6 Haziran 2021 Pazar

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 84-108 / İlk Dönemden Günümüze Hz. Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 84 - 108
NÜBÜVVET,
HZ. PEYGAMBER VE
SÜNNET
İlk Dönemden Günümüze
Hz. Peygamber Aleyhtarlığının
Temel Karakteri

İlyas CANİKLİ *

     Giriş
     Vahiy gelmeye başladığı andan itibaren Hz. Peygamber’e karşı olumlu tavır içinde olan bazı kimse ve gruplar, daha sonraları Müslümanlar güçlenmeye başladığı andan itibaren düşmanca tavır sergileme yoluna gitmiştir. Onların bu düşmanca davranışlarının merkezinde genellikle Hz. Peygamber olmuştur. Çünkü Kur’an onun şahsında uygulama alanı bulduğu için onlara göre Hz. Peygamber’in bertaraf edilmesi, aynı zamanda Kur’an’dan ve değerlerinden kurtulmak anlamına gelmekteydi. Bu duruma örnek olabilecek Hadis literatüründe ve İslam Tarihi kaynaklarında epeyce bir malumat mevcuttur.
     Günümüz dünyasında geçmişe yönelik Hz. Peygamber’in özel hayatı ve vahiyle ilgili konular, belli merkezlerce desteklenen karalama, kötüleme ve değersizleştirme kampanyalarına malzeme yapılmaktadır. Bunların örneklerini televizyon ekranlarında, gazete ve dergilerde yazı, makale, kitap ve onu karikatürize eden resimler şeklinde görmek mümkündür. İslam’a ve Hz. Peygamber’e karşı işlenen bu çirkin fiiller Müslümanları üzmekte ve bunları yapanlara karşı bir nefret filizlenmesine neden olmaktadır. Bu gibi durumlarda ne şekilde davranılması gerektiği konusunda sağlıklı bir bilinç oluşturma noktasında onlara bir fayda da sağlamamaktadır.
     Ayrıca günümüzde, Hz. Peygamber’e karşı yapılan söz konusu karalama ve değersizleştirme kampanyalarının fikir özgürlüğü çerçevesinde ele alınması gerektiği, bu yayınları yapan kuruluşların engellenmesinin söz konusu olamayacağı Batılıların belli bir kesiminde kabul görmektedir. Ancak bir “fikri ifade etme, özgürce tavır sergileme, bir dinin ya da mensuplarının kutsal kabul ettiği değerleri kötüleme, hafife almayı da içermeli mi, yoksa hangi din ya da inanç olursa olsun böyle bir özgürlük alanının malzemesi olmalı mıdır?” sorusu netleşmek zorundadır. Belli bir dinin peygamberini merkeze alarak İslam ve Müslümanlara özellikle kültürel alanda yapılan saldırıların, bu alanlarla sınırlı kalmayacağı da muhakkaktır. Böyle bir yaklaşımın sonucunda hem bireysel hem de evrensel anlamda sürdürülebilir bir barışın tesisi sadece sözde kalır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
*Yrd. Doç. Dr., Yıldırım Beyazıt Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Öğretim Üyesi, ilyascanikli@gmail.com
~~~~ * ~~~~
     Bu tebliğde, vahiy sürecindeki Hz. Peygamber karşıtlığının mahiyeti ile günümüzde özellikle batı basını tarafından sürekli gündemde tutulan ve ona yapılan hakaretlerin ortak noktalarına dikkat çekilip, Hz. Peygamber aleyhtarlığının temel karakteri tespit edilip, bu konuda sağlıklı bir bilinç oluşturulması hedeflenmektedir.

     Anahtar Kelimeler:
     İlk dönem, Hz. Peygamber, dinî değerler, kötüleme, hakaret, fikir özgürlüğü, aleyhtarlık.

     1. İlk Dönem Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri
     Hz. Peygamber’e vahiy gelmeye başladığı andan itibaren onun şahsında İslam’a ve Müslümanlara açıkça düşmanlık yapanlar olduğu gibi gerçek durumunu gizleyerek zamanı geldiğinde ve fırsat bulduklarında elinden gelen her kötülüğü yapabilecek münafık karakterini taşıyan kimseler de olmuştur. Rasulullah onların bu durumunu bilmesine rağmen onları hak ettikleri şekilde cezalandırma yoluna gitmemiştir. Hz. Peygamber her şeyden önce onların kişiliklerine değer vermiş, münafıklara belki yanlışlarından dönerek doğru yola gelir ümidi ile Müslüman muamelesi yapmış ve onların her türlü mazeretlerini dinlemiştir. (1)
     Rasulullah, kendi şahsında vahye ve dinin değerlerine karşı aleyhtarlıklarını gösteren ve düşmanca davranan kimselere de gerekli yaptırım ve cezayı uygulama yoluna gitmiştir. O kendisine, İslam’a ve sahabeye olumsuz davranışlar gösteren ikiyüzlülere psikolojik baskı uygulanması, münafıkların savunmasız bırakılması ve örgütlenmelerinin engellenmesi, onlara önemli görevler verilmemesi, sahabeyi nifak ve münafıklara karşı bilinçlendirmesi, onlara karşı ihtiyatlı ve tedbirli davranılması ve ölmüş münafıklara karşı tavır alınması gibi bir yolu da izlemiştir. (2)
     Hz. Peygamber’i merkeze alarak yapılan bir aleyhtarlıkla dahi ilahi mesaja karşı muhalefet söz konusudur. Sonuçta Allah’ın değerlerine yapılan muhalefet veya karşıtlığın diğer bir tarafında da beşer vardır. Vahiy gelmeye başladığı andan itibaren ilahi mesaja muhalefet ve karşı oluş cevapsız kalmamış, gerek düşünce ve gerekse fiili boyutlarda tepkisiz kalınmayarak misli ile cevap verilme yoluna gidilmiştir. Bunun vahiy sürecindeki ilk ifadesi, Hz. Peygamber’in kendisine ve Müslümanlara yapılan karşıtlıklar karşısında boyun eğmeyerek karşı harekete geçmesi ve durumun hicret öncesi ve sonrası dönemlerde de devam etmiş olmasıdır. (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Yıldız, Abdullah, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanlar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2000, s. 187-197.
2) Geniş bilgi için bkz., Yıldız, age, s. 197-223; Ayrıca bkz., Sezikli, Ahmet, Hz. Peygamber Döneminde Nifak Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 2013.
3) Aslan, Ömer, Kur’an’a Göre İlahî Mesaja Muhalefet, (Gruplar, Nedenler, Sonuçlar), Asistan Kitap, Sivas, 2012, s. 323. 
~~~~ * ~~~~

     İlk dönemde Hz. Peygamberin şahsında İslam’a karşı nasıl bir tavır takınıldığı hususunda çok sayıda olay mevcuttur. Ancak bildiri metninin çerçevesi göz önüne alındığında konunun sınırlandırılarak verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir. O dönemin Peygamber aleyhtarlığını yansıttığı düşünülen önemli örnek olaylar çerçevesinde tebliğ şekillenecektir.

     1.1. Yahudilerin Tutum Değiştirmesi
     Hz. Peygamber vahiy öncesi müşriklerle olduğu gibi, vahiy gelmeye başladığı andan itibaren de toplumda yer alan Yahudiler başta olmak üzere bütün inanç grupları ile ilişkilerinde barış dilini kullanmayı bir prensip haline getirmiş ve bunu uygulamaya gayret etmiştir. Bu bağlamda onun ensar ve muhacire, Yahudilere iyi davranılması gerektiği konusundaki yazısı da herkesçe malumdur. Onları dinlerini yaşamaları ve mallarını kullanma, özgürce davranmaları konusunda serbest bırakmıştır. (1) Ancak Rasulullah’ın bu olumlu tavrının her zaman aynı derecede karşılık bulduğunu söyleme imkânı yoktur.
     Müslümanlar güçlenip Hz. Peygamber ve ashabı Bedir Savaşını kazanıp Medine'ye dönünce, Yahudiler eski olumlu ve barışçıl davranışlarını terk edip, ona ve müminlere aşırı davranışlar göstermeye başlamış ve daha önce Hz. Peygamber’le yapmış oldukları antlaşmalarını bozmuşlardır. Rasulullah onların bu durumları üzerine elçi göndermiş ve şu mesajı iletmiştir:
     "Ey Yahudi topluluğu! Müslüman olunuz. Allah'a yemin olsun ki siz benim Allah'ın Peygamber’i olduğumu Kureyş Vak'ası’ndaki gibi Allah size haber vermeden bileceksiniz. Onlar da Hz. Peygambere şu şekilde karşılık vermiştir:
     "Ey Muhammed karşılaşmış olduğun kimseler senin aklını çelmesin. Sen büyük topluluklarla karşılaştın. Allah'a yemin olsun ki biz savaşçı insanlarız. Eğer bizimle savaşırsan, bu güne kadar bizim benzerimiz bir kimseyle savaşmadığını bileceksin." (2) Onlar Hz. Peygamber’in bu barış dilini bir tehdit algılayarak bu çerçevede bir tavır takınmıştır. Hâlbuki Hz. Peygamber’in buradaki amacı onları kendi istekleri dışında Müslüman yapmak değil, herkese karşı yaptığı gibi onları dine davet etmekti.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdilmelik b. Hişâm el-Himyerî, es-Sîretu'n-Nebeviyye, (Thk.: Mustafa esSakâ vd.), Dâru Ibn Kesîr, Kahire, trz ve Beyrut, 1391/1971, I, 105. 
2) el-Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-Meğâzî, (Thk.: Marsden Jones), 3. Baskı, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, 1404/1984, I, 126; İbn İshak, es-Siyeru ve'l-Meğâzî, s.133; İbn Hişâm, age, II, 147.
~~~~ * ~~~~

     Bu çerçevede tarih ve hadis kaynaklarında Hz. Peygamber aleyhtarlığına örnek olabilecek çok sayıda rivayet mevcuttur. Burada İbn Abbas tarafından nakledilen şu rivayetle yetinilecektir:
  "Âmâ bir adamın çocuklarının annesi (ummu veled) bir kadın Hz. Peygamber’i kötülüyor ve onun arkasından konuşuyordu. Adam onu bu yaptığı işten alıkoymak istiyor ancak kadın Hz. Peygamber’e karşı tavrını değiştirmiyordu. Âmâ adam onu engellemeye çalışıyor ancak o bu davranışından alıkonulamıyordu. Gece olunca kadın yine Hz. Peygamber’i kötülemeye başladı. Bunun üzerine adam kılıcını eline aldı,
kadının karnına koydu ve ona yaslanarak öldürdü. Bu olay Hz. Peygamber’e intikal ettiğinde insanları topladı ve onlara şöyle dedi: "Benim için yaptığı fiilden dolayı bu adam için Allah'tan yardım istiyorum." Âmâ ayağa kalktı ve insanlara doğru salınarak yürüdü, Hz. Peygamber’in önüne oturdu ve şöyle dedi:
     "Ey Allah'ın Rasulu! Ben onun sahibiyim (eşiyim). O seni kötüledi ve gıybetini yaptı. Bunu da sonlandırmadı. Onu engellemeye çalıştım ancak başaramadım. Benim ondan inci tanesi gibi iki oğlum var. O benim dostumdu. Önceki gün seni kötülemeye ve hakkında konuşmaya başladı. Bunun üzerine elime kılıcı aldım ve karnına vurdum. Ölene kadar üzerine yaslandım. Bu sözü işiten Hz. Peygamber: "Şahit olunuz ki onun kanı heder oldu." (1) duyurdu.
     Örnek verilen rivayette görüldüğü gibi Yahudilerin Hz. Peygamber’e ve Müslümanlara tavrı, hicretin ilk yıllarında olduğu gibi sükûnet halinden restleşmeye doğru gitmiştir. Bu davranış değişikliğinde kazanılan savaşın ve Müslümanların güçlenmesinin etkisinin büyük olduğu söylenebilir. Hz. Peygamber, Yahudilerle yapmış olduğu antlaşma gereği bir uzlaşma yolu izlemiştir.
     Yahudi bir kadının Hz. Peygamber’i hicvetmesi nedeni ile kanının heder edilmesi ise İslam Peygamber’inin nazarında yeni din İslam'a karşı bir saldırı ve karşı tutum olarak algılanmıştır. Yoksa mesele anlaşmanın bozulmasına bağlı bir öldürme hadisesi değildir. Çünkü Hz. Peygamber bir hadisinde "Kim ki onun hakkı dışında anlaşma yaptığı kimseyi öldürürse cennet kokusu alamaz." (2) buyurmakla gelişi güzel bir kimsenin öldürülemeyeceğine işaret etmiştir. Bu rivayetteki "Râıhatu'l-Cennet" ibaresi ise farklı lâfızlarla birçok hadis eserinde yer almaktadır. (3) Rivayette yer verilenler çerçevesinde Hz. Peygamberin şahsına yapılan kötüleme sonucunda bir kadının öldürülmesi, vahiy sürecinde nübüvvet müessesesine karşı gelişen hakaret ve kötüleme içeren aleyhtarlığın karşılığını bulması anlamına gelmektedir.

     1.2. Zımmilerin Ahitlerini Bozması
     Zımmî olarak isimlendirilen ve karşılıklı anlaşmaya bağlı olarak Hz. Peygamber ve Müslümanlarla ilişkilerini devam ettiren kimse veya grupların daha sonraları ahitlerini bozarak, Hz. Peygamber’i kötüleyerek ona aleyhtarlık yaptığı İslam tarihinde bilinen bir husustur. Buna örnek olabilecek çok sayıda olaydan söz etmek mümkün olsa da sadece biriyle mesele izaha çalışılacaktır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Ebû Davud, es-Sunen, 33. Hudûd. 2, H. No: 4361, V, 66; en-Nesâî, es-Sunen, 7. Muharebe. 1, H. No: 3519, III, 445; ed-Dârekutnî, es-Sunen, Hudûd, H. No: 3195, IV, 117; el-Hâkim en-Neysâbûrî, elMustedrek, 46. Hudûd, H. No: 8125, IV, 505; el-Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, VII, 60 ve X, 131.
2) Buharî, 58. Cizye. 5, H. No: 3166, II, 409.
3) Abdurrazzak, el-Musannaf, H. No: 18521, 18522, X, 102; Ahmed b. Hanbel, el-Musned, II, 186; İbn Mâce, es-Sunen, 21. Diyât. 32, H. No: 2686, III, 692; Ebû Davud, es-Sunen, 9. Cihad. 155, H. No: 2760, III, 337;et-Tirmizî, es-Sunen, Diyâd.11, H. No: 1403, III, 74; en-Nesâî, es-Sunen, 39. Kasâme. 11, VI, 336; el-Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, IX, 205. 
~~~~ * ~~~~

