22 Eylül 2015 Salı

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 4 * KUR'ÂN-I KERİM

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 4
Kur’ân, Kur’ân'ı nasıl tavsif eder?
Kur’ân Allah (cc.) Tarafından İndirilmiştir.

     Kur’ân-ı Kerim, tarihin birçok döneminde kullarına vahiy gönderen Yüce Rabbimiz (cc.) tarafından indirilmiştir. Bu hususta Kur’ân-ı Kerim, kendisinin “Hüküm ve hikmet sahibi, çok övülen Allah (cc.) tarafından…” ve “O'nun izniyle” indirildiğini, bunda da hiç şüphe olmadığını söyler. Çünkü o, Allah (cc.)’tan başkası tarafından kendisine isnat edilerek uydurulmuş bir kitap değildir. Kur’an-ı Kerim'e iman eden müminlerin, Kur’an-ı Kerim'in tartışmasız Rablerinden gelen bir gerçek olduğu konusunda asla bir şüphe duymamaları gerekir.

     Kur’ân-ı Kerim'i tebliğ eden Hz. Peygamber (sav.)’e müşriklerden bazıları muhtelif isnatlarda bulunarak ona gelen vahyi değersiz kılmaya çalışarak Kur’ân-ı Kerim'in bir şâir veya kâhin sözü olduğunu söylemişlerdi. Buna karşı Kur’ân-ı Kerim; kendisini kastederek, “O, bir şâir sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz? Bir kâhin sözü de değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz? Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.” demiştir.
     Kur’ân-ı Kerim Cebrail (as.) Vasıtasıyla Vahyolunmuştur.
     Kur’ân-ı Kerim'den öğrendiğimize göre Allah (cc.)’ın bir insanla iletişimi ya bir vahiy ile yahut perde arkasından konuşmakla ya da katından kullarına gönderdiği bir elçi-melek ile olagelmiştir. Bu vahiy meleğinin adı Cebrâil (as.)’dir. Kur’ân-ı Kerim onu bize anlatırken “elçi/resûl” olarak zikrettiği gibi 122 “Cibrîl” Rûh, Rûhu’l-emîn ve Rûhu’l-kudüs olarak da anmıştır. Cibrîl’in şahsiyeti,”… Arş’ın sahibi katından değerli, güçlü, sözü dinlenen ve güvenilen şerefli bir elçi…” şeklinde açıklanır.
     Buna göre Yüce Rabbimiz (cc.) tarafından gelen Kitabın içinde bir kuşku olmadığı gibi ona elçilik görevi ile görevli meleğin kendisinde de bir töhmet asla bulunmamaktadır. O emîn bir elçidir: “Gerçekten o (Kur’ân), âlemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. Onu Ruhu’l-emin indirmiştir…”
     Kur’ân Korunmuş Bir Kitaptır.
     Kur’ân-ı Kerim, Levh-i Mahfuz’dan, tertemiz elçilerin eliyle şeytanların tasallutundan korunarak indirilmiş olup, kendisine dışarıdan herhangi bir müdahale bulunmamaktadır. O, gerek geldiği menşe’ açısından gerekse vahyin kendisi ile bize ulaştığı elçi açısından şüphe ihtiva etmemektedir. Vahyin sahibi olan Allah (cc.), vahye yönelik Nebî’nin (sav.) bir müdahalesinin olmadığını belirterek “…Eğer (Muhammed), bazı laflar uydurup bize iftira etseydi, elbette onun sağ eli (veya gücü) ni alırdık. Sonra onun can damarını keserdik.” buyurur.
     Anlaşılan odur ki, Kur’ân-ı Kerim, Peygamber (sav.)'in kalbinde ilahi bir denetimle korunmuştur. Bunun sonucu olarak Kur’ân-ı Kerim vahyi, Hz. Peygamber (sav.)’in hafızasında eksiksiz bir şekilde cem’ edilmiş, unutması -Allah’ın diledikleri hariç- tamamıyla engellenmiştir. Vahyin korunmuşluğu konusunda en açık teminatı Yüce Rabbimizin “Hiç şüphesiz, zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.” meâlindeki âyetlerde görürüz.

