en mükemmel biçimde yaşanır.
     Ancak bu kadınları bu denli değerli kılan şey, kendi güzelliklerinin ötesinde, onların Allah'tan gelen birer "ikram" olduğunun bilinmesidir. Sonuçta varılan en büyük zevk, ikram edenin sevgi, yakınlık, lütuf ve iltifatına kavuşmanın verdiği zevktir. Yapılan ikram, verilen hediye ne kadar değerli olursa olsun, bunlardan daha değerli olan alemlerin Rabbi olan Allah'ın ikramına layık görülmenin, Allah'tan hediye almanın verdiği zevktir.
     Nitekim eğer, "Allah'ın ikramı" olmasa, bir mümin için tüm nimetler anlamlarını yitirirler. En güzel kadın dahi, mümine eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde —yani helal dairesinin dışında— yaklaşırsa, anlamını yitirir. Böyle bir yaklaşım, Allah'ın rızasına muhalif bir ruhu barındırdığı için, müminin kalbini asla cezbedemez.
     Hz. Yusuf'un gösterdiği büyük asalet, mümin ahlakının bu yönünü en güzel şekilde ortaya koyar. Kuran'da Mısır vezirinin karısının Hz. Yusuf'tan murad almak istediği, hatta bunun için Hz. Yusuf'u zorladığı bildirilmektedir. Ayetlerde, Hz. Yusuf'un da söz konusu kadını çekici bulduğu bildirilmektedir. Ancak Hz. Yusuf, Allah'ın haram kıldığı bu ilişkiden Allah'ın işaretiyle sakınmıştır. Kadın onu tekrar zorladığında ise, zina etmektense, hapse girmeyi yeğleyerek şöyle demiştir: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir..." (Yusuf Suresi, 33)
     Hz. Yusuf'un son derece kötü şartlardaki bir hapishaneyi vezirin karısının kendisini çağırdığı fiilden daha "sevimli" bulması, Allah'ın rızasının mümin için olan önemini gösterir. Allah'ın rızasına uygun hareket etmek, O'nun hoşnutluğunu kazandığını bilmek, müminin kalbi için herşeyden daha önemlidir. Maddi nimetler, eğer Allah'ın rızasına aykırı biçimde müminin önüne gelirse, nimet olmaktan çıkarlar ve değerlerini yitirirler.
     Cennette ise, tüm maddi nimetler Allah'ın rızasına uygun bir biçimde vardırlar. Hurileri Allah özel olarak yaratmış ve kullarına ikram etmiştir. Evler, yiyecekler, tabiat güzellikleri ve diğer herşey, Allah tarafından sunulmaktadır. Onları değerli kılan şey de budur.
     İşte bu nedenle, insanın kalbi ancak cennetle tatmin olur. Allah'a kulluk etmek için yaratılmıştır ve bu yüzden ancak O'nun ikramından zevk alır. Dünyada ise, cenneti andıran ortamlarda, yani nimetlerin O'nun rızasına uygun ve O'na şükredilerek kullanıldığı ortamlarda huzur bulur. İnkarcıların eskiden beridir hayalini kurdukları "yeryüzünde cennet" ideali, işte bu nedenle mümkün değildir. Cennette var olan maddi güzelliklerin dünyadaki benzerlerini alıp bir yere toplasanız bile, Allah'ın rızası olmadıktan sonra, hiçbir anlam ifade etmezler. Hem Allah, o maddi güzelliklerden alınan zevki de hemen yok eder.
     Kısacası, cennet Allah'ın bir ikramıdır ve bu nedenle değerlidir. Cennet ehli, "ikrama layık görülmüş kullar"dan (Enbiya Suresi, 26) oldukları için ebedi mutluluk ve sevince kavuşurlar. Orada söylenecek en hikmetli söz ise "Celal ve ikram sahibi olan" Allah'ın adını övüp yüceltmektir. (Rahman Suresi, 78)

ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (6) / H) BİNA ve NAKİL VASITALARI GİBİ GELİR GETİREN MALLAR, I) MAAŞ, ÜCRET ve SERBEST MESLEK KAZANÇLARI

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Dördüncü Konu
ZEKÂTA TÂBİ MALLAR (6)
   Sitemizde daha önce yayınladığımız;
A) ALTIN ve GÜMÜŞ, B) TİCARET MALLARI
C) TOPRAK ÜRÜNLERİ, D) BAL ve DİĞER HAYVAN ÜRÜNLERİ
E) MADENLER ve DENİZ MAHSULLERİ
F) HAYVANLAR
G) SINAÎ SERVET, YATIRIM ve ÜRETİM ARAÇLARI
 

   Konularını okumak isterseniz yukarıdaki mavi renkli başlıklara tıklayabilirsiniz...

