19 Mayıs 2015 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR ✓☼❤☼✓ UYUŞTURUCU (2)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UYUŞTURUCU (2)
(Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden Alıntı)

     Uyuşturucu Türkçe’de yeni bir kelime olup bunun karşılığında Arapça ve Farsça’da muhaddir (örten, kapayan), Batı dillerinde Yunanca narke (uyku) kökünden narkotik kullanılır.

     Uyuşturucu maddelerin eskiden beri tıpta kullanımından dolayı birçok dilde ilâç anlamı taşıyan kelimeler aynı zamanda uyuşturucu maddeleri de ifade eder. Sürekli yeni türlerinin ortaya çıkması, farklı etkiler bırakması ve farklı amaçlarla kullanılmasından dolayı genel bir tanımı bulunmamakla birlikte kişide önüne geçilmez bir bağımlılık durumu oluşturma, ruhî ve fizikî tahribata yol açma, merkezî sinir sistemini etkileme, kullanılan miktarı giderek arttırma eğilimine yol açma, besinler kapsamında sayılmama gibi özellikler uyuşturucu türlerinin hemen hepsinde yer alır.

     Tıp dilinde “psikoaktif” denilen ve bağımlılık yapan maddeler içinde tütün mâmulleri ve alkollü içkilerle birlikte bulunan uyuşturucular insan vücuduna etkileri ve cinslerine göre sınıflandırılmıştır. Bu bağlamda tütün ve alkollü içkiler dışında kalan uyuşturucu maddeler afyon ve türevleri, hallüsinojen maddeler (esrar, LSD), uyarıcılar (kokain, amfetamin vb.), uyku ilâçları (barbitüratlar gibi) ve diğer yatıştırıcılarla uçucu maddeler (tiner, yapıştırıcılar, çakmak gazları vb.) uyuşturucu başlığı altında toplandığı gibi cinslerine göre uyuşturucular doğal (esrar, eroin, kokain vb.) ve sentetik (ecstasy, captagon, amfetamin, metamfemin vb.) olarak da sınıflandırılabilir.

     Etkileri ve zararları bakımından aralarında bazı farklılıklar bulunan bu maddeleri kullananlarda bir müddet sonra davranış bozuklukları başlar. Vücut maddenin cinsine göre tolerans geliştirebildiğinden, alıştıkça sürekli daha fazlasını ister. Yokluğu halinde ise çarpıntı, nabızda artma, titreme, hayal görme ve bazı nörolojik bozukluklar ortaya çıkar. Bu maddelerin alım satımı kontrollü ya da yasak olduğundan piyasada yüksek fiyatlarla alınıp satılabilir. Hayatları bu tür maddeleri elde edip kullanma etrafında dönmeye başlayan bağımlılar uyuşturucu elde etmek için her şeylerini feda edebilirler; her türlü suça itilebilecek potansiyel suçlu haline gelirler; içine düştükleri ruhî ve mânevî çöküntünün yanında bedenî hastalıklarla da karşılaşabilirler.

     Uyuşturucu bağımlılığı kişilik bozuklukları, aile ve çevre etkilerinden kaynaklanabileceği gibi çeşitli toplumlarda ve bazı dönemlerde bütün topluma yayılarak normal karşılanan bir âdet haline de gelebilir. Uyuşturucu müptelâsı olanların genelde sosyal ve ailevî ilişkileri bozulur, sorumluluklarını yerine getiremezler. Eşler ve çocuklar arasında geçimsizlik ve aile faciaları ortaya çıkar. Bu konuda yapılan araştırmalar, uyuşturucu kullanımı ile suç arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ekonomik ve farmakolojik faktörlere bağlamaktadır. Uyuşturucu bağımlıları ve kullanıcıları, ihtiyaç duydukları uyuşturucuyu alabilmek için yeterli maddî imkâna sahip olmadıkları zaman ahlâk dışı yollara başvurarak para temin etme yoluna gidebilmektedir. Öte yandan uyuşturucu kullanan kimseler uyuşturucunun etkisinde iken istem dışı suç işleyebilmektedir. Araştırmalar, bir kısım suçluların uyuşturucunun etkisinde gerek aile fertlerine gerekse çevredeki kimselere karşı şiddet uyguladıklarını ve bir sonraki kullanım için maddî gelir elde etmeye yönelik hırsızlık vb. suçlar işlediklerini ortaya koymuştur.

     Uyuşturucu maddeler iki gruba ayrılabilir. Bir kısmı afyon ve esrar gibi doğrudan bitkilerden elde edilen ve eskiden beri bilinen doğal uyuşturuculardır. Bir kısmı da sentetiktir ve günümüzde yüzlerce türü bulunmaktadır. Bunların inorganik madde veya hayvansal ürün kökenli olanları varsa da çoğunlukla bitki kökenli çeşitli maddelerin kimyasal işlemlere tâbi tutulmasıyla elde edilir. En yaygın kullanılan uyuşturucular şöylece sıralanabilir:
     a) Afyon ve Türevleri. Haşhaş bitkisinden çıkarılan afyon kullanıcıda keyif verici ve rahatlatıcı bir etki yapar. Haşhaş dünyada birçok ülkede yetiştirilmekte, ancak son yıllarda uyuşturucu olarak kullanılan afyon ve türevlerinin büyük kısmı Afganistan’da üretilen haşhaştan elde edilmektedir. Haşhaş Türkiye’de de bazı bölgelerde kontrollü şekilde ekilmekte, ancak sıkı denetimler yapılmakta, üretilen afyon gıda ve ilâç sanayiinde kullanılmaktadır.

     Yine afyonun türevleri olan morfin ve kodein tıpta çeşitli hastalıkların tedavisinde ağrı kesici olarak kullanılmış, günümüzde ise zararları sebebiyle kullanım alanları daralmıştır.
     Morfinin ikinci bir ameliyeden geçirilmesiyle elde edilen eroin ise tıbbî maksatla kullanılmaz. Eroinin yüksek dozda alınması (overdose) ölüme sebebiyet verir. Öte yandan afyon ve türevleri zaman içerisinde vücutta tolerans geliştirir; bir müddet sonra alınan miktar yetersiz gelmeye başlar ve kullanıcılar, aynı hazza ulaşabilmek için her defasında daha fazla miktarda doz alma ihtiyacı duyarlar.
     b) Esrar. Kullanıcıyı gerçek hayattan uzaklaştırıp hayal görmesine yol açan bir etki bırakır. Türkçe’de esrar, Arapça’da haşîş, Batı dillerinde İspanyolca kökenli marihuana adı verilen bu uyuşturucu Hint kenevirinden elde edilir. Hint kenevirinin değişik türleri birçok ülkede yetiştirilmektedir.
     Esrar dünyada en yaygın kullanılan uyuşturucu maddedir ve eroin gibi daha güçlü bağımlılık yapan maddelere geçiş evresini oluşturur. Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde Hint kenevirine “bang” (bhang) denilir ve çokça tüketilen bang içeceği de bu bitkiden yapılır.
     c) Kokain. Koka bitkisinin yapraklarından çıkarılır ve uyarıcılar grubunda yer alır. Güney Amerika kökenli bu bitki, sömürgecilik döneminden itibaren Endonezya ve Hindistan gibi tropikal bölgelerde de yetiştirilmiştir. Kokain geçici bir zindelik hissi verir. Yemen’de ve Doğu Afrika’da çokça üretilen ve bir diğer adı Habeş çayı olan “kāt” da (khat) uyarıcılar grubuna girer.
     d) Amfetaminler. Doping amacıyla da kullanılan, yorgunluk hissini azaltıcı etki bırakan sentetik uyuşturuculardır. “Captagon” (fenetilin) ve “ecstasy” (MDMA, MDA vb.) denilen sentetik uyuşturucular da uyarıcılar grubunda yer alır.

     Uyuşturucu maddelerin türleri ve sayıları özellikle kimya ilminin gelişmesiyle son 150 yılda çok artmışsa da afyon ve esrar eskiden beri kullanılır. İslâm’ın ilk ortaya çıktığı bölgenin insanları tarafından pek bilinmediği için Kur’an ve Sünnet’te madde bağımlılığıyla ilgili sadece şarap vb. alkollü içkiler üzerinde durulmuştur. İslâm’ın klasik medeniyet havzalarına hâkimiyet kurmasıyla birlikte bu maddeler tanınmaya başlanmışsa da yaygın kullanımı Moğol istilâsından sonraki döneme rastlar. Günümüzde Arapça’da “uyuşturucu maddeler” anlamındaki “muhaddirât” eski kaynaklarda geçmekle birlikte (İbn Sînâ, I, 329; II, 861, 1606; İbn Hacer el-Heytemî, IV, 233) daha çok bu maddelerin veya bazılarının niteliğini ifade için kullanılmış olup genel bir terim olarak kullanımı modern dönemde ortaya çıkmıştır. Eski kaynaklarda uyuşturucu maddeleri ifade etmek üzere çeşitli uyuşturucuların veya berş, macun, tiryak gibi uyuşturucu katılan ürünlerin adları zikredilmiştir. Bu maddeler için çok sayıda takma ad ve argo kelime bulunmuşsa da haşîş, benc ve efyûnun daha yaygın olduğu görülmektedir (Rosenthal, s. 19-41).

     İlk beş asırlık dönemde tabiplerin ve botanikle uğraşanların ban otu, Hint keneviri ve haşhaş gibi uyuşturucu özelliğe sahip bitkileri tanıdıkları (meselâ bk. Ebû Bekir er-Râzî, I, 92, 158, 165 vd.; ayrıca bk. Tibi, s. 170-179), bunların çeşitli çevrelerde bilindiği, ancak yaygınlaşmadığı söylenebilir. Rosenthal, Ebû Bekir er-Râzî’nin Hint kenevirinden bahsetmediğini söylerse de (The Herb, s. 20) onun aynı bitkiyi ifade eden “şehdânec”den söz ettiğini (el-Ĥâvî, I, 158, 159, 369, tür.yer.) gözden kaçırmış olmalıdır. Bu bitkiler içerisinde Arapça’da ilk defa benc (beng) tanınmış görünmektedir (Halîl b. Ahmed, VI, 153). Bencin Arapça’ya Farsça’dan, Farsça’ya da Sanskritçe “bhanga”dan geçtiği, ancak Hindistan’da Hint kenevirini ifade eden bu kelimenin Farsça’ya girdikten sonra ban otu için kullanıldığı söylenir (Meyerhof, “Bandj”).

     Ebû Bekir er-Râzî gibi İbn Sînâ da Hint keneviri karşılığında kınnâb ve şehdânec, ban otu için benc kelimelerine yer verir (el-Ķānûn, I, 434-435, 711, 733). Bununla birlikte bencin sadece ban otunu ifade etmediği, belli çevrelerde veya bazı dönemlerde bununla Hint keneviri ve diğer bitkilerden çıkarılan uyuşturucuların da kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Fuzûlî’nin Beng ü Bâde adlı eserinde beng “esrar” anlamında kullanılır. Esed b. Amr ve Müzenî gibi erken dönem fakihlerine atıfla bazı görüşler rivayet edilmekteyse de bencin fıkıh eserlerinde yer alması daha geç devirlere rastlar (meselâ bk. Serahsî, XXIV, 9, 18, 29, 34). Gazzâlî de bitkilerden ancak aklı, hayatı veya sağlığı yok edenlerin haram sayıldığını söylemekte ve benci de sarhoş edici olmamakla birlikte şarap ve diğer sarhoş ediciler gibi aklı izâle eden maddeler arasında saymaktadır (İhyâ, II, 92, 93).