     Kur’ân-ı Kerim Arapça Olarak İndirilmiştir.
     Yüce Yaratıcının tarihte seçtiği tüm elçilerine uyguladığı bir kuralı vardır. O da her peygambere vahyini kendi kavminin lisanı ile göndermiş olmasıdır. Bu kuralı şu âyette açıkça görürüz: “Biz her peygamberi, ancak kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara (Allah’ın emirlerini) iyice açıklasın…”
     Bir ümmete gönderilen ilahi kitabın, o ümmetin diliyle gönderilmesi kadar doğal bir şey düşünülemez. Çünkü insan ne ile sorumlu tutulduğunu, ilâhî irâdeye uygun hareket tarzlarının neler olduğunu bilmeden bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi mümkün değildir. Zaten muhataplara anlamadıkları bir dille direktifler verilmiş olsaydı, onlar buna itiraz ederlerdi. Kur’ân-ı Kerim, kâfirlerin böyle bir itirazına, “...Eğer biz onu yabancı bir dilden bir Kur’ân kılsaydık, diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilatlı bir şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab’a yabancı dilden (kitap) olur mu?...” ifadeleriyle işaret eder.
     Arapça, Arap yarımadasının büyük bölümünde konuşulan Sâmî dil kolunun konuştuğu dilin adıdır. Ve zengin bir kullanım özelliğine sahiptir. Aynı formatta başta dillerde bulunmayan birçok özelliği bünyesinde taşımaktadır. Bu dil, en kapsamlı ve etkili biçimde bir şeyi beyan etme özelliğine sahip olması yanında, saf ve arı-duru bir dil olması, zengin bir kelime hazinesine sahip bulunması, besteli bir dil yapısına sahip olması, morfolojik yapı zenginliği, ahenk ve tanin (sesin uzatılması) gibi hususiyetleriyle temayüz etmiştir. Ancak dilin tüm bu özellikleriyle birlikte son vahyin Arapça olarak nazil olmasının temel amacı, insanların vahyi anlayabilmeleridir. Âyet-i Kerimeler'de bu hususa işaret edilerek “Gerçekten biz, akıl erdirirsiniz diye, onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” denilir. Benzer anlam başka bir âyette, “Bilen bir kavim için, âyetleri (çeşitli biçimlerde, birer birer) ‘fasıllar halinde açıklanmış’ Arapça Kur’ân (veya okunan) kitaptır.” şeklinde dile getirilir.

