15 Aralık 2020 Salı

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 DEPRESYON / Ruhsal çöküntü

DEPRESYON
(Ruhsal çöküntü)
     Depresyon her yaşta görülebilen bir hastalıktır. Majör Depresyon (büyük depresyon) nöbetlerle gelen ve tam düzelen bir özelliğe sahiptir. 
Toplumun her kesiminde görülebilir. Psikiyatrik hastalıklar arasında en sık rastlanan bir tablodur.  Yaşam boyunca her 100 erkekten 10′unun ve her 100 kadından 20’sinin Depresyon geçirdiği araştırmalarla saptanmıştır.
     Depresyondaki bir hasta çevresine ve hekime “çok üzgünüm, sanki daha önceki kişiliğimi yapımı kaybettim. Hiçbir şeyden zevk almıyorum. Bu sıkıntı, keder bitmeyecek. Hayat bana ağır geliyor. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Kendimi yorgun ve bitkin hissediyorum. Sabırsız, tahammülsüz bir insan oldum. Kimse gelsin - gitsin istemiyorum. Sessiz - sedasız bir odada yalnız başıma kalmak istiyorum. Çocuklarıma bakamıyorum; bazen onları boğasım bile geliyor. Bazen de artık yaşamanın bir anlamı kalmadı diye düşünüyorum. Bir şey öğrenemiyorum, her şeyi unutuyorum. Zaman zaman sebepsiz ağlıyorum. Çok sıkılıyorum, daralıyorum, baş ağrılarım sıklaştı. İştahtan kesildim, kilo verdim. Uykuya dalmakta güçlük çekiyorum, bazen erkenden sıkıntı ile uyanıyorum. Ne yapacağımı bilemiyorum. Karar veremiyorum… ” şeklinde yakınmada bulunur.

     Uluslararası Depresyonları önleme ve tedavi komitesinin depresyonlu hastaların tanınması amacıyla hazırladığı tanı ölçütlerinden yola çıkarak hazırlanan maddelerin 4-5 tanesine evet diyorsanız Depresyonda olabilirsiniz.
  • Hayattan eskisi kadar zevk almıyorum, hiçbir şey ilgimi çekmiyor.
  • Son zamanlarda karamsar, ümitsiz, kötümser düşünüyorum.
  • Kendimi yorgun, bitkin, halsiz hissediyorum.
  • Uyku düzenim bozuldu.
  • İştahım azaldı kilo kaybettim.
  • Bedenimde ağrılar, sızılar başladı, göğsüme baskı oluyor, mideme kramplar giriyor.
  • Son zamanlarda cinsel ilgimi kaybettim.
  • Hafızam zayıfladı, hiçbir şeyi aklımda tutamıyor, öğrenemiyorum.
  • Zaman zaman intihar etmek istiyorum. Kimseyi görmek istemiyorum.
  • Depresyon geçiren bir insandan; düşünce ve duygu, davranış, motor faaliyetlerde, biyolojik yaşamsal fonksiyonlarda değişiklikler olur.
  • Duygu durumundaki değişiklikler.
  • Keder, elem, üzüntü, sıkıntı, karamsarlık.
  • Olağan faaliyetlere karşı ilgisizlik.
  • Hiç bir şeyin zevk vermemesi, hayatın anlamsız gelmesi.
  • Ağlama isteği veya ağlama.
  • Konuşmaya dahi isteksiz olma.
     Düşünce içeriğindeki değişiklikler:
     En başta umutsuzluk, karamsarlık düşünceleri (kendisini değersiz, günahkar, suçlu kabul etme, ciddi depresyonlarda kişi bu düşüncelerle intihar eder...)

     İntihar fikirleri:
     Ağır depresyonlarda bazen gerçeği değerlendirme, muhakemede kısmi bozukluklar görülebilir. Şahıs organlarının olmadığını, çürüdüğünü, bu nedenle yeme-içmesinin anlamsız olduğunu söyler ve kötülük göreceği şeklinde hezeyanları olabilir.

     Depresyonda Hafıza:
  • Dikkat toparlanamaz
  • Konsantrasyon bozulur.
  • Unutkanlık başlar
  • Yeni şeyler öğrenilemez
  • Bu nedenle bir iş performansı ciddi şekilde düşer.
     Depresyonda Biyolojik-Vital fonksiyonlar
  • Uykuya dalmada güçlük
  • Sık sık uyanma, sabahları erken uyanma
  • İştahsızlık ( Perhizde değilken 1 ayda kilosunun %5′inden fazlasını kaybetme)
  • Cinsel istekte azalma
  • Hareketlerde faaliyetlerde yavaşlama, halsizlik, yorgunluk, bitkinlik.
     DEPRESYON TÜRLERİ
  • Maskeli Depresyon
     Sınıflamalarda yer almamakla birlikte klasik kitapların çoğunda yer alır. Bu durumda klasik depresyon belirtileri yerine: Bedenin değişik yerlerinde ağrılar, sızılar, uyuşma, karıncalanmalar, hissiyat azlığı, karakter bozuklukları, Seksüel alanda ve beslenme ile ilgili davranışlarda bozukluklar, alkolizm, madde bağımlılığı gibi sorunlar ön plandadır. Yani temeldeki depresyon bu şekilde dışa yansımıştır.

     A tipik depresyon
  • Hastada depresif duygu durum dikkati çekmekle beraber, diğer belirtiler “tipik” depresyon belirtilerine uymaz.
  • Gün içi değişmeler görünür.
  • Kişilik yapısı takıntılara saplantıları yatkın insanlarda takıntılar, saplantılar, kuruntular ön plana çıkar. Örneğin; su muslukları, tüpün düğmesi, ütü fişi sürekli kontrol edilir. Bazen yoldan dönülüp tekrar tekrar bakılır.
  • Bedendeki fizyolojik değişiklikler organlardaki bozukluğun habercisi gibi değerlendirilir ve bedensel uğraşlar artar.
  • Çeşitli korkular gelişir.
  • Dışarıdan gösteri, rol gibi algılanacak davranışlar görülebilir.
  • A tipik depresyonlu insanlar her zamankinden fazla uyur ve fazla yemek yerler. Aşırı kilo alırlar.
  • Kollarda ve bacaklarda aşırı güçsüzlük vardır.
  • Beklenmedik bir şekilde alkole, maddeye, kumara düşkünlük.
  • Aile ve iş yaşamından uzaklaşma
  • Açıklanması güç cinsel uyumsuzluklar dikkati çeker.
     Çocuklarda ve gençlerde depresyon
     Çocuklarda ve gençlerde tipik depresyon belirtileri olmayabilir. Daha çok davranış ve tutum değişiklikleri belirgindir. Aşırı ağlama, hırçınlık, asi davranışlar, çabuk sinirlenme, alkol ve uyuşturucu kullanımına başlamanın temelinde depresyon olabilir.