     H) BİNA ve NAKİL VASITALARI GİBİ GELİR GETİREN MALLAR
     Klasik dönem fıkıh kaynaklarında, oturulan evlerin ve binek hayvanlarının insanın temel ihtiyaçlarından sayıldığını ve bunların zekâttan muaf tutulduğunu biliyoruz. Gerçekten insanın çoluk çocuğu ile sığındığı ev veya apartman, şahsî işi için kullandığı nakil aracı temel ihtiyaçlardandır ve bunlar artıcılık özelliğine de sahip değildir. Oysa bugün kiraya verilen büyük binalar, daireler, dükkânlar, düğün salonları ile kara, hava, deniz taşımacılığında kullanılan nakil araçlarından elde edilen gelirler, dünden farklı olarak günümüzde yaygın ve önemli gelir kaynakları haline gelmişlerdir. Bugün artık, temel ihtiyacın dışında, gelir elde etmek için edinilen büyük binalarla, kâr amacı ile işletilen nakil vasıtalarında zekâtın vücûb sebebi olan artıcılık vasfı tahakkuk ettiğinden konu muasır fıkıh yazarları tarafından ele alınarak tartışılmıştır.
     Bugün dünden farklı olarak yatırım amacı ile büyük binalar yapılmakta ve nakliye vasıtaları kullanılmaktadır. Bunlardan elde edilen gelirler arazi ürünlerinden elde edilen gelirlerden çok fazladır.
     Değişen şartlar muvacehesinde bu yeni gelir kaynaklarına zekât konması gerekir. Toprağını işletmek üzere kiraya verenle, bina veya nakil vasıtalarından gelir elde eden arasında esasta bir fark yoktur. Ziraî araziye zekât yükleyip gelir getiren bina ve vasıtaları bu yükümlülük dışında tutmak zekât mantığı açısından âdil bir davranış olmaz; ziraî arazi sahiplerine haksızlık edilmiş olur. Ayrıca bu durumun insanları ziraî arazi sahibi olma yerine bina ve nakil vasıtası edinmeye teşvik edeceği ve bunun sağlıksız bir gelişme olacağı da ortadadır.
     Muasır müelliflerin çoğu bu çeşit yeni gelir kaynaklarının zekâta tâbi olacağında ittifak etmekle birlikte bu mallardan hangi statüye göre ve ne nisbette zekât alınacağı hususunda farklı görüş ileri sürerler.
     Müelliflerin konu ile ilgili görüşlerini iki grupta özetlemek mümkündür:
     1. Akarların yanlızca gelirleri zekâta tâbidir. Bu zekât da elde edilen gelir nisaba ulaşır ve üzerinden bir kamerî yıl geçince % 2.5 nisbetinde tahsil edilir. Bu görüşün gerekçeleri şunlardır:
     a) İmam Mâlik'ten ev kiralarının alındıktan sonra üzerinden bir kamerî yıl geçmedikçe zekâta tâbi olmayacağı husususunda bir rivayet vardır. Ahmed b. Hanbel'den de bu konuda iki farklı görüş nakledilmiştir. Bunlardan biri, kira gelirinin üzerinden bir yıl geçince zekât tahakkuk edeceği yönünde, diğeri ise, ziraî ürünlerde olduğu gibi, kiranın tahsil edildiği anda zekâtın tahakkuk edeceği şeklindedir. Ömer Nasuhi Bilmen de, yanlız kira bedellerini almak üzere elde bulunan evlerden, dükkânlardan vesair akarlardan, nakil vasıtalarından zekât lâzım gelmediği, bunların kiralarından, nisab miktarı olup üzerlerinden tam bir sene geçtiği takdirde zekât verileceği görüşündedir.
     Çağdaş âlimlerden, gelir getiren bina ve benzerlerinin bu gelirlerinin, "el-mâlü'l-müstefâd"a benzetilerek üzerlerinden yıl geçmeden zekâtlarının ödenmesi gerektiğini savunanların bulunduğunu da belirtmek gerekir.
     İslâm Konferansı Teşkilâtı'na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi'nin 1985 tarihli ikinci dönem toplantısında alınan karar ise şöyledir: Kiraya verilmiş arazi ve taşınmazların mülk değeri üzerinden zekât vermek gerekmez. Bunların yıllık gelirinden nisab miktarını bulması ve diğer şartların da gerçekleşmesi halinde, yıl sonunda % 2.5 oranında zekât verilir.

