6 Ocak 2021 Çarşamba

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 SONBAHAR DEPRESYONU * DEPRESYONA GİDEN YOL * UTANMA

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
4
* SONBAHAR DEPRESYONU
* DEPRESYONA GİDEN YOL
* UTANMA
     Hastaların yüzde 65’inin, sonbahar ve ilkbahar aylarında başvurduğu bildirildi. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde geçen yıl “depresyon” tanısıyla tedavi gören hastaların yüzde 65’inin, sonbahar ve ilkbahar aylarında başvurduğu bildirildi.
     Cinsel istek azalması, sıkıntılı, çaresiz, neşesiz ve sinirli ruh halleri, uykusuzluk çekme, yorgun ve bitkin uyanma, davranışlarda yavaşlama, geçmişe dönük pişmanlık duygusu belirtileri bulunanların bir uzman psikiyatriste başvurmaları öneriliyor.
     Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Arif Verimli, sonbahar ve ilkbahar mevsimlerinde depresyon görülme sıklığının arttığını vurgulayarak, ciddi psikiyatrik rahatsızlık olan depresyon belirtileri bulunanların zaman kaybetmeden uzman psikiyatriste başvurarak tedaviye başlamaları gerektiğini bildirdi. Doç. Dr. Verimli, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde “depresyon” tanısıyla tedavi gören hastaların yüzde 65’inin, sonbahar ve ilkbahar aylarında başvurduğunu söyledi.

     BELİRTİLER: 
     Cinsel istek azalması, sıkıntılı, çaresiz, neşesiz, sinirli ruh hali, boşluktaymış hissi, uykusuzluk çekme, yorgun ve bitkin uyanma, davranışlarda yavaşlama, geçmişe dönük pişmanlık ve suçluluk duygusunun depresyon belirtileri olduğunu anlatan Doç. Dr. Verimli, özellikle sonbahar aylarında bu belirtilere daha sık rastlandığını dile getirdi. Doç. Dr. Verimli, “Sıcak, kıpır kıpır, dertsiz, tasasız yaz günlerinin geride kaldığı, sararan yaprakların ağaçlardan döküldüğü, gökyüzünün puslu olduğu sonbahar mevsiminde depresyon görülme sıklığı artar” dedi.

     BİR UZMAN PSİKİYATRİSTE BAŞVURULMALI
     Depresyonun ciddi bir psikiyatrik rahatsızlık olduğuna işaret eden Doç. Dr. Arif Verimli, “Halkımızdan beklentimiz, kendilerinde depresyon belirtileri gördüklerinde bir uzman psikiyatriste başvurarak tedaviye başlamalarıdır. Depresyon, psikiyatrik rahatsızlıklar arasında tedaviye olumlu cevap veren bir rahatsızlıktır” diye konuştu. Depresyonun tedavisinde iki ana yöntem bulunduğunu belirten Doç. Dr. Verimli, bunların ilaç tedavisi ve psikoterapi olduğunu bildirdi. Depresyonun tüm belirtilerinin saplanılmasının ardından en az 6 ay süreyle ilaç kullanmak gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Verimli, belli zaman aralıklarıyla psikiyatristle görüşülmesini de önerdi.
     Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Başhekimi Doç. Dr. Verimli, depresyonun uzman tedavisi yapılmadan atlatılması halinde tekrar edeceğini sözlerine ekledi.
~~~*~*~~~


     Depresyona giden yol:
ONAYLANMA İHTİYACI,
UTANÇ VE SUÇLULUK
Doç. Dr. Kemal Sayar

     Onaylanma ihtiyacı:
     Depresyonda olduğunuz zaman, değişmez bir şekilde değersiz olduğunuza inanırsınız. Bu konuda yalnız değilsiniz. Ünlü kuramcı Dr. Aaron T. Beck tarafından yapılan bir araştırma açığa çıkarmıştır ki, depresif hastaların %80′inden fazlası kendilerinden hoşlanmamaktadırlar. Bundan da fazlası, Dr. Beck’in bulgularına göre, depresif hastalar değerli buldukları alanlarda kendilerini yetersiz olarak görmektedirler; zeka, başarı, popülerlik, dikkat çekebilme, sağlık, güç gibi.
     Eğer şu anda depresyondaysanız ya da hayatınızın bir döneminde depresyona girdiyseniz, hakkınızda kötü ya da olumsuz düşünmenize yol açan düşünce kalıplarını fark etmekte zorlanabilirsiniz. Gerçekte, kendinizi değersiz ya da yeteneksiz görmeye eğilimlisinizdir. Bunun dışında ya da karşısındaki öneriler size aptalca ya da dürüst değilmiş gibi görünür.
     Maalesef, depresyondayken kendiniz hakkındaki olumsuz düşüncelerinizde yalnız olmayabilirsiniz. Pek çok vakada siz sizin kusurlu olduğunuz ve iyi olmadınız yönündeki yanlış inançlarınızda o kadar tutarlı ve ısrarcı bir tavır gösterirsiniz ki, bu durum arkadaşlarınızın, ailenizin ve hatta terapistinizin bu görüşleri kabul etmesine neden olursunuz. Klasik psikanalitik teorinin kurucusu olan Freud’un “yas ve Melankoli” kitabında bu görüşe ait örnekler vardır; bir hasta değersiz olduğunu, başarısız olduğunu vb. söylüyorsa, mutlaka ki doğru söylüyordur.
     Sonuç olarak, terapistin hastanın bu görüşlerine katılmaması imkansız gibi görülmektedir. Freud inanır ki, terapist hastanın yeteneksiz, bencil, zavallı, dürüst olmayan vb. biri olduğunu kabul etmelidir. Bu nitelikler, Freud’a göre insanın temel niteliklerini oluşturur ve hastalık süreci bu gerçeği daha görünür yapar. Aslında hasta bu gibi düşünceleri genişletmek için, umutsuzluğun ve kendinden nefret etmenin pek çok duygusal reaksiyonun yaşar. Önce ölmüş olmayı tercih edebileceğinizi söylerken daha sonra uyuşmuş ya da felç olmuş gibi hissetmeye başlarsınız ve normal yaşam akışına katılmaktan çekinirsiniz.
     Bu sert düşünce tarzınızın olumsuz duygusal ve davranışsal sonuçları nedeniyle, yapmanız gereken birinci şey; değersiz olduğunuzu kendinize söyleyip durmayı durdurmaktır. Bununla birlikte, siz bu cümlelerin gerçek dışı ve yanlış olduğunu kabul edene kadar bunu yapmanız pek mümkün olmayabilir.
     Aslına bakılırsa, depresyonda olduğumuz zamanki kişisel endişe ve çatışmaların pek çoğunun temelinde saygı duyulma, değer verilme, takdir edilme, tanınma,, istenme ve onaylanma arzuları yatar. Mükemmeliyetçilik, hayal kırıklığı, öfke, utanç gibi diğer alanları açıklamaya çalıştığımızda da eğer ön planda değilse, mutlaka arka planda “başkaları tarafından onaylanma ihtiyacı vardır.
     Bazı insanlar depresyona daha yatkın olabilirler çünkü, onlar onaylanmaya aşırı derecede ihtiyaç duyarlar ve bu kimi zaman “onaylanma bağımlılığı” olarak adlandırılır. Kişi onaylanmanın her zaman iyi ve gerekli olduğuna inanırken, onaylanmama bir felakettir. Bazı insanlar sürekli başkalarını etkileme ihtiyacı duyar ve özel görünmek isterken, diğer taraftan eleştiriyle yıkılan bireyler vardır. Eğer onaylanmazlarsa, terk edildiklerini ve sevilmediklerini düşünürler.
