KELİMELER ~ KAVRAMLAR
UYUŞTURUCU (2)
(Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisinden Alıntı)
Uyuşturucu Türkçe’de yeni bir kelime olup bunun karşılığında Arapça ve Farsça’da muhaddir (örten, kapayan), Batı dillerinde Yunanca narke (uyku) kökünden narkotik kullanılır.
Uyuşturucu maddelerin eskiden beri tıpta kullanımından dolayı birçok dilde ilâç anlamı taşıyan kelimeler aynı zamanda uyuşturucu maddeleri de ifade eder. Sürekli yeni türlerinin ortaya çıkması, farklı etkiler bırakması ve farklı amaçlarla kullanılmasından dolayı genel bir tanımı bulunmamakla birlikte kişide önüne geçilmez bir bağımlılık durumu oluşturma, ruhî ve fizikî tahribata yol açma, merkezî sinir sistemini etkileme, kullanılan miktarı giderek arttırma eğilimine yol açma, besinler kapsamında sayılmama gibi özellikler uyuşturucu türlerinin hemen hepsinde yer alır.
Tıp dilinde “psikoaktif” denilen ve bağımlılık yapan maddeler içinde tütün mâmulleri ve alkollü içkilerle birlikte bulunan uyuşturucular insan vücuduna etkileri ve cinslerine göre sınıflandırılmıştır. Bu bağlamda tütün ve alkollü içkiler dışında kalan uyuşturucu maddeler afyon ve türevleri, hallüsinojen maddeler (esrar, LSD), uyarıcılar (kokain, amfetamin vb.), uyku ilâçları (barbitüratlar gibi) ve diğer yatıştırıcılarla uçucu maddeler (tiner, yapıştırıcılar, çakmak gazları vb.) uyuşturucu başlığı altında toplandığı gibi cinslerine göre uyuşturucular doğal (esrar, eroin, kokain vb.) ve sentetik (ecstasy, captagon, amfetamin, metamfemin vb.) olarak da sınıflandırılabilir.
Etkileri ve zararları bakımından aralarında bazı farklılıklar bulunan bu maddeleri kullananlarda bir müddet sonra davranış bozuklukları başlar. Vücut maddenin cinsine göre tolerans geliştirebildiğinden, alıştıkça sürekli daha fazlasını ister. Yokluğu halinde ise çarpıntı, nabızda artma, titreme, hayal görme ve bazı nörolojik bozukluklar ortaya çıkar. Bu maddelerin alım satımı kontrollü ya da yasak olduğundan piyasada yüksek fiyatlarla alınıp satılabilir. Hayatları bu tür maddeleri elde edip kullanma etrafında dönmeye başlayan bağımlılar uyuşturucu elde etmek için her şeylerini feda edebilirler; her türlü suça itilebilecek potansiyel suçlu haline gelirler; içine düştükleri ruhî ve mânevî çöküntünün yanında bedenî hastalıklarla da karşılaşabilirler.
Uyuşturucu bağımlılığı kişilik bozuklukları, aile ve çevre etkilerinden kaynaklanabileceği gibi çeşitli toplumlarda ve bazı dönemlerde bütün topluma yayılarak normal karşılanan bir âdet haline de gelebilir. Uyuşturucu müptelâsı olanların genelde sosyal ve ailevî ilişkileri bozulur, sorumluluklarını yerine getiremezler. Eşler ve çocuklar arasında geçimsizlik ve aile faciaları ortaya çıkar. Bu konuda yapılan araştırmalar, uyuşturucu kullanımı ile suç arasındaki sebep-sonuç ilişkisini ekonomik ve farmakolojik faktörlere bağlamaktadır. Uyuşturucu bağımlıları ve kullanıcıları, ihtiyaç duydukları uyuşturucuyu alabilmek için yeterli maddî imkâna sahip olmadıkları zaman ahlâk dışı yollara başvurarak para temin etme yoluna gidebilmektedir. Öte yandan uyuşturucu kullanan kimseler uyuşturucunun etkisinde iken istem dışı suç işleyebilmektedir. Araştırmalar, bir kısım suçluların uyuşturucunun etkisinde gerek aile fertlerine gerekse çevredeki kimselere karşı şiddet uyguladıklarını ve bir sonraki kullanım için maddî gelir elde etmeye yönelik hırsızlık vb. suçlar işlediklerini ortaya koymuştur.
Uyuşturucu maddeler iki gruba ayrılabilir. Bir kısmı afyon ve esrar gibi doğrudan bitkilerden elde edilen ve eskiden beri bilinen doğal uyuşturuculardır. Bir kısmı da sentetiktir ve günümüzde yüzlerce türü bulunmaktadır. Bunların inorganik madde veya hayvansal ürün kökenli olanları varsa da çoğunlukla bitki kökenli çeşitli maddelerin kimyasal işlemlere tâbi tutulmasıyla elde edilir. En yaygın kullanılan uyuşturucular şöylece sıralanabilir:
a) Afyon ve Türevleri. Haşhaş bitkisinden çıkarılan afyon kullanıcıda keyif verici ve rahatlatıcı bir etki yapar. Haşhaş dünyada birçok ülkede yetiştirilmekte, ancak son yıllarda uyuşturucu olarak kullanılan afyon ve türevlerinin büyük kısmı Afganistan’da üretilen haşhaştan elde edilmektedir. Haşhaş Türkiye’de de bazı bölgelerde kontrollü şekilde ekilmekte, ancak sıkı denetimler yapılmakta, üretilen afyon gıda ve ilâç sanayiinde kullanılmaktadır.
Yine afyonun türevleri olan morfin ve kodein tıpta çeşitli hastalıkların tedavisinde ağrı kesici olarak kullanılmış, günümüzde ise zararları sebebiyle kullanım alanları daralmıştır.
Morfinin ikinci bir ameliyeden geçirilmesiyle elde edilen eroin ise tıbbî maksatla kullanılmaz. Eroinin yüksek dozda alınması (overdose) ölüme sebebiyet verir. Öte yandan afyon ve türevleri zaman içerisinde vücutta tolerans geliştirir; bir müddet sonra alınan miktar yetersiz gelmeye başlar ve kullanıcılar, aynı hazza ulaşabilmek için her defasında daha fazla miktarda doz alma ihtiyacı duyarlar.
b) Esrar. Kullanıcıyı gerçek hayattan uzaklaştırıp hayal görmesine yol açan bir etki bırakır. Türkçe’de esrar, Arapça’da haşîş, Batı dillerinde İspanyolca kökenli marihuana adı verilen bu uyuşturucu Hint kenevirinden elde edilir. Hint kenevirinin değişik türleri birçok ülkede yetiştirilmektedir.
Esrar dünyada en yaygın kullanılan uyuşturucu maddedir ve eroin gibi daha güçlü bağımlılık yapan maddelere geçiş evresini oluşturur. Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde Hint kenevirine “bang” (bhang) denilir ve çokça tüketilen bang içeceği de bu bitkiden yapılır.
c) Kokain. Koka bitkisinin yapraklarından çıkarılır ve uyarıcılar grubunda yer alır. Güney Amerika kökenli bu bitki, sömürgecilik döneminden itibaren Endonezya ve Hindistan gibi tropikal bölgelerde de yetiştirilmiştir. Kokain geçici bir zindelik hissi verir. Yemen’de ve Doğu Afrika’da çokça üretilen ve bir diğer adı Habeş çayı olan “kāt” da (khat) uyarıcılar grubuna girer.
d) Amfetaminler. Doping amacıyla da kullanılan, yorgunluk hissini azaltıcı etki bırakan sentetik uyuşturuculardır. “Captagon” (fenetilin) ve “ecstasy” (MDMA, MDA vb.) denilen sentetik uyuşturucular da uyarıcılar grubunda yer alır.
Uyuşturucu maddelerin türleri ve sayıları özellikle kimya ilminin gelişmesiyle son 150 yılda çok artmışsa da afyon ve esrar eskiden beri kullanılır. İslâm’ın ilk ortaya çıktığı bölgenin insanları tarafından pek bilinmediği için Kur’an ve Sünnet’te madde bağımlılığıyla ilgili sadece şarap vb. alkollü içkiler üzerinde durulmuştur. İslâm’ın klasik medeniyet havzalarına hâkimiyet kurmasıyla birlikte bu maddeler tanınmaya başlanmışsa da yaygın kullanımı Moğol istilâsından sonraki döneme rastlar. Günümüzde Arapça’da “uyuşturucu maddeler” anlamındaki “muhaddirât” eski kaynaklarda geçmekle birlikte (İbn Sînâ, I, 329; II, 861, 1606; İbn Hacer el-Heytemî, IV, 233) daha çok bu maddelerin veya bazılarının niteliğini ifade için kullanılmış olup genel bir terim olarak kullanımı modern dönemde ortaya çıkmıştır. Eski kaynaklarda uyuşturucu maddeleri ifade etmek üzere çeşitli uyuşturucuların veya berş, macun, tiryak gibi uyuşturucu katılan ürünlerin adları zikredilmiştir. Bu maddeler için çok sayıda takma ad ve argo kelime bulunmuşsa da haşîş, benc ve efyûnun daha yaygın olduğu görülmektedir (Rosenthal, s. 19-41).