     Ka'b İbnu'l-Eşraf, Rasulullah’la onun nazarında İslam’ı kötülememek ve savaşmamak üzere anlaşmıştı. Ka'b, Mekke'de bu şartlara uymuştu. Daha sonra da Medine'ye Hz. Peygamber’le anlaşmasını ilan ederek gelmişti. Ancak ahdini bozarak Hz. Peygamber’i kötüleyip hicveden şiirler söylemiş, bunun üzerine Hz. Peygamber onun öldürülmesini emretmiştir. (1) Ayrıca Müslümanların hanımlarına uygunsuz iltifatlarda bulunmuş, hatta onları küçük düşürücü tavırlar içine girmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Ka'b İbnu'l-Eşraf'ın hakkından kim gelecektir. O Allah'a ve Rasulu’ne eza ediyor..." demiştir. Daha sonraki dönemlerde onun öldürülmesi yaygın olarak toplum kesimlerince bilinmiştir. (2) Anlaşmanın bozulması başta Hz. Peygamber olmak üzere ilk Müslümanların canını sıkmıştır.
     Özellikle hadis kaynaklarında yer alan bu olay Amr b. Dinâr'ın, Câbir b. Abdillah'tan rivayetine göre Hz. Peygamber’den şu şekilde nakledilmiştir:
     "Rasulullah bir gün, " Ka'b İbnu'l-Eşraf'ın hakkından kim gelecek? Zira bu Allah ve Rasulüne eza veriyor!" buyurdu. Muhammed b. Mesleme ileri atılarak: "Onu öldürmemi ister misiniz?" dedi. Hz. Peygamber: "Evet!" deyince Muhammed b. Mesleme: "Güveninizi kazanmak için hakkınızda menfi şeyler söylememize izin veriyor musunuz? dedi. Hz. Peygamber de: "İstediğinizi söyleyin" buyurdu. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, Ka'b İbnu'l-Eşraf'a gelip onunla konuştu ve aralarındaki dostluğu hatırlatarak ona; "Şu adam var ya, sadaka istiyor ve bize sıkıntı oluyor!" dedi. Ka'b bunu işitince: "Ha şöyle! Vallahi ondan daha çok çekeceksiniz!" dedi.
     Muhammed b. Mesleme: "Biz ona şimdi gerçekten tabi olduk. Onu büsbütün terk edip sonunun ne olacağını seyretmekten de korkuyoruz" dedi. Ka'b: "Söyle bana dedi, içinde ne var, ne yapmak istiyorsunuz?" deyince Muhammed, "Onu yalnız bırakmak, ondan ayrılmak istiyoruz." diye cevap verdi. Bunun üzerine, Ka'b: "Şimdi beni mesrur ettin." dedi. Muhammed b. Mesleme ilave etti: "Bana biraz ödünç vermeni talep ediyorum." dedi. Ka'b da: "Bana rehin olarak ne bırakacaksın?" diye sordu. Muhammed b. Mesleme: "Ne istersin?" dedi. Ka'b: "Kadınlarınızı bana rehin bırakmalısın!" dedi. "Ama sen Arapların en yakışıklısısın. Sana kadınlarımızı nasıl rehin bırakalım? dedi. Ka'b: "Öyleyse çocuklarınızı rehin bırakırsınız!" dedi. "Ama nasıl olur, birimizin çocuğuna hakaret edilip: "Bir veya iki vask hurma karşılığında rehin edildin" diye başına kakarlar. Ama sana zırhları yani silahı rehin bırakalım" dedi. Ka'b ise bu teklifi kabul edip "Pekâlâ, bu olur?" dedi. Bunun üzerine Muhammed b. Mesleme, ona elHaris İbnu'l-Evs, Ebû Abs İbnu Cebr ve Abbâd İbnu Bişr ile birlikte gelmek üzere randevulaştı. Bunlar geceleyin gelip onu dışarı çağırdılar. Ka'b yanlarına indi. Eşi, "Ben bazı sesler işitiyorum, bu sanki kan sesidir (gitme!) dedi. Ancak O: "Hayır, bu gelen Muhammed b. Mesleme ile sütkardeşi ve Ebû Naile'dir. Mert kişi geceleyin yaralanmaya bile çağrılsa icabet eder!” dedi.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) İbn Teymiyye, es-Sârimu’l-Meslûl alâ Şâtimu’r-Rasûl, II, 149.
2) İbn İshâk, Muhammed b., es-Siyer ve'l-Meğâzî, (Thk.: Suheyl Zekkâr), 1. Baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1398/1987, s. 316-321; el-Vâkidî, age, I, 184-193; İbn Hişâm, age, II, 51-58; İbn Sa'd, Ebû Abdillah Muhammed, Kitâbu Tabakâti'l-Kebîr, Dâru Sadır ve Dâru İhyaı Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1405/1985,II, 31; et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Târihu't-Taberî (Târîhu’l-Umem ve’l-Mulûk), (Thk.: Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), 2. Baskı, Dâru Suveydân, Beyrut, 1387/1967, II, 488; et-Taberî, Muhammed b. Cerîr, Tefsîru’t-Taberî, (Câmiu’l-Beyân), (Thk.: Mahmud Muhammed Şâkir), Dâru’lMearif, Kahire, 1955, 1969, V, 132. 
~~~~ * ~~~~

     Muhammed b. Meslem’e arkadaşına: "Gelince, ben elimi başına uzatacağım. Onu tam yakaladım mı göreyim sizi!" dedi. Ka'b kılıcını kuşanmış olarak indi. "Sende tıyb (1) kokusu hissediyoruz!" dediler. Ka'b: "Evet! Nikâhımda falan kadın var. Arap kadınlarının sevdiği kokuyu sürüyorum" dedi. Muhammed İbnu Mesleme: "Ondan koklamama müsaade eder misin?" dedi. Ka'b: "Tabi ederim, kokla!" dedi. Muhammed yakalayıp kokladı. Sonra: "bir kere daha koklamama müsaade eder misin?" dedi. Sonra onu yakaladı. "Göreyim sizi!" dedi ve onu orada öldürdüler." (2)
     Ka’b için öldürme emri verilmesi boşuna değildir. Hz. Peygamber’le anlaşma yapan Ka'b, bir yandan müşriklerle iş birliği yaparken diğer taraftan da kültürel alanda Hz. Peygamber aleyhtarlığını devam ettirmiştir. O, Hz. Peygamber’i ve Müslümanları şiirle hicvetmiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber kendisine ve Müslümanlara Ka’b tarafından bir eziyet ve kötüleme yapıldığı için onun katledilmesi dışında bir yolun kalmadığını dile getirmiştir. (3) Barış, rahmet ve hoşgörü sahibi Hz. Peygamber’in ona karşı böyle bir ifade kullanmış olması ilk etapta bazı kimselerce tuhaf karşılanmış olabilir. Ancak savaş meydanında dahi affetme yolunu benimseyen, örneğin Bedir’de esirleri, okuma yazma öğretmeleri karşılığında serbest bırakacak kadar savaşta bile barışı gösterme becerisini göstermiş bir Peygamber’in Ka’b hakkında bu şekilde bir hüküm vermesinin nedenlerini iyi düşünmek gerekir. O ahdini bozmuş ve bununla da kalmayarak Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı diğer güçlerle işbirliği yapmıştır. Ka'b İbnu’l-Eşraf'ın ölümüne hükmedilmesinin başlıca sebebi, Hz. Peygamber’i ve Müslümanları şiir yoluyla hicvetmesi ve kışkırtıcı tavırlarda bulunmasıdır. (4) Yoksa din değiştirmesi ya da başka bir hayat tarzını benimsemesi onun öldürülme nedeni değildir.

     1.3. Hz. Peygamber’in Hiciv Yoluyla Kötülenmesi
     İlk dönemde Hz. Peygamber karşıtlığı kabul edilebilecek diğer bir eylem biçimi de onu gerek şiir ve gerekse şarkı yoluyla hicv etmektir. Bu hususta da özellikle tarih kitaplarında epeyce malumat mevcuttur. Ancak bu bildiride birkaç şahıs üzerinden konunun mahiyeti verilmeye çalışılacaktır. Tarihi kaynaklarda Asmâ bint Mervan  adındaki bir kadının Hz. Peygamber’i hicvetmesi üzerine nasıl bir ceza ile karşı karşıya kaldığı ile ilgili ayrıntılı bilgiler vardır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Cilde sürülen güzel koku bulunan her şey anlamına gelmektedir.
2) el-Humeydî, el-Musned, H. No: 1287, II, 334-335; el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 48. Rehn. 3, H. No: 2510, I, 210-211; 56. Cihad. 158, H. No: 3031 ve H. No: 3032, II, 366; 64. Meğazî. 15, H. No: 4037, III, 99-100; Muslim, el-Câmıu’s-Sahîh, 32. Cihad.42, H. No: 1801, II, 1425-1426.
3) Bkz., el-Humeydî, el-Musned, H. No: 1287, II, 334-335; el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 48. Rehn. 3, H. No: 2510, II, 210-211.
4) Bkz., İbn Teymiyye, age, II, 145-146. 
~~~~ * ~~~~

     İbn Abbas'tan nakledildiğine göre Hatme Kabilesinden bir kadın defalarca uyarılmasına rağmen Hz. Peygamber’i hicvediyordu. Rasulullah da "Benim için kim onun hakkından gelecek?” buyurdu. Kadının kavminden bir adam "Onun hakkından ben gelirim ya Rasulallah!” diye karşılık verdi. Oradan ayrıldı ve onu öldürdü. Bu olayı da Hz. Peygamber’e haber verdi. Hz. Peygamber de "O kadın için iki keçi bile toslaşmaz." (1) buyurdu. Rivayette yer aldığı şekliyle olay düşünüldüğünde Hz. Peygamber tarafından bir kadının öldürülmesi için izin verilmesi dikkat çekicidir. Bir taraftan rahmet ve merhamet Peygamber’inin sözü edilen kadının öldürülmesi için izin vermesinin onun misyonuna aykırı olacağı düşüncesi, diğer taraftan da bütün uyarılara rağmen kadının, Rasulullah’ı hicveden ve kötülemede ısrar eden bir tutum içinde olmasıdır. Tarih kitaplarında yer alan bu olay şayet gerçekleşmiş ise burada kadının öldürülme nedenine bakmak gerekir. Söz konusu kadının vahiy döneminde, İslam’ın ve Hz. Peygamber’in kötülenmesi ayrıca insanların da İslam’ı kabul etmelerine engel teşkil eden bir tutum içinde olduğu anlaşılmaktadır. Diğer bir ihtimal de her ne kadar bu rivayet kitaplarda yer almış olsa da Hz. Peygamber döneminde böyle bir olayın gerçekleşmediği düşüncesidir. Her iki varsayım sonucunda şunu söylemek mümkündür. Şayet sözü edilen olay gerçekleşmişse, bunun sadece o döneme özgü bir mahiyet arz ettiğini söylemek yerinde olur. Savaşta kadın, çocuk, din adamı ve yaşlıların zarar görmemesini ve öldürülmemesini öğütleyen Hz. Peygamber’in çok istisnai bir durumda böyle bir cezalandırma yoluna gittiği de söylenebilir. Bu nedenle bir daha vahiy gelmeyeceğine ve Hz. Peygamber dönemi de sona erdiğine göre günümüz insanın bu ve benzer cezalandırma şekline girmesi söz konusu değildir. Kanaatimize göre bu olay kendi zamanına özgü, savaş ortamının oluşturduğu kaçınılmaz bir durum olarak görülmektedir. (2) Hz. Peygamber karşıtlığına örnek olabilecek diğer bir olay da özellikle siyerciler nezdinde meşhur olup, İbn İshak, Vakidî ve bunlar dışındaki tarihçiler tarafından da zikredilmiştir. Enes b. Züneym ed-Dîlî, Kinâne'den olup (3) Hz. Peygamber’i hicvetmiş
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Bu olay İbn Adiyy, Ebû Ahmed b. Adiyy el-Curcânî, el-Kâmil fî Duâfai’r-Ricâl, (Thk.: Komisyon), 2. Baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1405/1985, VI, 2156; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII, 99’da yer almaktadır.
2) Bkz., Canikli, İlyas, Hz. Muhammed Özelinde Peygamber Aleyhtarlığı, Fecr Yayınları, Ankara, 2016, s. 120.
3) İbnu’l-Esîr, Ebû’l-Hasen Ali Muhammed el-Cezerî, Usdu'l-Gâbe fî Ma’rifeti Sahabe, (Thk.: Muhammed İbrahim el-Bennâ vd.), Dâru’ş-Şa’b, Kahire, 1980, I, 147; İbn Hacer, Ebû’l-Fadl Ahmed b. Ali, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1953, I, 69. 
~~~~ * ~~~~

ve onun bu davranışına Huzaa Kabilesinden birçok kimse şahit olmuştur. Onunla karşılaşıldığında ise kafasına vurularak öldürülmüştür. (1)
     Bu olay bazı rivayetlerde farklı boyutlarıyla da anlatılmaktadır. Huzaa kabilesi bu dönemde Hz. Peygamber’le ve Müslümanlarla antlaşma talebinde bulunmuş ve aralarında uzlaşmaya varılmıştı. Amr b. Salim el-Huzaî yanında kırk atlı ile birlikte Hz. Peygamber’e yardım ediyordu. Elde etmiş oldukları şeyler ve ulaştıkları hedefler hakkında Hz. Peygamber’e bilgi veriyordu. Orada Rasulullah hakkında söylenen kaside de dile getirilmiştir. Atlılar işlerini bitirince Hz. Peygamber’e "Ey Allah'ın Rasulü! Enes b. Züneym ed-Dîlî sizi hicvetti." dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber onun kanının alınmasını uygun buldu. Bu durum Enes b. Züneym'e ulaştığında özür dilemek için Hz. Peygamber’e gelmiş orada Hz. Peygamberi öven bir kaside söylemiştir. (2) Enes b. Züneym’in affedilmesi konusunda tarihi kaynaklara çokça malumata yer verilmiştir.
     Bu bağlamda onun kasidesi ve özrü çerçevesinde Nevfel b. Muaviye Hz. Peygamber’e şöyle demiştir: “Ey Allah'ın Rasulü! Af bakımından sen insanların en üstünüsün. Bizden seni kim bu yoldan döndürmek ve sana eziyet etmek ister? Bizler cahiliye içindeyiz. Allah sana hidayet verene kadar, neyi alacağımızı ve neyi terk etmemiz gerektiğini bilmiyoruz. Helak olmaktan bizi kurtaran sensin. Atlılar onun hakkında yalan söyleyip bu olayı sana abartarak anlattılar. Sen savaşçıların bu durumunu dikkate alma. Biz Huzaa kabilesinden yakın ve uzak kimselerin bir töhmet içinde olduğunu biliyoruz. Nevfel b. Muaviye bunları söyledikten sonra sustu ve bunun üzerine Hz. Peygamber "onu affettim" dedi. Hz. Peygamber’in bu tavrı üzerine Nevfel "Anam-babam sana feda olsun" dedi. (3)
     Hz. Peygamber’e karşıtlığın diğer bir ifade şekli de onu kötüleme ve toplum nazarında vahyi işlevsiz hale getirmek için şarkı yolu ile yapılan aleyhtarlıktır. Bu tür karşıtlığın örneklerini onun hayatında görmek mümkündür. Örneğin Benî Haşim'e mensup iki kadın, Hz. Peygamber’i hicveden şarkılar söylüyordu. Konuyla ilgili rivayet Saîd b. el-Museyyib tarafından nakledilmiş olup ve Hz. peygamber’in bu iki şarkıcı kadını öldürme emrini vermesini içermektedir.
     Musa b. Ukbe Meğazisi'nde Zuhrî'den nakille sözü edilen olayı şu şekilde ifade etmektedir: "Hz. Peygamber Mekke’nin fethi sırasında askerlerine ellerine sahip çıkmalarını ve kendileri ile savaşan kimseler dışındakileri öldürmeme emri verdi. Bu genel tembihten sonra dört kişinin de affedilmemesini söyledi. Bunlar arasında İbn Hatal ve Hz. Peygamber’i kötüleyen iki kadın şarkıcı vardı. Sonra bunlardan biri öldürüldü, diğeri ise Hz. Peygamber tarafından affedilene kadar gizlendi." (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) el-Vâkidî, age, II, 782-789.
2) el-Vâkidî, age, II, 788.
3) el-Vâkidî, age, II, 790.
4) et-Taberî, Tarîhu't-Taberî, III, 59; el-Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, Delâil'n-Nubuvve, (Thk.: Abdulmuğtî el-Kal’acî), 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1405/1985, V, 59.
~~~~ * ~~~~

     Hz. Peygamber’i hicveden ve onun nazarında İslam'ı ve Müslümanları kötüleyen kimseler hakkında nasıl bir tavır takınılacağına dair diğer bir örnek de İbn Hatal'ın öldürülme olayıdır. Bu olay Buharî ve Muslim'de Enes b. Mâlik'ten Zuhrî hadisi olarak şu şekilde yer almaktadır: "Hz. Peygamber Mekke'ye girdi ve başında bir miğfer vardı. Miğferi başından çıkardığında bir adam ona gelerek şöyle dedi: "İbn Hatal Kâbe'nin örtüsüne sarılmış bir şekilde durmaktadır. Bunun üzerine Hz. Peygamber "onu öldürünüz." buyurdu. (1)
     Mekke’nin fethi esnasında, Hz. Peygamber tarafından öldürülmesi istenilen kişiler arasında olan İbn Hatal’ın öldürülmek istenmesinin birçok nedeninin olduğu söylenebilir. Onun dini inkâr etmesi başlıca ölüm nedeni olmayıp, Hz. Peygamber’i kötüleyici bir tavır içinde olması ve İslam’a, Hz. Peygamber’e karşı fitne hareketlerine devam etmesi böyle bir sonuçla karşı karşıya kalmasında etkili olduğu söylenebilir.
     Hz. Peygamber Mekke’de kendisini hicveden ve eziyet eden İbnu’z-Zebagra gibi bazı şairlerin öldürülmesi için de emir vermiştir. (2) İbnu’z-Zebagra’nın böyle bir cezaya çarptırılmasının gizli bir yanı olmayıp, onun başlıca suçu, dili ile Hz. Peygamber’e düşmanlıkta aşırı gitmesidir. Bu kişi şiirde, döneminin en maharetli şahıslarından biri kabul edilmiştir. O, şiir yolu ile İslam’ı hicvetmiş, onunla birlikte Hassan ve Ka’b b. Mâlik de bunlara örnek teşkil etmiştir. Sözü edilen kimsenin bu suçları dışında bir hedefi daha vardı ki bu amaçla hareket etmek isteyen çok sayıda kimseye de bir nevi kötü örnek olarak öncülük etmiştir. Bu olaydan sonra hakkında ölüm emrinin verilmesinin ardından İbnu’z-Zebagra Necran’a kaçmıştır. Yaptıklarından pişman olmuş ve daha sonra da Hz. Peygamber’in huzuruna Müslüman olarak gelmiştir. Onun tövbe ve özrünü dile getiren güzel şiirlerinin olduğu da bilinmektedir. Başta Hz. Peygamber olmak üzere Müslümanların aleyhine bir tavır takınması ve Hz. Peygamber’i kötülemesi sebebiyle kanı heder edilmiştir. Hâlbuki bu ve benzer suçu bulunanlar dışındaki Mekkelilerin hepsine eman verilmiştir. (3)

