10 Mayıs 2015 Pazar

Diyanet İşleri Başkanlığı, 3155 Personel Alacak

D U Y U R U
     Diyanet İşleri Başkanlığından;
     Başkanlığımıza ait sözleşmeli imam-hatip pozisyonlarına yerleştirme yapılmak üzere; 2014 KPSS (B) grubu puan sırası esas alınarak çağrılacak adaylar için Başkanlığımızca sözlü sınav yapılacaktır.


     I- Vizeli Sözleşmeli Pozisyonların Unvanı, Grubu, Mezuniyet Durumları ve Sayılarına Göre Dağılımı:

UNVANI
GRUBU
KPSS MEZUNİYET DURUMU
KPSS PUANI
KONTENJAN SAYISI




4-B
Sözleşmeli
İmam -
Hatip
1
 İlahiyat Fakültesi + Hafız
KPSSP124
50
2
 İlahiyat Fakültesi
KPSSP124
150
3
 İlahiyat Ön Lisans +
 Diğer Lisans + Hafız
KPSSP124
15
4
 İlahiyat Ön Lisans +
 Diğer Lisans
KPSSP124
150
5
 İlahiyat Ön Lisans + Hafız
KPSSP123
150
6
 İlahiyat Ön Lisans
KPSSP123
150
7
 İ.H.L + Diğer Lisans + Hafız
KPSSP124
25
8
 İ.H.L + Diğer Lisans
KPSSP124
150
9
 İ.H.L + Diğer Ön Lisans + Hafız
KPSSP123
15
10
 İ.H.L + Diğer Ön Lisans
KPSSP123
150
11
 İ.H.L + Hafız
KPSSP122
1900
12
 İ.H.L
KPSSP122
250
TOPLAM
3155

     II- Sınava Katılmak İsteyen Adaylarda Aranan Şartlar:
1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinde belirtilen şartları taşımak,
2) Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili yönetmeliklerinde ön görülen Din Hizmetleri Sınıfında çalışan personel için aranan “Ortak Nitelik” şartını taşımak, 
3) İmam hatip olarak görev yapmaya mani bir özrü bulunmamak,
4) En az imam-hatip lisesi mezunu olmak,
5) Halen Başkanlığımız teşkilatında kadrolu veya sözleşmeli olarak çalışıyor olmamak,
6) Lisans mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP124 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak,
7) Önlisans mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP123 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak,
8) Ortaöğretim mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP122 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak.

     * Sözleşmeli bir pozisyonda görev yapmakta iken, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların Ek 1 inci maddesinde istisna edilenler hariç olmak üzere, sözleşmenin feshi sebebiyle görevinden ayrılanlardan sözleşmelerinin fesih tarihinden itibaren 1 yıl geçmeyenlerin müracaatları kabul edilmeyecektir. Bu hususun sonradan anlaşılması halinde yerleştirmeleri yapılmış olsa dahi sözleşmeleri iptal edilecektir.

III- Başvuru, Sınav, Yerleştirme İşlemleri ve Diğer Hususlar:
     a) Başvuru İşlemleri:
     1. Yukarıdaki şartları taşıyan adaylar, 05/05/2015 (08:00) – 18/05/2015 (16:30) tarihlerinde (açağıdaki mavi renkli başlığı tıklayıp bağlanacakları)
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI / İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİM SİSTEMİ adresi üzerinden e-başvuru programı aracılığı ile 4-B Sözleşmeli İmam-Hatip Alımı (SÖZPER 2015) e-başvuru formunu kendileri doldurduktan sonra başvurularını onaylatmak üzere istenen belgelerle birlikte herhangi bir İl Müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir.
     2. Adaylardan istenen belgeleri getirmeleri halinde, yurtdışından sınava müracaat edecek adaylar adına üçüncü şahıslar müracaat işlemini yapabileceklerdir.
     3. İl Müftülüklerindeki İKYS il yöneticileri, adayın e-başvuru formuna girdiği bilgiler ile verdiği belgelerdeki bilgilerin doğruluğunu tespit ettikten sonra aktivasyon işlemini gerçekleştireceklerdir. Belgeleri eksik olan adayların aktivasyon işlemi yapılmayacaktır.
     4. İl müftülüklerince yapılan aktivasyon işleminden sonra, İKYS il yöneticileri, aday başvuru belgesini adaylara vereceklerdir. Adaya verilen bu belge sınav giriş belgesi yerine geçmez.
     5. Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.
     6. Müracaatların sona ermesinden sonra adayın başvuru bilgilerinde hangi nedenle olursa olsun kesinlikle değişiklik yapılmayacaktır.
     7. İl Müftülüklerinde yapılan aktivasyon esnasında, e-başvuru formunda beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösteren belge/belgeleri ibraz edemeyen adayların başvuruları kabul edilmeyecektir.
     8. Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan veya posta yolu ile yapılan müracaatlar ile 18/05/2015 (16:30) tarihinden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.
     9. Başkanlığımız www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresi üzerinden e-başvuru formunu doldurmayan/dolduramayan veya il müftülüklerinde aktivasyon işlemini yaptırmayan/yaptıramayan adayların müracaat talepleri hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir.

     b) Sınav İşlemleri:
     1. Sözlü sınav; Ankara, Antalya, Bolu, Bursa, Elazığ, Erzurum, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Konya, Manisa, Samsun, Trabzon, Şanlıurfa ve Van sınav merkezlerinde yapılacaktır.
     2. Adaylar, sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini e-başvuru formundaki ilgili kısımda belirteceklerdir. Başvuruların sonra ermesinden sonra adayların sınav merkezi ve sınav tarihi değişiklik talepleri dikkate alınmayacaktır.
     3. Sınava katılma şartlarını taşıyan ve duyuruya uygun şekilde yapılan başvuruların, başvuru yapılan kontenjan grubuna tanınan sayıdan fazla olması halinde, kontenjan grubu dikkate alınarak KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere ilan edilen kontenjan sayısının üç (3) katı aday sözlü sınava alınacaktır. KPSS puan sırasına göre bir grupta son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde bu adayların tamamı sözlü sınava çağrılacaktır.
     4. Sınav 25.05.2015 tarihinde başlayacaktır.
     5. Adaylar, 21.05.2015 tarihinden itibaren sınava katılacakları tarih ve sınav merkezinin belirtildiği sınav giriş belgesini, www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden alabileceklerdir.
     6. Adaylar, sözlü sınava gelirken sınav giriş belgesi ile birlikte T.C kimlik numaralı kimlik belgelerinden birini (nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.
     7. Sözlü sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Söz konusu adaylara hangi sebeple olursa olsun ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.
     8. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için en az 70 puan alınması şarttır.
     9. Sınav sonuçları, Başkanlığımızın internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecektir.
     10. Adaylar, sınav giriş belgesi alma, sınav sonuç öğrenme ve tercih işlemlerini www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresi üzerinden gerçekleştireceklerdir. 

     c) Yerleştirme İşlemleri: 
     1. Tercih işlemleri, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden yapılacaktır.
     2. Sınav sonucu başarılı olanlardan başarı sırasına göre ilan edilen kontenjan sayısı kadar adaya tercih hakkı verilecektir.
     3. Yerleştirmeler adayların tercih formundaki cami tercihleri ve başarı sıralaması dikkate alınarak yapılacaktır.
     4. Başarı sıralamasında sırasıyla sözlü sınav puanı yüksek olana, KPSS puanı yüksek olana, KPSS’ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olana, doğum tarihi önce olana öncelik verilecektir.
     5. Tercih hakkı elde eden adaylar, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden ilan edilecek tercih programı aracılığıyla tercihlerini yapacaklardır. Tercih formunu doldurmayan/dolduramayan adaylara her ne sebeple olursa olsun ek tercih hakkı verilmeyecektir.
     6. Tercih yapmaya hak kazanan adaylardan kontenjan sayısı 25’ten az olan gruplarda sınava katılanlar kontenjan adedince, diğer gruplarda sınava katılanlar en fazla 25 cami tercihinde bulunabileceklerdir.
     7. Tercihlerine yerleşemeyen adaylar, ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.
     8. Tercih yapmayan adaylar ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.

     d) Diğer Hususlar:
     1. Sınav işlemleri sürecinde adayın beyanı esas alınacaktır. Yerleştirme sürecinde yerleştirmesi yapılan adaylardan belge istenecektir. Ayrıca, Başkanlık sınav ve yerleştirme sürecinin her aşamasında aday tarafından belirtilen hususlarda adaydan belge talep edebilecektir.
     2. Sınav öncesi, sonrası ve yerleştirme sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı belge verdiği ya da beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi yerleştirilmeleri yapılsa dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir. İdare tarafından kendilerine bir bedel ödenmiş ise bu bedel yasal faizi ile birlikte tazmin edilecektir.
     3. Bu duyurudaki şartlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı yerleştirmeler ile ilgilidir. (Bundan sonraki sınav ve yerleştirmeler için müktesep teşkil etmez.)
     4. Yerleştirme sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığının www.diyanet.gov.tr internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında duyurulacaktır.
     5. Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.
     6. Sınavla ilgili iş ve işlemlerde faks ve e-mail ile işlem yapılmayacaktır. Adayların ıslak imzalı ve yazılı dilekçelerini Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına ulaştırmaları gerekmektedir.
     7. Sözlü sınav sonuçlarına ilişkin itirazlar, sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne yapılacaktır. İtirazlar, Başkanlığımızca en fazla 15 (on beş) gün içinde incelenerek karara bağlanacak ve adaya bildirilecektir. Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne ulaştırılmayan, T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, imza ve adresi olmayan dilekçeler ile e-mail ve faksla yapılan itirazlar dikkate alınmayacaktır.
     8. Bu duyuruda yer almayan hususlarla ilgili olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyım Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği, Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik ve 06/06/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı hükümleri geçerlidir.

     IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler:
     1. T.C. kimlik numaralı kimlik belgesi,
     2. KPSS’ye başvururken beyan ettiği öğrenim durumlarını gösterir Mezuniyet Belgesi (Adayların beyan ettiği öğrenim belgeleri mezuniyet belgesi olmalıdır. Birden fazla mezuniyet içeren gruplardan birisine başvuracak adayların beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösterir belgelerin hepsini başvuru esnasında ibraz etmeleri gerekmektedir.),      3. Hafızlık Belgesi (+Hafız kontenjan gruplarına başvuran adaylar için),
     4. Adres bildirimi, adli sicil ve askerlik durumları ile görev yapmaya mani bir özrü bulunmadığına ilişkin tek bir dilekçede belirtecekleri yazılı beyanları.
     NOT:
     1. Sabıka kaydı veya arşiv kaydı bulunanların başvuruları onaylanmadan önce ilgililer hakkındaki mahkeme kararlarının, sınava müracaat bitiş tarihinden önce Başkanlığımızca değerlendirilmek üzere il müftülüklerince 0312 285 85 72 nolu faksa ivedi olarak gönderilmesi gerekmektedir.
     2. Adayların, başvuru için gerekli belgeleri başvuru esnasında İl müftülüklerindeki İKYS il yöneticilerine ibraz etmeleri gerekmektedir. Belgelerini ibraz edemeyenlerin başvuruları kabul edilmeyecektir. Başvuru için gerekli belgeler, kontrol edildikten sonra adaylara iade edilecektir.