     Aslından onayın kaybı, kimi zaman bizleri oldukça kötü etkileyebilir çünkü başkalarının hakkımızda söylediklerini bütünüyle doğru kabul ederiz. Eğer onlar bizim işe yaramaz, aptal ya da sevilmez olduğumuzu söylerlerse, biz bunlar sanki doğruymuş gibi hissederiz – yargıları aşırı uç ve bizim olumlu yanlarımızı reddedici nitelikte olsa bile – ya da aşırı genelleme yaparak, bir kişi hakkımızda kötü düşünüyorsa diğerlerinin de öyle düşüneceğini varsayarız.
     Bazı insanlar için onaya duyulan aşırı ihtiyaç, şiddetli utanç ve yetersizlik duygularını örtmek, kapatmak ihtiyacından kaynaklanır. Eğer başkaları beni onaylıyorsa, ben o kadar da kötü olamam gibi bir inanç vardır.
     Aslında onaylanma ihtiyacı insan doğasının büyük bir kısmında olan bir duygudur. Bizim yaptığımız davranışların pek çoğu onay kazanma çabasıyla ilişkilidir. Bir sınavı geçme, bir yarışmada derece kazanmaya çalışma gibi davranışların hemen hemen hepsi, başkalarının onayını kazanmak ve kendimizi değerli hissetmek için yapılır. Konumumuzun yükselmesi için, bizleri yeterli ve yeterli görmelerini isteriz. Bir gruba ait olmak, bir ilişkiyi sürdürmek, insanlar tarafından reddedilmekten kaçınmak ihtiyaçlarımız arasındadır.
     Bu da demektir ki, tüm insanlarda temelde bir onaylanmama korkusu vardır; özellikle bu değerlendirme bizim değer verdiğimiz ve bir şekilde kendimizi bağımlı hissettiğimiz birinden geliyorsa… eğer kişiye değer vermiyorsak onaylamaması daha az sorun olur, ta ki, o kişinin üzerimizdeki gücü artana, mesela patronumuz olana kadar.
     Maalesef, bizim onaylanma ihtiyacımız, biz onu aşırı derecelere ulaştırdığımızda bir tuzağa dönüşebilir. Bu hale geliş ise, değerlendirmelerin sadece reddedilme korkusu gibi durumlarla sınırlı kalmaması, bizim kendimize yönelik her türlü değerlendirmemizi belirleyen bir konuma gelmesiyle başlar. Başkalarının onayını ya da onaylamamasını bizim bütünlüğümüze yönelik yargılamalar olarak algılayabiliriz. Onaylanmamış olma duygusuyla baş etmek, temelde sevgi duygusuyla büyümüş biri için daha kolay aşılabilir bir durum iken, sevgi konusunda yetersizlik yaşamış biri için daha zordur ve onaylanmama ile baş edebilme ve aşırı derecede olan onaylanma ihtiyacını azaltmak için öğrenebileceğiniz pek çok yol vardır.
     Genel olarak, başkalarının sizin hakkınızdaki yargılarına fazlasıyla inanç göstermemenizin doğru olacağını fark etmek faydalı olacaktır. Bu belirli eleştirilerin hiçbir zaman geçerli olmayacağı anlamına gelmez fakat “aptal”, “güçsüz” gibi yapılan genel etiketlemelerin hakkınızda olduğunuzdan daha fazlasını söylediği de bir gerçektir.
     Bu aşamada hatalı olarak işleyen üç zihinsel süreç vardır;
  1. Ya hep ya hiç düşüncesi
  2. Aşırı genelleme
  3. Kendini eleştirme – kendine saldırma.
     Onay kazanma sizin kendinizi daha iyi hissetmenize yardımcı olan bir duygu olmakla beraber bunu kazanma yollarınız kimi zaman çok çeşitli problemlere neden olabilir. Örneğin, siz, başkaları sizi nasıl görmek istiyorsa öyle olmaya çalışıyor olabilirisiniz, kendi ihtiyaçlarınızı dile getiremeyebilirsiniz, öfkenizi saklarsınız, daha uyumlu hale gelirsiniz ve bu yüzden etrafınızdakilerin sizi takdir etmesini beklersiniz. Oysa bu hal giderek umutsuz bir hal alır ve siz sürekli onay kazanmak için çabalayan bir durumda kalırsınız.
     Bunun yerine da yapmanız gereken kendi hayatınızın olumlu taraflarını hesaplamak olacaktır. Neler yapamadığınızdan çok neler yapabildiğinize odaklanın. Kendinize sürekli onay aramanın zararlı taraflarını ve kendini eleştirmeden onaylanmamış olmayı nasıl kabul edebileceğinizi öğrenmenin avantajlarını hatırlatın. Onay iyi hissettirir ancak kendinize güveninizi buna dayandıramazsınız. Kendinize bir arkadaşınıza davrandığınız gibi davranın ve başkasının hizmetçisi gibi olmak zorunda olmadığınızı hatırlayın.
     Elbette ki, onaylanma, bir işe girmenize olanak sağladığında ya da bir ilişkiyi sürdürmenizde önemlidir. Ancak onay alamadığınızda kendinize sert eleştiri ve yargılamalar yapmaya başlamanız ciddi problemler ortaya çıkaracaktır.
     Ayrıca başkalarının onayını kazanmak için aşırı çaba gösterip göstermediğiniz üzerine de düşünmeniz gerekir. Eğer böyleyse, bu durum kendi kimliğinize dair algınızın bozulması ya da kaybolmasıyla sonuçlanabilir, başkalarının onayına aşırı derecede bağımlı olmanın bir büyük zararı da, gerçekten istediğiniz şeyleri aslında yapamıyor olmanızdır.

     Utanç ve suçluluk:
     Utanç kompleks bir fenomendir, pek çok açı ve birleşeni içerir. En önemli birleşenleri ise şöyle tanımlanabilir;
     İçsel olumsuz benlik düşünceleri: bunlar yetersizlik, değersizlik düşüncelerini ve duygularını içerir kişi kendini beceriksiz, kötü ve başarısız bir olarak niteleyebilir.
     Sosyal ya da asışsal odaklı düşünceler: bunlar başkalarının bizi yetersiz ya da değersiz olarak gördüklerini varsayan inançları içerir.
     Duygusal birleşen: anksiyete, öfke, kendinden iğrenme gibi çeşitli öğeler utancım duygusal birleşeni olarak kabul edilir.
     Davranışsal birleşen: saklanma, maruz kalmaktan kaçınma uzaklaşma gibi eylemler.
     Bedensel ya da fizyolojik birleşen: utanç duygusu streslidir ve bizim sinir sistemimizi aktive eder. Utanç bizim duygu durum belirleyicilerimiz üzerinde etki eder ve olumlu pozitif duygu durumun sürdürülmesine yardımcı olmaz.

     Burada bir noktaya dikkat edilmesi gerekir, insanlar kendileri hakkında olumsuz düşüncelere sahip olabilirler, değersiz, yetersiz ve kötü oldukları gibi… bu utanç hissetmenin bir kısmıdır. Bununla birlikte, bizler başkalarının eleştirilerine ve küçük düşürmelerine zaman zaman maruz kalabilir ve bu başkaları tarafından utandırılmadır. Psikolog Kaufman göre, utancın bizde acıya sebep olabilecek en az üç boyutu olduğunu belirtir. Bunlar bedenden, yeterlilik ve becerilerden utanç duyma ve ilişkilerde utanç duyma olarak belirlenebilir. Bu listeye özellikle depresyonda belirgin bir özellik olan hissettiklerinden utanma eklenebilir.
     Bedenden utanma: bazı kişiler utanç yüzünden doktora gidemezler. Hemoroid, bağırsak hastalıkları, üriner problemler, bulimiya gibi problemlerden dolayı doktora gidemezler. Utanç, belki de pek çok duygudan daha fazla, bizim dürüst /açık davranmamızı, yardım aramamızı engelleyen duygudur. Ayrıca görüntü bozukluğu bulunana özellikle insanlar onlara gülüyorlarsa daha fazla utanç yaşamaktadırlar.
     Cinsel istismar yaşayan bireylerde akut bir şekilde bedenden utanma duygusu görülebilmektedir. Bedenlerinin kirli ve zarar görmüş olduğu duygusu yaşayabilirler. Uç vakalarda, bu kişiler bedenlerinden nefret etmeye başlayabilirler. İstismar üzerine konuşmak ise bu durumun pekiştirilmesine neden olabilir.
     Yeterlilik ve becerilerden utanç duyma: bu tip utanç fiziksel ya da zihinsel olarak gösterilen performansla ilişkilendirilir. Burada ana nokta, bir şeyler yapmaya girişme ve bunlarda başarısız olmadır. Bu bizim kendimizi kötü olarak değerlendirmemizi kolaylaştırır. Bir kural olarak, sadece utançla baş etmek, eğer başarısızlığımız yüzünden kendimize saldırmazsak daha kolaydır.

     İlişkilerde utanç: utanç ilişkilerde yaşanan problemlerden bir tanesidir çünkü kişi çatışma ve eleştirilere kötü şekilde cevap verecektir. Utanca meyilli bireyler daha kolay öfkelenebilir bir yapıya sahiptir. Eleştiriden uzak durmak ve ilişkilerini kontrol etmek ister gibidirler. Bu yapıdaki insanlar, başkaların onları fark etmeye başladıklarında zayıf ya da yetersiz olarak etiketleyecekleri korkusunu yaşarlar.

     Toplum içinde yaygın olan bir özellik ise, utancın ilişkilerde bağlılığa ait duyguların dile getirilmesi ile bağlantılıdır. Bu sadece erkekler için geçerli bir kural da değildir. Yine de bu tür davranışlar genelde “yumuşak (soft)” ve erkeksi olmayan şeklinde algılanmaktadır. Bu durum ise onların arkadaşlarına, ailelerine ve sevgililerine nasıl davranması gerektiğini bilememesine neden olmaktadır. Örneğin, çocukları sıklıkla fiziksel yakınlık isterler ve onlar yakınlık elde etmek için uğraşırken babaları tarafından uzaklaştırılmaları oldukça incitici bir durum olabilmektedir.

     Hissettiklerinden Utanma: Bazen sonuçlarından korktuğumuz için duygularımızı saklama eğilimi gösteririz. Bu duygular endişe, depresyon, öfke gibi duygulardır. Çünkü bunlar bazı şeylerin yanlış gittiğinin göstergesi olarak algılanırlar. Aynı zamanda utanç, bizim zayıf veya hatalı yanlarımızın ortaya çıkışında hissettiğimiz bir duygudur. Bu nedenle insanlar olumsuz yanlarının ortaya çıkmasını istemedikleri gibi utanç duygularını da saklamaya çalışırlar. Derin utanç duyguları kolay unutulan deneyimler değildir. Bizim içimizdeki yerlerini her an ortaya çıkmaya hazır bir şekilde sürdürürler.

     Utancın Kökenleri:
     Utanç hissetmemiz için yeterli kapasitemiz olduğundan bahsedilebilir. “Sonradan üzülüp dışlanmaktansa falanca işi yapmam” gibi değerlendirmeler yapabiliyoruz.
     Çocuklukta bizi büyütenlerin nasıl davrandığı da önemlidir, en azından bunun üç temel sonucundan bahsedilebilir;
  • yeterli ve iyi bilinmek için aşırı çaba,
  • daima uyumlu olma,
  • direkt saldırılar ve küçümseme
     (Bazı insanlar alkış ve beğeni toplayamadıkları zaman utanç hissederler.)

     Toplumun çoğunluğuna uyma ihtiyacı duyuyoruz. Erkekler duygularını göstermeyip güçlü görünmeye, kadınlar sıcak, anaç, çekici ama cinselliğe meraklı ve hırslı olmayan bir tablo çizmek zorunda hissediyorlar kendilerini. Bir gruba ait olma merakımız var aynı zamanda. Birçok kişi için, sadece kabul edilmeyip, beğenilmemek değil, direkt sözlü ve fiziksel saldırılara maruz kalmak da büyük utanç kaynağıdır. Birçokları insanoğlunun bu özelliğini kullanır.
     Depresyona yakalandığımızda, negatif düşünmeye ve davranmaya daha meyilli oluruz. Çocuklar, gençler ve ilk yetişkinliğini yaşayanlar negatif düşünmeye ve eleştiriyi bireysel almaya daha meyillidir. Kendilerinin hemen sosyal ortama kaptırırlar ve kısır döngü oluşur. Onlar kapandıkça daha çok dışlanırlar. Eleştiriyi bireysel almamayı ve kendimizi etiketlememeyi öğrenmemiz gerekir.Utançla başa çıkmanın bir yolu utanca yol açan şeyi uzaklaştırmaktır. Ancak bu yöntem uzun vadede problem olabilir. Bir başka yol ise, iyi ve yeterli olduğumuzu ispat etmek için devamlı bir uğraş içinde olmaktır.
     Tüm bunların dışında, duygularımızı, olanları, eksiklerimizi sürekli saklamak, baskı altında tutmak da bir yoldur. Gülmenin ardına da sığınılabiliyor. sıkıntıyı şakayla dışsallaştırmak ve kendimizi çok ciddiye almamak iyi ama gülmenin ardına sığınmak “hollow” oluyor. Ayrıca gizlemek uzun vadede asosyalliğe sebep olabilir. Utancı örtmek için karşı tarafı utandırmak suçu azaltmak için karşı tarafı suçlamak ise sadece bir kısır döngüye sebep olur.
     Bu noktada kullanılan en önemli savunma mekanizması yansıtmadır. Birinci türü, düşüncelerinin başkalarının da sahip olduğunu sanma şeklindedir. Siz kendinizi beceriksiz görüyorsanız, başkalarının da hakkınızda böyle düşündüğüne inanırsınız. İkinci türünde ise, kendinizdeki eksik tarafı kabul etmeyip karşı tarafta olduğunu iddia etmek. Genelde bunu kendilerinden aşağı konumda olanlara yaparlar. Irkçı ve cinsel ayırımcı şakalarla mesela…
     Bu noktada aşağılama ve utanç arasında bir ayırım da yapmak gerekir. Aşağılamayı reddederiz, utançta ise, suçlandığımız noktayı kabul ederiz. Aşağılamayı öç alma isteği izler. Kimisi için bu ayıptır bu nedenle de bastırılır. Böylesi için birinci adım, sinirlendiğini kabul etmesidir. Bazıları fazlasıyla öç almayı aklına koyar. Böylesi de aşağılama ile başa çıkmayı öğrenmelidir. Hatta profesyonel yardım alması çok olumlu sonuçlar yaratabilir. Öç alma duygusu yenilmesi gereken bir olgudur çünkü insanı yalnızlığa iter.
     Hatalı olan tarafın cezasını çekmediğini bilmek de insanda yenilmişlik hissi yapar. Bu uyku bozukluğu ve depresyona varabilir. Genelde, bu konuya takılıp kalmaktan kurtulmamız gerektiğini bilir ama yapmayız. Bu nedenle profesyonel yardıma ihtiyaç duyulur. Suçluluk duygusunu bastırmayız, utançla arasındaki fark budur. Onun yerine bu duyguyu tamir etmeye uğraşırız. Ama suçumuzdan dolayı aşırı bir suçluluk duyup da kendimizi kötü ilan etmememiz gerekir. İnsanları üzme gücümüzü ve nedenlerini samimiyetle kabullendikçe, hatalarımızı düzeltmek de daha kolay olacaktır.
