22 Mayıs 2013 Çarşamba

Diyanet İşleri Başkanlığı Sözleşmeli 2234 Personel Alacak / BAŞVURU

     Diyanet İşleri Başkanlığından;
     Başkanlığımıza ait aşağıda unvanı, mezuniyet durumları ve sayısı belirtilen sözleşmeli Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin-kayyım pozisyonlarına; 2012 KPSS (B) grubu puan sırası esas alınarak aşağıdaki tabloda belirtilen her bir grup için boş pozisyon sayısının üç (3) katına kadar Başkanlıkça yapılacak sözlü sınava çağrılacak adaylar arasından sınav sonucu başarı sırasına göre sözleşmeli Kur’an kursu öğreticisi, imam-hatip ve müezzin-kayyım alınacaktır.
     I- Yerleştirme Yapılacak Vizeli Sözleşmeli Pozisyonların Unvan, Mezuniyet Durumları ve Sayılarına Göre Dağılımı
UNVANIGRUPKPSS MEZUNİYET DURUMUKPSS
PUANI
KONTENJAN
SAYISI
4-B Sözleşmeli
Kur’an Kursu Öğreticisi
1İlahiyat Fakültesi + HafızKPSSP314
2İlahiyat FakültesiKPSSP310
       TOPLAM24
  







4-B Sözleşmeli
İmam-Hatip
1İlahiyat Fakültesi + HafızKPSSP310
2İlahiyat FakültesiKPSSP370
3İlahiyat Ön Lisans + Diğer Lisans +
Hafız
KPSSP36
4İlahiyat Ön Lisans + Diğer LisansKPSSP350
5İlahiyat Ön Lisans + HafızKPSSP9390
6İlahiyat Ön LisansKPSSP93600
7İ.H.L + Diğer Lisans + HafızKPSSP310
8İ.H.L + Diğer LisansKPSSP360
9İ.H.L + Diğer Ön Lisans + HafızKPSSP933
10İ.H.L + Diğer Ön LisansKPSSP9330
11İ.H.L + HafızKPSSP94400
12İ.H.LKPSSP94856
       TOPLAM2185
  




4-B Sözleşmeli
Müezzin-Kayyım
1İlahiyat FakültesiKPSSP34
2İ.H.L + Diğer LisansKPSSP33
3Lise/Dengi Mezunu + Diğer Lisans + HafızKPSSP33
4İlahiyat Ön LisansKPSSP933
5İ.H.L + Diğer Ön LisansKPSSP932
6Lise/Dengi Mezunu + Diğer Ön Lisans + HafızKPSSP933
7İ.H.LKPSSP943
8Lise/Dengi Mezunu + HafızKPSSP944
       TOPLAM25

     II- Sınava Katılmak İsteyen Adaylarda Aranan Şartlar

     1. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinde belirtilen şartları taşımak,

     2. Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili yönetmeliklerinde ön görülen Din Hizmetleri Sınıfında çalışan personel için aranan “Ortak Nitelik” şartını taşımak,
     3. Müracaat ettiği unvanla ilgili geçerlilik süresi dolmamış yeterliğe sahip olmak (2011, 2012 ve 2013 yıllarında Başkanlıkça yapılan yeterlik sınavlarından birinde başarılı olmak),
     4. Kur’an Kursu öğreticiliği, İmam Hatiplik ve Müezzin Kayyımlık yapmaya mani bir özrü bulunmamak,
     5. Kur’an kursu öğreticisi ve imam-hatiplik için en az imam-hatip lisesi mezunu olmak,
     6. Müezzin-kayyımlık için; en az imam-hatip lisesi mezunu olmak veya en az lise/dengi  okul mezunu olup hafızlık belgesine sahip olmak,
     7. Lisans mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP3 puan türünden 40 veya üzeri
puan almış olmak,

     8. Önlisans mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP93 puan türünden 40 veya üzeri  puan almış olmak,
     9. Ortaöğretim mezunları için 2012 yılı KPSS (B) grubu KPSSP94 puan türünden 40 veya üzeri puan almış olmak.

     * Sözleşmeli Kur’an kursu öğreticisi, sözleşmeli imam-hatip ve sözleşmeli müezzin-kayyım olarak görev yapmakta iken, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların Ek 1 inci maddesinde istisna edilenler hariç olmak üzere, sözleşmenin feshi sebebiyle görevinden ayrılanların sözleşmenin fesih tarihi itibariyle 1 yılı doldurmadıkça müracaatları kabul edilmeyecektir. Bu hususun sonradan anlaşılması halinde yerleştirmeleri yapılmış olsa dahi sözleşmeleri iptal edilecektir.

     III- Başvuru, Sınav, Yerleştirme İşlemleri ve Diğer Hususlar
     a) Başvuru İşlemleri
     1. Yukarıdaki şartları taşıyan adaylar, 24.05.2013 (08:00) – 07.06.2013 (16:00) tarihlerinde www.diyanet.gov.tr internet sitesindeki (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresi üzerinden e-Başvuru programı aracılığı ile 4-B Sözleşmeli Personel Alımı (SÖZPER 2013-I) e-Başvuru formunu kendileri doldurduktan sonra istenen belgelerle birlikte herhangi bir İl Müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir. 
     Adaylardan istenen belgeleri getirmeleri halinde, yurtdışından sınava müracaat edecek  adaylar adına üçüncü şahıslar müracaat işlemini yapabileceklerdir.
     2. İl Müftülüklerindeki İKYS il yöneticileri, adayın e-Başvuru formuna girdiği bilgiler ile verdiği belgelerdeki bilgilerin doğruluğunu tespit ettikten sonra aktivasyon işlemini gerçekleştireceklerdir. Belgeleri eksik olan adayların aktivasyon işlemi yapılmayacaktır.
     3. İl müftülüklerince yapılan kayıt işleminden sonra, İKYS il yöneticileri, “Aday Başvuru Belgesi”ni adaylara vereceklerdir. Adaya verilen bu belge “sınav giriş belgesi” yerine geçmez.
     4. Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.
     5. Her aday sadece bir unvan grubu için sınava müracaat edebilecektir.
     6. Adaylar, sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini e-Başvuru formundaki ilgili kısımda belirteceklerdir.
     7. Müracaatların sona ermesinden sonra adayın başvuru bilgilerinde hangi nedenle olursa olsun kesinlikle değişiklik yapılmayacaktır.
     8. İl Müftülüklerinde yapılan aktivasyon esnasında, e-Başvuru formunda beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösteren belge/belgeleri ibraz edemeyen adayların başvuruları kabul edilmeyecektir.
     9. Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan veya posta yolu ile yapılan müracaatlar ile 07.06.2013 (16:00) tarihinden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.
     10. Başkanlığımız (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresi üzerinden e-Başvuru formunu doldurmayan/dolduramayan veya il müftülüklerinde aktivasyon işlemini yaptırmayan/yaptıramayan adayların müracaat talepleri hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir.