     V- Sınav Konuları:
     1. Kur’an-ı Kerim (70 puan),
     2. Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları) (20 puan),
     3. Hitabet. (10 puan).
     * Sözlü sınava katılacakların temel ve özel yeterliklerinin tespitinde, Başkanlığımız web sayfasında yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında din hizmetlerini yürütenlerin bu unvanla ilgili temel ve özel yeterlik kriterleri esas alınır.

     VI- İletişim Yazışma Adresi:
Diyanet İşleri Başkanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü
Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığı
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No:147/A
06800 Çankaya/ANKARA

e-mail : persis@diyanet.gov.tr
Telefon : (0312) 295 70 00

D.İ.B. İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

6 Mayıs 2015 Çarşamba

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 11) MÜCÂHEDE - (3)

بابُ المجاهدة
11) MÜCÂHEDE (3)
107) 
الثاني عشر: عن أبي فِراس رَبِيعةَ بنِ كَعْبٍ الأسْلَمِيِّ خادِم رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، ومِنْ أَهْلِ الصُّفَّةِ رضي اللَّهُ عنه قال: كُنْتُ أبيتُ مع رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم، فآتِيهِ بِوَضوئِهِ، وحاجتِهِ فقال: «سلْني» فقُلْت: أسْألُكَ مُرافَقَتَكَ في الجنَّةِ. فقالَ: «أوَ غَيْرَ ذلِك؟» قُلْت: أسْألُكَ مُرافَقَتَكَ في الجنَّةِ. فقالَ: «أوَ غَيْرَ ذلِك ؟»قُلْت: هو ذَاك. قال: «فأَعِنِّي على نَفْسِكَ بِكَثْرةِ السجُودِ» رواه مسلم

107) Resûlullah’ın hizmetkârı ve Ehl-i suffe’den olan Ebû Firâs Rebîa İbni Ka’b el-Eslemî radıyallahu anh şöyle dedi:
     “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte gecelerdim. Abdest suyunu ve öteki ihtiyaçlarını ona getirirdim. Buna karşılık bir keresinde bana:
- “Dile (benden ne dilersen)” buyurdu. Ben:
- Cennette seninle beraber olmayı isterim, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Başka bir şey istemez misin?” buyurdu. Ben:
- Benim dileğim bundan ibarettir, dedim. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem:
- “Öyleyse çok namaz kılıp secde ederek, kendin için bana yardımcı ol!” buyurdu.
     (Müslim, Salât 226. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Nesâî, Tatbîk 79, Rebîa İbni Ka’b)

     Ebû Firâs künyesi ile bilinen Rebîa:
     Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hem hazarda hem seferde şahsî hizmetlerini görürdü. O, bununla iftihar edecek kadar şeref duyardı. Ashâb-ı suffe’dendi. Hz. Peygamber’in vefatından sonra Medine’den ayrılmış ve Medine’ye yaklaşık 12 mil mesâfedeki Eslem kabilesi yurduna yerleşmiştir. Bu sebeple de Eslemî diye nisbelenmiştir. Hz. Peygamber’den 12 hadis rivayet etmiştir. Rivayetleri, Müslim, Tirmizî, Ebû Dâvûd, Nesâî ve İbn Mâce tarafından rivayet edilmiştir.
     Hicretin 63. yılında vefat etmiştir. Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar:
     Hadisimizin râvisi Rebîa, geceleri Resûl-i Ekrem Efendimiz’in kapısına yakın bir yerde yattığı için gece namazlarında okuduklarını işitebilir, seslendiğinde duyardı. Yoksa onun Hz. Peygamber ile birlikte gecelerdim demesi, onunla aynı odada yatardım şeklinde anlaşılmamalıdır. Rebîa, Hz. Peygamber’in abdest suyunu, misvak vs. gibi ihtiyaç duyacağı eşyayı temin etmekteydi. Onun hizmetlerinden memnun kalan Hz. Peygamber, bir keresinde ona ikramda bulunmak istemiş ve “Dile benden ne dilersen” buyurmuştur. Ödüllendirecekleri kişiyi dilekte bulunmakta serbest bırakmak büyüklerin özelliklerindendir. Bu, bir anlamda da imtihandır. Ne isteyeceğini bilip bilmediğini kontrol etmektir.
     Hz. Peygamber’in kendisinden istenecek her şeyi yerine getirme yetkisi var mıydı, yok muydu? Konu tartışılmış ve Allah Teâlâ’nın Resûl-i Ekrem’e özel bazı ihsanlarda bulunma yetkisi verdiği ve bu durumun Hz. Peygamber’in özelliklerinden olduğu sonucuna varılmıştır. Hz. Huzeyfe’nin şâhitliğini iki kişinin şehâdetine denk sayması gibi bazı farklı uygulamalara yetkisi olduğu kabul edilmiştir. Bu sebeple Efendimiz’in, Rebîa’ya “Dile benden ne dilersen”buyurması, sadece bir gönül alma veya sadece imtihan etme amacına yönelik bir iltifat değil, ona ikrâmda bulunma isteğinin sonucudur.
     Rebîa, işinden zevk alan, memnun olan her kişinin yapacağını yapıp âhirette de Hz. Peygamber’e yakın olmayı istemiştir. Bu, onun dünya ve âhiretin mutluluğuna tâlip olması demektir.
     Hz. Peygamber, kulun cennete girip giremeyeceğini Allah Teâlâ’nın bildiği gerçeğini hatırlatmak üzere, “Daha başka bir şey istemez miydin?” buyurmuş, hemen bizzat karşılayabileceği bir dileğinin olup olmadığını sormuştur. Rebîa’nın isteğinde bilinçli bir şekilde ısrar etmesi üzerine de kendisine, haline münasip bir temel tavsiyede bulunmuş ve; “Çokça secde (ibadet) ederek, dileğin hususunda bana yardımcı ol!”buyurmuştur.
     Hz. Peygamber’in bu tavsiyesi, cennete mücâhede ile girilebileceğini, mücâhedenin de ibadetlerle başarıya ulaşabileceğini göstermektedir. İbadet yerine “secde” buyurulması, kulun Allah’a en yakın olduğu halin “secde hali” olmasından, kulluğun en güzel şekilde “secde” ile resmedilmesinden dolayıdır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Hz. Peygamber’e cennette yakın olabilmek için çokça ibadet etmek, nefisle mücâdelede gayretli olmak gerekmektedir.
2. Ashâb-ı kirâm Hz. Peygamber’e yakın olmayı hep arzulayagelmişlerdir.
3. Abdest suyunun hazırlanmasında başkasından yardım istemek câizdir.


108)
 الثالث عشر: عن أبي عبد اللَّه ويُقَالُ: أبُو عبْدِ الرَّحمنِ ثَوْبانَ موْلى رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: سمِعْتُ رسولَ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم يقول: عليكَ بِكَثْرةِ السُّجُودِ، فإِنَّك لَنْ تَسْجُد للَّهِ سجْدةً إلاَّ رفَعكَ اللَّهُ بِهَا درجةً، وحطَّ عنْكَ بِهَا خَطِيئَةً»رواه مسلم

108) Ebû Abdullah (veya Ebû Abdurrahman) Sevbân radıyallahu anh’den -ki kendisi Resûlullah’ın azadlı kölesidir- rivayet edildiğine göre o “Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim” demiştir:
     “Çok secde etmeye bak! Zira senin Allah için yaptığın her secde karşılığında Allah seni bir derece yükseltir ve bir hatânı siler.”
Müslim, Salât 225. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Tatavvu’ 22; Tirmizî, Salât 169; Nesâî, Tatbîk 80, 89

     Sevbân İbni Bücdüd
     Resûl-i Ekrem Efendimiz’in mevlâsı (âzad ettiği kölesi) olan Sevbân, Yemen’in Himyer kabilesindendi. Künyesi Ebû Abdullah’tır. Hz. Peygamber kendisini, memleketine dönmek veya ehl-i beyt arasında kalmak konusunda muhayyer bıraktı. O, Medine’de kalmayı yeğledi. Hz. Peygamber vefat edinceye kadar hazarda ve seferde onun maiyyetinde bulundu. Peygamber Efendimiz’in vefatından sonra Şam’a gitti. Mısır’ın fethine katıldı. Hz. Peygamber’den 128 hadis rivayet etti. İmam Müslim onun rivayetlerinden 10 tanesini Sahih’ine aldı.
     Sevbân Humus’ta hicrî 54 yılında vefat etti.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     Önceki hadiste Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Rebîa İbni Ka’b’a yaptığı çok ibadet tavsiyesinin burada açıklık kazandığını görmekteyiz. Her secde karşılığında bir derece yükselmek ve bir hatadan kurtulmak suretiyle kul mesafe katetmektedir. Yani kul için yücelik ve mutluluk, kulluk ile mümkündür. Nitekim Allah Teâlâ,“Secde et, yaklaş” [Alak sûresi (96),19] buyurmuştur. Peygamber Efendimiz’in bu tavsiyeyi, şahsî hizmetinde bulunan fakir müslümanlara yapmış olması da dikkatten uzak tutulmamalıdır. Derecesini yükseltmek ve günahından kurtulmak isteyenler için başka yollar da olabilir. Ancak bilhassa fakir müslümanlar bu sonucu daha çok ibadet etmek suretiyle temin edebilirler.
     Hadisin Müslim ve Tirmizî’deki rivayetlerinden öğrenildiğine göre Sevbân’dan “insanı cennete götürecek bir amel söylemesi” istenmiş ve bu istek üç defa tekrarlanmış, bunun üzerine Hz. Sevbân bu hadisi rivayet etmiştir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Kul, secde ve ibadetle yücelir.
2. Nefse en ağır gelen şey “secde” etmektir. Şeytan da “secde” emrine karşı çıktığı için ebediyyen lânetlenmiştir.
3. Nefisle mücâhede, secdenin çoğaltılmasıyla mümkündür. Bu sebeple ibadeti arttırmak gerekir.
4. Ashâb-ı kirâm, kendilerine yöneltilen suallere, Hz. Peygamber’den duydukları, ondan öğrendikleri ile karşılık verirlerdi. Kişisel kanaatlarıyla fetvâ vermezlerdi.