     Yaşlılarda ve Menopoz Sonrası depresyon
  • Kadınlarda daha sık görülür.
  • Depresyonun tipik belirtileri olmakla beraber; ağır bunaltı (anksiyete), sıkıntı, özellikle sabah sıkıntısı, uyku bozukluğu ön plandadır.
  • Aşırı telaş ve tedirginlik vardır.
  • Sıkıntıdan dolayı sürekli eller oğuşturulur ve yerinde duramama, dolaşma hali vardır.
  • Bedensel uğraşılar daha fazladır.
  • İntihar düşünceleri yoğundur.
  • Doğum Sonrası depresyonları
  • Doğumdan sonra annelerde görülen depresif tabloya “puerperal depresyon” denmektedir.
  • Bazı anneler doğumdan sonra : Gelip geçici ağlama nöbetleri, güçsüzlük , halsizlik, sıkıntı, üzüntü, bebeğe karşı ilgisizlikle karakterize “Bebek hüznü ” denen bir durum yaşar. Destekleyici tedavilerle olumlu yanıt verir.
  • Doğum sonrası bir ila 3 ay içinde gelişen karamsarlık , üzüntü, yetersizlik , hiçbir şeyden zevk alamama, çocuğa, ev işlerine bakmamak gibi hallerinde tam bir depresyon geçiriyor denmektedir. Ciddi tedavi gerekmektedir. Hastaların çoğu tedavi ile düzelir. Bazılarında depresyonun belirtileri uzun süre üzerinde kalabilir.
     Distimik Bozukluk
     Eskiden nörotik depresyon, depresif kişilik, nevrasteni diye nitelendirilirdi. Hastalarda en az iki yıl süren ve çok ağır olmayan depresyon belirtileri vardır. Uyku bozuklukları, hiçbir şeyden mutlu olamama, müzmin karamsarlık hali, yoĞunluk, istek ve ilgi azlığı, güvensizlik hissi, bedensel yakınmalar dile getirilir. Bu bozuklukta bir kaç gün , bir kaç hafta iyilik dönemleri görülebilir. Ancak bu iyilik dönemleri iki ayı geçmez.

     Postpsikotik depresyonlar
     Şizofreni gibi gerçeği değerlendirme yeteneğinin bozulduğu, “akıl hastalıklarında da zamanla depresyon gelişebilir.

     Organik nedenlere bağlı depresyon
     Bir çok fiziksel bozukluğa bağlı depresyonlar görülebilmektedir. Örneğin; Hormonal sistemdeki bozukluklar, Nörolojik bazı hastalıklarda ( Örneğin Parkinson, Multipl skleroz) kan hastalıklarında, kanserde, enfeksiyon hastalıklarının bazılarında, kaza ve ameliyetlardan sonra depresyon gelişebilmektedir. Uzun süre kullanılan tansiyon düşürücü, ülser giderici bazı ilaçlar bağımlılık yapan uyarıcı ve uyuşturucular, kortizollü ilaçlarda depresyon yapabilirler.
  • Depresyon nedenleri
  • Depresyona yol açan çok neden vardır.
  • Kalıtımsal nedenler
  • Biokimyasal değişiklikler
  • Hormonal bozukluklar
  • Tedavide kullanılan bazı ilaçlar
  • Bazı organik nedenler
  • Psiko-sosyal olaylar
  • Sosyo-kültürel etkenler
  • Bazı yaşam olayları depresyona neden olabilir.
  • Birçok insanın aynı şartlarda yaşamasına rağmen bazılarının depresyona girdiği, bazılarının girmediği araştırılıp, tartışılmıştır.
  • Biyolojik-genetik alt yapının depresyona yatkınlık gösterdiği kişilerin dış faktörlerle daha kolay depresyona girdiği ileri sürülmektedir.
     Depresyon tedavi edilebilen bir hastalıktır
     Depresyon belirtileri 2 haftadan fazla sürüyorsa mutlaka bir psikiyatriste gidip tedavi olmak gerekir. Günümüzde depresyon giderici çok güçlü ilaçlar geliştirilmiştir. Psikiyatrislerin tedavide bir çok seçenekleri vardır. 2-3 aylık bir tedavi ile ciddi düzelmeler sağlanabilmektedir. Tedavinin süresi hastalığın ciddiyeti, süresi tekrar edip etmediğine göre ayarlanır. Psikoterapi ile birleştirilen ve sosyal düzenlemeler ile desteklenen tedaviler daha iyi sonuçlar vermektedir.

     DEPRESYON BİR HASTALIKTIR TANIYIN YENİN
     Depresyon ruhsal bir hastalıktır.
     Depresyon çok yaygın bir sağlık sorunudur. Ülkemizde yaklaşık her on kişiden birinde depresyon görülmektedir.
     Ancak halk ve doktorlar tarafından yeterince tanınmamaktadır.
     Depresyonlu kişinin iş verimi düşer, çalışamaz, insanlar ile olan ilişkileri bozulur.
     Aileye ve topluma getirdiği ekonomik yük çok büyüktür.
     Depresyon tedavi edilebilen ve tam olarak düzeltilebilen bir hastalıktır.
     Depresyon tedavi edilmezse intihar ile sonuçlanabilir. İntihar olgularının büyük bir bölümü depresyon geçiren hastalardır.
     Depresyonun tanınmamasının ve yeterince tedavi edilmemesinin hastaya ve topluma maliyeti çok yüksektir.
     Tanınması ve tedavi edilmesi halkın ve doktorların eğitimi ile mümkün olabilir.

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 DEPRESYON ve PSİKOTERAPİ

DEPRESYON


Psİkoterapİ TedavİSİ


     Psikoterapi Nedir?
     Psikoterapi, geleneksel anlamda psikolojik sıkıntıları olan kişilere, sıkıntılarının ne olduğunu anlamalarına, kökenleri hakkında bir iç görü kazanmalarına ve bunlara uygun çözüm yollan bulmaları için öneriler getiren her türlü yöntem diyebiliriz.
     Psikoterapiye belli bir kuramın getirdiği, belli bir açıklama ve bu açıklamayla uyuşan bir çözümleme yolu olarak da bakabiliriz. Günümüzde çok farklı ve çok sayıda psikoterapiler kullanılıyor. Bunların birtakım ortak yönleri var ve bu ortak yönler de öncelikle kişinin problemini normalleştirmek, yani bu sıkıntıların başka insanlarda da olduğu ve bunlarla ilgili bilgi sahibi olunduğu söylenerek kişiye umut aşılamak, bu problemi sistemli bir yaklaşımla anlamak ve tedavi etmek diyebiliriz.

     Psikoterapi nin moral verici konuşmalardan ya da diğer rahatlatıcı şeylerden farkı ne?
     Aile ya da komşular da geçici rahatlamayı sağlayabilir; ama psikoterapiyi uygulayan psikoterapist her şeyden önce eğitimli biri ve sorunu olan kişiyle bireysel bir yakınlığı olmadığı için tarafsız davranabilir. Ayrıca, kişiye getirdiği iç görüler ve önerdiği çözüm yolları açısından da belli bir kuram ve araştırmalara dayalı ektin stratejileri uygulayabilir.

     Psikoterapi ortalama ne kadar sürer?
    Bu, kişiden kişiye ve yaklaşımdan yaklaşıma değişir. Son yıllarda yapılan araştırma bulgularına göre, depresyon tedavilerinde en etkili psikoterapi yöntemi bilişsel-davranışsal terapiler. Bu terapilerin özelliği, depresyonun en yoğun olduğu, tedavinin başında haftada l ya da 2 kere hastayla psikoterapistin bir araya gelmesi ve görüşmeler arasında kalan zamanda da ev ödevlerinin uygulanması. Bunlara hasta ve terapist birlikte karar verdikleri için daha yaygın etkileri olabiliyor bunların. Bu terapiler 14-20 hafta sürebiliyor. Bu, hemen hemen en kısa sürede en etkin terapi yöntemi, diğerleri daha uzun sürebilir.
     Birçok araştırmada bu terapilerin bazı durumlarda ilaç kadar etkili olduğu gözlenmiş. Bu alanda çok net sonuçlara ulaşmak zor olsa da, bilişsel-davranışsal terapiler bittiği zaman ilaçlarla aynı etkiyi veriyor, fakat daha uzun süre etkisinin devam ettiği görülüyor. İlaç alırken belki vücutta kimyasal değişim sağlanabiliyor ama, bilişsel terapide kişi kendi düşünce sistemini, kalıplarını fark edebilme, sorgulama ve değiştirebilme fırsatı buluyor. Kişinin belki çocukluğundan beri taşıdığı örneğin, yetersizlik duygusunu sorgulayarak değiştirebilmesi mümkün. Ama, dinamik oryantasyonlu dediğimiz, bilinçaltına itilmiş bazı anıların, düşüncelerin kişiyi rahatsız ettiği ve kişinin bunları fark edip çözümlemesi gerektiğini kabul eden yaklaşımlar çok daha uzun süren psikoterapi süreçleri gerektirebilir.

     Günümüzde depresyon tedavisinde en yaygın olarak bilişsel-davranışsal psikoterapi kullanılıyor.
     Bu farklı yöntemlerin amaçları ya da hedefleri de farklı mı?
     Psikoterapiler hemen hemen beş değişik düzey üzerinde çalışır. En üst düzeyde kişinin semptomlarını ya da çevreyi değiştirerek kişinin kendisini iyi hissetmesini sağlamaya yönelik; ikinci düzeyde, daha çok kişinin düşüncelerini değiştirmeye çalışarak iyileşmesini sağlayan; üçüncü düzeyde aileyi, sistemi değiştirmeye yönelik; daha alt düzeyde daha genel sistemler üzerine ve en alt düzeyde de derinde yatan çatışmaları çözmeye yönelik yöntemler olarak beş değişik düzeyde çalışır psikoterapiler. Bu nedenle süreleri de farklı olabiliyor.

     Psikoterapi her zaman etkili mi ya da tek başına yeterli olabilir mî?
     Psikoterapi her zaman herkese uygun olmayabilir. Bilişsel-davranışsal terapilerin uygun olması için her şeyden önce kişinin motivasyonu yüksek olmalı, terapistle iyi bir ilişkinin kurulabilmesi, kişinin bu modeli benimseyebilmesi ve içselleştirebilmesi, kendisini sözel olarak ifade edebilmesi gerekli ve kişinin psikoterapiden beklentileri önemli. Bir de kişiye psikoterapi pahalı gelebilir. Devlet hastanelerinde çok fazla hasta olduğu için uzun uzun psikoterapi yapılamıyor.
     Depresyonda bizim en fazla üstünde durduğumuz şey, ölüm düşüncesi ve intihar riski. Eğer hastada intihar riski varsa, mutlaka tedaviye ilaçla başlamak gerekir. Semptomlar hafifleyip, kontrol altına alındıktan sonra ve dikkati toparlandığında hasta, psikoterapiden yararlanabilir.

     Depresyon yineleyebilen bir rahatsızlık. Hasta psikoterapistine karşı bağımlılık geliştirebilir mi?
     Kişi bir psikoterapiden geçmişse, belli bir iç görü kazanmış oluyor ve yaşamla başa çıkarken belli yaklaşımlarının onu depresyona götürebileceğini ya da depresyona yatkınlığı olduğunu bildiği için terapiden sonra bir daha depresyona girme eşiğine geldiğinde kendisi bunun daha fazla farkına varabiliyor.
     Bilişsel terapiler aslında bir eğitim sürecidir. Kişiye çok fazla bakış açısı ve strateji öğretiliyor. Kişi kendi kendisine de onları uygulayabiliyor. Bu, ev ödevleriyle de pekiştirilen bir şey. Ayrıca, bilişsel terapilerde depresyonun yenilenmesinin önlenmesi için program yapılır.
     Diyelim kişi kendisini çok iyi hissediyor, testler de bunu doğruluyor. O kişiye depresyonunuz geçti gidin denmiyor; altı ay sonra bir daha görüşelim deniyor. Böylece kişiyi, eğer nüks etmeye yatkınlık görürse kendisinde o zaman neler yapabileceği konusunda önceden hazırlayan bir program yapılıyor. Bunlara aşılama seansları diyor ve altı ay sonra hasta bir daha görülüyor. Terapi tamamen kesilmiyor, bir takip sürecine giriliyor.
     Hasta eğer terapistine bağımlı hale gelmişse hem kötü bir terapi yapılmış, hem de terapi beklenen başarıya ulaşamamış diyebiliriz. Çünkü, depresyonda en önemli şeylerden biri bağımlı olmaya yatkınlık. İşbirliği ilkesi çok önemli modern terapilerde. Belirli amaçlarla verilen ve bu amaçların hastaya doğru bir biçimde anlatıldığı ev ödevleri de bu işbirliğini, ekip çalışmasını pekiştirir.
     Depresyona yatkınlığı etkileyen risk faktörleri olduğunu biliyoruz. Örneğin, kadınların sosyalleşmeyle öğrendikleri başa çıkma stratejilerinin onları depresyona daha yatkın hale getirmesi ya da küçük yaşta anne baba kaybı, fakirlik gibi etkiler var. Dolayısıyla, önleyici toplumsal çalışmaların yapılması gerektiği bilincinin yerleşmesi gerekiyor. Bireyleri depresyona karşı dayanıklı hale getirebilmek için neler yapılabilir türünden geniş çaplı çalışmalar yapılmalı.

     Antidepresanlar
     Her depresyon geçiren insan mutlaka ilaç tedavisi görmeli mi?
     Ortalama yaşam süresi dediğimiz 18-65 yaş arası insanların % 25′i tedaviyi gerektirecek düzeyde bir depresyon atağı geçiriyor. Bir başka yaygınlık göstergesi daha var o da, belirli bir anda, belirli bir toplulukta 100 kişiden 6-8 ‘inde ciddi ve tedavi gerektirecek bir depresyon durumuna rastlanıyor. Depresyon oldukça sık ve yaygın görülebilen bir ruhsal bozukluk. Peki her depresyon belirtisi, depresyon hastalığına mı işaret eder? Hayır, depresyon belirtilerinin bir bölümü ancak ortalama bir haftadan fazla sürüyorsa, kişinin günlük hayatının kalitesini bozuyorsa, verimliliğini, üretkenliğini etkiliyorsa ya da kişi kendisini ruh sağlığı anlamında iyi hissetmiyorsa ancak o zaman bir tedavi gerekebilir.
     Depresyonu iki ana gruba ayırabiliriz: yapısal, yani doğrudan kişinin çevresel sıkıntı ve streslerinden kaynaklanmayan, daha çok kendi yapısal, genetik ya da fizyolojik yapı sorunlarından kaynaklanan depresyon. Diğeriyse, reaktif dediğimiz ve stresli yaşam olaylarıyla baş etme sırasında yaşanan bir çökkünlük hali. Türü ne olursa olsun bunlar tedavi açısından pek fazla fark göstermiyorlar. Elimizdeki en önemli tedavi edici araç antidepresanlar dediğimiz ilaçlar. Bu ilaçlar konusunda çok büyük gelişmeler, atılımlar var.
     Değişik gruplara ayrılan antidepresanların da tedavi edici özellik açısından birbirlerine çok büyük bir üstünlükleri yok. Kabaca söylemek gerekirse, ilaçların başarısı % 65-70 gibi. Değişik antidepresanlar denenmesine karşın, hastaların aşağı yukarı % 25-30′u bu ilaçlara yanıt vermiyor. Modern anlayışta ilaç ve psikoterapi kombinasyonunun en etkili yöntem olduğuna inanıyoruz. Sadece ilaçları verip, hastanın kendi halinde iyileşmesi beklenmiyor. Antidepresanları verirken hastayla çok olumlu bir hasta-hekim ilişkisinin kurulması, psikoterapi desteğinin sunulması tedavi başarısını çok artırıyor. Ancak, reaktif tür dediğimiz bazı depresyonlar antidepresan kullanmadan da psikoterapiyle tedavi edilebilir. Depresyonu doğuran olumsuz koşullar devam ettiği için bu türde, ilaç bu etkileri ortadan kaldıramaz. Yapısal depresyonlarda bile psikoterapi yararlı ve gereklidir ancak, zorunlu değildir.

     İlaçların yan etkileri neler?
     Özellikle bu yeni SSRI (Seçici Serotonin Geriahm İnhibitörleri) denen ilaçların yan etkileri klasik anti-depresanlara oranlara çok daha az. Günlük hayatı çok fazla etkilemeden, bozmadan, uyuşukluk ya da bilinç durumunda değişiklik yaratmadan depresif semptomları azaltmak ya da geriletmek mümkün. Elbette su gibi, hiçbir yan etkileri yok diyemeyiz ama, terazinin bir kefesine depresyonla yaşamayı, diğerine bu ufak tefek yan etkileri koyduğumuzda depresyonla yaşamaktansa, ilaç tercih ediliyor. Bu tür antidepresanların avantajı çok uzun süre kullanılmaları. Giderek azalan dozda olmak üzere en az altı ay kullanılmalı ilaçlar. Hatta bu süre l ya da 2 yıla kadar uzatılıyor. Hastada ilk 1-2 ayda rahatlamanın etkisiyle ilacın bırakılması olayıyla çok karşılaşılır. Bu da hastalığın nüks etmesinin sık görülmesine yol açıyor. Zaten yeterli süre tedavi edilse bile, depresyonların tekrarlama olasılığı yüksektir. Nüks etmeyi ya da kronikleşmesini önlemek için ilaç kullanımı uzun tutuluyor.

     İlaç kullanımında nelere dikkat edilmeli?
     Klasik dediğimiz trisiklik antidepresanlar, yüksek dozda alındığında depresyonda intihar eğilimi riski de yüksek olduğu için bazen ölümcül sonuçlara yol açabiliyor. Bu klasik ilaçların toksik zehirlenme etkisi yüksek. Modern ilaçlarsa, oldukça güvenli ilaçlar, çok yüksek dozda kullanılsa bile ölüm olaylarının görülmesi çok nadirdir.

     İlaçlar bağımlılık yapar mı?
     Hastaların ve yakınlarının en sık sorduğu soru da bu. Klasik olarak bilinen şey antidepresanların fiziksel bağımlılık yapmadığı. Antidepresan kullanımı sırasında tolerans gelişmez. Tolerans gelişimi, sîze iyi gelen belli bir dozun bir süre sonra yeterli olmamasıdır. Antidepresanlar için bu söz konusu değildir. Tedavi edici bir doz uzun aylar boyunca artırılmadan hatta azaltılarak aynı etkiyi sürdürür. Ayrıca, yeterli süre kullandıktan sonra bu ilaçlar kesildiğinde yoksunluk belirtileri görülmez.

     Elektroşok tedavisi uygulamaları neye bağlı?
     Kolay kolay ilaca yanıt vermeyen ya da intihar riski çok yüksek yapısal depresyonların bazı türlerinde EŞT çok hızlı ve gayet etkin bir yöntem. Sıkıntılı, zahmetli ve birtakım önyargılara neden olduğu için hemen tercih edilen bir şey değil elbette. Ama, çok değişik tür antidepresanlara direnç gösteren hastalarda depresyonun şiddeti ağırsa ve intihar riski ya da yaşamsal tehlike varsa EŞT önemli bir tedavi aracıdır. Yan etkiler açısında da ilaçlardan daha güvenli. Anestezi halinde, kaslar gevşetilerek verilen EŞT’nin yan etkileri yok denecek kadar azdır. Her ne kadar EŞT ile depresyon hızlı iyileşebilirse de, EŞT depresyonun nüks etmesini önleyemez. EŞT ile depresyon atağı atlatılabilir ama, yine ilaçla takibi gerekir.
     Bir de depresyondan insanların öğrenebileceği çok şey olduğunu vurgulamak gerek. Özellikle reaktif depresyonlar, insanların kişiliğini, uyum yeteneklerini, yaşam planlarını gözden geçirmelerine aracı olabilir.
     Depresyon geçirmiş olmak, ruh hastası olmak anlamına gelmez. Çökkünlük ve kaygı çok insani duygulardır, önemli olan bu duyguların belirli bir dönem şiddeti, yoğunluğu ve süresidir. Bunlar organizmanın bir çeşit alarmı da olabilir. Ben taşıyamayacağımdan daha fazla yük altındaysam ve bunun bilinçli olarak farkında değilsem organizmam bir karşılık verir adeta. İnsan bundan çok şey öğrenebilir.
     Depresyon içinde olmak insana acı verir, yaşam kalitesini bozar; ama, bu tüm duygularımızı etkileyen bir şey olduğu için kendi hakkımızda da çok şey öğretebilir bize. "Ben nasıl yaşarsam, nasıl davranırsam, hayatımı planlarsam tekrarlayacak depresyonlardan kendimi koruya bilirimi?" öğretir en azından.

Nuray Karancı Prof Dr. ODTÜ Psikoloji Bölümü
Prof.Dr. Cengiz Güleç
Kaynaklar:
Baker R., “Kırılgan Bilim”, Güncel Yayıncılık, 2002
Geçtan E., “Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar”,
Remzi Kitapevi, 1993
Güleç C., “Psikiyatri ve Psikoterapil erin ABC”si, hyb Yayıncılık.

14 Aralık 2020 Pazartesi

SAĞLIKLI HAYAT ლ Bebek Beslenmesi

 

Bebek Beslenmesi

hsgm resim 1

     Beslenme yaşamın her döneminde önemlidir. Büyümenin en hızlı olduğu evrelerden bebeklik döneminde beslenme ayrı bir önem taşımaktadır. Doğumdan iki yaşın sonuna kadar devam eden dönem, çocuklarda büyüme - gelişmenin en hızlı olduğu yaşama sağlıklı başlangıç için en kritik dönemdir. Çocukluk çağı hastalıklarının en önemli ölüm nedenlerinden biri olan büyüme geriliği, bazı vitamin ve mineral eksiklikleri ile ishaller en sık 0-2 yaş grubu çocuklarda görülmektedir. Büyümenin en hızlı olduğu bu dönemde oluşan büyüme geriliğinin iki yaş sonrasında düzeltilmesi oldukça güçtür. Bu nedenle, süt çocuğu ve küçük çocukların beslenmesiyle ilgili alışkanlıkların bu dönem­de kazandırılması ve annelerin bu konuda bilinçlendirilmesi gerekmektedir.

Anne Sütü

     Bir toplumun geleceği sağlıklı bireylerin varlığı ile süreklidir. Çocuk­ların sağlıklı olarak dünyaya gelmesi ve yetişmesi için annelerin gebe ve emziklilik döneminde, fetal gelişme, süt yapımı, besinlere olan gereksin­melerinin artması ve buna bağlı olarak yeterli ve dengeli beslenmeleri ve sağlıklarını korumaları konusunda bilinçlendirilmeleri gereklidir.

     Yenidoğan bir bebek için en uygun besin ANNE SÜTÜ’dür. Anne sütü bebeğin sağlıklı olması, tüm besin öğeleri gereksinmelerini karşılaması, kolaylıkla sindirilebilmesi ve enfeksiyonlara karşı koruması açısından yeri doldurulamaz bir besindir.

Yenidoğan bir bebeğe

İLK 6 AYLIK dönemde

SADECE ANNE SÜTÜ verilmelidir.

Anne Sütünün Yararları 

  • Her zaman sterildir, ısı derecesi idealdir.
  • Besin ögesi bileşimi bebeğin gereksinmelerine uygundur.
  • Koruyucu etmenleri içerir.
  • Sindirime yardımcı aktif enzimler içerir (yağ sindirimi için lipaz)
  • Enfeksiyonu önleyen ögeler içerir
  • Hormonlar ve büyümeyi sağlayan ögeleri içerir
  • Anne sütü alan bebeklerde solunum yolu ve mide-barsak enfeksiyonları daha az görülür.
  • Anne sütü verilmesi orta kulak iltihabı riskini azaltır.
  • Anne sütü çene ve diş gelişimini sağlar.
  • Bazı kronik hastalıkların oluşma riskini azaltır (tip I diyabet, çölyak hastalığı, obezite, koroner kalp hastalığı gibi).
  • Alerjiye karşı koruyucudur ve bebeği pişikten korur.
  • Bebeğin ruhsal, bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olur.
  • Ucuzdur, hazırlama sorunu gerektirmez.
  • Anne ve bebeği arasındaki duygusal bağı güçlendirerek sevgi dolu bir ilişkiyi kolaylaştırır.
  • Annenin sağlığını korur. Emziren annelerde göğüs kanseri, yumurtalık kanseri, kemik erimesi ve kansızlık (anemi) oluşumu azalır. Anne sütü uterusun eski haline dönmesine yardımcı olur, anneyi aşırı kan kaybından korur.

Tamamlayıcı Beslenme

     Bebeğin sağlıklı büyüme ve gelişmesinin sağlanması uygun besinlerin verilmesi ile olanaklıdır. Anne sütü ilk 6 ay tek başına yeterli olmaktadır, ancak bu dönemden sonra bebeklerin gereksinmelerini tek başına karşılayamadığı için bebeklerin beslenme programlarına bazı eklemeler yapmak gerekmektedir. Anne sütünün tek başına süt çocuğunun enerji ve besin öğeleri gereksinmesini tam olarak karşılamadığı dönemde başlayan ve diğer yiyecek ve içeceklerin anne sütü ile birlikte verildiği sürece “tamamlayıcı beslenme” adı verilmektedir. Tamamlayıcı beslenme anne sütünden erişkin birey beslenmesine geçiş dönemi olarak da adlandırılmaktadır. Bu dönemde bebek değişik tat, lezzet ve yapıda besinlerle tanışır. Tamamlayıcı besinler, geçiş besinleri (süt çocuğu için özel hazırlanmış besinler) ve aile yemekleri (ailenin diğer fertlerinin sofrada tükettiği besinler) olmak üzere iki grupta incelenmektedir. Tamamlayıcı beslenme ile birlikte emzirmenin sürmesi çocuk sağlığı açısından önem taşımaktadır. Uygun zamanda başlatılan ve kurallara uygun şekilde sürdürülen tamamlayıcı beslenme, bebeğin bir yaş civarında aile sofrasındaki yiyecekleri tüketebilecek olgunluğa ulaşmasını sağlar. Tamamlayıcı besinlere zamanında başlanmalı, besinler yeterli, güvenilir ve uygun olmalıdır. Tamamen veya kısmen anne sütü ile beslenirken enerji ve besin öğelerine gereksinmelerinin arttığı dönemde başlanmalıdır (altıncı ay). Büyüyen çocuğun gereksinimi olan enerji, protein ve diğer besin öğelerini karşılayacak oranda olmalıdır. Hijyenik olarak hazırlanıp uygun koşullarda saklanmalı, temiz kaplarda ve temizlik kurallarına uygun olarak servis edilmelidir Çocuğun açlık ve tokluk durumu, iştahı, beslenme şekli (kendi kendine, kaşıkla ezme veya püre olarak) ve öğün aralıkları (günlük beslenme sayısı) düşünülerek planlanmalıdır.

     0-1 Yaş Döneminde Sakıncalı Besinler :

Çay: Çay, süt çocukları ve küçük çocuklara önerilmez. İçeriğinde tanin olması, demir ve diğer mineralleri bağlayıcı özelliğinden dolayı demir eksikliğine, içine eklenen şeker ise iştahsızlığa ve diş çürümelerine neden olur.

Bitki Çayları: Papatya çayı, yeşil çay v.s bitki çaylarının da demir emilimini azaltıcı etkisi vardır. Aynı zamanda bazı farmakolojik ajanlar içeren bitki çaylarının, süt çocukları ve küçük çocuklar için güvenilirliği konusunda yeterli bilimsel araştırma yoktur.

Bal: Bal fruktoz (%41), glukoz (%41) ve suyun (%18) bileşiminden oluş- maktadır. Clostridium botulinum sporlarını içerebilmesi nedeni ile botulizm riski taşır. Süt çocuklarının mide asidi düzeyi düşük olduğundan bu sporları öldüremez, bu nedenle bir yaşından küçük çocuklara bal önerilmez.
thumb shutterstock 573819535

Şeker: Şeker pancarından elde edilen bir besindir. Şeker pancarı % 16-20 arasında sukroz (glukoz ve fruktoz) içermektedir. Şeker vücuda enerji sağlar, başka bir besin değeri bulunmamaktadır. Boş enerji kaynağı olduğu için bebek beslenmesinde şeker yerine pekmez veya süt şekeri laktozun kullanılması daha doğru bir yaklaşımdır. Ayrıca çocuklarda fazla tüketilmesi iştahsızlığa ve diş çürüklerine, ileriye dönük hatalı beslenme davranışlarının gelişmesine ve dolayısıyla şişmanlığa neden olmaktadır.

Bakla: Toksinli baklanın neden olduğu zehirlenme anemi, hemoglobinüri ve yüksek ateşle karakterizedir. Toksinli bakla yenildikten 24-48 saat sonra etkisi görülür. Zehirlenme taze çiğ baklanın yenmesi ile olur. Bakla pişirildiği zaman toksinin etkisi kalmaz. Favizme neden olabileceği düşü- nüldüğünden süt çocukluğu döneminde bakla önerilmez.

Tamamlayıcı Besinlerin Yeterliliği ve Uygunluğu Yaşamın ilk iki yılında hızlı büyüme ve gelişmeden dolayı, süt çocuğunun kilogramı başına düşen enerji gereksinmesi çok yüksektir. Günde 500 mL anne sütü alan süt çocuklarda, anne sütü 6 aydan sonra günlük enerjinin %31’ini, proteininin %38’ini, A vitamininin %45’ini ve C vitamininin %95’ini karşılamaktadır.

Öğün Sıklığı

     Tamamlayıcı besinlerin verilme döneminde öğün sayısı besinlerin enerji yoğunluğuna ve her öğünde tüketilen miktarlarına bağlıdır. Sağlıklı beslenen anne tarafından emzirilen süt çocuğunun tamamlayıcı besinlerden alması gereken günlük öğün sayısı 6-8. aylar arasında 2-3 kez, 9-11. aylar arasında 3-4 kez, 12-24. aylar arasında 3-4 kez olmalıdır. Eğer her öğünde alınan besinin enerji yoğunluğu düşükse veya bebek emzirilmiyorsa öğün sıklığı arttırılmalıdır. Öğün sıklığının gerekenden daha fazla olması, anne sütünün daha az alınmasına yol açar. Ayrıca fazla miktarda besin hazırlığına, besinin uzun süre saklanmasına, bulaşma riskinin artmasına, güç ve zaman kaybına neden olmaktadır. Bir yaş sonrası çocuğun besin tüketimine göre 5 veya 6 farklı besin verilmesi önemlidir.