     b) Sınav İşlemleri
     1. Sözlü sınav, 22.06.2013 tarihinde, Ankara, Antalya, Bolu, Bursa, Elazığ, Erzurum, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Konya, Manisa, Samsun, Trabzon, Şanlıurfa sınav merkezlerinde başlatılacaktır. Adaylar e-Başvuru formunda sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini seçeceklerdir. Başvuruların sonra ermesinden sonra adayların sınav merkezi ve sınav tarihi değişiklik talepleri dikkate alınmayacaktır.
     2. Sınava katılma şartlarını taşıyan ve duyuruya uygun şekilde yapılan başvuruların, başvuru yapılan kontenjan grubuna tanınan sayıdan fazla olması halinde, kontenjan grubu dikkate alınarak KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere üç (3) katına kadar aday sözlü sınava alınacaktır. KPSS puan sırasına göre bir grupta son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde bu adayların tümü sözlü sınava çağrılacaktır.
     3. Sınava girmeye hak kazananlar 14.06.2013 tarihinden itibaren “Sınav Giriş Belgesi”ni, (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresinden alabileceklerdir.
     4. Adaylar, sözlü sınava gelirken “Sınav Giriş Belgesi” ile birlikte T.C Kimlik No’lu kimlik belgelerinden birini (nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.
     5. Sözlü sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Söz konusu adaylara ne sebeple olursa olsun ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.
     6. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için en az 70 puan almak şarttır. Yerleştirmeler ise, sözlü sınavda başarılı olan adaylar arasından en yüksek puandan başlanarak belirlenen kontenjan sayısınca yapılacaktır.
     7. Sınav sonuçları, Başkanlığımızın internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecektir.
     8. Adaylar, “sınav giriş belgesi” alma, sınav sonuç öğrenme ve tercih işlemlerini (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresi üzerinden gerçekleştireceklerdir.

     c) Yerleştirme İşlemleri
     1. Sözlü sınav sonucu başarılı olan adaylar arasından, en yüksek puandan başlanmak suretiyle başarı sırasına göre, belirlenen kontenjan sayısı kadar adaya tercih hakkı verilecektir.
     2. Tercih işlemleri, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresinden yapılacaktır.
     3. Sözlü sınavda alınan puanların eşit olması halinde KPSS puanı yüksek olana, onun da eşit olması halinde KPSS’ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olana, bu tarihin de aynı olması halinde, doğum tarihi önce olana tercih hakkı verilecektir.
     4. Tercih hakkı elde eden adaylar, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresinden ilan edilecek tercih programı aracılığıyla tercihlerini yapacaklardır.
     5. Tercih yapmaya hak kazanan adaylar en fazla 25 yer tercihinde bulunabileceklerdir.
     6. Yerleştirmeler adayların tercih formundaki yer tercihleri dikkate alınarak yapılacaktır. Tercihlerine yerleşemeyen adaylar, ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.
     7. Tercih yapmayan adaylar boş kalan kontenjanlara Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.
     8. Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde (https://ikys.diyanet.gov.tr/sinav/kurumdisi) adresindeki tercih formunu doldurmayan /dolduramayan adaylara her ne sebeple olursa olsun ek tercih hakkı verilmeyecektir.