109) 
الرابع عشر: عن أبي صَفْوانَ عبدِ اللَّه بن بُسْرٍ الأسلَمِيِّ، رضي اللَّه عنه، قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «خَيْرُ النَّاسِ مَن طالَ عمُرُه وَحَسُنَ عملُه» رواه الترمذي، وقال حديثٌ حسنٌ
«بُسْر»: بضم الباءِ وبالسين المهملة

109) Ebû Safvân Abdullah İbni Büsr el-Eslemî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “İnsanların en kârlısı, ömrü uzun, ameli güzel olandır.”
Tirmizî, Zühd 21, 22

     Abdullah İbni Büsr el-Eslemî
     Ebû Safvân künyesiyle meşhur olan Abdullah, iki kıbleye (Kudüs ve Kâbe) yönelerek namaz kılanlardandır. Hz. Peygamber mübârek elini onun başına koyup “Bu genç, bir asır yaşar” buyurmuştu. Abdullah gerçekten yüz yıl yaşadı.
     Kendisi, anası, babası ve kardeşi sahâbî olan Abdullah, Resûlullah’tan 50 hadis rivayet etti. Buhârî ve Müslim birer hadisini rivayet ettiler.
     Abdullah, Humus’ta yüz yaşında iken hicrî 96 yılında vefât etti. Humus yöresinde en son vefât eden sahâbîdir.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     Ömür, her birimizin dünya pazarında kalma süresidir. Onu takdir eden de Yüce Rabbimizdir. Bizim bu süreyi ne tayin etme ne de bilme imkânımız vardır. Görüntü ne olursa olsun, bu dünyadaki davranışların bir tek adı vardır: Amel. Her birimiz hakkında tutulan zabıtların tümüne de amel defteri denilmektedir. Kârlılık, zararlılık; hayırlılık veya şerlilik işte bu defterdeki kayıtlara göre tesbit edilmektedir. Hadisimiz de kâr ve zararı ömür-amel ilişkisi noktasından değerlendirmektedir. Zira hadisin bir başka rivayetinde “İnsanların en zararlısı da ömrü uzun, ameli kötü olandır” ilâvesi bulunmaktadır.
     Bu duruma göre asıl önem taşıyan amelin vasfıdır. Yani güzel mi, yoksa kötü mü olduğudur. Ömrün uzunluğu kâr ve zarar hesâbında ikinci unsurdur.
     Aslında her birimiz uzun bir hayatı isteriz. “Tûl-i ömr ile muammer olma” duasına “âmin” demeyecek olanımız bulunmaz. Zira ilgi duyduğumuz her şeyin farkına yaşarken varırız. Bu sebeple de bizi kendilerine bağlayanlar arasında uzun süre kalmak isteriz. Hem de bu işin bizim isteğimize bağlı olmadığını bile bile...
     Hadisimiz uzunluğu istenen ömrün güzel amel ile değerlendirilmiş olması gereğini bize hatırlatmaktadır. Zira herkes, âhiretteki hayatını bu dünyada hazırlamaktadır. Buradaki güzel ameller, oradaki güzelliklerin çekirdekleridir. Bu sebeple Peygamber Efendimiz bir başka hadisinde “Mü’minin ömrü uzarsa, hayrı artar” (Ahmed İbni Hanbel, Müsned, III, 27) buyurmuştur.
     Amelin güzelliği, öncelikle meşrû olması, sonra da ihsan kalitesine sahip bulunması ile mümkündür. Bu ise, müslümanca yaşama sorumluluğu ve mutluluğuna sahip çıkmak demektir. Böyle bir gayretle geçecek ömrün uzun olması, elbette en büyük kârlılık ve saadettir. Bunun temini yani amelin güzelliğinin sağlanması, hiç şüphesiz nefsin arzularına uyarak değil, onunla mücâhede ederek mümkün olacaktır. O halde yaşadığımız sürece nefisle mücâhedeye devam etmek durumundayız. Hadisimizin mesajı budur.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Yalnız başına uzun yaşamış olmak bir fazilet değildir. Ömrün uzunluğuna amelin güzelliği eklenirse bir kıymet ifade eder.
2. Güzel amel sahibi olmak için mücâhedeyi sürdürmek gerekmektedir.

4 Mayıs 2015 Pazartesi

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresi'nin 75. ve 82. Ayeti Kerimeleri Arasının Tefsiri

TEFSİR DERSLERİ
Bakara Sûresi'nin 75. Ayeti Kerimesinden,
82. Ayeti Kerimesine Kadar Olan Bölümün Tefsiri
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla

  • Ayet
     Şimdi, bunların size inanacaklarını mı umuyorsunuz? Oysa içlerinden bir takımı, Allah'ın kelamını dinler, iyice anladıktan sonra, onu bile bile tahrif ederlerdi. ﴾75﴿

  • Tefsir
     Bundan önceki âyetlerde eski yahudiler hakkında bilgi verilmişti. Burada ise Hz. Peygamber’in dönemindeki yahudilerin İslâm ve müslümanlar karşısındaki tutumları anlatılmaktadır. Özellikle Medineli müslümanlar, uzun zaman yahudilerle iç içe yaşadıkları için onların dinleri ve kutsal kitapları hakkında genişbilgi sahibi olmuşlardı. Buna göre yahudiler, inançları ve şeriatları İslâm’a hayli yakın olan bir ümmetti; Allah’ın birliği, peygamberlik ve âhiret günü gibi iman esaslarına inanıyorlardı; yeni bir peygamberin geleceğinden de söz ediyorlardı. Kur’ân-ı Kerîm de temel dinî konularda Tevrat’la çelişmek şöyle dursun, –çeşitli âyetlerdeki kendi ifadesiyle– “onların elindeki kutsal kitabı tasdik edici olarak” gelmişti (meselâ bk. Bakara 2/91, 97; Âl-i İmrân 3/3; Nisâ 4/47).
     Bu durumda onlardan, Hz. Muhammed’in nübüvvetini kabul etmeleri beklenirdi ve müslümanların böyle bir beklenti içinde olmaları normaldi. Ancak yahudiler, dinî olmaktan ziyade dünyevî ve siyasî sebeplerle bu beklentileri boşa çıkardılar. Esasen daha önceki âyetlerde eski yahudilerin, dinleri ve peygamberleri karşısındaki olumsuz tutumlarına ilişkin bilgiler de gösteriyor ki onlar, ilâhî gerçeklere ve bu gerçekler ışığında hidayete ulaşma düşüncesinden çok, ırkçı bir gurur anlayışına ve dünyevî menfaatlere önem verecek, dini de bu ırkçılık ve çıkarcılığın aracı olarak kullanacak kadar yozlaşmış bir toplum haline gelmişlerdi.
     Âyette bilhassa yahudilerden bir grubun (din bilginleri) “kelâmullâh”ı yani kutsal kitabın sözlerini işitip iyice kavradıktan sonra onu bile bile, kasıtlı olarak tahrif ettikleri belirtilmektedir. Sözlükte tahrif “bir sözün veya metnin lafzını ya da mânasını değiştirip bozma” anlamına gelir. Burada lafzın mı, mânanın mı kastedildiği konusunda farklı açıklamalar vardır. Tefsirlerde çoğunlukla buradaki tahriften yahudilerin asıl Tevrat nüshasının metnini ve lafzını değiştirip bozmalarının kastedildiği ifade edilmektedir (meselâ bk. İbn Atıyye, I, 167-168; Râzî, III, 134-135). Ancak Abdullah b. Abbas’ın buradaki tahrifi, “Tevrat’ın lafzı aynen kaldığı halde yorumunun saptırılması” şeklinde açıkladığı rivayet edilir (İbn Atıyye, I, 168). Taberî de tahrifi bu anlamda açıklamıştır (I, 368). Tefsirlerde yahudilerin bilhassa, Tevrat’ta Hz. Muhammed’in peygamberliği ile ilgili haberler ile recim gibi bazı hukukî hükümlere ilişkin âyetleri tahrif ettikleri belirtilmektedir. Bu suretle kendi kutsal kitaplarını bile tahrif edecek kadar yoldan çıkmış olan yahudilerin, dinlerini terkederek İslâm Peygamberi’ni tanımalarını ve onun getirdiklerine inanmalarını beklemek aşırı iyimserlik olurdu.
     Âyette dolaylı olarak Allah’ın kelâmını asıl maksadının dışına çıkarılacak şekilde yanlış yorumlayıp tahrif etmenin büyük bir suç olduğuna işaret eden genel bir uyarı anlamı da vardır.
  • Ayet
     Onlar iman edenlerle karşılaşınca, "İman ettik" derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında da şöyle derler: "Rabbinizin huzurunda delil olarak kullanıp sizi sustursunlar diye mi, Allah'ın (Tevrat'ta) size bildirdiklerini onlara söylüyorsunuz? (Bu kadarcık şeye) akıl erdiremiyor musunuz?" Onlar bilmiyorlar mı ki, Allah onların gizli tuttuklarını da bilir, açığa vurduklarını da. ﴾76-77﴿
  • Tefsir
     Hz. Peygamber dönemindeki yahudilerin ikiyüzlü tutumlarının anlatıldığı âyetlerde bu karakterdeki bir topluluktan, içtenlikle iman edip müslümanlara katılmalarının beklenemeyeceğine işaret edilmektedir. Tefsirlerdeki çeşitli rivayetlere göre bazı yahudiler müslümanlarla karşılaştıklarında kendilerinin de iman ettiklerini söyler ve Hz. Muhammed’in peygamberliği, atalarının isyanları sebebiyle çektikleri cezalar ve hakaretle anılmaları gibi konulara ilişkin olarak Tevrat’ta yer alan açıklamalar hususunda müslümanlara bilgi verirlerdi. Daha sonra bunlar, bir araya geldikleri diğer yahudiler, özellikle de din adamları tarafından bu tutumları sebebiyle eleştirilirler; bu yaptıklarının akıllıca bir iş olmadığı, çünkü müslümanlara verdikleri bu tür bilgilerin yeri geldiğinde (veya âhirette) kendilerinin aleyhinde kullanılabileceği hatırlatılarak uyarılırlardı. Halbuki Allah onların sakladıklarını da açıkladıklarını da biliyordu ve İsrâiloğulları’nın tarihine ilişkin olarak Kur’an’ın muhtelif sûrelerinde yer alan geniş pasajlardaki bilgilerle müslümanlara da bildiriyordu.
  • Ayet
     Bunların bir de ümmî takımı vardır; Kitab'ı (Tevrat'ı) bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar. ﴾78﴿
  • Tefsir
     Burada bazı yahudilerin kendi dinleri ve kutsal kitapları konusunda son derece bilgisiz olduklarına, din adına bildiklerinin kuruntu ve zandan ibaret bulunduğuna işaret edilmektedir (ümmî kelimesinin anlamı için bk. A‘râf 7/157-158).
  • Ayet
     Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab'ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, "Bu, Allah'ın katındandır" derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların haline! Vay kazandıklarından dolayı onların haline! ﴾79﴿
  • Tefsir
     Burada yahudi bilginlerinin, çeşitli dinî konularda birtakım kitaplar yazarak bunların Allah katından gelmiş dinî gerçekleri içerdiğini ileri sürdükleri ve yukarıda sözü edilen cahil halka önemsiz bir bedelle sattıkları bildirilmektedir. Yahudi bilginleri bu tutumlarıyla, halkı din konusunda bilgilendirme amacı taşımadıklarını ortaya koydukları, aksine kendi sözlerini ve yorumlarını Allah kelâmı gibi gösterip böylece kişisel görüşlerini kutsallaştırmaya, dinin aslı gibi göstermeye kalkıştıkları, üstelik bu yolla dini bir istismar ve kazanç aracı haline getirdikleri için âyette ağır bir dille kınandıkları görülmektedir. Kuşkusuz burada müslümanlara da dolaylı bir uyarı vardır.
  • Ayet
     Bir de dediler ki: "Bize ateş, sayılı birkaç günden başka asla dokunmayacaktır." Sen onlara de ki: "Siz bunun için Allah'tan söz mü aldınız? -Eğer böyle ise, Allah verdiği sözden dönmez-. Yoksa siz Allah'a karşı bilemeyeceğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?" Evet, kötülük işleyip suçu benliğini kaplamış (ve böylece şirke düşmüş) olan kimseler var ya, işte onlar cehennemliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedi kalacaklardır. ﴾80-82﴿
  • Tefsir
     Tefsirlerde yer alan bazı rivayetlerde, yahudilerin cehennemde kalacaklarını iddia ettikleri “sayılı birkaç gün” hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Bir rivayete göre Hz. Peygamber yahudilere “Cehennem ehli kimdir?” diye sormuş; onlar da “Biziz; fakat bizden sonra yerimize siz gireceksiniz” demişler; Hz. Peygamber de “Yalan söylüyorsunuz! Çok iyi biliyorsunuz ki biz sizin yerinizi almayacağız” buyurmuş; daha sonra konumuz olan âyet inmiştir.
     Başka bir rivayete göre, Hz. Mûsâ’nın Sînâ dağında bulunduğu kırk gün zarfında yahudiler buzağıya taptıkları için, bunun cezası olmak üzere cehennemde sadece kırk gün kalacaklarına inanıyorlardı. Diğer bir rivayette yahudilerin, dünyanın ömrünün yedi binyıl olduğuna ve kendilerinin, her bin yıl için bir gün olmak üzere, toplam olarak sadece yedi gün azap göreceklerine inandıkları belirtilir.
     Gerçekte bu tür iddialar, onların Allah’tan aldıkları bir vaade dayanmayıp sadece kendi kuruntularından, Allah’ın âhiretteki hüküm ve takdiri hakkında bilgisizce söylenmiş boş sözlerden ibarettir. Allah’ın bildirdiği ve adaletin gereği olan gerçek şudur ki, herkesin âhiretteki cezası günahlarının büyüklüğü ve çokluğu nisbetinde olacak; dolayısıyla inkâra sapıp kötülüklerle kuşatılmış, günahlara boğulmuş olanlar ebedî olarak cehennemde kalırken iman edip din ve dünyayı alâkadar eden her alanda “sâlih ameller” (hayırlı, faydalı işler) yapanlar da ebedî cennette kalacaklardır. İşte Allah’ın insanlara verdiği ahid budur (âyette geçen seyyie kavramı hakkında bk. En‘âm 6/160).