     1.4. Hz. Peygamber’in Gelen Vahiyleri Yanlış Anladığı ve Yazdırdığı İddiası
     Hz. Peygamber karşıtlığına örnek olabilecek diğer bir olay da İbn Ebî Serh’in davranışıdır. (4) Bu iftira da diğerleri gibi Hz. Peygamber üzerinden gelen vahiyleri değersizleştirmek yoluyla kitleler nazarında şüphe uyandırmayı amaçlayan bir mahiyet içermektedir. Daha önceleri Rasullah’a vahiy kâtipliği yapmış bir kimsenin, Hristiyan olduktan sonra Hz. Peygamber’in kendisine gelen vahiyleri yanlış anladığı ve yazdırdığı iddiası ile ortaya çıkmasının kitlelerde nasıl olumsuz bir etki meydana getireceği ortadadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 27. Cezâu's-Sayd. 18, H. No: 1846, II, 16; 56. Cihad ve's-Siyer. 169, H. No: 3044, II, 370; Muslim, el-Câmıu’s-Sahîh, 15. Hacc. 84, H. No: 1357, I, 989-990. Ayrıca bu olay, Ahmed b. Hanbel, el-Musned, III, 109, 164, 186, 231, 232, 233, 240; Ebû Davud, es-Sunen, 9. Cihad. 117, H. No: 2678, III, 298; et-Tirmizî, es-Sunen, Ahkâm. 44, H. No: 1693, III, 314; en-Nesâî, es-Sunen, 8. Menâsik. 108, H. No: 3836, IV, 97. gibi hadis kaynaklarında yer almaktadır.
2) İbn Teymiyye, age, II, 267. 
3) İbn Teymiyye, age, II, 268.
4) Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh b. Hâris'tir. Emîr ve ordu komutanlığı yapmıştır. Hz. Osman’ın sütkardeşidir. Hadis rivayetinde bulunmuştur. 59 yaşında Hz. Ali'nin hilafeti döneminde vefat etmiştir. Bkz., İbn S'ad, Kitâbu Tabakâti'l-Kebîr, VII, 496; İbnu’l-Esîr, Usdu'l-Gâbe, III, 259; ez-Zehebî, Siyeru A'lâmi'n-Nubelâ, III, 33; İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 76
~~~~ * ~~~~

     Tarih kaynaklarında yer alan haberlere göre, yukarıda sözü edilen vahyin kaydedilmesi ile ilgili iftira dolu olay şu şekilde anlatılmaktadır. "Hz. Peygamber Mekke'ye girdiği zaman askerlerini bölümlere ayırdı. Kendileriyle savaşmayan hiç kimseyi öldürmemelerini emretti. Ancak Hz. Peygamber bazı kimselerin ismini zikretti. Rasulullah "Onları Ka'be'nin örtüsüne sarılmış halde bulsanız dahi öldürünüz." buyurdu. Bunlar, Abdullah ibn Hatal, Abdullah ibn Sa'd ibn Ebî Serh'tir. İbn Serh'in öldürülmesi de emredilmiş o da Müslüman olmuştur. Bu şahıs Hz. Peygamber’e gelen vahyi yazıyordu. Daha sonra müşriklere katıldı. Mekke'ye geldiğinde onlara şöyle diyordu: "Nasıl istersem ben vahiy konusunda öyle tasarrufta bulunuyorum. O bana bir şey yazmayı emrettiğinde ben ona "şöyle mi böyle mi yazayım? derim. O da "evet" der. "Alîmûn, Hakîmûn" der, sonra da bana "Azîzun Hakîmûn" yaz ‘ikisi de aynı anlamdadır.’ der. (1)
     Hadis kaynaklarında ise söz konusu olaya yer verilmekte, ağırlıklı olarak Hz. Osman’ın sütkardeşi olan bu kişinin can korkusu başta olmak kaydıyla yaptığı hatadan dönerek Hz. Peygamber’den kendisini bağışlama çabalarına işaret edilmektedir. İbn Ebî Serh olayı Sa'd b. Ebî Vakkâs tarafından nakledilmekte ve Ebû Davud (ö. 275 /888)’da şu şekilde yer almaktadır: "Mekke'nin fethedildiği gün Abdullah b. Sa'd b. Serh, Osman b. Affa'nın yanına gizlendi. Daha sonra Hz. Osman onu Hz. Peygamber’in yanına götürdü. Hz. Peygamber’den üç defa be'yat talebinde bulundu ve o da her defasında olumlu bir cevap vermedi. Hz. Osman ısrar edince Rasulullah bey'atini üçüncü talepten sonra kabul etti. Hz. Peygamber orada bulunanlara şöyle dedi: "İçinizde aklı başında bir kimse yok muydu ki ben bey'at için elimi vermediğimde onu öldürmedi? Orada bulunanlar da "Senin içinde olan şeyleri bilmiyoruz, gözlerinizle bize işaret etseydin ya" dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber de "Bir peygambere hain gözlü olmak yakışmaz." karşılığını verdi. (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) İbn Hişam, es-Sîretu'n-Nebeviyye, II, 409.
2) Ebû Davud, es-Sunen, 33. Hudûd. 1, H. No: 4359, V, 65; el-Hâkim en-Neysâbûrî, el-Mustedrek, 30. Meğâzî ve’s-Siyer, H. No: 4421, III, 50; el-Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, VII, 40; İbn Kesîr, el-Bidâye ve'n-Nihâye, IV, 297.
~~~~ * ~~~~

    Ebî Serh olayına işaret eden aynı rivayet Nesâî (ö. 303/915)'de daha ayrıntılı bir şekilde şu haliyle yer almaktadır: "Hz. Peygamber Mekke'nin fethedildiği gün dört kişi dışında herkesin canının güvende olduğunu söyledi. "Onları Ka'be'nin örtüsüne sarılmış olarak bulsanız da öldürünüz." buyurdu. Bu dört kişi; İkrime b. Ebî Cehl, Abdullah b. Hatal, Mikyas b. Subâbe ve Abdullah b. Ebî Serh'tır. Abdullah b. Hatal Ka'be'nin örtüsüne sarılmış bir şekilde bulundu. Ona, ulaşmak hususunda Saîd b. Harîs ve Ammâr b. Yâsir birbirleriyle yarıştılar ve Saîd, Ammârı geçti ve onu orada öldürdüler. Mikyâs b. Subâbe ise çarşıda görüldü o da orada öldürüldü. İkrime ise gemiye bindi ve denizde çok şiddetli bir rüzgârla karşı karşıya geldi. Gemidekiler bu adamı kurtarınız, sizin ilahlarınız burada fayda vermeyecektir dediler. İkrime ise Allah'a yemin olsun ki beni bu durumdan ihlas dışında hiç bir şey kurtaramayacaktır. Allah'tan başka beni bu denizden kurtaracak yoktur dedi. Ey Allah'ım! Sana ahdim olsun ki bana afiyetini verirsen, Muhammed'e gidip elimi onun eline koyup bey'at edeceğim diye yalvardı. Onu af ve kerem sahibi kimse olarak bulacağım dedi. Daha sonra Hz. Peygamber’e geldi ve Müslüman oldu. Abdullah b. Sa'd b. Ebî Serh ise Hz. Osman'nın yanına gizlendi. Hz. Peygamber insanların bey'at için kendisine çağırdığında Hz. Osman onu da Rasulullah’ın huzuruna götürmüştür." (1)
     Abdullah ibn Abbas'ın rivayetine göre Sa'd b. Ebî Serh Hz. Peygamber’i kötülemek için yazılar yazmış ve şeytan da onu yanlışa sürükleyerek kâfirler ile ortak hareket etmeye başlamıştır. Hz. Peygamber Mekke'nin fethi günü onun öldürülmesini emretmiş ve bunun üzerine Hz. Osman'a sığınmıştır. Daha sonraları ise Hz. Peygamber onu himaye etmiştir. (2) Bu konun tarihi kaynak boyutu zikredilenlerden daha fazla olup, meselenin uzatılmaması amacına yönelik olarak hepsi buraya alınmamıştır. (3)
     İbn Ebî Serh olayı aynı zamanda, Hz. Peygamber aleyhtarlığının başka bir yönünü ortaya koymaktadır. Buraya kadar verilen örneklerde Hz. Peygamber aleyhtarlığı sözler ile kötüleme, hicvetme çerçevesinde olurken, İbn Ebî Serh olayında ise Hz. Peygamber’e vahiy kâtipliği yapmış bir kimsenin, daha sonra din değiştirerek onu vahyin farkında olmayan bir kimse olarak toplumda kötülemesinin diğer aleyhtarlıklardan aşağı kalan bir yanı yoktur. Hatta Hz. Peygamber’e gönderilen vahiy hakkında şüphe oluşturmanın, Rasulullah’ın kendisine gönderilen vahiyde neyin doğru neyin yanlış olacağını bilecek kadar ayırt edemediğini ima edecek ifadeler kullanmasının mazur görülecek bir tarafı yoktur. Bu sebeple Hz. Peygamber onun Mekke’nin fethi esnasında sözü edilen dört kişi ile birlikte öldürülmesini emretmiş, daha sonra yapmış olduğu iftiranın ve karalamanın farkına vararak af dileme yolunu seçmiştir. İbn Ebî Serh Hz. Osman’ın sütkardeşi olması nedeni ile onu da aracı kılarak Hz. Peygamber’in affına mazhar olmuştur. Dolayısıyla geçmişte olduğu gibi günümüzde de din ve dine dair meselelerin alay ve kötüleme konusu yapılması bir özgürlük alanı olmamalıdır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) en-Nesâî, es-Sunen, 7. Muharebe. 11, H. No: 3516, III, 443-444.
2) Ebû Davud, 33. Hudûd. 1, H. No: 4358, V, 65; el-Hâkim en-Neysâbûrî, el-Mustedrek, 30. Meğâzî ve’sSiyer, H. No: 4421, III, 50; el-Beyhakî, es-Sunenu'l-Kubrâ, VIII, 198. Bu hadis hakkında Hâkim şunları söylemektedir: "Bu hadis el-Buharî'nin şartlarına uygundur. ez-Zehebî de bunu doğru kabul etmiştir.
3) Ayrıntılı bilgi için bkz., Canikli, age, s. 125-141.
~~~~ * ~~~~

     Gerek tarih ve gerekse hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerde işaret edilen İbn Ebî Serh’in iftira ve karalama mahiyetindeki iddialarının ortak noktası, Hz. Peygamber’in gerek kabiliyet ve gerekse özen bakımından, kendisine gelen vahiylerin kaydı konusunda ciddi davranmadığıdır. O bu iddia ve iftiralarını daha da ileri götürerek, ona gelen ayetlerin kendisine de geldiğini söylemiştir. Ayrıca o, neyi arzu ederse yazdığını da ifade etmiştir. Bu durum, vahyi hafife almak anlamına geldiği gibi, Hz. Peygamber’in de bu işi yapamadığı algısını oluşturmaktadır. Elbette böyle bir iftira ve Hz. Peygamber karşıtlığının, gerçeklikle hiç bir ilgisi yoktur.
     İbn Ebî Serh’in iddasının aksine bu hususta hadis kaynaklarında çok sayıda rivayet mevcuttur. Bu durum, Kur'an'ın yedi harf üzerine indiğine, bir ayetin Allah'ın isimlerinden bir isimle sona erdiğine, okuyucu hangisini isterse onu seçeceğine delalet etmektedir. Hz. Peygamber de bu harflerden birini seçme hakkına sahip olup ve bunu yazdırmıştır. O bu harflerden okumuş ve Nasrânî'ye "şöyle şöyle" yaz demiştir. O, Hz. Peygamber’den bu şekilde çokça şey duymuş ve iki harften birini seçmiştir. Hz. Peygamber bazı vahiyler yazılırken ona; "Evet ikisi de eşittir." demiştir. Diğer bir ifade ile bir ayet iki harf üzere inmiştir. O iki harften birini yazdı ve sonra da Hz. Peygamber’e okudu, onun üzerine karar kılındı. Ayetin sonu örnekte olduğu gibi "Semîun, Alîmun" ve "Alîmun, Hakîmun" ve "Gafûrun Rahîm" gibi olabilirdi. Bu hususta diğer bir örnek de "Semîun Basîr" ya da "Alîmun Hakîm" ya da "Alîmun Halîm" dir. Kur'an'da buna benzer örnek çoktur. Ayetlerin harf üzere indirilmesi sürekli olan bir şeydir. Sonra Allah bazı harfleri her Ramazan ayında Cebrail'i göndererek Hz. Peygamber’le karşılıklı okuyarak düzeltiyordu. (1)
     Sonuçta, daha önce vahiy kâtipliği yapıp, Hristiyan olduktan sonra da vahyin gelişi güzel kayıt edildiği, Hz. Muhammed’in vahyin kaydı esnasında hatalar yaptığı ve kendisinin bunu düzelttiği iddiasında bulunan İbn Ebî Serh, kötüleme ve küçümseme yoluyla Hz. Peygamber’i toplum nazarında itibarsızlaştırmak istemiştir. Ayrıca bu yolla, vahyin ilahi koruma altında olduğu gerçeği de bu şekilde değersiz ve geçersiz hale getirilmek amaçlanmıştır. Bu haberlerden, önce Müslüman ve daha sonra da Hristiyan olan bir kimsenin, Hz. Peygamber’in vahiy almada yetersiz olduğu, gelen ayetleri karıştırdığı böylece onun nazarında bir aleyhtarlık oluşması için çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde çirkin ve Rasulullah’ı kötülemeye yönelik bir davranışın arkasında elbette çok farklı etkenler olabilir. Dolayısıyla yapılan işte, hiç tartışmasız Hz. Peygamber aleyhtarlığı olduğunu söylemekte bir sakınca yoktur.

     1.5. Casusluk Yapılarak Müslümanlar Aleyhine Bilgi Sızdırılması
     Hz. Peygamber aleyhtarlığına örnek olabilecek diğer bir olay da Hâtib b. Ebî Beltea’nın Hz. Peygamber ve Müslümanların savaş stratejilerini alt üst edecek casusluk olayıdır. Savaş hazırlığı yapılan bir dönemde, bunları karşı tarafa sızdırmak amacıyla bir faaliyet içerisine giren kimselerin günümüzde nasıl bir cezayla karşılaşacağı  düşünüldüğünde Hz. Peygamber’in bu işin faili olan kimseye ne şekilde davrandığı örnek olacak niteliktedir. Olay elbette şekil ve her açıdan casusluk mahiyeti arz etmektedir. Ancak Rasulullah’ın davranış şekli ise onun her suç işleyeni dinlemeden, neden böyle bir şeye yeltendiğini öğrenmeden bir kimseyi cezalandırmadığına örnek olacak mahiyettedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 79. İsti’zân. 43, H. No: 6285, 6286, IV, 149; Muslim, el-Câmıu’s-Sahîh, 44. Fedâılu’-Sahâbe. 5, H. No: 2450, II, 1905. 
~~~~ * ~~~~

     Hz. Peygamber Mekke’nin fethi için gizli hazırlık yaptığı bir dönemde, Hâtıb b. Ebî Beltea bir hanıma ücret vererek Müslümanların savaş hazırlıkları hakkında bilgi toplamasını ve bundan da Kureyş’in haberdar edilmesini istemişti. Rivayetlerde yer aldığına göre bu olayı Cebrâil Hz. Peygambere haber vermişti.
     Mekke’nin fethinin hazırlıklarının düşmanlar tarafından bilinmesini istemeyen Rasulullah, bu işin önünü almak için Ali b. Ebî Talib ve Zübeyr b. Avvâm’ı görevlendirerek onlara “Hâh bahçesi denen yere kadar gidin. Oraya ulaştığınızda mahfe içinde yolculuk yapan bir kadın bulacaksınız. Onun yanında bir mektup var bu mektubu ondan alıp buraya getiriniz.” dedi. Bu ikisi gidip Hz. Peygamber’in tarif etmiş olduğu kadını yakaladı ve ondan mektubu istediler. Ancak o, kendisinde bir mektup olmadığını söyledi. Hz. Ali bunun üzerine “Rasulullah asla yalan söylemez. Ya bize mektubu verirsin ya da biz senden bir şekilde alacağız.” şeklinde karşılık verdi. Kadın Hz. Ali’nin mektubu alma hususundaki kararlılığını görünce saç örgülerinin arasına gizlemiş olduğu mektubu çıkardı.
     Hz. Peygamber’e getirilen mektupta ‘‘Hâtıb b. Ebî Beltea’dan Mekkeli birtakım insanlara” şeklinde başlayan yazıda Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethi için yaptığı hazırlıklar yer almaktaydı.’’ Rasulullah, Hâtıb b. Ebî Beltea’yı çağırtıp “Ey Hâtıb! Bu durum nedir?’’ diye sordu? Hâtıb ise Hz. Peygamber’in sorusuna şu şekilde cevap verdi:
     “Ey Allah’ın Rasulu! Benim için hüküm vermede acele etme. Ben, Kureyş’e antlaşma ile bağlı bir kimseyim. Aramdaki ilişki anlaşma çerçevesinde olup ve onların da samimi bir ferdi olmadım. Sizin beraberinizde muhacirden çok sayıda kimseler var. Bunların Mekke’de gerideki aile ve mallarını koruyacak bazı akrabaları var. Benim ise ailemi ve malımı koruyacak hiç kimsem yoktur. Akrabalık yönünden olan bu eksikliği Mekkelilere minnettarlık duygusu kazanarak gidermek ve bu şekilde de ailemi korumak istedim. Yoksa mensubu olduğum İslam dinimden döndüğüm için böyle bir yola başvurmadım. Ben, İslam’ı kabul ettikten sonra kesinlikle küfre razı olmam.”
     Hâtıb b. Ebî Beltea bu şekilde özrünü dile getirdikten sonra Hz. Peygamber yanında bulunan sahabilere “Hâtıb size doğru söyledi.” buyurdu. Hâtıb’ın yaptığı casusluk ihanetini bir türlü kabullenemeyen Hz. Ömer: “Ey Allah’ın Rasulu! Bana izin ver de şu münafığın boynunu vurayım” dedi. Hz. Peygamber de “Hâtıb, Bedir savaşına katıldı. Sen bilir misin, belki Allah Bedir savaşına katılanların mücadelelerine şahit olmuştu da “Ey Bedir’e katılanlar! Bundan böyle ne isterseniz yapın, ben sizleri affettim” buyurmuştur, dedi. (1)
     Rivayetten anlaşıldığına göre, Hz. Ömer’in itirazına rağmen İbn Ebî Beltea, Hz. Peygamber’e sözü edilen gerekçelerini açıklayarak dinden dönmediğini ifade etmiştir. Onun bu şekilde davranmasının başlıca nedeni olarak kendisini ve ailesini korumak olduğunu söyleyerek İslam’a ve Müslümanlara karşı kötü bir kastının olmadığı konusunda Hz. Peygamberi ikna etmiştir. Dolayıyla Hz. Peygamber’in uygulamalarında eğitim ve insanların ikna edilme yolunun fazlaca yer aldığı görülmektedir.