İlk beş asırlık dönemde tabiplerin ve botanikle uğraşanların ban otu, Hint keneviri ve haşhaş gibi uyuşturucu özelliğe sahip bitkileri tanıdıkları (meselâ bk. Ebû Bekir er-Râzî, I, 92, 158, 165 vd.; ayrıca bk. Tibi, s. 170-179), bunların çeşitli çevrelerde bilindiği, ancak yaygınlaşmadığı söylenebilir. Rosenthal, Ebû Bekir er-Râzî’nin Hint kenevirinden bahsetmediğini söylerse de (The Herb, s. 20) onun aynı bitkiyi ifade eden “şehdânec”den söz ettiğini (el-Ĥâvî, I, 158, 159, 369, tür.yer.) gözden kaçırmış olmalıdır. Bu bitkiler içerisinde Arapça’da ilk defa benc (beng) tanınmış görünmektedir (Halîl b. Ahmed, VI, 153). Bencin Arapça’ya Farsça’dan, Farsça’ya da Sanskritçe “bhanga”dan geçtiği, ancak Hindistan’da Hint kenevirini ifade eden bu kelimenin Farsça’ya girdikten sonra ban otu için kullanıldığı söylenir (Meyerhof, “Bandj”).
Ebû Bekir er-Râzî gibi İbn Sînâ da Hint keneviri karşılığında kınnâb ve şehdânec, ban otu için benc kelimelerine yer verir (el-Ķānûn, I, 434-435, 711, 733). Bununla birlikte bencin sadece ban otunu ifade etmediği, belli çevrelerde veya bazı dönemlerde bununla Hint keneviri ve diğer bitkilerden çıkarılan uyuşturucuların da kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Fuzûlî’nin Beng ü Bâde adlı eserinde beng “esrar” anlamında kullanılır. Esed b. Amr ve Müzenî gibi erken dönem fakihlerine atıfla bazı görüşler rivayet edilmekteyse de bencin fıkıh eserlerinde yer alması daha geç devirlere rastlar (meselâ bk. Serahsî, XXIV, 9, 18, 29, 34). Gazzâlî de bitkilerden ancak aklı, hayatı veya sağlığı yok edenlerin haram sayıldığını söylemekte ve benci de sarhoş edici olmamakla birlikte şarap ve diğer sarhoş ediciler gibi aklı izâle eden maddeler arasında saymaktadır (İhyâ, II, 92, 93).
Arapça’da “kuru ot” anlamındaki haşîşin esrarı ifade etmeye başladığı dönem tesbit edilememekle birlikte Selçuklular ve Eyyûbîler devrinde siyasî suikastlarıyla tanınan Haşhaşîler’in esrar kullandıkları bilinmektedir (bk. HAŞÎŞİYYE). Memlük devri tarihçileri ve fakihlerinin kayıtlarından esrar kullanımının VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Bencin yanı sıra haşîş / haşîşe ve afyon gibi maddelerin fıkıh eserlerinde yer alması Memlükler dönemine rastlar. Etiyopya kökenli kāt da bu maddelerden bir süre sonra yine Memlükler zamanında tanınıp yaygınlaşmıştır. Bedreddin ez-Zerkeşî, esrar kullanımının Haydariyye’nin şeyhi Haydar vasıtasıyla yaklaşık 550 (1155) yılında görüldüğüne dair bir rivayet aktarır (Zehrü’l-arîş, s. 90). İbn Teymiyye esrarın Moğollar’ın ortaya çıkış dönemine rastladığını, VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yenilmeye başlandığını söyler (es-Siyâsetü’ş-şer'iyye, s. 120; Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXXIV, 130, 136). Bu devirde özellikle Haydarîler ve Kalenderîler gibi derviş topluluklarında esrar ve bencin yaygın olduğu belirtilmektedir (Karamustafa, bk. bibl.). Nitekim Zerkeşî esrara verilen isimler arasında Haydariyye ve Kalenderiyye kelimelerini de sayar (Zehrü’l-arîş, s. 89-90). Hint kenevirinin aslında antik Yunan’dan beri tanındığını vurgulayan Makrîzî de esrarın yaygınlaşmasıyla ilgili aynı dönemleri işaret eder; yayılma coğrafyası hakkında biri Horasan’dan Irak’a ve daha batıya, diğeri Hindistan’dan Yemen’e, ardından Fâris’e, oradan Irak’a ve daha batıya yayıldığı şeklinde iki ayrı görüş nakleder (el-Hıtat, II, 126-129). Mısır’da önceleri izin verilen kenevir ve haşhaş türü bitkilerin üretimi ve ticareti bu maddelerin topluma verdiği zararları gören Sultan I. Baybars tarafından yasaklanmış, maddeler imha edilmiş, kullananlar ve satanlar cezalandırılmıştır. Uyuşturucu maddelere karşı bu tür yasaklama ve mücadeleler zaman zaman daha sıkı biçimde sürdürülmüştür. Aynı dönemden itibaren konuyla ilgili meseleler fıkıh kitaplarında yer almaya başlamış, ilk müstakil eserler de bu sıralarda yazılmıştır.
Osmanlılar döneminde afyon ve benc gibi uyuşturucu maddeler bir yandan ilâç yapımında ve tedavide kullanılırken öte yandan keyif verici olarak tüketimine karşı mücadeleye devam edilmiştir. Nitekim X. (XVI.) yüzyılda konuyla ilgili risâlelerin yazıldığı ve Kemalpaşazâde ile Ebüssuûd Efendi gibi şeyhülislâmların bunların kullanımını şiddetle menettiği, başta IV. Murad dönemi olmak üzere çeşitli devirlerde ağır cezaların uygulandığı bilinmektedir. Bu tedbirlerin kullanımı sınırlamasına rağmen hem haşhaş üretiminin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaygın oluşu hem de kahvehane kültürünün yayılmasıyla bir kısım kahvehanelerde uyuşturucu kullanımının düzenli bir faaliyet haline gelmesi bunu tamamen ortadan kaldıramamıştır (Kömeçoğlu, s. 66-67; Shefer-Mossensohn, s. 39-45, 157). Bu alışkanlığın daha yaygın görüldüğü İran’da da gerek Safevîler gerekse Kaçarlar döneminde zaman zaman yasaklamalar ve sert cezalarla uyuşturucu kullanımına son verilmek istenmişse de uyuşturucu bağımlılığı saraydan toplumun en alt kesimlerine kadar geniş bir alanda yaygınlaştığı için başarılı olunamamıştır. Safevîler devrinde kahvehanelerin yanı sıra hemen her kasabada bulunan kûknâr-hânelerde de haşhaş katılarak yapılan bir içki olan kûknâr sunulurdu (Matthee, s. 107-108). Afyon, aşırı dozda alındığında öldürücü olduğu bilindiğinden çeşitli suikast ve intihar vak‘alarında da kullanılmıştır (a.g.e., s. 104-105). XIX. yüzyılda İran’da uyuşturucu madde üretimi ve tüketimi ülkenin tahıl üretimini baltalayan önemli bir sorun haline gelmiştir.