29 Nisan 2015 Çarşamba

KELİMELER ~ KAVRAMLAR ✓☼❤☼✓ UYKU

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UYKU

     Arapça’da uyku kavramını ifade etmek üzere nevm ve bu kökten gelen menâm kelimeleri kullanılır. Kelime kökü itibariyle “hareketin dinmesi, durgunluk” anlamındadır. Aynı kök ve türevleri “pazarın durgun ve hareketsiz geçmesi, rüzgârın dinmesi, denizin sakinleşmesi ve ateşin sönmesi” gibi mânalara da gelir.
     Râgıb el-İsfahânî nevmi “beyin sinirlerinin genişlemesi hali” (el-Müfredât, “nvm” md.), Seyyid Şerîf el-Cürcânî “(duyusal) güçlerin hareketsiz kalmasına yol açan doğal bir durum” (et-Tarîfât, “nevm” md.), Tehânevî ise “canlılık unsurunun sinirlere ulaşmasının engellenmesi sebebiyle canlıyı dış duyulardan, iradeli ve iradesiz hareketlerden âciz bırakan durum” (Keşşâf, II, 1430) diye açıklar.
     Uykunun gittikçe derinleşen ve birbirini izleyen evreleri vardır. Bunların her birine Arapça’da ayrı bir ad verilmiştir. Âyet ve hadislerde uyku karşılığı olarak daha çok sine, nüâs ve nevmin yanında rukūd kelimeleriyle bunların türevlerinin kullanıldığı görülmektedir. Bazılarına göre uyku evrelerinin ilkine sine denir. Sine, “gözün süzülmeye başladığı, dimağda belirip henüz göz ve kalbe geçmeyen uyku ağırlığı” anlamına gelir. Ardından uykunun biraz daha derinleşip göze geçmesiyle “organlarda beliren uyuşukluk” mânasındaki nüâs evresine girilir. Nüâs uyuklamak veya hafif uyku şeklinde de ifade edilebilir. Uykunun daha da derinleşip kalbe geçmesiyle nevm evresine ulaşılır (Bursevî, s. 234).
     Arapça’da uzun süreli uyku rukād kelimesiyle karşılanmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Ashâb-ı Kehf’in uzun uykusu için rukūd (el-Kehf 18/18) ve insanların tekrar diriltilmesi zamanına kadar beklemesi uzun bir uyku gibi kabul edildiğinden ölülerin konulduğu kabir için “merkad” (Yâsîn 36/52) kelimelerinin kullanılması da bu görüşü desteklemektedir. Ancak bazı hadislerde uzun süreli olmayan uyku için de rukūd masdarından türeyen fiillerin yer aldığı görülür (Buhârî, “Nikâĥ”, 1, “Teheccüd”, 12; Müslim, “Müsâfirîn”, 163, “Śıyâm”, 190).
     Arap yarımadası gibi sıcak bölgelerde genellikle öğleden sonra bir süre uyuma âdeti günümüzde de devam eden bir gelenektir (bk. KAYLÛLE).
     Kur’an’da nevm ve menâm kelimeleri dokuz âyette (M. F. Abdülbâkī, el-Mucem, “nvm” md.), nüâs iki âyette (Âl-i İmrân 3/ 154; el-Enfâl 8/11) geçer. Sine ve nevmin birlikte kullanıldığı Âyetü’l-kürsî’de (el-Bakara 2/255) Allah’ın uyuklamadan ve uykudan münezzeh olduğu bildirilir. İki âyette (el-A‘râf 7/97; el-Kalem 68/19) Allah yolundan sapan toplulukların uykuda iken semavî bir felâketle cezalandırılmasından söz edilir.
     Allah uykuyu insanların dinlenmesi için yaratmıştır (el-Furkān 25/47; en-Nebe’ 78/9). Gecenin uyumaya, gündüzün rızık kazanmaya elverişli yaratılması Allah’ın kudretinin alâmetlerindendir (er-Rûm 30/ 23). Uyku organizmanın faaliyetlerinin, merkezî sinir sisteminin ve bedenin dinlenmeye geçtiği, dış uyarılara karşı algının iyice zayıfladığı geçici ve nisbî bir bilinçsizlik durumu sayıldığından Kur’an’da uykunun canlılıkla ölüm arasında bir hal oluşuna ve ölüme benzediğine dikkat çekilir (el-En‘âm 6/60; ez-Zümer 39/42).
     Bedir ve Uhud savaşları öncesinde Allah müminlere hafif bir uyuklama (nüâs) verip onların korku ve kaygılarını gidermiş, cesaret ve özgüvenlerini arttırmıştır (Âl-i İmrân 3/154; el-Enfâl 8/11, 43). Hz. İbrâhim oğlu İsmâil’in kurban edilmesiyle ilgili işareti uykuda iken görmüştür (es-Sâffât 37/102).
     Hadislerde de uykudan sıkça bahsedilmektedir. Bir hadiste, “Allah uyumaz, O’nun uykuya ihtiyacı yok” buyurulur (Müsned, IV, 395, 401, 405; Müslim, “Îmân”, 293, 295). Çocukluk dönemi ve akıl hastalığının yanında uykunun da sorumluluğu kaldırdığı bildirilmiştir (Müsned, I, 116, 118, 155; Buhârî, “Ŧalâķ”, 11; “Ĥudûd”, 22). Resûlullah’ın mi‘rac yolculuğu uykuyla uyanıklık arasında başlamıştır (Müsned, IV, 201, 207, 208; Buhârî, “Bedül’l-ħalķ”, 6). Birçok hadiste Resûl-i Ekrem’in uykusuna, uyurken ve uyanırken yaptığı dualara dair bilgiler vardır (Wensinck, el-Mucem, “nvm” md.). Bu hadislerde belirtildiğine göre Hz. Peygamber yatsı namazından önce uyumayı, namazdan sonra da konuşmayı uygun görmezdi (Buhârî, “Mevâķīt”, 13, 23; Müslim, “Mesâcid”, 235-237). Uyumak istediğinde sağ yanına yatar, yanağını sağ elinin üstüne koyar ve, “Allahım, kullarını diriltip bir araya getirdiğin kıyamet gününde beni azabından koru!” diye dua ederdi (Müsned, I, 400; IV, 281, 290, 300, 303). Üzerinde uyuduğu hasırın izi yüzüne çıkardı. Bu duruma üzülen sahâbîlerin kendisine bir yatak sağlamaları yönündeki tekliflerini kabul etmemiş, “Dünya ile ne ilgim olabilir ki! Benim dünyadaki durumum ağaç altında bir süre uyuduktan sonra yoluna devam eden yolcunun durumuna benzer” demiştir (Tirmizî, “Zühd”, 44).
     Bazı hadislerde uykuya ve sonuçlarına dair fıkhî hükümler bulunmaktadır (aş. bk.). Bir rivayete göre Resûlullah uykuyu ölüme, uyanmayı hayata benzeterek yatarken, “Allahım! Senin isminle yaşar, senin isminle ölürüm” demiş, uyanınca da, “Bizi öldürdükten sonra hayata döndüren Allah’a hamdolsun” sözlerini söylemiştir (Buhârî, “Daavât”, 9). Berâ b. Âzib’e de yatağına yöneldiğinde şöyle dua etmesini öğütlemiştir: “Allahım! Büyük bir saygıyla isteyerek kendimi sana teslim ettim, yüzümü sana çevirdim, durumumu sana arzettim, sana dayandım. Senden başka sığınağımız yoktur. İndirdiğin kitaba, gönderdiğin peygambere iman ettim.” Ardından da şu sözleri eklemiştir: “Eğer o gece ölürsen fıtrat üzere tertemiz ölürsün, sabaha çıkarsan hayırla çıkarsın” (Müsned, IV, 302).
     Hz. Âişe’nin, “Yâ Resûlellah, vitir namazını kılmadan mı uyuyorsun?” sorusuna, “Gözlerim uyusa da kalbim uyumaz” cevabını vermiştir (Buhârî, “Teheccüd”, 15, 16; Müslim, “Müsâfirîn”, 125). Bir sahâbînin, “Peygamber uyuyorsa kendisi gözlerini açmadıkça uyandırılmazdı, çünkü uykusunda iken ne durumlar yaşadığını bilemezdik” dediği nakledilmiştir (Buhârî, “Teyemmüm”, 6).
     Hadislerde geceleri Kur’an okumakla meşgul olanlara kıyamet gününde Kur’an’ın, “Benim için uykusundan feragat etti” diyerek şefaat edeceği belirtilmiş (Müsned, II, 174), annesi Hz. Süleyman’a geceleri fazla uyumamasını öğütlemiş, çok uyumanın kişinin âhiretini fakirleştireceğini söylemiştir (İbn Mâce, “İķāme”, 174).
     Uykuda Resûlullah’ı görenlerin uyanıkken olduğu gibi onu gerçekten göreceklerini, çünkü şeytanın onun sûretine giremeyeceğini bildiren rivayetler vardır (Buhârî, “İlim”, 38; “Edeb”, 109; Müslim, “Rüyâ”, 10-13). Ayrıca birçok hadiste Resûlullah’ın rüyaları anlatılmaktadır (Wensinck, el-Mucem, “rey”, “nvm” md.leri).