     1.6. İslam’ı Kabul Etmiş Gibi Görünenlerin Tavırları
     Hz. Peygamber’in Medine’ye hicret etmesi ile birlikte kendisine ilk muhalefet edenler arasında özellikle siyasi ve dünyevi menfaat sağlamak amacıyla İslam’ı, görünüşte kabul eden ancak tam anlamıyla teslim olmamış menfaatperest kişiler de olmuştur. Bunlardan bazıları bulundukları ortamda gözden düşmemek için nifak yoluna başvurarak çıkar sağlamıştır. (2)
     Toplumu karıştıran ve menfaat peşinde koşan münafıkların en önde gelenlerinden biri de Allah Rasulu’nün Medine’ye hicretinden önce Medine’de, sonraki dönemlerde ise nifak hareketlerini organize edecek olan Abdullah b. Ubeyy b. Selûl’dür. (3) Özellikle hicretten önce meydana gelen kavga ve çatışmalardan yorgun düşen Medineli Evs ve Hazrec kabileleri aralarında anlaşarak İbn Ubeyy’i Medine’ye kral yapmaya karar vermiştir. (4) Ancak Abdullah İbn Ubeyy’in hükümdar olma hayalleri Rasulullah’ın Medine’ye gelmesiyle suya düşmüş ve Müslümanların onun etrafında toplanması, kavminin kendinden uzaklaşıp İslâm’a girdiğini görmesi onun kin ve nifakını gizlemesine ve istemeyerek de olsa Müslüman görünmesine sebep olmuştur. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Ahmed b. Hanbel, el-Musned, II, 109 ve III, 350; el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 56. Kitabu’l-Cihad ve’sSiyer. 141, H. No: 3007, II, 360 ve bazı diğer konularla ilgili olarak H. No: 3081, 3983, 4274, 4890, 6259, 6939; Muslim, el-Câmıu’s-Sahîh, 44. Fedâilu’s-Sahabe. 36, H. No: 2494, II, 1941-1942; Ebû Davud, es-Sunen, 9. Cihad. 98, H. No: 2643, III, 278-280; et-Tirmizî, es-Sunen, Tefsir. 60, H. No: 3305, V, 333. Ayrıca bkz., el-Vâkıdî, Kitâbu’l-Meğâzî, II, 797-798; İbn Hişâm, age, III-IV, 398-399; et-Taberî, Târîhu’l-Umem ve’l-Mulûk, II, 155; İbnu’l-Esîr, el-Kâmil fî’t-Târîh, II, 242; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’nNihâye, IV, 278; ed-Diyârbekrî, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2009, II, 471-473.
2) Okiç, Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, İstanbul, 1959, s. 62.
3) Ubeyy b. Selûl’un nifak hareketleri için ayrıntılı olarak bkz., Sezikli, Ahmet, Hz. Peygamber Döneminde Nifak Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 2013, s. 155-169.
4) el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh,79. İsti’zan. 20, H. No: 6254, IV, 141; Muslim, el-Câmıu’s-Sahîh, 32. Cihad. 40, H. No: 116, II, 1422, 1423.
5) İbn Hişam, age, I, 584–585; İbn Sa’d, age, III, 540. Ayrıca bkz., el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 78. Edeb, 115. H. No: 6207, IV, 129-130.
~~~~ * ~~~~

     Müslümanlar güç ve kuvvet kazanınca Allah onlara savaş izni vermiş ve bunun sonunda Bedir Savaşı yapılmıştır. Bedir Savaşı’nda Müslümanların durumuna bakarak müşriklerin galip geleceğine inanan Abdullah b. Ubeyy’in taç giyme ümidi güya ona göre yeniden kuvvetlenmiştir. Ancak sonuç onun umduğu gibi olmamış Müslümanların
zafer kazanması onu tekrar hayal kırıklığına uğratmış ve Medine’de müşrik olarak yaşama imkânını da ortadan kaldırmıştır. Diğer bir ifade ile onun bir kenarda yapayalnız kalması söz konusuydu. Bunun üzerine İbn Ubeyy ve grubu ‘bu zafer, artık galibiyetin ona döndüğünü gösteren bir olaydır.’ diyerek her ne kadar arzu etmemiş olsalar da Müslüman görünmeyi tercih etmek zorunda kalmıştır. (1)
     Abdullah b. Ubeyy b. Selûl farklı davranışları ile her zaman dikkat çekmiştir. Savaşın zorlama şartlarıyla İslam’ı kabul etmiş, Müslüman olduktan sonra insanlar arasında itibar kazanmaya başlamış ve ona saygı göstergesi olarak kendisine mescitte özel bir yer ayrılmıştı. O her cuma günü buraya gelerek oturur ve buna kimse itiraz etmezdi. Hz. Peygamber’in cuma hutbesinden sonra Abdullah b. Ubeyy ayağa kalkarak: “Ey insanlar! Allah’ın aranızda bulundurduğu ve sizi onunla şereflendirdiği Rasulu’nü dinleyiniz ve ona itaat ediniz.” der ve sonra otururdu. (2)
     Abdullah b. Ubeyy’in bu tavrı ilk bakışta onun ne kadar iyi bir Müslüman olduğuna ve Hz. Peygamber’in sağ kolu gibi davrandığına delalet etse de ilerleyen zamanlarda hiçbir zaman samimi ve tutarlı bir Müslüman tavrı ile hareket etmemiştir. O işine geldiğinde nifak ehlinin arasında olmuş, fayda elde edemeyeceği durumlarda ise onlara ihanet eden bir tavır sergilemiştir. (3)
     Hz. Peygamber Şevval 3/Kasım 624 tarihinde cuma namazını kıldıktan sonra bin kişilik ordusuyla Uhud’a doğru yola çıkmıştır. Yolda “Şavt” diye isimlendirilen bir yerde Abdullah b. Ubeyy b. Selûl: “Muhammed gençlerin sözüne uydu, beni dinlemedi, Uhud’da hangi sebep için öldürüleceğimizi de bilmiyoruz.” diyerek üç yüz kişilik arkadaş grubuyla Hz. Peygamber’in ordusundan ayrılarak Medine’ye dönmüş ve böylece Hz. Peygamber’in ordusu yedi yüz kişi kalmıştır. (4) Abdullah b. Ubeyy b. Selûl bu davranışı ile gerçek yüzünü ortaya koyduğu gibi aynı zamanda Hz. Peygamber’e ne kadar bağlı olduğunu da göstermiştir.
     Bu ve benzer olaylar, ilk dönemde Hz. Peygamber’in güçlü bir nifak grubu karşısında nasıl stratejik davrandığını ortaya koyması açısından önem taşımaktadır. O bazı kişilerin karakterini, samimi olmayan davranışlarını bilmiş olsa da, onlara bu yanlışlarından dönmeleri için zaman vermiş ve sabırlı davranmıştır. Ayrıca Müslümanların her zaman bu gibi nifak ehli ile mücadele yapacak durumda olmadıkları gerçeğini de göz önünde bulundurmak gerekir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) el-Buharî, el-Câmıu’s-Sahîh, 78. Edeb, 115. H. No: 6207, IV, 129-130; et-Taberânî, el-Mu’cemu’lKebîr, I, 163; et-Tahâvî, Maâni’l-Asâr, I, 342; Zebîdî, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi, XI,73. (Rasulum!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür. 3. Âl-i İmrân,15.)
2) İbn Hişâm, age, III, 111; İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, IV, 51.
3) Bakan, Tevhid, “Hz. Peygamberin Abdullah b. Übeyy’in Cenaze Namazını Kılması” Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 39, Erzurum 2013, s. 215.
4) İbn İshâk, age, I, 303; İbn Kesîr, age, III, 26; İbn Abdilberr, el-İstîâb, I, 511; ez-Zebîdî, age, X, 187.
~~~~ * ~~~~

     2. Günümüz Peygamber Aleyhtarlığının Temel Karakteri
     Daha önceki başlıklarda ilk dönemdeki Hz. Peygamber karşıtlığının mahiyeti hakkında örnek olaylar üzerinden bilgiler verilmişti. Karşıtlık meselesi sadece vahyin başlangıcı olan dönemle sınırlı kalmamış, neredeyse her zaman belli tonlarda kendini göstermiştir. Söz konusu aleyhtarlık, günümüzde ise teknolojinin kullanmasıyla farklı boyutlarda daha karmaşık ve organize bir şekilde belli çevrelerce körüklenmektedir. Bunun basın yayın ve iletişim araçlarında örneklerini görmek mümkündür. Hz. Peygamber aleyhtarlığı belli kişi ya da inanç gruplarının rastgele organize ettikleri bir eylem biçimi değildir. Kurumsal anlamda bir tarihinin ve hazırlık döneminin olduğu müşahede edilmektedir.
     Batılıların genelde İslam, özelde ise Hz. Peygamber hakkındaki görüş ve iftiralarının temellerini oryantalizmin kurumsallaşmasında görmek mümkündür. (1) Elbette bu kurumlarda yetişen herkesin İslam ve Hz. Peygamber karşıtlığı yaptığını söylemek söz konusu değildir. Ancak bu eğitim ve öğretim kurumlarında Arapça başta olmak üzere, İslami eğitime yer verilmesinin asıl amacının, İslam ile ilgili araştırmalar yapılarak insanların dinlerini sağlıklı bir şekilde öğrenmeleri olduğunu da düşünmek söz konusu değildir.
     Günümüz Batı dünyasında genelde İslam ve özelde de Hz. Peygamber karşıtlığının değişik şekillerde kendini gösterdiği bilinmektedir. İşin aslı, karşıtlığın geneline bakıldığı zaman temelde İslam ve ona dair değerleri hedef alan ve böylece bu dinin mensuplarını rencide edici tarzda olduğu da fark edilmektedir. Aslında aynı ilahî kaynaktan beslendiği iddiasında olan dinlerin kendinden olmayan şahıs ve kurumları kötüleyici ve rencide edici bir davranış içinde olması da işin bir başka şaşılacak tarafıdır. Günümüz Batı dünyasının İslam ve Hz. Peygamber karşıtlığının Vatikan’ın İslam düşmanlığı, Kur’an’a saygısızlık, cami ve minare karşıtlığı, Müslümanlar ve Hz. Peygamber aleyhtarlığı gibi başlıklarda yoğunlaştığı görülmektedir. Ancak bu tebliğin sınırları göz önünde tutulduğunda sözü edilen hususların hepsine yer verilmesi mümkün olmayıp, sadece Hz. Peygamber karşıtlığıyla ilgili örneklere yer verilecektir. (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Günay, Nasuh, “Batı’nın Hz. Muhammed’e Karşı Takındığı Olumsuz Tutumun Tarihsel Arka Planı”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi –Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel-, 2008/2, Sayı: 21, s. 105-126; Kara, Seyfullah, “Hz. Peygambere Karşı Oryantalist Bakış ve Bu Bakışın Kırılmasında Metodolojik Yaklaşımın Önemi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 23, Erzurum, 2005.
2) Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Canikli, age, s. 281-306.
~~~~ * ~~~~

     Örnekler
     İslam’a ve Müslümanlara her türlü hakaret ve saldırıyı yapan zihniyetlerin algılarında Hz. Peygamber’in inananlar nazarındaki konumu, tahminden öte bir şekilde bilinmektedir. Dolayısıyla İslam ve Hz. Peygamber karşıtlığı bu gibi yer veya ülkelerde aynı çirkinlikte kendini göstermektedir. Vereceğimiz örnekler dahi Müslümanların   sabrını zorlayacak niteliktedir. Örneğin İsrail’in Yafa kentinde bulunan bir cami avlusuna anlında Hz. Muhammed’in ismi yazılı bir domuz başı atılmış ve bu çirkin saldırı İsrail’de yaşayan Filistinlilerin tepki göstermelerine neden olmuştur. Osmanlılardan kalma Yafa’daki tarihi Hasan Bey Camii’nin avlusuna Filistin poşusu sarılmış kesik domuz başı atılmış, domuzun alnında “Nebî Muhammed” şeklinde bir ifade yer almıştır. Domuzun ağzına ise 99 luk bir tesbih yerleştirilmiştir. Ayrıca bu olay Filistin topraklarında ilk olmayıp, daha önce de el-Halil’de Müslümanlara ait evin duvarına Hz. Peygamber’i aşağılayan ifadeler yazılmıştır. Birkaç yıl önce de Şeyh İzzeddin Kassam’ın Yafa’daki mezarına domuz başı atılmıştır. (1)
     İsrail’de yayınlanan bir yarışma programında Müslümanları rahatsız edecek bir tavır sergilenmiştir. Daha önce Hristiyanları rahatsız eden programın ardından bu kez de bir televizyon programında yarışmacılardan birinin ayakkabısına “Muhammed” adının takılması İsrailli Arapların ve Müslümanların tepkisini çekmiştir. (2)
     Avrupa ülkelerinde ise özellikle İslam ve buna bağlı değerler, kasıtlı bir şekilde özgürlük kılıfı altında hafife alınmakta ve Rasulullah ile alay edilmektedir. Örneğin, Danimarka’da yayınlanan Hz. Peygamber karikatürlerine Avrupa’nın birçok ülkesinden destekler gelmiştir. Örneğin Fransız France Soir, Alman Die Welt, İtalyan Corriere della Serra ile La Stampa, İspanya’da Catalan El Periodico gazeteleri, Danimarka gazetelerine destek için Hz. Muhammed karikatürlerini yayınlamıştır. Özellikle France Soir ‘Laik toplumda dini doğmalara yer yoktur.’ görüşünü savunarak kapak sayfasında peygamberleri bulut üzerinde gösteren yeni karikatürlere de yer vermiştir. (3)
     Hz. Peygamber karşıtlığının bir kısım siyasi partiler tarafından da gündemde tutulduğu görülmektedir. Örneğin, Hollanda muhalefet partilerinden PVV lideri Wilders İslamofobinin adeta öncüsü gibi davranarak “Hz. Muhammed bu gün yaşasaydı ve Hollanda vizesi için başvursaydı ona vize vermezdim.” diyerek bu konuda ne kadar kin ve nefret duygusu içinde olduğunu göstermektedir. (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) http://www.haber7.com., 23. 08. 2005.
2) http://www.haber.gazetevatan.com., 26. 02. 2009.
3) http://www.hurriyet.com.tr, 02. 02. 2006.
4) Okumuş, Fatih, “Avrupa’da İslamofobi ve Mâbâdı-Avrupa’da İslamofobi ve Müslümanların Tepki ve Tutumları.”, s. 125; Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, (Edisyon: Kadir Canatan, Özcan Hıdır), Eskiyeni Yayınları, Ankara, Ekim, 2007. (Wilders, G. “Genoeg is Genoeg”, de Volkskrant, 08.08.2007’den naklen.) 
~~~~ * ~~~~