Öte yandan XIX. yüzyılda dünya çapında etkileri olan Batı kaynaklı iki önemli gelişme meydana gelmiştir. Bir yandan uyuşturucu maddelerin uluslar arası ticaret metaı haline gelmesiyle meşhur afyon savaşlarına yol açan büyük kazançlar elde edilmeye başlanmış, diğer yandan kimya sanayiinin gelişimiyle daha zararlı ve daha fazla bağımlılık yapan sentetik uyuşturucular üretilmiştir. Bunun üzerine XX. yüzyılın başlarından itibaren uluslar arası sözleşmelerle uyuşturucu üretim ve ticaretinin kontrol altına alınmasına çalışılmış, çeşitli örgütler kurulmuştur (Yaşar, s. 98-121). Hemen her devlette uyuşturucuyla mücadeleye dair kanunlar çıkarılmış, uyuşturucu ticaretini kısıtlamaya yönelik cezalar konulmuştur. Uluslar arası sözleşmelerde uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin neler olduğu sayılmış, kullanımı ve ticareti belli şartlara bağlanmıştır. Türkiye’de de bu maddelerin üretimi, alım satımı ya tamamen yasaklanmış veya çok sıkı kurallar altına alınmıştır. Ham uyuşturucular yanında eroin gibi sentetik uyuşturucular çok daha tehlikeli ve bağımlılıktan kurtuluşu çok daha zor olduğundan bağımlılığı azaltma veya tedavi etmeye, toplumu eğiterek önleyici tedbirler almaya yönelik çeşitli kurumlar oluşturulmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan, İran, Singapur ve Çin gibi ülkeler uyuşturucu ticaretine idama kadar varan sert cezalar uygulamaktadır. Uluslar arası büyük ticaret hacmine ulaşan uyuşturucu maddelerin elde edildiği bitkilerin üretimi, Afganistan ve “altın üçgen” denilen Güneydoğu Asya ülkeleriyle (Myanmar, Tayland, Laos) Güney Amerika’da yaygınlaşmıştır.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin (UNODC) 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre 2008 yılı itibariyle dünyada 155-250 milyon yetişkin (15-64 yaş arası) uyuşturucu kullanmakta ve bunların % 10-15’ini ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bulunan bağımlılar teşkil etmektedir. En büyük grubu esrar kullananlar (129-190 milyon) oluştururken amfetaminler ikinci sırada gelmekte, onu kokain ve afyon türevleri izlemektedir (kāt kullanımına raporda yer verilmemiştir). Aynı rapora göre en yaygın tüketilen uyuşturucular uluslar arası ticarete konu olan eroin ve kokain iken kenevir bitkisinden elde edilen esrarla amfetamin türü uyuşturucular daha çok mahallî şekilde üretilip tüketilmektedir. Ancak Afrika ve bazı Asya ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke hakkında yeterli veri bulunmaması dolayısıyla kullanımın yaygınlığı ve miktarı konusunda birçok husus henüz bilinmemektedir. Dünyada kenevir bitkisi Meksika, Paraguay, Kolombiya, Bolivya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Afganistan ve Fas dahil elliden fazla ülkede yaygın biçimde üretilmektedir. Kokain daha çok Güney Amerika’da (Kolombiya, Peru, Bolivya) elde edilip Batı ülkelerinde (Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri) tüketilmektedir. Afyon ve türevlerine gelince üretilen eroinin % 26’sı Avrupa Birliği ülkelerinde, % 21’i Rusya’da, % 13’ü Çin’de kullanılmakta, Pakistan (% 6), İran (% 5) ve Hindistan (% 5) onları izlemektedir. Öte yandan eroine dönüştürülmeyen afyonun yarısı İran (% 42) ve Afganistan’da (% 7) tüketilmekte, bu ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Rusya takip etmektedir. Dolayısıyla bu afyonun büyük kısmı Afganistan ve civarındaki ülkelerde (Çin hariç) kullanılmaktadır. Haşhaş bitkisinin en büyük üreticisi Afganistan’dır, ardından Myanmar ve Meksika gelmektedir. 1990’lara kadar afyon ve türevlerinin büyük kısmını Güneydoğu Asya ülkeleri sağlarken son otuz yılda Afganistan’da üretim giderek artmıştır ve günümüzde % 90’a varan en büyük kısmı orada üretilmektedir.
İslâm ülkelerinin genelinde bağımlılığın yüksek olmadığı, Afganistan, İran ve Pakistan gibi birkaç ülke dışındaki İslâm ülkelerinin çoğunda afyon ve türevlerini kullananların yetişkin nüfusun % 1’inin altında kaldığı (meselâ Türkiye’de bu oran binde birin de altındadır) ve amfetaminlerin kullanımının da yine % 1’in altında olduğu söylenebilir. Ancak esrar ve kāt gibi doğal uyuşturucuların tüketim oranı daha yüksektir. 2010 yılı raporuna göre doğudan batıya İslâm ülkelerinde nüfusun % 2 ile % 5’inin esrar kullandığı, Kırgızistan, Lübnan, Cezayir ve Mısır’da bu oranın % 6’ya, Nijerya’da % 14’e ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca haşhaş, kāt ve muskat (cevzetü’t-tîb) gibi uyuşturucu bitkilerin keyif verici olarak tüketildiği veya yemeklerde kullanıldığı, muskatın Hint ve Endonezya mutfağında, Arap ülkelerinde çeşitli baharat terkiplerinde yer aldığı bilinmektedir. Amfetaminlerin ve reçeteli ilâçların kullanma oranının artma eğilimi gösterdiği, ayrıca çeşitli ülkelerdeki müslüman azınlıkların uyuşturucu tehlikesine mâruz kaldıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Kullanıcı sayıları ve oranları açısından bakıldığında esrar ve afyon ülkelerin hemen tamamında bulunmakla birlikte özellikle Doğu ülkelerinde (İran, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Türkî cumhuriyetler ve Endonezya), Mısır, Fas ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde, kāt Yemen ve Doğu Afrika ülkelerinde daha çok tüketilir. Batı Afrika ülkelerinin de kokain kaçakçılığında geçiş bölgesi olması sebebiyle kokain tüketiminin yayılma tehlikesine mâruz kaldığı söylenebilir. Yine 2010 yılı raporuna göre İslâm ülkeleri içinde tüketim açısından en sorunlu ülkelerin, afyon ve türevlerini kullananların sayısının nüfusun % 1’ini aştığı İran (yaklaşık 1 milyon kişi), Afganistan ve Pakistan olduğu görülmektedir. Ayrıca kāt kullanımının önemli bir sorun haline geldiği Yemen’i (erkeklerin % 80’i, kadınların yaklaşık yarısı), Somali’yi ve nüfusunun üçte birinden fazlası müslüman olan Etiyopya’yı da saymak gerekir.
b) Esrar. Kullanıcıyı gerçek hayattan uzaklaştırıp hayal görmesine yol açan bir etki bırakır. Türkçe’de esrar, Arapça’da haşîş, Batı dillerinde İspanyolca kökenli marihuana adı verilen bu uyuşturucu Hint kenevirinden elde edilir. Hint kenevirinin değişik türleri birçok ülkede yetiştirilmektedir.
Esrar dünyada en yaygın kullanılan uyuşturucu maddedir ve eroin gibi daha güçlü bağımlılık yapan maddelere geçiş evresini oluşturur. Pakistan ve Hindistan gibi ülkelerde Hint kenevirine “bang” (bhang) denilir ve çokça tüketilen bang içeceği de bu bitkiden yapılır.
c) Kokain. Koka bitkisinin yapraklarından çıkarılır ve uyarıcılar grubunda yer alır. Güney Amerika kökenli bu bitki, sömürgecilik döneminden itibaren Endonezya ve Hindistan gibi tropikal bölgelerde de yetiştirilmiştir. Kokain geçici bir zindelik hissi verir. Yemen’de ve Doğu Afrika’da çokça üretilen ve bir diğer adı Habeş çayı olan “kāt” da (khat) uyarıcılar grubuna girer.
d) Amfetaminler. Doping amacıyla da kullanılan, yorgunluk hissini azaltıcı etki bırakan sentetik uyuşturuculardır. “Captagon” (fenetilin) ve “ecstasy” (MDMA, MDA vb.) denilen sentetik uyuşturucular da uyarıcılar grubunda yer alır.
Uyuşturucu maddelerin türleri ve sayıları özellikle kimya ilminin gelişmesiyle son 150 yılda çok artmışsa da afyon ve esrar eskiden beri kullanılır. İslâm’ın ilk ortaya çıktığı bölgenin insanları tarafından pek bilinmediği için Kur’an ve Sünnet’te madde bağımlılığıyla ilgili sadece şarap vb. alkollü içkiler üzerinde durulmuştur. İslâm’ın klasik medeniyet havzalarına hâkimiyet kurmasıyla birlikte bu maddeler tanınmaya başlanmışsa da yaygın kullanımı Moğol istilâsından sonraki döneme rastlar. Günümüzde Arapça’da “uyuşturucu maddeler” anlamındaki “muhaddirât” eski kaynaklarda geçmekle birlikte (İbn Sînâ, I, 329; II, 861, 1606; İbn Hacer el-Heytemî, IV, 233) daha çok bu maddelerin veya bazılarının niteliğini ifade için kullanılmış olup genel bir terim olarak kullanımı modern dönemde ortaya çıkmıştır. Eski kaynaklarda uyuşturucu maddeleri ifade etmek üzere çeşitli uyuşturucuların veya berş, macun, tiryak gibi uyuşturucu katılan ürünlerin adları zikredilmiştir. Bu maddeler için çok sayıda takma ad ve argo kelime bulunmuşsa da haşîş, benc ve efyûnun daha yaygın olduğu görülmektedir (Rosenthal, s. 19-41).
İlk beş asırlık dönemde tabiplerin ve botanikle uğraşanların ban otu, Hint keneviri ve haşhaş gibi uyuşturucu özelliğe sahip bitkileri tanıdıkları (meselâ bk. Ebû Bekir er-Râzî, I, 92, 158, 165 vd.; ayrıca bk. Tibi, s. 170-179), bunların çeşitli çevrelerde bilindiği, ancak yaygınlaşmadığı söylenebilir. Rosenthal, Ebû Bekir er-Râzî’nin Hint kenevirinden bahsetmediğini söylerse de (The Herb, s. 20) onun aynı bitkiyi ifade eden “şehdânec”den söz ettiğini (el-Ĥâvî, I, 158, 159, 369, tür.yer.) gözden kaçırmış olmalıdır. Bu bitkiler içerisinde Arapça’da ilk defa benc (beng) tanınmış görünmektedir (Halîl b. Ahmed, VI, 153). Bencin Arapça’ya Farsça’dan, Farsça’ya da Sanskritçe “bhanga”dan geçtiği, ancak Hindistan’da Hint kenevirini ifade eden bu kelimenin Farsça’ya girdikten sonra ban otu için kullanıldığı söylenir (Meyerhof, “Bandj”).