     Arapça’da “kuru ot” anlamındaki haşîşin esrarı ifade etmeye başladığı dönem tesbit edilememekle birlikte Selçuklular ve Eyyûbîler devrinde siyasî suikastlarıyla tanınan Haşhaşîler’in esrar kullandıkları bilinmektedir (bk. HAŞÎŞİYYE). Memlük devri tarihçileri ve fakihlerinin kayıtlarından esrar kullanımının VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Bencin yanı sıra haşîş / haşîşe ve afyon gibi maddelerin fıkıh eserlerinde yer alması Memlükler dönemine rastlar. Etiyopya kökenli kāt da bu maddelerden bir süre sonra yine Memlükler zamanında tanınıp yaygınlaşmıştır. Bedreddin ez-Zerkeşî, esrar kullanımının Haydariyye’nin şeyhi Haydar vasıtasıyla yaklaşık 550 (1155) yılında görüldüğüne dair bir rivayet aktarır (Zehrü’l-arîş, s. 90). İbn Teymiyye esrarın Moğollar’ın ortaya çıkış dönemine rastladığını, VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yenilmeye başlandığını söyler (es-Siyâsetü’ş-şer'iyye, s. 120; Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXXIV, 130, 136). Bu devirde özellikle Haydarîler ve Kalenderîler gibi derviş topluluklarında esrar ve bencin yaygın olduğu belirtilmektedir (Karamustafa, bk. bibl.). Nitekim Zerkeşî esrara verilen isimler arasında Haydariyye ve Kalenderiyye kelimelerini de sayar (Zehrü’l-arîş, s. 89-90). Hint kenevirinin aslında antik Yunan’dan beri tanındığını vurgulayan Makrîzî de esrarın yaygınlaşmasıyla ilgili aynı dönemleri işaret eder; yayılma coğrafyası hakkında biri Horasan’dan Irak’a ve daha batıya, diğeri Hindistan’dan Yemen’e, ardından Fâris’e, oradan Irak’a ve daha batıya yayıldığı şeklinde iki ayrı görüş nakleder (el-Hıtat, II, 126-129). Mısır’da önceleri izin verilen kenevir ve haşhaş türü bitkilerin üretimi ve ticareti bu maddelerin topluma verdiği zararları gören Sultan I. Baybars tarafından yasaklanmış, maddeler imha edilmiş, kullananlar ve satanlar cezalandırılmıştır. Uyuşturucu maddelere karşı bu tür yasaklama ve mücadeleler zaman zaman daha sıkı biçimde sürdürülmüştür. Aynı dönemden itibaren konuyla ilgili meseleler fıkıh kitaplarında yer almaya başlamış, ilk müstakil eserler de bu sıralarda yazılmıştır.

     Osmanlılar döneminde afyon ve benc gibi uyuşturucu maddeler bir yandan ilâç yapımında ve tedavide kullanılırken öte yandan keyif verici olarak tüketimine karşı mücadeleye devam edilmiştir. Nitekim X. (XVI.) yüzyılda konuyla ilgili risâlelerin yazıldığı ve Kemalpaşazâde ile Ebüssuûd Efendi gibi şeyhülislâmların bunların kullanımını şiddetle menettiği, başta IV. Murad dönemi olmak üzere çeşitli devirlerde ağır cezaların uygulandığı bilinmektedir. Bu tedbirlerin kullanımı sınırlamasına rağmen hem haşhaş üretiminin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaygın oluşu hem de kahvehane kültürünün yayılmasıyla bir kısım kahvehanelerde uyuşturucu kullanımının düzenli bir faaliyet haline gelmesi bunu tamamen ortadan kaldıramamıştır (Kömeçoğlu, s. 66-67; Shefer-Mossensohn, s. 39-45, 157). Bu alışkanlığın daha yaygın görüldüğü İran’da da gerek Safevîler gerekse Kaçarlar döneminde zaman zaman yasaklamalar ve sert cezalarla uyuşturucu kullanımına son verilmek istenmişse de uyuşturucu bağımlılığı saraydan toplumun en alt kesimlerine kadar geniş bir alanda yaygınlaştığı için başarılı olunamamıştır. Safevîler devrinde kahvehanelerin yanı sıra hemen her kasabada bulunan kûknâr-hânelerde de haşhaş katılarak yapılan bir içki olan kûknâr sunulurdu (Matthee, s. 107-108). Afyon, aşırı dozda alındığında öldürücü olduğu bilindiğinden çeşitli suikast ve intihar vak‘alarında da kullanılmıştır (a.g.e., s. 104-105). XIX. yüzyılda İran’da uyuşturucu madde üretimi ve tüketimi ülkenin tahıl üretimini baltalayan önemli bir sorun haline gelmiştir.

     Öte yandan XIX. yüzyılda dünya çapında etkileri olan Batı kaynaklı iki önemli gelişme meydana gelmiştir. Bir yandan uyuşturucu maddelerin uluslar arası ticaret metaı haline gelmesiyle meşhur afyon savaşlarına yol açan büyük kazançlar elde edilmeye başlanmış, diğer yandan kimya sanayiinin gelişimiyle daha zararlı ve daha fazla bağımlılık yapan sentetik uyuşturucular üretilmiştir. Bunun üzerine XX. yüzyılın başlarından itibaren uluslar arası sözleşmelerle uyuşturucu üretim ve ticaretinin kontrol altına alınmasına çalışılmış, çeşitli örgütler kurulmuştur (Yaşar, s. 98-121). Hemen her devlette uyuşturucuyla mücadeleye dair kanunlar çıkarılmış, uyuşturucu ticaretini kısıtlamaya yönelik cezalar konulmuştur. Uluslar arası sözleşmelerde uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin neler olduğu sayılmış, kullanımı ve ticareti belli şartlara bağlanmıştır. Türkiye’de de bu maddelerin üretimi, alım satımı ya tamamen yasaklanmış veya çok sıkı kurallar altına alınmıştır. Ham uyuşturucular yanında eroin gibi sentetik uyuşturucular çok daha tehlikeli ve bağımlılıktan kurtuluşu çok daha zor olduğundan bağımlılığı azaltma veya tedavi etmeye, toplumu eğiterek önleyici tedbirler almaya yönelik çeşitli kurumlar oluşturulmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan, İran, Singapur ve Çin gibi ülkeler uyuşturucu ticaretine idama kadar varan sert cezalar uygulamaktadır. Uluslar arası büyük ticaret hacmine ulaşan uyuşturucu maddelerin elde edildiği bitkilerin üretimi, Afganistan ve “altın üçgen” denilen Güneydoğu Asya ülkeleriyle (Myanmar, Tayland, Laos) Güney Amerika’da yaygınlaşmıştır.

     Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin (UNODC) 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre 2008 yılı itibariyle dünyada 155-250 milyon yetişkin (15-64 yaş arası) uyuşturucu kullanmakta ve bunların % 10-15’ini ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bulunan bağımlılar teşkil etmektedir. En büyük grubu esrar kullananlar (129-190 milyon) oluştururken amfetaminler ikinci sırada gelmekte, onu kokain ve afyon türevleri izlemektedir (kāt kullanımına raporda yer verilmemiştir). Aynı rapora göre en yaygın tüketilen uyuşturucular uluslar arası ticarete konu olan eroin ve kokain iken kenevir bitkisinden elde edilen esrarla amfetamin türü uyuşturucular daha çok mahallî şekilde üretilip tüketilmektedir. Ancak Afrika ve bazı Asya ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke hakkında yeterli veri bulunmaması dolayısıyla kullanımın yaygınlığı ve miktarı konusunda birçok husus henüz bilinmemektedir. Dünyada kenevir bitkisi Meksika, Paraguay, Kolombiya, Bolivya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Afganistan ve Fas dahil elliden fazla ülkede yaygın biçimde üretilmektedir. Kokain daha çok Güney Amerika’da (Kolombiya, Peru, Bolivya) elde edilip Batı ülkelerinde (Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri) tüketilmektedir. Afyon ve türevlerine gelince üretilen eroinin % 26’sı Avrupa Birliği ülkelerinde, % 21’i Rusya’da, % 13’ü Çin’de kullanılmakta, Pakistan (% 6), İran (% 5) ve Hindistan (% 5) onları izlemektedir. Öte yandan eroine dönüştürülmeyen afyonun yarısı İran (% 42) ve Afganistan’da (% 7) tüketilmekte, bu ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Rusya takip etmektedir. Dolayısıyla bu afyonun büyük kısmı Afganistan ve civarındaki ülkelerde (Çin hariç) kullanılmaktadır. Haşhaş bitkisinin en büyük üreticisi Afganistan’dır, ardından Myanmar ve Meksika gelmektedir. 1990’lara kadar afyon ve türevlerinin büyük kısmını Güneydoğu Asya ülkeleri sağlarken son otuz yılda Afganistan’da üretim giderek artmıştır ve günümüzde % 90’a varan en büyük kısmı orada üretilmektedir.

     İslâm ülkelerinin genelinde bağımlılığın yüksek olmadığı, Afganistan, İran ve Pakistan gibi birkaç ülke dışındaki İslâm ülkelerinin çoğunda afyon ve türevlerini kullananların yetişkin nüfusun % 1’inin altında kaldığı (meselâ Türkiye’de bu oran binde birin de altındadır) ve amfetaminlerin kullanımının da yine % 1’in altında olduğu söylenebilir. Ancak esrar ve kāt gibi doğal uyuşturucuların tüketim oranı daha yüksektir. 2010 yılı raporuna göre doğudan batıya İslâm ülkelerinde nüfusun % 2 ile % 5’inin esrar kullandığı, Kırgızistan, Lübnan, Cezayir ve Mısır’da bu oranın % 6’ya, Nijerya’da % 14’e ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca haşhaş, kāt ve muskat (cevzetü’t-tîb) gibi uyuşturucu bitkilerin keyif verici olarak tüketildiği veya yemeklerde kullanıldığı, muskatın Hint ve Endonezya mutfağında, Arap ülkelerinde çeşitli baharat terkiplerinde yer aldığı bilinmektedir. Amfetaminlerin ve reçeteli ilâçların kullanma oranının artma eğilimi gösterdiği, ayrıca çeşitli ülkelerdeki müslüman azınlıkların uyuşturucu tehlikesine mâruz kaldıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Kullanıcı sayıları ve oranları açısından bakıldığında esrar ve afyon ülkelerin hemen tamamında bulunmakla birlikte özellikle Doğu ülkelerinde (İran, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Türkî cumhuriyetler ve Endonezya), Mısır, Fas ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde, kāt Yemen ve Doğu Afrika ülkelerinde daha çok tüketilir. Batı Afrika ülkelerinin de kokain kaçakçılığında geçiş bölgesi olması sebebiyle kokain tüketiminin yayılma tehlikesine mâruz kaldığı söylenebilir. Yine 2010 yılı raporuna göre İslâm ülkeleri içinde tüketim açısından en sorunlu ülkelerin, afyon ve türevlerini kullananların sayısının nüfusun % 1’ini aştığı İran (yaklaşık 1 milyon kişi), Afganistan ve Pakistan olduğu görülmektedir. Ayrıca kāt kullanımının önemli bir sorun haline geldiği Yemen’i (erkeklerin % 80’i, kadınların yaklaşık yarısı), Somali’yi ve nüfusunun üçte birinden fazlası müslüman olan Etiyopya’yı da saymak gerekir.
     Fıkıh.
     Konu fıkıhta uyuşturucu maddelerin hükmü, temizliğe ve namaza etkisi, tedavi amaçlı kullanımı, ilgili bitkilerin üretimi ve alım satımı, kullanıcıların hukukî tasarrufları ve cezaî mesuliyetleri açısından ele alınmıştır. Modern dönem öncesinde uyuşturucu ticareti bugünkü kadar büyük boyutlarda olmadığından klasik kaynaklarda üretimi ve ticareti konusu kısaca ele alınmıştır ve tartışmalar genellikle afyon ve esrar etrafında dönmektedir. Uyuşturucuların bağımlılık yapma ve başkalarına zarar verme yönünden ziyade sarhoşluk verici olmalarına, kişinin sağlığına yönelik zararları ile günahlara ve ahlâkî zaaflara düşürmelerine ve ibadetlerden alıkoymalarına vurgu yapılır. İslâm’da hiçbir bitkinin esas itibariyle yasaklanmadığı, sadece sarhoş edici (müskir) özelliği bulunan ürünlerin kullanımı ile bitkilerin insan hayatına zarar verici şekilde kullanımı menedildiği için uyuşturucu maddelerin elde edildiği bitkiler zamanla yaygınlaşıp zararlı etkileri anlaşıldıkça bu açıdan tartışma konusu edilmiştir. Zehirli bitkilerin yenilmesi veya sularının içilmesi zararları dolayısıyla haram kılınmış olup tedavi maksadıyla yahut mal üretimi gibi başka amaçlarla kullanılmasına cevaz verilmiştir. Uyuşturucu maddelerin üretildiği bitkiler de zehirli bitkilere kıyasla ele alınmış, ilâç veya diğer malların üretiminde bunlara izin verilirken bunlardan çıkarılan uyuşturucuların keyif verici olarak kullanılmaması istenmiştir.