     Danimarka’nın Jyllands-Posten gazetesinde 2005 yılında yayımlanan Hz. Muhammed karikatürlerinden sonra bu kez de Peygamber karikatürlerinin benzeri yeni tasvirlerden oluşan bir karikatür yayımlanmıştır. İslam’a karşı takındığı sert tutum ve dile getirdiği ağır eleştirilerle tanınan köşe yazarı Lars Hedegaard’ın yazdığı kitaptaki tasvirleri daha önce dünya çapında olaylara neden olan Hz. Muhammed karikatürünü çizen Kurt Westergaard yapmıştır. Söz konusu karikatürlerde Hz. Peygamber, başın içinde bomba olan bir başörtü ile çizilmiştir. (1)
     Gerek siyasi yollarla ve gerekse kültürel etkinlikler adı altında Hz. Peygamber’e saldırı ve karşıtlık değişik şekillerde kendini göstermektedir. Örneğin Avusturya’nın Steiermark eyaletinin ikinci büyük şehri Graz’da, bir seçim kampanyasında İslam dini, Hz. Muhammed’e ve Kur’an’a yönelik çirkin saldırılarda bulunulmuştur. Irkçı olarak bilinen Özgürlükçüler Partisi’nden (FPÖ) Graz Belediye Başkanı adayı Suzanne Winter Hz. Muhammed’in toprak ağası olduğunu ve Kur’an’ı sara nöbeti geçirdiği sırada yazdığını ileri sürmüş, onu çocuk sapığı olmakla itham etmiş ve İslam’ın da totaliter bir rejim olduğunu iddia etmiştir. FPÖ Genel Başkanı Heinz Christian Strache de Winter’in sözlerini düşünce özgürlüğü olarak savunmuş, seçmenlere ise Avrupa Birliği ve İslam’a karşı FPÖ’yü desteklemeleri çağrısında bulunmuştur. (2) Başkan adayının ifadelerinden İslam’a ve Hz. Peygamber’e düşmanlığının altında İslam ve Hz. Peygamber’e beslediği kinin olduğu anlaşılmaktadır.
     Avrupa’nın Hz. Peygamber’e karşı yapmış olduğu çirkinliklerin bir örneği de Amerika’da görülmüştür. Ayarsız eleştirileri ile reyting rekorları kıran, dünyanın birçok ülkesinde de seyredilen ‘Büyükler için çizgi dizi’ South Park’da, Hz. Muhammed’e ayı postu giydirilmiştir. Hz. Peygamber’in yüzünün gösterilmemesi ile ilgili olarak İslam dünyasının hassasiyeti ile dalga geçilen animasyon dizide o, oyuncak ayı giydirilmiş şekilde yansıtılmıştır. Bütün bu çirkinliklerin arka planında Amerikalı sinema oyuncusu Tom Cruise’un, ‘dünyada dalga geçilmeyecek tek kişi var, o da Muhammed, onun gücünü elinden almalıyız.’ düşüncesi vardır. (3)
    Batıdaki herkesin ya da batılı kurum ve kuruluşların hepsinin İslam karşıtı olduğunu söylemek söz konusu değildir. (4) Elbette İslam’a yapılan bütün saldırıların hangi ülkede kaçının cezai yaptırımla karşı karşıya kaldığını tamamıyla tespit etmemiz de mümkün değildir. Ancak takip edebildiğimiz kadar ile basına yansıyan haberlerden anlaşıldığı kadar bazı ülkelerde İslam’a, Müslümanlara ve Hz. Peygamber’e karşı yapılan hakaret, kötüleme ve Hz. Peygamber aleyhtarlığı ifade eden davranışları yapanların çeşitli cezalara çarptırıldığı görülmektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) http://www.milliyet.com.tr, 13. 11. 2008.
2) http://www.haber7.com., 14. 01. 2008.
3) http://www.internethaber.com., 16. 04. 2010.
4) Örneğin Goethe, henüz 23 yaşında iken Hz. Peygambere bir övgü şiiri yazmıştır. O, 70 yaşında bir şair olarak da “Kur’an’ın Peygambere mana olarak bütünü ile indirildiği o kutlu gecenin bir bayram gibi kutlanması” düşüncesinde olduğunu bütün samimiyeti ile dile getirmiştir. Bu konuda daha ayrıntılı bilgi için bkz., Momsen, Katherina, “Goethe ve İslam”, (Çev.: Beyza Maksudoğlu). Bu makale, 30 Nisan 1964’te Stuttgart Mahallî Derneğinin daveti üzerine biraz farklı şekilde konferans olarak hazırlanmış, daha sonra Berlin, Kahire ve İskenderiye’de bu konuda konuşmalar yapılmıştır. 
~~~~ * ~~~~

     Daha önceki satırlarda da bahsedildiği gibi Avusturya’da Hz. Peygamber’e yönelik hakaret içeren söylemi nedeni ile dokunulmazlığı kaldırılarak mahkeme huzuruna çıkarılan aşırı sağcı milletvekili Susanne Winter üç ay tecilli hapis ve 24 bin avro para cezasına çarptırılmıştır. Federal savcının hazırladığı iddianamede, Winter’in konuşmalarında kullandığı ifadelerle belli bir dini aşağılamak ve halkı başka bir din ve onun kutsal değerlerine karşı kışkırtmak suçu işlediğine yer verilmiştir. Savcının bu iddiası mahkemece haklı bulunarak iki dinî topluluk arasında kin ve nefret oluşturduğu kararına dönüşmüştür.
     Elbette durum bazen yukarıda ortaya konulan olumsuz tablonun dışında tezahür etmektedir. ABD Başkanı Barack Obama, dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek ile görüştükten sonra Kahire Üniversitesinde yaptığı konuşmasıyla İslam dünyasının gönlünü almaya çalışmış ve İslam ile ABD’nin ayrılmaz bir parça olduğunu, ABD’nin İslam ile savaşmayacağını dile getirmiştir. Ayrıca kendisinin çocukluğunda ezan sesleriyle uyandığını ifade etmiştir.
     Bu çerçevede batılı sosyalistlerin de İslam düşmanlığına karşı savaş açtıklarına dair haberler medyada yer almıştır. Otuz üç partiyi bünyesinde bulunduran Avrupalı sosyalistler, İslam düşmanlığı olarak isimlendirilen ‘İslamofobi’ ile mücadele kararı almıştır. Bu bağlamda İslam’ın artık bir Avrupa dini olduğu vurgusu yapılmıştır. Bütün bu çabalardan sonra Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ise 2004 yılı sonunda Müslümanlara karşı hoşgörüsüzlük ve ayrımcılıkla mücadele için özel bir temsilci atamıştır. (1)
     Her ne kadar yaklaşık geçen on yılda İslam’a, Müslümanlara ve Hz. Peygamber’e yapılan saldırılardan ve bunlara karşı önleyici tedbirlerden söz edilmiş olsa da bu konuda yapısal ve kalıcı önlemlerin varlığından söz etme imkânı yoktur. Belli çevrelerce İslam ve bununla ilgili değerler kasıtlı olarak terörle eş anlamlı gösterildiği müddetçe bu konuda sağlıklı bir gelişmenin olması söz konusu değildir. Her hangi bir din veya onunla ilgili değerlere saldırıda bulunanlar özgürlük dokunulmazlığından çıkarılmadıkça, ülkeler bu tür suçların cezalandırılmasında ortak hareket etmedikçe bu meselenin kronik olmaktan çıkması neredeyse imkânsız hâle gelmektedir. 2016 yılı itibarı ile bunca söylem ve önlem çağrılarına rağmen geçmiş yıllarda yaşanan İslam ve Hz. Peygamber düşmanlığına dair haberlere rastlanılması hiç istemesek de burada dile getirmeye çalıştığımız endişelerin hala devam ettiğini göstermektedir.
     Sistematik olarak özellikle Hz. Peygamber’i kötülemeyi, ona hakaret etmeyi adeta varlık sebebi olarak gören çevrelerden biri olan Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo, Kasım 2011'de "Hz. Muhammed" karikatürlerini yayımlamış, ardından başlayan protesto gösterilerinde derginin editoryal işlerinin yürütüldüğü Paris'teki merkezi ateşe verilmiştir. Dergi buna rağmen, 19 Eylül 2012'de Hz. Muhammed'e hakaret içeren karikatürler yayımlamış ve pek çok ülkede büyük tepkilerle karşılaşmıştır. (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) http://www.dunyabulteni.net, 12. 08. 2009.
2) http://www.hurriyet.com.tr, 19. 09. 2012.
~~~~ * ~~~~

     Bunun üzerine Hz. Muhammed'in karikatürlerini yayımlamasıyla gündeme gelen Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo’ya 7 Ocak 2015 tarihinde düzenlenen silahlı saldırıda 12 kişi hayatını kaybetmiştir. (1)
     Elbette insanların terör saldırıları sonucu öldürülmesi hiç kimsenin tasvip etmediği bir olaydır. Ancak terörü besleyen ve bunlara din gibi kutsal değerlere hakaret ederek zemin hazırlayanlar da kendi durumlarını yeniden gözden geçirmek mecburiyetindedir. Daha bu olaylar üzerinden uzun bir zaman geçmeden 4 Mayıs 2015 tarihinde, ABD'nin Teksas eyaletinin Dallas kentinde, Amerikan Özgürlük Koruma İnisiyatifi'nin (American Freedom Defense Initiative) düzenlediği Hz. Muhammed konulu karikatür yarışmasının gerçekleştirildiği salonun dışında silahlı çatışma yaşanmıştır. Söz konusu çatışmada saldırıyı gerçekleştiren iki kişi ölmüş ve bir güvenlik görevlisi de yaralanmıştır. (2)