     2. Gelir getiren bina, vasıta ve benzerini ziraî araziye kıyas edip bunların safî gelirlerinden % 10 veya gayri sâfiden % 5 nisbetinde zekât alınır.

     Hz. Peygamber ve sahâbe dönemindeki zekât uygulaması içerik ve amaç yönüyle incelendiğinde, ev, dükkân gibi taşınmazların ve nakil araçlarının kira gelirinin, arazi ürünlerine kıyas edilmesi tutarlı görünmektedir. Bu durumda mal sahibinin yıllık kira geliri, kiralanan için yapmakta olduğu mûtat harcamalar ve yıllık temel ihtiyaçları karşılığı çıktıktan sonra nisab miktarını bulmakta ise, bu miktarın % 10'u zekât olarak aydan aya ödenir. Yılın dolması veya üzerinden bir yılın geçmesi beklenmez. Ancak Din İşleri Yüksek Kurulu, kira gelirlerinden % 10 değil de % 2,5 oranında zekat verilmesi yönünde görüş belirtmektedir.
     I) MAAŞ, ÜCRET ve SERBEST MESLEK KAZANÇLARI
     Dar anlamda maaş bir hizmet mukabilinde çalışan kimseye verilen aylık ücrettir. Ücret de emeğin ve hizmetin fiyatına, satış bedeline denir. Serbest meslek kazançları da geçici veya devamlı olarak her türlü serbest meslek faaliyetlerinden doğan kazançlardır.
     Memur maaşları, işçi ücretleri, doktor, mühendis, avukat, terzi, berber gibi serbest meslek sahiplerinin kazançlarının zekâtı konusunda iki görüş vardır.
     Klasik kaynaklardaki bilgileri değenlendiren ve onlardan hareketle bazı sonuçlara ulaşan çağımızdaki bilginlerin bir kısmına göre, ücretlilerin ve serbest meslek sahiplerinin gelirlerinin toplamı nisaba ulaşır ve üzerinden bir yıl geçerse, ihtiyaçlar giderilip borçlar düşüldükten sonra % 2.5'u zekât olarak verilir.
     Bu görüş sahipleri bir malın zekâta tâbi olabilmesi için üzerinden bir kamerî yılın geçmiş olması gerektiği noktasından hareket ederler.
     Ebû Ubeyd, Hz. Ebû Bekir'in devlet gelirlerinden hak sahiplerine atâ adıyla maaş (veya devlet gelirlerinden pay) verirken onlara üzerinden bir sene geçen malları olup olmadığını sorduğunu, mükellefler müsbet cevap verirlerse, dağıttığı maaştan, o malların zekâtını aldığını, Hz. Osman'ın da aynı uygulamada bulunduğunu, Hz. Ali'nin "kişinin yeni kazandığı malının üzerinden bir sene geçmedikçe, o malda zekât tahakkuk etmez" dediğini, Abdullah b. Mes`ûd'un da aynı anlamda fetva vermiş olduğunu rivayet eder (el-Emvâl, nr. 1122, 1125-1129).
     Bu rivayetleri değerlendiren Ebû Ubeyd, Hulefâ-yi Râşidîn'in devlet gelirlerinden hak sahiplerine dağıttıkları atâdan hemen zekât tahsil etmediklerini, fakat onların zekât tahakkuk eden diğer mallarının zekât borçlarını, bu tahsisattan kesmiş olduklarını söyler (el-Emvâl, nr. 564).
     İkinci grup bilginler ise, bu tür gelirlerin zekâta tâbi tutulması için bir senelik sürenin geçmesini gereksiz görürler. Onlara göre, maaş, ücret ve serbest meslek kazançları kaynaklarda zikri geçen mâl-i müstefâd yani miras, bağış, mükâfat gibi yollardan gelen gelirlere benzerler.
     Diğer taraftan, kaynaklarda İbn Abbas, Muâviye ve Ömer b. Abdülazîz'in yeni kazanılan maldan, sene geçme şartı aramadan zekât tahsil ettikleri rivayet edilir (el-Emvâl, nr. 1132-1133).
     Ebû Ubeyd'e göre İbn Abbas'ın konu ile ilgili fetvasında kastedilen toprak mahsulleridir. Yani sene geçmeden zekâtı verilecek olan toprak mahsulleri zekâtıdır ki "hasat zamanı" ödenir. Medineliler arazi mahsulüne "emvâl" adını verirler.
     İbn Rüşd'ün de işaret ettiği gibi mâl-i müstefâdın yani miras, bağış, mükâfat gibi gelirlerin kazanıldığı anda zekâtının ödenip ödenmeyeceği hakkında Hz. Peygamber ve sahâbeden açık bir rivayetin bulunmadığı doğrudur. Bu sebeple de birinci grup fakihler klasik çizgiyi takip ederek altın, gümüş, ticaret malları ve hayvanlardan zekât alınmasında ölçü olan "malın üzerinden bir yıl geçmesi" şartını maaş, ücret, serbest meslek kazançları için de geçerli saymışlardır.
     Eski dönemlere oranla ekonomik şartların bir hayli değiştiği, enflasyonun âdeta kaçınılmaz olduğu ve tüketimin giderek arttığı günümüz toplumlarında işçi, memur ve serbest meslek sahiplerinin zekât vermesi için ihtiyaç fazlası gelirlerinin üzerinden bir yılın geçmesi gerektiğini söylemek fazla gerçekçi değildir. Belki daha uygun olan, bu tür düzenli geliri olan kimselerin aslî ve temel giderlerini, bu amaçlı tasarruf ve borçlarını düştükten sonra, arta kalan gelir yıl sonu itibariyle toplandığında nisab miktarına ulaşıyorsa, yılın tamamlanmasını beklemeden aylık gelirinden düzenli olarak % 2.5 oranında zekât vermesidir. Aslî ve temel giderler, yukarıda izah edilen havâic-i asliyye çerçevesine giren hususlardır. Din İşleri Yüksek Kurulu, maaş ve benzeri standart gelirlerin, diğer gelirlere katılarak nisap miktarının üzerinden bir yıl geçtikten sonra zekat verilmesi gerektiği görüşündedir.