     d) Diğer Hususlar
     1. Sınav işlemleri sürecinde adayın beyanı esas alınacaktır. Yerleştirme sürecinde yerleştirmesi yapılan adaylardan belge istenecektir. Ayrıca, Başkanlık sınav ve yerleştirme sürecinin her aşamasında aday tarafından belirtilen hususlarda adaydan belge talep edebilecektir.
     2. Sınav öncesi, sonrası ve yerleştirme sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı belge verdiği ya da beyanda bulunduğu tespit edilen adaylarınbaşvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi yerleştirilmeleri yapılsa dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir. İdare tarafından kendilerine bir bedel ödenmiş ise bu bedel yasal faizi ile birlikte tazmin edilecektir.
     3. Bu duyurudaki şartlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı yerleştirmeler ile ilgilidir. (Bundan sonraki sınav ve yerleştirmeler için müktesep teşkil etmez.)
     4. Yerleştirme sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığının www.diyanet.gov.tr internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında duyurulacaktır.
     5. Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.
     6. Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmeliğin ek 2 nci maddesindeki “Bu Yönetmelik hükümleri çerçevesinde yapılan merkezi yerleştirme sonucu B grubuna ait herhangi bir kadro veya pozisyona yerleştirilen adaylar, daha sonraki personel alımları için yerleştirmelerine esas alınan puanla başvuruda bulunamazlar.” hükmü uyarınca; SÖZPER 2013-I 4-B Sözleşmeli Personel Alımı Sözlü Sınavı sonucu yerleştirmeleri yapılan adaylar, bir sonraki KPSS sınavı sonucuna kadar yerleştirilmelerinde esas alınan 2012 KPSS B grubu puanları ile yapılacak diğer sözleşmeli ve kadrolu alımlara başvuramayacaklardır.
     7. Mezkur yönetmeliğin ek 2 nci maddesi uyarınca, 2012-II Açıktan Atama Sınavı, 2012-IV SÖZPER 4-B Sözleşmeli Personel Alımı sonucu yerleştirmeleri yapılan adaylar, bu yerleştirmede esas alınan 2012 KPSS puanı ile SÖZPER 2013-I 4-B Sözleşmeli Personel Alımı Sözlü Sınavına başvuramazlar.
     8. Sınavla ilgili iş ve işlemlerde fax ve e-mail ile işlem yapılmayacaktır. Adayların ıslak imzalı ve yazılı dilekçelerini Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına ulaştırmaları gerekmektedir.
     9. Sözlü sınav sonuçlarına ilişkin itirazlar, sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne yapılacaktır. İtirazlar, Başkanlığımızca en fazla 15 (on beş) gün içinde incelenerek karara bağlanacak ve adaya bildirilecektir. Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne ulaştırılmayan, T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, imza ve adresi olmayan dilekçeler ile e-mail ve faksla yapılan itirazlar dikkate alınmayacaktır.
     10. Bu duyuruda yer almayan hususlarla ilgili olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Diyanet İşleri Başkanlığı Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyım Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği, Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik ve 06/06/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı hükümleri geçerlidir.

     IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler
     1. T.C. Kimlik numaralı Kimlik Belgesi,
     2. KPSS’ye başvururken beyan ettiği öğrenim durumlarını gösterir Mezuniyet Belgesi (Adayların beyan ettiği öğrenim belgeleri mezuniyet belgesi olmalıdır. Birden fazla mezuniyet içeren unvan gruplarından birisine başvuracak adayların beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösterir belgelerin hepsini başvuru esnasında ibraz etmeleri gerekmektedir.),
     3. Hafızlık Belgesi (+Hafız kontenjan gruplarına başvuran adaylar için),
     4. Adres bildirimi, adli sicil ve askerlik durumları ile başvuru yapılan pozisyonda görev yapmaya mani bir özrü bulunmadığına ilişkin yazılı beyanları.

     NOT: Adayların, “başvuru için gerekli belgeleri” başvuru esnasında İl müftülüklerindeki İKYS il yöneticilerine ibraz etmeleri gerekmektedir. Belgelerini ibraz edemeyenlerin başvuruları kabul edilmeyecektir. “Başvuru için gerekli belgeler”, kontrol edildikten sonra adaylara iade edilecektir.

     V- Sınav Konuları
     Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin Kayyımlık sözlü sınavına katılacakların temel ve özel yeterliklerinin tespitinde, Başkanlığımız web sayfasında yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında din hizmetlerini yürütenlerin temel ve özel yeterlik kriterleri esas alınır.

     A) Kur’an kursu öğreticisi ve imam-hatipler için;
     1. Kur’an-ı Kerim, (70 puan)
     2. Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları), (20 puan)
     3. Hitabet ve etik ilkeleri. (10 puan)

     B) Müezzin-kayyımlar için;
     1. Kur’an-ı Kerim, (70 puan)
     2. Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları), (20 puan)
     3. Ezan, ikamet ve etik ilkeleri. (10 puan)

     VI- İletişim
     Yazışma Adresi: Diyanet İşleri Başkanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığı
     Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No:147/A 06800
     Çankaya/ANKARA

     e-mail :persis@diyanet.gov.tr
     Telefon :(0312) 295 70 00

     İlgililere duyurulur.
D.İ.B.İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Yukarıdaki başlıklarda herhangibir yere tıklayıp
Diyanet İşleri Başkanlığının Sitesinden
Başvurunuzu Yapabilirsiniz...

21 Mayıs 2013 Salı

ZEKÂTIN DAĞITIMI / A) ZEKÂTIN SARF YERLERİ (2)

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Altıncı Konu
ZEKÂTIN DAĞITIMI (2)
     2. ÂMİLLER
     Fakirler ve miskinler iki ayrı grup sayılacak olursa, ilgili âyette zekât gelirlerinden pay alacakları belirtilen üçüncü grup kişiler "zekât işlerinde çalıştırılan memurlar" anlamına gelen âmillerdir. Sözlükte bir iş yapan, işçi, zanaatkâr gibi mânalara gelen "âmil", terim olarak, zekât gelirlerini toplamak ve dağıtmakla görevlendirilen kişiyi ifade eder.
     Âmil terimi hadislerde genel olarak idareci, her türlü devlet gelirlerini, özellikle zekât gelirlerini toplayıp dağıtan kişi anlamında kullanılmaktadır. Bunun yanında hemen hemen aynı anlamda "ârif, âşir, câbî, emîn, hâzin, sâî ve musaddık" terimlerinin kullanıldığı da görülmektedir.
     Kur'an'ın, âmilleri zekâttan pay almayı hak eden sekiz sınıftan biri olarak zikretmesi, zekâtı toplama ve dağıtım işinin devletin kontrol ve idaresi altında yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Nitekim Hz. Peygamber döneminden itibaren zekâtın âmiller vasıtasıyla toplandığı bilinmektedir. İslâm'ın ilk dönemlerindeki uygulamalardan anlaşıldığına göre zekât gelirlerini bir yere toplayan, muhafaza eden, hak sahiplerine dağıtan, hesap işlerini yürüten, tartan, ölçen, sayan ve zekât idaresinin her kademesinde çalışan memurların tamamı âmiller sınıfına girmektedir.
     Zekât âmilliğine tayinde aranacak şartlar, âmillerin hak ve görevleri ve âmillerin ücreti konuları fıkıh literatüründe etraflı bir biçimde ele alınmıştır. Bu konudaki ayrıntılar ve görüş ayrılıkları bir yana, bütün bilginlere göre, zekât âmillerinin ücrete veya zekâttan paya hak kazanabilmeleri için fakir olmaları şart değildir. Zira Hz. Peygamber zekâtın beş kişi müstesna zengine helâl olmayacağını belirtmiş ve bu beş kişi içinde zekât âmillerini de saymıştır (Ebû Dâvûd, Zekât, 25).