     Ne yapmak gerekir?
     Bu olaylar göstermektedir ki kimse daha önce yaşanan bu ve benzeri olaylardan gereken dersi almamış, kültürel açıdan ve dinlere saygı anlamında medeni! kabul edilen dünyada pek de iç açıcı bir ilerleme olmamıştır. Hz. Peygamber’e hakaret sebebiyle meydana gelen olaylar iyi analiz edilip en azından her hangi bir dine özellikle de Hz. Peygamber’e karşı nasıl bir davranış benimsemesi gerektiği konusunda ortak bir hareket tarzı geliştirilmiş olsaydı bu tür istenmedik durumlar ortaya çıkmazdı. Ancak özgürlük ve ifade hürriyeti bu boyutu ile dünya barışı için sorunlu olmaya devam edecektir.
     Kökü tarihin derinliklerine uzanan bazı kimse veya kurumların İslam düşmanlığının neticesinde, Hz. Peygamber’e olan yaklaşımlarını da tahmin etmek zor değildir. Dolayısı ile bu olumsuz durumun ortadan kalkması ya da en aza inebilmesi için sadece Müslüman kimliğine sahip kimselerin çabalarının yetmeyeceği göz önünde bulundurulmalıdır. Aynı şekilde İslam’a ve onun peygamberine karşı düşmanlık besleyen ve onu kötüleyen birey ve kuruluşların özellikle teolojik, ekonomik ve siyasî alandaki bakış açılarını gözden geçirmeleri çok önemli bir durumdur.
     Günümüz Batı dünyasında görülen İslamofobinin öznel bir durum olmayıp, sosyal, siyasal, kültürel, tarihî ve dinî olmak kaydı ile birçok kaynaktan beslendiği anlaşılmaktadır. Sağduyu sahibi Batılı lider ve yöneticilerin bu konunun halli noktasında öncülük yapmalarının yararlı olacağı muhakkaktır. (3) Özellikle son kırk yılda meydana gelen gelişmeler, İslamofobinin anti-İslamizmin bir ürünü olduğunu göstermektedir. Batı dünyasındaki siyasal seçkinler, aydınlar, medya ve istihbarat örgütleri anti-İslamist söylem ve politikalarından vaz geçmedikleri sürece Batı kamuoyundaki Müslümanlara yönelik korku ve nefret duygularının sona ermesi söz
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) http://www.fortuneturkey.com. 07. 01. 2015.
2) http://www.hurriyet.com.tr, 04. 05. 2015.
3) Bkz., Kirman, M. Ali, “Müslümanların İslamofobi ile İmtihanı”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2012, sayı: 262, s. 5-7. 
~~~~ * ~~~~

konusu değildir. (1) Ayrıca İslam dini düşmanlığı üzerinden yapılan her türlü Hz. Peygamber karşıtlığının da hiçbir özgürlük ile ilişkilendirilmemesi de bu sorunun çözümü noktasında önemli bir husustur.

     Sonuç
   - Vahyin tebliğcisi, ilk uygulayıcısı ve hadislerin kaynağı olan Hz. Peygamber hakkında vahiy gelmeye başladığı andan itibaren kendini belli eden ve günümüzde de farklı tonlarda devam eden şüphe, kötüleme ve küçük görmelerin nedenlerini tespit etmek günümüz insanı için sağlıklı düşünce geliştirme açısından önemli bir husustur. Bireylerin bu konuda tutarlı ve sorun çözücü bilgi sahibi olmalarına katkı sağlamak ve onları daha da bilinçlendirmek konusunda bu tebliğin faydalı olacağı düşünülmektedir.
    - İlk dönemdeki İslam/Hz. Peygamber karşıtlığını ana hatlarıyla; Yahudilerin İslam’ın ve Müslümanların güçlenmesiyle daha sonraları tutum değiştirmeleri, Hz. Peygamber’le anlaşma yapan (zımmi) kimselerin buna sadık kalmamaları, şiir ve şarkı yoluyla onun hicvedilmesi ve Hz. Peygamber’in kendisine gelen vahiyleri yanlış anladığı ve yazdırdığı iftirası gibi başlıklarda toplamak mümkündür. Ayrıca bunlara, casusluk yapılarak Hz. Peygamber öncülüğündeki Müslümanların savaş bilgilerinin düşmana sızdırılması ve bazı kimselerin İslam’ı kabul etmiş gibi görünerek hiç umulmadık zamanlarda Rasulullah ve arkadaşlarını arkadan vurarak kötülük yapmaları gibi hususları eklemek mümkündür.
    - İlk dönem Peygamber karşıtlığının temel karakteriyle, günümüzde basın, yayın organlarına yansıyan aleyhtarlığın temel mahiyetinin aynı olduğu görülmektedir.
     - İslam’a inanmayan kimselerin en azından insan olma ve insani erdem gereği bu durumun neresinde olduğu konusunda kendilerini sorgulamaları gerekli bir durumdur. Onların öteki kabul ettiklerinin çok önem verdiği Hz. Peygamber hakkındaki tutum ve davranışlarını yeniden gözden geçirmelerinin ve günümüz barışı açısından önemini yeniden hatırlamalarının bir o kadar önemi de ortadadır.
     - Herkesin bir dini kabul etmesini veya o dininin mensubu olmayı ret etmesini onun özgürlüğü olarak kabul etmek mümkündür. Ancak başkalarının önem verdiği din ve Hz. Muhammed gibi şahsiyetleri küçük düşürme, kötüleme ve hicvetme gibi bir özgürlük alanın olmadığı, özgürlüğün de bir sınırının olduğu herkes tarafından kabul edilmelidir. Başkasının kabul ettiği din ve o dinin peygamberi hakkında “Ben özgür bir dünyada yaşıyorum, istediğim gibi eleştirir ve istediğim gibi de nitelendiririm.” anlayışı ile hareket edilmesi, yaşanılan olaylar da göz önüne alındığında faydadan hali bir durumdur. Böyle bir tavır sonuç itibarı ile farklı inanç grupları arasında düşmanlıkların  ortaya çıkmasına ve mevcutlarının daha da artmasına sebep olmaktadır. Bunun örneklerini maalesef günümüzde de görmek mümkündür.
     - Herkes gönül dünyasında; “Ben mensubu olmasam ve kabul etmesem de başkalarının kutsalı ve Hz. Peygamber başta olmak üzere değer verdiği şahsiyetleri rencide etmek, küçük düşürmek benim insanlığım ile bağdaşmaz.” diyebildiği zaman bazı sorunların kendiliğinden çözüleceği muhakkaktır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dip Notlar:
1) Canatan, Kadir, “İslamofobinin Tarihsel ve Güncel Görünümleri”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2012, sayı: 262, s. 11.
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça
     - Kur’an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 1997.
     - Ahmed b. Hanbel, el-Musned, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
     - Aslan, Ömer, Kur’an’a Göre İlahî Mesaja Muhalefet, (Gruplar, Nedenler, Sonuçlar), Asistan Kitap, Sivas, 2012.
     - Bakan, Tevhid, “Hz. Peygamberin Abdullah b. Übeyy’in Cenaze Namazını Kılması” Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 39, Erzurum, 2013.
     - Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin, Delâil'n-Nubuvve, (Thk.: Abdulmu’tî el-Kal’acî), 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1405/1985.
     - Beyhakî, es-Sunenu’l-Kubrâ, 1. Baskı, Haydarâbâd, 1344.
     - Buharî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Câmıu’s-Sahîh, Matbaatu’sSelefiyye, Kahire, 1400.
     - Canatan, Kadir, “İslamofobinin Tarihsel ve Güncel Görünümleri”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2012, sayı: 262.
     - Canikli, İlyas, Hz. Muhammed Özelinde Peygamber Aleyhtarlığı, Fecr Yayınları, Ankara, 2016.
     - Dârekutnî, es-Sunen, (Thk.: Şuayb el-Arnaût), Muessesetu’r-Risâle, 1. Baskı, Beyrut, 1424/2004.
     - Diyârbekrî, Hüseyin b. Muhammed b. el-Hasan, Târîhu’l-Hamîs fî Ahvâli Enfesi Nefîs, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 2009.
     - Ebû Dâvud, Suleyman b. el-Eş’as, es-Sunen, (Thk.: Muhammed Avvâme), Dâru’l-Kıbleti li’s-Sekâfeti’l-İslamiyyeti, 1. Baskı, Cidde, 1419 /1998.
     - Günay, Nasuh, “Batı’nın Hz. Muhammed’e Karşı Takındığı Olumsuz Tutumun Tarihsel Arka Planı”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi – Review of the Faculty of Divinity, University of Süleyman Demirel-, 2008/2, Sayı: 21.
     - Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Bekir Ahmed b. Ali, Târihu'l-Bağdad, Dâru’l-Kutubi’lİlmiyye, Beyrut, trz.
     - Humeydî, el-Musned, Dâru’s-Sakâ, Şam, trz.
     - İbn Abdilber, Ebû Ömer Yusuf b. Abdillah Muhammed, el-İstîâb fî Ma’rifeti’lAshâb, (Thk.: Ali Muhammed el-Becâvî), Dâru’l-Ceyl, Beyrut, 1992. Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri 107
     - İbn Adiyy, Ebû Ahmed b. Adiyy el-Curcânî, el-Kâmil fî Duâfai’r-Ricâl, (Thk.: Komisyon), 2. Baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1405/1985.
     - İbn Hacer, Ahmed b. Ali el-Askalânî, el-İsâbe fî Temyîzi’s-Sahâbe, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, 1995.
     - İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-Nebeviyye, (Thk.: Mustafa es-Sakkâ İbrahim el-Ebyârî-Abdulhafız Şelebî), Dâru Ibn Kesîr, Kahire, trz ve Beyrut, 1391/1971.
     - İbn İshâk, Muhammed b., es-Siyer ve'l-Meğâzî, (Thk.: Süheyl Zekkâr), 1. Baskı, Dâru’l-Fikr, Beyrut, 1398/1987 ve (thk. Muhammed Hamîdullah), Konya, 1401/1981.
     - İbn Kesîr, Ebû’l-Fidâ el-Kureşî, el-Bidaye ve'n-Nihaye, (Thk.: Dr. Ahmed Ebû Mülhem vd.), 1. Baskı, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1405/1985 ve Mektebetü’lMeârif, Beyrut, trz. Baskısı.
     - İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd, es-Sunen, (Thk.: Şuayb elArnaût), Dâru’l-Risâletu’l-Âlemiyye, 1. Baskı, Şam, 1430/2009.
     - İbn Sa'd, Ebû Abdillah Muhammed, Kitâbu Tabakâti'l-Kebîr, Dâru Sadır ve Dâru İhyaı Turâsi’l-Arabî, Beyrut, 1405/1985.
     - İbn Teymiyye, Şeyhu’l-İslam Takiyuddin Ebi’l-Abbâs Ahmed b. Abdi’l-Halîm b. Abdisselâm en-Numeyrî el-Harrânî, es-Sârımu’l-Meslûl alâ Şâtımı’r-Rasûl, (I-III), (Tkh.: Muhammed b. Abdillah b. Ömer el-Huluvânî, Muhammed Ahmed Şûdurî), 1. Baskı, Dâru İbn Hazm, Beyrut, 1417/1997.
     - Kara, Seyfullah, “Hz. Peygambere Karşı Oryantalist Bakış ve Bu Bakışın Kırılmasında Metodolojik Yaklaşımın Önemi”, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 23, Erzurum, 2005.
     - Kirman, M. Ali, “Müslümanların İslamofobi ile İmtihanı”, Diyanet Aylık Dergi, Ekim, 2012, sayı: 262.
     - Muslim Ebu’l-Husyn el-Haccâc el-Kuşeyrî, el-Câmiu’s-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992/1413.
     - Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. Şuayb, es-Sunen (I-XII), Muessesetu’rRisâle, Beyrut, Beyrut, 1421/2001.
     - Neysâbûrî, el-Hâkim, el-Mustedrek, Dâru’l-Haremeyn, 1. Baskı, 1417/1997.
     - Okiç, M. Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tetkikler, İstanbul, 1959.
     - Sezikli, Ahmet, Hz. Peygamber Döneminde Nifak Hareketleri, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 5. Baskı, Ankara, 2013. Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri 108
     - Taberânî, el-Mu'cemu's-Sağîr, el-Mektebu’l-İslâmiyye, 1. Basım, BeyrutAmmân, 1405/1985.
     - Taberî, Muhammed b. Cerîr, Târihu't-Taberî (Târîhu’l-Umem ve’l-Mulûk), (Tah: Muhammed Ebu’l-Fadl İbrahim), 2. Baskı, Dâru Suveydân, Beyrut, 1387/1967 ve 1997.
     - …….,..Muhammed b. Cerîr, Tefsîru’t-Taberî, (Câmiu’l-Beyân), (Thk.: Mahmud Muhammed Şâkir), Dâru’l-Mearif, Kahire, 1955, 1969.
     - Tahâvî, Ebû C’afer Ahmed b.Muhammed et-Tahâvî, Şerhu Meâni’l-Asâr, (Thk.: Muhammed Zührî en-Neccâr), Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1399.
     - Tirmizî, Ebû Muhammed b. Îsâ, el-Câmiu’s-Kebîr, Dâru’l-Garbi’l-İslamî, Beyrut, 1. Baskı, Beyrut, 1996.
     - Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-Meğâzî, (Thk.: Marsden Jones), 3. Baskı, Âlemu’l-Kutub, Beyrut, 1404/1984.
     - Yıldız, Abdullah, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanlar, İz Yayıncılık, İstanbul, 2000. -Zebîdî Ahmed b. Abdüllatîf, Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi ve Şerhi (Terc.: Ahmed Naim, Kâmil Miras), Ankara, 1970.
     - Zehebî, Siyeru A'lemi'n-Nubelâ, (Thk.: Mecmûatun mine’l-Bâhisîn-Komisyon), 1. Baskı, Muessesetu’r-Risâle, Beyrut, 1402/1982.
 

3 Haziran 2021 Perşembe

YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM / Sayfa 71 - 84 / Sünnetullâh Kavramından Hareketle Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 71 - 84
NÜBÜVVET,
HZ. PEYGAMBER VE
SÜNNET

Sünnetullâh Kavramından Hareketle
Mucizelerin İmkânsızlığı Algısı
Mithat ESER

     Giriş
     Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber kıssalarında yer yer onların olağanüstü hallerinden bahsedilir. Ayet-i kerimelerde çoğunlukla ayet/ayât ifadeleriyle zikredilen bu olağanüstü haller için mucize ifadesi kullanılmaya başlanmıştır. Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş gerçek elçiler olduğunu kanıtlayan bu hârikulâde olaylar, peygamber kıssalarında olduğu gibi öğüt ve ibret için anlatılmış olmalıdır. Peygamberler kıssalarındaki bu olağan üstü hallere zaman zaman benzeyen birtakım harikulade olayların Hz. Peygamber’in elinde gerçekleştiğine dair sahih hadislerde bilgiler mevcuttur. Yüceltici bir anlayışla ve Hz. Muhammed’i önceki peygamberlerle yarışa sokmak maksadına matuf, onun her halinde mucize gören anlayışın yersizliği ve yanlışlığı farklı çalışmalarda işlenen önemli bir konudur. Ancak gerek bir ayeti kerimede anlatılan İsra olayı, gerekse sahih hadislerde yerini bulan, çok sıkıntılı durumlarda Allah Teala’nın Hz. Peygamber’i bazı harikulade olaylarla desteklemesi ve Hz. Muhammed’in bazı olağanüstü halleri yaşaması da genel olarak kabul edilen hususlardır.
     Peygamberler eliyle gerçekleştirilen ve kelam ilminde mucize terimiyle ifade edilen harikulade olaylar, son birkaç asırdır üzerinde çok durulan bir husustur. Batıdaki pozitivist ve materyalist bir mantıkla mucizelerin reddedilmesi anlayışının İslam dünyasında az da olsa bazı çevreler tarafından dile getirildiği görülmektedir. Batıda Ortaçağ Hristiyan teolojisine karşı bir başkaldırı şeklinde görülen materyalizm ve pozitivizmin etkisiyle mucizeler reddedilmiştir. Temelde inanç konusu olan peygamberlerin olağanüstü halleri, sebeplilik ilkesi ve tabiat kanunları söz konusu edilerek kabul edilmemiştir. Söz konusu olay ise İslam dünyasında biraz daha farklı bir mecrada ele alınmış, tabiat kanunları Kur’ân-ı Kerim’de geçen sünnetullâh kavramıyla ilişkilendirilmiştir. Sünnetullâh’ın değişmemesine ilişkin ayeti kerimelerden hareketle, tabiatta bir kırılma diyebileceğimiz mucize ve olağanüstü haller kabul edilmemiş ve tevil edilmiştir. Bu da yaratıcının koyduğu tabiat kanunları ile ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Peygamber mucizeleri ve Hz. Peygamber’in olağanüstü hallerinin kabul edilmemesinin temel gerekçelerinden birini bu husus oluşturmuştur.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
* Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Temel İslam Bilimleri, İslam Tarihi Bilim Dalı Öğretim Üyesi, mithateser@hotmail.com
~~~ * ~~~ 

     Bu bildiride öncelikle mucize teriminden kısaca bahsedilecek, daha sonra sünnetullâh ifadesi irdelenecektir. Ardından ayeti kerimelerde ifade edilen sünnetullâh ifadesinden hareketle genelde peygamber mucizelerinin özelde Hz. Muhammed’in olağan üstü hallerinin imkânsızlığı algısı ele alınacaktır. Bu arada mucize ve olağanüstü durumların imkânsızlığı algısının sebeplerinden de bahsedilecektir.

     Mucize Kavramı:
     “Mucize” kelimesi Arapça kökenlidir. Etimolojik olarak “a-c-z” kökünden türemiş olup sözlük anlamı bakımından sıradan insanın aynısını yapmaktan aciz kaldığı ve insanları hayran bırakan tabiatüstü sayılan olay anlamına gelmektedir. (1) Kelimenin sonundaki he’nin, müenneslik alameti olmayıp mübalağa için olduğu kabul edilir. (2) Mucizenin Batı dillerindeki karşılığı olan “miracle” kelimesinin kökeni Latince “miraculum” sözcüğüdür, harika, olağandışı, hayranlık uyandıran olay anlamına gelmektedir. (3)
     İslam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve hadislerde “mucize” kelimesi yer almaz. Fakat Kur’an’daki “âyet”, “beyyine” ve “burhan” sözcüklerinin bazen “mucize” ile kastettiğimiz anlama yakın manada kullanıldığı kabul edilmektedir. Benzer şekilde hadislerde de bu anlama gelmek üzere genellikle “âyet” kelimesinin kullanıldığı görülmektedir. (4)
     Mucize, sözlükte “bir şeye güç yetirememek” anlamındaki “acz” kökünden türeyen “mûciz” kelimesinin isim şeklidir. Terim olarak ise Peygamber olduğunu ileri süren kişinin elinde doğruluğunu kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan hârikulâde olay olarak tanımlanmaktadır. (5) Kur’ân’da mucize yerine kullanılan işaret ve belge anlamındaki ayet Allah’a işaret eden, O’na götüren belgeler anlamında hem Kur’ân’ın cümleleri için hem de hârikulâde olsun –veya- olmasın her çeşit tabiat olayı için kullanılır. (6)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Fîrûzâbâdi, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952, II/188; Fikret Karaman, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007, s. 455; Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option=com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.2 8272585
2) Nureddin es-Sâbûnî, el-Bidâye fi Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978, s. 111.
3) Manabu Waida, “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987, IX/542.
4) Osman Karadeniz,İlim ve Din Açısından Mucize, İstanbul, 1999, s. 28-31.
5) Halil İbrahim Bulut, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005, XXX/350.
6) Hikmet Zeyveli, “Kuran ve Kuran-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015, s. 109. 
~~~ * ~~~ 

     Kelamcılar, peygamberlerin nübüvvetlerini ispat sadedinde Allah tarafından yaratılan ve kendi elleriyle gerçekleşen hârikulâde olayları gerek mucize olarak tanımlarken gerekse bu mucizeleri akli, hissi vb. birtakım tasniflere tabi tutarken bunu vahyin indiği dönemden en az birkaç asır sonra yapmışlardır. Üstelik kelamcıların tanımı yegane mucize tanımı değildir. Zira günlük hayatta kelime ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir hastanın iyileşmesinden veya kilometrelerce yükseklikteki bir uçaktan düşen yolcunun ölümden kurtulmasına kadar bildiğimiz, alışık olduğumuz doğa kanunlarıyla açıkça çelişen bir şekilde kullanılmaktadır. Mucizeyi şöyle de tanımlamak mümkündür: “Olağandışı türden olan, bir Tanrı tarafından meydana getirilen ve dini değere sahip bir olaydır.” (1) Bu tanımdan hareketle Kur’ân’ı Kerim’deki anlatılan Peygamberlerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü halleri mucize olarak isimlendirilebilir.
     Kur’ân’ı Kerim’in indiği ortamda müşriklerin aksine, Hz. Peygamber ve sahabilerin yoğun bir şekilde mucize vb. olağanüstü hadiselerle ilgilenmesi gibi bir durum da söz konusu olmamıştır. Müşriklerin Hz. Peygamber’i ve getirdiği vahyi kabul etmemek adına, ayet kelimesiyle ifadesini bulan mucize taleplerine de Rabbimizin olumsuz yanıt verdiği de bilinen hususlardır. Acaba bu olağanüstü istekleri reddeden ayetler, Hz. Peygamber’in olağanüstü haller yaşadığı algısına bir reddiye ve bu hususu doğrudan ilgilendiren ifadeler midir? Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” (2) sözü, aynı şekilde Hz. Peygamber’in “ "Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah'ın bana vahyettiğidir/ Kur'an'dır." (3) hadisi, onun başka herhangi bir olağanüstü hali yani mucizeyi yaşamadığı anlamına gelir mi? Son Peygamber Hz. Muhammed’in müşrik muhataplarının kelamcıların klasik anlamda nübüvvetini ispat amacıyla talep ettikleri mucizelerin onlara verilmediği ve verilmeyeceği Kur’ân’da kesin bir dille ifade edilmiştir. (4) Nübüvveti ispat sadedinde Hz. Peygamber’e mucize olarak sadece Kur’ân’ın verilmesi farklı görüşlere rağmen kabul edilebilecek bir düşüncedir. Bütün bunlara rağmen, Kur’ân-ı Kerim’deki önceki peygamberlere verilen ve kelamcıların tarifine de uygun olan veya olmayan mucizelerin/olağanüstü hallerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı genelde sahih hadis kaynaklarında yer alan hârikulâde olayların hiç olmadığı gibi yaklaşım doğru olmamalıdır. Zira her şeyden önce kelamcıların ortaya koyduğu bir tanımdan hareketle bu tanıma Peygamber mucizelerinin veya Hz. Muhammed’in yaşadığı bireysel olağanüstü olayların sokulması bir çelişkidir. Bir başka ifadeyle Kur’ân’dan alınmayan ve bu sebeple Rabbimizin olumsuz yargı belirtmediği bir ifadeden hareketle, Kur’ân’da anlatılan Peygamber mucizelerinin reddi doğru olmamalıdır. Bu noktada ancak Kur’ân’da reddedilen müşriklerin mucize istekleriyle Hz. Peygamber’in yaşadığı bireysel olağanüstü hallerin farklı olduğu kanaatimizce kabul edilebilir bir anlayıştır. Bu anlamda gerek İsra suresinin ilk ayetinde yerine bulan İsra olayı, gerekse bazı sahih hadislerde yer alan olağanüstü hadiseler mümkün olabilecektir.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Richard Swinburne, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989, s. 1; Abdullah Kartal, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015, s. 59.
2) Ankebut, 29/50-51.
3) Buhârî, Fedailu’l-Kur’an,1, İ'tisâm, 1; Müslim, İman, 239.
4) Zeyveli, s. 126. 
~~~ * ~~~ 