Tamamlayıcı Besinlerin Güvenilirliği

     Zararlı mikroorganizmalarla bulaşmış tamamlayıcı besinler (özellikle besin hazırlanmasında kullanılan su), ishal oluşmasına neden olabilmektedir. Bu nedenle 6 ay süresince sadece anne sütü alan bebeklerde, tamamlayıcı besinlerin başlanması ile ishal oluşum sıklığı artmaktadır. Dünyada her yıl 1.8 milyon çocuğun ishalli hastalıklar nedeniyle öldüğü bilinmektedir. Besin kaynaklı enfeksiyonlar iştahsızlığa neden olmaktadır. Besin alımının azalması, ishal, kusma malabsorpsiyon ve ateş nedeniyle artan besin öğesi kayıpları bebek ve çocukların immün sistemlerini etkilemekte, büyüme ve gelişmeleri etkilenmektedir. Yapılan çalışmalarda ishalli hastalıkların ve diğer besin kaynaklı enfeksiyonların önemli bir bölümünün ev ortamında besinlerin hijyenik olmayan koşullarda hazırlanması ile oluştuğu gösterilmiştir. Besinlerin kontaminasyon kaynakları çeşitlidir (Şekil 1). Çiğ besinlerin kendileri kontaminasyonun kaynağıdır. Ayrıca besin hazırlama ve depolama koşulları çapraz bulaşma riskini arttırmaktadır. Besin kaynaklı enfeksiyon hastalıklarını önlemek için besinlerin tüketilmeden en az birkaç saat önce hazırlanması, patojenlerin üremesine veya toksinlerin oluşumuna uygun olmayan sıcaklık ve nem ortamlarında saklanması, besindeki patojenleri azaltmak için yeterli miktarda ısıtılması gerekmektedir. Besinlerin hazırlanmasından önce annenin ellerinin, yemekten önce annenin ve bebeğin ellerinin yıkanması uyulması gereken en önemli temizlik kuralıdır. Besinlerin hazırlanması ve sunulmasında temiz kase, bardak, kaşık v.s kullanılmalıdır.

Aylara Göre Verilmesi Önerilen Tamamlayıcı Besinler

0. ay

  • SADECE ANNE SÜTÜ (Bebeğin aylara göre büyümesi izlenmelidir)

6. ay

  • Anne sütüne devam
  • Yoğurt
  • Meyve suyu, sebze suyu ve püresi
  • Pekmez
  • Şekersiz muhallebi (süt + pirinç unu)
  • Yumurta sarısı (1/4 oranında)
  • Besinlerin hazırlanmasında inek sütü küçük miktarlarda kullanılabilir.

7. ay

  • Anne sütüne devam
  • Yoğurt
  • Meyve suyu, sebze suyu
  • Pekmez
  • Pirinç unu, pirinç
  • Yumurta sarısı (tam)
  • Et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et)
  • Bitkisel yağlar
  • Sebze püre veya sebze çorba

8. ay

  • Anne sütüne devam
  • Yoğurt
  • Meyve suyu, sebze suyu
  • Pekmez
  • Et (balık, tavuk etleri ve kırmızı et), kuzu veya tavuk karaciğeri
  • Bitkisel yağlar
  • İyi ezilmiş ev yemekleri (kıymalı ve sebzeli)
  • Tam yumurta veya pastörize peynir
  • Tahıl – kırmızı mercimek, kurufasulye, nohut ezmeleri

Broşür için pdftıklayınız.

Önceki Konulara
Aşağıdaki Başlıkları Tıklayıp
Bağlanabilirsiniz...

ლ Okul Öncesi Sağlıklı Beslenme 
ლ Okul Çağı Çocuklarında Beslenme
ლ Menapoz Döneminde Beslenme 
ლ Adölesan (Ergenlik) Çağı Çocuklar 
ლ Farklı Yaşlarda Beslenme 

13 Aralık 2020 Pazar

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 30. ve 32. Ayet-i Kerimeler Arasının Meal ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi
30. ve 32. Ayet-i Kerimeler Arasının
Meal ve Tefsiri


  • Âl-i İmrân Suresi 30. Ayet-i Kerimenin Meali
     "Herkesin yaptığı iyiliği de, işlediği kötülüğü de önüne konmuş olarak bulacağı gün, (insan) ister ki kendisi ile kötülükleri arasında uzun bir mesafe bulunsun. Allah kendisi hakkında sizi uyarıyor. Allah kullarına çok şefkatlidir."
  • Âl-i İmrân Suresi 30. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     Burada “tergîb” (özendirme) ve “terhîb” (caydırma) bir arada yer almış, bu dünyadaki hiçbir davranışın karşılıksız kalmayacağı belirtildikten sonra, bütün hakikatlerin ortaya çıkacağı o günde kişinin yaptığı kötülüklerden duyacağı pişmanlık ve mahcubiyet tasvir edilmiştir. Kişinin önünde hazır bulacağı şey, davranışlarının karşılığı ya da amel defteri şeklinde yorumlanmıştır. Başka âyetlerde, dünya hayatında kulların yaptıkları bütün işlerin görevli melekler tarafından kayda geçirildiği (Enbiyâ 21/94; Kaf 50/18; Zuhruf 43/80) ve kıyamet gününde bu amellerin insana açılmış bir kitapta gösterileceği (İsrâ 17/13-14) bildirilmiştir.

  • Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet-i Kerimenin Meali
    "De ki: "Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir."
  • Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     Birçok âyette genel olarak peygamberlerin, özel olarak da son dinin tebliğcisi Hz. Muhammed’in bildirdiklerine teslimiyet gösterip uymanın önemi vurgulanmıştır (Kur’an’da Resûlullah’a uymanın gerçek imanı belirlemede temel bir kriter kabul edildiği hakkında bk. Bakara 2/143).
     Burada da Peygamber’e ittibâ (uyma) Allah sevgisinin ayrılmaz bir parçası olarak nitelenmiş, Peygamber’in gösterdiği yolu gönülden benimsemeyen kişinin Allah’ı sevdiğini iddia edemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca Resûlullah’a uyma iradesinin ortaya konması, Allah’ın sevgisine ve mağfiretine mazhar olmanın ön şartı sayılmıştır. Sadece “elçi” sıfatını taşıyan temsilciyi dahi tanımamanın onu yollayan makamı tanımama anlamına geleceği mâlûmdur. Hz. Muhammed ise, dar anlamıyla bir elçi olmaktan öteye şâri‘ (din sahibi, yüce Allah) tarafından Kur’an’ı açıklama ve bu çerçevede Kur’an’da özel düzenlemeye tâbi tutulmamış hususlarda bağlayıcı bildirimlerde bulunma yetkisiyle donatılmıştır (bk. Nahl 16/44).
     Bu sûrenin, Ehl-i kitabın ve özellikle hıristiyanların bazı inanç ve tutumlarının yanlışlığını ortaya koyma konusuna ağırlık verdiği göz önüne alınırsa, bu âyette Allah inancı ve peygamberlik müessesesinin mahiyeti hakkında önemli hususlara dikkat çekildiği fark edilir. Şöyle ki: Allah sevgisi ve Allah’a itaatle O’nun peygamberine uyma ve getirdiklerine teslim olma arasında sıkı bir bağ vardır. Fakat bu konudaki önemli bir incelik, “Allah gibi sevmek”le “Allah için sevmek” arasında büyük fark bulunduğudur. Bu fark göz ardı edilirse söz konusu bağın anlamı tersine çevrilmiş olur. Nitekim yahudiler Hz. Mûsâ’nın, hıristiyanlar da Hz. Îsâ’nın peygamberlik sıfatından ziyade şahsında ısrar ederek bu büyük hataya düşmüşlerdir. Böylece hıristiyanlar Hz. Muhammed’i, yahudiler hem Hz. Îsâ’yı hem de Hz. Muhammed’i inkâr yolunu tutmuşlar; esasen tahrife uğramamış haliyle bütün ilâhî dinlerin ortak noktalarından olan ve Kur’an-ı Kerîm’de “Allah’ın elçilerinden hiçbirini diğerinden ayırmayız” (Bakara 2/285) şeklinde ifade edilen ilkeyi ihlâl etmişlerdir. Öte yandan hıristiyanlar Hz. Îsâ’ya olan sevgilerini onun peygamberlik sıfatı üzerine kurmadıkları için, başka bir anlatımla bu sevgi ve saygının Allah’ın ona elçilik görevi vermiş olmasından kaynaklanması gerektiği halde onun şahsını esas aldıklarından, Allah’a şirk koşmaya kadar varan sapkın bir inanca kaymışlardır. Bu durum tevhid inancını zedelememek için peygamberlik görevinin mahiyetini iyi kavramak gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Nitekim kelime-i tevhidde ve kelime-i şehâdette sadece Allah’tan başka tanrı bulunmadığının ifade edilmesiyle yetinilmemiş, Hz. Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğu da belirgin bir biçimde ortaya konmuştur (Elmalılı, II, 1076-1079).
     Bu âyetin;
     a) Sûrenin başında sözü edilen Necran heyetindekilerin “Bizim Îsâ’yı ululayan ifadelerimiz onu sevdiğimizi belirtmek içindir” demeleri,
     b) Bazı müslümanların, “Ya Resûlallah! Gerçekten biz rabbimizi seviyoruz” demeleri,
     c) Yahudilerin “Allah’ın evlâtları ve asıl sevdiği kişiler bizleriz” demeleri,
     d) Müşriklerin putlara secde etme gerekçelerini açıklarken “Biz bunlara sırf Allah’a olan sevgimizden ötürü ve bizi Allah’a daha çok yakınlaştırsınlar diye tapıyoruz” demeleri üzerine nâzil olduğuna dair rivayetler vardır (Allah sevgisi hakkında bk. Bakara 2/165; “Allah’ın kullarını sevmesi”nin anlamı için bk. Mâide 5/54).

  • Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet-i Kerimenin Meali
    "De ki: "Allah’a ve resule itaat edin." Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez."
  • Âl-i İmrân Suresi 31. Ayet-i Kerimenin Tefsiri
     Tefsirlerde âyetin nüzûl sebebi hakkında şöyle bir rivayet yer alır: Önceki âyette Hz. Peygamber’e uyulması istenince münafıkların başı Abdullah b. Übey “Gördünüz mü? Muhammed kendine itaat edilmesini Allah’a itaat gibi görüyor; bizim de hıristiyanların Îsâ’yı sevdikleri gibi kendisini sevmemizi istiyor!” şeklinde bir ithamda bulunmuştu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme indi ve Hz. Peygamber’e Allah’ın elçisi sıfatıyla ve yine O’nun buyruğunun bir gereği olarak itaat edilmesinin istendiği bildirildi (Râzî, VIII, 19).


Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 542-543

12 Aralık 2020 Cumartesi

GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI 515 PERSONEL ALACAK (20 Ocak 2021 Son Başvuru)

GENÇLİK VE SPOR BAKANLIĞI
515 PERSONEL ALACAK

     500 Sözleşmeli Yurt Yönetim Personeli Alınacak

     Gençlik ve Spor Bakanlığı taşra teşkilatı yurt müdürlüklerinde istihdam edilmek üzere 500 Sözleşmeli Yurt Yönetim Personeli alımı yapacak. Başvurular 4 Ocak – 20 Ocak 2021 tarihleri arasında  ‘basvuru.gsb.gov.tr’ adresi üzerinden elektronik ortamda yapılacak. Gençlik ve Spor Bakanlığı internet sitesinde yer alan duyuruya göre başvuru yapan adaylar için 2020 yılı KPSS B grubu KPSSP3 puan türü esas alınacak. Başvuruda her bir pozisyon için belirlenen kontenjan sayısından fazla olması halinde, KPSS puanı en yüksek olan adaydan başlamak üzere ilan edilen kontenjan sayısının dört (4) katına kadar aday sözlü sınava çağrılacak.

     15 Sözleşmeli Bilişim Personeli Alınacak

     Gençlik ve Spor Bakanlığı merkez teşkilatında istihdam edilecek Sözleşmeli Bilişim Personeli başvuruları 21 - 28 Aralık tarihleri arasında ‘basvuru.gsb.gov.tr’ adresi üzerinden elektronik ortamda yapılacak.

    Sözleşmeli personel alımı ile ilgili Gençlik ve Spor Bakanlığı internet sitesinde yer alan duyuruya göre başvuru yapan adaylar, KPSSP3 puanının yüzde yetmişi (%70) ile yabancı dil puanının yüzde otuzunun (%30) toplamı esas alınarak yapılacak sıralamaya göre, her bir pozisyon için en yüksek puana sahip adaydan başlanarak ilan edilen boş pozisyon sayısının 5 katı kadar aday sözlü/uygulamalı sınava çağırılacak.

SÖZLEŞMELİ YURT YÖNETİM PERSONELİ ALIMI DUYURUSU İÇİN TIKLAYINIZ 

SÖZLEŞMELİ BİLİŞİM PERSONELİ ALIMI DUYURUSU İÇİN TIKLAYINIZ 

Sağlıklı Beslenmek / VİTAMİNLERİN ÖNEMİ!

Neden Yaşlanırız?      Doğal yaşlanma sürecinde cildimizin esnek yapısı git gide azalmaktadır. Esnekliğin azalması cildimizin genç görünümün...