     3. MÜELLEFE-i KULÛB
     İlgili âyette zekât verilecek dördüncü grup, "müellefe-i kulûb" olarak nitelendirilmiştir. Müellefe-i kulûb, kalpleri kazanılmak, İslâm'a ısındırılmak veya kötülüklerinden emin olunmak istenen yahut müslümanlara faydalı olacakları umulan kişilerdir. Bu tanıma göre müellefe-i kulûb müslümanlar ve gayri müslimler olmak üzere ikiye ayrılır.
     1. Gayri müslim olanların kalplerinin kazanılması ile, kendilerinin veya onlara tâbi olan fertlerin İslâm'a girmeleri umulur, yahut onlardan veya yakınlarından gelebilecek kötülüklerden korunulur.
     Müellefe-i kulûbun bu çerçevede anlaşılış ve uygulanışı, günümüzde uluslararası arenadaki lobi faaliyetini de kısmen içine almaktadır.
     2. Müslüman olanların kalplerinin İslâm'a daha çok ısındırılmasında ise şu maksatlar güdülür:
     a) İslâm'a yeni girmiş olanlara İslâm'da sebat etmeleri için yardım edilir.
     b) Çevresinde sözü geçen, İslâm'ı tam benimsememiş kimselere zekât verilerek, müslümanlarla daha iyi kaynaşmaları, böylece İslâm için ciddiyetle çalışmaları umulur.
     c) Sınır bölgelerinde görev yapan müslümanlara bu fondan yardım yapılarak toplumun genel asayiş ve güvenliğini teminde aktif katkıları sağlanır.
     d) Önemli mevkilerde olan kimselerin İslâm'ın ve müsülmanların genel yararına uygun davranması ve harcama yapması teşvik edilir.
     Hz. Peygamber gerek zekât ve gerekse fey ve ganimet gibi diğer devlet gelirlerinden, kalpleri kazanılmak ve İslâm'a ısındırılmak istenen kişilere paylar vermiştir. Bunlardan bazılarına da bu fondan yararlanacaklarını gösteren belgeler vermişti. Bu belge sahipleri Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'e gelerek paylarını istediler; o da görüş almak üzere bu kişileri Hz. Ömer'e gönderdi. Hz. Ömer onlara:
     "Hz. Peygamber, İslâm'a ısındırmak için size zekâttan pay veriyordu. Bugün Allah dinini güçlendirmiştir. Müslüman kalırsanız kalırsınız, aksi halde sizinle harbederiz" dedi. Kaynaklarda Hz. Ömer'in bu ictihadı üzerine artık Hulefâ-yi Râşidîn devrinde müellefe-i kulûb faslından hiçbir kimseye pay ayrılmadığı, hatta bu konuda sahâbe icmâı oluştuğu ileri sürülür.
     Bu uygulamayı göz önünde bulunduran Hanefî ve Mâlikî fakihleri Hz. Peygamber'in vefatından sonra müellefe-i kulûbun zekât gelirlerinden payının düştüğü görüşündedirler. İmam Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel'in de prensip olarak bu görüşü savundukları, ancak İmam Şâfiî'nin müslümanlar savaş gibi felâketlerle karşılaştıklarında müellefe-i kulûb fonuna yeniden işlerlik kazandırılabileceği kanaatinde olduğu nakledilir.
     Bir Kur'an hükmünün Hz. Peygamber'in vefatından sonra nesh ve lağv edildiği düşünülemez. Konu, toplumun sosyal ve siyasal yapısıyla, müslümanların böyle bir fon ayırmaya ihtiyaç duyup duymamasıyla alâkalıdır. Müslümanların yanında yer almalarında büyük fayda görülen bazı gayri müslim devletlere ve uluslararası etkin kuruluşlara zekât dışı gelirlerden yardım yapılabileceği gibi, İslâm'ı duyurmak ve yaymak amacıyla müslümanlar tarafından yapılan her türlü tanıtım ve ikna faaliyetleri de bu fondan desteklenebilir. Aynı şekilde yeni müslüman olanlara yardım edilerek onların ülkelerindeki müslüman olmayanlara İslâm sevdirilir.