     Haddi zatında Hz. Peygamber’e, hiçbir hissi mucize verilmediğinin Kur’ân’da açıkça belirtildiğini düşünen Hikmet Zeyveli de Müşriklerin mucize isteklerine karşı Rabbimizin “Kendilerine okunmakta olan Kitab’ı sana indirmemiz onlara yetmiyor mu?” sözünden “Kur’ân mucize olarak yetmiyor mu?” anlamının çıkmayacağını, ayetin devamından hareketle “rahmet ve uyarı olarak Kur’ân yetmiyor mu?” şeklinde anlamanın bağlama daha uygun olduğunu düşünmektedir. (1) Dolayısıyla Hz. Peygamber’e mucize verilmediği ile ilgili ayetlerin manaya delaletiyle ilgili farklı düşünceler olduğu göz önünde tutulmalıdır. Ayetlerde ifade edilen ve önceki ümmetlerin helakine sebep olacak tarzda peygamberliğin ispatı şeklinde gördüğümüz ayet/ayat’ın ya da kelamcıların ifadesiyle hissi mucizelerin Hz. Peygamber’e verilmediğini söyleyebiliriz; ancak bu, onun Allah ile kendi arasında birtakım olağan üstü durumları yaşamadığı anlamına gelmez. Nitekim hâriku’t-tabîa anlamında mucizelerin aklen mümkün olduğu, Allah Teala’nın tarihe de, tabiata da müdahale ettiği kabul edilmektedir. (2)
     Mucizelerin mümkün oluşu felsefe ve mantık açısından da ispat edilmeye çalışılmıştır. Buna göre tabiat kanunları zamanla yeni bilgi ve bulgularla değişmektedir. Yine mantıki önermelerle tabiat kanunlarının mucizelere imkân vereceği hususu da açıklanmaktadır. (3) Doğa kanunlarının evrensel ve istatistiksel şeklinde ikiye ayrıldığı ve istatistiksel kanunların, doğa kanunlarının belirli bir durumda neyin büyük olasılıkla meydana gelmesi şeklinde tanımlandığı, hatta kuantum fiziğiyle beraber doğa kanunlarının büyük oranda evrensel değil de istatistiksel olduğunun kabul edildiği ifade edilmektedir. (4) Yine mucizeyi doğa kanunun ihlali olarak değil de bir çakışma olarak kabul edenler bulunmaktadır. (5) Üstelik mucizeyi, doğa kanunun ihlali olarak gören felsefecilerin tamamı böyle bir ihlali imkânsız görmemektedir. (6) Bilinen doğa kanunlarının ihlali anlamında bir olay meydana geldiğinde ya olayın anlatıldığı gibi olduğunu kabul edip ilgili doğa kanununu reddetmek veya kanunu doğrulayıp aktarılan olayı inkar etmek gibi bir mecburiyet altında değiliz. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Zeyveli, s. 110, 128.
2) Zeyveli, s. 128.
3) Muhittin Bahçeci, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983, s. 167-177.
4) Kartal, s. 60-61.
5) Kartal, s. 63-68.
6) Kartal, s. 68.
~~~ * ~~~ 

     Eğer aykırı olayın tekrar edilebilirliği ispatlanırsa ilgili doğa kanunu elbette geçersiz olur ve terk edilir. Ama bu gösterilemiyorsa hem kanunu hem onu ihlal eden istisnasını kabul edebiliriz. Böyle yapmak ne bilimin işlevini kaybetmesine ne de bilimsel tutumun keyfiliğine sebep olur. Zira aykırı olay tekrar edilemediği sürece alternatif bir doğa kanunu inşa etmek için sağlam bir zemin bulunmayacak ve mevcut kanun geçerliliğini koruyacaktır. (1)
     Bütün bu açıklamalardan hareketle mucizenin tabiat kanununun ihlali olup olmaması ve rasyonelliği ile ilgili birçok izah tarzının bulunduğunu söyleyebiliriz. Yani ortada tek bir mucize tanımı ve mucizelerin tabiat kanununu kesinlikle ihlal ettiği şeklinde herkes tarafından kabul edilen ortak bir bilgi söz konusu değildir.
     Burada bizim bildirimizde özellikle üzerinde duracağımız husus, gerek peygamberlerin yaşadığı mucizeler gerekse Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü tecrübeler Kur’ân-ı Kerim’de ifade edilen ve değişiklik olmayacağı vurgulanan sünnetullâh ile çelişir mi? Sünnetullâh, tabiat kanunları ile eş değer bir kelime midir? Cenabı Hak, koyduğu tabiat kanunlarında bir kırılma yani olağanüstü bir durum yaratır mı?

     Sünnetullâh Kavramı
     “Sünnet” kelimesi Kur’ân’da tekil formuyla, çeşitli terkiplerde yer almak suretiyle on dört kere kullanılmış; iki yerde de çoğul formuyla geçmiştir. Bunlardan sadece sekizi “sünnetullâh” şeklinde iken, diğerleri “sünnetüna”, “sünnetü men…” ve “sünnetu’l-evvelin” gibi isim tamlamalarında yer almaktadır. Bütün bu örnekler incelendiğinde Kur’ân’ın “sünnet” kelimesini tek bir anlama hasretmediğinin, yani kelimeyi kavramsal bir çerçevede değil, sözlük anlamıyla kullandığının en yalın göstergesidir. (2)
     Sünnet kelimesinde olduğu gibi sünnetullâh kelimesinde de tam bir anlam birliği görülmemektedir. Kur’ân’ı Kerim’in beş ayetinde, sekiz defa geçen “sünnetullâh” ifadesinin önceki ve sonraki ayetlerle anlamı göz önüne alındığında karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Hz. Peygamber’in şahsıyla alakalı Hz. Zeynep’le evliliğiyle ilgili hükümden bahseden ayetlerde bu hususun sadece Hz. Peygamber’e ait olmayıp peygamberlerin şahıslarıyla alakalı öteden beri süre gelen bir kanun ve nikah ile diğer konularda geçmiş peygamberler hakkında Allah’ın koyduğu sünneti/kanun veya hükmü (3) ; münafıkların akıbetleriyle ilgili Allah’ın hükmü veya kanunu (4) ; peygamberlerini yalanlayanların azaba uğrayacağı ile ilgili Allah’ın adeti, kanunu veya cezalandırması (5)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Kartal, s. 75-76.
2) Ömer Özsoy, Sünnetullâh Bir Kuran İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015, s. 48.
3) Ahzab, 33/38.
4) Ahzab, 33/62.
5) Fatır, 35/43. 
~~~ * ~~~ 

inanmayanların azabı gördüklerinde iman etmelerinin kendilerine fayda vermeyeceğine dair süre gelen Allah’ın hükmü, kanunu ve adeti (1) ve kafirlerin peygamberlere karşı savaş açtığında onların başaramayacağı ve Allah’ın peygamberlerini galip getireceğine dair Allah’ın hükmü ve adeti. (2) Söz konusu ayetlerde geçen “sünnetullâh” ın hepsinin de kafirlerin akıbetleriyle ilgili tehdit ve uyarı, diğer yandan müminleri tebşir ve teselli nitelikli olduğu, Allah’ın ilahi ilkeli tutumunun asla değişmeyeceği, tabiat yani fizik kanunları değil, aksine dini içerikli insanın bireysel ya da sosyal hayatıyla ilgili ilahi prensipleri ifade ettiği açıkça görülmektedir. (3) Bazı araştırmacıların da Kur’ân-ı Kerim’deki “sünnetullâh” ifadesiyle kastedilenin tabiat kanunları olmadığını ifade ettiklerini görmekteyiz. (4) Söz konusu ifadeyi tabiat kanunları anlamında kullananları göz ardı etmemek adına olacak ki “Mucize” maddesi yazarı İlyas Çelebi ise “Allah’ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur’ân terimi” olarak tarif etmektedir. (5)
     Aslında klasik İslam tarihi kaynakları müellifleri de eserlerinde genel olarak ne sünnetullâh tabirine yer vermişler ne de bazı olaylardan hareketle bir kanun ortaya koymuşlardır. (6) Yani tarihçilerimiz bu konularda rivayetleri olduğu gibi aktarırken, söz konusu olayların sünnetullâha veya tabiat kanunlarına aykırılığı gibi bir düşünceye kapılmamışlardır.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Mümin, 40/85.
2) Fetih, 48/23. Bütün bu ayetlerle ilgili açıklamalar için bkz. Mustafa Akçay, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008, s. 133-139; Nuri Tok, Kuran’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998, s. 28-29; Şemsettin Karcı, Fert ve Toplum Açısından Kuran’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016, s. 24-25. Sünnet, Sünnetullâh vb. ile ilgili açıklamalar için bkz. Rosalind W. Gwynne, “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994, s. 22-25.
3) Akçay, s. 139.
4) Özsoy, s. 51, 54; Tok, s. 29; Muhit Mert, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kuran”, İslami İlimler Dergisi I. Kuran Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007, s. 171.
5) İlyas Çelebi, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010, XXXIIX/159. İbrahim Sarmış da “Yüce Allah, evreni yaratmış ve işleyişini yasalara, yani düzene bağlamıştır. Bunlar toplumsal olayların bağlı olarak gerçekleştiği sünnetullâh/sosyal yasalar ve fiziksel olayların bağlı olarak gerçekleştiği tabiat yasalarıdır. Her şey bu yasalara göre işlemekte ve olaylar bu çerçevede meydana gelmektedir… Bu yasaları koyan ve uygulayan Yüce Allah kendisi olduğundan deistlerin iddia ettiği gibi evrenin işleyişini otomatiğe bağlayıp bir kenara çekilmiş veya emekliye ayrılmış değildir. Çünkü bu yasaların mahkumu değil, hakimi ve uygulayıcısıdır. Ateşin tabiatı/yasası yakmak iken Hz. İbrahim’i yakmaması, suyun tabiatı/yasası boğmak iken Hz. Musa’yı ve beraberindeki müminleri boğmaması gibi mucize olaylarında gördüğümüz şekilde dilediği zaman bu yasalara müdahale ederek geçersiz kılmaktadır.” diyerek sünnetullâhı sosyal yasalar olarak ifade etmekte ancak sosyal yasalara da tabiat kanunlarına da gerektiğinde Allah tarafından müdahale edilebileceğini ifade etmektedir. İbrahim Sarmış, Kuran’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014, s. 66.
6) Gülizar Arıkan, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003, s. 142-143.
~~~ * ~~~ 

     Sünnetullâh teriminin tarihi serüveninin izini sürmeye çalışan Ömer Özsoy, hicri III. yüzyılda felsefi tartışmaların Müslüman çevreye sirayetiyle birlikte adet kelimesinin fiziksel kanunlar olarak açıklanmaya başlandığını, Gazali ve sonrası bir dönemde adetullah ifadesinin tam anlamıyla sünnetullâh ile eş anlamlı olarak kullanıldığını, XIX. yüzyılın sonlarına doğru ise, Müslümanların pozitivizimle tanışmasıyla kelimenin yeniden güncellik kazanarak evrenin bir takım kanunlara göre işlediği fikrinin Kur’ân’a aykırı olmadığı, aksine Kur’ân’ın evreni düzenli bir yapı olarak takdim ettiği gibi söylemlerin ön plana çıkarıldığını, bu dönemde değişmezliği vurgulanan bir kanuniyetten söz eden bu terimin tabiat kanunları olarak yeniden kavramlaştırıldığını ifade etmektedir. (1)
     Bütün bu izahlardan rahatlıkla anlaşılacağı üzere Kur’ân’da geçen sünnetullâh ifadesi ile tabiat kanunlarını eş değer görmek doğru bir algı olmayacaktır. Üstelik söz konusu ifadenin bireysel veya sosyolojik anlamı üzerinde duran araştırmacıların yanı sıra sünnetullâh ifadesinin tarih veya helak yasaları anlamında sosyal yasa olduğu anlayışı da eleştirilmekte ve şöyle söylenilmektedir: “Kanaatimizce de sünnetullâha tabiat yasası anlamını vermek uygun düşmemektedir. Ancak tarih yasaları anlamı da büyük bir genellemedir. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi sünnetullâh sadece helak ile ilgilidir, dolayısıyla buna helak yasası denilebilir. Bunun haricinde Kur’ân tarihin işleyişi ile ilgili bize herhangi bir bilgi vermemektedir… Hatta buradan bu tür yasaların olmadığı şeklinde bir yorum yapmak da kesin yanlış olarak değerlendirilemez. Kur’ân-ı Kerim ilahi mesaj karşısında Müslümanları ve kafirleri anlatırken, inkar edenlerle ilgili özel bir durumdan yani helakten bahsetmektedir. Esas amaç bir tarihsel yasayı vurgulamaktan öte, inançsızlığın ve inadın toplumu sürükleyeceği sonu haber vermek ve insanları doğru yola girmek konusunda düşündürmektir.” (2) Vecdi Bilgin’in ilgili makalesi ve bu ifadeleri Kur’ân’ı Kerim’de geçen sünnetullâh ifadelerinden genel geçer sosyolojik bir yasa çıkarmanın da doğru olmadığını anlatmaktadır. Dolayısıyla söz konusu Kur’ânî ifade, her ne kadar bir değişiklik olmadığına dair açıklamalarla birlikte zikredilse de bırakın tabiat kanunlarını ifade etmeyi, bu ifadenin sosyolojik bir yasa anlamına gelip gelmediğinin bile tartışma konusu olduğu görülmektedir. Dolayısıyla şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki Kur’ân’ı Kerim’de geçen ve değişmez olduğu söylenilen sünnetullâh ile tabiat kanunları arasında herhangi bir ilişki yoktur ve bu ilişkiden hareketle Allah Teala’nın tabiat kanunlarını değiştirmeyeceği ve ihlal etmeyeceği, dolayısıyla mucize ve olağanüstü hallerin olmadığı ve tevili gibi bir durum söz konusu değildir.

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özsoy, s. 51-51.
2) Vecdi Bilgin, “Kuran’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011, s. 41-42.
~~~ * ~~~ 

     Bizim burada özellikle vurgulamak istediğimiz bir diğer husus ise mucizelerin, tabiat kanunlarının ihlali olduğunu kabul etsek bile, Allah Teala’nın kitaplar ve peygamberler göndermek suretiyle tabiatta bir kırılma yarattığını kabul etmemiz aslında Allah tarafından tabiat kanununun ihlal edildiğini söylememiz anlamına geldiğidir. Çünkü ilahi kitap göndermek ve insanlar arasından bir elçi seçip ona melekle veya doğrudan vahyetmek, aynı sebeplerin aynı sonuçlar doğurduğu tabiat kanunlarına müdahale etmek (1) ve onları ihlal etmek anlamına gelmektedir. Bu tamamen metafizik bir olay ve metafizik olaylar fiziki kanunlarla açıklanamaz, ihlal etme veya değiştirme şeklinde algılanamaz gibi bir itiraz yersizdir. Zira vahiy, melek… benzeri metafizik olaylar burada fiziki alanı ilgilendiren sonuçlara sebep olmakta, aynı şekilde mucizelerde de benzeri bir durum söz konusu olmaktadır. Kısaca, Allah Teala vahiyle, melekle, peygamberle fiziki alana, tabiata ve tabiat kanunlarına müdahale ediyorsa ve bu, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa, bir defa yaptığını sonradan mucizeler yoluyla da yapabilir. Kaldı ki “Allah Teala her an bir yaratma halindedir.” (2) “Bu mânada âyet, ‘Tanrı yarattıktan sonra vahyetmek, ihtiyaçları karşılamak gibi şeylerle ilgilenmemiştir.’ diyen deist felsefeyi de reddetmektedir. Bu âyet, tabiat olaylarından Tanrı iradesini dışlayan pozitivist ve materyalist akımları mahkûm etmekte ve bilimin ulaştığı parlak sonuçların da son tahlilde Allah Teâlâ’nın yasalarını keşfetmekten öteye geçemeyeceğini ve bütün bulguların gerçekte O’nun yaratma sıfatının her an var olan tecellilerinden başka bir şey olmadığını ortaya koymaktadır.” (3)