     Grek kültüründen aktarılan felsefî literatürün etkisiyle erken dönemlerden itibaren uyku ve rüya İslâm düşünürlerinin konuları arasında yer almıştır. Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, Risâle fî mâhiyyeti’n-nevm ve’r-rüyâ başlıklı eserine uyku ve rüyanın tanımını ve niteliğini açıklayarak başlar. Buna göre uyku ve rüya ruhla (nefis) ilgili bir durumdur. Canlı olduğu halde beş duyusunun hiçbiriyle hissetmeyen kişinin uyuduğu söylenir. Şu halde uyku “nefsin bütün duyularını kullanmayı bırakması” ve “sağlıklı normal canlının doğal duyularını kullanmama hali” diye tanımlanabilir. Rüya ise nefsin düşünceyi kullanıp duyuları bırakmasıdır.
     Canlının uyumasının fizyolojik sebebi beynin soğuk ve yaş oluşudur. Beyin ıslanıp soğuyunca mutedil durumundan çıkıp duyusal hareketlere elverişsiz biçimde gevşer. Böylece nefis duyuları kullanamayıp düşünmeye yönelince uyku ve rüya hadisesi ortaya çıkar. Duyu ile tasarlama gücü arasında fark vardır. Duyu verileri dış dünyadan algılanan formların aynısı olduğu halde tasarlama gücü bu formları birleştirerek dış dünyada bulunmayan formlar da üretir; bu sebeple duyuların veremediği formları, kavramları uykuda kazanmak mümkündür. Ancak uyanıkken düzenli düşünme yeteneği olmayanlar uykuda da karışık ve anlamsız rüyalar görür. Kindî bunun beynin bedeni yönetmesinin bir sonucu olduğunu, uykunun hareketten sonra organları dinlendirdiğini, sindirim sistemini hazırladığını, bedenin beslenmesine katkı sağladığını belirtir.
     Kindî’nin uyku tanımı Resâilü İħvâni’ś-Śafâ’da tekrarlanır. İhvân-ı Safâ rüyayı, “uyku halinde duyular işlemez durumda iken nefsin duyulur nesnelerin görüntülerini, mümkün olayların vuku bulmadan önceki hayallerini kendi zatında tasavvur etmesi” şeklinde tanımlar. Nefsin çeşitli fiillerinden biri de uyku halindeyken bedenî aletlerin yardımını almadan rüya görebilmesidir (Resâil, IV, 84, 86). İhvân-ı Safâ, rüyaları asılsız kabul edenlere peygamberlerin çoğunun uykuda iken vahiy aldığını hatırlatmakta, rüyada görülen sembollerin yorumunu yapmaktadır. İhvân-ı Safâ irfanî bir üslûpla rüya çeşitleri, bunların yorumları, ayrıca rüya, ilham ve vahiy hakkında bilgi verir (a.g.e., IV, 89-123).
     İbn Sînâ’ya göre uyanıklık nefsin duyu organlarını kendi isteğiyle kullanması hali, uyku da bu halin yokluğu, nefsin dış duyulardan iç duyulara yönelmesidir. Yorgunluk, bedenî, zihinsel ve korku gibi psikolojik sebepler yanında düşünceler de uykuya yol açabilir. Bu durumda beyin ısınarak bedendeki nemleri kendine doğru çekip ıslanmakta, bunun etkisiyle uyku üretmektedir.
     Filozofa göre beden sağlığı yerinde, mütehayyilesi ve hatırlama gücü iyi işleyen kimselerin nefislerine uykuda veya uyanıkken fizik ötesi âlemden bilgiler gelebilir. Mütehayyileleri yaratılıştan çok güçlü olanlar başkalarının rüyada gördüklerini uyanıkken algılayabilirler, rüyalarında da geçmişe, şu ana veya geleceğe dair bazı durumları idrak edebilirler. Peygamberlerin mütehayyile gücü böyledir. Bu özellikteki insanın nefsi metafizik âlemden bilgiler alabilir. Bu tür bilgiler tabire ve te’vile ihtiyaç duyulmayacak şekilde açıktır. Rüyanın yorumu zamana ve rüyayı gören kişilere göre değişir. Nefsin metafizik âlemle ilişkisinin kesildiği durumda görülen rüyaların çok azı yorum konusu olabilir, büyük kısmı karışık rüyalardır. Rüyaları en sahih olanlar mizaçları en ılımlı olanlardır (el-İşârât, III-IV, 861-862, 884-887; en-Necât, s. 697; Avicenna’s de Anima, s. 173-182).
     Gazzâlî, gerçeği arama macerasında uyku olayını bir araç şeklinde kullanmıştır. Buna göre rüyalar uyku halinde kalındığı sürece doğru olabilir; uyanınca rüyadaki hayal ve inançların asılsızlığı anlaşılır. Bunun gibi uyanıklığın da bir tür uyku hali sayıldığını gösterecek başka bir hayata yükselmek mümkündür. O hayata göre dünya bir tür uyku, burada olup bitenler de bir tür rüyadır ve insanlar öldüklerinde bu uykudan uyanmış olacaklardır (el-Münķıź mine’đ-đalâl, s. 9). Gazzâlî, tasavvuf büyüklerinin gaipten haber verme gibi olağan üstü hallerinin imkânından söz ederken sadık rüyayı kanıt olarak gösterir. Ona göre uykuda iken bu tür bilgiler alınabiliyorsa bunun uyanıkken de gerçekleşebileceği kabul edilmelidir (İĥyâ, III, 25).
     Uykuya dair zengin hadis literatürünün ışığında ahlâk ve tasavvuf kitaplarında “Âdâbü’n-nevm” başlığı altında uykudan önceki davranışlar, dualar vb. konular hakkında bilgi verilmiştir. Tasavvufta az uyuma (kıllet-i menâm) zühd ve riyâzetin başlıca şartlarından sayılır (a.g.e., III, 66).
     Gazzâlî uyku âdâbını şöyle sıralamıştır:
     Uykudan önce abdest alıp dişleri temizlemek; gece ibadeti için gerekli olan misvak, su gibi şeyleri yanında bulundurmak; uykudayken ölme ihtimalini göz önüne alarak vasiyetini baş ucuna koymak; günahlardan tövbe edip içinde hiçbir kötülük niyeti taşımadan herkese karşı iyi duygular besleyerek uyumak; Selef’in yolundan gidip çok yumuşak yatakta uyumamak; uyku bastırıncaya kadar yatmamak, uyumak için kendini zorlamamak; uyku bastırınca da ibadet etmek için bile olsa uyanık durmamak; sağ yanı üzerine kıbleye dönerek uyumak; uykudan önce dua ve uygun âyetler okumak; uykuyu bir tür ölüm, uyanmayı da yeniden diriliş bilerek âhireti düşünmek; uyanınca dua okumak, uyumadan önce Allah’ı zikrettiği gibi uyanınca da O’nu anarak güne başlamak (a.g.e., I, 343-345).
     İlgili âyetlerden hareketle (el-En‘âm 6/ 60; ez-Zümer 39/42) uykuyu bir çeşit ölüm gibi düşünen ahlâk ve tasavvuf âlimleri bu kavram etrafında dinî ve ahlâkî bir sorumluluk bilincini geliştirmeye çalışmışlardır. Muhâsibî, uyku-ölüm ilişkisine dair Zümer sûresinin 42. âyetiyle, hadisleri zikrederek uyku öncesinden başlayıp bir sonraki uyku vaktine kadar sorumlulukları sıralar. Bunlar halis niyet, tövbe, kulluk bilinci, beden ve ruh temizliği, ibadet, kul hakkına riayet, mazlumlara yardım, haksızlıklarla mücadele, çevre duyarlılığı, sosyal çevreyle ilgilenme, selâmlaşma, hal hatır sorma, günahlardan uzak durma, ticarî dürüstlük, yararlı bilgi peşinde olma gibi duygu ve davranışlardan oluşur (er-Riâye li-ĥukūkıllâh, s. 503-514).
     Kuşeyrî de “gaflet uykusu” ve “âdet uykusu” (doğal uyku) şeklinde iki uyku türünden bahsettikten sonra normal uykunun “ölümün kardeşi” diye nitelendirildiğini belirtir. Onun verdiği bilgiye göre bazıları uykunun hayırlı bir durum sayılmadığını ileri sürmüştür. Nitekim, “Uykuda hayır bulunsaydı cennette de uyku olurdu” denilmiştir. Rivayete göre uyku kula Allah’ın huzurunda bulunmayı unutturduğu için suiedepten sayılmıştır. “Neden uyumuyorsun?” diye sorulunca Mâlik b. Dînâr, “Cehennem uyumama izin vermiyor” cevabını vermiş, uyku ve uyanıklıktan hangisinin daha hayırlı olduğu sorusuna da insanların durumuna bakarak cevap vermek gerektiğini söylemiştir. Buna göre dinî duyarlılığı güçlü kimseler için uyanıklık, zayıf olanlar için uyku daha hayırlıdır. Bu sebeple şeytana en ağır gelen şeyin günahkâr kimselerin uykusu olduğu söylenir. Öte yandan bir sûfîye göre uykuda uyanıkken bulunmayan iki fırsat vardır. Biri Hz. Peygamber’le sahâbenin ve geçmiş din ulularının, diğeri de Hakk’ın uykuda iken görülebilmesi ki bu sonuncusu en büyük mazhariyettir (er-Risâle, II, 715-718).
     İbn Ebü’d-Dünyâ’nın Kitâbü’l-Menâmât adlı eseri de uyku ve rüyalara dair rivayetlerden meydana gelmektedir. Ayrıca İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī’nin el-Meĥâsin ve’l-mesâvî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī’nin el-Âdâb, İbn Abdülber en-Nemerî’nin Behcetü’l-mecâlis adlı eserleri gibi antolojik nitelikteki ahlâk ve âdâb kitaplarında uyku âdâbı, uykunun fayda ve zararları, ilginç rüyalar vb. konulara dair rivayetler, özlü sözler ve şiirler derlenmiştir (ayrıca bk. RÜYA).