     4. RİKAB
     Rikab "boyun" mânasına gelen rakabe kelimesinin çoğuludur. Zekâtın sarf yerlerine ilişkin açıklamanın yer aldığı âyette, boyunduruk altındaki kimseler için pay ayrılmasından söz edilir. Âyetin bu ifadesi, o dönemden itibaren zekâtın sosyal bir vâkıa olarak İslâm toplumunda da yaygın olan köleliğin tedrîcen kaldırılması yönünde harcanması şeklinde anlaşılmıştır. Bu anlayış, aynı zamanda İslâm dininin insan hürriyetine önem vermiş ve müslümanları bu istikamette yönlendirmiş olmasının da tabii sonucudur.
     İslâm'ın doğuş yıllarında kölelik bütün dünyada yaygın bir halde idi. İnsanlar zorla kaçırılıp köleleştiriliyor, borçlu borcundan, suçlu suçundan dolayı köle yapılıyordu.
     İslâm hür insanların bu ve benzeri yollarla köle yapılmasını yasaklamıştır. Kölelik kaynaklarından biri de düşman esirlerinin köleleştirilmesidir. Ancak İslâm bu kaynağı da son derece daraltmış, haklı ve meşrû bir savaşta alınan esirlerin önce fidye karşılığı veya karşılıksız salıverilmelerini emretmiş (bk. Muhammed 47/4), devlet başkanına da, düşmanın esirleri köleleştirdiği öğrenildiğinde, müslümanlar için yarar gördüğünde alınan esirleri köleleştirme yetkisi vermiştir. Bu çok sınırlı cevaza karşın İslâm, kölelerin hürriyetlerine kavuşabilmeleri için birçok düzenleme ve önlem getirmiştir. Bu çerçevede olmak üzere köleleri hürriyetlerine kavuşturmak için zekâttan pay ayırmıştır.
     İlgili hadis ve ilk devir uygulamalarını değerlendiren fakihler, "rikab" teriminin kapsamına hangi çeşit kölelerin girdiği konusunda farklı görüşler ileri sürmüşler ise de, bu fona efendisiyle hürriyet anlaşması yapan kölelere yardımdan (mükâteb), devlet başkanının zekât geliriyle köleler satın alıp âzat etmesine kadar geniş bir kullanım alanı sağlandığı görülür.
     Kölelik sistem ve uygulamasının günümüzde kalktığını göz önüne alan İslâm bilginleri, âyetin bu hükmünün tatbik imkânı konusunda değişik bakış açılarını gündeme getirmişlerdir. Bu seçenekler daha ziyade bu fonun savaş esirlerine veya ağır borç yükü altında ezilen kimselere tahsisi yönündedir. Âyetin bu fonu, temel insan haklarının başında gelen insan hürriyetinin sağlanmasına ayırdığı dikkate alınınca, âyete günümüzde işlev kazandırmanın en uygun yolunun bu fonun dünya ölçeğinde insan haklarının iyileştirilmesinde kullanılması olduğu söylenebilir.

     5. BORÇLULAR
     Âyette zekâtın sarf yeri olarak gösterilen altıncı grup, borçlulardır (el-garimîn).
     Hanefîler'e göre garimîn, borcu olan ve borcundan başka nisab miktarı malı bulunmayan kimselerdir. Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelî mezhepleri de garimînin tanımında "borçlu olma"yı esas alırlar ve borcun sebebinin borçluya zekât verme hükmüne etkisini dikkate alarak borçluları iki kısma ayırırlar:
     1. Kendi ihtiyacı için borçlananlar: Geçim masrafları, mesken edinme, tedavi masrafları, çocuğunu evlendirme gibi sebeplerle borçlanan kimselerle yangın, sel, deprem, kaza ve israf dışında bir sebeple iflas eden kimseler bu gruba girer.
     2. Toplumun menfaati için borçlananlar: İki aile veya iki köy halkı arasında kan veya mal davalarından çatışma çıktığında, fitne alevini söndürmek için tarafları razı edecek malı vermeyi taahhüt edip hiçbir karşılık beklemeyen kimse bu sebeple borçlanırsa, bu borçluya zekât verilir. Bu itibarla, "Ara bulmak için borçlanan kişinin borcu zekât malından ödenir, isterse bu kişi gayri müslim iki toplumun arasını bulmak için borçlanmış olsun" denilmiştir.

     Hayır kurumlarında hizmet ederken ve kimsesizler yurdu, hastahane, okul, cami yapımı gibi bir sosyal hizmeti gerçekleştirirken borçlananlar da, ara bulmak için borçlananlar gibidir. Bunların da borçları zekât malından karşılanabilir.
     Kabîsa b. Muhârik ara bulmak için ödediği diyetten dolayı borçlanır ve Hz. Peygamber'e gelerek yardım ister. Hz. Peygamber, o anda zekât geliri bulunmadığı için, ona zekât gelinceye kadar beklemesini söyler ve şu eklemeyi yapar:
     "Ey Kabîsa! İstemek sadece üç grup insan için helâldir:
     a) Ara bulmak için diyet verir veya kefil olur, borçlanır, borcunu ödeyene kadar onun istemesi helâl olur, borcu kapatılınca artık isteyemez.
     b) Malı bir âfet sonucu helâk olur. O kimsenin de ihtiyacını karşılayacak kadar istemesi helâldir.
     c) Fakir düşen ve fakirliği komşularından üç güvenilir şahitle doğrulanan kimsenin istemesi de helâldir. Bu üç grup insandan başkalarının dilenmeleri haramdır. Onlar dilenip aldıklarını haram olarak yerler" (Müslim, Zekât, 36).

     Kendi ihtiyaçları için borçlanan kişiye zekât verilebilmesi bazı şartlara bağlanmıştır. Bunlar:
     1. Nisab dışında borcunu ödeyecek serveti bulunmamak. Elinde borcunun bir kısmını ödeyecek kadar nisab fazlası malı varsa, borcunun diğer kısmını ödeyecek kadar zekât verilir. Kazanma gücünün olması borçluya zekât vermeye mani değildir.
     2. İçki, kumar ve zina gibi dince yasaklanan bir haramı işlemek veya harcamalarında israfa kaçmak suretiyle borçlanmış olmamak.
     3. Borcun süresi dolmuş olmak. Vadesi gelmemiş borcu olanlara zekât verilmez diyenler olduğu gibi verilir diyenler de vardır.
     4. Borcun kul hakkından doğan bir borç olması. Zekât ve kefâret gibi borcu olanlar garimîn teriminin kapsamı dışındadır. Ancak fakihlerin hepsi bu şartı koşmamışlardır.