     Mucizelerin Tabiat Kanunlarına Uydurulma Algısının Bazı Sebepleri
     Kur’ân-ı Kerim’deki peygamber mucizeleri ve sahih hadis kitaplarında yer alan Hz. Peygamber’in hayatında görülen olağanüstü haller sebebiyle tarihte genel olarak mucizeleri reddetme görülmemektedir. Hatta aksine gün geçtikçe özellikle Hz. Muhammed’e nispet edilen mucize sayısı artmış, bir önceki kaynağa göre bir sonraki kaynakta mucizelerin katlanıldığı görülmüştür. Nitekim Hz. Peygamber’in doğumuyla ilişkilendirilen olağanüstü hallerle ilgili Mehmet Özdemir, İbn İshak’ın (151/768) eserinde bir, İbn Sa‘d’da (230/844) beş, Şami’nin (942/1535) eserinde ise yirmi kadar olağanüstü olay içeren rivayet bulunduğunu tespit etmiştir. (4) Özdemir’e göre irhasat ve tebşirat nevinden bu rivayetlerin artmasının sebebi, birinci olarak Kur'an'da kısmen kapalı kalan kitap ehlinin Hz. Peygamber hakkındaki bilgilerinin daha müşahhas hale getirilmesi ihtiyacı, ikinci olarak ise Müslümanların yeni fethedilen coğrafyalarda bilhassa Hristiyanlar ve Yahudilerle yaptıkları dini tartışmalarda ilk günden itibaren hep Hz. Muhammed'in geleceğinin kendi kitaplarında haber verilmediği ve ayrıca onun peygamberliğini teyit eden hissi/maddi mucizelerden mahrum bulunduğu itirazıyla karşılaşmalarıdır. Bunlardan dolayı zamanla Hz. Peygamber’in vahiy öncesi hayatını da kapsayacak şekilde tebşirat ve irhasat nevinden pek çok haber ortaya çıkmıştır. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Nedensellik tartışmaları için bkz. Yaşar Türkben, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009, s. 41-53.
2) Rahman, 55/29.
3) Hayrettin Karaman vd., Kuran Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008, V/207.
4) Mehmet Özdemir, “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007, s. 123-124.
~~~ * ~~~ 

     Sözü edilen irhasat ve tebşirat rivayetleri, bir ihtiyaca cevap vermek üzere vücut bulduktan ve kitabiyata intikal ettikten sonra özellikle halk arasında büyük bir etki meydana getirmiş, getirmeye de devam etmektedir. (1) Genel olarak Hz. Peygamber’e duyulan sevgi ve saygı, özellikle onun vefatından sonra farklı bir şekle bürünmüş ve gün geçtikçe artan hasretle yanıp tutuşan zihinlerdeki Peygamber tasavvuru değişmeye başlamıştır. Özellikle sahâbe dönemi sonrası, Hz. Peygamber’i göremeyenlerde, gerek Hristiyan ve Yahudî mühtedîler ve zimmîlerin sahip oldukları peygamber tasavvurlarının gerekse İran ve Hint kültüründeki mitolojik ve mistik anlayışların etkisiyle, gittikçe efsaneleştirilen, beşer üstü bir hüviyete büründürülen bir peygamber anlayışı gelişmeye başlamıştı. (2) Hz. Peygamber’in olağanüstü tecrübeleri konusunda, onun diğer peygamberlerden üstün olması, önceki peygamberlerin mucizelerinin her birini hatta daha fazlasını Allah Rasûlü’nün de göstermesi ve belki de böylece ehl-i kitaba ve insanlığa karşı Hz. Muhammed’in nübüvvetinin ispat edilmesi bu tip rivâyetlerin doğuşunda diğer bir sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Herhangi bir şartla kayıtlamaksınız Hz. Peygamber’in doğruluğunu kanıtlayan ve nübüvvetini ispat eden her çeşit delil anlamında Delâilü’n-Nübüvve, onun peygamberliğinin alametleri manasına A‘lâmü’n-Nübüvve, Allah Teâlâ’nın diğer insanlardan ayrı olarak sadece Hz. Peygamber’e lütfettiği bir takım özellikler ve üstünlükleri tanımıyla Hasâisü’n-Nebî ve Fedâilü’n-Nebî, Hz. Peygamber’in nübüvvetinin gerçek olduğunun tanıkları demek olan Şevâhidü’-Nübüvve vb. ilim dallarının (3) ortaya çıkışında hep bu anlayış hakim olmuştur. Söz konusu ilim dallarında yazılmış eserlere ve mesela Kastallânî’nin “Hak Teâlâ’nın Rasûlullah Hazretlerine Mahsus Kılıp, Onlar ile Sair Enbiyâ Üzerine Teşrif Ettiği Âyât ve Kerâmât Hakkındadır” başlığına (4) ve İbn Kesîr’in “Hz. Peygamber’in Kendinden Önceki Peygamberlerin Mucizelelerine Benzeyen Mucizeleri” başlığına (5) malzeme olması açısından maalesef bu tip rivâyetler uydurulmuş gibidir. “Süyûtî (911/1505) ve Ebu’l-Hasen el-Eş’ârî’den (324/936) nakledilen ‘Nebilere verilmiş olan her mucizenin benzeri veya ondan daha üstünü Peygamberimize de verilmiştir.’ (6)

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Özdemir, s. 132-134.
2) Bünyamin Erul, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000, s. 34.
3) Erdinç Ahatlı, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007, s. 77-88.
4) El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972, s. 374.
5) İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996, VI/643.
6) İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’şŞenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981, I, 379; Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs., I/423.
~~~ * ~~~ 

sözü, Hz. Peygamber’le diğer peygamberlerin insanüstü mucizevî güç bakımından üstünlük yarışına sokulduğu anlayışını destekler mahiyettedir.” (1)
     Yukarıdaki satırlardaki sebeplerle Hz. Peygamber ile ilgili birçok olağanüstü olayın uydurulması maalesef, her tez antitezini üretir sözünü ispat etmiş ve bu sefer Hz. Peygamber’in hiçbir olağanüstü olayı yaşamadığı, Kur’ân-ı Kerim’deki mucizelerin bile aslında tevil edilebilir olduğu anlayışını doğurmuştur. Dolayısıyla bazı insanlar bir uçtan öbür uca savrulmuşlar ve olayları tek tek değerlendirmek yerine ya tümden kabul ya tümden ret yolunu seçmişlerdir.
     Genelde Kur’ânî mucizelerin özelde Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların bilim ve tabiat kanunlarına aykırılığı sebebiyle kabul edilmemesi ve olayların rasyonel hale getirilmesinin bir sebebi de bazı Müslümanların Batı karşısında yaşadıkları kompleks olmalıdır. Zira bu fikirlerin ilk olarak seslendirildiği yer olan Hint kıtasındaki bazı alimler ve düşünürlerin, sebeplilik ilkesine vurgu yaparak sebep ve sıra dışı bir olayın imkânsızlığı üzerinde ısrarla durmalarında, o dönemde karşılaştıkları Batı bilim anlayışının tesiri olduğu şüphesizdir. (2)
     Gerek bir çok mucize rivayetinin uydurulması gerekse mucize ve olağanüstü olayları bir kompleks ile aklileştirme ve bilimsel davranma hissiyatı ile Kur’ân’ı Kerim’deki mucizeler, hatta cin, şeytan vb. metafizik olgular, öte yandan Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü hallerle ilgili sahih rivayetler ya kabul edilmemiş ya da tevil edilmiştir. Bu da İslami algımızda bir yanlışa ve sapmaya yol açmış, zamanla deizme gidebilecek bir anlayışın ilk nüveleri böylece oluşmuştur.

     Sonuç
     Kur’ân-ı Kerim’deki mucizeler ile sahih rivayetlerde yer bulan Hz. Muhammed’in tecrübe ettiği olağanüstü olaylar son dönemlerde araştırmalara konu olan önemli bir konudur. Bu bağlamda mucizeler ile tabiat kanunları ilişkisi tartışılan bir husus olmuştur. Tabiat kanunları ile ayetlerde geçen sünnetullâh kavramını aynı kabul eden bazı düşünürler, sünnetullâhın değişmemesi ile ilgili ayeti kerimelerden yola çıkarak Allah Teala’nın yarattığı düzeni ve tabiat kanunlarının yine kendisi tarafından mucize vb. adlarla ihlal edilmesinin doğru olmadığı kanaatine sahip olmuşlardır. Bu sebeple Kur’ân’ı Kerim’deki mucize olarak kabul edilen olaylar aklîleştirilmiştir. Bu arada Hz. Peygamber ile ilgili anlatılan olağanüstü olaylar ise daha çok hadis kaynaklarında geçtiği için doğrudan kabul edilmemiştir. Her ne kadar rivayetlerin farklılığı, ilk kaynaklarda geçmemesi vb. gerekçeler gündeme getirilse de aslında bu reddin temelinde tabiat kanunlarının ihlali ile sünnetullâhın değişmezliği yer almaktadır. Ancak gerek mucize tanımı ve sınıflandırılmasındaki farklılıklar gerekse sünnetullâhın tabiat kanunları olması bir yana sosyal ya da helak kanunu olması konusundaki çeşitli görüşler bile mucizelerin kabul edilmemesi konusunda çok sağlam temellere dayanılmadığını göstermektedir. 

~~~ * ~~~ 
     Yukarıdaki Bölümdeki Notlar:
1) Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016; Mithat Eser, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011, s. 50-51.
2) M. Sait Özervarlı, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998, s. 103.
~~~ * ~~~ 

     Allah Teala’nın koyduğu kanunlara aykırı davranması ve tabiata müdahalesi gerekçesiyle mucizelerin kabul edilmemesi vahiy, kutsal kitap ve peygamber gerçeği ile de örtüşmemektedir. Zira yaratıcının insanlara melek göndererek veya farklı şekillerde vahyetmesi ve peygamberlerine kitaplar göndermesiyle tabiat kanunlarını ihlal etmiş olmaktadır. Eğer mucizeler, tabiat kanunlarını ihlal anlamına geliyorsa Allah Teala vahiy, kitap ve peygamberler ile tabiata müdahil olmakta ve tabiat düzeni değişmektedir. O zaman bu şekilde tabiata müdahale eden Allah’ın, peygamberler eliyle mucizelerle ya da sıkıntılı durumlarda onlara olağanüstü yardımlarıyla tabiata müdahalede bulunmasında bir gariplik görülmemelidir. Kaldı ki vahiy, kitap, peygamberlik ve mucizenin mahiyeti sonuçları fiziki alemde görülen ancak hakikatte metafizik olaylardır, denebilir.
     Bilebildiğimiz kadarıyla tarihte çok da tartışmalara konu olmayan mucizelerin ve Hz. Peygamber’in yaşadığı olağanüstü olayların kabul edilmemesi konusu özellikle iki sebepten dolayı Müslümanların gündemine girmiştir. Bunlardan bir tanesi aşırı yüceltmeci bir anlayışla gerek diğer din mensuplarıyla Müslümanların tanışması ve onlarla kültürel etkileşime girmesi gerekse onların Peygamberleriyle Hz. Muhammed’i yarıştırma düşüncesi her yaptığı ve söylediği mucize bir peygamber algısını oluşturmuş, bu teze karşı anti bir tez olmak üzere Hz. Peygamber’in Kur’ân-ı Kerim dışında mucizesi ve yaşadığı olağanüstü bir halin olmadığı görüşüdür. Mucizelerin kabul edilmemesi veya rasyonel bir şekilde tevilinin ikinci sebebi ise özellikle Hint kıtasında gelişen ve Batı karşısındaki eziklikten kaynaklanan bir duyguyla İslam dinindeki bazı metafizik meselelerin bilimsel bir şekilde açıklanmaya çalışılmasıdır. Her ne sebeple olursa olsun temel kaynaklarımızda anlatılan mucize ve olağanüstü tecrübelerin reddedilmesi sadece bazı rivayetlerin kabul edilmemesi anlamına gelmemektedir. Bu algının yanlışlığı kadar, temel kaynaklara olan güveni tamamen sarsıcı bir mahiyet arz etmesi de İslami anlayışımızda yanlış bir algıya sebep olduğu söylenebilir.

     Kaynakça
* Ahatlı, Erdinç, Peygamberlik ve Hz. Peygamber’in Peygamberliği, Ankara, 2007.
* Akçay,Mustafa, “‘Sünnetullâh, Fıtratullah, Sıbgatullah’ Kavramlarının Anlamlandırılışı Üzerine”, Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 17, Sakarya, 2008.
* Arıkan, Gülizar, İslam Tarih Yazıcılığında Metodoloji Problemi (571-632), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kayseri, 2003.
* Bağcı, Musa, “Müslümanların Peygamber Tasavvuru”, http://www.musabagci.tr.gg/15.10.2016.
* Bahçeci, Muhittin, “Mucizenin İmkanı ve Tabiat Kanunlarının Zorunsuzluğu”, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 1, Kayseri, 1983.
* Bilgin, Vecdi, “Kur’ân’dan Sosyolojik İlkeler Çıkarmanın İmkanı –Sünnetullâh Kavramı Çerçevesinde Bir Eleştiri-, Eskiyeni Dergisi, Sayı: 22, 2011.
* Bulut, Halil İbrahim, “Mucize”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2005.
* Çelebi, İlyas, “Sünnetullâh”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2010.
* Erul, Bünyamin, “Hz. Peygamber’in Risâlet Öncesi Hayatına Farklı Bir Yaklaşım”, Diyanet İlmi Dergi, Peygamberimiz Hz. Muhammmed (SAV) –Özel Sayı-, Ankara, 2000.
* Eser, Mithat, “Hz. Peygamber’in Bir Bulut Tarafından Gölgelenmesine Dair Rivayetlerin Değerlendirilmesi”, İslami Araştırmalar Dergisi, Sayı:XXII/1, Ankara, 2011.
* Fîrûzâbâdî, el-Kâmûsu’l-Muhît, Daru’l-Cil, Mısır, 1952.
* Gwynne,Rosalind W., “İhmal Edilmiş Sünnet: Sünnetullâh (Allah’ın Sünneti), İslami Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 2, Sayı, 1994.
* İbn Arrâk Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed (963/1556), Tenzîhu’ş-Şerî’ati’l-Merfû’a ani’l-Ahbâri’ş-Şenî’ati’l-Mevzû’a, Thk: Abdüllatîf Abdülvehhâb-Abdullah Muhammed, Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, 1981.
* İbn Kesîr, Ebu’l-Fidâ İsmâil b. Ömer ed-Dımeşkî (774/1372), el-Bidâye ve’n-Nihâye, thk: Abdurrahman el-Lâdkî-Muhammed Beydûn, Beyrut, 1416/1996.
* Kâdî Iyâz, Ebu’l-Fadl el-Yahsubî (543/1149), eş-Şifâ bi Tarîfi Hukûkı’l-Mustafâ (I-II), (Aliyyü’l-Kârî’nin Şerhu Şifâ’sı ile birlikte), Dâru’l-Kütübi’l-Ilmiyye, Beyrut, trs.
* Karcı, Şemsettin, Fert ve Toplum Açısından Kur’ân’da Sünnetullâh, 2. Baskı, İstanbul, 2016.
* Karadeniz, Osman, İlim ve Din Açısından Mucize, Marifet Yayınları, İstanbul, 1999.
* Karaman, Hayrettin vd., Kur’ân Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ankara, 2008.
* Karaman, Fikret, Dinî Kavramlar Sözlüğü, ed. İsmail Karagöz, 3. baskı, Ankara, 2007.
* Kartal, Abdullah, “Mucizelere İnanmanın Rasyonelliği Üzerine”, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Yıl: 20, Sayı: 33, Ocak-Haziran, 2015.
* El-Kastalânî, Ahmed b. Muhammed (1122/1710), el-Mevâhibü’l-Ledünniye, Şerh: Mahmud Abdülbaki, Çev: İhsan Uzungüngör, Semerkant Yay., İstanbul, 1972.
* Mert, Muhit, “Sünnetullâh’ın Bir Tezahürü Olarak Kur’ân”, İslami İlimler Dergisi I. Kur’ân Sempozyumu, İslami İlimler Dergisi Yayınları, 2007.
* Özdemir, Mehmet “Peygamberlik Öncesinde Bir İnsan Olarak Muhammed b. Abdillah”, Cahiliye Toplumundan Günümüze Hz. Muhammed, Ankara, 2007.
* Özervarlı, M. Sait, Kelamda Yenilik Arayışları, İstanbul, 1998.
* Özsoy, Ömer, Sünnetullâh Bir Kur’ân İfadesinin Kavramlaşması, 3. baskı, Ankara, 2015. es-Sâbûnî, Nureddin, el-Bidâye fî Usûli’d-Dîn, Çev: Bekir Topaloğlu, İstanbul, 1978.
* Sarmış, İbrahim, Kur’ân’da Kader Takdirin Anlamı ve Sünnetullâh, İstanbul, 2014.
* Swinburne, Richard, The Concept of Miracle, Macmillian pub., New York, 1989.
* Tok, Nuri, Kur’ân’da Sünnetullâh ve Helak Edilen Kavimler, Samsun, 1998.
* Türk Dil Kurumu Sözlüğü, “Mucize”, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option= com_bts&arama=kelime&guid=TDK.GTS.58051161b7d236.28272585.
* Türkben, Yaşar, “Gazâlî’nin Sebeplilik Düşüncesi Üzerine Yapılan Tartışmalar”, Makâlât Mezhep Araştırmaları, II/2, Güz 2009.
* Waida, Manabu “Miracles: An Overview”, The Encyclopedia of Religion, ed. Mircea Eliade, Macmillan Pub. Company, New York, 1987.
* Zeyveli, Hikmet, “Kur’ân ve Kur’ân-Dışı İslamî Rivayetlerde Mucize”, Din Dilinde Mucize, Kuramer, İstanbul, 2015.
 

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...