     Tedrîci Olarak Safhalar Halinde İndirilmiştir.
     Kur’ân-ı Kerim'in inişi birden olmamış, risaletin devam ettiği 23 senelik zaman dilimi içerisinde olaylara ve sorulan sorulara cevap verilmek üzere peyderpey inmiştir. Ancak müşriklerin buna itirazı olmuş, diğer semavî kitaplarda olduğu gibi Kur’ân’ın da bir defada kendilerine indirilmesini talep etmişler ve “‘Kur’ân ona bir defada toptan indirilseydi ya!’” demişlerdir. Bu talebe farklı âyetlerde “…Biz (Kur’ân’la) senin kalbini pekiştirmek için onu böyle kısım kısım indirdik.” ve “Biz Kur’ân’ı, insanlara dura dura okuyasın diye âyet âyet ayırdık ve onu peyderpey indirdik.” denilerek karşılık verilmiştir.
     İnen her bir Âyet-i Kerime ve Sûre'yi Şerif ile muarızlara karşı meydan okuma ve böylece Kur’ân-ı Kerim’in i'caz yönünün ortaya çıkmasının yanında peyderpey inzâli, Efendimiz’in (sav.) vahye muhatap olan kalbinin güçlendirilmesine yardımcı olmuştur. Kimi zaman meydana gelen birtakım olaylara mebnî olarak bazı âyetlerin indirilmiş olması, hem Hz. Peygamber (sav.)’in hem de Sahâbe'yi Kiram'ın Kur’an-ı Kerim'i anlamasını da kolaylaştırmıştır. Unutulmamalıdır ki Kur’ân-ı Kerim okuma-yazma bilmeyen “ümmi” bir toplumda indirilmiştir. Bu durumdaki insanların vahyi kayda geçirmeleri ancak hafızaları vesilesiyle mümkün olmuştur. Âyetlerin parça parça inmesi onların daha kolay ezberlemelerini, dolayısıyla da vahyi anlamalarını temin etmiştir. Böylece sahâbenin irşâd edilmesi ve buyrukların hazmedilip anlaşılması sağlanmıştır.
     Ebu Abdurrahman es-Sülemî şöyle anlatmaktadır: Osman b. Affan, Abdullah b. Mes’ûd ve Kur’ân-ı Kerim'i bize öğreten diğerleri, Peygamber (sav.)’den on âyet öğrettiklerinde o âyetlerdeki ilim ve ameli iyice özümsemeden başka âyetlere geçmediklerini anlatırlardı ve derlerdi ki: “Biz Kur’ân’ı ilim ve amelle birlikte öğrendik.” Bir başka tabiî ise Ebu Saîd el-Hudrî’yi kastederek “O, bize sabah beş âyet, akşam beş âyet olmak üzere Kur’ân’ı öğretir ve derdi ki; ‘Cibril de Kur’ân’ı beş âyet beş âyet indirdi.’ derdi, demiştir.
     Kısacası Kur’ân-ı Kerim, olaylara ve Rasulullah (sav.)’ın hayatı boyunca ortaya çıkan ferdî ve içtimaî münasebetlere uygun olarak azar azar indirilmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in inişi, yaklaşık yirmi üç sene devam etmiştir. Bu inişin başlangıcı 610 yılının Ramazan ayının Kadir gecesi olmuş, Nebî’nin irtihaline kadar da sürmüştür.
     Kur’ân-ı Kerim Hikmet Dolu Bir Kitaptır.
     Kur’ân-ı Kerim, yaptığı her işte sayısız hikmetler bulunan (el-Hakîm isminin sahibi olan) Yüce Rabbimiz tarafından indirilmiş, içinde sayısız hikmetler bulunan (Hakîm) Yüce bir Kitaptır. Kuşkusuz bu da, o hikmete kendi iradesi ile kulak verebilenlere ancak Allah (cc.)’ın hikmeti irâde etmesiyle gerçekleşebilecek bir durumdur. Âyette şöyle buyrulur: “Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir…” Burada kastedilen hikmet, Kur’ân-ı Kerim ve onunla olayları fıkh etme/idrak etme olarak anlaşılmıştır.