     Ölen kimsenin borçlarının bu fondan ödenip ödenemeyeceği de fakihler arasında tartışmalıdır. Hanefî ve Hanbelî fakihleri ile bir görüşünde İmam Şâfiî ölen kimsenin borçlarının zekât verilerek ödenemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. İmam Mâlik?e ve İmam Şâfiî'nin diğer görüşüne göre ölünün borcu bu fondan ödenebilir.
     Borçluya ihtiyacı kadar zekât verilir. Bu ihtiyaç da borcun ödenmesidir. Borçlu borcunu kendisine verilen zekâtla ödemez de başkasının ödemesi veya alacaklılarının bağışlaması gibi yollarla bu borç ödenirse verilen zekât kendisinden geri alınır. Çünkü bu fondan verilen zekât borcu kapatmak içindir.

19 Mayıs 2013 Pazar

ZEKÂTIN DAĞITIMI / A) ZEKÂTIN SARF YERLERİ

İSLAM İLMİHALİ
Sekizinci Bölüm
ZEKÂT
Altıncı Konu
ZEKÂTIN DAĞITIMI (1)



     Zekâtın, müslümanın temel dinî ödevlerinden birisi olduğu Kur'an'da sıklıkla tekrarlanmakla birlikte, namaz gibi zekât da genel ve kapalı (mücmel) bir ifadeyle emredilmiş, hangi malların hangi şartlar altında zekâta tâbi oldukları konusunda ayrıntılı bilgi verilmemiştir. Bu konudaki ayrıntılı fıkhî hükümlerin önemli bir kısmının Hz. Peygamber'in ve sahâbenin uygulamalarından kaynaklandığını biliyoruz. Ancak Kur'an zekâtın kimlere verileceğini özellikle belirtmiş ve hicrî 9. yılda inen Tevbe sûresinin 60. âyetinde bu kişiler ayrı ayrı sayılmıştır. Âyette şöyle buyurulur: "Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak fakirlere, miskinlere, zekât işinde çalışanlara, kalpleri İslâm'a ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda olanlara ve yolda kalmışlara aittir. Allah bilendir, hakîmdir."
     Kur'an'da zekâtın harcama yerlerinin ayrı ayrı belirtilmesinin sebebi, önceki âyetlerde (et-Tevbe 6/58, 59) açıklanmıştır: Hz. Peygamber zamanında mala düşkün bazı kişiler zekât mallarına göz dikmiş ve Hz. Peygamber'den bunları kendilerine vermesini istemişlerdi. Resûlullah onların hak etmedikleri isteklerde bulunmalarını hoş karşılamamış, onlar da serzenişte bulunmaya başlamışlardı. Bunun üzerine yüce Allah, hem onların bu davranışlarını kınayan âyetlerini indirmiş (et-Tevbe 9/58-59) hem de zekâtın sarf yerlerini açıklamıştır.
     Tarihin tanıdığı en eski devlet gelirlerinden olan vergi, yine tarih boyu çeşitli ülke ve imparatorluklar tarafından değişik türlerde halktan toplanmış, ancak bu vergiler genelde yerine harcanmayıp kral veya imparatorların kişisel masraflarına veya onların akraba ve yardımcılarına harcanmak üzere hazineye konulmuştur. Kur'an'da zekâtın sarf yerleri gösterilmekle, bu tür yolsuzluk ve usulsüzlükler önlenmek istenmiş, zekâtın dağıtımı dar görüşlü ve taraflı davranabilecek yapıdaki yöneticilerin insafına bırakılmamış, onu almaya gerçekten hak kazanan fakir ve muhtaçlar dururken, hak etmeyen fakat hırs ve tamahı yüzünden zekât mallarına göz dikenlerin ümitleri de kırılmıştır.

     A) ZEKÂTIN SARF YERLERİ
     Zekâtın sarf yerleri, Kur'an'daki sıralamasına uygun olarak (et-Tevbe 9/60) şöylece açıklanabilir:

     1. FAKİRLER ve MİSKİNLER
     Âyette bu sınıf "el-fukarâ ve'l-mesâkîn" şeklinde geçer. Zekât verilecek kişileri belirtmek üzere öncelikle zikredilen bu iki terim, şüphesiz tabii ve zaruri ihtiyaçlarını temin edemeyecek olanları ifade etmektedir. Ancak bu iki terimin aynı âyette peş peşe zikredilmesini dikkate alan fakihler bu iki terimin ayrı iki sınıfı mı yoksa aynı sınıfı mı ifade ettiğini, hangi ihtiyaç derecelerini gösterdiklerini tartışmışlardır.

     a) Hanefîler, âyette zikredilen fakiri; ev ve ev eşyası gibi aslî ihtiyaçlarını karşılayan malı olsa da, gelirleri ihtiyaçlarını karşılayamayan, nisab miktarından daha az malı bulunan kimse olarak anlamışlardır. Miskin ise hiçbir geliri ve malı olmayan kimsedir. Bu tanımlar Ebû Hanîfe'den rivayet edilmiş, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed hariç, diğer Hanefî fakihleri tarafından da benimsenmiştir. Mâlikîler'in fakir ve miskin tanımları da Ebû Hanîfe'nin tanımlarına yakındır.
     Buna göre miskin, fakirden daha muhtaç kimseye denmektedir. Hanefî fakihleri içinde tam bunun aksi tanımlar verenler de vardır. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed ile Mâlikîler'den İbnü'l-Kasım'a göre fakir ve miskin aynı sınıftır, aralarında bir fark yoktur.
     Hanefîler'e göre zekât almaya hak kazanan fakir ve miskinler şu iki grupta toplanabilir.
     1. Hiç malı olmayan yoksul kişiler.
     2. Zaruri ihtiyaçları dışında nisab miktarının altında malı olan kişiler.

     b) Şâfiî ve Hanbelîler'e göre fakir; kendisinin ve bakmakla mükellef olduğu kişilerin ihtiyaçlarını gidermeye yeterli malı ve kazancı olmayan kimsedir. Miskin ise kendisine ve geçimini sağlamakla yükümlü kişilere yeterli olmamakla beraber, sahip olduğu mal ve kazançla kıt kanaat geçinebilen kişidir. Bu iki mezhebe göre fakir, miskinden de fazla ihtiyaç içinde olan kimsedir.
     Bu iki mezhebe göre de zekât almayı hak eden muhtaçlar;
     1. Hiçbir malı ve geliri olmayanlar.
     2. Malı ve geliri olup da bunlarla kendilerinin ve bakmakla yükümlü olduklarının ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselerdir.