Ebû Bekir er-Râzî gibi İbn Sînâ da Hint keneviri karşılığında kınnâb ve şehdânec, ban otu için benc kelimelerine yer verir (el-Ķānûn, I, 434-435, 711, 733). Bununla birlikte bencin sadece ban otunu ifade etmediği, belli çevrelerde veya bazı dönemlerde bununla Hint keneviri ve diğer bitkilerden çıkarılan uyuşturucuların da kastedildiği anlaşılmaktadır. Nitekim Fuzûlî’nin Beng ü Bâde adlı eserinde beng “esrar” anlamında kullanılır. Esed b. Amr ve Müzenî gibi erken dönem fakihlerine atıfla bazı görüşler rivayet edilmekteyse de bencin fıkıh eserlerinde yer alması daha geç devirlere rastlar (meselâ bk. Serahsî, XXIV, 9, 18, 29, 34). Gazzâlî de bitkilerden ancak aklı, hayatı veya sağlığı yok edenlerin haram sayıldığını söylemekte ve benci de sarhoş edici olmamakla birlikte şarap ve diğer sarhoş ediciler gibi aklı izâle eden maddeler arasında saymaktadır (İhyâ, II, 92, 93).
Arapça’da “kuru ot” anlamındaki haşîşin esrarı ifade etmeye başladığı dönem tesbit edilememekle birlikte Selçuklular ve Eyyûbîler devrinde siyasî suikastlarıyla tanınan Haşhaşîler’in esrar kullandıkları bilinmektedir (bk. HAŞÎŞİYYE). Memlük devri tarihçileri ve fakihlerinin kayıtlarından esrar kullanımının VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Bencin yanı sıra haşîş / haşîşe ve afyon gibi maddelerin fıkıh eserlerinde yer alması Memlükler dönemine rastlar. Etiyopya kökenli kāt da bu maddelerden bir süre sonra yine Memlükler zamanında tanınıp yaygınlaşmıştır. Bedreddin ez-Zerkeşî, esrar kullanımının Haydariyye’nin şeyhi Haydar vasıtasıyla yaklaşık 550 (1155) yılında görüldüğüne dair bir rivayet aktarır (Zehrü’l-arîş, s. 90). İbn Teymiyye esrarın Moğollar’ın ortaya çıkış dönemine rastladığını, VI. (XII.) yüzyılın sonları ile VII. (XIII.) yüzyılın başlarında yenilmeye başlandığını söyler (es-Siyâsetü’ş-şer'iyye, s. 120; Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXXIV, 130, 136). Bu devirde özellikle Haydarîler ve Kalenderîler gibi derviş topluluklarında esrar ve bencin yaygın olduğu belirtilmektedir (Karamustafa, bk. bibl.). Nitekim Zerkeşî esrara verilen isimler arasında Haydariyye ve Kalenderiyye kelimelerini de sayar (Zehrü’l-arîş, s. 89-90). Hint kenevirinin aslında antik Yunan’dan beri tanındığını vurgulayan Makrîzî de esrarın yaygınlaşmasıyla ilgili aynı dönemleri işaret eder; yayılma coğrafyası hakkında biri Horasan’dan Irak’a ve daha batıya, diğeri Hindistan’dan Yemen’e, ardından Fâris’e, oradan Irak’a ve daha batıya yayıldığı şeklinde iki ayrı görüş nakleder (el-Hıtat, II, 126-129). Mısır’da önceleri izin verilen kenevir ve haşhaş türü bitkilerin üretimi ve ticareti bu maddelerin topluma verdiği zararları gören Sultan I. Baybars tarafından yasaklanmış, maddeler imha edilmiş, kullananlar ve satanlar cezalandırılmıştır. Uyuşturucu maddelere karşı bu tür yasaklama ve mücadeleler zaman zaman daha sıkı biçimde sürdürülmüştür. Aynı dönemden itibaren konuyla ilgili meseleler fıkıh kitaplarında yer almaya başlamış, ilk müstakil eserler de bu sıralarda yazılmıştır.
Osmanlılar döneminde afyon ve benc gibi uyuşturucu maddeler bir yandan ilâç yapımında ve tedavide kullanılırken öte yandan keyif verici olarak tüketimine karşı mücadeleye devam edilmiştir. Nitekim X. (XVI.) yüzyılda konuyla ilgili risâlelerin yazıldığı ve Kemalpaşazâde ile Ebüssuûd Efendi gibi şeyhülislâmların bunların kullanımını şiddetle menettiği, başta IV. Murad dönemi olmak üzere çeşitli devirlerde ağır cezaların uygulandığı bilinmektedir. Bu tedbirlerin kullanımı sınırlamasına rağmen hem haşhaş üretiminin Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yaygın oluşu hem de kahvehane kültürünün yayılmasıyla bir kısım kahvehanelerde uyuşturucu kullanımının düzenli bir faaliyet haline gelmesi bunu tamamen ortadan kaldıramamıştır (Kömeçoğlu, s. 66-67; Shefer-Mossensohn, s. 39-45, 157). Bu alışkanlığın daha yaygın görüldüğü İran’da da gerek Safevîler gerekse Kaçarlar döneminde zaman zaman yasaklamalar ve sert cezalarla uyuşturucu kullanımına son verilmek istenmişse de uyuşturucu bağımlılığı saraydan toplumun en alt kesimlerine kadar geniş bir alanda yaygınlaştığı için başarılı olunamamıştır. Safevîler devrinde kahvehanelerin yanı sıra hemen her kasabada bulunan kûknâr-hânelerde de haşhaş katılarak yapılan bir içki olan kûknâr sunulurdu (Matthee, s. 107-108). Afyon, aşırı dozda alındığında öldürücü olduğu bilindiğinden çeşitli suikast ve intihar vak‘alarında da kullanılmıştır (a.g.e., s. 104-105). XIX. yüzyılda İran’da uyuşturucu madde üretimi ve tüketimi ülkenin tahıl üretimini baltalayan önemli bir sorun haline gelmiştir.
Öte yandan XIX. yüzyılda dünya çapında etkileri olan Batı kaynaklı iki önemli gelişme meydana gelmiştir. Bir yandan uyuşturucu maddelerin uluslar arası ticaret metaı haline gelmesiyle meşhur afyon savaşlarına yol açan büyük kazançlar elde edilmeye başlanmış, diğer yandan kimya sanayiinin gelişimiyle daha zararlı ve daha fazla bağımlılık yapan sentetik uyuşturucular üretilmiştir. Bunun üzerine XX. yüzyılın başlarından itibaren uluslar arası sözleşmelerle uyuşturucu üretim ve ticaretinin kontrol altına alınmasına çalışılmış, çeşitli örgütler kurulmuştur (Yaşar, s. 98-121). Hemen her devlette uyuşturucuyla mücadeleye dair kanunlar çıkarılmış, uyuşturucu ticaretini kısıtlamaya yönelik cezalar konulmuştur. Uluslar arası sözleşmelerde uyuşturucu ve uyarıcı maddelerin neler olduğu sayılmış, kullanımı ve ticareti belli şartlara bağlanmıştır. Türkiye’de de bu maddelerin üretimi, alım satımı ya tamamen yasaklanmış veya çok sıkı kurallar altına alınmıştır. Ham uyuşturucular yanında eroin gibi sentetik uyuşturucular çok daha tehlikeli ve bağımlılıktan kurtuluşu çok daha zor olduğundan bağımlılığı azaltma veya tedavi etmeye, toplumu eğiterek önleyici tedbirler almaya yönelik çeşitli kurumlar oluşturulmuştur. Günümüzde Suudi Arabistan, İran, Singapur ve Çin gibi ülkeler uyuşturucu ticaretine idama kadar varan sert cezalar uygulamaktadır. Uluslar arası büyük ticaret hacmine ulaşan uyuşturucu maddelerin elde edildiği bitkilerin üretimi, Afganistan ve “altın üçgen” denilen Güneydoğu Asya ülkeleriyle (Myanmar, Tayland, Laos) Güney Amerika’da yaygınlaşmıştır.
Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Dairesi’nin (UNODC) 2010 Dünya Uyuşturucu Raporu’na göre 2008 yılı itibariyle dünyada 155-250 milyon yetişkin (15-64 yaş arası) uyuşturucu kullanmakta ve bunların % 10-15’ini ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya bulunan bağımlılar teşkil etmektedir. En büyük grubu esrar kullananlar (129-190 milyon) oluştururken amfetaminler ikinci sırada gelmekte, onu kokain ve afyon türevleri izlemektedir (kāt kullanımına raporda yer verilmemiştir). Aynı rapora göre en yaygın tüketilen uyuşturucular uluslar arası ticarete konu olan eroin ve kokain iken kenevir bitkisinden elde edilen esrarla amfetamin türü uyuşturucular daha çok mahallî şekilde üretilip tüketilmektedir. Ancak Afrika ve bazı Asya ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke hakkında yeterli veri bulunmaması dolayısıyla kullanımın yaygınlığı ve miktarı konusunda birçok husus henüz bilinmemektedir. Dünyada kenevir bitkisi Meksika, Paraguay, Kolombiya, Bolivya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Afganistan ve Fas dahil elliden fazla ülkede yaygın biçimde üretilmektedir. Kokain daha çok Güney Amerika’da (Kolombiya, Peru, Bolivya) elde edilip Batı ülkelerinde (Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği ülkeleri) tüketilmektedir. Afyon ve türevlerine gelince üretilen eroinin % 26’sı Avrupa Birliği ülkelerinde, % 21’i Rusya’da, % 13’ü Çin’de kullanılmakta, Pakistan (% 6), İran (% 5) ve Hindistan (% 5) onları izlemektedir. Öte yandan eroine dönüştürülmeyen afyonun yarısı İran (% 42) ve Afganistan’da (% 7) tüketilmekte, bu ülkeleri Hindistan, Pakistan ve Rusya takip etmektedir. Dolayısıyla bu afyonun büyük kısmı Afganistan ve civarındaki ülkelerde (Çin hariç) kullanılmaktadır. Haşhaş bitkisinin en büyük üreticisi Afganistan’dır, ardından Myanmar ve Meksika gelmektedir. 1990’lara kadar afyon ve türevlerinin büyük kısmını Güneydoğu Asya ülkeleri sağlarken son otuz yılda Afganistan’da üretim giderek artmıştır ve günümüzde % 90’a varan en büyük kısmı orada üretilmektedir.
İslâm ülkelerinin genelinde bağımlılığın yüksek olmadığı, Afganistan, İran ve Pakistan gibi birkaç ülke dışındaki İslâm ülkelerinin çoğunda afyon ve türevlerini kullananların yetişkin nüfusun % 1’inin altında kaldığı (meselâ Türkiye’de bu oran binde birin de altındadır) ve amfetaminlerin kullanımının da yine % 1’in altında olduğu söylenebilir. Ancak esrar ve kāt gibi doğal uyuşturucuların tüketim oranı daha yüksektir. 2010 yılı raporuna göre doğudan batıya İslâm ülkelerinde nüfusun % 2 ile % 5’inin esrar kullandığı, Kırgızistan, Lübnan, Cezayir ve Mısır’da bu oranın % 6’ya, Nijerya’da % 14’e ulaştığı tahmin edilmektedir. Ayrıca haşhaş, kāt ve muskat (cevzetü’t-tîb) gibi uyuşturucu bitkilerin keyif verici olarak tüketildiği veya yemeklerde kullanıldığı, muskatın Hint ve Endonezya mutfağında, Arap ülkelerinde çeşitli baharat terkiplerinde yer aldığı bilinmektedir. Amfetaminlerin ve reçeteli ilâçların kullanma oranının artma eğilimi gösterdiği, ayrıca çeşitli ülkelerdeki müslüman azınlıkların uyuşturucu tehlikesine mâruz kaldıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Kullanıcı sayıları ve oranları açısından bakıldığında esrar ve afyon ülkelerin hemen tamamında bulunmakla birlikte özellikle Doğu ülkelerinde (İran, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Türkî cumhuriyetler ve Endonezya), Mısır, Fas ve diğer Kuzey Afrika ülkelerinde, kāt Yemen ve Doğu Afrika ülkelerinde daha çok tüketilir. Batı Afrika ülkelerinin de kokain kaçakçılığında geçiş bölgesi olması sebebiyle kokain tüketiminin yayılma tehlikesine mâruz kaldığı söylenebilir. Yine 2010 yılı raporuna göre İslâm ülkeleri içinde tüketim açısından en sorunlu ülkelerin, afyon ve türevlerini kullananların sayısının nüfusun % 1’ini aştığı İran (yaklaşık 1 milyon kişi), Afganistan ve Pakistan olduğu görülmektedir. Ayrıca kāt kullanımının önemli bir sorun haline geldiği Yemen’i (erkeklerin % 80’i, kadınların yaklaşık yarısı), Somali’yi ve nüfusunun üçte birinden fazlası müslüman olan Etiyopya’yı da saymak gerekir.
Fıkıh.
Konu fıkıhta uyuşturucu maddelerin hükmü, temizliğe ve namaza etkisi, tedavi amaçlı kullanımı, ilgili bitkilerin üretimi ve alım satımı, kullanıcıların hukukî tasarrufları ve cezaî mesuliyetleri açısından ele alınmıştır. Modern dönem öncesinde uyuşturucu ticareti bugünkü kadar büyük boyutlarda olmadığından klasik kaynaklarda üretimi ve ticareti konusu kısaca ele alınmıştır ve tartışmalar genellikle afyon ve esrar etrafında dönmektedir. Uyuşturucuların bağımlılık yapma ve başkalarına zarar verme yönünden ziyade sarhoşluk verici olmalarına, kişinin sağlığına yönelik zararları ile günahlara ve ahlâkî zaaflara düşürmelerine ve ibadetlerden alıkoymalarına vurgu yapılır. İslâm’da hiçbir bitkinin esas itibariyle yasaklanmadığı, sadece sarhoş edici (müskir) özelliği bulunan ürünlerin kullanımı ile bitkilerin insan hayatına zarar verici şekilde kullanımı menedildiği için uyuşturucu maddelerin elde edildiği bitkiler zamanla yaygınlaşıp zararlı etkileri anlaşıldıkça bu açıdan tartışma konusu edilmiştir. Zehirli bitkilerin yenilmesi veya sularının içilmesi zararları dolayısıyla haram kılınmış olup tedavi maksadıyla yahut mal üretimi gibi başka amaçlarla kullanılmasına cevaz verilmiştir. Uyuşturucu maddelerin üretildiği bitkiler de zehirli bitkilere kıyasla ele alınmış, ilâç veya diğer malların üretiminde bunlara izin verilirken bunlardan çıkarılan uyuşturucuların keyif verici olarak kullanılmaması istenmiştir.
Kaynaklarda daha erken dönemlerde yaşamış âlimlerin görüşlerine atıflar varsa da konuyu Hicri VII. (XIII.) yüzyıl ve sonrasında yaşamış âlimler etraflıca tartışmıştır. Mezhep farkı bulunmaksızın fakihlerin esrar, afyon ve diğer uyuşturucuları kullanmanın haramlığı noktasında birleştikleri görülmektedir. En azından ilk devirlerde bazı dervişlerden ve diğer kesimlerden haramlık hükmüne itiraz edenler çıkmıştır. Muhtemelen Haydariyye ve Kalenderiyye mensuplarıyla karşılaşan İbn Teymiyye onların esrar kullanımına dair gerekçelerini naklederek şiddetle eleştirir. Buna göre söz konusu dervişler gıybet gibi haramlardan kaçınmada ve namaz gibi ibadetleri edada yardımcı olması için esrar içtiklerini, onun kendilerine şevk verdiğini ileri sürerken bazıları da esrarın zihinlerini tasfiyeye ve çeşitli ilimleri öğrenmeye yardım ettiğini söylemekte, onu “fikir ve zikir madeni” diye övmektedir. Bir kısmı da insanları ancak bu gibi vasıtalarla kötülüklerden alıkoyup ibadetlere ve zühde yöneltebildiklerini, aksi takdirde bu kişilerin yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri işleyeceklerini ileri sürmüştür (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XIV, 260-261; XXXIV, 134). Günümüzde de Yemen’de kātın mubahlığını savunanlar, “Eşyada aslolan ibâhadır” kaidesine dayanmakta ve kātın insanı uyuşturmadığını, sarhoşluk vermediğini, bedeni zaafa düşürmediğini, düşünceye ve organlara zindelik kazandırdığını, çalışkanlığı arttırdığını, kahve ve çaya benzediğini, öte yandan bu alışkanlık sebebiyle bazı kişilerin namazları vaktinde kılmamalarının veya dar gelirlilerin ailelerine harcayacakları parayı kāta harcamalarının şahsî bir zaaf olduğunu ileri sürmektedirler. Kāt kullanımının yayıldığı dönemlerde eserini yazan İbn Hacer el-Heytemî lehte veya aleyhte görüş beyan edenlerin onun zindelik verdiği hususunda birleştiklerini, en azından müştebihattan sayıldığı için ondan sakınılması gerektiğini söyler (Tahzîrü’s-sikat, IV, 227-228). Kāt hakkında görüş ileri sürenler Şevkânî’nin birçok kāt türünü denediğini, haramlığı gerektirecek bir husus görmediği, ancak uyuşturucu özelliğe sahip bir türü bulunur ve bazı kimselere zarar verirse onlarla sınırlı kalmak şartıyla haram olacağı yolundaki görüşlerini de (el-Bahŝü’l-müsfir, VIII, 4211) kendi bakış açılarına göre yorumlarlar.