     Hz. Adem (as.)’den itibaren, peygamberlerini, katından gönderdiği mesajlar yoluyla hikmetiyle buluşturan Yüce Rabbimiz (cc.), İbrahim’e, Dâvûd’a, Îsâ’ya, Yahyâ’ya bu hikmeti bahşettiğini bildirirken, Efendimiz Hz. Muhammed (sav) için ise “Kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi yücelten, size Kitâb ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Elçi gönderdik.” buyurarak kendilerine Allah (cc.)’ın âyetlerini okuyan, onlara Kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdiğini hatırlatmıştır. Buna göre Kur’â-ı Kerim'e ait özelliklerden birisi de onda birçok hikmet ve mananın bulunmuş olmasıdır. Hikmet kavramsal olarak ilim ve akıl ile ulaşılan gerçek bilgi anlamına gelse de adâlet, ilim, amel, nübüvvet, Kur’ân ve Allâh (cc.)’a itaat gibi manalarda da kullanılmış, içerdiği hüküm ve sağlam bilgiler nedeniyle ilahî kitaplara sıfat olarak da farklı formlarda âyetlerde yer almıştır. Nitekim bir âyette “Bunlar o hikmetli Kitabın âyetleridir.” denilerek benzer anlama yer verilmiştir. Kur’ân-ı Kerim'in hikmetli olması, lehimize veya aleyhimize hükmeden, hiçbir çelişki ve tutarsızlığı bulunmayan, bâtılın önünde ve arkasında bulunmadığı sağlam kitap manalarına gelmesi nedeniyledir.
     İbn Abbas’tan gelen bir tanımlama çok manidardır. Ona göre hikmet, Allah (cc.)’ın kitabını anlamaktadır. Bu anlamı destekler mahiyette âyette “Rabbinin sana vahyettiği hikmet(ler)dendir. Allah (cc.) ile beraber başka tanrı edinme, sonra kınanmış, (Allah’ın rahmetinden) uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.” buyrulur. Burada yer alan hikmetten kasıt, Kur’ân-ı Kerim olabileceği gibi onun ihtivâ ettiği hükümler de muhtemeldir.
     Onun Benzeri Kesin Olarak Getirilemez.
     Kur’ân-ı Kerim'i öne çıkaran özelliklerden birisi de onun bir benzerini insanların asla getirememesidir. Bu hususta insanlara ve cinlere bir çağrıda bulunularak şöyle seslenilir: “De ki: Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’ân’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile- onun bir benzerini getiremezler.”
     Bir benzerini getirme konusunda Yüce Rabbimizin (cc.) talebine cevap veremeyen müşriklere bir hafifletmede bulunularak şöyle denilmiştir: “Yoksa ‘onu (Kur’ân’ı) uydurdu’ mu diyorlar? De ki: Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sûre getirin.”
     Yüce Rabbimiz, “on sûre” çağrısına da istediği cevabı veremeyen müşriklere daha sonra şu âyetleri indirmiştir: “Eğer kulumuza (Muhammed’e) indirdiğimiz (Kur’ân) hakkında şüphede iseniz, haydin onun benzeri bir sûre getirin ve eğer doğru söyleyenler iseniz, Allah’tan başka şahitlerinizi çağırın (ve bunu ispat edin).”
     Hiç okuma-yazma görmemiş ümmî bir insana vahyedilen bu Kur’ân-ı Kerim'in öncelikle kendisi gibi bir Kur’ân getirmelerini müşriklerden istemesi, akabinde on sûre akabinde bir sûre talebi, hatta daha sonra Kur’ân’ın benzeri bir sözü getirmelerini onlardan istemesiyle ortaya çıkan bu meydan okumaya, teknik tabiriyle tahaddî adı verilir Dikkat edilirse çoktan aza doğru yapılan bu talepte bir tedrîc de bulunmaktadır. Bir kısım müfessire göre bu tedrîc, meydan okumayı edebî açıdan daha güçlü ve tesirli hale getirmiş ve onlara âdeta şunu haykırmıştır: Madem Bu Peygamber’e vahyedilen Kur’ân onun uydurmasıdır. Edebiyat ve söz ustası olarak haydi onun benzeri bir kelâm getirin. Onun güç yetirebildiğine sizin de güç yetirmeniz gerekir, denmiştir.
     Fakat vahyin indiği tarihsel koşullar dikkate alındığında yapılan bu çağrıya cevap verilememiştir. Ama bugün de yapılan bu çağrı hala cevabını bulmuş değildir. Ve kıyamete kadar da bu durum böyle gidecektir. Çünkü vahyin ifadesi gayet açıktır: “Yok yapamadıysanız, ki hiçbir zaman yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının.”