     Utancın Tedavisi:

     A) Bireysel Bilinç:
kendimize fazla odaklanıp, kontrol altına almaya çalışmak yanlıştır. İnsiyatif ele almamızı ve yaşadığımızı anın tadına varmamızı engeller. Bizi suçlayan içsese kulak aldırmadan her insanın hata yapabileceğini ve önemli olanın hata ile yüzleşmek olduğunu bilmeniz gerekir. Bu nedenle utancı yok saymak yerine onun nedenlerine inmek gerekir ve onunla yüzleşmek en doğrusudur. Çevrenizdekilere neler düşündüğünüzü anlatın. Ya hep ya hiç demeyin. Tamamını anlamasalar da yardımları olabilir.
     Suçluluk duyarız çünkü karşı tarafı umursarız , tabii samimiysek umursarız. Samimi değilsek utanç kaynaklı bir umursama yaşarız. Yaşadığımız duygu genelde ikisinin karışımı olmaktadır. Bize ihtiyaç duyulduğunu bilmek doğamızda olan bir durumdur ancak abartılmaması gerekir. Çocukken anne-babası yardıma muhtaç olanlar erişkinken bu durumu abartıp “kurtarıcı” olmak isterler.
     Ama bu rolü oynayamadıklarında depresyona girerler. Çünkü suçluluk veya utanç duyarlar. Bu tipler depresyona meyillidir. Başkalarını düşünecek enerjimizin kalmadığını fark etmek kendimize verdiğimiz değeri azaltır. Anne-çocuk ilişkilerinde bu durum daha gözlemlenebilir bir hal alır. Diğerleri için bir şey yapamamak intihar düşüncelerini harekete geçirebilir. Çünkü yük olduklarını düşünürler ya da aslında iyi görünmek için iyilik yaptığını fark edenler de kendilerini samimiyetsiz ve değersiz bulabilirler. Bazen de hayatın bize çok yük getirdiğini düşünürüz. Kaçmak isteriz. Suçluluk duygusu yaratır bu da. Kaçmayıp daha çok yük alırsak daha çok sıkılıp kaçmak isteriz, kısır döngü. Bu durum gerçekleri görmemizi engeller. Tam olarak neyin yük olduğunu bulmak burada temel noktadır.
     Güzellikleri hak etmediğimizi, suçlu olduğumuzu düşünmek de depresif bir duygu ya da sahip olduğu tüm güzelliklere rağmen mutlu olamayan ve bunun suçluğunu yaşayanlar da var. Kötü giden bir noktanın diğer tüm olumlu şeylerin değerini gözümüzde azaltması normaldir. Burada işleyen yine “ya hep ya hiç” mantığıdır ve bundan kurtulmak gerekir. Ya da bir şeyden daha fazla istediğinizde bunun açgözlülük olarak agılayıp suçluluk duymayın. Diğerlerinden daha iyi durumda olduğunuz için sevindiğinizde suçluluk hissetmeyin. Buna “kurtulanın duyduğu suçluluk” denir. Ya da başarımı ya da paramı kıskanırlar, yalnız kalırım duygusuyla kendinizi baltalamayın. “Aşırı sorumluluk duygusundan kaynaklanan suçluluk” var. İnsanların hayatlarıyla ilgili her şeyden siz sorumlu değilsiniz.
     Psikotik depresyonda ise kişi çok büyük felaket durumlarında bile bir şekilde üstüne bir sorumluluk alır. Bunun kaynağı bilinçdışındaki agresif duygular olabilir. Ya da birini terk etmiş olmaktan kaynaklanan suçluluk duyguları olabilir. Örneğin: anne-babadan ayrılış. Öülm durumunda yaşanan suçluluk ise yas ile başa çıkmayı engeller. Ölene iyi davranmamış olma fikri kötüdür veya ölene çok bakılmışsa ve bu durumdan kişi sıkılmışsa “öldü de rahatladım” düşüncesi suçluluk verebilir.

     Varoluşçu Suçluluk:
     Kendimize haksızlık ettiğimiz düşüncesi, Özellikle “sigara bana zarar verir” gibi düşünceler, beden bütünlüğe tehdit, varoluşa saldırı gibi öğeler, bu duyguyu uyandırır. Bir bakıma iyidir çünkü değişimi tetikler. Ama suçluluktan daha pozitif bir tetikleyici bulmak gerekir.

     Karşı Tarafa Yüklenen Suçluluk:
     İstediğimizi kazanmak için karşı tarafın kendini suçlu hissetmesini sağlamak uzun vadede ilişkileri zedeler. ,Suçluluk tolere edilmesi gereken bir duygudur ancak kimileri bunu yapamadığı için bu duyguyu yok saymayı tercih ederler. Bazen de suçluluğumuzu kabul etmemek için sinirle üste çıkarız. Bu iletişim sağlamaz. Sakin bir anda suçluluk alanlarınız belirleyin. Objektif olun. Kendinize yüklenmeyin. Kendi kendinizi affetmeyi bilin. Kendinizi suçlu hissetmenize yol açan ve kendi eksiklerini yansıtan insanlardan uzak durun …

3 Ocak 2021 Pazar

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 38. ve 41. Ayet-i Kerimeler Arasının Meal ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi
38. ve 41. Ayet-i Kerimeler Arasının
Meal ve Tefsiri


  • Âl-i İmrân Suresi 38, 39, 40 ve 41. Ayet-i Kerimelerin Meali
     "Orada Zekeriyyâ rabbine dua edip dedi ki: "Rabbim! Bana tarafından temiz bir nesil ihsan eyle! Kuşkusuz sen duayı işitmektesin."
     "O mâbedde durmuş namaz kılarken melekler ona şöyle seslendiler: "Allah’ın bir kelimesini tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber olarak Yahyâ’yı Allah sana müjdeliyor."
     "Zekeriyyâ ise şöyle dedi: "Rabbim! Bana ihtiyarlık gelip çattığı, üstelik karım da kısır olduğu halde benim nasıl oğlum olabilir?" Buyurdu ki: "İşte böyle; Allah dilediğini yapar."
     "Rabbim, dedi, bana bir alâmet göster." Şöyle buyurdu: "Senin için alâmet insanlara üç gün ancak işaretle konuşmandır. Rabbini çok an, sabah akşam tesbih et."

  • Âl-i İmrân Suresi 38, 39, 40 ve 41. Ayet-i Kerimelerin Tefsiri
     Zekeriyyâ aleyhisselâm İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygamberlerden biri olup Filistin’in Roma İmparatorluğu’nun bir eyaleti olduğu dönemde Kudüs’te yaşamıştır. İslâmî kaynaklarda babasının adı bazan Barahya bazan Yuhayya olarak geçer. Nesebi Hz. Dâvûd’a kadar çıkmaktadır. Oğlu Yahyâ’nın öldürülmesi onu çok üzmüştür. Kendini de öldürmek istemeleri üzerine şehirden kaçmış, bir bahçedeki ağacın içine saklanmış, düşmanları tarafından ağacın kesilmesi suretiyle şehid edilmiştir (Ömer Faruk Harman, “Hz. Zekeriyyâ”, İFAV Ans., IV, 574-575). Kur’an-ı Kerîm’in üç sûresinde (Âl-i İmrân 3/37, 38; Meryem 19/2, 7; Enbiyâ 21/89) altı defa ismen anılan Hz. Zekeriyyâ ile ilgili bilgiler onun yaşlılık dönemine aittir.
     Luka İncili’ne göre (1/5-25) Zekeriyyâ, Yahudiye Kralı Hirodes’in günlerinde yaşayan bir kâhindir. Eşi Elizabeth kısırdır ve ikisi de çok yaşlıdır. Allah katında sâlih kişilerdendirler ve rabbin emir ve hükümlerine kusursuz uymaktadırlar. Zekeriyyâ Allah’ın huzurunda kâhinlik hizmetinde bulunduğu sıralarda buhur yakmak üzere mâbede gittiğinde melek Cebrâil bir oğlu olacağını, karısının hamile kalışının bir işareti olmak üzere de dilinin tutulacağını bildirir. Bir de Eski Ahid’de Zekeriyyâ adını taşıyan bir kitap (bölüm) bulunmaktadır ki burada söz konusu edilen, Yahyâ’nın babası olan Zekeriyyâ değil, milâttan önce VI. yüzyılda yaşamış bir peygamberdir. Kur’an-ı Kerîm’de anılan Zekeriyyâ ise miladî I. yüzyılın başlarında vefat etmiştir.
     Âyetlerdeki ifade akışı dikkate alınarak, Hz. Zekeriyyâ’nın 38. âyette değinilen duası ile onun Hz. Meryem’e verildiğini gördüğü ilâhî nimetler arasında bağ kurulur. Bir önceki âyette Meryem’in yanında görünen rızıkların olağan üstü yolla kendisine ikram edildiği yorumunu yapan bazı müfessirler bu âyeti de Hz. Zekeriyyâ’nın bu hârikulâde durumu müşahede etmesi üzerine –yaşlı haline ve karısının kısırlığına rağmen– çocuk sahibi olma duasında bulunduğu şeklinde açıklarlar. M. Reşîd Rızâ, bir peygamberin yüce Allah’ın dilediğinde olağan üstü sonuçlar yaratabileceğini bilmesini böyle bir olaya bağlamanın isabetli olmayacağı gerekçesiyle bu yorumu eleştirir. Çocukla müjdelenmesi üzerine “Rabbim! Benim nasıl oğlum olabilir?” şeklindeki hayret ifadesinin de dua ettiği hususun gerçekleşebilmesinde kuşku duyduğu yönünde anlaşılmaması gerektiğine dikkat çeker ve bu konuda en uygun yorumun Muhammed Abduh’a ait olduğunu belirtir. Bu yoruma göre Hz. Zekeriyyâ Meryem’in kâmil bir imana ve güzel hasletlere sahip olduğunu, özellikle onun basiret şualarının sebepler perdesini delip geçtiğini ve kendisine gelen nimetlerin, dilediğini sayısız şekilde rızıklandıran ulu Allah’ın ikramı olduğunun bilincine varmış bulunduğunu müşahede edince kendinden geçmiş, duygularından uzaklaşmış, dünyadan ve dünyevî bağlardan sıyrılmış, Allah’ın engin ihsanını ve rahmetini düşünmeye dalmış, işte bu sırada söz konusu dua ağzından dökülüvermişti. Vahdet âlemindeki yolculuğundan sebepler âlemine döndüğünde duasının kabul edildiği kendisine haber verilince de –tabiat kanunlarının dışında kalan– bu sonucun nasıl gerçekleşeceğini rabbine sordu (Reşîd Rızâ, III, 296). Reşîd Rızâ bununla birlikte, Hz. Zekeriyyâ’nın sorusunu ifadenin zâhir mânasına göre anlamaya yani bilinen sebepler bulunmadan bu sonucun nasıl meydana geleceğini hayret ve merak içinde sormuş olabileceğine bir engel bulunmadığını, ancak peygamberlere yaraşmayacak yorumlara başvurmanın yanlış olduğunu belirtir (III, 298). İbn Âşûr da Hz. Zekeriyyâ’nın böyle bir soru sormasının, Hz. İbrâhim’in yüce Allah’tan ölüleri nasıl dirilttiğini göstermesini istemesi ve “Yoksa inanmıyor musun?” buyurulunca “Hayır inanıyorum, fakat kalbim tam kanaat getirsin diye” cevabını vermesine (Bakara 2/260) benzetir (III, 241-242).
     Hz. Zekeriyyâ’nın eşinin hamile kaldığını bilebilmesi için rabbine dua edip bir alâmet göstermesi dileğinde bulunması üzerine ona insanlara üç gün ancak işaretle konuşacağı bildirilmiş, rabbini çok anması ve günün iki diliminde de (akşam ve sabah) O’nu tesbih etmesi istenmiştir. Tesbîh “yüce Allah’ı anma, O’nu her türlü eksiklikten uzak görme, O’na dua etme” gibi anlamlara gelir. Birçok âyet ve hadiste evrendeki bütün varlıkların O’nu tesbih ettiğine dair ifadeler bulunmaktadır.
     Zekeriyyâ’nın bu isteğini, bildirilenlerin vahiy mi yoksa şeytanın telkini mi olduğunu ayırt etme, üç gün konuşamamasının da şüpheci tavrının cezalandırılması şeklinde yorumlayanlar olmuşsa da bu yorumu Kur’an-ı Kerîm ve hadislerde yer alan esaslarla bağdaştırmak mümkün değildir. Bu yorumların Luka İncili’ndeki (1/18-20) şu ifadenin etkisinde ortaya konduğu anlaşılmaktadır:
     “Zekeriyyâ da meleğe dedi: Ben bunu nasıl bileyim? Çünkü ben yaşlı bir adamım, karım da çok yaşlıdır.
     Melek cevap verip ona dedi: Ben Allah önünde duran Cebrâilim; seninle konuşmaya ve bu şeyleri sana müjdelemeye gönderildim. İşte, dilin tutulacak, ve bu şeyler oluncaya kadar, söz söyleyemeyeceksin; çünkü vaktinde yerine gelecek olan sözlerime inanmadın.”
     Meryem sûresinin 10. âyeti de göz önüne alındığında, Hz. Zekeriyyâ’ya sapasağlam olduğu halde (konuşma melekesini kaybetmeksizin) üç gün üç gece insanlarla konuşmayacağı bildirilmiştir. Bunu, Allah’ı anma ve O’na dua etme gücü devam ettiği halde insanlarla konuşmayı başaramayacağı, sadece işaret yoluyla iletişim kurabileceği şeklinde anlayanlar olduğu gibi, lutfedilen büyük nimetin şükrü için kendisini Allah’ı zikretmeye vermesi ve kendi iradesiyle insanlarla konuşmaktan geri durması buyruğu olarak yorumlayanlar da vardır. Birinci yorum, hem Hz. Zekeriyyâ’nın duasının kabulü, yani eşinin hamile kaldığını bilmesinin alâmeti olma hem de yüce Allah’ın peygamberine bu konuda da mûcize ihsan etmesi anlamıyla daha çok bağdaşmaktadır.
     Dua kişinin Allah’ın yüce kudreti karşısında aczinin bilincine varıp engin bir sevgi ve saygı içinde O’na yalvarması, O’ndan yardım dilemesi demektir (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/186).
     Namaz kelimesi Türkçe’ye Farsça’dan geçmiş olup Arapça karşılığı “salât”tır. Sözlük anlamı “dua etmek, yalvarmak” olan bu kelime terim olarak bir ibadet türünü ifade eder (bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/238-239).
     39. âyette melekler tarafından Hz. Zekeriyyâ’ya müjdelendiği bildirilen Hz. Yahyâ da İsrâiloğulları’na gönderilen son peygamberlerdendir. Hz. Îsâ’dan altı ay büyüktür. Bu bilgi esas alındığında, Hz. Îsâ’nın gerçek doğum tarihinin milâdî takvimin başlangıcından dört veya beş yıl önce olduğu da göz önünde bulundurularak (bk. “Jesus-Christ”, Nouveau dictionnaire Biblique, nşr. Rene Pache, Suisse 1979, s. 385), Hz. Yahyâ’nın milâttan önce 5. yılda dünyaya geldiği kabul edilir. Bazı eserlerde ise Hz. Îsâ’dan üç yaş büyük olduğu kaydedilmiştir.
     Luka İncili’ne göre de, Hz. Zekeriyyâ’ya melek tarafından oğlunun olacağı müjdesi verilirken onun adını Yahyâ koyacağı bildirilmiştir (1/13). Yine Luka İncili’ndeki bilgiye göre komşuları ve akrabası doğumunun sekizinci günü çocuğu sünnet etmek için gelirler ve ona babası gibi Zekeriyyâ adını vermek isterler fakat annesi adının Yahyâ olacağını söyler. Yakınları ve komşuları “Akrabandan bu isimde kimse yoktur” diye itiraz ederler ve babasına işaretle sorarlar. O da hâlâ konuşamadığı için bir levha ister ve “Adı Yahyâ’dır” diye yazar, hepsi şaşar kalırlar. Ağzı açılıp dili çözülür ve Allah’a hamdeder (Luka, 1/59-64). Yahyâ adı hakkındaki bu bilgi ile Kur’an-ı Kerîm’in “Ey Zekeriyyâ! Biz sana Yahyâ adında bir oğul müjdeliyoruz. Bu adı daha önce kimseye vermedik” (Meryem 19/7) meâlindeki âyetinde yer alan bilgi örtüşmektedir. Ancak Hz. Zekeriyyâ’nın konuşmama süresi Kur’an-ı Kerîm’de üç gün üç gece şeklinde bildirilirken, İncil’deki bilgi bu halin eşinin hamileliği süresince ve doğumdan sekiz gün sonrasına kadar devam ettiği yönündedir.
     Bu âyet-i kerîmede Hz. Yahyâ şu sıfatlarla nitelendirilmiştir: Allah’tan bir kelimeyi tasdik edici, efendi, iffetli ve sâlih kullardan bir peygamber. Meryem sûresinin 12-14. âyetlerinde ona henüz küçükken hikmet verildiği ve kendisinden kitaba (Tevrat) var gücüyle sarılmasının istendiği, Tanrı’nın lutfuyla yumuşak kalpli, temiz bir insan olduğu, yine takvâ sahibi ve ebeveynine iyi davranan bir kişi olduğu, isyankâr ve zorba olmadığı bildirilir, esenlik dileğiyle anılır. Enbiyâ sûresinin 90. âyetinde anası ve babasıyla birlikte hayır işlerinde koşuşan, hem ümit hem de korku içinde Allah’a derin saygı besleyen insanlar olarak zikredilir. En‘âm sûresinin 85. âyetinde de diğer bazı peygamberlerle birlikte adına yer verilerek Allah’ın hidayet verdiklerinden ve sâlih kişilerden olduğu belirtilir.
     Müfessirlerin çoğuna göre bu âyet-i kerîmedeki “kelime” sözcüğü ile kastedilen Hz. Îsâ’dır. Hz. Yahyâ onu ilk tasdik eden kişi olmuştur. Hz. Îsâ’nın “Allah’tan bir kelime” ve “Allah’ın kelimesi” olarak nitelenmesi hususuna 45. âyetin tefsirinde ayrıca değinilecektir. Bazı müfessirlere göre buradaki “kelime”den maksat Allah tarafından gönderilen kitap veya vahiydir.
     Hz. Yahyâ’nın efendi (seyyid) sıfatı, daha küçükken kendisine hikmet verildiğini bildiren âyetin (Meryem 19/12) ışığında, dinî konularda topluma yön veren, öncülük eden, saygı duyulan bir kişi olduğu şeklinde açıklanır. Bazı müfessirler de burada onun hilim ve benzeri erdemlerle bezenmiş üstün kişiliğine işaret bulunduğunu kaydederler. “İffetli” diye çevirdiğimiz “hasûr” kelimesiyle de Hz. Yahyâ’nın evlenmemiş olduğuna işaretle, nefsine hakim ve iffetli bir kimse özelliği vurgulanmaktadır.
     Peygamberlerin hepsi sâlih (iyi davranış sahibi) kişilerdir. Buradaki “sâlih kullardan bir peygamber” nitelemesi hakkında Hz. Yahyâ’nın peygamberler soyundan geldiğine ve ailesinin nezahetine işaret edildiği yorumu bulunduğu gibi, bu ifade ile peygamberler arasındaki derece farklılığı çerçevesinde bir üstünlüğe değinildiği yorumu da yapılmıştır (peygamberler arasındaki derece farklılıkları ve hepsine iman yükümlülüğü açısından aralarını ayırt etmeme gereği hususunda bk. Bakara 2/253 ve 285).
     Kur’an-ı Kerîm’de Hz. Yahyâ ile ilgili olarak başka bilgi verilmez. İnciller’de ise Hz. Yahyâ hakkında şu bilgiler yer alır: Yahyâ ruhta kuvvetlenerek büyümüş, İsrâil’e (İsrâil kavmi) görüneceği güne kadar çöllerde kalmıştır. Kısa ömrünü ölü denizin batısında, doğduğu yere fazla uzak olmayan bölgede geçiren Yahyâ, milâttan sonra 26 yılında “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu yakındır” diyerek Yahudiye çölünde tebliğ faaliyetine başlamıştır (Matta, 3/1-2). Deve tüyünden esvabı, belinde deri kuşağı ile Hz. Yahyâ çekirge ve yaban balı ile besleniyor, halkı tövbe ederek vaftiz olmaya çağırıyordu. Yeruşalim (Kudüs), bütün Yahudiye ve Erden çevresi günahlarını itiraf ederek Erden ırmağında Hz. Yahyâ tarafından vaftiz ediliyordu. Bu arada Hz. Îsâ da vaftiz olmak için Galile’den Erden’e, Hz. Yahyâ’nın yanına gelmiş, Hz. Yahyâ’nın itiraz etmesine rağmen ısrarına binaen onun tarafından vaftiz edilmiştir (Matta, 3/1-15; Markos, 1/4-9; Luka, 1/80, 3/1-21; Yuhanna, 1/6-36).
     İnciller’e göre Hz. Yahyâ, kendisinin Mesîh veya İlyâ olmadığını belirterek, “Gerçi ben sizi su ile vaftiz ediyorum; fakat benden kudretlisi geliyor ki onun çarıklarının tasmasını çözmeye lâyık değilim. O sizi Rûhulkudüs’le ve ateşle vaftiz edecektir” diyerek Hz. Îsâ’yı müjdelemiştir (Luka, 3/16).
     Hz. Yahyâ’nın peygamberliği kısa sürmüş ve milâttan sonra 27. yılın sonunda veya 28. yılın başında, Hirodes’i, kardeşinin karısı Hirodias’la zina etmesi ve diğer kötülükleri sebebiyle tenkit ettiği için zindana atılmıştır (Luka, 3/18-20). Bu arada Hirodes, doğum gününde gösterisiyle kendisini mest eden Hirodias’ın kızına, her ne isterse vereceğini vaad eder. Hirodias da kızını bu vaadden yararlanmaya hazırlar ve ayrıca onu Yahyâ’ya karşı kışkırtır. Annesi tarafından kandırılıp tahrik edilen kız da, zindanda olan Yahyâ’nın başını ister. Bunun üzerine Hz. Yahyâ başı kesilmek suretiyle şehid edilir. Yahyâ’nın şâkirdleri ise gelip cesedi kaldırır ve defnederler (Matta, 14/1-12). İslâmî kaynaklarda Hz. Yahyâ’nın şehid edilmesiyle ilgili olarak nakledilenler, Kitâb-ı Mukaddes’tekilere benzemektedir (Ömer Faruk Harman, “Hz. Yahyâ”, İFAV Ans., IV, 470-472).

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 553-558

31 Aralık 2020 Perşembe

SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ 💫 DEPRESYONLA BAŞA ÇIKMANIN YOLLARI

GÖNÜL ERLERİ
SOSYOPSİKOLOJİ KÖŞESİ
4

DEPRESYONla başa çıkmanın yolları

Kaynak: Prof. M. Y. Agargün

     1. ADIM: Faaliyet ve Depresyon

     Depresyonun en önemli belirtilerinden biri halsizlik ve hareketlerdeki yavaşlamadır. Her şey gözünüzde büyümektedir. En basit işler bile büyük gayret ister hale gelmiştir. Çabuk yorulursunuz. Üstelik yaptığınız hiçbir işten zevk alamazsınız. Giderek hiçbir iş yapamadığınızı düşünmeye başlarsınız. Bu düşünceler kendinizi daha kötü hissetmenize ve değersiz, beceriksiz bir insan olduğunuzu düşünmenize yol açar. Bu düşünceler arttıkça işlerinizi yapmak zorlaşır ve bu durum böyle devam eder gider. İlk olarak bu isteksizlik, hareketsizlikten kurtulabilmek için günlük faaliyetleri artırmak gereklidir. Depresyonun en belirgin özelliği olan olumsuz düşüncelerimiz faaliyetlerimizi engeller. O halde bu olumsuz düşünceleri değiştirmek gereklidir.

     Bu olumsuz düşüncelere aşağıdakileri örnek olarak verebiliriz:
  • Nasıl olsa zevk almayacağım o halde niye yapayım?
  • Nasıl olsa beceremem.
  • Ne gerek var?
  • Bunları yapınca ne olacak sanki?
     Bu olumsuz düşünceler daha aktif olmamızı engeller. Bu düşüncelere rağmen, önemsiz olarak görseniz bile günlük faaliyetlerinizi artırmanız gereklidir. Depresyondaki yorgunluk hissi normal yorgunluktan farklıdır. Depresyondayken dinlenerek ya da bir iş yapmayarak yorgunluk hissinden kurtulamazsınız. Hiçbir iş yapmamak yorgunluk hissinizi artırır.
     2. ADIM: Düşünce ve Depresyon

     Depresyonda olumsuz düşünceler kendinizi kötü hissetmenize yol açarak kendinize, çevrenize, geleceğe karamsar bakmanıza neden olur. Bu olumsuz düşünceler gerçekten ve herkes için kötü olan bir olaydan ziyade sadece sizin
kendiniz için kötü olduğunu düşündünüz olaylardır. Depresyondaki kişi düşüncelerinin doğru olup olmadığını araştırmadan çevresini düşüncelerine uydurur. Bu düşünceler depresyondan çıkmanızı zorlaştırır.


     Bu düşüncelere bazı örnekler:
  • Kimse beni sevmiyor.
  • Herkesi memnun etmeliyim.
  • Başarısız olan sadece benim
  • Başka biri olmadan yaşayamam.
  • Başaramazsam hayatın anlamı kalmaz.
  • Zaten her şey beni bulur.
     Bu düşüncelerin özelliği Otomatiktirler. Farkına varmadan aklınıza gelirler.
  • Çarpıtılmışlardır. Gerçeği yansıtmazlar.
  • Engelleyicidirler. Bazı şeylerin olumlu yönde değişmesini engellerler.
  • Gerçeğe uygun ve doğruymuş gibi algılanırlar.
  • Israrcıdırlar. Aklınızdan çıkarıp atmak zordur.
     Olumsuz düşüncelerle baş etmenin ilk adımı nasıl düşündüğünüzü ve bu düşüncelerin duygularınızı nasıl etkilediğini fark edebilmektir. Bu düşüncelerden kurtulabilmeniz için bu düşünceleri fark etmeniz ve yerine olumlu düşünceler geliştirmeniz gerekir.
     Bu düşüncelerin farkına varmanız için:
     1. Düşüncelerinizi sayın.
     Olumsuz düşüncelerinizi fark etmenin yolu onları tek tek saymaktır. Yanınızda bir kağıt olsun ve her olumsuz düşünce için kağıda bir çentik atın.Zamanla daha fazla düşünceyi fark edeceksiniz. Çok olumsuz düşünceye sahip olduğunuz için kendinizi suçlamayın. Bu sayının artması sizin bu düşünceleri yakalamakta ustalaştığınızı gösterir. Bunlar zayıflığın değil depresyonun belirtileridir. Telaşlanmayın. Tedavinin devamı ile bu sayı tekrar azalacaktır

     2. Düşüncelerinizi kaydedin:
    Doktorunuzun size verdiği formdaki olumsuz düşünceleri kaydedin ve bunlara puan verin

     3. Olumsuz düşünce ve duygularla mücadele edin:
     Bu adımda amaç olumsuz düşüncelerin yerine mantıklı ve olumlu olanları düşünmeye çalışın. Bunun için;
     a) Olumsuz düşünce ve duygularınızı sorgulayın.
     Kendiniz hakkındaki olumsuz düşüncelere kanıt arayın. Farklı bakış açıları olabilir mi bunu araştırın. Hakkında olumsuz düşündüğünüz bir olaya tarafsız ya da olumlu bakabilmek için:
     Bir yakınınıza ya da arkadaşınıza aynı olay hakkında görüşünü sorun. Soru sormak zor geliyorsa ya da utanıyorsanız. Kendinizi başkasının yerine koyun. Diğer bir yol arkadaşınızın ya da yakınınızın size aynı konu için akıl danışmaya geldiğini düşünün. Ona ne cevap verirsiniz. Acaba kendinizi daha iyi hissetseydiniz bu olayı nasıl değerlendirirdiniz. Bir de böyle düşünün.

     b) Olumsuz düşüncelerinizi fark ettiğinizde kendinize şu soruları sorun. Acaba düşünce ile gerçeği karıştırıyor muyum?
  • Farklı yönlerden bakmayı ihmal mi ediyorum?
  • Başkası olsa ne düşünürdü?
  • Depresyonda olduğum için mi böyle düşünüyorum?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne yararı var?
  • Bu şekilde düşünmenin bana ne zararı var?
     c) Olumsuz düşüncelerinizin yerine geçen olumlu düşünceleri not edin.
     Dikkat!
     Kendinizi kötü hissederken mantıklı olmaya çalışmak başlangıçta zor olabilir. Bazen kendinizi o kadar kötü hissedersiniz ki hiçbir şey düşünmek istemeye bilirsiniz. Bu zamanlarda sadece olumsuz düşünceleri not edin. Ümitsizliğe kapılmayın. Olumsuz düşünceleri yazarken bu düşünceleri fark ettikçe kendinizi eleştirmeyin. Bazen hayal kırıklıklarınız olabilir. Şikayetleriniz tekrarlayabilir. Bu durum da endişelenmeyin. Düzelme yolunda ki aşamalarda bu tür gerilemeler olabilir.
     Öğrendiklerinizi ne kadar uygulamaya koyabildiğinizi düşünün. Depresyonda olsanız da olmasanız da öğrendiklerinizi günlük hayatınızda kullanmanız kendinizi daha iyi hissetmenizi ve daha olumlu düşünmenizi sağlayacaktır.
     Doktorunuzun önerilerine uyun. Büyük ihtimalle doktorunuz size bazı ilaçlar verecektir. İlaçların tedavinin çok önemli bir parçasıdır. Bir hastalıkta ilaç kullanılması o hastalığın ağır olduğu anlamına gelmez. İlaçların etkin olması için belli bir zamanın geçmesi gerektiğini unutmayın.
—————————————————————-

29 Aralık 2020 Salı

KELİMELER ~ KAVRAMLAR: ZİNA (Kavramlar Ansiklopedisinden)

KELİMELER ~ KAVRAMLAR
(Kavramlar Ansiklopedisinde)
ZİNA 
     Irzın ve neslin korunması şeriatın gayeleri arasında olunca bununla ilgili olarak şeriatta zina haram kılınmıştır.

     Allah Teâlâ şöyle buyurur:

     “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayasızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra: 17/32)

     Hatta şeriat; örtünmeyi ve bakışları sakınmayı emredip, namahrem bir kadınla yalnız kalmayı yasaklayarak ve buna benzer kurallarla zinaya yol açacak ve araç olabilecek her kapıyı kapatmıştır. Zina eden evli kişi en kötü ve şiddetli ceza ile cezalandırılır. Yaptığı işin kötü sonucunu tatması için, vücudunun her parçası haramdan nasıl zevk almışsa, aynı şekilde eziyet çeksin diye ölünceye kadar taşlanarak recmedilir.
     Geçerli/sahih bir nikahla daha önce bir kadınla ilişkide bulunmamış zinakara ise şer’i hadler içerisinde gelen en yüksek sayıda -yüz celde- sopa vurulur.
     Mü’minlerden bir grubun bu cezayı seyretmesiyle içine düştüğü onur kırıcı durum ve yöresinden uzaklaştırılması, tam bir yıl zina ettiği bölgeden başka bir yere gönderilmesiyle yaşadığı utanç ise olayın başka bir boyutudur.
     Zina eden erkek ve kadınların Berzah’taki azapları üstü dar, altı geniş tandır şeklindeki bir fırına konulmalarıdır. Altında ateş yakılır ve onlar fırının içinde çıplaktırlar. Üzerlerine ateş gelince bağırarak, neredeyse ağzından çıkacak kadar yükselirler. Ateş hafifleyince tekrar içine dönerler. Kıyamet gününe kadar onlara böyle davranılır. Kişinin ilerlemiş yaşına, kabre yaklaşmasına ve Allah’ın ona (tevbe için) mühlet vermesine rağmen zina yapmaya devam etmesi bu durumu daha da çirkinleştirir.
     Ebu Hureyre’den (r.a.) Rasûlullah’ın (s.a.v.) şöyle buyurduğu rivayet edilir: “Allah, Kıyamet günü üç sınıf insanla konuşmaz, onları temize çıkarmaz ve onların yüzüne bakmaz. Onlar için elem verici bir azap vardır: Zina eden ihtiyar, yalancı hükümdar, kibirlenen fakir.”[1]
     Kazançların en kötüsü fahişenin zina karşılığı aldığı kazançtır. Kendi bedenini satan kadın, gece yarısı semanın kapıları açıldığında duasının kabulünden yoksundur.[2] ihtiyaç sahibi ve fakir olmak Allah’ın kanunlarını çiğnemek için kesinlikle geçerli bir özür değildir.
     Eskiden şöyle derlermiş: Hür kadın, aç kalır yine de sütünü satarak (çocuk emzirerek) kazanç elde etmez; nasıl bedenini satsın ki! Günümüzde fuhuş için her kapı açıktır. Şeytan kendisinin ve dostlarının oyunuyla fuhşa giden yolu kolaylaştırmış, facirler ve günahkarlar da bu yola koyulmuşlar.
     Süslenerek açılıp saçılmak yaygınlaşmış, bakışları sakınmamak ve harama bakmak çoğunluğun yaptığı bir iş haline gelmiş, kadın ve erkeğin bir arada bulunması her yeri kaplamış, seks filmleri ve müstehcen dergiler piyasayı doldurmuş, kolaylıkla fuhuş yapılabilecek ülkelere yolculuklar artmış, seks ticaretinin yapıldığı pazarlar kurulmuş, ırza tecavüz olayları çoğalmış, zina çocuklarının sayısı ve çocuk aldırma olayları artmış...
     Ey Allah’ım!
     Rahmetini, lütfunu ve korumanı dileriz. Katından bizleri onunla kötülüklerden koruyacağın bir himaye dileriz.
     Kalplerimizi temizlemeni, bizimle haram arasına uzun mesafeler ve aşılmaz engeller koymanı dileriz. [3]

[1] Müslim: 1/102-103.
[2] Bununla ilgili hadis Sahihu’l-cami’: 2971’dedir.
[3] Muhammed Salih el-Müneccid, İnsanların Önemsemediği Sakınılması Gereken Haramlar, Karınca Yayınları: 27-28.

🍄İSTANBUL ANADOLU YAKASINDA CAZİP İMKANLARLA🍄🍃BİR TATLI MARKASININ BAYİSİ OLMAK İSTER Mİ SİNİZ?🍃

 Yılların Markası 
Saygın Bir Tatlı Üreticisi
BAYİLİKLER VERMEYE KARAR VERDİ!

alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021alkis-smileyi-hareketli-resim-0021
Her ay bir sürü tatlı çeşidinden,
binlerce kg. tatlıyı
başka kurumlar, firmalar için üreten
bu kurumsal firmanın kurucusu, yöneticisi
Gönül Erleri Mail Grubumuzun üyesi...
pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009pudding-ve-tatli-hareketli-resim-0009
Bayi ağları oluşturmak için pek çok yol izlenebilir.
Firmanın kurucu - yöneticisi,
Gönül Erleri Mail Grubu üyelerimize
özel imkanlar vererek
ilk bayiliklerini vermeye karar verdiler...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0110  
Karşılıklı görüşmeler sonrası;
gerçekten de mail grubu üyelerimize özel
bir imkan-kampanya olacaksa
seve seve duyurmak ve onlarca üyemizin
işyeri kurmasına vesile olmaktan gurur duyarız dedik...

2021 yılında, İstanbul'umuzun Anadolu Yakasında, her bir semtte,
işini hakkıyla yapacak olanların gerçekten başarılı olacakları,
her mevsim, her yerde geçerli bir iş...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Önem sıralamasının en başında; 
markanın kaliteli ürünler üretmesi ve
iyi hizmet vermesi gelmektedir...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Sıralanacak bir sürü artıları olan firmanın yetkilileri
en son hazırlıklarını yapıyorlar...
Bayilik için gerekli tüm ürünler;
tasarımdan, anahtar teslimine kadar,
çatal-kaşık-tabak hatta kürdanından
tabelasına, personel kıyafetine kadar
tüm ürünlerin ve kurulumun
en uygun şekliyle maliyeti hesaplanıyor...
yiyecek-ve-icecek-hareketli-resim-0378  
 Kurulum bedeli kesinlikle maliyetin altında çıkarılacak.
(Üretici firma sürekli ürün satışından para kazanacak.)
 İsim hakkı-franchise vs bedeli asla talep edilmeyecek.
 Markanın ürettiği 20 ye yakın tatlı çeşidinin fiyatları
gerçekten makul olacak...
cizgi-hareketli-resim-0110  
 Ve başka başka avantajlar ile 
 Corona döneminde açılım, büyüme, gelişme nasıl olur? 
 Onu sergilemek üzere tüm hazırlıklarını yapan firmanın 
 duyurusunu yakında yapacağız. 
  cizgi-hareketli-resim-0110
Üyelerimiz işyeri açsın,
Açılan işyerlerine personel alınsın,
Üretici üyelerimiz de bayiler bulsunlar diye
Yaklaşık 1 sene boyunca
duyurmaya devam edeceğiz...
cizgi-hareketli-resim-0110  
Yakında firma ve ürün tanıtımı ile
bayilik başvuru formunu da yayınlayacağız...
İstanbul Anadolu Yakasında küçük imkanlarla
kendi işyerini açmak isteyenlere
mailleri takip etmeye devam edin diyoruz...
(Bir süre sonra başka bölgelere,
illere de bayilikler düşünülecek)
yemek-yeme-ve-beslenme-hareketli-resim-0301

--

Sağlıklı Beslenmek / VİTAMİNLERİN ÖNEMİ!

Neden Yaşlanırız?      Doğal yaşlanma sürecinde cildimizin esnek yapısı git gide azalmaktadır. Esnekliğin azalması cildimizin genç görünümün...