     Kaynaklarda daha erken dönemlerde yaşamış âlimlerin görüşlerine atıflar varsa da konuyu Hicri VII. (XIII.) yüzyıl ve sonrasında yaşamış âlimler etraflıca tartışmıştır. Mezhep farkı bulunmaksızın fakihlerin esrar, afyon ve diğer uyuşturucuları kullanmanın haramlığı noktasında birleştikleri görülmektedir. En azından ilk devirlerde bazı dervişlerden ve diğer kesimlerden haramlık hükmüne itiraz edenler çıkmıştır. Muhtemelen Haydariyye ve Kalenderiyye mensuplarıyla karşılaşan İbn Teymiyye onların esrar kullanımına dair gerekçelerini naklederek şiddetle eleştirir. Buna göre söz konusu dervişler gıybet gibi haramlardan kaçınmada ve namaz gibi ibadetleri edada yardımcı olması için esrar içtiklerini, onun kendilerine şevk verdiğini ileri sürerken bazıları da esrarın zihinlerini tasfiyeye ve çeşitli ilimleri öğrenmeye yardım ettiğini söylemekte, onu “fikir ve zikir madeni” diye övmektedir. Bir kısmı da insanları ancak bu gibi vasıtalarla kötülüklerden alıkoyup ibadetlere ve zühde yöneltebildiklerini, aksi takdirde bu kişilerin yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri işleyeceklerini ileri sürmüştür (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XIV, 260-261; XXXIV, 134). Günümüzde de Yemen’de kātın mubahlığını savunanlar, “Eşyada aslolan ibâhadır” kaidesine dayanmakta ve kātın insanı uyuşturmadığını, sarhoşluk vermediğini, bedeni zaafa düşürmediğini, düşünceye ve organlara zindelik kazandırdığını, çalışkanlığı arttırdığını, kahve ve çaya benzediğini, öte yandan bu alışkanlık sebebiyle bazı kişilerin namazları vaktinde kılmamalarının veya dar gelirlilerin ailelerine harcayacakları parayı kāta harcamalarının şahsî bir zaaf olduğunu ileri sürmektedirler. Kāt kullanımının yayıldığı dönemlerde eserini yazan İbn Hacer el-Heytemî lehte veya aleyhte görüş beyan edenlerin onun zindelik verdiği hususunda birleştiklerini, en azından müştebihattan sayıldığı için ondan sakınılması gerektiğini söyler (Tahzîrü’s-sikat, IV, 227-228). Kāt hakkında görüş ileri sürenler Şevkânî’nin birçok kāt türünü denediğini, haramlığı gerektirecek bir husus görmediği, ancak uyuşturucu özelliğe sahip bir türü bulunur ve bazı kimselere zarar verirse onlarla sınırlı kalmak şartıyla haram olacağı yolundaki görüşlerini de (el-Bahŝü’l-müsfir, VIII, 4211) kendi bakış açılarına göre yorumlarlar.

     Bilhassa II. Dünya Savaşı’ndan sonra kāt kullanımının çok yaygınlaşması üzerine Arap dünyasında gerek sağlığa gerekse iktisadî hayata yönelik zararları etrafında başlayan tartışmalar halen devam etmektedir. Başta Suudi Arabistan, Mısır, Sudan ve Fas olmak üzere birçok Arap ülkesiyle Batı ülkelerinde kāt uyuşturucu maddeler listesine konularak yasaklanırken Etiyopya, Yemen ve Somali’nin karşı çıkmasıyla uluslar arası düzeyde yasak kapsamına alınamamıştır. Dünya Sağlık Teşkilâtı 1980 yılında aldığı bir kararla kātı uyuşturucular listesine almıştır. Arap dünyasında uyuşturucu maddelerin tıpta kullanımı ve uyuşturucuyla mücadele gibi konulara dair çeşitli sempozyum ve konferanslarda kātın zararları dile getirildiği gibi çeşitli eserlerde de bu konuya yer verilir (meselâ bk. Mâcid Ebû Ruhayye, s. 361-371).

     Fakihler, uyuşturucu maddelerin haramlığında ittifak etmekle birlikte hükmün illeti ve delillendirilmesi yönünden farklı kanaatler belirtirler. İbn Teymiyye ve Zerkeşî gibi birçok âlim esrar, afyon vb. uyuşturucu maddeleri şaraba kıyaslamış, onların da sarhoş edicilik vasfına sahip olduğunu söyleyerek, “Her müskir haramdır” hadisi kapsamında (Müslim, “Eşribe”, 67-75) değerlendirmiştir. Ayrıca, “Hz. Peygamber müskir ve müfettir olan her şeyi nehyetti” hadisinde geçen (Müsned, VI, 309; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) müfettir “gevşeklik veren ve uyuşturan şey” anlamına geldiğinden esrar ve afyonun da bu hadisin kapsamında yer aldığı ifade edilmiştir. Aynı âlimler şarabın yol açtığı kötülüklerin bu maddelerde fazlasıyla bulunduğunu, mizacı bozduğunu, deliliğe ve çeşitli ahlâksızlıklara sebebiyet verdiğini vurgulamışlardır. Öte yandan Şehâbeddin el-Karâfî söz konusu maddelerin ifsat edici ve uyuşturucu niteliklerine rağmen müskir sayılmadığını, etkilerinin farklı olduğunu, dolayısıyla şaraba kıyaslanamayacağını ileri sürmüştür (el-Furûķ, I, 374-381). Bu görüş farklılıklarının fer‘î hükümler açısından bazı neticeleri vardır. Karâfî bu maddelerin yenilmesi halinde had cezası değil ta‘zîr cezası verileceği, maddelerin necis sayılmadığı, dolayısıyla üzerinde taşıyanın namazının sahih kabul edileceği kanaatindedir. Müskir olarak görenlerin bir kısmı da bu konularda Karâfî gibi düşünürken İbn Teymiyye ve ondan sonra gelen Hanbelîler adı geçen maddelerin necis olduğunu, üzerinde taşıyanın namazının bâtıl sayılacağını, sarhoş etmeyecek kadar az miktarda alınsa bile had cezası (içki haddi) verileceğini ve helâl görenlerin tekfir edileceğini söylerler. Ancak İbn Teymiyye benc kullanımını haram saymakla birlikte müskir maddelerden addetmez ve onu kullanan için ta‘zîr cezası öngörür. Temizlik konusunda sıvı ve katı olması veya ham durumda bulunması ile kavrulma gibi bir işlemden geçirilmesi arasında ayırım yaparak sıvı halde veya işlenmiş olanı şaraba kıyasla necis kabul eden görüşler de vardır. Dolayısıyla cumhura göre bu maddeler kural olarak temizdir ve kullanana içki haddi değil ta‘zîr cezası uygulanır; helâl gören dalâlet üzere bulunmakla birlikte tekfir edilmez. Tedavi amacı dışında kullanılan uyuşturucunun etkisinde iken geçirilen namazların kazâ edilmesi gerektiği hususunda görüş birliği vardır. Uyuşturucu etkisinde namaz kılınması halinde müskir görüşünde olanlara göre bu namazın iadesi veya kazâsı gerekir.

     Bu tür maddelerin sarhoşluk yahut uyuşturma derecesine varmayan az miktarda kullanımı konusunda da farklı görüşler vardır. Bunları müskir kabul eden âlimler kullanıma cevaz vermezken bazıları, bağımlılık yapmayacak ve zarar vermeyecek kadar az miktarda kullanımının câiz olabileceğini söylemişlerdir. Ancak bu görüşün ileri sürüldüğü dönemlerde bu maddelerin tabii ve ham halde kullanılmasına karşılık günümüzde birçok maddenin az miktarda kullanımının bile bağımlılığı başlattığından veya daha etkili uyuşturuculara basamak teşkil ettiğinden ikinci görüşün isabetsiz sayıldığı ve sedd-i zerâi‘ kaidesine dayanarak az miktarda alınmasının da menedilmesi gerektiği söylenebilir. Öte yandan çeşitli ağır vak‘aları tedavide zorunlu olması gibi istisnaî hallerde bu maddelerin tabiplerce gerekli görülen miktarda kullanılabileceği genel kabul görmüştür. Ayrıca bağımlının tedavisinde hastanın tedrîcî şekilde vazgeçmesini sağlamak amacıyla tabip kontrolünde azaltılarak verilebilir. Burada hastaya uyuşturucu verilmesi muztar kalan kişinin haram şeyden ölmeyecek kadar yiyip içmesine izin verilmesi gibidir. Fakat eski dönemlerden beri tedavi amacıyla dahi kullanılmasına cevaz vermeyenler de vardır, gerekçeleri de haram bir maddeyle tedaviyi nehyeden hadislerdir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 11).

     Uyuşturucu maddeleri kullanan kişilerin maddenin etkisinde kaldıkları süre içinde tasarruflarının hükmü de ele alınmıştır. Cezaî mesuliyetleri bulunduğu, bir mala zarar vermeleri halinde tazminle yükümlü oldukları ittifakla kabul edilirken diğer tasarruflarında görüş farklılığı ortaya çıkmıştır. Hanefîler, Şâfiîler ve Hanbelîler’de müteahhir dönemlerde ağırlık kazanan görüşe göre talâkın geçerliliği kabul edilmiştir. Bunun gerekçesi caydırıcılığın sağlanması ve kişinin kendi mâsiyetinin neticesine katlanmasıdır. Alım satım, yemin, şahitlik ve ikrar gibi tasarrufları konusunda da farklı görüşler vardır. Hemen her mezhepte mevcut bir kavle göre bu halde kişinin aklî dengesi yerinde sayılmadığından talâk dahil tasarrufları geçersiz sayılmıştır. Esrar kullanan kimsenin imamlık yapıp yapamayacağı da tartışılmış, İbn Teymiyye böyle kişilerin imam olamayacağını ve azledilmeleri gerektiğini söylemiştir (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXIII, 202-204).

     Bu tür bitkilerin ekimi ve ticaretinin yapılması konusunda klasik dönemde tamamen yasaklama veya az miktarda alım satımına izin verme şeklinde görüşler mevcuttur; az miktarına cevaz verenler bunun meşrû amaçla satılmasını vurgulamışlar, keyif verici olarak kullanacağı bilinen kimselere satışını câiz görmemişler, bu şekilde satış yapan kimselere ta‘zîr cezası öngörmüşlerdir. Ancak günümüzde uyuşturucu ticaretinin yol açtığı büyük yıkım dolayısıyla uyuşturucuların şaraba kıyaslanamayacağı, bu sebeple içki haddi yerine ta‘zîren katil gibi daha ağır cezaların verilmesini savunanlar olduğu gibi suçun hirâbe veya bağy haddi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyleyenler de vardır (Abdullah b. Sâlih el-Hadîsî, s. 477-478). Zamanımızda bu görüşleri benimseyen bir kısım ülkelerde uyuşturucu kaçakçılarına idama kadar varan ağır cezalar verilmektedir.

     Fıkıhta genel bir kural olarak bir haramı işleyen kadar onu işlemeye teşvik eden veya üretim, taşıma, satış gibi çeşitli şekillerde işlenmesine yardım edenler de o harama ortak sayılır ve bundan menedilmeleri gerekir. Günümüzde uyuşturucu kullanımı bireysel bir sorun olmaktan çıkmış, bütün ülkeleri ve toplumları tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır. Büyük yatırım gerektirmeden yüksek kârlar elde etmeyi sağlayan uyuşturucu ticaretinin bir yandan silâh satışı, fuhuş ve kumar sektörleriyle, bir yandan da mafya, terör ve sömürgecilik faaliyetleriyle iç içe geçtiği, bazı ülkelerin ekonomisine hâkim olduğu ve uyuşturucu ile mücadelenin hemen her ülkenin ana gündeminde yer aldığı görülmektedir. Mevcut şartlarda uyuşturucuyla mücadelenin sonuç verebilmesi için konunun eğitimden sağlığa, güvenlikten uluslar arası ekonomik ve diplomatik ilişkilere kadar çok boyutlu olarak ele alınması ve gerçekçi adımların atılması kaçınılmazdır.

     İnsanın dünya ve âhiret mutluluğu İslâm’ın ana hedefini teşkil ettiğinden din, can, akıl, nesil ve mal emniyetinin sağlanması şeklinde özetlenen temel prensipler çerçevesinde düşünüldüğünde, sadece alkollü içkilerin değil beden ve ruh sağlığını tehdit eden her zararlı maddenin yasaklanmasının söz konusu prensiplerin gereği olduğu âşikârdır. Aklî ve ruhî dengeyi bozan, kişinin iradesini elinden alan, düşünme gücünü yok eden, bedenini harap eden, dolayısıyla hem yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyen hem de kötülükler karşısında zaafa düşüren uyuşturucu maddelerin ve yeryüzünde fesat çıkarma kapsamında yer alan uyuşturucu ticaretinin haramlık hükmünü alması tabiidir. Ancak bu hükmün beklenen sonucu verebilmesi için yukarıda kısmen temas edilen çok boyutlu önleyici ve ıslah edici tedbirlerin alınması gereklidir.