Not: Bu sayfadaki notlar sisteminden alınmaktadır...

19 Eylül 2015 Cumartesi

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 3 * KUR'ÂN-I KERİM

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 3
Kur’ân-ı Kerim
Kendisini Nasıl İsimlendirmiştir?

     Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim'i taradığımızda kendisinin birçok isim ve sıfatla isimlendirildiğini, bunun rakam olarak elliyi aştığını görürüz. Bu isimler arasında, kitap Kur’ân, kelâm, nûr, hudâ, rahmet, furkân, şifâ, mev’iza, zikir, kerîm, aliyy, hikmet, hakîm, mubârek, hablullah, es-sıratu’l-müstakîm, kayyium, fasl, nebeu’l-azîm, ahsene’l-hadîs, tenzîl, rûh, el-mesânî, arabiy, kavl, besâir, beyân, ilim, hakk, el-hâdî, acab(en), tezkire, ürvetu’l-vuskâ, müteşâbih, sıdk adl, îmân, emr, büşrâ, mecîd, zebûr, mübîn, beşîr ve nezîr, azîz, belâg, kasas, mükerrem(eh), merfûa(h) ve mutahhera(h), adlı isimler dikkat çekmektedir.
     Yukarıdaki isimler incelendiğinde bu isimlerin bir kısmının Allah (cc)’a ait Esmâu’l-Hüsnâ ile müşterek kullanıldığı görülür: el-Hakk, el-Azîz, el-Hakîm, el-Mecîd ve el-Müheymin gibi. Bu isimlerden bazıları ise Hz. Peygamber’e ait sıfatlarla kesişmektedir: el-hâdî, el-beşîr, en-nezîr gibi. Bazıları ise daha önce gönderilmiş kutsal kitaplar için de kullanılmıştır: el-kitâb, el-furkân ve el-hudâ gibi. Diğer yandan bu isimlerden bazıları Allah (cc.)’a izafetle kullanılmıştır. Mesela kelâm, kelime ve habl kelimeleri terkip ile kelâmullah, kelimetullah ve hablullah şeklinde âyetlerde yer almıştır.
     Bu isimleri açıklamak bu çalışmanın kapsamını aşacak boyuttadır. Ancak burada Yüce Kitabımızın özel adı olan “Kur’ân” başta olmak üzere vahyin getirdiği mesajı ortaya koyması açısından önemli gördüğümüz bu isimlerden birkaçını kısaca detaylandırmaya çalışalım.
     Kur’ân (القرآن)
     “Kur’ân” ismi, son vahyin özel adıdır ve altmıştan fazla âyette yer alır. Kelime, okumak, toplamak ve bir araya getirmek gibi anlamlara gelen karae/ قرأ fiilinden elde edilen bir mastardır. Kur’ân kelimesi, ilk inen ‘Alak sûresinin başında “oku/ إقرأ ” şeklinde geçtiği gibi Kıyâme sûresinde de, “(Ey Muhammed! Cebrail sana Kur’ân’ı okurken), acele ederek onunla beraber dilini oynatma. Onu bir araya toplamak ve okutmak( قرآنه ) şüphesiz bizim işimizdir. Biz onu (Cebrail’e) okuttuğumuz zaman, sen onun okuyuşunu/ قرآنه izle ” şeklinde kullanılmıştır.
     Kur’ân’ın kendisine atıfta bulunduğu bu özel isme “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür”; “Eğer biz, bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, elbette sen onu Allah korkusundan başını eğerek parça parça olmuş görürdün…”; “Kur’an okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin”; “…Ve bana Kur’an okumam emredildi” âyetleri misal verilebilir.
     “Kur’ân” ismi, âyetlerde tek olarak geçtiği gibi, el-Kur’âni’l-Mübîn; 68, el-Kur’âni’l-Hakîm; 69, el-Kur’âni’l-Kerîm; 70, el-Kur’âni’l-Mecîd; 71, el-Kur’âni’l-Azîm; 72 şeklinde kendisine ait diğer isim ve sıfatlarla da kullanılmıştır.