     Bu görüşlerin dışında fakir ve miskin terimlerinin, özellikle sosyal güvenliğin temini açısından önemli olan tanımları da yapılmıştır.
     Hz. Ömer'e göre fakir, müslümanların; miskin de gayri müslimlerin muhtaçlarını ifade eder. Hz. Ömer'in yaşlı ve kör bir yahudiyi, maaş bağlanması için beytülmâle gönderdiği ve görevliye "Bu adama ve benzerlerine bakın.... 'Sadakalar (zekât), ancak fakirler, miskinler... içindir' âyetinde geçen fukaradan maksat, müslüman fakirler, mesâkînden maksat ise Ehl-i kitabın fakirleridir. Bu adam, kitap ehlinin miskinlerindendir" dediği nakledilir (Ebû Yûsuf, el-Harac, s. 136).
     Muhammed Hamîdullah, Hz. Ömer'in fakir ve miskin terimlerini din farkına göre tanımlamasının dil yapısına da uygun olduğunu delilleri ile anlatmaya çalışır. Ancak tâbiîn fakihlerinden İkrime ve Hanefîler'den İmam Züfer dışında hiçbir fakih bu görüşe katılmamış, diğer bazı delillere dayanarak zekâtın sadece müslüman muhtaçlara verilebileceği görüşünde birleşmişlerdir.
     Tevbe sûresinin 60. âyeti ile Hz. Peygamber'in ilgili hadislerinde gösterildiği gibi zekât gelirleri ile öncelikle fakir ve miskinler korunmaktadır. Bu iki terimin kapsamına, belli varlık ve gelir seviyesinin altına düşen kimselerin tümü girmektedir. Bunlar iffetinden ötürü ihtiyaçlarını dile getiremeyenler olduğu gibi, ezile büzüle dilenenler de olabilir. Bu itibarla zekâtı devlet topluyorsa devlet, yoksa mükellefler iffetinden ötürü isteyemeyen muhtaçları da araştırıp zekât borçlarını ödeyeceklerdir ve böylece zekâtın olabildiğince yoksullara aktarılması sağlanacaktır.

     Fakir ve miskinlere ne kadar zekât verilebilir?
     Fakir ve miskinlere bir defada verilebilecek âzami zekât miktarı konusunda Hanefîler "nisab"ı, fakihlerin çoğunluğu da "kifâye"yi (yeterli miktar) esas almışlardır. Bu bakımdan Hanefîler'e göre, fakir ve miskinlere bir defada nisab miktarı zekât vermek câizdir. Ancak, zekât verilecek yoksul kişi, borçlu yahut aile reisi değilse bu miktarda zekât verilmesi câiz olmakla birlikte mekruhtur. Her hâlükârda yoksullara verilecek zekât daima nisab miktarından aşağıda tutulmalıdır.
     Hanefîler'e göre tabii ihtiyaçlarından başka -artıcı olsun olmasın- nisaba ulaşan malı olan kimseye zekât verilmez.
     Fakire verilecek âzami miktar konusunda öteki mezhepler "yeter miktar" ölçüsünü getirmişler ve nisabı aşsın aşmasın bir yoksula yeterli miktar zekât verilebileceğini savunmuşlardır.
     Şâfiîler'e göre, fakirin fakirliğini ortadan kaldıracak, ona bir ömür boyu sürekli yetecek ve bir daha zekât almaya muhtaç etmeyecek kadar zekât verilmesi câizdir. Çünkü fakirlik ve miskinlik "nisab"a değil, "kifâye"ye (yeterli mala) sahip olmamakla ölçülür.
     Bir fakire ne kadar malın yeterli olacağının kesin bir ölçüsü yoktur. Bu, kişinin mesleğine, yaşadığı muhit ve şartlara göre değişir. Meselâ mesleği terzilik, marangozluk, kasaplık vs. olanlara sanatlarını yürütebilecek ve meslektaşlarının bulundurduğu alet ve makineleri satın alabilecek kadar, çiftçiye sürekli kendisine yetecek, tarla, bahçe alabilecek kadar zekât verilebilir. Sanat ve mesleği olmayan muhtaçlara da yaşadıkları çevrenin şartlarına göre bir ömür boyu yetecek miktarda zekât verilebilir.
     Mâlikî ve Hanbelîler'e göre ise fakir ve miskinlere, kendilerine ve ailelerine bir yıl yetecek kadar zekât verilebilir. Bir yıllık yeter mal kavramı da kişi, muhit ve şartlara göre değişebilir.
     Fakihler maddî imkânsızlığından dolayı evlenemeyenlere "evlenme yardımını", ilim tahsili için çalışanlara "kitap almaları için yapılacak yardımları" da kifâye (yeterlilik) kavramının kapsamına almışlardır.
     Zengin, zekât verecek durumdaki kimse olduğu için, kural olarak zekât alamayacağında fakihler görüş birliğindedir. Hz. Peygamber "Sadaka (zekât) zengine helâl olmaz" (Ebû Dâvûd, Zekât, 25) buyurmuştur. Ancak fakihler zekât almaya engel teşkil eden zenginliğin sınırını belirlemede farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Bu itibarla fakir ve miskin terimlerinin daha iyi anlaşılabilmesi için bunların karşıtı olan "zengin" terimini ayrıca ele almak ve fakihlerin bu konudaki görüşlerini tesbit etmek gerekmektedir.
     Hanefîler'e göre, şer`an zengin sayılmanın ölçüsü nisabdır. Zenginliğin şartı temel ihtiyaçlardan fazla olan nisab miktarı mala sahip olmaktır. Bu malın artıcı vasıfta olması ise zekât ödeme mükellefiyeti için şarttır.
     Buna göre zenginlik şu iki durumda ele alınmalıdır:
     1. Kişinin hangi neviden olursa olsun, nisab miktarı artıcı vasıftaki zekâta tâbi mallardan birine sahip olmasıdır. Meselâ 20 miskal altın veya 200 dirhem gümüş yahut bunların karşılığı paraya sahip olan zengin sayılır. Aynı şekilde beş deveye veya kırk koyuna, yahut otuz sığıra mâlik olan da zengin sayılır. Bütün bunlar zekât mükellefidir (Zamanımızda gümüşün değeri aşırı derecede düştüğü için 561.2 gr. gümüş ve bunun TL. karşılığı nisap sayılamaz. Ya altın veya sayılan malların ortalaması esas alınmalıdır). Bir kimse aynı zamanda kendisinden zekât alınan zengin ve kendisine zekât verilen fakir olamaz.
     2. Kişinin temel ihtiyaçlarından fazla "artıcı" özellikte olmayan nisab miktarı mala sahip olmasıdır. Bu durumdaki kişinin, zekât vermesi farz olmamakla beraber:
     a) Zekât alması haramdır.
     b) Fitre vermesi vâciptir.
     c) Kurban kesmesi vâciptir.
     Temel ihtiyaçlarından fazla mal varlığı olmayan kişiye, bu mallarının değeri ne olursa olsun, zekât verilebilir. Çünkü temel ihtiyaçlar zekât hukuku yönünden yok farzedilir.
     Sonuç olarak temel ihtiyaçlar dışında ister artıcı vasıfta olsun ister bu vasfı taşımasın herhangi tür maldan nisaba sahip olan kimseye zekât verilemez. Nisab miktarından az mala sahip olan kişiye, sağlıklı ve kazancı da olsa zekât verilebilir. Çünkü şer`an zengin sayılmanın sınırı ve ölçüsü nisabdır. Nisâbın altında mala sahip olanlar fakir, üstünde mal varlığı olanlar zengin sayılır. Ancak artıcı özellikte nisab miktarı mala sahip olmak (nisâb-ı gınâ) zekât almaya engel teşkil ettiği gibi, kişiyi -diğer şartların da bulunmasıyla- zekât vermekle de mükellef kılar. Bu vasfı taşımayan nisab miktarı mala sahip olmak ise (nisâb-ı istiğnâ), zekât vermeyi gerektirmemekle beraber zekât almaya mani olur.
     Hanefîler'e göre şer`an zengin bir erkeğin küçük çocuğu da babasına nisbetle zengin sayılır. Ona da zekât verilemez. Fakat zengin bir kadının fakir ve yetim çocuğuna -babası müslüman ise- zekât verilebilir. Zira çocuğun nesebi babaya aittir. Annesinin serveti sebebiyle zengin sayılmaz. Aynı şekilde bir kimse zengin bir şahsın fakir olan babasına, büyük oğluna veya kızına ve hanımına zekât verebilir. Çünkü bunlar müstakil velâyete sahiptirler. Babanın servetiyle zengin sayılmazlar.