     Erken dönemlerden itibaren bitki ve ilâçlara dair eserlerde bu konuya yer verildiği gibi özellikle Memlükler döneminden itibaren klasik fıkıh eserlerinde, fetva kitaplarında da konu ele alınmış, ayrıca müstakil çalışmalar yapılmıştır (bir liste için bk. Rosenthal, s. 5-18; Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 436-437). Bedreddin ez-Zerkeşî, Akfehsî ve İbn Hacer el-Heytemî’nin eserleri gibi konuyu nisbeten genişçe işleyen eserlerden bir kısmı basılmıştır. Ebû Bekir el-Bedrî’nin Râhatü’l-ervâh (Rosenthal, s. 13-15), Kemalpaşazâde’nin Risâle fî hurmeti’l-afyûn ve’l-benc (Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 453, vr. 85b-88b) ve Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî’nin Zıllü’l-arîş fî men'i hilli’l-benc ve’l-haşîş (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2718, vr. 2-16) adlı risâleleri gibi bazıları ise henüz yazma halindedir. Modern dönemde konuyu çeşitli açılardan ele alan çok sayıda ilmî çalışma yapılmıştır.

Türkiye Diyanet Vakfı,
İslam Ansiklopedisi
Tuncay Başaroğlu

17 Mayıs 2015 Pazar

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 11) MÜCÂHEDE - (4)

بابُ المجاهدة
11) MÜCÂHEDE (4)

110)
الخامس عشر: عن أنسٍ رضي اللَّه عنه، قال: غَاب عمِّي أَنَسُ بنُ النَّضْرِ رضي اللَّهُ عنه، عن قِتالِ بدرٍ، فقال: يا رسولَ اللَّه غِبْت عن أوَّلِ قِتالٍ قَاتلْتَ المُشرِكِينَ، لَئِنِ اللَّهُ أشْهَدَنِي قتالَ المشركين لَيُرِيَنَّ اللَّهُ ما أصنعُ، فلما كانَ يومُ أُحدٍ انْكشَفَ المُسْلِمُون فقال: اللَّهُمَّ أعْتَذِرُ إليْكَ مِمَّا صنَع هَؤُلاءِ يَعْني أصْحَابَه وأبرأُ إلَيْكَ مِمَّا صنعَ هَؤُلاَءِ يعني المُشْرِكِينَ ثُمَّ تَقَدَّمَ فَاسْتَقْبَلَهُ سعْدُ بْنُ مُعاذٍ، فَقالَ: يا سعْدُ بْنَ معُاذٍ الْجنَّةُ ورَبِّ الكعْبةِ، إِنِى أجِدُ رِيحَهَا مِنْ دُونِ أُحُدٍ. قال سعْدٌ: فَمَا اسْتَطعْتُ يا رسول اللَّه ماصنَعَ، قَالَ أنسٌ: فَوجدْنَا بِهِ بِضْعاً وثمانِينَ ضَرْبةً بِالسَّيفِ، أوْ طَعْنَةً بِرُمْحٍ، أو رمْيةً بِسهْمٍ، ووجدْناهُ قَد قُتِلَ وَمثَّلَ بِهِ المُشرِكُونَ فَما عرفَهُ أَحدٌ إِلاَّ أُخْتُهُ بِبنَانِهِ. قال أنسٌ: كُنَّا نَرى أوْ نَظُنُّ أنَّ هَذِهِ الآيَة نزلَتْ فيهِ وَفِي أشْباهِهِ: [مِنَ المُؤْمِنِينَ رِجالٌ صدقُوا ما عَاهَدُوا اللَّه علَيهِ] [الأحزاب: 23] إلى آخرها. متفقٌ عليه. قوله: «لَيُريَنَّ اللَّهُ» رُوى بضم الياءِ وكسر الراءِ، أي لَيُظْهِرنَّ اللَّهُ ذَلِكَ لِلنَّاسِ، ورُوِى بفتحهما، ومعناه ظاهر، واللَّه أعلم


110) Enes radıyallahu anh şöyle dedi:
     Amcam Enes İbni Nadr radıyallahu anh Bedir Savaşı’na katılmamıştı. Bu ona çok ağır geldi. Bu sebeple:
     - “Ey Allah’ın Resûlü! Müşriklerle yaptığın ilk savaşta bulunamadım. Eğer Allah Teâlâ müşriklerle yapılacak bir savaşta beni bulundurursa, neler yapacağımı elbette Allah Teâlâ görecektir” dedi.
     Sonra Uhud Savaşı’nda müslüman safları dağılınca, -arkadaşlarını kastederek- “Rabbim, bunların yaptıklarından dolayı özür beyan ederim” dedi. Müşrikleri kastederek de “Bunların yaptıklarından da uzak olduğumu sana arzederim” deyip ilerledi. Sa’d İbni Muâz ile karşılaştı ve:
     - Ey Sa’d! istediğim cennettir. Kâbe’nin Rabbine yemin ederim ki, Uhud’un eteklerinden beri hep o cennetin kokusunu alıyorum, dedi. Sa’d (olayı anlatırken) “Ben onun yaptığını yapamadım, ya Resûlallah” dedi.
     Enes radıyallahu anh devamla şöyle dedi:
     Amcamı şehid edilmiş olarak bulduk. Vücudunda seksenden fazla kılıç, süngü ve ok yarası vardı. Müşrikler müsle yapmış, uzuvlarını kesmişlerdi. Bu sebeple onu kimse tanıyamadı. Sadece kız kardeşi parmak uçlarından tanıdı.
     Enes dedi ki, biz şu âyetin amcam ve amcam gibiler hakkında inmiş olduğunu düşünmekteyiz:
     “Mü’minler içinde öyle yiğit erkekler vardır ki, Allah’a verdikleri sözlerinde durdular. Onlardan kimi ahdini yerine getirdi (çarpıştı, şehid düştü), kimi de sırasını bekliyor. Bunlar aslâ sözlerini değiştirmemişlerdir” [Ahzâb sûresi (33), 23].
     Buhârî, Cihâd 12; Müslim, İmâre 148

     Açıklamalar:
     Enes İbni Nadr radıyallahu anh, Hz. Peygamber’in “Allah’ın öyle kulları vardır ki, Allah adına yemin etseler, Allah onların yeminlerini yerine getirir” (Buhârî, Sulh 8; Cihâd 12; Müslim, Kasâme 24, Fezâilü’s-sahâbe, 225) diye tebrik ve takdir ettiği bir yiğit sahâbîdir. Bedir Savaşı’nda bulunamayışı yüreğine dert olmuştu. Onun için, iştirâk edeceği ilk harpte, müşriklerin analarından emdikleri sütü burunlarından getireceği mânasına gelen sözler söylemiş, onlarla kahramanca savaşmaya and içmişti. “Bu söylediklerimin doğruluğunu Allah teâlâ görecek ve âleme gösterecektir” diye de Allah’ı şâhit tutmuştu.
     Uhud Harbi esnasında o, bu sözünü yerine getirmiş, önce Resûlullah’ın yakın çevresinden ayrılmayan sahâbîlerden olarak çarpışmıştı. Sonra da bozulan mücâhidlerin o durumuna üzülmüş, “Bunların yaptıklarından özür diliyorum” deyip ileri atılmış, müşriklerle kıyasıya çarpışmıştır. “Cennetin kokusunu Uhud’da alıyorum” diye şehitliğe koştuğunu anlatmıştır. Onun bu ifâdesi mecâz da olabilir hakikat de... Burnuna gelen herhangi bir güzel kokuyu, cennet kokusu diye nitelemiş de olabilir. “Şehitliğin sonu cennettir” anlamında da söylemiş olabilir.
     Hâsılı Enes İbni Nadr radıyallahu anh nefisle öylesine bir mücâhede örneği vermiştir ki, herkes onu takdir etmiştir. Üzerindeki seksen küsur ok, mızrak ve kılıç yarası onun nasıl bir cihad eri olduğunun delilidir. Müşriklerin onun organlarını kesmiş olmaları, ondan yedikleri darbelerin ağırlığını gösterir. Ona karşı duydukları hıncı ancak böyle tatmin etmiş olmalıdırlar.
     Kızkardeşinin, kendisini parmak uçlarından tanıyabilmesi, uğradığı işkencenin boyutlarını göstermektedir. Ayrıca parmak uçlarının ve parmak izinin, kişilerin kimliklerinin belirlenmesinde ölçü olduğu da anlaşılmaktadır.
     Hadisin râvisi Enes İbni Mâlik radıyallahu anh hazretleri, Ahzâb sûresi’nin 23. âyetinin Enes İbni Nadr gibi, verdikleri sözü canları pahasına yerine getiren yiğitler hakkında nâzil olduğunu söylemekte, âyetteki övgüye böylesi müslümanların lâyık olduğunu belirlemektedir.
     Bu olayda mücâhede, verdiği sözde canı pahasına durmuş olmak şeklinde tezâhür etmiştir.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Güzel ve meşrû şeyleri vaadetmek câizdir. Nefsi, va’dinde durmaya zorlamak da mücâhededir.
2. Sahâbe-i kirâmın şehitlik istemekteki samimiyeti herşeyin üstünde ve önünde gelmektedir.
3. Ahdine vefâ gösterenlerden Allah Teâlâ razı olur. Mü’minlere de verdikleri sözü yerine getirmek yakışır.

111)
السادس عشر: عن أبي مسعود عُقْبَةَ بن عمروٍ الأنصاريِّ البدريِّ رضي اللَّهُ عنه قال: لمَّا نَزَلَتْ آيةُ الصَّدقَةِ كُنَّا نُحَامِلُ عَلَى ظُهُورِنا. فَجَاءَ رَجُلٌ فَتَصَدَّقَ بِشَيْءٍ كَثِيرٍ فَقَالُوا: مُراءٍ، وجاءَ رَجُلٌ آخَرُ فَتَصَدَّقَ بِصَاعٍ فقالُوا: إنَّ اللَّه لَغَنِيٌّ عَنْ صاعِ هَذَا، فَنَزَلَتْ{الَّذِينَ يَلْمِزُونَ المُطَّوِّعِينَ مِنَ المُؤْمِنِينَ فِي الصَّدَقَاتِ وَالَّذِينَ لاَ يَجِدُونَ إلاَّ جُهْدَهُمْ} [التوبة 79] الآية. متفقٌ عليه
«ونُحَامِلُ» بضم النون، وبالحاءِ المهملة: أَيْ يَحْمِلُ أَحَدُنَا على ظَهْرِهِ بِالأجْرَةِ، وَيَتَصَدَّقُ بها