     Furkân (الفرقان)
     Kur’ân’ın kendisini tanımladığı isimlerden birisi de “furkân”dır. “Furkân” kelimesi, diğer vahiy metinleri için kullanıldığı gibi Kur’ân için de kullanılmış olup anlam olarak hak ile bâtılın, hidâyet ve dalâletin, aydınlık ile karanlığın arasının ayrılmasını ifade etmektedir.
     Dâmegânî âyetlerde bu kelimenin zafer, dinde insanları sapıklıktan ve şüpheden çıkarıp uzaklaştırma ve Kur’an’ın kendisi anlamlarında kullanıldığını söyler. Ancak furkân kavramının Kur’an için de diğer kutsal kitaplar için de kullanıldığı anlaşılmaktadır. Aslında aynı kaynaktan beslenen kitapların benzer vasıflarla vasıflanması kadar da tabîî bir şey olamaz.
     Müfessirler, “Hani Musa’ya doğru yola gelirsiniz diye, o kitabı (Tevrât´ı) ve Furkân´ı (zaferi) vermiştik” âyetini izah ederken, burada yer alan Furkan’ı Tevrat, haram ve helâli tefrîk eden şeriatın kendisi ve düşman karşısında hakkın hâkim olmasına yardımcı olan nusret (ilâhî yardımı) olarak yorumlarlar.
     Önceki satırlarda da ifade edildiği gibi Furkân, Kur’an’da bir surenin de adı olmuştur. Bu sûrenin ilk âyetinde “Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indiren Allah’ın şanı yücedir.” buyrulur.
     Takvaya dayalı bir kulluğu bize öneren Rabimizin, bunun kula olan yansımasına işaret ettiği bir âyetinde aynı kelimeyi kullanarak “Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir (furqân) ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.” buyurmuş ve takvânın kişide oluşan fıtrî bir meleke haline gelmesini “furkanlaşma” olarak tanımlamıştır.
     Zemahşeri bu Âyet-i Kerime'yi yorumlarken, Âyette yer alan “Furkân”ın zafer manasında olabileceği gibi, beyân ve zuhûr manasına da gelebileceğini söyler ve şu ihtimalleri sıralar: “Allah, sizi furkân kılar” Yani sizi öyle bir şöhrete kavuşturur ki, sesiniz her taraftan duyulur; eserleriniz yeryüzüne yayılır. Veya “Size furkân kılar” demek, sizi başarıya ulaştırır, kalplerinize huzur verir, demektir… Yahut furkândan kasıt, dinî ve dünyevî üstünlükler anlamındadır. Buna göre anlam, sizinle diğer dinlerin mensuplarını birbirinden ayırt eder; hem dünyada ve hem ahirette size üstün meziyetler ihsan eder, demektir diye açıklar.

     Nûr (نور)
     “Nûr” kelimesi muhtelif âyetlerde İslam dini, imân, hidâyet, nebî, gündüzün ışığı, ayın ışığı, ilâhi vahiylerde beyân edilen helal ve haramlar ve Rabbimizin nûru gibi farklı anlamlarda kullanılmıştır. Kelime anlam olarak, eşyâyı görmeye yardımcı olan ışık ve aydınlık anlamına gelir. “en-Nûr” Allah Teâlâ’nın özel isimlerinden birisidir. Karanlığın zıttı olan ve karanlığı ortadan kaldıran ışığın bir yansıması olarak da tasvir edilen bu latif isim, âyetlerde hem “nur” hem de “münîr=nurlandıran” olarak yer almış ve Kur’ân için on iki âyette kullanılmıştır.
     Bu konudaki âyetlerde Rabbimiz, “Artık Allah’a, Resulüne ve indirdiğimiz nura (Kur’ân’a) inanın….”; “Ey insanlar! Size Rabbinizden bir delil (Muhammed) geldi ve size apaçık bir nur indirdik.”; “Ey kitap ehli! … (Ayrıca) Size... Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap da gelmiştir.” buyurduğu gibi “Allah’ın yerin ve göğün nuru” olduğuna işaret edilerek teşbîh yoluyla Kur’ân-ı Kerim'in aydınlatıcı bir nur olduğuna işaret edilmiştir.

     Kitap (الكتاب)
     Kur’ân-ı Kerim'e verilen isimler arasında en sık kullanılanlardan birisi de “kitap” olmuştur. Kelime, Kur’ân-ı Kerim'de 228 yerde geçerken bunların bir kısmı diğer kitaplar için bir kısmı ise Yüce Kitabımız Kur’ân-ı Kerim için kullanılmıştır.
     Kitap, bilgilerin toplandığı yer demektir. Allah (cc.)’ın Kur’ân-ı Kerim'e “kitap” demesinin sebebi, içinde sûrelerin, âyetlerin ve harflerin toplandığı yer olmasındandır. Diğer bir ifade ile muhtelif ilimleri, doğru haberleri ve hükümleri ihtiva etmesi nedeniyle bu isim Kur’ân-ı Kerim'e verilmiştir.
     Rabbimiz Kur’ân-ı Kerim'in muhtelif âyetlerinde, “Bu, kendisinde şüphe olmayan kitaptır. Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için yol göstericidir.”; “…Allah, sana kitabı (Kur’ân’ı) ve hikmeti indirmiş ve sana bilmediğin şeyleri öğretmiştir…”; “Bu Kur’ân, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” buyurarak “kitap kelimesine Kur’an-ı Kerim'de yer vermiştir.

     Hüdâ (هدى)
     Kur’ân-ı Kerim'in isimlerinden birisi de hüdâ olmasıdır. Bu isim, bir hedefe kılavuzlanmak, doğruyu ve güzeli bulmak, delil ve kanıt, sünnet ve şeriat gibi anlamlarda kullanılmış ve benzer anlamlarda Kur’ân-ı Kerim'e sıfat olmuştur. Rabbimizin güzel isimlerinden birisi de el-Hâdî’dir. Bunun da anlamı, Cenâb-ı Hakk’ın kullarını her türlü faydalı şeylere yönelten ve zararlı şeylerden korunmaları için onlara rehberlik eden, demektir. Kelimenin Kur’ân-ı Kerim bünyesinde 250’den fazla kullanımı bulunmaktadır.
     Kur’ân-ı Kerim, hidâyetin Allah’tan geldiğini söyler. Bu da, hidâyetin Yaratıcı Kudret’in kozmik planlardan insanoğluna muhtelif yollarla rahmet ve ışığını ulaştırması demektir. Bu bağlamda peygamberler, âlimler, salih ameller, Ka’be ve Kur’ân-ı Kerim birer hidâyet vesilesi olarak karşımıza çıkar.
     Kur’ân, ilâhî irâdenin söz şeklindeki ifadesidir. O evrensel planda kendisini hidâyet rehberi olarak takdim eder ve “Şüphesiz ki bu Kur’ân en doğru yola iletir…” ifadesiyle bunu insanlığa duyurur.

     Zikir (الذكر)
     Yüce Kitabımızın isimlerinden birisi de “zikir”dir. Zikir, sözlükte, bir şeyi anma, telaffuz etme, muhafaza etme, ders edinme gibi anlamlarda kullanılmıştır. “Zikr” kelimesi ve türevleri Kur’ân-ı Kerim’de üçyüze yakın yerde geçer. Sadece “zikr” kelimesi ise, 76 yerde zikredilir. Kelime emir kalıbı ile 37 yerde geçer. Dikkat edilirse, kelime fiil kalıbıyla, Allah (cc.)’ın bizlere verdiği nimetlerin şükrünü edâ etmek, çokça hatırlamak, tefekkür etmek, ibadet etmek manasına gelirken, isim olarak kullanıldığında ise ilahî kitaplar, vahiy, tevhîd, Tevrat ve Kur’ân olmak üzere otuzun üzerinde anlamı bulunmaktadır.
     Kelimenin Kur’ân-ı Kerim için kullanıldığı Âyet-i Kerimeler'den birkaçı şöyledir: “Andolsun, size (bütün durumlarınızı kapsayan) zikrinizin içinde olduğu bir kitap verdik”, “Hiç şüphesiz Zikr’i (Kur’ân’ı) biz indirdik biz; onun koruyucuları da gerçekten biziz.”
     Kur’ân-ı Kerim, Rahman ve Rahim olan Allah (cc.)’nun öğüt ve uyarıları ile doludur. Bu öğütlere tabî olanlar, kendisi ile dünya ve ahirette şereflenir, onurlanır, vesveseci cin ve şeytanlarının süsledikleri günahlara ve zikri örtbas etmek isteyen velveseci insan şeytanlarına karşı direnme gücü bulur. İşte bu mübarek zikirden, ancak diri bir kalbe sahip kişiler yararlanır. Rahmanın zikrinden yüz çevirenlerin yoldaşı şeytandır. Peygambere “Ey kendisine zikir indirilmiş olan! Sen delisin” diyenlerin de yarın ahirette halleri acınasıdır. Çünkü onlar zikri terk ettikleri, unuttukları için ahirette kör olarak dirileceklerdir.


Not: Bu sayfadaki notlar  sisteminden alınmaktadır...

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...