Bilhassa II. Dünya Savaşı’ndan sonra kāt kullanımının çok yaygınlaşması üzerine Arap dünyasında gerek sağlığa gerekse iktisadî hayata yönelik zararları etrafında başlayan tartışmalar halen devam etmektedir. Başta Suudi Arabistan, Mısır, Sudan ve Fas olmak üzere birçok Arap ülkesiyle Batı ülkelerinde kāt uyuşturucu maddeler listesine konularak yasaklanırken Etiyopya, Yemen ve Somali’nin karşı çıkmasıyla uluslar arası düzeyde yasak kapsamına alınamamıştır. Dünya Sağlık Teşkilâtı 1980 yılında aldığı bir kararla kātı uyuşturucular listesine almıştır. Arap dünyasında uyuşturucu maddelerin tıpta kullanımı ve uyuşturucuyla mücadele gibi konulara dair çeşitli sempozyum ve konferanslarda kātın zararları dile getirildiği gibi çeşitli eserlerde de bu konuya yer verilir (meselâ bk. Mâcid Ebû Ruhayye, s. 361-371).
Fakihler, uyuşturucu maddelerin haramlığında ittifak etmekle birlikte hükmün illeti ve delillendirilmesi yönünden farklı kanaatler belirtirler. İbn Teymiyye ve Zerkeşî gibi birçok âlim esrar, afyon vb. uyuşturucu maddeleri şaraba kıyaslamış, onların da sarhoş edicilik vasfına sahip olduğunu söyleyerek, “Her müskir haramdır” hadisi kapsamında (Müslim, “Eşribe”, 67-75) değerlendirmiştir. Ayrıca, “Hz. Peygamber müskir ve müfettir olan her şeyi nehyetti” hadisinde geçen (Müsned, VI, 309; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) müfettir “gevşeklik veren ve uyuşturan şey” anlamına geldiğinden esrar ve afyonun da bu hadisin kapsamında yer aldığı ifade edilmiştir. Aynı âlimler şarabın yol açtığı kötülüklerin bu maddelerde fazlasıyla bulunduğunu, mizacı bozduğunu, deliliğe ve çeşitli ahlâksızlıklara sebebiyet verdiğini vurgulamışlardır. Öte yandan Şehâbeddin el-Karâfî söz konusu maddelerin ifsat edici ve uyuşturucu niteliklerine rağmen müskir sayılmadığını, etkilerinin farklı olduğunu, dolayısıyla şaraba kıyaslanamayacağını ileri sürmüştür (el-Furûķ, I, 374-381). Bu görüş farklılıklarının fer‘î hükümler açısından bazı neticeleri vardır. Karâfî bu maddelerin yenilmesi halinde had cezası değil ta‘zîr cezası verileceği, maddelerin necis sayılmadığı, dolayısıyla üzerinde taşıyanın namazının sahih kabul edileceği kanaatindedir. Müskir olarak görenlerin bir kısmı da bu konularda Karâfî gibi düşünürken İbn Teymiyye ve ondan sonra gelen Hanbelîler adı geçen maddelerin necis olduğunu, üzerinde taşıyanın namazının bâtıl sayılacağını, sarhoş etmeyecek kadar az miktarda alınsa bile had cezası (içki haddi) verileceğini ve helâl görenlerin tekfir edileceğini söylerler. Ancak İbn Teymiyye benc kullanımını haram saymakla birlikte müskir maddelerden addetmez ve onu kullanan için ta‘zîr cezası öngörür. Temizlik konusunda sıvı ve katı olması veya ham durumda bulunması ile kavrulma gibi bir işlemden geçirilmesi arasında ayırım yaparak sıvı halde veya işlenmiş olanı şaraba kıyasla necis kabul eden görüşler de vardır. Dolayısıyla cumhura göre bu maddeler kural olarak temizdir ve kullanana içki haddi değil ta‘zîr cezası uygulanır; helâl gören dalâlet üzere bulunmakla birlikte tekfir edilmez. Tedavi amacı dışında kullanılan uyuşturucunun etkisinde iken geçirilen namazların kazâ edilmesi gerektiği hususunda görüş birliği vardır. Uyuşturucu etkisinde namaz kılınması halinde müskir görüşünde olanlara göre bu namazın iadesi veya kazâsı gerekir.
Bu tür maddelerin sarhoşluk yahut uyuşturma derecesine varmayan az miktarda kullanımı konusunda da farklı görüşler vardır. Bunları müskir kabul eden âlimler kullanıma cevaz vermezken bazıları, bağımlılık yapmayacak ve zarar vermeyecek kadar az miktarda kullanımının câiz olabileceğini söylemişlerdir. Ancak bu görüşün ileri sürüldüğü dönemlerde bu maddelerin tabii ve ham halde kullanılmasına karşılık günümüzde birçok maddenin az miktarda kullanımının bile bağımlılığı başlattığından veya daha etkili uyuşturuculara basamak teşkil ettiğinden ikinci görüşün isabetsiz sayıldığı ve sedd-i zerâi‘ kaidesine dayanarak az miktarda alınmasının da menedilmesi gerektiği söylenebilir. Öte yandan çeşitli ağır vak‘aları tedavide zorunlu olması gibi istisnaî hallerde bu maddelerin tabiplerce gerekli görülen miktarda kullanılabileceği genel kabul görmüştür. Ayrıca bağımlının tedavisinde hastanın tedrîcî şekilde vazgeçmesini sağlamak amacıyla tabip kontrolünde azaltılarak verilebilir. Burada hastaya uyuşturucu verilmesi muztar kalan kişinin haram şeyden ölmeyecek kadar yiyip içmesine izin verilmesi gibidir. Fakat eski dönemlerden beri tedavi amacıyla dahi kullanılmasına cevaz vermeyenler de vardır, gerekçeleri de haram bir maddeyle tedaviyi nehyeden hadislerdir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 11).
Uyuşturucu maddeleri kullanan kişilerin maddenin etkisinde kaldıkları süre içinde tasarruflarının hükmü de ele alınmıştır. Cezaî mesuliyetleri bulunduğu, bir mala zarar vermeleri halinde tazminle yükümlü oldukları ittifakla kabul edilirken diğer tasarruflarında görüş farklılığı ortaya çıkmıştır. Hanefîler, Şâfiîler ve Hanbelîler’de müteahhir dönemlerde ağırlık kazanan görüşe göre talâkın geçerliliği kabul edilmiştir. Bunun gerekçesi caydırıcılığın sağlanması ve kişinin kendi mâsiyetinin neticesine katlanmasıdır. Alım satım, yemin, şahitlik ve ikrar gibi tasarrufları konusunda da farklı görüşler vardır. Hemen her mezhepte mevcut bir kavle göre bu halde kişinin aklî dengesi yerinde sayılmadığından talâk dahil tasarrufları geçersiz sayılmıştır. Esrar kullanan kimsenin imamlık yapıp yapamayacağı da tartışılmış, İbn Teymiyye böyle kişilerin imam olamayacağını ve azledilmeleri gerektiğini söylemiştir (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXIII, 202-204).
Bu tür bitkilerin ekimi ve ticaretinin yapılması konusunda klasik dönemde tamamen yasaklama veya az miktarda alım satımına izin verme şeklinde görüşler mevcuttur; az miktarına cevaz verenler bunun meşrû amaçla satılmasını vurgulamışlar, keyif verici olarak kullanacağı bilinen kimselere satışını câiz görmemişler, bu şekilde satış yapan kimselere ta‘zîr cezası öngörmüşlerdir. Ancak günümüzde uyuşturucu ticaretinin yol açtığı büyük yıkım dolayısıyla uyuşturucuların şaraba kıyaslanamayacağı, bu sebeple içki haddi yerine ta‘zîren katil gibi daha ağır cezaların verilmesini savunanlar olduğu gibi suçun hirâbe veya bağy haddi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyleyenler de vardır (Abdullah b. Sâlih el-Hadîsî, s. 477-478). Zamanımızda bu görüşleri benimseyen bir kısım ülkelerde uyuşturucu kaçakçılarına idama kadar varan ağır cezalar verilmektedir.