111) Ebû Mes’ûd Ukbe İbni Amr el-Ensârî el-Bedrî radıyallahu anh şöyle dedi:
     Sadaka âyeti inince, biz sırtımızla yük taşıyarak, (hammallık yaparak) sadaka vermeye başladık. Derken bir adam geldi çokca sadaka verdi. Münâfıklar, “Gösteriş yapıyor” dediler. Bir başkası geldi, bir ölçek hurma getirdi. Yine münâfıklar, “Allah’ın, bunun bir ölçek hurmasına ihtiyacı yoktur” dediler. Bunun üzerine, “Sadakalar hususunda gönülden veren mü’minleri çekiştiren ve güçlerinin yettiğinden başkasını bulamayanlarla alay edenler yok mu, Allah onları maskaraya çevirmiştir. Onlar için acı bir azab vardır” [Tevbe sûresi (9), 79] âyeti indi.
     Buhârî, Zekât 10; Müslim, Zekât 72
     Ukbe İbni Amr:
     Ebû Mes’ûd el-Ensârî diye meşhur olan Ukbe İbni Amr, genç yaşlarında İkinci Akabe bey’atine katıldığı için bu nisbeyi aldığını söyleyenlerin yanında, onun Bedir’de ikâmet ettiğinden dolayı el-Ensârî nisbesini aldığını söyleyenler daha çoktur. Kendisinin Uhud ve daha sonraki harblere katıldığı kesindir. 102 hadis rivayet etmiştir. Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer almaktadır.
     Kûfe’ye yerleşen Ukbe İbni Amr, Hz. Ali taraftarıydı. Hatta Hz. Ali, Sıffîn’e giderken Kûfe’de onu vekil bırakmıştır. Hicrî 40 yılından sonra vefât etmiştir. Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar:
     “Onların mallarından sadaka al” [Tevbe sûresi (9), 103] âyeti inince ve Hz. Peygamber de kendilerini sadaka vermeye teşvik edince, sadaka olarak verecek bir şeyi bulunmayan fakat her ilâhî emre sarılmayı mücâhede olarak değerlendiren sahâbîler, hammallık, amelelik yapmaya ve kazandıklarından sadaka vermeye başlamışlardır. Anlaşıldığına göre zenginiyle fakiriyle sahâbîler diğer ibadet ve emirlere olduğu gibi sadaka emrine de büyük bir heyecan, gayret ve özveri ile katılmışlardır. Onların bu heyecanlı mücâhedeleri, münâfıklar tarafından şevk kırıcı sözlerle karşılanmıştır.
     Hadisin değişik rivâyetlerinden anlaşıldığına göre, çokca para getiren Abdurrahman İbni Avf hazretleridir. Servetinin yarısı olan dört bin dirhemi tasadduk etmiştir. Onun bu hareketi, münâfıklarca, gösteriş ve riyâ olarak nitelendirilmiş, bir sa’ yani bir ölçek hurma getiren Ebû Akil el-Ensârî de, “Allah bunun bir sa’ hurmasına muhtaç değildir” diye hafife alınmış, alay konusu yapılmıştı. Oysa Ebû Akîl de o gün çalışıp kazandığı hurmaların yarısını getirmişti. Aslında münâfıkların çekemedikleri, ashâb-ı kirâmın zenginiyle fakiriyle mal veya kazançlarının yüzde ellilik bölümünü tasadduk etmeleriydi. Bu iki örnekte sadaka olarak verilen miktar değişse de, sadaka verenlerin fedakârlık oranları değişmiyordu. Yüzde elli oranında bir tasadduk gayreti...
     Herkes kendi çapında ama birbirine eşit oranda fedakârlık yapıyordu. Mücâhede aynı ölçülerle yürütülüyordu. Ashâb-ı kirâmın fazileti, üstünlüğü, biraz da bu noktalarda aranmalıdır. Onların bu faziletli hareketleriyle alay etmek isteyenler, meâlini, hadisin tercümesi içinde verdiğimiz Tevbe sûresi’nin 79. âyetiyle susturulmuşlardır.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. Yapılan bir iyiliği, ne kadar az olursa olsun, küçük görmek doğru değildir.
2. Allah Teâlâ’nın emirlerine herkes gücü yettiğince uymaya çalışmalı ve bu konuda kendilerini kınayanlara aldırış etmemelidir.
3. Mücâhede her türlü emre gücü ölçüsünde sarılmakla gerçekleşir.
4. Ashâb-ı kirâm, emirleri yerine getirmede son derece gayretli idiler.
5. Sadaka vermek, az da olsa, ihmâl edilmemelidir. Buna küçükleri de alıştırmalıdır. Çünkü sadaka cehennem ateşini söndürür. Toplumda gelir dengesizliği yüzünden çıkacak kargaşaları önler.

112)
السابَع عشر: عن سعيدِ بنِ عبدِ العزيزِ، عن رَبيعةَ بنِ يزيدَ، عن أَبِي إدريس الخَوْلاَنيِّ، عن أَبِي ذَرٍّ جُنْدُبِ بنِ جُنَادَةَ، رضي اللَّهُ عنه، عن النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم فيما يَرْوِى عَنِ اللَّهِ تباركَ وتعالى أنه قال: «يا عِبَادِي إِنِّي حَرَّمْتُ الظُّلْمَ عَلَى نَفْسِي وَجَعَلْتُهُ بَيْنَكُمْ مُحَرَّماً فَلاَ تَظالمُوا، يَا عِبَادِي كُلُّكُم ضَالٌّ إِلاَّ مَنْ هَدَيْتُهُ، فَاسْتَهْدُوني أهْدكُمْ، يَا عِبَادي كُلُّكُمْ جائعٌ إِلاَّ منْ أطعمتُه، فاسْتطْعموني أطعمْكم، يا عبادي كلكم عَارٍ إلاَّ مِنْ كَسَوْتُهُ فَاسْتَكْسُوني أكْسُكُمْ، يَا عِبَادِي إنَّكُمْ تُخْطِئُونَ بِاللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَأَنَا أغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً، فَاسْتَغْفِرُوني أغْفِرْ لَكُمْ، يَا عِبَادِي إِنَّكُمْ لَنْ تَبْلُغُوا ضُرِّي فَتَضُرُّوني، وَلَنْ تَبْلُغُوا نَفْعِي فَتَنْفَعُوني، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أوَّلَكُمْ وآخِركُمْ، وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ كَانُوا عَلَى أتقَى قلبِ رجلٍ واحدٍ منكم ما زادَ ذلكَ فِي مُلكي شيئاً، يا عِبَادِي لو أَنَّ أوَّلكم وآخرَكُم وإنسَكُم وجنكُمْ كَانوا عَلَى أفْجَرِ قَلْبِ رَجُلٍ وَاحِدٍ مِنْكُمْ مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِنْ مُلْكِي شَيْئاً، يَا عِبَادِي لَوْ أَنَّ أَوَّلَكُمْ وَآخِركُمْ وَإنْسَكُمْ وَجِنَّكُمْ، قَامُوا فِي صَعيدٍ وَاحدٍ، فَسألُوني فَأعْطَيْتُ كُلَّ إنْسانٍ مَسْألَتَهُ، مَا نَقَصَ ذَلِكَ مِمَّا عِنْدِي إِلاَّ كَمَا َيَنْقُصُ المِخْيَطُ إِذَا أُدْخِلَ البَحْرَ، يَا عِبَادِي إنَّما هِيَ أعْمَالُكُمْ أُحْصِيهَا لَكُمْ، ثُمَّ أوَفِّيكُمْ إيَّاهَا، فَمَنْ وَجَدَ خَيْراً فَلْيَحْمِدِ اللَّه، وَمَنْ وَجَدَ غَيْرَ ذَلِكَ فَلاَ يَلُومَنَّ إلاَّ نَفْسَهُ». قَالَ سعيدٌ: كان أبو إدريس إذا حدَّثَ بهذا الحديث جَثَا عَلَى رُكبتيه. رواه مسلم. وروينا عن الإمام أحمد بن حنبل رحمه اللَّه قال: ليس لأهل الشام
حديث أشرف من هذا الحديث

112. Saîd İbni Abdülazîz’in Rebîa İbni Yezîd’den; Rebîa’nın Ebû İdrîs el-Havlânî’den, onun Ebû Zer Cündeb İbni Cünâde radıyallahu anh’den; Ebû Zer’in Nebîsallallahu aleyhi ve sellem’den; onun da Allah Tebâreke ve Teâlâ hazretlerinden rivayet ettiğine göre Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
     “Kullarım! Ben zulmetmeyi kendime haram kıldım. Onu sizin aranızda da haram kıldım. Artık birbirinize zulmetmeyiniz.
     Kullarım! Benim hidâyet ettiklerim dışında hepiniz sapıtmışsınız. O halde benden hidâyet dileyin ki sizi doğruya ileteyim.
     Kullarım! Benim doyurduklarım hariç, hepiniz açsınız. Benden yiyecek isteyin ki sizi doyurayım.
     Kullarım! Benim giydirdiklerim hariç, hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek isteyin ki sizi giydireyim.
     Kullarım! Siz gece-gündüz günah işlemektesiniz, bütün günahları afveden de yalnızca benim. Benden af dileyin ki sizi bağışlayayım.
     Kullarım! Bana zarar vermek elinizden gelmez ki, zarar verebilesiniz. Bana fayda vermeye gücünüz yetmez ki, fayda veresiniz.
     Kullarım! Evveliniz ahiriniz, insanınız cinleriniz, en müttaki bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümde herhangi bir şey arttırmaz.
     Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz, en günahkâr bir kişinin kalbi ve duygusuna sahip olsalar, bu benim mülkümden en küçük bir şey eksiltmez.
     Kullarım! Evveliniz âhiriniz, insanınız cinleriniz bir yerde toplanıp benden istekte bulunacak olsalar, ben de her birine istediğini versem, bu benim mülkümden ancak, iğne denize daldırılıp çıkarıldığında denizden ne kadar eksiltebilirse işte o kadar azaltır. (Yani hiç bir şey eksiltmez.)
     Kullarım! İşte sizin amelleriniz. Onları sizin için saklar, sonra onları size iâde ederim. Artık kim bir hayır bulursa Allah’a hamd etsin. Kim de hayırdan başka bir şey bulursa öz nefsinden başka kimseyi ayıplamasın.”
     Saîd İbni Abdülaziz dedi ki, Ebû İdris el-Havlânî bu hadisi rivâyet ettiği zaman dizleri üzerine çöküverdi.
     Müslim, Birr 55

     Açıklamalar:
     Ahmed İbni Hanbel’in “Şamlıların en sağlam rivayetidir” dediği bu hadîs-i kudsî, Cenâb-ı Hak ile kullarının durumunu açıkca ortaya koymaktadır. Hiçbir şekilde ve hiçbir konuda ilâhî takdir ve tasarrufun dışında kalınamayacağı, herşeyin sadece Allah Teâlâ’nın dileğine bağlı olduğu en kesin ifadelerle anlatılmaktadır. Bu sebeple Allah Teâlâ’nın emirlerini yerine getirmek ve yasaklarından kaçınmak hususunda tenbel davranmamak ve nefsin arzularına uymamak gerekmektedir. Böylesine bir konuma sahip olan bizlerin nasıl bir mücâhede vermesi lâzım geldiği, artık iyice anlaşılmaktadır. İmam Nevevî, bizleri bu noktada düşünmeye davet için bu kudsî hadisi konunun son hadisi olarak zikretmiş olmalıdır.
     Bu noktayı aklımızdan çıkarmadan şimdi hadisdeki bazı hususların kısa açıklamalarına geçelim:
     Allah âdildir, zulmetmez. Zulmü sevmez, zulme razı olmaz. Kullarına zulmetmeyeceğini bildirmiştir. Kullarının da biribirlerine zulmetmesini istemez. Bütün âlem O’nun mülküdür. Gerçekte Allah’tan başka bir mâlik yoktur. Dolayısıyla tecâvüz ve zulüm de söz konusu değildir. Yani Allah Teâlâ zulümden münezzehtir. O, bu durumu “Zulmü kendime haram kıldım” diye ifade buyurmuştur.
     Hidâyet Allah’tandır. O dilemedikçe kimse doğru yolu bulamaz. O halde beş vakit namazda Fâtiha’yı okurken yaptığımız gibi, “Bizi sırât-ı müstakîme ilet”diye kendisinden hidâyet dilemek gerekmektedir.
     Rızık, Allah’ın takdiri iledir. O dilediğine rızkı bol bol verir, dilediğine de kısar. Aynı işi yapan, aynı emeği sarfeden insanların kazançları farklı farklı olabilir. Kimi kazanır, bereketini bulamaz, kiminin kazancı da bereketlenir. Yemek, içmek, giymek yani hayat, Allah’ın lutfu sayesindedir. O dilemeyince, kimse hayatını devam ettirecek imkânları bulamaz. Böyle olunca, insanca ve müslümanca bir yaşayış için O’ndan yiyecek ve giyecek istemek biz kullara düşen bir görev olmaktadır.
     Kul kusursuz olmaz. Her an hata yapmak bizim işimizdir. Allah Teâlâ da -şirk hâriç- bütün kusurları bağışlamaktadır. Yani tövbe kapısı daima açıktır. O halde gece-gündüz demeden Allah’tan af ve mağfiret dilemeliyiz ki O’nun bağışlamasına muhatap olabilelim.
     Hiçbir varlığın, Allah Teâlâ’ya zarar ve fayda vermesi mümkün değildir. Bütün kullarının sâlih ve iyi kul olmasıyla Allah Teâlâ’nın saltanatında bir şey artmaz; tam tersine yaratıkların tamamının günahkâr olmasıyla O’nun saltanatından zerrece bir şey eksilmez. Diğer bir söyleyişle tüm iyilik, kötülük kavramları ve sonuçları sadece bizler için önemlidir; bizleri ilgilendirmektedir.
     Allah Teâlâ’nın ihsan deryası sonsuz ve sınırsızdır. Bütün yaratıklar bir araya gelip kendisinden dilekte bulunsalar, Allah da hepsinin isteğini yerine getirse, koskoca bir okyanusa batırılıp çıkarılan iğne o okyanustan hiçbir şey eksiltmediği gibi, bu da Allah’ın mülkünden bir şey eksiltmez. Yani bizim O’na herhangi bir şekilde zarar verebilme imkânımız yoktur.
     Allah Teâlâ, her birimizin amellerini kaydettirmektedir. Sonunda onları karşımıza çıkaracaktır. Orada iyilik ve hayır çoksa, bundan ötürü Allah’a hamdetmemiz gerekmektedir. Aksi olursa, bunun suçlusu kendimizden başkası değildir. “Kendim ettim, kendim buldum” demekten başka yapacağımız bir şey yoktur.
     Bütün bu gerçekleri dile getiren hadisimiz, insanoğlunun dünyadaki yerini, durumunu ve nasıl davranması gerektiğini nasıl bir mücâhede ortamında olduğunu tam mânasıyla aydınlatmaktadır. Allah kendisine kul olma mücâhedesinde cümlemize yardımcı olsun.