     BİBLİYOGRAFYA:
     Meķāyîsü’l-luġa, V, 372-373; Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “nǾas”, md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1430; Kāmus Tercümesi, II, 1030; IV, 457, 506, 776; Müsned, I, 116, 118, 155, 400; II, 174; IV, 201, 207, 208, 281, 290, 300, 302, 303, 395, 401, 405; Muhâsibî, er-RiǾâye li-ĥuķūķıllâh, Beyrut 1405/1985, s. 503-514; Kindî, Risâle fî mâhiyyeti’n-nevm ve’r-rüǿyâ (Kindî, Resâǿil içinde), I, 293-311; İbn Ebü’d-Dünyâ, Kitâbü’l-Menâmât (MevsûǾatü Resâǿili İbn Ebi’d-Dünyâ, IV içinde, nşr. Abdülkādir Ahmed Atâ), Beyrut 1413/1993; İbrâhim b. Muhammed el-Beyhakī, el-Meĥâsin ve’l-mesâvî, Beyrut 1404/1984, s. 318-322; İbn Sînâ, el-İşârât, III-IV, 861-862, 884-887; a.mlf., en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş./1985, s. 697; a.mlf., Avicenna’s de Anima: Kitâbü’n-Nefs (nşr. Fazlurrahman), London 1970, s. 173-182; Ebû Mansûr es-Seâlibî, Fıķhü’l-luġa ve esrârü’l-ǾArabiyye (nşr. Yâsîn el-Eyyûbî), Sayda 1419/1999, s. 205; Ahmed b. Hüseyin el-Beyhakī, el-Âdâb (nşr. Ebû Abdullah Saîd el-Mendûh), Beyrut 1408/1988, s. 276-278; İhvân-ı Safâ, Resâǿil, Beyrut 1377/1957, IV, 84-123; İbn Abdülber, Behcetü’l-mecâlis, II, 85-94, 141-150; Kuşeyrî, er-Risâle, II, 714-730; Gazzâlî, İĥyâǿ, I, 343-345; III, 25, 66; a.mlf., el-Münķıź mine’đ-đalâl (nşr. Ahmed el-Câlindehrî), Lahor 1971, s. 9; İsmâil Hakkı Bursevî, Furûķu Ĥaķķī, İstanbul 1251, s. 234; Aclûnî, Keşfü’l-ħafâǿ, II, 313; Ali Durusoy, İbn Sina Felsefesinde İnsan ve Kâinattaki Yeri, İstanbul 1993, s. 103-115.

Mustafa Çağrıcı
Türkiye Diyanet Vakfı
İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ
Mustafa Çağrıcı

27 Nisan 2015 Pazartesi

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 11) MÜCÂHEDE - (2)

بابُ المجاهدة
11) MÜCÂHEDE (2)

99)
 الرابع: عن عائشة رضي اللَّه عنها أَنَّ النَّبِيَّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم كَان يقُومُ مِنَ اللَّيْلِ حتَّى تتَفطَرَ قَدمَاهُ، فَقُلْتُ لَهُ، لِمْ تصنعُ هذا يا رسولَ اللَّهِ، وقدْ غفَرَ اللَّه لَكَ مَا تقدَّمَ مِنْ ذَنبِكَ وما تأخَّرَ؟ قال: «أَفَلاَ أُحِبُّ أَنْ أكُونَ عبْداً شكُوراً؟» متفقٌ عليه. هذا لفظ البخاري، ونحوه في الصحيحين من رواية المُغيرة بن شُعْبَةَ

99. Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, gece ayakları şişinceye kadar namazı kılardı. Âişe diyor ki, kendisine:
     - Niçin böyle yapıyorsun (neden bu kadar meşakkate katlanıyorsun) ey Allah’ın Resûlü?      Oysa Allah senin geçmiş ve gelecek hatalarını bağışlamıştır, dedim.
     - “Şükreden bir kul olmayı istemeyeyim mi?” buyurdu.
     Buhârî, Tefsîru sûre (48), 2; Müslim, Münâfikîn 81. Ayrıca bk. Buhârî, Teheccüd 6, Rikak 20; Müslim, Münâfikîn 79-80; Tirmizî, Salât 187; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 17; İbni Mâce, İkâme 200

     Açıklamalar:

     Resûl-i Ekrem Efendimiz, geçmiş ve gelecek hataları kendisine bağışlanmış bir peygamberdir. Zaten peygamberler kasdî olarak günah işlemezler. Onların hataları ya evlâ olanı terketmekten ya da zelle denilen yanılgıdan ibarettir. Buna rağmen geceleri teheccüd namazı kılmak için gösterdiği iştiyak ve arzu mübârek ayaklarının şişmesine sebep olacak dereceye varırdı. Âişe vâlidemiz onun bu durumunu biraz garipsemiş ve bu tavrının sebebini sormuştur. Efendimiz, sadece bağışlanmak maksadıyla ibadet edilmeyeceğini, şükür için de kulluk gerektiğini açıklamış ve “Allah’ın bana lutfettiği bunca nimete, bağış ve mağfirete şükretmeyeyim mi?” buyurmuştur. Bu açıklamasıyla Sevgili Peygamberimiz:
     “Geçmiş ve geleceğin bağışlanmış olması, kulluğu azaltmaya değil, aksine teşekkürü arttırmaya vesile kılınmalıdır” demek istemiştir.

     Hz. Ali’ye nisbet edilen bir söz vardır. Demiştir ki:
     “Bir grup insan bir şeyler umarak kulluk yapar; bu tüccar kulluğudur. Bir grup insan da korkudan dolayı kulluk yapar; bu da köle kulluğudur. Bir grup insan da vardır ki, şükür olsun diye kulluk yapar; işte bu, tüm duygulardan yakasını kurtarmış seçkin kimselerin kulluğudur.”
     Kulun Allah’a şükretmesi, Allah’ın nimet ve ihsanlarını itiraf ederek O’na övgüde bulunmak ve kulluğa devam etmekle olur. Her nimete şükür gerekir. O halde insan, kulluğa devam ile şükrünü ve Allah’a yakınlığını artırır.
     Sevgili Peygamberimiz’in bu tutumu ve beyanı, mücâhedenin bir teşekkür bilinci ve uygulaması olduğunu göstermektedir.
     Burada şuna da işaret edelim ki, Kur’ân-ı Kerîm’de Peygamberimiz’e ve öteki peygamberlere nisbet edilen günah (zenb), “kasıtsız işlenen hata” anlamındadır. Bazı âlimlere göre bu günah, “terk-i evlâ” yani öncelikle yapılması gerekeni yapmamak anlamındadır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

     1. Başarılı bir mücâhede için gece ibadetinden yararlanmak lâzımdır.
     2. Nimet, şükrün arttırılmasını gerektirir, azaltılmasını değil.
     3. Peygamber Efendimiz, kendisine verilen nimet ve ikrâmlara ibadet yaparak şükreder ve “şükreden bir kul olmayı” isterdi.
     4. Peygamber Efendimiz’in ayakları şişinceye kadar ibadet etmesi, bir zorlama değil, konunun önemine uygun bir tavırdır.
     5. Yalnız başına yapılan ibadetler istenildiği kadar uzun tutulabilir. Toplu ibadetlerde cemaatın durumu gözetilmelidir.

100)
الخامس: عن عائشة رضي اللَّه عنها أنها قالت: «كان رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم إذَا دَخَلَ الْعشْرُ أحيا اللَّيْلَ، وأيقظ أهْلهْ، وجدَّ وشَدَّ المِئْزَرَ» متفقٌ عليه.
والمراد: الْعشْرُ الأواخِرُ من شهر رمضان: «وَالمِئْزَر»: الإِزارُ وهُو كِنايَةٌ عن اعْتِزَال النِّساءِ، وقِيلَ: المُرادُ تشْمِيرهُ للعِبادَةِ. يُقالُ: شَددْتُ لِهذا الأمرِ مِئْزَرِي، أيْ: تشمرتُ وَتَفَرَّغتُ لَهُ

100. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:
     “Ramazan ayının son on günü gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem geceleri ibadetle ihyâ eder, ailesini uyandırır, kulluğa soyunup paçaları sıvardı.”
     Buhârî, Leyletü’l-kadr 5; Müslim, İ’tikâf 7. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Ramazan 1; Nesâî, Kıyâmü’l-leyl 17; İbni Mâce, Sıyâm 57

     Açıklamalar:
     Peygamber Efendimiz özellikle ramazan ayının son on gününde yani yirmi birinci geceden itibaren, bu bereketli geceleri her zamankinden daha fazla ibadetle geçirirdi. Bunun bir sebebi, bin aydan hayırlı olduğu Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilmiş olan Kadir Gecesi’nin bu geceler arasında bulunmasıdır. Peygamber Efendimiz bu geceleri her zamankinden biraz daha fazla ibadetle geçirirken, Kadir Gecesini de kaçırmamak isterdi. Bu sebeple ramazanın bu son on gününü genellikle itikâfta geçirirdi.
     Hz. Peygamber’in bütün bir geceyi uyanık olarak ibadetle geçirdiği bilinmemektedir. Bu husus Hz. Âişe’nin gözlemleriyle sabittir. O halde geceleri ibadetle ihya etme sözü, gecelerin büyük kısmını ibadetle geçirme şeklinde anlaşılacaktır.
     Ailesini bizzat uyandırması veya uyandırılmalarını istemesi, onların da bu konuda daha ciddi bir gayret içinde olmalarını arzu etmesindendir.
     “Paçaları sıvamak” ifadesinden, kadınlarından uzaklaşmak anlamını çıkaranlar da olmuştur. Her hâl ü kârda Peygamber Efendimiz’in, ramazanın son on gününü yoğun bir ibadetle geçirdiği anlaşılmaktadır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

     1. Faziletli zamanları sâlih ameller ile geçirmeyi büyük bir nimet bilmek, ganimet saymak gerekir.
     2. Hz. Peygamber, ramazanın son on gününün ibadet için bir fırsat olduğunu fiilen ümmetine göstermiştir.
     3. Mücâhede, yoğun ibadetle beslenmelidir.