13 Mayıs 2013 Pazartesi

SAĞLIK BAKANLIĞI TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ KURUMU ÜRÜN DENETMEN YARDIMCILIĞI ALIM İLANI (100 Kişi)

T.C. SAĞLIK BAKANLIĞI

TÜRKİYE İLAÇ VE TIBBİ CİHAZ KURUMU

ÜRÜN DENETMEN YARDIMCILIĞI ALIM İLANI

     T.C Sağlık Bakanlığı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna 15 eczacılık fakültesi, 20 kimya bölümü, 15 biyoloji bölümü, 5 biyokimya bölümü, 4 kimya mühendisliği, 10 biyomedikal mühendisliği, 3 elektrik/elektronik mühendisliği, 3 biyomühendisliği, 5 iktisat, 5 maliye, 5 işletme, 3 uluslararası ilişkiler ve 7 kamu yönetimi mezunu olmak üzere toplam 100 Ürün Denetmen Yardımcısı alınacaktır. Başvurular 13 Mayıs 2013 Pazartesi günü başlayacak ve 24 Mayıs 2013 Cuma günü mesai bitiminde (18:00) sona erecektir.

       I. GENEL BİLGİLER
       Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunda çalıştırılmak üzere 100 Ürün Denetmen Yardımcısı alınacaktır. Ürün Denetmen Yardımcıları, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığı merkez teşkilatında ve Kurumca belirlenecek oluşturulacak gruplarda Kurumun görev alanına giren ürünlerle ilgili denetimleri mevzuata uygun olarak yapmak üzere 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa göre kadrolu olarak çalışan denetim elemanlarıdır.
       Ürün Denetmen Yardımcılığı hakkında 30.04.2013 tarihli ve 28633 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Ürün Denetmenliği Yönetmeliği”ne başvurulabileceği gibi, özlük hakları ile ilgili Denetim Hizmetleri Daire Başkanlığından telefonla bilgi alınabilir (Tel: 0 312 218 30 00/3709).
       Yapılacak sözlü sınav sonucunda, yeterlilik ve başarı düzeyine göre 100 Ürün Denetmen Yardımcısının; merkez teşkilatında ve Kurumca belirlenerek oluşturulacak gruplarda istihdamları öngörülmektedir. Sınavda başarılı olan adaylar Genel İdare Hizmetleri Sınıfında 9 uncu derece kadrolarda işe başlatılacaklardır. Kurum, başka bir kurumda çalışmakta iken sınavı kazanan adayların, bu görevlerindeki olumsuz mütalaa ile disiplin cezalarını değerlendirme hakkını saklı tutar.
       Atama yapılacak toplam 100 kadro için, alınacak Ürün Denetmen Yardımcılarının bölüm ve kontenjanları aşağıdaki şekildedir:

Bölüm
Kontenjan
Eczacılık Fakültesi
15
Kimya Bölümü
20
Biyoloji Bölümü
15
Biyokimya Bölümü
5
Kimya Mühendisliği
4
Biyomedikal Mühendisliği
10
Elektrik/Elektronik Mühendisliği
3
Biyomühendisliği
3
İktisat
5
Maliye
5
İşletme
5
Uluslararası İlişkiler
3
Kamu Yönetimi
7
TOPLAM
100


       Kurum, yapılacak sınav sonucunda yukarıda belirtilen sayılarda başarılı aday bulunmadığı takdirde, başarılı aday sayısı kadar eleman alabilir veya yukarıda belirtilen alanlar ve sayılar arasında değişiklik yapabilir.

       II. SINAV HAKKINDA GENEL BİLGİLER
       A. SINAVA KATILMA ŞARTLARI:
  1. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 48 inci maddesinde öngörülen şartları taşımak,
  2. En az 4 yıllık lisans eğitimi veren eczacılık fakültesi, kimya bölümü, biyoloji bölümü, biyokimya bölümü, kimya mühendisliği, biyomedikal mühendisliği, elektrik/elektronik mühendisliği, biyomühendisliği, iktisat, maliye, işletme, uluslararası ilişkiler ve kamu yönetimi bölümlerinden ya da bunlara denkliği Yükseköğretim Kurulunca onaylanan fakülte veya yüksekokullardan mezun olmak,
  3. Yarışma sınavının yapıldığı ilk gün itibarıyla otuz beş yaşını doldurmamış olmak,
  4. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek bir hali bulunmamak,
  5. Türkiye'nin tüm bölge, iklim ve yolculuk şartlarında görev yapabilecek durumda olmak,
  6. Adli sicil kaydı bulunmamak,
  7. T.C. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından, 09-10 Temmuz 2011 veya 07-08 Temmuz 2012 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavlarında (KPSS), KPSS P8 puan türünden asgari 70 (yetmiş) puan almış olmak gerekmektedir.
       Sınava başvuran adaylardan 09-10 Temmuz 2011 veya 07-08 Temmuz 2012 KPSS sonuçlarına göre aşağıdaki tabloda belirtilen sayı kadar kişi sınava çağrılacaktır.


Bölüm
En Yüksek Puan Alan İlk
Eczacılık Fakültesi
30 kişi
Kimya Bölümü
40 kişi
Biyoloji Bölümü
30 kişi
Biyokimya Bölümü
10 kişi
Kimya Mühendisliği
8 kişi
Biyomedikal Mühendisliği
20 kişi
Elektrik/Elektronik Mühendisliği
6 kişi
Biyomühendisliği
6 kişi
İktisat
10 kişi
Maliye
10 kişi
İşletme
10 kişi
Uluslararası İlişkiler
6 kişi
Kamu Yönetimi
14 kişi
TOPLAM
200 kişi

       Ancak son sıradaki adayla aynı puanı almış olan adaylar da sınava katılmaya hak kazanır. Sınava katılmaya hak kazanan adaylar, 3 Haziran 2013 tarihinden itibaren Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun internet sitesinde (http://www.titck.gov.tr) ilan edilecek olup, kişilere ayrıca özel bir duyuru yapılmayacaktır.

       B. SINAV KONULARI, SINAV YERİ VE TARİHİ:
       Sınav, tek aşamalı ve sözlü olarak, Ankara'da Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu binasında 10-14 Haziran 2013 tarihleri arasında yapılacaktır. Adayların kendileri için tanımlanmış gün ve saatte sınav yerinde olmaları gerekmektedir. Adaylar ilan edilen listedeki sıraya göre sınava alınacaklardır. Aynı gün içerisinde sırasını kaçıran adaylar o günkü sınav listesinde tanımlanan adayların sınavlarının sona ermesine müteakip sınava alınabileceklerdir.