     Hadisten Öğrendiklerimiz:
1. İnsana, kulluğunu bilerek Allah Teâlâ’dan hidâyet, rızık, af ve mağfiret istemesi yaraşır.
2. Nefisle mücâhede, ileride amellerimizin karşımıza çıkarılacağı bilinci içinde yapılmalıdır.
3. Allah Teâlâ’nın rahmeti her şeyi kuşatmıştır. Ondan yararlanmasını bilmek gerekir.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresi'nin 83. ve 87. Ayeti Kerimeleri Arasının Tefsiri

TEFSİR DERSLERİ
Bakara Sûresi'nin 83. Ayeti Kerimesinden,
87. Ayeti Kerimesine Kadar Olan Bölümün Tefsiri
Rahmân ve Rahîm olan Allah´ın adıyla
  • Ayet
     Hani, biz İsrailoğulları'ndan, "Allah'tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz" diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. Hani, "Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız" diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz. ﴾83-84﴿
  • Tefsir
     Bu âyetlerde İsrâiloğulları’nın yükümlü kılındıkları ve yahudi-hıristiyan literatüründe “on emir” diye bilinen (Çıkış, 20) dinî ve ahlâkî vecîbelerden bazıları hatırlatılmakta; Allah’ın onlardan bu vecîbeleri ifa edecekleri yönünde söz aldığı ifade buyurulmaktadır. Tevrat’ta, Tanrı’nın “kendi parmaklarıyla” taş levhalar üzerine yazarak Hz. Mûsâ aracılığıyla İsrâiloğulları’na bildirdiği ifade edilen (Çıkış, 32/15) bu emirler (Çıkış, 20/1-17) şöyle sıralanır:
     1. Allah’tan başka ilâhların olmayacak.
     2. Kendin için oyma put yapmayacaksın.
     3. Allah’ın ismini boş yere anmayacaksın.
     4. Cumartesi günü hiçbir işyapmayacaksın.
     5. Babana ve anana hürmet edeceksin.
     6. Katletmeyeceksin.
     7. Zina etmeyeceksin.
     8. Çalmayacaksın.
     9. Yalancı şahitlik yapmayacaksın.
     10. Komşunun hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin. 

     Kur’ân-ı Kerîm’in İsrâ sûresinin 101. âyetinde, “Andolsun biz Mûsâ’ya açık seçik dokuz âyet verdik. Haydi İsrâiloğulları’na sor” şeklinde işaret ettiği dokuz âyetin, Tevrat’taki on emrin cumartesi yasağı dışında kalanlarını kapsadığı anlaşılmaktadır. Cumartesi gününe saygı ise sadece yahudileri bağlayan bir hüküm idi (bk. Nahl 16/124).
     Konumuz olan âyette Allah’tan başka tanrı tanımamak, ana babaya, akrabaya, yetimlere ve yoksullara iyilik etmek, insanlara güzel söz söylemek, namaz kılıp zekât vermek, birbirinin kanını dökmemek, kendi yurttaşlarını vatanlarından kovmamak şeklinde sıralanan yükümlülükler arasında On Emir’den bazı hükümlerin de yer aldığı görülmektedir.
     On emrin cumartesi yasağı dışında kalanları, bütün peygamberlere gönderilen kutsal kitapların ortak öğretileri olup Kur’ân-ı Kerîm’de müslümanlar da bu tür vecîbelerle yükümlü kılınmıştır (ayrıntılı bilgi için bk. En‘âm 6/151-153; İsrâ 17/23-39).
     83. âyette İsrâiloğulları’ndan çoğunun zamanla Allah’a verdikleri sözden döndükleri yani belirtilen hükümlere uymadıkları, Hz. Peygamber dönemindeki yahudilerin de bu hükümlere sırt çevirdikleri bildirilmektedir.
  • Ayet
     Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu halde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz. Yoksa siz Kitab'ın (Tevrat'ın) bir kısmına inanıp, bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Artık sizden bunu yapanın cezası, dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Çünkü Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir. ﴾85﴿
  • Tefsir
     Vaktiyle İsrâiloğulları’ndan birbirinin kanını dökmemek, kendi yurttaşlarını vatanlarından, ülkelerinden kovmamak hususunda da söz alınmış olmasına rağmen Hz. Peygamber dönemindeki yahudilerin bu sözlerinden de döndükleri bildirilmektedir. Nitekim Yesrib (Medine) yahudilerinden Nadîr ve Kureyzaoğulları, aynı şekilde birbirine düşman olan iki büyük Arap kabilesinden Evs ile Kaynukaoğulları da diğer büyük Arap kabilesi Hazrec ile ittifak kurmuşlardı. Daha sonra Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki sürekli ihtilâf ve çatışmalara bu yahudi kabileleri de katılmak zorunda kaldılar. Bu çatışmalarda yahudiler, kutsal kitaplarının yasaklamasına rağmen, kendi dindaşları ve ırkdaşlarını öldürüyor veya esir alıyor; savaş bitince de kitaplarının hükmü uyarınca aralarında yardım toplayarak esir yahudileri fidye karşılığında kurtarıyorlardı (İbn Atıyye, I, 177).
     İşte âyetlerde onların bu çelişkili tutumları “kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr etmek” şeklinde değerlendirilmekte; söz konusu Arap kabileleriyle çeşitli dünya menfaatlerine dayalı ilişkiler kurup kendi aralarında bölünerek birbirleriyle savaşmaları, kardeşlerini esir alıp fidye karşılığında serbest bırakmaları kınanmakta ve bu tutumları yüzünden dünyada perişan olacakları, âhirette de azap görecekleri haber verilmektedir.
     85. âyette geçen ve “rezil rüsvâ olmak” diye çevrilen hizyden maksat insanlara zulmeden, özellikle onların din ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan fert ve grupların kamu vicdanı tarafından mahkûm edilmeleri, nefretle karşılanmaları, kötü amaçlarında uzun vadede başarılı olamamalarıdır.
  • Ayet
     Onlar, ahireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez. (86)
  • Ayet
     Andolsun, Mûsâ'ya Kitabı (Tevrat'ı) verdik. Ondan sonra ardarda peygamberler gönderdik. Meryemoğlu İsa'ya mucizeler verdik. Onu Ruhu'l-Kudüs (Cebrail) ile destekledik. Size herhangi bir peygamber, hoşunuza gitmeyen bir şey getirdikçe, kibirlenip (onların) bir kısmını yalanlayıp bir kısmını da öldürmediniz mi? ﴾87﴿
  • Tefsir
     Mûsâ’ya verilen kitap Tevrat’tır. Allah, İsrâiloğulları’ndan, Mûsâ’dan sonra onun şeriatını yaşatan ve bir kısmı Kur’an’da da zikredilen birçok peygamber göndermiştir. Sözlükte beyyine “gerçeği kanıtlayan kesin delil” demektir. Benî İsrâil arasından gönderilmiş son peygamber olan Hz. Îsâ’ya verilen beyyinât (deliller) ise, başta onun olağan üstü doğum olayı olmak üzere, peygamberliğini kanıtlayan mûcizelerdir.
     Muhammed Abduh, bunu, “Hz. Îsâ’nın ümmetini uymaya çağırdığı Tevrat hükümleri” şeklinde yorumlar (Reşîd Rızâ, I, 376). “Temiz ruh” veya “kutsal ruh” anlamına gelen Rûhulkudüs çoğunlukla Cebrâil olarak açıklanmıştır. Her ne kadar bunu Hz. Îsâ’nın ruhu, Allah’ın ism-i a‘zamı veya İncil diye açıklayanlar olmuşsa da, Nahl sûresinin 102. âyetinde Rûhulkudüs’ün vahiy meleği yani Cebrâil olduğu açıkça bildirilmektedir (ruh kelimesinin anlamı hakkında genişbilgi için bk. İsrâ 17/85).
     Âyette Hz. Îsâ’nın Rûhulkudüs’le desteklendiği belirtilmektedir. Esasen bütün peygamberler için böyle bir destek söz konusu olmakla birlikte, Meryem sûresinin 16-22. âyetlerinde ifade buyurulduğu üzere, Îsâ’nın doğumu, Hz. Meryem’e “tertemiz bir erkek çocuğu bağışlaması için” Allah tarafından beşer suretinde bir elçi olarak gönderilmiş Ruh (Cebrâil) vasıtasıyla vuku bulduğundan, Hz. Îsâ açısından Cebrâil’in, vahiy meleği olmanın da ötesinde bir anlamı vardır (Hz. Îsâ hakkında genişbilgi için bk. Âl-i İmrân 3/42-60).
     İsrâiloğulları’nın, bütün bu ilâhî lutufları kendileri için birer meziyet olarak kabul edip peygamberleri tanımaları, onlara saygı göstermeleri ve Allah’a şükretmeleri gerekirken, tam bir küstahlıkla, işlerine gelmeyen, keyiflerine uymayan durumlarda peygamberlere karşı çıkmışlar; bir kısmını yalancılıkla itham etmişler, Zekeriyyâ ve Yahyâ gibi bazılarını da öldürmüşler; Romalılar’ı Hz. Îsâ’yı asmaya zorlamışlardır. Medine yahudileri de, daha önceki peygamberler gibi Cebrâil vasıtasıyla vahye mazhar olan ve kesin delillerle nübüvvetini kanıtlayan Hz. Muhammed karşısında aynı olumsuz tavrı sürdürmüşlerdir. Âyette onların bu tutumunun tarihî hastalıkları olduğu vurgulanmaktadır.

10 Mayıs 2015 Pazar

KELİMELER ~ KAVRAMLAR ✓☼❤☼✓ UYUŞTURUCU MADDELER (1)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UYUŞTURUCU MADDELER (1)

(Şamil İslam Ansiklopedisinden Alıntı)