101)
 السادس: عن أبي هريرة رضي اللَّه عنه قال: قال رسولُ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «المُؤمِن الْقَوِيُّ خيرٌ وَأَحبُّ إِلى اللَّهِ مِنَ المُؤْمِنِ الضَّعِيفِ وفي كُلٍّ خيْرٌ. احْرِصْ عَلَى مَا ينْفَعُكَ، واسْتَعِنْ بِاللَّهِ وَلاَ تَعْجَزْ. وإنْ أصابَك شيءٌ فلاَ تقلْ: لَوْ أَنِّي فَعلْتُ كانَ كَذَا وَكذَا، وَلَكِنْ قُلْ: قدَّرَ اللَّهُ، ومَا شَاءَ فَعَلَ، فَإِنَّ لَوْ تَفْتَحُ عَمَلَ الشَّيْطَان». رواه مسلم

101) Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.”
     Müslim, Kader 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 10.

     Açıklamalar:

     Dünya imtihan sahnesidir. İnsan da ölüm noktasına doğru hızla ilerlemektedir. Bu gidiş esnasında çok değişik etkilerle, olaylarla karşılaşacaktır. Olumlu-olumsuz bütün olaylar karşısında mü’min, “Allah’a kul olma” vasfını korumakla yükümlüdür. Bunun için de önce inanış olarak sonra da bünye olarak güçlü olmak ihtiyacındadır. Müslümanlığı “mutluluk yarışı” diye yorumlayacak olursak, bu yarışta güçlü, kuvvetli, eğitimli, disiplinli, istekli ve şuurlu olmanın gereği kendiliğinden ortaya çıkar.
     İman ve imana bağlı ibadetler mutlak hayırdır. Böyle olunca da kuvvetlisi ve zayıfıyla her müslüman hayırlıdır. Ancak inanç, fikir, niyet, âhirete meyil ve fizik olarak kuvvetli mü’min, bu açılardan zayıf olandan elbette daha hayırlıdır. Zira verilecek mücâhede güçlü olmayı gerektirmektedir.
     Mü’mini güçlü kılacak her işe ve tedbire sarılmak, bu konuda Allah’tan yardım dilemek, yılmamak, acz göstermemek Peygamber Efendimiz’in hadisimizde yer alan tavsiyeleridir. Bu gayretleri etkisizliğe uğratacak, “Keşke şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım...” gibi birtakım faydasız ve karamsar hesaplara girmemek, “Allah’ın takdiri böyleymiş” deyip teslimiyet göstermek ve yine mü’min olarak kulluk çizgisinde yapması gerekenlerin peşinde olmak “kuvvetli mü’min”in tavrı olarak öğütlenmektedir. Zira insan “eğer şöyle şöyle yapsaydım” gibi ihtimallere yakasını kaptırırsa, rızâsızlık, kadere karşı çıkma ve Allah’ı inkâr gibi imanla taban tabana zıt bir hale düşebilir. Bu ise sadece şeytanı sevindirir.
     Bu Hadis-i Şerif; başa gelen olaylardan ders almamayı değil, bu olayları imân ve rızâ çizgisi dışına taşıran faydasız yorumlara vesile kılmayı yasaklamaktadır. Çünkü böyle bir sonuç, başa gelebilecek en büyük felâket olur. Hem unutulmamalıdır ki,“Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur.” Fakat bütün bunlar, arabanın devrilmiş olması gerçeğini değiştirmez. İmanlı ve ibadetli mü’minler, sıkıntılar karşısında güçlü ve dayanıklı olacakları için güçsüz ve dayanıksız kimselerden daha hayırlı ve sevimlidirler. Zira güçlülük kadere imandan kaynaklanır. Kader inancı müslümanın potansiyel gücüdür. İslâm’ın ve müslümanın dinamizmi kader inancında yatmaktadır. Nihayet “Biz Allah’tan geldik yine O’na döneceğiz.”[Bakara sûresi (2), 156] teslimiyeti, mü’mine olaylar karşısında yıkılmama, yılmama ve çizgisini koruma gücü verecektir. O halde bu anlamda “kuvvetli mü’min” olmaya hatta mümkünse “mü’minlerin en kuvvetlisi” olmaya bakmak lazımdır. Yüce Rabbimiz bizleri “kuvvetli” kılsın. (amin...)

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
     1. Gerçek kuvvet ve zaaf nefisle mücâhede noktasında kendisini gösterir.
     2. Kadere rızâ ve teslimiyet, olaylar karşısında en büyük güç kaynağıdır.
     3. Geçmişe hayıflanarak, geleceği gerektiği gibi değerlendirememek zayıf insanların işidir.
     4. Din ve dünyaya faydası bulunan işleri başarmak için gayret göstermek gerekmektedir.

102)
 السابع: عنه أَنَّ رسول اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: «حُجِبتِ النَّارُ بِالشَّهَواتِ، وحُجِبتْ الْجَنَّةُ بَالمكَارِهِ» متفقٌ عليه
وفي رواية لمسلم: «حُفَّت» بَدلَ «حُجِبتْ» وهو بمعناهُ: أيْ: بينهُ وبيْنَهَا هَذا الحجابُ، فإذا فعلَهُ دخَلها

102) Ebû Hureyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Cehennem, nefse hoş gelen şeylerle kuşatılmış; cennet ise, nefsin istemediği şeylerle çepeçevre sarılmıştır.”
     Buhârî, Rikak 28; Müslim, Cennet 1. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Sünnet 22; Tirmizî, Cennet 21; Nesâî, Eymân 3

     Açıklamalar:

     Resûl–i Ekrem Efendimiz’in cevâmiü’l-kelim nitelikli beyanlarından olan bu hadîs-i şerîf, nefse karşı verilecek mücâhedenin önemini ve neticesini çok özlü ve düşündürücü bir şekilde ortaya koymaktadır. Azâb yeri olan cehennem nefse hoş gelen haramlarla sarılıp süslenmiştir. Nefsin istekleri yerine getirilirse, gidilecek yer cehennemdir. Aşırı istekler (şehvetler), peşine düşenleri örümcek ağı gibi cehenneme çeker götürür. Bunların nefse hoş gelmesine aldanmamak gerekir. Çünkü arkası ateştir, azaptır.
     Cennet, ebedî mutluluk yurdudur. Ona nefis açısından bakıldığı zaman, başlangıçta nefsin hiç de hoşlanmadığı ibadet, fazilet ve fedâkârlıklarla perdelendiği görülür. İnsan nefsi, bu güçlüklere katlanmak istemez. Ancak gerçek mutluluk, geçici zorluklara katlanıp o perdeleri aralayabilmektedir. İşte nefisle mücâdele bu noktada odaklaşmaktadır. Mücâhede de bu noktada büyük bir önem ve anlam kazanmaktadır.
     Nefis kendi başına bırakılırsa, gerisini düşünmeden hoşuna giden şeylerin peşine düşer. Halkımız bu gidişin duygusallığını “Kızı kendi gönlüne bırakırsan ya davulcuya varır ya da zurnacıya” sözüyle pek güzel belirtir. Görünüşe aldanmamak gerektiğine de bir edibimiz “Zehiri teneke kupayla sunmazlar” sözüyle dikkat çeker. Duyguları akıl, tecrübe ve vahyin ışığında uyarmak, ciddî ve meşrû işlere yönlendirmek gerekmektedir. Zira gerçek ve sürekli mutluluk yani cennet böyle bir mücâhede ile kazanılabilecektir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

     1) Cennete bazı güçlüklere sabrederek ulaşılır. Nefsin hoşlanmadığı şeyleri yapmak sonuçta sevinmek demektir.
     2) Nefsin isteklerine karşı çıkmak, sonuçta azaptan kurtulmaktır.
     3) “Mücâhede, nefsin haklarına değil, hazlarına set çekmektir.” Bunun da sonu, nefsin cennette her istediğine kavuşması demektir.

103)
 الثامن: عن أبي عبد اللَّه حُذَيْفةَ بن اليمانِ، رضي اللَّهُ عنهما، قال: صَلَّيْتُ مع النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ذَاتَ ليَْلَةٍ، فَافَتَتَحَ الْبقرة، فقُلْت يرْكَعُ عِندَ المائة، ثُمَّ مضى، فَقُلْت يُصلِّي بِهَا في رَكْعةٍ، فَمَضَى
فَقُلْت يَرْكَع بهَا، ثمَّ افْتتَح النِّسَاءَ، فَقَرأَهَا، ثمَّ افْتتح آلَ عِمْرانَ فَقَرَأَهَا، يَقْرُأُ مُتَرَسِّلاً إذَا مرَّ بِآيَةٍ فِيها تَسْبِيحٌ سَبَّحَ، وإِذَا مَرَّ بِسْؤالٍ سَأل، وإذَا مَرَّ بِتَعَوذٍ تَعَوَّذَ، ثم ركع فَجعل يقُول:«سُبحانَ رَبِّيَ الْعظِيمِ» فَكَانَ ركُوعُه نحْوا مِنْ قِيامِهِ ثُمَّ قَالَ: «سمِع اللَّهُ لِمن حمِدَه، ربَّنا لك الْحمدُ» ثُم قَام قِياماً طوِيلاً قَريباً مِمَّا ركَع، ثُمَّ سَجَدَ فَقالَ: «سبحان رَبِّيَ الأعلَى» فَكَانَ سُجُوده قَرِيباً مِنْ قِيامِهِ». رواه مسلم

     103) Ebû Abdullah Huzeyfe İbnü’l-Yemân radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
     “Bir gece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Bakara sûresini okumaya başladı. Ben içimden herhalde yüz âyet okuyunca rükû eder, dedim. O yüz âyetten sonra da okumaya devam etti. Ben yine içimden bu sûre ile namazı bitirecek, dedim. O yine devam etti. Bu sûreyi bitirip rükû eder dedim, etmedi. Nisâ sûresi’ne başladı; onu da okudu. Sonra Âl-i İmrân sûresi’ne başladı; onu da okudu. Ağır ağır okuyor, tesbih âyetleri gelince tesbih ediyor, dilek âyeti gelince dilekte bulunuyor, istiâze âyeti geçince Allah’a sığınıyordu. Sonra rükûa gitti. “Sübhâne rabbiye’l-azîm (büyük rabbimi tenzîh ederim)” demeye başladı. Rükûu da aşağı-yukarı ayakta durduğu kadar uzun oldu. Sonra“semiallâhu limen hamideh, rabbenâ leke’l-hamd (Allah, kendisine hamd edeni duyar, hamd yalnız sanadır ey rabbimiz)” dedi ve kalktı. Hemen hemen rükûuna yakın uzunca bir süre ayakta durdu. Sonra secdeye vardı ve “sübhâne rabbiye’l-a’lâ (yüce rabbimi tenzih ederim)” dedi. Secdesini de aşağı-yukarı kıyâmı kadar uzattı.”
     Müslim, Müsâfirîn 203

     Huzeyfe İbnü’l-Yemân:

     Sahâbî oğlu sahâbî olan Huzeyfe, Ebû Abdullah künyesiyle bilinir. Babası ile birlikte Uhud harbine katılmış, babası yanlışlıkla müslümanlar tarafından öldürüldüğü halde Huzeyfe, diyet talep etmemiştir.
     Huzeyfe münâfıklar ve ileride zuhur edecek fitneler konusunda Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem tarafından bilgilendirilmişti. Bu sebeple “Resûlullah’ın sırdaşı” diye şöhret bulmuştur. Hz. Ömer bir cenâze olunca, Huzeyfe’yi takip ederdi. O cenâze namazına iştirâk ederse, Hz. Ömer de katılırdı. Huzeyfe cenâze namazını kılmazsa, Hz. Ömer ölen kimsenin münafıklardan olduğunu anlar, cenazeye katılmazdı.
     Huzeyfe radıyallahu anh savaşlara iştirak etmiş, özellikle Hendek savaşında istihbârât ve keşif subaylığı yapmıştır. Daha sonra Hemedân, Rey ve Dînever onun komuta ettiği ordu tarafından fethedilmiştir. el-Cezîre fethinde de bulunmuş ve Nusaybin’e yerleşmiş ve orada evlenmiştir. Hz. Ömer kendisini Medâyin vâliliğine tayin etmiş, vefat edinceye kadar o görevde kalmıştır.
     Huzeyfe Hz. Peygamber’den 100’den fazla hadis rivayet etmiştir. 37 hadisi Buhârî ve Müslim’de bulunmaktadır.
     Vefât etmeden önce “Allahım! Sen biliyorsun ki, ben seni seviyorum. Sana kavuşmamı mübârek kıl!” diye dua etmiştir.
Hz. Osman’ın şehîd edilmesinden 40 gün sonra hicrî 36 yılında vefat etmiştir.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar:

     Resûlullah’ın ayakları şişinceye kadar gece ibadetiyle meşgul olduğunu görmüştük. (bk. 99. hadis) Hadisimizde bu ibadetin nasıl yapıldığına dair bilgi bulmaktayız. Efendimiz’in gece namazı kılarken çok uzun okuduğunu, Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ sûrelerini bir rekatta bitirdiğini, rüku’, kıyâm ve secdeleri de uzunca yapmak suretiyle namazı tamamladığını öğrenmekteyiz. Bu, Efendimiz’in nefisle kıyasıya mücâhede yaptığını göstermektedir.
     Peygamber Efendimiz’in Bakara sûresi’nden sonra Nisâ sûresi’ne geçmesi, ya böyle yapmanın cevâzını göstermek içindir, ya da o zaman henüz sûrelerin sırası belirlenmediğindendir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

     1. Hz. Peygamber gece namazlarını uzun kıldığı için gece namazını uzatmak müstehabtır.
     2. Namaz içinde ve dışında tesbih âyetlerinde Allah’ı tesbih etmek, Allah’a sığınmaya dair âyetlerde ona sığınmak, dilek âyetlerinde dilekte bulunmak müstehaptır. Şâfiîler bu görüştedirler ve bunun imâm, cemaat ve yalnız başına kılan için aynen geçerli olduğunu söylerler.
104)
 التاسع: عن ابن مسعودٍ رَضِيَ اللَّهُ عنه قال: صلَّيْت مع النَبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم لَيلَةً، فَأَطَالَ الْقِيامَ حتَّى هممْتُ أَنْ أجْلِسَ وَأدعَهُ. متفقٌ عليه

104) İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi:
     Bir gece Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in arkasında namaz kıldım. Ayakta o kadar uzun durdu ki, en sonunda, içimden hoş olmayan bir şey yapmayı bile geçirdim.
     - Ne yapmayı düşündün? dediler.
     - Peygamber’i ayakta bırakıp oturmayı düşündüm, dedi. Buhârî, Teheccüd 9; Müslim, Müsâfirîn 204

     Açıklamalar:

     Abdullah İbni Mes’ûd’un bu rivayeti de Hz. Peygamber’in gece ibadetinde kıyâmı uzun tuttuğunu, yani onun ibadete düşkünlüğünü anlatmaktadır. Bu demektir ki, Hz. Peygamber gece namazında kendisine uyan Huzeyfe ve İbni Mes’ûd gibi cemaati dikkate almamıştır. Çünkü gece namazı onlar için nâfiledir. Bu sebeple Efendimiz yalnız başına kılıyormuş gibi davranmıştır.
     İbni Mes’ûd’un bir ara oturuvermeyi aklından geçirmesi ve bunu “hoş olmayan bir iş” diye nitelemesi, ne kadar tabiî ve nezih değil mi? Hz. Peygamber’i ayakta bırakıp oturmanın uygun olmayacağını biliyor, fakat sabrının son derece zorlandığını da söylüyor. Bu hâl, Peygamber Efendimiz’in ibadete sabretmekte ne kadar dayanıklı, mücâhedede herkesten önde olduğunu göstermektedir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

     1. Farz olmayan namazlarda da imama uyulabilir.
     2. Cemâatin bir özrü yokken oturarak imama uyması uygun değildir.
     3. Ashâb-ı kirâm son derece edebli insanlardı.
     4. Büyüklerin yanında edebe riâyet etmek gerekir.
     5. Anlaşılmayan konularda soru sormak, kapalılığın aydınlatılmasını istemek, kendi kendine yorum yapmaktan çok daha doğru bir harekettir.


105)

العاشر: عن أنس رضي اللَّه عنه عن رسولِ اللَّهِ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال: «يتْبعُ الميْتَ ثلاثَةٌ: أهلُهُ ومالُه وعمَلُه، فيرْجِع اثنانِ ويبْقَى واحِدٌ: يرجعُ أهلُهُ ومالُهُ، ويبقَى عملُهُ» متفقٌ عليه

105) Enes radıyallahu anh’den, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sel-lem’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
     “Ölüyü (kabre kadar) üç şey takip eder: Çoluk-çocuğu, malı ve ameli. Bunlardan ikisi döner, biri kalır. Çoluk-çocuğu ve malı döner, ameli (kendisiyle) kalır.”
   Buhârî, Rikak 42; Müslim, Zühd 5. Ayrıca bk.Tirmizî, Zühd 46; Nesâî, Cenâiz 52

     Açıklamalar:

     Her canlı ölümü tadar; eninde sonunda dünyadan ayrılır. Ölen insan kabre kadar uğurlanır. 462 numara ile tekrar gelecek olan hadisimiz bu mecbûrî yolculukta ölünün arkasından kabre kadar gidenleri saymaktadır. Çoluk-çocuğu, dostları gerçek uğurlayıcı olarak; malı-mülkü, techiz-tekfin ve defin masrafları ve geride bıraktığı mirası hukûkî olarak ameli de sevap veya günah olarak ölüyü mânen takip eder. Defin işinin bitirilmesiyle çoluk-çocuk ve dostlar ondan ayrılır, mirası da taksim edilmek üzere gündeme gelir. Ameli ise, başkasının işine yaramaz. O sadece sahibine özel olduğu için, nihâî değerlendirmeye tâbi tutulmak üzere onunla beraber âhirete intikal eder. Bu sebeple “Mezar amel sandığıdır”denilmiştir. Ölen insan ne kadar büyük ve hatırlı biri olursa olsun, çoluk-çocuğu ve dostlarından hiçbiri onunla birlikte mezara girmek istemez ve girmez. Çok sevenleri bile, ağlaya ağlaya da olsa definden sonra ayrılıp giderler. Ne kadar üzülüp ağlasalar bile, onu mezarında yalnız bırakırlar. Ölen kimse dünyanın en zengini de olsa, yanında götürdüğü şey birkaç metrelik kefen bezinden ibarettir. Şâir ne güzel söylemiştir:

     Ana rahminden geldik pazara
     Bir kefen aldık döndük mezara.

     Geriye kalan mal, artık ona değil mirasçılara aittir. Nitekim bir hadîs-i şerîfte ifade buyurulduğu gibi, “Kişinin asıl malı, yiyip bitirdiği, giyip eskittiği ve Allah için verip biriktirdiğidir” (Müslim, Zühd 4).
     İnsan, hayatı boyunca yaptıklarını yani amelini beraberinde götürür. Ona göre de muameleye tâbi tutulur. “Kabir ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur” hadisi, bu muamelenin neler olabileceğini ifade eder. Madem ki kişiyi takip edecek olan ameldir, o halde mücâhede, ameli sevimli bir dost, ebedî bir mutluluk vesilesi kılma gayretidir, denilebilir. Akıllı kişi de böyle bir gayreti kendi kendisinden esirgemeyendir.Mücâhedenin gereği ve sınırları bu hadîs-i şerîf ile pek veciz bir şekilde dile getirilmiş olmaktadır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
     1. Mücâhede, amel ve ibadeti artırmakla gerçekleştirilmelidir.
     2. Çoluk-çocuk ve amel kişi ile nihâyet kabre kadar gider.
     3. Başbaşa kalınacak olan ameldir. Kişinin kabir hayatı ve âhiretteki durumu ameline göre belirlenir. 

106)
الحادي عشر: عن ابن مسعودٍ رضيَ اللَّهُ عنه قال: قال النبيُّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم: «الجنة أقَربُ إلى أَحدِكُم مِنْ شِراكِ نَعْلِهِ والنَّارُ مِثْلُ ذلِكَ» رواه البخاري

106) İbni Mes’ûd radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullahsallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Cennet size, ayakkabınızın bağından daha yakındır. Cehennem de öyledir.”
     Buhârî, Rikak 29.

     Açıklamalar:

     446 numarada tekrar gelecek olan hadîs-i şerîfe göre cennet de cehennem de âdetâ burnumuzun dibindedir. Atılacak adımlara, yapılacak amellere göre cennete ve cehenneme gitmek pek kolaydır. İbadet ve tâat kişiyi cennete, günah ise cehenneme yaklaştırır. Bu yakınlık hadisimizde, nalın tasması ya da potin bağına, tokyo atkılarına teşbih edilmiştir. Nitekim Buhârî’nin bir başka rivayetinde de“Ölüm insana pabucunun atkısından daha yakındır” (Medine 12, Menâkıbu’l-ensâr 46, Merdâ 8, 22) buyurulmuştur. Dilimizde bu mâna “burnunun dibinde” deyimiyle anlatılır.
     İnsanın cennete de cehenneme de aynı yakınlık veya uzaklıkta olduğu, seçip benimseyeceği yaşama tarzı, atacağı adımlarla her ikisine de ulaşmakta zorlanmayacağı, Peygamber Efendimiz’in bu özlü ifadesinden anlaşılmaktadır. Bizden cenneti ve cehennemi ayaklarımıza temas ediyormuş gibi düşünmemiz istenmekte ve tabiî ona göre sürekli bir mücâhede içinde olmamız teşvik edilmektedir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:

1. Bize aynı derecede yakın olan cennet ve cehennemi devamlı hatırlamamız, burnumuzun dibindeki cenneti kaçırmamak için tâat ve ibadete düşkünlük göstermemiz lâzımdır.
2. Nefis ve şeytana karşı koymak cehennemi bizden uzaklaştırır.

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...