       Adayların;
       a) Mezun olduğu alan ile ilgili sınav konularına ilişkin bilgi düzeyi,
       b) Bir konuyu kavrayıp özetleme, ifade yeteneği ve muhakeme gücü,
       c) Liyakati, temsil kabiliyeti, davranış ve tepkilerinin mesleğe uygunluğu,
       ç) Özgüveni, ikna kabiliyeti ve inandırıcılığı,
       d) Genel yetenek ve genel kültürü,
       e) Bilimsel ve teknolojik gelişmelere açıklığı,
konularında mesleğe uygunlukları değerlendirilecektir.

       C. DEĞERLENDİRME
       Adaylar, sınav komisyonu tarafından değerlendirilecek olup, yukarıda bahsedilen (B. Bölümündeki) sınav konularının (a) maddesi için 50 (elli), (b) ile (e) maddelerinin her biri için 10’ar (on) puan üzerinden değerlendirilir, verilen puanlar sınav tutanağına geçirilir. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için, sınav komisyonu başkan ve üyelerinin 100 tam puan üzerinden verdikleri puanların aritmetik ortalamasının en az 70 olması şarttır. Sınav sonucu belirlenen başarı listesi www.titck.gov.tr adresinde ilan edilecektir.

       III - BAŞVURU ŞEKLİ, YERİ VE İSTENİLEN BELGELER
       Adaylar 13-24 Mayıs 2013 tarihleri arasında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumunun resmi internet (http://www.titck.gov.tr) sayfasında ilan edilen “Ürün Denetmen Yardımcılığı Sınav Başvuru Formu”nu açık ve eksiksiz olarak doldurup, fotoğraf yapıştırıp ıslak imzalı olarak, aşağıda istenen belgeler ile birlikte Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Söğütözü Mah. 2176. Sok. No:5 P.K. 06520 Çankaya/ANKARA adresine posta veya hafta içi 09:00-18:00 mesai saatleri arasında şahsen başvuruda bulunabileceklerdir. Eksik veya usulüne uygun olarak hazırlanmayan belgeyle yapılan müracaatlar ile postada meydana gelen gecikmelerde başvurular dikkate alınmayacaktır.

       İstenen Belgeler:
  1. Kurumumuz web sayfasından (www.titck.gov.tr) temin edilerek başvuru sahibi tarafından açık ve eksiksiz doldurulmuş, fotoğraf yapıştırılmış ıslak imzalı (mavi renkli kalem ile) Ürün Denetmen Yardımcılığı Sınav Başvuru Formu,
  2. 2. Diploma veya mezuniyet belgesi fotokopisi,
  3. KPSS belgesinin çıktısı,
       Sınavı kazanarak ataması yapılacak adaylardan yukarıdaki belgelere ilave olarak aşağıdaki belgeler de istenilecektir.
       a) T.C. Kimlik Numarası yazılı beyanı,
       b) Diploma veya mezuniyet belgesinin aslı veya Kurumca onaylı örneği,
       c) Erkek adaylar için askerlikle ilişiği olmadığına dair yazılı beyan,
       ç) 6 adet vesikalık fotoğraf,
       d) Adli sicil yazılı beyanı,
       e) Görevini devamlı olarak yapmaya engel bir sağlık sorunu bulunmadığına dair yazılı beyanı,
       f) Mal bildirim beyanı.

       Aslı ibraz edilmek kaydıyla getirilen belgelerin fotokopileri Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumuna şahsen başvuru yapacak adaylar için Kurum tarafından tasdik edilebilecektir. Eksik belge ve bilgileri bulunan başvurular ile şartları taşımadığı halde yapılan başvurular, değerlendirmeye alınmayacaktır. Başvuru tarihi olarak, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu evrak birimine giriş tarih ve saati esas alınacaktır.

       IV - SINAV BAŞVURUSU İÇİN MÜRACAAT EDİLECEK YER:
       Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Söğütözü Mah. 2176. Sok. No:5 P.K. 06520 Çankaya/ ANKARA Tel: 0 312-218 30 00/3709

       V-DİĞER HUSUSLAR
       Giriş sınavı sonucunda başarılı olan adayların, tebliğ tarihinden itibaren, belirtilen belgeler ile on beş gün içerisinde yazılı olarak başvurmak zorundadır.
       Sınavı kazananlardan gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavları geçersiz sayılır ve atamaları yapılmaz, atamaları yapılmış olsa dahi iptal edilir. Gerçeğe aykırı beyanda bulunanlar hiç bir hak talebinde bulunamazlar ve haklarında Cumhuriyet Savcılığına suç duyurusunda bulunulur.
       Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...