Fıkıhta genel bir kural olarak bir haramı işleyen kadar onu işlemeye teşvik eden veya üretim, taşıma, satış gibi çeşitli şekillerde işlenmesine yardım edenler de o harama ortak sayılır ve bundan menedilmeleri gerekir. Günümüzde uyuşturucu kullanımı bireysel bir sorun olmaktan çıkmış, bütün ülkeleri ve toplumları tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır. Büyük yatırım gerektirmeden yüksek kârlar elde etmeyi sağlayan uyuşturucu ticaretinin bir yandan silâh satışı, fuhuş ve kumar sektörleriyle, bir yandan da mafya, terör ve sömürgecilik faaliyetleriyle iç içe geçtiği, bazı ülkelerin ekonomisine hâkim olduğu ve uyuşturucu ile mücadelenin hemen her ülkenin ana gündeminde yer aldığı görülmektedir. Mevcut şartlarda uyuşturucuyla mücadelenin sonuç verebilmesi için konunun eğitimden sağlığa, güvenlikten uluslar arası ekonomik ve diplomatik ilişkilere kadar çok boyutlu olarak ele alınması ve gerçekçi adımların atılması kaçınılmazdır.
İnsanın dünya ve âhiret mutluluğu İslâm’ın ana hedefini teşkil ettiğinden din, can, akıl, nesil ve mal emniyetinin sağlanması şeklinde özetlenen temel prensipler çerçevesinde düşünüldüğünde, sadece alkollü içkilerin değil beden ve ruh sağlığını tehdit eden her zararlı maddenin yasaklanmasının söz konusu prensiplerin gereği olduğu âşikârdır. Aklî ve ruhî dengeyi bozan, kişinin iradesini elinden alan, düşünme gücünü yok eden, bedenini harap eden, dolayısıyla hem yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyen hem de kötülükler karşısında zaafa düşüren uyuşturucu maddelerin ve yeryüzünde fesat çıkarma kapsamında yer alan uyuşturucu ticaretinin haramlık hükmünü alması tabiidir. Ancak bu hükmün beklenen sonucu verebilmesi için yukarıda kısmen temas edilen çok boyutlu önleyici ve ıslah edici tedbirlerin alınması gereklidir.
Erken dönemlerden itibaren bitki ve ilâçlara dair eserlerde bu konuya yer verildiği gibi özellikle Memlükler döneminden itibaren klasik fıkıh eserlerinde, fetva kitaplarında da konu ele alınmış, ayrıca müstakil çalışmalar yapılmıştır (bir liste için bk. Rosenthal, s. 5-18; Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 436-437). Bedreddin ez-Zerkeşî, Akfehsî ve İbn Hacer el-Heytemî’nin eserleri gibi konuyu nisbeten genişçe işleyen eserlerden bir kısmı basılmıştır. Ebû Bekir el-Bedrî’nin Râhatü’l-ervâh (Rosenthal, s. 13-15), Kemalpaşazâde’nin Risâle fî hurmeti’l-afyûn ve’l-benc (Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 453, vr. 85b-88b) ve Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî’nin Zıllü’l-arîş fî men'i hilli’l-benc ve’l-haşîş (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2718, vr. 2-16) adlı risâleleri gibi bazıları ise henüz yazma halindedir. Modern dönemde konuyu çeşitli açılardan ele alan çok sayıda ilmî çalışma yapılmıştır.
Kaynaklarda daha erken dönemlerde yaşamış âlimlerin görüşlerine atıflar varsa da konuyu Hicri VII. (XIII.) yüzyıl ve sonrasında yaşamış âlimler etraflıca tartışmıştır. Mezhep farkı bulunmaksızın fakihlerin esrar, afyon ve diğer uyuşturucuları kullanmanın haramlığı noktasında birleştikleri görülmektedir. En azından ilk devirlerde bazı dervişlerden ve diğer kesimlerden haramlık hükmüne itiraz edenler çıkmıştır. Muhtemelen Haydariyye ve Kalenderiyye mensuplarıyla karşılaşan İbn Teymiyye onların esrar kullanımına dair gerekçelerini naklederek şiddetle eleştirir. Buna göre söz konusu dervişler gıybet gibi haramlardan kaçınmada ve namaz gibi ibadetleri edada yardımcı olması için esrar içtiklerini, onun kendilerine şevk verdiğini ileri sürerken bazıları da esrarın zihinlerini tasfiyeye ve çeşitli ilimleri öğrenmeye yardım ettiğini söylemekte, onu “fikir ve zikir madeni” diye övmektedir. Bir kısmı da insanları ancak bu gibi vasıtalarla kötülüklerden alıkoyup ibadetlere ve zühde yöneltebildiklerini, aksi takdirde bu kişilerin yol kesme, adam öldürme gibi kötülükleri işleyeceklerini ileri sürmüştür (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XIV, 260-261; XXXIV, 134). Günümüzde de Yemen’de kātın mubahlığını savunanlar, “Eşyada aslolan ibâhadır” kaidesine dayanmakta ve kātın insanı uyuşturmadığını, sarhoşluk vermediğini, bedeni zaafa düşürmediğini, düşünceye ve organlara zindelik kazandırdığını, çalışkanlığı arttırdığını, kahve ve çaya benzediğini, öte yandan bu alışkanlık sebebiyle bazı kişilerin namazları vaktinde kılmamalarının veya dar gelirlilerin ailelerine harcayacakları parayı kāta harcamalarının şahsî bir zaaf olduğunu ileri sürmektedirler. Kāt kullanımının yayıldığı dönemlerde eserini yazan İbn Hacer el-Heytemî lehte veya aleyhte görüş beyan edenlerin onun zindelik verdiği hususunda birleştiklerini, en azından müştebihattan sayıldığı için ondan sakınılması gerektiğini söyler (Tahzîrü’s-sikat, IV, 227-228). Kāt hakkında görüş ileri sürenler Şevkânî’nin birçok kāt türünü denediğini, haramlığı gerektirecek bir husus görmediği, ancak uyuşturucu özelliğe sahip bir türü bulunur ve bazı kimselere zarar verirse onlarla sınırlı kalmak şartıyla haram olacağı yolundaki görüşlerini de (el-Bahŝü’l-müsfir, VIII, 4211) kendi bakış açılarına göre yorumlarlar.
Bilhassa II. Dünya Savaşı’ndan sonra kāt kullanımının çok yaygınlaşması üzerine Arap dünyasında gerek sağlığa gerekse iktisadî hayata yönelik zararları etrafında başlayan tartışmalar halen devam etmektedir. Başta Suudi Arabistan, Mısır, Sudan ve Fas olmak üzere birçok Arap ülkesiyle Batı ülkelerinde kāt uyuşturucu maddeler listesine konularak yasaklanırken Etiyopya, Yemen ve Somali’nin karşı çıkmasıyla uluslar arası düzeyde yasak kapsamına alınamamıştır. Dünya Sağlık Teşkilâtı 1980 yılında aldığı bir kararla kātı uyuşturucular listesine almıştır. Arap dünyasında uyuşturucu maddelerin tıpta kullanımı ve uyuşturucuyla mücadele gibi konulara dair çeşitli sempozyum ve konferanslarda kātın zararları dile getirildiği gibi çeşitli eserlerde de bu konuya yer verilir (meselâ bk. Mâcid Ebû Ruhayye, s. 361-371).
Fakihler, uyuşturucu maddelerin haramlığında ittifak etmekle birlikte hükmün illeti ve delillendirilmesi yönünden farklı kanaatler belirtirler. İbn Teymiyye ve Zerkeşî gibi birçok âlim esrar, afyon vb. uyuşturucu maddeleri şaraba kıyaslamış, onların da sarhoş edicilik vasfına sahip olduğunu söyleyerek, “Her müskir haramdır” hadisi kapsamında (Müslim, “Eşribe”, 67-75) değerlendirmiştir. Ayrıca, “Hz. Peygamber müskir ve müfettir olan her şeyi nehyetti” hadisinde geçen (Müsned, VI, 309; Ebû Dâvûd, “Eşribe”, 5) müfettir “gevşeklik veren ve uyuşturan şey” anlamına geldiğinden esrar ve afyonun da bu hadisin kapsamında yer aldığı ifade edilmiştir. Aynı âlimler şarabın yol açtığı kötülüklerin bu maddelerde fazlasıyla bulunduğunu, mizacı bozduğunu, deliliğe ve çeşitli ahlâksızlıklara sebebiyet verdiğini vurgulamışlardır. Öte yandan Şehâbeddin el-Karâfî söz konusu maddelerin ifsat edici ve uyuşturucu niteliklerine rağmen müskir sayılmadığını, etkilerinin farklı olduğunu, dolayısıyla şaraba kıyaslanamayacağını ileri sürmüştür (el-Furûķ, I, 374-381). Bu görüş farklılıklarının fer‘î hükümler açısından bazı neticeleri vardır. Karâfî bu maddelerin yenilmesi halinde had cezası değil ta‘zîr cezası verileceği, maddelerin necis sayılmadığı, dolayısıyla üzerinde taşıyanın namazının sahih kabul edileceği kanaatindedir. Müskir olarak görenlerin bir kısmı da bu konularda Karâfî gibi düşünürken İbn Teymiyye ve ondan sonra gelen Hanbelîler adı geçen maddelerin necis olduğunu, üzerinde taşıyanın namazının bâtıl sayılacağını, sarhoş etmeyecek kadar az miktarda alınsa bile had cezası (içki haddi) verileceğini ve helâl görenlerin tekfir edileceğini söylerler. Ancak İbn Teymiyye benc kullanımını haram saymakla birlikte müskir maddelerden addetmez ve onu kullanan için ta‘zîr cezası öngörür. Temizlik konusunda sıvı ve katı olması veya ham durumda bulunması ile kavrulma gibi bir işlemden geçirilmesi arasında ayırım yaparak sıvı halde veya işlenmiş olanı şaraba kıyasla necis kabul eden görüşler de vardır. Dolayısıyla cumhura göre bu maddeler kural olarak temizdir ve kullanana içki haddi değil ta‘zîr cezası uygulanır; helâl gören dalâlet üzere bulunmakla birlikte tekfir edilmez. Tedavi amacı dışında kullanılan uyuşturucunun etkisinde iken geçirilen namazların kazâ edilmesi gerektiği hususunda görüş birliği vardır. Uyuşturucu etkisinde namaz kılınması halinde müskir görüşünde olanlara göre bu namazın iadesi veya kazâsı gerekir.