     Şâfiî, Mâlikî ve Hanbelîler'e göre ise zenginlik ölçüsü "kifâye" yani kişiye ve bakmakla yükümlü olduğu kimselere yetecek kadar mala sahip olmaktır.
     Zenginliğin belirli bir sınırı yoktur. İnsan imkân ve gücüne göre ya zengin olur ya da fakir olur. Kişiye sahip olduğu mal yetiyorsa onun zekât alması haramdır. Malı ve kazancı yetmiyorsa zekât alması helâldir.
     Muhtaç olmak fakirlik, muhtaç olmamak zenginliktir. Muhtaç olan herkes zekât almayı hak eder.
     Bu görüşe göre:
     1. İster artıcı vasıfta olsun ister olmasın, kendisine ve bakmakla mükellef olduğu kişilere yetecek kadar mala sahip olan kimsenin zekât alması câiz değildir.
     2. Nisabın üstünde malı olduğu halde bu varlığı kendisinin ve aile fertlerinin geçimini sağlıyamıyorsa, o kişinin zekât alması câizdir. Meselâ, nisabın çok üstünde ticarî sermayesi olan bir kimse, ticarî hayattaki durgunluk veya başka bir sebepten dolayı geçim sıkıntısına düşmüş ise onun zekât alması câizdir.
     Zekât almayı engelleyen ölçüyü "kifâye" (yeterlilik) olarak kabul eden fakihlerin çoğunluğu, vücudu sağlam, çalışma imkân ve gücüne sahip olduğu halde çalışmayan tembel kişilere zekât vermenin câiz olmadığı görüşünde de birleşmişlerdir.
     Bir de müslümanın başkalarından yardım dilenmemesi için konulmuş zenginlik ölçüsü vardır ki buna "nisâb-ı istiğnâ" adı verilmektedir. Hanefî mezhebine göre nisâb-ı istiğnâ eski değerine göre 200 dirhem gümüş veya bunun değeri herhangi tür bir maldır. Bu kadar mal veya paraya sahip olamayanların başkalarından yardım istemesinde bir sakınca yoktur.
     Fakihlerin çoğunluğu ise ihtiyaç sahibi olan kimselerin dilenmesinin câiz olduğunu, ihtiyacı olmayanların dilenmesinin ise haram olduğunu söylemişlerdir.
     Zaruret olmadıkça başkalarından istememe konusu üzerinde titizlikle duran fakihler 40 veya 50 dirhem parası bulunan kimselerin dilenmesini yasaklayıcı mahiyetteki hadisleri, bu durumda yardım istemenin mekruh olduğu şeklinde yorumlamışlardır.

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...