     Sinir sistemini uyuşturan ve böylece kişinin düşünme ve muhakeme melekesini yok eden maddeler. Sürekli uyuşturucu madde kullanan kimselerde bu maddelere karşı bağımlılık meydana gelir. Çok çeşitli uyuşturucu madde vardır. Bunlar; alkol, morfin, eroin, kokain, afyon, eter, esrar gibi maddelerdir. Yatıştırıcılar ve uyku ilaçları da uyuşturucu maddelerindendir.
     Uyuşturucu alışkanlığı günümüz insanının en büyük sosyal problemlerinden birini oluşturmaktadır. Materyalist ve kapitalist toplumlarda, sistemlerin çarpıklıklarından ortaya çıkan sosyal problemler, insanları uyuşturucu maddelerin tutsağı haline getirmektedir.
     En yaygın olarak kullanılan uyuşturucu maddeler, alkol içeren içkilerdir. Gayri İslamî toplumlarda bu tür içkiler yaşamın bir parçası olarak kabul edilmektedir. Diğer uyuşturucu maddelerin satışı ve kullanımı dünyanın hemen her yerinde suç kabul edilmiş ve cezalandırılmıştır. Ancak bu cezalar, uyuşturucu maddelerin kullanımının yaygınlaşmasını ve sosyal bir felaket haline gelmesini engelleyememiştir. Bunun sebebi, çağdaş toplumların yaşam felsefelerinin insanları bu tür alışkanlıklara itecek uygun ortamları hazırlamaya elverişli olmasıdır. Manevî boşluk, ideal yoksunluğu ve bu yolda yapılan etkinler, sosyal felaketlere yol açan, bağımlılarını delilik, hatta intihara sürükleyen uyuşturucu alışkanlığını yaygınlaştırmaktadır.
     Uyuşturucuya müptela olan kimseler, her türlü insanî değerlerini kaybederek uyuşturucu madde ticareti yapanların kölesi haline gelmektedirler. Karşı konulmaz bir ihtiyaç haline gelen uyuşturucuyu temin edebilmek için çarpınan bu kimseler, çoğu zaman hırsızlık yapmakta, çeşitli şiddet eylemlerine girişmekte, cinayetler işlemektedirler.
     Kişiyi ruhen ve bedenen çok süratli bir şekilde çökertip mahveden uyuşturucu alışkanlığının tedavisi son derece güçtür. Tedavi görüp iyileştiği kabul edilenlerin tekrar normal hayata dönüp topluma uyum sağlamaları imkansız olmaktadır.
     İslâm, toplumu, ifsad edecek, huzurunu bozacak, onu sosyal bunalımlara itecek her şeyi ta başından yasaklayarak gerekli düzenlemeleri yapmakta ve böylece insanları kötülüklerin pençesine düşmekten kurtarmaktadır. Allah Teâlâ, sarhoşluk veren alkollü içkileri haram kılmış ve bu harama riayet etmeyenler için cezalar koymuştur. İslâm hukukunda alkollü içkiler yanında insanları uyuşturup akıl ve muhakeme kabiliyetlerini yok eden diğer bütün maddelerin kullanımı da haram kabul edilmiş ve şiddetle yasaklanmıştır.
     Kimyevî uyuşturucuların ortaya çıkmasından önce yaygın olarak kullanılan uyuşturucu, esrar (hind keneviri). Bunun içindir ki, islâm hukukçuları genelde bütün uyuşturucuların haram olduğunu kabul ederken, konu içerisinde esrara daha fazla yer vermişlerdir.
     Esrâr, "cannabis sativa" denilen boyu 1-3 m. uzunluğunda ılıman iklimde yetişen ve halk arasında "Hint keneviri" adıyla bilinen yıllık yabani bir bitkinin gövde ve yapraklarıyla çiçek kısmından elde edilen bir uyuşturucudur. Etken maddesi "Tetrahydrocannabinol" olan esrar, en eski çağlardan beri bütün dünyada bilinen ve kullanılan bir uyuşturucudur. M.Ö. 2737 yılında Çin'de yazılmış bir eserde kenevirin fiziksel ve ruhsal etkilerinden bahsedilerek bazı hastalıkların tedavisinde kullanımı için sağlık verilmiştir. Esrarı doğudan batıya taşıyan ünlü Venedikli gezgin Marco Polo (1254-1324)'dur. İbn Sina (980-1037) kenevire "kınnap" adını vermiş ve bu bitkiyi incelemiştir. Kenevir ve haşhaş yetiştiren ve tedavide bunları kullanan Sümerler, Asurlular, Mısırlılar, Romalılar, Yunanlılar ve İslâm dünyasında bu bitki çeşitli amaçlarla yetiştirilmiştir. 12-13. yüzyılda İsmailiye mezhebine mensup Hasan Sabbah dünya cenneti kurmak amacıyla müritlerine esrar içirtmiş ve onlara korkunç cinayetler işletmiştir.
     Evliya Çelebi İstanbul'da esnaf-ı benkçiyan adı verilen esrar dükkânları bulunduğunu zikretmiştir. 19. yüzyılda İstanbul'da bir dirhem esrar bir kuruşa satılıyordu ve gerek zenginler arasında gerekse fakirler arasında yaygın olarak kullanılıyordu. Üretim ve tüketimi yasaklanmasına rağmen, bütün dünyada gizlice alınıp satılan esrar en yaygın uyuşturuculardan biri olmuştur.
     Esrar az miktarda kullanıldığında içinde tatlı hayallar, halk arasında esrar dalgası denilen hülyalar doğurur, fazlaca alınan esrar ise dalgın bir uyku hali, geçici çılgınlıklara varan taşkınlıklar meydana getirir. İçine beng otu veya tatula karıştırılıp macun haline getirilerek veya sigara içine karıştırılarak tüketimi yaygın olan esrar Arapça "haşiş" denilen olgun Hint keneviri yapraklarının kalburdan geçirilmesiyle veya roeşin ceket giyerek olgun kenevir tarlası içinde bu bitkiye sürtünerek dolaşanların ceketine yapışan reçineli kılların kazınmasıyla da elde edilmektedir.
     19 Şubat 1920 ve mükeakip tarihlerde hazırlanmış olan Cenevre Afyon Anlaşması'nın I. maddesinin son fıkrasında herhangi bir isim altında ticarete çıkarılacak reçinesi alınmamış kenevirin kurumuş dişi organlarıyla çiçeklenmiş veya meyvelenmiş çiçek yataklarına Hint keneviri denilir. Bu tarif kenevirin belli çeşidinden çok, onun bazı organlarını ima etmekte ve böylece herhangi bir kenevir çeşidinde esrar maddesinin bulunabileceği anlaşılmaktadır (Türk Ansiklopedisi, XV, 348-349: İbn Abidin, Reddil'l Muhtar, Terceme, A. Davudoğlu, XVI, 72-79).
     İslâm'da sarhoşluk veren "içki"ler yanında her türlü uyuşturucu yasaklanmıştır. Çünkü bunlarda da sarhoş edici özellik vardır. Âyeti kerimede: "Ey inananlar! İçki, kumar, putlar ve fal okları şüphesiz, şeytan işi pisliklerdir. Bunlardan kaçının ki, kurtuluşa eresiniz" (el Mâide 3/90) ve hadislerde genel olarak sarhoşluk veren sıvı veya katı bütün maddelerin içilmesi, kullanılması yasaklamıştır. "Sarhoşluk veren her içki haramdır" (Buhâri, Vırdû, 81, Eşribe 4, 10; Müslim, Eşribe, 67-68); "Çoğu sarhoşluk veren şeyin azı da haramdır" (Ebû Dâvud, Eşribe, 5: Tirmizî, E,fribe, 3);
     "Her sarhoşluk veren fey içki (hamr) hükmündedir ve her sarhoşluk veren fey haramdır" (Müslim, Eşribe, 7375; Buharî, Edeb, 80):
     Esrar, İslâm dünyasında 12. yüzyılda Tatar istilasına uğranıldığı sırada ortaya çıkmıştır. Dört büyük müctehidin yaşadığı dönemlerde esrardan söz edilmemesi, onun o zamanlar bilinmediğini gösterir. Sonraki mezhep imamları esrarın haram olduğuna dair fetvalar vermişler ve onu satanın te'dib olunacağını bildirmişlerdir (İbn Abidin, a.g.e., XVI, 77; Yusuf el-Kardavî, İslâm'da Helal ve Haram, Trc: Mustafa Varlı, Ankara 1970, 85-87)..
     Esrar ve diğer bütün uyuşturucu maddeler aynı içki gibi kişiyi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Bu maddelerin haramlığı içkinin haramlığından daha hafiftir. Bu yüzden esrar içene had cezası uygulanmaz, tazir cezası uygulanır. İbn Vehba'nın, el-Vehbaniyye adlı manzum eserinin şerhini yapan eş-Şurunbulalî (ö. 1069/1658) adı geçen şerhin "haram ve mübah; hazr ve ibaha" kısmında esrarın İslâm hukukuna yansıyan hükmünü şu şiirinde toplamıştır:
     "Esrarın haramlığına ve yakılmasına fetva verdiler./Kaçınılsın içilmesin diye, böyle bir kimsenin boşamasını geçerli saydılar./Onun satıcısına tedib cezası öngördükleri gibi, fasıklığını da tesbit ettiler./Onu helal sayanın da zındık olduğunu yazdılar" (İbn Âbidin, a.g.e., XVI, 72-73).
     Argoda diş, dalga, ot, fin, sankız, ampes cığaralık, cuk, gonca, hurda, kaynar toprak, nefes, minare gölgesi, davul tozu gibi adları olan esrar, psikoaktif maddelerden biridir. Keyif verici, uyarıcı yatıştırıcı etkileri sebebiyle kullanılmakta; ancak ruhsal, davranışsal, gelişimsel bozukluklara yol açmaktadır. Halbuki insanları iyiye, doğruya, en güzele götüren İslâm dini, bütün zararlı şeyleri yasaklamıştır. İyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan İslâm, uyuşukluğu, gevşeme ve bilinç bozukluğunu, tabii olmayan uyarılmayı caiz görmez. Bilinci karartan esrar kullanımında zaman ve yer algısı değişip, insanın tabiî ve fatn tekâmülü bozulduğu için kıyas yoluyla bu maddenin vb. nin haram olduğuna hükmedilerek, kullanımı yasaklanmıştır.
     Zaten bütün dünyada bu maddeler yasa dışı yollardan üretilip, el altından satılmakta ve gizlice kullanılmaktadır. Batı dünyasında bir zamanlar hippi denilen gençlik gruplarının popüler uyuşturucusu olan esrar, insanı kendine bağımlılaştırarak gerçek dünyadan koparan, psişik bağımlılık yaratan bir maddedir. Bağımlı kişilerde çeşitli ruhi ve bedeni semptomlarla kendini belli eden bir hastalık hali meydana gelir ki, o artık normal bir insan sayılamaz. Uyuşturucu kullananların bağımlılıkları, onları fuhşa, günaha, ve dolayısıyla murdar olmalarına yol açmaktadır.
     Aklı olmayanın dini de olmaz ilkesinin yer aldığı İslâm'da, sarhoşluk haramdır. Sarhoş eden bir şey, beyin işlevlerini etkileyerek akıl dinamiklerini ortadan kaldırır. Bu sebeple İslâm toplumlarında aklı korumak esastır ve sarhoş edici her şey yasaktır. Çünkü İslâmî yaşayışın belti bazı ilkeleri vardır ve bunlar materyalist, ruhsuz, sahte ve geçici dünya cennetlerinin bunalımları ve delilik problemleri doğurmaktadır. Ayrıca bu gibi uyuşturucu maddeler çok kullanılmadığı için bu hastalıklar en çok Batı dünyasında görülmektedir. Her türlü sapıklık, hastalık ve yozlaşma da İslâm'ın en güzel yoluna tâbi olmamaktan dolayı insanların cahiliyette ısrar etmeleri ve kendilerine zulmetmelerine yol açmaktadır.

Şamil İslam Ansiklopedisi
Hamdi DÖNDÜREN

Diyanet İşleri Başkanlığı, 3155 Personel Alacak

D U Y U R U
     Diyanet İşleri Başkanlığından;
     Başkanlığımıza ait sözleşmeli imam-hatip pozisyonlarına yerleştirme yapılmak üzere; 2014 KPSS (B) grubu puan sırası esas alınarak çağrılacak adaylar için Başkanlığımızca sözlü sınav yapılacaktır.


     I- Vizeli Sözleşmeli Pozisyonların Unvanı, Grubu, Mezuniyet Durumları ve Sayılarına Göre Dağılımı:

UNVANI
GRUBU
KPSS MEZUNİYET DURUMU
KPSS PUANI
KONTENJAN SAYISI




4-B
Sözleşmeli
İmam -
Hatip
1
 İlahiyat Fakültesi + Hafız
KPSSP124
50
2
 İlahiyat Fakültesi
KPSSP124
150
3
 İlahiyat Ön Lisans +
 Diğer Lisans + Hafız
KPSSP124
15
4
 İlahiyat Ön Lisans +
 Diğer Lisans
KPSSP124
150
5
 İlahiyat Ön Lisans + Hafız
KPSSP123
150
6
 İlahiyat Ön Lisans
KPSSP123
150
7
 İ.H.L + Diğer Lisans + Hafız
KPSSP124
25
8
 İ.H.L + Diğer Lisans
KPSSP124
150
9
 İ.H.L + Diğer Ön Lisans + Hafız
KPSSP123
15
10
 İ.H.L + Diğer Ön Lisans
KPSSP123
150
11
 İ.H.L + Hafız
KPSSP122
1900
12
 İ.H.L
KPSSP122
250
TOPLAM
3155

     II- Sınava Katılmak İsteyen Adaylarda Aranan Şartlar:
1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinde belirtilen şartları taşımak,
2) Diyanet İşleri Başkanlığının ilgili yönetmeliklerinde ön görülen Din Hizmetleri Sınıfında çalışan personel için aranan “Ortak Nitelik” şartını taşımak, 
3) İmam hatip olarak görev yapmaya mani bir özrü bulunmamak,
4) En az imam-hatip lisesi mezunu olmak,
5) Halen Başkanlığımız teşkilatında kadrolu veya sözleşmeli olarak çalışıyor olmamak,
6) Lisans mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP124 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak,
7) Önlisans mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP123 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak,
8) Ortaöğretim mezunları için 2014 yılı KPSS (B) grubu KPSSP122 puan türünden 50 veya üzeri puan almış olmak.

     * Sözleşmeli bir pozisyonda görev yapmakta iken, Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esasların Ek 1 inci maddesinde istisna edilenler hariç olmak üzere, sözleşmenin feshi sebebiyle görevinden ayrılanlardan sözleşmelerinin fesih tarihinden itibaren 1 yıl geçmeyenlerin müracaatları kabul edilmeyecektir. Bu hususun sonradan anlaşılması halinde yerleştirmeleri yapılmış olsa dahi sözleşmeleri iptal edilecektir.

III- Başvuru, Sınav, Yerleştirme İşlemleri ve Diğer Hususlar:
     a) Başvuru İşlemleri:
     1. Yukarıdaki şartları taşıyan adaylar, 05/05/2015 (08:00) – 18/05/2015 (16:30) tarihlerinde (açağıdaki mavi renkli başlığı tıklayıp bağlanacakları)
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI / İNSAN KAYNAKLARI YÖNETİM SİSTEMİ adresi üzerinden e-başvuru programı aracılığı ile 4-B Sözleşmeli İmam-Hatip Alımı (SÖZPER 2015) e-başvuru formunu kendileri doldurduktan sonra başvurularını onaylatmak üzere istenen belgelerle birlikte herhangi bir İl Müftülüğüne şahsen müracaat edeceklerdir.
     2. Adaylardan istenen belgeleri getirmeleri halinde, yurtdışından sınava müracaat edecek adaylar adına üçüncü şahıslar müracaat işlemini yapabileceklerdir.
     3. İl Müftülüklerindeki İKYS il yöneticileri, adayın e-başvuru formuna girdiği bilgiler ile verdiği belgelerdeki bilgilerin doğruluğunu tespit ettikten sonra aktivasyon işlemini gerçekleştireceklerdir. Belgeleri eksik olan adayların aktivasyon işlemi yapılmayacaktır.
     4. İl müftülüklerince yapılan aktivasyon işleminden sonra, İKYS il yöneticileri, aday başvuru belgesini adaylara vereceklerdir. Adaya verilen bu belge sınav giriş belgesi yerine geçmez.
     5. Başvuru işlemlerinin hatasız, eksiksiz ve duyuruda belirtilen hususlara uygun olarak yapılmasından adayın kendisi sorumlu olacaktır.
     6. Müracaatların sona ermesinden sonra adayın başvuru bilgilerinde hangi nedenle olursa olsun kesinlikle değişiklik yapılmayacaktır.
     7. İl Müftülüklerinde yapılan aktivasyon esnasında, e-başvuru formunda beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösteren belge/belgeleri ibraz edemeyen adayların başvuruları kabul edilmeyecektir.
     8. Bu duyuruda belirlenen esaslara uygun olmayan veya posta yolu ile yapılan müracaatlar ile 18/05/2015 (16:30) tarihinden sonra yapılan başvurular kabul edilmeyecektir.
     9. Başkanlığımız www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresi üzerinden e-başvuru formunu doldurmayan/dolduramayan veya il müftülüklerinde aktivasyon işlemini yaptırmayan/yaptıramayan adayların müracaat talepleri hiçbir şekilde kabul edilmeyecektir.

     b) Sınav İşlemleri:
     1. Sözlü sınav; Ankara, Antalya, Bolu, Bursa, Elazığ, Erzurum, İstanbul, Kastamonu, Kayseri, Konya, Manisa, Samsun, Trabzon, Şanlıurfa ve Van sınav merkezlerinde yapılacaktır.
     2. Adaylar, sözlü sınava girmek istedikleri sınav merkezini e-başvuru formundaki ilgili kısımda belirteceklerdir. Başvuruların sonra ermesinden sonra adayların sınav merkezi ve sınav tarihi değişiklik talepleri dikkate alınmayacaktır.
     3. Sınava katılma şartlarını taşıyan ve duyuruya uygun şekilde yapılan başvuruların, başvuru yapılan kontenjan grubuna tanınan sayıdan fazla olması halinde, kontenjan grubu dikkate alınarak KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere ilan edilen kontenjan sayısının üç (3) katı aday sözlü sınava alınacaktır. KPSS puan sırasına göre bir grupta son sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde bu adayların tamamı sözlü sınava çağrılacaktır.
     4. Sınav 25.05.2015 tarihinde başlayacaktır.
     5. Adaylar, 21.05.2015 tarihinden itibaren sınava katılacakları tarih ve sınav merkezinin belirtildiği sınav giriş belgesini, www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden alabileceklerdir.
     6. Adaylar, sözlü sınava gelirken sınav giriş belgesi ile birlikte T.C kimlik numaralı kimlik belgelerinden birini (nüfus cüzdanı, pasaport veya ehliyet) yanlarında bulunduracaklardır.
     7. Sözlü sınava girmeye hak kazandığı halde ilan edilen sınav tarihlerinde sınava katılmayan adaylar sınav hakkını kaybetmiş sayılacaktır. Söz konusu adaylara hangi sebeple olursa olsun ikinci bir sınav hakkı verilmeyecektir.
     8. Sözlü sınavda başarılı sayılmak için en az 70 puan alınması şarttır.
     9. Sınav sonuçları, Başkanlığımızın internet sitesinde (www.diyanet.gov.tr) ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında ilan edilecektir.
     10. Adaylar, sınav giriş belgesi alma, sınav sonuç öğrenme ve tercih işlemlerini www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresi üzerinden gerçekleştireceklerdir. 

     c) Yerleştirme İşlemleri: 
     1. Tercih işlemleri, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden yapılacaktır.
     2. Sınav sonucu başarılı olanlardan başarı sırasına göre ilan edilen kontenjan sayısı kadar adaya tercih hakkı verilecektir.
     3. Yerleştirmeler adayların tercih formundaki cami tercihleri ve başarı sıralaması dikkate alınarak yapılacaktır.
     4. Başarı sıralamasında sırasıyla sözlü sınav puanı yüksek olana, KPSS puanı yüksek olana, KPSS’ye katıldığı öğrenim belgesinin mezuniyet tarihi önce olana, doğum tarihi önce olana öncelik verilecektir.
     5. Tercih hakkı elde eden adaylar, Başkanlıkça belirlenecek tarihler içerisinde www.ikys.diyanet.gov.tr/ikys/sinav/kurumdisi adresinden ilan edilecek tercih programı aracılığıyla tercihlerini yapacaklardır. Tercih formunu doldurmayan/dolduramayan adaylara her ne sebeple olursa olsun ek tercih hakkı verilmeyecektir.
     6. Tercih yapmaya hak kazanan adaylardan kontenjan sayısı 25’ten az olan gruplarda sınava katılanlar kontenjan adedince, diğer gruplarda sınava katılanlar en fazla 25 cami tercihinde bulunabileceklerdir.
     7. Tercihlerine yerleşemeyen adaylar, ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.
     8. Tercih yapmayan adaylar ait olduğu kontenjan grubunda münhal kalan yerlere Başkanlıkça re’sen yerleştirilecektir.

     d) Diğer Hususlar:
     1. Sınav işlemleri sürecinde adayın beyanı esas alınacaktır. Yerleştirme sürecinde yerleştirmesi yapılan adaylardan belge istenecektir. Ayrıca, Başkanlık sınav ve yerleştirme sürecinin her aşamasında aday tarafından belirtilen hususlarda adaydan belge talep edebilecektir.
     2. Sınav öncesi, sonrası ve yerleştirme sürecindeki işlemlerde gerçeğe aykırı belge verdiği ya da beyanda bulunduğu tespit edilen adayların başvuru ve sınavları geçersiz sayılacağı gibi yerleştirilmeleri yapılsa dahi görevleriyle ilişikleri kesilecektir. İdare tarafından kendilerine bir bedel ödenmiş ise bu bedel yasal faizi ile birlikte tazmin edilecektir.
     3. Bu duyurudaki şartlar, sadece bu sınav ve bu sınava bağlı yerleştirmeler ile ilgilidir. (Bundan sonraki sınav ve yerleştirmeler için müktesep teşkil etmez.)
     4. Yerleştirme sonuçları Diyanet İşleri Başkanlığının www.diyanet.gov.tr internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında duyurulacaktır.
     5. Sınav ve sonuçları ile ilgili Başkanlığımızın internet sitesinde ve aynı sitedeki İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü sayfasında yapılan tüm duyurular tebligat sayılacaktır. Adaylara ayrıca tebligat yapılmayacaktır.
     6. Sınavla ilgili iş ve işlemlerde faks ve e-mail ile işlem yapılmayacaktır. Adayların ıslak imzalı ve yazılı dilekçelerini Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığına ulaştırmaları gerekmektedir.
     7. Sözlü sınav sonuçlarına ilişkin itirazlar, sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne yapılacaktır. İtirazlar, Başkanlığımızca en fazla 15 (on beş) gün içinde incelenerek karara bağlanacak ve adaya bildirilecektir. Sınav sonuçlarının ilan edilmesinden itibaren 7 (yedi) gün içinde ıslak imzalı ve yazılı olarak Başkanlığımız İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğüne ulaştırılmayan, T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, imza ve adresi olmayan dilekçeler ile e-mail ve faksla yapılan itirazlar dikkate alınmayacaktır.
     8. Bu duyuruda yer almayan hususlarla ilgili olarak 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu, Vaizlik, Kur’an Kursu Öğreticiliği, İmam-Hatiplik ve Müezzin-Kayyım Kadrolarına Atama ve Bu Kadroların Kariyer Basamaklarında Yükselme Yönetmeliği, Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik ve 06/06/1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Bakanlar Kurulu Kararı hükümleri geçerlidir.

     IV- Başvuru İçin Gerekli Belgeler:
     1. T.C. kimlik numaralı kimlik belgesi,
     2. KPSS’ye başvururken beyan ettiği öğrenim durumlarını gösterir Mezuniyet Belgesi (Adayların beyan ettiği öğrenim belgeleri mezuniyet belgesi olmalıdır. Birden fazla mezuniyet içeren gruplardan birisine başvuracak adayların beyan ettikleri mezuniyet durumlarını gösterir belgelerin hepsini başvuru esnasında ibraz etmeleri gerekmektedir.),      3. Hafızlık Belgesi (+Hafız kontenjan gruplarına başvuran adaylar için),
     4. Adres bildirimi, adli sicil ve askerlik durumları ile görev yapmaya mani bir özrü bulunmadığına ilişkin tek bir dilekçede belirtecekleri yazılı beyanları.
     NOT:
     1. Sabıka kaydı veya arşiv kaydı bulunanların başvuruları onaylanmadan önce ilgililer hakkındaki mahkeme kararlarının, sınava müracaat bitiş tarihinden önce Başkanlığımızca değerlendirilmek üzere il müftülüklerince 0312 285 85 72 nolu faksa ivedi olarak gönderilmesi gerekmektedir.
     2. Adayların, başvuru için gerekli belgeleri başvuru esnasında İl müftülüklerindeki İKYS il yöneticilerine ibraz etmeleri gerekmektedir. Belgelerini ibraz edemeyenlerin başvuruları kabul edilmeyecektir. Başvuru için gerekli belgeler, kontrol edildikten sonra adaylara iade edilecektir.

     V- Sınav Konuları:
     1. Kur’an-ı Kerim (70 puan),
     2. Dini bilgiler (İtikat, ibadet, siyer ve ahlâk konuları) (20 puan),
     3. Hitabet. (10 puan).
     * Sözlü sınava katılacakların temel ve özel yeterliklerinin tespitinde, Başkanlığımız web sayfasında yayımlanan Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatında din hizmetlerini yürütenlerin bu unvanla ilgili temel ve özel yeterlik kriterleri esas alınır.

     VI- İletişim Yazışma Adresi:
Diyanet İşleri Başkanlığı İnsan Kaynakları Genel Müdürlüğü
Personel Sistemleri Eğitim ve Sınavlar Daire Başkanlığı
Üniversiteler Mah. Dumlupınar Blv. No:147/A
06800 Çankaya/ANKARA

e-mail : persis@diyanet.gov.tr
Telefon : (0312) 295 70 00

D.İ.B. İNSAN KAYNAKLARI GENEL MÜDÜRLÜĞÜ

17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Turu

Gönül Erleri 17-18-19 Mayıs Hafta Sonu İstanbul & Kapadokya Tur      Gezilecek Yerler: Tuz Gölü Ihlara Vadisi (4 km trekking turu) Avano...