Bu tür maddelerin sarhoşluk yahut uyuşturma derecesine varmayan az miktarda kullanımı konusunda da farklı görüşler vardır. Bunları müskir kabul eden âlimler kullanıma cevaz vermezken bazıları, bağımlılık yapmayacak ve zarar vermeyecek kadar az miktarda kullanımının câiz olabileceğini söylemişlerdir. Ancak bu görüşün ileri sürüldüğü dönemlerde bu maddelerin tabii ve ham halde kullanılmasına karşılık günümüzde birçok maddenin az miktarda kullanımının bile bağımlılığı başlattığından veya daha etkili uyuşturuculara basamak teşkil ettiğinden ikinci görüşün isabetsiz sayıldığı ve sedd-i zerâi‘ kaidesine dayanarak az miktarda alınmasının da menedilmesi gerektiği söylenebilir. Öte yandan çeşitli ağır vak‘aları tedavide zorunlu olması gibi istisnaî hallerde bu maddelerin tabiplerce gerekli görülen miktarda kullanılabileceği genel kabul görmüştür. Ayrıca bağımlının tedavisinde hastanın tedrîcî şekilde vazgeçmesini sağlamak amacıyla tabip kontrolünde azaltılarak verilebilir. Burada hastaya uyuşturucu verilmesi muztar kalan kişinin haram şeyden ölmeyecek kadar yiyip içmesine izin verilmesi gibidir. Fakat eski dönemlerden beri tedavi amacıyla dahi kullanılmasına cevaz vermeyenler de vardır, gerekçeleri de haram bir maddeyle tedaviyi nehyeden hadislerdir (Ebû Dâvûd, “Ŧıb”, 11).
Uyuşturucu maddeleri kullanan kişilerin maddenin etkisinde kaldıkları süre içinde tasarruflarının hükmü de ele alınmıştır. Cezaî mesuliyetleri bulunduğu, bir mala zarar vermeleri halinde tazminle yükümlü oldukları ittifakla kabul edilirken diğer tasarruflarında görüş farklılığı ortaya çıkmıştır. Hanefîler, Şâfiîler ve Hanbelîler’de müteahhir dönemlerde ağırlık kazanan görüşe göre talâkın geçerliliği kabul edilmiştir. Bunun gerekçesi caydırıcılığın sağlanması ve kişinin kendi mâsiyetinin neticesine katlanmasıdır. Alım satım, yemin, şahitlik ve ikrar gibi tasarrufları konusunda da farklı görüşler vardır. Hemen her mezhepte mevcut bir kavle göre bu halde kişinin aklî dengesi yerinde sayılmadığından talâk dahil tasarrufları geçersiz sayılmıştır. Esrar kullanan kimsenin imamlık yapıp yapamayacağı da tartışılmış, İbn Teymiyye böyle kişilerin imam olamayacağını ve azledilmeleri gerektiğini söylemiştir (Mecmû'atü’l-fetâvâ, XXIII, 202-204).
Bu tür bitkilerin ekimi ve ticaretinin yapılması konusunda klasik dönemde tamamen yasaklama veya az miktarda alım satımına izin verme şeklinde görüşler mevcuttur; az miktarına cevaz verenler bunun meşrû amaçla satılmasını vurgulamışlar, keyif verici olarak kullanacağı bilinen kimselere satışını câiz görmemişler, bu şekilde satış yapan kimselere ta‘zîr cezası öngörmüşlerdir. Ancak günümüzde uyuşturucu ticaretinin yol açtığı büyük yıkım dolayısıyla uyuşturucuların şaraba kıyaslanamayacağı, bu sebeple içki haddi yerine ta‘zîren katil gibi daha ağır cezaların verilmesini savunanlar olduğu gibi suçun hirâbe veya bağy haddi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söyleyenler de vardır (Abdullah b. Sâlih el-Hadîsî, s. 477-478). Zamanımızda bu görüşleri benimseyen bir kısım ülkelerde uyuşturucu kaçakçılarına idama kadar varan ağır cezalar verilmektedir.
Fıkıhta genel bir kural olarak bir haramı işleyen kadar onu işlemeye teşvik eden veya üretim, taşıma, satış gibi çeşitli şekillerde işlenmesine yardım edenler de o harama ortak sayılır ve bundan menedilmeleri gerekir. Günümüzde uyuşturucu kullanımı bireysel bir sorun olmaktan çıkmış, bütün ülkeleri ve toplumları tehdit eden bir boyuta ulaşmıştır. Büyük yatırım gerektirmeden yüksek kârlar elde etmeyi sağlayan uyuşturucu ticaretinin bir yandan silâh satışı, fuhuş ve kumar sektörleriyle, bir yandan da mafya, terör ve sömürgecilik faaliyetleriyle iç içe geçtiği, bazı ülkelerin ekonomisine hâkim olduğu ve uyuşturucu ile mücadelenin hemen her ülkenin ana gündeminde yer aldığı görülmektedir. Mevcut şartlarda uyuşturucuyla mücadelenin sonuç verebilmesi için konunun eğitimden sağlığa, güvenlikten uluslar arası ekonomik ve diplomatik ilişkilere kadar çok boyutlu olarak ele alınması ve gerçekçi adımların atılması kaçınılmazdır.
İnsanın dünya ve âhiret mutluluğu İslâm’ın ana hedefini teşkil ettiğinden din, can, akıl, nesil ve mal emniyetinin sağlanması şeklinde özetlenen temel prensipler çerçevesinde düşünüldüğünde, sadece alkollü içkilerin değil beden ve ruh sağlığını tehdit eden her zararlı maddenin yasaklanmasının söz konusu prensiplerin gereği olduğu âşikârdır. Aklî ve ruhî dengeyi bozan, kişinin iradesini elinden alan, düşünme gücünü yok eden, bedenini harap eden, dolayısıyla hem yükümlülüklerini yerine getirmesini engelleyen hem de kötülükler karşısında zaafa düşüren uyuşturucu maddelerin ve yeryüzünde fesat çıkarma kapsamında yer alan uyuşturucu ticaretinin haramlık hükmünü alması tabiidir. Ancak bu hükmün beklenen sonucu verebilmesi için yukarıda kısmen temas edilen çok boyutlu önleyici ve ıslah edici tedbirlerin alınması gereklidir.
Erken dönemlerden itibaren bitki ve ilâçlara dair eserlerde bu konuya yer verildiği gibi özellikle Memlükler döneminden itibaren klasik fıkıh eserlerinde, fetva kitaplarında da konu ele alınmış, ayrıca müstakil çalışmalar yapılmıştır (bir liste için bk. Rosenthal, s. 5-18; Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 436-437). Bedreddin ez-Zerkeşî, Akfehsî ve İbn Hacer el-Heytemî’nin eserleri gibi konuyu nisbeten genişçe işleyen eserlerden bir kısmı basılmıştır. Ebû Bekir el-Bedrî’nin Râhatü’l-ervâh (Rosenthal, s. 13-15), Kemalpaşazâde’nin Risâle fî hurmeti’l-afyûn ve’l-benc (Süleymaniye Ktp., Hafîd Efendi, nr. 453, vr. 85b-88b) ve Radıyyüddin İbnü’l-Hanbelî’nin Zıllü’l-arîş fî men'i hilli’l-benc ve’l-haşîş (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2718, vr. 2-16) adlı risâleleri gibi bazıları ise henüz yazma halindedir. Modern dönemde konuyu çeşitli açılardan ele alan çok sayıda ilmî çalışma yapılmıştır.
Türkiye Diyanet Vakfı,
İslam Ansiklopedisi
Tuncay Başaroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder