ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 744 - 783
İSLAMİ HAREKETLER ve ŞİDDET
Cihad ve Dostluk Bağlamında
Gayrimüslimlerle İlişkilere Dair
Yanlış Algılar
* Cafer ACAR
Bu bildiride cihad ve şiddetin muhatabı olabilecek seçenekler bağlamında Müslüman olmayanların durumu ele alınacaktır. Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki ilişkilerin olumsuz şartlarda belirlenmiş sınırlayıcı boyutlarını; meveddet, velayet, velacet ve bidanet noktasında siyer açısından değerlendireceğiz. Bu ilişkilerin sınırlandırılması ve “İnsanlarla La İlahe İllallah deyinceye kadar savaşmakla emrolundum” rivayeti de göz önüne alınarak şiddetin meşruiyet zeminini Müslüman olmayanlar açısından yorumlayacağız.
Cihad ve şiddetin meşruiyeti, kimi algılarda inanç farklılığına bağlanmıştır. Bu yoruma destek olarak Siyerin en önemli kaynağı durumundaki Kur’an’dan yasaklayıcı metinler ön palana çıkarılmıştır. Bütüncül değerlendirmeler yapıldığında her tavır ve davranışın mutlak hükümden ziyade belirli prensipler üzerinden inşa edildiği anlaşılmaktadır. Mamafih Siyer alanındaki okumalar hem hadis alanının hem de Kur’an perspektifinin tarihi ve sosyolojik zeminini ortaya koymaktadır.
İslamı bir şiddet dini olarak lanse etmeyi tercih edenlerin propaganda malzemesi olarak kullandığı Siyerdeki bazı anlatımlar da bu bağlamda ele alınacaktır. Özellikle, Ka’b b. Eşref’in bir şair olarak hiciv mahiyetli şiirleri nedeniyle öldürüldüğü iddiası, davet amaçlı savaş seferlerinin düzenlendiği yolundaki anlayışlar davet ile savaşı yan yana getirmenin İslam adına dünyada oluşturulmak istenen algıya nasıl hizmet ettiğini bu bildiride değerlendirmeye çalışacağız.
Esasen barış kadar savaş da insanlığın huzuru için değerlidir. Savaşı değerli kılan onun meşru olması ve bir hakkın teslimini gaye edinmesidir. Ayrıca savaşın meşru bir zeminde, meşru kurallar vasıtasıyla icra edilmesi onun ahlakını oluşturmaktadır. Meşru olan ve ahlakı olan bir mücadele cihad vasfını hak edebilir. Tüm bu hususlara dair değerlendirmeler örnekler üzerinden tebliğ metninde yer alacaktır.
Giriş
Müslümanların gerek dini metinleri üzerinden gerekse tarihsel tecrübe bağlamında kendileri gibi olmayan veya öteki olarak vasıflandırılabilecek unsurlarla ilişkileri ilkesel düzeyde hep tartışılmıştır. Bugün de tartışmaya devam ediyoruz. Özellikle pozitif ilişkiler kurabilmenin imkanı ve sınırları, korumacı bir kaygının kaynaklık ettiğini düşündüğümüz zeminde belirlenmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşım 15 asırlık İslam Tarihinin, fıkıhtan kelama oradan tasavvufa kadar her aşamasında teorik düzeyde görülmektedir. Bu durumun İslamın geniş coğrafyalarda akis bulmasının süreçlerini ne derece etkilediğine dair müzakereler üretmek de bir sorumluluktur. Bu bildirinin yazanı olarak tartışmanın olumsuz yönlerine odaklanmak gerektiği kanaatindeyim. Gayrimüslimlerle dostluk meselesi de bu korumacı mantığın tezahürü olarak kategorik bir değerlendirme ile gayrimüslimlerle zinhar dostluk yasaklanmıştır. Halbuki biz bu konuda Hz. Peygamber’in hayatında analitik diyebileceğimiz yaklaşımlar ve uygulamaların varlığına şahit olabiliyoruz.
Savaş konusunda da durumun farklı olmadığı kanaatindeyiz. İlkeler üzerinden bir şiddet ve savaş algısının olması fıtratın ve makulün gereğidir. Doğrusu Siyer’de tespit edilen uygulamalar da bu nitelik ile uyumludur.
İslamın aziz peygamberi Hz. Muhammed (as.) nitelikler ve davranışlar üzerinden insanları değerlendirmiştir. İnsanları İslamın dairesine davet etmiş, olabildiğince geniş bir iletişim ağı açmıştır. Pozitif yaklaşımları her daim olumlu karşılamış, düşmanca tutumları değiştirmek için çaba sarf etmiştir.
Bildirimiz bu çerçeveye dair örnekleri ön plana çıkaracaktır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
* Yrd. Doç. Dr. Gaziosmanpaşa Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
~~~~ * ~~~~
Sevgi ve Dostluğun Muhatabı Olarak Gayrimüslimler
I. Dostluk Konulu Çalışmalarda Tanıtılmış Kavramlar
1. Haden, Ahdan: Arkadaş ve dost şeklinde tercüme edilmiştir. (1) Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında açık bir kullanım söz konusu değildir. Bununla birlikte yakın dost, arkadaş, gizli dost anlamında evli kadınların “ahdan” edinmemesi çerçevesinde iki ayette geçmektedir. (2)
2. Karîn: Eş, dost, arkadaş, gibi anlamlara gelir. (3) Kur’an’da ise, kâfirlerin kendi aralarındaki dostlukları ve kıyamet günü dostlarını (karîn) yanlarında bulamayacakları ve bu dostluktan pişman olacakları sadedinde yer almıştır. (4) Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki dostluk bağlamında kullanılmamıştır.
3. Refîk: Yoldaş, refakatçi, arkadaş ve dost anlamlarına gelir. (5) Kur’an’da bu anlamıyla tek yerde geçmekte olup (6) Allaha ve Resulüne itaat edenlerin şehidler, sıddikler ve salihlerle beraber olacakları, bu arkadaşlığın (refîk) ne güzel olduğunu beyan sadedinde zikredilmiştir. Gayrimüslimlerle ilişkiler bağlamında kullanılmamıştır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) İbn Manzûr, Ebü’l-Fazl Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem b. Alî b. Ahmed el-Ensârî er-Rüveyfî, Lisânü’l-Arab, Beyrut 1994, “hdn” md.
2) Nisâ, 4/25; Mâide 5/5.
3) İbn Manzûr, “k-r-n” md.
4) Nisâ, 4/38; Saffat 37/51; Fussilet 41/25; Zuhruf 43/36, 38; Kâf 50/23,27.
5) İbn Manzûr, “r-f-k” md.
6) Nisâ, 4/69.
~~~~ * ~~~~
4. Sadîk: Arkadaş, dost anlamına gelen bir kelimedir. (1) Kur’an’da bir ayette geçer. (2) Aynı ortamda yemek yemesinde mahsur olmayanlar zikredilirken bu kelime kullanılarak müminlerin dostlarla da (sadîk) bir arada yemek yemelerinde mahsur olmadığı ifade edilir.
5. Sahib: Arkadaş, dost, taraftar, sahib, eş gibi anlamlara gelir. Çoğulu “ashab”dır. Daha çok yol arkadaşı, aynı ideale sahip insanlar için kullanılmıştır. (3) Kur’an’da yakın arkadaş (sahib-i cenb) kavramından (4) hareketle arkadaşlığın ya da sahibiyyet ilişkisinin derecelerinden bahsetmek mümkündür. Hz. Peygamber, içinde bulunduğu toplum açısından onların sahibi (5) yani arkadaşı olarak vasıflandırılmıştır. Bu durumda kâfirler arasında yaşayan bir müminin, onların “sahibi” olarak nitelendirilmesi mümkündür. Yine şeytanların ayarttığı kimseyi doğru yola çağıran arkadaşlardan bahsedilmesi, (6) farklı dinî yönelimlerdeki insanların sahibiyet ilişkisine işaret edebilir. Musa’nın iman etmiş arkadaşları için de “ashab-ı Musa” denmesi aynı minvalde bir başka ifadedir. (7) Buradan kavramın gayrimüslimlerle sahibiyet ilişkisine dair örneklere işaret ettiğini düşünebiliriz.
6. Hamîm: Farklı anlamları olmakla birlikte konumuz açısından yakın arkadaş ve dost manasına gelir. (8) Kur’an’da daha çok arkadaş edinilen kimsenin vasfı olarak zikredilir. (9) Kafirlerin ahiret hayatında yakın bir dost (hamîm) bulamayacaklarına işaret edilir. (10) Ayrıca yapılan iyiliklerle, düşmanın dosta dönüşebilmesi için adavet ve velâyet ilişkileri bağlamında velâyetin bir sıfatı olarak hamîm kavramı kullanılmıştır. (11) Kavram, düşmanı hamîm bir dosta (veli) dönüştürmenin formülü olarak güzel muamele yapılması önerilirken kullanılmıştır. Tek başına bu kavramın kullanıldığı ayet bile, gayrimüslimlerle ilişkilerin dostluk zemininde her zaman yürütülmesi gerektiğine işaret etmeye yetebilir. Tabii ki imkanlar ölçüsünde bu gerçekleşecektir.
7. Halîl: Dost ve arkadaş anlamına gelir. “Hulletün” kelimesi de dostluk ve arkadaşlık şeklinde tercüme edilmiştir. (12) Kur’an’da Müslümanların gayrimüslimleri dost edinmesi bağlamında değerlendirilebilecek tek ayette geçmiştir. (13) Burada Müşriklerin Hz. Peygamberi fitneye düşürerek “halîl” edinmeleri ile ilgili bir tehlikeden bahsedilmektedir. Bu kelimenin Kur’an’da ilişkilendirildiği diğer ayetler (14) daha çok dinle ilgili iç konularda ve ahiretle ilgili bağlamlarda geçmektedir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Manzûr, “s-d-k” md.
2) Nisâ, 4/61.
3) İbn Manzûr, “s-h-b” md.
4) Nisâ 4/36.
5) Sebe’, 34/46; Necm 53/2; Tekvîr 81/22; Tevbe 9/40; A’raf 7/184.
6) En’am 6/71.
7) Şuarâ, 26/61.
8) İbn Manzûr, “h-m-m” md.
9) Şuarâ, 26/101.
10) Gafîr 40/18; Hakka 69/35; Mearic 70/10.
11) Fussilet 41/34
12) İbn Manzûr, “hll” md.
13) İsra 17/73.
14) Bakara 2/254; Nisa 4/125; Furkân 25/28; Zuhruf 43/67.
~~~~ * ~~~~
Dolayısıyla normal şartlarda gayrimüslimlerle olabilecek bir dostluktan bahsedilmemiştir. Müşriklerle yakın ilişkiler kurmaya çalışması Hz. Peygamber’in gayet doğaldı. Ancak davete karşı çıkan ve düşmanca tavırlar içinde olanların ona dost (halil) olması için Hz. Peygamber’in onların yaptıkları hilelere kapılmasını bekliyorlardı. Allah bu duruma karşı Hz. Peygamber’i uyarmıştır. (1)
8. Aşîr: Eş, zevce, kardeş ve akraba gibi anlamlara gelir. (2) Kur’an’da bu kelime ve müştakları birçok ayette geçmekle birlikte; akraba ve yakın iletişimde bulunulan kimseler anlamında tek ayette geçer. (3) Ayet, düşman olan kişilere karşı yakın akraba da (aşîr) olsa meveddet beslenmemesi bağlamında bir emir içerir. Kavram kişinin korunmasını da temin eden akrabalar için kullanılmıştır. (4) Meveddet olgusu velâyetin tezahürü olarak yorumlanabilir.
9. Meveddet/Vedûd: Arzu etmek, sevmek, hoşlanmak gibi anlamları olan fiil kökü, müştaklarında, dostluk ve arkadaşlık kurmak anlamına gelir. (5) Vedûd; seven, aşırı düşkün olan demektir. Allah’ın bir sıfatı olarak Kur’an’da yer alır. (6) Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında bu kelimenin kullanımı (7) gayrimüslimlerin Allah’a ve resulüne düşmanlık etmeleri halinde onların yakınlığı ne olursa olsun aradaki dostça davranışın sembolü olan sevgi bağının (meveddet) kesilmesi ile ilgilidir. Bu kelimenin müştaklarından olan ve Türkçede de kullandığımız meveddet kelimesi, gayrimüslimler ile Müslümanlar arasındaki sevgi ilişkisi bakımından Hıristiyanların olumlu ve yakın pozisyonuna işaret sadedinde kullanılmıştır. (8) Ayetin bizatihi kendisi Müslümanlarla gayrimüslimler arasındaki sevgiyi değerlendirmekte ve Hıristiyanları daha yakın ve olumlu bir noktaya oturtmaktadır. Ve bir red söz konusu değildir. Bu bağlamdaki ayetler incelendiğinde, Allah ve Resulüne düşmanlık yapanlara (9) ve putlara karşı duyulan sevginin (10) yasaklanmış olduğunu görüyoruz. Buna mukabil düşman olanların da savaş ve benzeri durumlar dışında kazanılması adına iyiliğin yaygınlaştırılarak onların da sevilen dostlar (veliyyün hamîm) haline dönüşmesi (11) bir hedef olarak müminlerin önüne konulmuştur. Meveddet kavramı ile ilgili bağlantılı bir kavram olarak velî kelimesi kullanılmıştır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
2) el-Mu’cemü’l-Arabiyyü’l-esasi, Komisyon, el-Münazzametü’l-Arabiyyetü li’t-terbiyeti ve’s-sekafeti vel ulum, by. Ty. “aşr” md.
3) Mücadele 58/22.
4) İbn İshak, Hz. Peygamber’in Hayatı ve Gazveleri, Çev: Ali Bakkal, İlkharf Yay. İstanbul 2013, s. 259; İbn Hişam, İslâm Tarihi- Siret-i İbn Hişam tercemesi, Çev: Hasan Ege, Kahraman Yay. İstanbul 1994, II, 364.
5) İbn Manzûr, “v-d-d” md.
6) Hud 11/90; Buruc 85/14.
7) Mücadele 58/22; Mümtehine 60/1.
8) Maide 5/82; krş. Kemal Polat, “İslâmî Perspektiften Hıristiyanların Müslümanlara “daha yakın” Olması Meselesi”, EKEV Akademi Dergisi, yıl: 12, Sayı: 34, Kış 2008, s. 73.
9) Mücadele 58/22; Mümtehine 60/1.
10) Ankebût 29/25.
11) Mümtehine 60/7.
~~~~ * ~~~~
Velî edinmenin göstergesi olarak meveddet kelimesi tercih edilmiştir. (1) Bunun niye olmaması gerektiği de ayetin devamında düşmanlık, insanları yurdundan çıkarmak ve onlara destek vermek şeklinde açıklanmıştır. (2)
10. Bidâne: İç, dâhil, elbisenin iç tarafı, çevre, arkadaş gibi anlamlara gelir. (3) Kur’an’da konumuz açısından bu kelime sadece bir yerde bu formda gelmiştir. (4) Ayette Müslümanlara kin ve nefret besleyen, fenalık düşünen kimselerle “bidâne” ilişkisi kurulması yasaklanmaktadır. Genelde sırdaş diye tercüme edilmiş olmakla birlikte yakın arkadaş, samimi dost anlamı da kabul edilebilir. Velî kavramını anlamada yardımcı olabilecek kavramlardan biridir.
11. Habîb: Sevilen, arkadaş, sevgili gibi anlamlara gelir. Kur’an’da bu formda geçmemekle birlikte bu kelimenin fiil sigasında; münafıklarla Müslümanlar arasındaki sevgi bağlamında tek ayette geçer. (5) “Bidane” ile ilgili ayetin akabinde geçen bu ayette, aynı şekilde Müslümanların kendilerini sevdiği halde Müslümanları sevmeyen, kin ve nefret besleyenlere (münafıklara) karşı uyarı vardır.
12. Velîce: Bir yere girmek, nüfuz etmek anlamına gelen bu kelime, yer alan kalıbıyla dost ve kalbin en derin noktası anlamına gelir. (6) Konumuz açısından Kur’an’da sadece bir ayette geçer. (7) Gayrimüslimlerin müminler tarafından “velîce” edinilip edinilmediğini ayırt etmeden müminlerin bırakılmayacağı ifade edilmektedir. Savaşla ilgili bir bağlamda zikredilmiştir. Savaşta velîce edinmek yasaklanmıştır. Kelime, ayetin tercümelerinde sırdaş olarak yorumlanmıştır. (8)
13. Velî: Gayrimüslimlerle dostluk konusunun en önemli ve en yaygın kullanıma sahip kavramı velî kelimesidir. Konuyla ilgili çalışmalar da bu kavram üzerinden yapılmıştır. Bu kelimenin, yakın olmak, dost olmak, kaçınmak, sorumluluk yüklenmek ve yüklemek gibi anlamları vardır. (9) Çoğulu “evliya” şeklinde gelir. Kur’an’da çok sayıda kullanımı vardır. Konumuz açısından en önemli yönü ise “insanların dünyada ve ahirette veleyet açısından ilişkilerine” dair çok sayıda önermeler içermesidir. Velâyet ilişkisinin yasaklandığı ayetlerde de bunun nedenler açıklanmaktadır.
II. Dostluk Konulu Çalışmalarda Tanıtılmayan Kavramlar
1. Akraba: Kan bağı ile yakınlığı bulunanlar için kullanılan bir kelimedir. Arapçada daha çok “zi’l-kurba” kelimesi ile ifade edilir. (10)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mümtehine 60/1.
2) Mümtehine 60/1.
3) İbn Manzûr, “bdn” md.
4) Âl-i İmrân 3/118.
5) Âl-i İmrân 3/119.
6) İbn Manzûr, “ v-l-c” md.
7) Tevbe 9/16.
8) Kur’an-ı Kerim Meali, hz. Halil Altuntaş, Muzaffer Şahin, DİB yay. Ankara 2002.
9) İbn Manzûr, “v-l-y” md. 10İbn Manzûr, “k-r-b” md.
~~~~ * ~~~~
Yine bu anlamda “karabe” kelimesinin de kullanıldığı vakidir. (1) Gayrimüslimlerle ilişkiler sadedinde iki ayette göze çarpar. Birincisinde yakın akraba da olsa müşrikler için istiğfarda bulunmanın doğru olmayacağı belirtilmiştir. (2) Bir diğeri ise Hz. Peygamber’in müşriklerden beklentisinin ancak akrabalık hakkı olarak bir yakın ilgi ve alaka olduğudur. (3) Dini planda safların net bir şekilde ayrıldığı görülürken insani ilişkiler bağlamında bir süreklilik ve bu sürekliliği sağlayan davranışlar söz konusudur.
2. Asabiyet: Konumuz açısından kelimenin anlamı, akrabalıktır. Birlik ve grup anlamına da gelir. (4) Kur’an’da, konumuzla ilgili bir bağlam olamamakla birlikte gayrimüslimlerle ilişkiler açısından siyer alanında önemli bir kavram olarak yer almıştır. (5) Mekke döneminde bazı müşriklerin Müslümanlara yönelik olumlu ve koruyucu tavırlarının temel motivasyonu bu kavram üzerinden açıklanmıştır. (6)
3. Aybetü Nush: Özel bir deyim olup, sırdaş anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da bu kavram geçmez. Siyer kaynaklarında geçer. Huzaa kabilesinin müşriği ve müslümanı ile Hz. Peygamber’in sırdaşı (aybetü nush) olduğu ifade edilmiştir. (7) Konumuz açısından bu kavram önemlidir. Bu kavram müşrik de olsa düşmanlık etmeyenlerin sırdaş edinilmesine ilişkin risalet dönemine atıfta bulunan bir kavramdır.
4. Civâr: Komşuluk etmek, yakınlık kurmak, korumak, himâye etmek anlamlarına gelir. (8) Siyasî anlamı daha yaygın bir kullanıma sahiptir. Kur’an’da; Müslümanların münafıklarla bir arada komşu ve dost olarak kalabilmeleri için karşılıklı davranışların komşuluk gereklerine uyması gerektiği bağlamında geçmektedir. (9) Yine müşriklerden herhangi bir kimse yakınlık (civâr) taleb ederse ona da gereken kolaylığı göster ki Allah’ın kelamını dinlesin denilmektedir. (10) Aynı şekilde yakın olan komşulara iyilik yapma emri bağlamında, (11) savaş zamanında şeytanın kafirler safında bir koruyucu (câr) olması bağlamında (12) kullanılmıştır. Velî kavramının da benzer formda kullanımları dikkate alındığında velî ve câr kavramının ortak bir zeminde ilişkili olduğu söylenebilir. Civâr nitelikli ilişkilerin Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında yasaklanması söz konusu değildir.
5. Emân: Civâr kavramının eş anlamlısı bir kelime olarak güven, güvene almak, güvence vermek gibi anlamları vardır. (13) Kur’an’da geçmemekle birlikte siyer
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Krş. İbn İshak, 8.
2) Tevbe 9/113
3) Şurâ 42/23
4) İbn Manzûr, “a-s-“ md.
5) İbn Hişam, II, 384.
6) Vakidî, I, 169, II, 139.
7) İbn Hişam, Siret, III, 81; Buhâri, “Şurût”, 15; Ahmed b. Hanbel, IV, 329.
8) İbn Manzûr, “c-v-r” md.
9) Ahzab 33/60
10) Tevbe 9/8.
11) Nisâ, 4/36.
12) Enfal 8/48.
13) İbn Manzûr, “e-m-n” md.
~~~~ * ~~~~
kaynaklarında çokça rastladığımız bir kelimedir. (1) İslâm öncesi cahiliye toplumunda da carî olan siyasî bir uygulama olarak İslâm döneminde de varlığını sürdürmüştür. (2) Dostluğun ve iyi niyetin göstergesi olarak yorumlanabilir.
6. Halîf: Yemin etmek anlamına gelen bu kelime, Müfaale babında karşılıklı anlaşmak, yeminleşmek, ittifak yapmak anlamına gelir. (3) Özellikle Cahiliye ve Risalet döneminde kabilelerin birbirlerine karşı güvende olmalarını ve destekçi olmak üzere yapılan anlaşmaları ifade eder. Kur’an’da bu anlamıyla yer almayan kelime, siyer kaynaklarında her kabilenin anlaşmalısı olmak anlamında çok yer de geçer. (4) Böylece o kabilenin mevlası olmuş olur. (5) Bu da dostluğun bir göstergesi olarak kabul edilmelidir. Hicret eden müslümanlar Medine’de öncelikle haliflerinin yanına yerleşmişlerdir. (6)
7. Himâye: Korumak, savunmak, velâyet gibi anlamlara gelir. (7) Civâr ve emân uygulamasının bir türü olarak kabul edilebilir. (8) Elbette istisnaları olmakla birlikte bu uygulama dostluğun bir ifadesi olarak değerlendirilmelidir. Kur’an’da gayrimüslimlerle ilişkiler bağlamında bir kullanımını tespit edemedik. Ancak siyerde karşılığı olan bir kavramdır. (9) Gayrimüslimler ve Müslümanlar arasında karşılıklı himâye örnekleri hem Mekke döneminde hem de Medine döneminde mevcuttur. (10)
8. İll ve Zimmet: Muahede, anlaşma, akrabalık gibi anlamlara gelir. (11) Konumuz açısından Kur’an’da iki ayette peş peşe yer almıştır. (12) Burada müminlere karşı herhangi bir akrabalık ve anlaşma hukukunu gözetmeyenlerin böyle bir beklenti içinde olmamaları gerektiği ifade edilmektedir. Dolayısıyla böylesi bir akrabalık ve dostluk hukukunun karşılıklılık ilkesi üzerinden gerçekleşmesi gerektiği ifade edilmiş olmaktadır.
9. Ühuvve: Kardeşlik anlamına gelir. Bu kan bağı ile gerçekleşen bir kardeşlik olduğu gibi kabile, coğrafya, değer kardeşliği şekillerinde de olabilir. (13) Konumuz açısından dikkat çekici ayetler vardır. Peygamberler, iman etmemiş kavimlerinin kardeşidirler. (14) Küfür durumunda baba ve kardeşlerle velâyet ilişkisinin kesilmesi, (15)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örn. bk. İbn Hişam, IV, 31.
2) Nebi Bozkurt, “Emân”, DİA, Ankara 1995, XI, 77.
3) İbn Manzûr, “h-l-f” md.
4) İbn Hişam, II, 140.
5) Nadir Özkuyumcu, “hilf”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 29.
6) İbn Hişam, II, 140.
7) İbn Manzûr, “h-m-y” md.
8) Krş. Nebi Bozkurt, “Himaye”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 51.
9) İbn Hişam, IV, 62.
1)0 İbn Hişam, II, 176.
11) İbn Manzûr, “i-l-l” md.
12) Tevbe 9/8, 10.
13) Mustafa Çağrıcı, “Kardeşlik”, DİA, Ankara 2001, XXIV, 589.
14) A’raf 7/65, 73, 85; Hud 11/50, 61, 84; Neml 27/45; Ankebût 29/36; Şuarâ 26/106, 124, 142, 161; Kaf 50/13.
15) Tevbe 9/23.
~~~~ * ~~~~
inkarcılarla iman edenlerin kardeşliği (1) münafıklarla müminlerin kardeşliği (2) yine müminlerle ehl-i kitabın kardeşliği (3) bu bağlamda karşımıza çıkmaktadır.
10. Kefîl: Sorumlu, garantör, anlamına gelen bir kelimedir. (4) Müslümanlarla gayrimüslimler arasında cereyan eden kefalet ilişkileri siyerde karşılaşılan bir durumdur. (5) Kur’an’da bu anlamıyla yer almaz.
11. Nedîm: Arkadaş, dost yaren anlamındadır. (6) Kur’an’da gayrimüslimlerle bu bağlamda geçmese de siyer kaynaklarında geçmektedir. (7)
12. Ülfet: Konumuz açısından Türkçeye samimi, senli benli olmak, sevmek gibi anlamlarla tercüme edilmiştir. (8) Kur’an’da iki yerde müminlerin arasına ülfeti Allah’ın yerleştirdiğine dair ontolojik bir hatırlatmada yer almıştır. (9) Gayrimüslimlerle dostluk bağlamında bir anlatım olmamakla birlikte, zekat verilecek kişiler arasında, zikredilen “kalbleri ısındırılacaklar” (müellefe-i kulüb) diye bir kesimin zikredilmesi (10) ve bu kişilerin henüz müslüman olmamış olmaları, dönemin gayrimüslim-müslüman ilişkilerine dair fikir vermektedir.
13. Vefa: Türkçe sözlüklerde sevgi ve dostluk bağı, verilen söze bağlı kalmak, sözün gereğini yerine getirmek manası verilmiştir. (11) Vefa dostluğun sembolü olarak ele alınabilecek bir kavramdır. Arapça sözlüklerde de benzer anlamlar vardır. (12) Kur’an’da çoğunlukla iyi kötü her ne yapılırsa bunların karşılığının verileceği (ifa) ve ahde vefa bağlamında kullanılmıştır. (13) Hz. İbrahim vefalı bir peygamber olarak tanımlanmıştır. (14)
Gayrimüslimlerle Müslümanlar arasındaki dostluk açısından kavramın yararlanılabilecek yönü, anlaşmalara sadakattir. Ya da geçmişte olan ve yaşanan dostlukların hatırını saymaktır. Siyer alanında Türkçemizde kullanmış olduğumuz vefanın belki kelime olarak değil ama muhteva olarak çok değerli olduğunu ve Hz. Peygamber’in kendisine ve Müslümanlara yapılan hiçbir iyiliği yerde bırakmamaya özen gösterdiğini söylemek mümkündür. Benî Kureyza vakasında hükümden istisna edilenler için kullanılan kelime budur. (15)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Âl-i İmrân 3/156.
2) Âl-i İmrân 3/168; Ahzab 33/18.
3) Haşr 59/11.
4) İbn Manzûr, “k-f-l” md.
5) İbn Hişam, II, 107.
6) İbn Manzûr, “n-d-m” md.
7) İbn Hişam, III, 317.
8) İbn Manzûr, “e-l-f” md; Krş. Mustafa Çağrıcı, “Ülfet”, DİA, İstanbul 2012, LXII,286-287.
9) Al-i İmran 3/103; Enfal 8/63.
10) Tevbe 9/60.
11) TDK, “Vefa” md.
12) İbn Manzûr, “v-f-y” md.
13) Örn. bk. Bakara 2/272; Âl-i İmrân, 3/57, 161; Hud, 11/15; Nur, 24/25, 39.
14) Necm, 53/36-37.
15) İbnHişam, III, 328.
~~~~ * ~~~~
Mekke Dönemi Müslüman-Gayrimüslim İlişkilerinde Dostluk
Hz. Muhammed’in nübüvvet görevini yüklenmesiyle başlayan davet, önce Hz. Peygamber’in ailesi ve akrabalarına sonra da tüm Mekke ve civâr coğrafyaya yönelmiş idi. Muhatapların İslâm davetine tepkileri de farklı olmuştu. Bu tepkiler dört başlık altında toplanabilir:
a. Müslüman olanlar,
b. Çekimser kalanlar,
c. Müslüman olmamakla birlikte Hz. Peygamber ve Müslümanları himâye edip onlara destek olanlar,
d. Muhalefet edip düşmanlık yapanlar,
Müslüman olanların, dostluk kurulacak gruplar içinde yer aldığı aşikârdır. Çekimser durumda kalanlar ise davete katılmaya en müsait olanlardır. Dolayısıyla onlar kendi haline bırakılmamış özel ilgi ve alaka gösterilmeye çalışılmıştır. Himâye edenlere gelince, bunlar ya insanî olarak ya da yakın akrabalık ve asabiyyet gibi nedenlerle, Hz. Peygamber’i ve Müslümanları zor zamanlarda korumuşlardır. Bunlarla da dostane ilişkiler kurulmuştur. Dördüncü tabakaya gelince onlarla ilgili Hz. Peygamber, ilişkilerin en yüksek seviyede olmasına özen göstermiş ve daveti duyurmaya çalışmıştır. Onların taşkınlıkları karşısında sabır ve bağışlama tavsiye edilmiştir. (1) Bununla birlikte hakaretvarî konuşma ve davranış durumlarında ise bir başka konuya geçinceye kadar o meclisin terk edilmesi (2) ya da onlardan yüz çevirmek, onların davranışlarını sorun etmeden mesafeyi korumak önerilmiştir.(3)
Mekke döneminde Hz. Peygamber ve Müslümanların, gayrimüslimlerle dostane ilişkilere olabildiğince açık oldukları hatta muhtaç oldukları görülmektedir. Ancak kimi gayrimüslimlerin dostça olmayan muameleleri karşısında dengeli mesafe konulmakla birlikte fırsat buldukça olumlu ilişkiler kurularak İslâm’ın tanıtımı ve davet faaliyetlerinin yürütülmesine gayret edildiği gözlemlenmektedir. Allah Resulü ‘nün bu dönemde müşriklerle dostça ilişkiler içinde olmak istediğini söyleyebiliriz.
Mekke döneminin ilk yıllarında Müslümanlarla muhaliflerin, sosyal bir tabaka olarak bütünüyle ayrışma içinde olmadıkları görülmektedir. Bu nedenle olsa gerek ilişkilerde iç içelik Habeşistan hicretine kadar devam etmiştir. Habeşistan hicreti, risaletin beşinci yılında gerçekleşmiştir. (4) Bu hicret müslüman ve gayrimüslim sosyolojik yapılarının netleştiğinin en somut göstergesidir. Bu dönemde Müslümanların bazı müşriklerle yakın dostluk ve işbirliği, karşılıklı destek ve iyi muamele ilişkilerinin devam ettiğini müşahede ediyoruz.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örn. bk. Tâha 20/130; Sad 38/17; Kâf 50/39.
2) En’âm 6/68.
3) En’âm 6/68, 81; Araf 7/199; Tevbe 9/90.
4) İbn İshak, s. 249; İbn Hişam, I, 344; İbn Sa’d, Muhammed b. Sad b. Müni’ ez-Zühri, Tabakatü’l-Kübrâ, hzr. Riyad Abdülhadî, Daru ihyai türasi’l-Arabî, Beyrut ty., I, 203-4; Taberî, Ebû Ca‘fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî et-Taberî el-Bağdâdî, Tarihu’l-ümem ve’l-mülûk, Darü’l-fikr, ty., s. II, 222; İbnü’l-Esîr, Ebü’l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî, el-Kamil fi’tTarih, trc. M. Beşir Eryarsoy, II, 77;
~~~~ * ~~~~
Şüphesiz ki bu dönemde müslüman olmamış toplum unsurlarıyla bireysel planda iyi ilişkilerin öncülüğünü yapanlar vardı. Ebû Talib bunlardan biridir. Mekke döneminin on yıla yakın zaman diliminde hem Hz. Peygamber’in hem de Müslümanların himâyesini zor şartlarda üstlenmiştir. (1) Beraberinde ona destek olan başka müşrikler de vardır. Müslümanlar Şi’bu Ebî Talib denilen bölgeye çekilmek zorunda kalınca, Ebû Talib buraya Müslümanlarla birlikte Müslümanları himâye eden müşrikleri de dahil etmiştir. (2) Üç yıllık zaman diliminde bu insanlar, dostluğun belki de en ileri türlerini bir arada yaşayarak göstermişlerdir. Dolayısıyla Ebû Talib mahallesinin; müslüman-müşrik dostluğunun ve dayanışmasının yaşandığı bir mekân olarak anlaşılması mümkündür. Burada yaşanan iletişimin mahiyetine asabiyet konulsa bile Türkçede dostluk dediğimiz ilişki biçiminin farklı dini müntesipler arasında yaşanması bizim için önemlidir. Zira akrabalık da olsa ilişkilerin sınırlandığı durumlara ileride işaret edileceği üzere rastlamaktayız.
Hz. Peygamber ve Müslümanlar, müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Leheb’in desteğini de kısa bir süre görmüştür. (3) Yine Utbe b. Rebîa da Hz. Peygamber’i himâye etmiştir. Pek yaygın bir bilgi olmamakla birlikte Hz. Peygamber’in “Ebû Talib’ten sonra beni en çok koruyan Utbe b. Rebîa’dır” dediği rivayet olunmuştur. (4) Utbe’nin Hz. Peygamber’e sürekli “yeğenciğim” şeklindeki hitap tarzı ile şefkatini ifade ettiği aktarılmıştır. Bilindiği üzere Utbe, Bedir savaşında öldürülenlerden biridir. (5) Peygamberimizin bir diğer amcası Abbas da hicrete kadar ona destek olan ve kollayan bir rol üstlenmiştir. Henüz müslüman olmamış olan Abbas, Hz. Peygamber’in hayatında önemli bir başka hami ve dosttur. Müslümanlar da bundan yararlanmıştır. (6) Abbas Bedir’de müşriklerin safında yer almış ve esir düşmüştü. Hatta Hz. Peygamber’in Bedir savaşında karşılaşılması halinde öldürülmemesini emrettiği kişiler vardır. Abbas bunlardan biridir. Bir diğeri ise Ebû’l-Bahterî idi. Kimi Müslümanlar buna itiraz etmişlerdi. (7)
Habeşistan hicretine karar verilirken, Habeşistan kralının dostluğuna ve adaletine güvenilmesi, (8) aynı zamanda Müslümanların da onlara karşı hissettiği dostluğu ve minneti gösterebilecek bir örnektir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn İshak, 222; İbn Hişam, I, 284; İbn Sa’d, I, 202.
2) İbn İshak, 222, Krş. 331; İbn Sa’d, I, 188; Vakidî, II, 828.
3) İbn Sa‘d, I, 93; krş. Mehmet Ali Kapar, “Ebû Leheb”, DİA, Ankara 1994, cilt: 10, sayfa: 178-179.
4) İbn İshak, 284, 286; Adnan Demircan, “Utbe b. Ebî Rebia”, DİA, İstanbul 2012, 42, 236.
5) Demircan, 42, 235-236.
6) İbn Hişam, II, 63
7) İbn Hişam, II, 364.
8) İbn İshak, 249.
~~~~ * ~~~~
Müslümanlar orada dostça bir muamele ile karşılaştıkları için Hudeybiye anlaşmasına kadar orada kalabilmişler, (1) kimileri orada vefat etmiş, kimi çocuklar orada doğmuştur. Bu aynı zamanda Müslümanların da onlara karşı bir muhabbetinin oluşmasına vesile olmuştur. Hz. Peygamber bu dostça muamele nedeniyle Habeşistan Necaşi’sini hep hayırla yad etmiştir. (2) Hıristiyanlığa geçen, Ümmü Habibe’nin kocası Ubeydullah b. Cahş’ın durumu dikkat çekicidir. Onun din değiştirmesinde.
Yine bu dönemde Müslümanlara ve onlara destek olan kimi müşriklere karşı Kureyş’in almış olduğu ambargo kararını delmek ve böylece bu uygulamadan mağdur olan insanlara destek olmak için çabalayan müşriklere rastlıyoruz. (3) Bu Müslümanlara olan dostça davranışın ve vicdani hassasiyetin bir tezahürü olarak değerlendirilmelidir. Hz. Peygamber de bu insanlara karşı bir vefa duygusu içinde olmuştur. Muhatap olduğu insanları, dini durumuna göre değil Müslümanlara ve İslâm davetine karşı düşmanca ya da dostça davranıp davranmadığına göre değerlendirmiştir. Bunun tespitini Bedir’e katılan bazı müşrikler hakkında “onlar zorla getirilmişlerdir” diyerek yapmıştır. (4) İyilik gördüğü herkese bir şekilde iyiliğinin karşılığı olan dostça bir vefa göstermiştir. Bunun da karşılığını almıştır. Bu vefayı ve iyi muameleyi görenlerin çoğunluğu müslüman olmuştur.
Müslümanların karşılaştıkları zorluklar nedeniyle hicret etme noktasına gelmeleri ve değişik nedenlerle hicretten vazgeçip Mekke’ye dönmek durumunda kaldıkları zamanda yine dostça muamelede bulunan kimi müşriklerin himâye, emân ve civârıyla Mekke’ye girdiklerini biliyoruz. Hz. Peygamber’in Taif dönüşünde Mekke’ye Mut’im b. Adiy’in himâyesi ile girmesi, Ebû Bekr’in Medine’ye hicret girişiminden vazgeçip İbn Düğunne’nin himâyesiyle tekrar dönebilmesi, sembol mahiyetinde dost davranışı muamelelerdir. Müslümanlar onların bu dostça davranışlarını unutmamışlardı. Hz. Peygamber’in Taif’te Utbe ve Şeybe kardeşlerin bağına sığınması orada Addas’ın dostça ikramını kabul etmesi bunun karşılığında ona iltifat edip karşılık vermesi onun müslüman olması ile sonuçlanmıştır. Addas onları Bedir’e katılmaktan da vaz geçirmeye çalışmıştı (5) Tüm bu hadiseler Mekke dönemi Müslüman gayrimüslim dostluklarına dair örnekler olarak görülebilir.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekr’in hicretine refakat ederek kılavuzluk yapan Abdullah b. Ureykıt bir müşrik idi. İbn Hişâm onun Hz. Peygamber ve Hz. Ebû Bekr’e eşlik etmesini “sahib” kelimesi ile ifade etmiştir. (6)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbrahim Sarıçam, “İlk İslâm Toplumunda Bir Arada Yaşama Tecrübesi”, İslâm Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi, TDV Yay. Ankara 2009.
2) İbn İshak, 302.
3) İbn İshak, 224-228.
4) İbn Hişam II, 365; İbn Sa’d,II, 23; IV, 10; Mustafa Asım Köksal, İslâm Tarihi, Şamil Yayınevi, İstanbul ty., IX, 153.
5) İbn Hişam, II, 78; Vakidî, I, 22-23.
6) İbn Hişam, II, 152.
~~~~ * ~~~~
Aynı kelime Hz. Ebû Bekir’in Hz. Peygamber açısından durumu için de kullanılmıştı. (1) Bu da bazı kavramların müslüman ve gayrimüslim ayrımı olmaksızın vasıflar ve davranışlara göre şekillendiğini göstermektedir. (2) Böylesine riskli bir yolculukta bir müşriğin refakati ve kılavuzluğu da göz ardı edilmemelidir. Bunlar insanî, dostça ilişkilerin, güvenin var olduğu durumlarda görülebilecek davranışlardır. Hz. Peygamber’in hicretinden çok sonraki bir zamanda kızı Zeyneb’in, hicrete karar verdiğini anlayan ve henüz müslüman olmamış olan Ebû Süfyan’ın karısı Hind bint. Utbe, ona yardımcı olmayı teklif etmiş ve erkekler arasında olan hadiselerin kadınlar arasına giremeyeceğini belirtmiştir. (3)
Tüm bu anlatımlardan anlaşılmaktadır ki Mekke döneminde Müslümanlar ile kimi gayrimüslimler arasında dostça ilişkiler hep devam etmiştir. Bunda bir sakınca da görülmemiştir. Dostluğun en ileri merhalesi olarak yorumlanabilecek evlilikler yaşanmaya devam etmiştir. Evlilik hukukuna aykırı davranışlar olmadıkça evlilikler bozulmamıştır. Nihayet bu dönemdeki müslüman gayrimüslim dostluklarında temel kriterin iyi niyet ve güven olduğu söylenebilir. Dostça ilişkiler bu dönemde daha çok gayrimüslimlerden (müşrikler) Müslümanlara yönelik bir belirginliğe sahiptir. Bu dostluklar sayesinde hicret ortamı oluşuncaya kadar Müslümanlar kendilerini koruyabilme imkanı bulmuşlardır. Çoğunluk olmamakla birlikte etkili bir müşrik topluluğu saikleri farklı da olsa müslümanlara sahip çıkmıştır.
Medine Dönemi Müslüman-Gayrimüslim İlişkilerinde Dostluk
Medine’ye hicretle birlikte yapılan sözleşme, İslâm Tarihi açısından olduğu gibi, gayrimüslimlerle bir arada yaşama ve dostluk açısından da başlı başına bir fenomendir. Bu konu üzerine söylenenlere çok çalışılmış olması münasebetiyle girmeye gerek görmüyoruz. Ancak konumuz açısından nadiren vurgusu yapılan bazı hususlara işaret etmemiz gerektiği kanaatindeyiz.
Hz. Peygamber, Medine’ye gelince öncelikle Yahudiler, müşrikler ve diğer unsurlarla karşılıklı sorumlulukların yüklendiği “vesika” yazdırmıştır. (4) Bu vesikanın konumuz açısından ilan ettiği en önemli husus; Medine’de yaşayan insanların, müslümanıyla, yahudisiyle, müşriğiyle tek bir ümmet olduğudur. (5) Artık tek bir toplum ve tek bir ümmet olarak ilan edilen bu yapıda yer alan insanların birbirini sevmesi, muamelatta bulunması, evlenmesi gibi hususlar teferruat haline gelmiştir.
Medine hicretiyle Müslümanların sosyal bir tabaka olarak bu coğrafyada varlıklarının tanınması mümkün olmuştur. Gayrimüslimlerle ilişkilerin ana karakterleri de bu sosyal yapılanmasını tamamlamış ve siyasî kimliğini elde etmiş olan Müslüman toplumun, muhataplarıyla aynı zemin üzerinden ilişkilere girmiş olmaları ile inşa edilmiştir. Savaşlar, barışlar ve bir arada yaşama anlaşmaları; siyasî ve sosyal yapılar üzerinden kurulmuştur. Kişiler ve bireysel ilişkiler üzerinden kurulmamıştır. Velâyet, bidâne, velîce gibi ilişkilerin mahiyetine dair düzenlemeler, bu bağlamdaki sosyal ve siyasal yapıyı olumsuz etkileyebilecek durumlarda gündeme gelmiştir. Kamuyu ilgilendiren ve bireysel boyutu aşan alanlarda düzenleme getirilmiştir. Sosyal ve siyasi yapıyı, organizasyon bazında etkileyen hususlar dışındaki bireysel ilişkiler ve tasarruflar alabildiğine esnek bir görünümdedir. Dostlukla ilişkilendirilebilecek kavramları göz önüne aldığımızda bireysel planda olup kimi zaman toplumu da bağlayan bazı davranışların rahat bir şekilde icra edilebildiğini ve Hz. Peygamber nazarında bunların bir sorun teşkil etmediğini söylemek mümkündür.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Hişam, II, 94.
2) Polat, 20.
3) İbn Hişam, II, 395.
4) Vesika olarak tercüme ettiğimiz kelime “kitab” metinde . İbn Hişam, II, 209
5) İbn Hişam, II, 210; İbn Sa’d, I, 238.
~~~~ * ~~~~
Hz. Peygamber’in Yahudi Muhayrik, hakkındaki sözü de (1) bu minvalde anlaşılmalıdır. Uhud’da Müslümanların safında savaşmış ve burada öldürülmüştü. Hz. Peygamber onun hakkında “Yahudilerin hayırlısı idi” demiştir. Malum Uhud savaşına gelinceye kadar Beni Kaynuka ve bazı yahudi ileri gelenleriyle ciddi sorunlar yaşanmıştı. Buna rağmen kimi Yahudilerle iyi ve dostça ilişkilerin kurulmuş olması anlamlıdır.
Hz. Peygamber’in Medine döneminde duruma göre sırlarını paylaştığı gayrimüslimler de vardı. Huzaa kabilesi ile ilgili “onların müslümanı ve müşriği ile Hz. Peygamber’in sırdaşı (aybetü nush)” olduğu ifade edilmiştir. (2) Bunun mahiyetine ilişkin detaylı anlatımlar olmamakla birlikte tespitin önemli olduğu aşikârdır.
Dostluk bağlamında en ileri nokta diyebileceğimiz gayrimüslimlerle evlilik de bu bağlamda ele alınmalıdır. Evlilikten öte dostluk olabilir mi. Hz. Peygmaber’in kızı Zeyneb Ebu’l-As ile evli idi. Müşrik olmasına rağmen Zeyneb’in Ebû’l-As ile evliliğinin eski nikâh üzere devam etmesi, gizlice Medine’ye geldiğinde Zeyneb’in onu himâyesine alması, Hz. Peygamber’in bunu onaylaması (3) bu anlamda dostluk boyutlarını da aşan durumlar olarak değerlendirilebilir. Daha önce Ebû’l-As, Bedir esirleri arasında iken, Zeyneb Mekke’den onun fidyesini göndermiş ve eşini kurtarmıştı. Gönderilen fidye Hz. Peygamber’in ona hediye ettiği gerdanlık idi. Hz. Peygamber bunu görünce müteessir olmuş ve Ebû’l-As’ı serbest bırakmıştı. Bu kararı alırken de sahabenin onayını almıştı. (4)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Hişam, II, 192.
2) Sırdaş kelimesinin karşılığı olarak, “Aybetü nushin” ifadesi kullanılmış, krş. İbn Hişam, 3/136-7; Arb: 3/81; Buhari, şurut, 15; Ahmed b. Hanbel, 4/329; krş. Ahmet Önkal, “Huzaa”, DİA, İstanbul 1998, XVIII, 431-433.
3) İbn Hişam, 2/392-8; İbn Sa’d, VIII, 36; Aynur Uraler, “Zeyneb”, DİA, İstanbul 2013, 44, 357; Talat Sakallı, “Ebu’l-As” DİA, İstanbul 1994,
4) Vakidî, II, 204; Abdullah Aydınlı, “İkrime b. Ebî Cehil”, DİA, İstanbul 2000, XXII, 42-43; Mehmet Ali Kapar, “ Safvan b. Ümeyye” DİA, İstanbul 2008, 35, 486-487.
~~~~ * ~~~~
Benzer durum İkrime b. Ebî Cehil ve Safvan b. Ümeyye’nin hanımları ile ilgili de söz konusu olmuştur. Ümmü Hani’nin kocası da müşrik idi ve bu hal üzere ölmüştü. Müşrik olma durumu devam etmesine rağmen bu nikâhların baki olduğunun ifade edilmesi, (1) bu süreçte himâyeye alınmaları olumlu ilişkilerin; farklılıklara rağmen bir tehdit unsuru oluşturmadıkça devam ettiğinin somut örneklerindendir.
Hz. Peygamber’in insanları değerlendirirken yüksek bir vefa ve ince bir dikkat sergilediğine şahit oluyoruz. Onun insanlar hakkında genellemeci bir anlayışa sahip olmadığını söylemeliyiz. Risalet’in başlangıcından on üç yıl sonra, bir hesaplaşma olarak karşı karşıya gelmiş olduğu Bedir’de müşriklerin ordusunda yer alan bazı kişilerin yakalanması durumunda öldürülmemesini istemesi dikkate değerdir. Bunların isimleri sıralanmıştır. Daha önce ifade edildiği üzere Abbas, Ebû’l-Bahterî bunlardandı. (2) Buna mukabil müslüman olduğu halde hicret etmeyen ve Bedir’de müşriklerin safında öldürülen gençlerden bahsedilmektedir. (3) Bunlarla ilgili Hz. Peygamber’in bir uyarısının olmaması dikkat çekicidir. Öyleyse dostluğun ölçütü inanç olmasa gerektir. Belirleyici olan davranışlardır.
Bedir’de Abdurrahman b. Avf, “dostum” dediği Ümeyye b. Halef’i esir almış ancak Bilal b. Rabah onun önceki eziyetleri sebebiyle öldürülmesine neden olmuştu. Abdurrahman bu duruma üzülmüştür. (4) Ümeyye için Abdurrahman’ın dostum ifadesi kullanması meselenin sahabe nazarında nasıl anlaşıldığını fark etmemiz bakımından önemlidir. Eski ilişkilerin henüz bütünüyle etkisini kaybetmediğinin ve din farklılığının mutlak düşmanlık anlamına gelmediğini gösterebilir.
Yine haklarında ölüm kararı verilmiş olmasına rağmen Abdullah b. Sad b. Ebî Serh, (5) İkrime b. Ebî Cehil, (6) Safvan b. Ümeyye (7) fetih sonrası müslüman olmadıkları halde bağışlanan ve dostça muamele edilen insanlardandır. Abdullah b. Hatal’ın iki şarkıcısından biri de aynı şekilde affedilmiştir. (8) Hatta muhalefetin en azılıları; Ebû Süfyan, Hind b. Utbe (9) Hz. Peygamber tarafından iyilikle muamele edilen kişilerdendir. Peygamberimiz Halid b. Velîd’in dostça olmayan bir şekilde savaşmayanlarla savaşmasını hoş görmemiş ve mağdurların diyetlerini ödemiştir. (10)
Hz. Peygamber’in sütkardeşi olduğu anlaşılan ve müslüman olduğuna dair bir kayıt bulunmayan Şeyma da lütuf ile muamele görmüştür. Hatta Hz. Peygamber ona “arzu ederse yanlarında kalabileceğini kendisine ikram ve izzette bulunacağını” vaat etmiştir. (11) Benî Kureyza savaşçılarının öldürülmesi kararı verildiğinde bile bundan istisna edilerek bağışlananlar olmuştur
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Hişam, 4/81, 84; krş. Aydınlı, XXII, 43; Kapar, “Safvan b. Ümeyye”, 35, 486.
2) İbn Hişam, II, 364-5; İbn Sa’d, II, 23, IV, 10.
3) Vakidî, I, 51; İbn Hişam, II, 379.
4) Vakidî, I,60;İbn Hişam, II, 367; krş. Mehmet Bahauddin Varol, “Ümeyye b. Halef”, DİA, İstanbul 2012, 42, 305-306
5) İbn Hişam, IV, 69; Mustafa Fayda, “Abdullah b. Ebû Serh”, DİA, İstanbul 1988, I, 130-131,
6) İbn Hişam, IV, 71
7) İbn Hişam, IV, 80.
8) İbn Hişam, IV, 71.
9) İbn Hişam,IV, 52-53; Yaşar Kandemir, “Hind bint. Utbe”, DİA, İstanbul1998, XVIII, 64-65.
10) Vakidî, II, 838; İbn Hişam,IV, 97; Mustafa Fayda, “Halid b. Velid”, DİA, İstanbul 1997, XV, 289-292.
11) İbn Hişam, IV, 137; Levent Öztürk, “Şeyma”, DİA, İstanbul 2010,39, 98-99.
~~~~ * ~~~~
Benî Kureyza ile ilgili süreç devam ederken, Hz. Peygamber’e ihanet (gadr) etmekten imtina eden, Amr b. Suda’ el-Kurazî bağışlanmıştır. Bunun sebebini yine Hz. Peygamber açıklamış ve onun için, “Allah onu vefası nedeniyle kurtardı” demiştir. (1) Sakif kabilesinin malları dostluk göstergesi olarak bağışlanmış ve ellerinde bırakılmıştır. (2) Adiy b. Hatim’in kız kardeşine de lütuf ve ikram da bulunulmuştur. (3) Bunların tamamı dostça davranışlar olarak değerlendirilmelidir. Bir merhamet ve sevgi eseri olarak yapılan davranışlardır.
Hz. Peygamber’in Hayber Yahudilerine alışılagelmişin dışında muamele ederek mallarını ellerinde bırakıp orada yaşamalarına müsaade etmesi ve vergi ile merkeze bağlaması (4) iletişim kanallarını açık tutup iyilikle muamele etmesi bir peygamberin ve ashabının dostça muamelesinden başka bir şey değildir. Merhamet ve savaş peygamberinin savaş olmayan zamanlarda dostluğun zirvesi olarak merhametinin tecellisini gündeme getirmesi olarak görülmelidir.
Hz. Peygamber’in Uhud savaşına giderken Medineli müşriklerden ödünç olarak silah ve mühimmat alması (5) aslında karşılıklı bir vefanın ve ahdin göstergesidir. Ubeyde b. Haris seriyyesinde hedefteki bölge halkından müşriklerin kendi kavimlerinden ayrılıp Müslümanları himâye ettikleri rivayet edilmiştir. (6) Bu da düşmanlık olmadığı zaman dostane ilişkilerin her zaman olabileceğini gösteren bir başka örnek olarak değerlendirilmelidir. Bu örnek, Medine döneminde müşriklerden de Müslümanlara yönelik himâye ve dostça muameleler olabildiğini göstermektedir. Kuzman da aslında nifak ile itham edilen biri olmasına rağmen Uhud’da Müslümanların safında savaşmıştır. (7) Bunun bireysel plandaki ayrıntılarında farklı yorumlar olmakla birlikte onun Uhud’da Müslümanların yanında yer alması ilişkilerin niteliğine dair bir başka örnektir
Risalet Döneminde Dostlukların Kesilmesi
Risalet döneminde gayrimüslimlerle yaşanan dostça ilişkilere dair bazı örnekleri paylaştıktan sonra bu bölümde, yasaklanan dostlukları ele alıp makalemizi tamamlamak istiyoruz.
Dostane ilişkilerin yasaklanması ile ilgili dört ana kavram öne çıkmaktadır. Bunlar velâyet, bidâne, velîce ve meveddet/muhabbet kavramlarıdır. Kavramların tanımı ve ilk elden analizleri ilgili bölümde yapıldığından tekrar burada yer vermek yerine ilişkilerin yasaklandığı bağlamı ele almanın daha faydalı olacağı kanısındayız.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Hişam, III, 328; Casim Avcı, “Benî Kurayza”, DİA, İstanbul 2002, XXVI, 431-432.
2) İbn Hişam,IV, 174; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Sakif”, DİA, İstanbul 2009, 36, 10-11.
3) İbn Hişam,IV, 311-2.
4) İbn Hişam, III, 484.
5) İbn Hişam,IV, 112.
6) İbn Hişam, II, 176.
7) İbn Hişam, III, 118.
~~~~ * ~~~~
Velâyet ilişkisinin yasaklandığı ayetlerde iki şey dikkat çekmektedir. İsimler ve sıfatlar. İsimler söz konusu olduğunda veli edinilmesi yasaklananlar: kafirler, (1) şeytan, (2) Yahudiler ve Hıristiyanlardır. (3) Müslüman olanlardan ise hicret etmeyenlerle velâyet ilişkisi kesilmektedir. (4) Sıfatların dile getirildiği ayetlerde dost edinilmesi yasaklananlar ise; Allah’ın gazab ettikleri, (5) düşman olanlar, (6) zalimler, (7) sizi dininizden döndürmek isteyenler, (8) dininizi alaya alanlardır. (9) Bir de bu kategorizasyona, veli edinmeme emrinin sebebinin açıklandığı ayetleri eklemek gerekir. Bu ayetler dostluğa dair ölçüyü belirleyen ayetlerdir. Bu durumlarda dostluk yasaklanmıştır. Örnek olarak şeytanı velî edinmek yasaklanmıştır. Zira şeytan, dostunu sapıklığa düşürür, (10) ve düşmandır. (11) Kafirler veli edinilmemelidir, zira onlar düşmanlık yapmışlar, müminleri ve peygamberi sırf inandıkları için yurtlarından çıkarmışlardır. (12) Bu nedenle zalimler birbirinin velisidir. (13) Müslümanlar bu kurallara riayet etmez ise içinde yaşadıkları toplumda fitne ve fesat çıkabilecektir. (14)
Velî edinme ile ilgili ayetler bir arada değerlendirildiğinde anlaşılan odur ki, velî edinmenin yasaklanma sebebi: müminler aleyhindeki davranışlardır. Yoksa inançlar değildir. Allah inanç kategorisi olmaksızın insanlara karşı iyi davranmayı öğütleyip güzel ilişkiler kurmayı yasaklamamıştır. (15) Aksi halde bunun bir hikmeti olmazdı. Zira her inanç kesimine açık bir davetin nihayetinde beklenen, güzel bir dostluk ve samimiyettir. (16) Uzak duruluması gerekenler ise düşmanca davranışlar içine girenlerdir. (17)
Velî edinmenin tezahürü diyebileceğimiz bidâne, (18) velîce (19) ve muhabbet/meveddete (20) ilişkin sınırlamalar da bu bağlamda ele alınması gerekir. Bidâne edinmenin yasaklandığı ayette yasağın sebebi zaten açıklanmıştır. Kötülük etmekten geri kalmayan, nefreti ve hıncı dışa yansıyan ve sizin sıkıntıya düşmenizi isteyenleri bidâne edinmeyin denmiştir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Âl-i İmrân, 3/28; Nisâ, 4/144; Mâide, 5/81.
2) Nisa, 4/76.
3) Mâide, 5/51.
4) Enfal, 8/72.
5) Mümtehine, 60/13.
6) Mümtehine, 60/1.
7) Casiye, 45/19.
8) Nisâ 4/89.
9) Maide, 5/57.
10) Hac, 22/4.
11) Kehf, 18/50.
12) Mümtehine, 60/1.
13) Maide, 5/51.
14) Enfal, 8/73.
15) Mümtehine, 60/8.
16) Mümtehine, 60/7.
17) Mümtehine, 60/9.
18) Âl-i İmrân, 3/118.
19) Tevbe, 9/16.
20) Mümtehine, 60/1.
~~~~ * ~~~~
Velîce edinmede ise ayetin bağlamı savaş ve cihaddır. (1) Cihad edenle, kafirleri velîce edinenlerin belli olmasına dair murad-ı ilahiye işaret vardır. Muhabbet ve meveddet ilişkisinin sınırlandırılması da yine düşmana karşı böyle bir iletişim içine girmeyi ifade etmektedir. (2) Velî edinmenin istisna olarak düşman da olsa izin verildiği bir ayete de (3) işaret etmekte fayda vardır. Bunun da amacı korunmadır. Dolayısıyla çerçeve gayet açık ve nettir.
Son başlık altında ifade edilen ayetlerin siyer kaynaklarında konumlandırıldığı bağlamda yine savaşlar vardır. (4) Ayetlerin siyer alanında nasıl anlaşılmış olduğunu da gösteren bu durum nüzul ortamlarına işaret eder. Hem Abdullah b. Übeyy’in Benî Kaynuka’nın avukatlığına soyunması, (5) hem de Hatıb b. Ebî Beltâ’nın Kureyş’e mektup yazarak Hz. Peygamber’in Mekke’ye doğru yola çıkacağını haber vermek istemesi üzerine bu uyarıların yapıldığının aktarılması (6) dikkat çekici olup temel yorumumuza kaynak teşkil etmektedir.
Hicret etmeyen Müslümanlar da; güçlendirilmesi gereken bir zamanda müslüman toplum içinde yer almayarak dostça davranış içine girmediklerinden Müslümanlarla olan velâyetlerini ve dostluklarını kaybetmişlerdir. Bu bağlamda Müslümanların ilişkilerini askıya aldıkları şu üç örneğe işaret etmek istiyoruz. Bunlardan birincisi Müslüman oldukları halde hicret etmeyen Mekke’deki kimi Müslümanlarla aradaki dostluk ve velâyetin kesilmesidir. (7) İkincisi Tebük gazvesine mazeretsiz olarak katılmayan bazı Müslümanlarla ilişkinin kesilmesi, üçüncüsü ise münafık olarak vasıflandırılan kimi insanların bizzat Kur’an tarafından “rics” olarak isimlendirilerek onlarla irtibatın kesilmesidir. (8) Bu örneklerden Müslüman kimliğine sahip kimselerle de gerektiğinde dostluğun kesilebileceğini anlıyoruz. Yani müslüman toplumun genelini ilgilendiren tehlikeli zamanlarda birlik ruhuna uygun davranmayanların müslüman da olsa, müminlerle bağının kopacağını ortaya koymaktadır. Yine Müslümanlardan iki grubun birbiriyle savaşmak durumunda kalması ile ilgili ayetler de (9) dostluğun böylesine durumlarda kendiliğinden kalkacağına işaret etmektedir. Velâyet ve benzeri ilişki biçimlerinin yasaklandığı bağlamlarda dikkat çeken bir özellik de yasaklamaların toplumun genel durumu ile ilgili konularda söz konusu olmasıdır. Bir başka ifadeyle savaş zamanlarında, Müslüman topluma zarar verebilecek durumlarda bu tür ilişkiler yasaklanmaktadır. Buna mukabil hem gayrimüslimlerle hem de münafıklarla bireysel planda evliliklerden, bağışlamaya, vefa ve iyilik göstermeye varıncaya kadar çok sayıda dostun dosta yapacağı örnek davranışlara siyerde rastlanmaktadır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tevbe, 9/14-15.
2) Krş. Mümtehine, 60/1.
3) Âl-i İmrân, 3/28.
4) Örn: Mümtehine 60/1. Ayet, Hatıb b. Belta’nın Mekke seferini Kureyşe ulaştırmak üzere mektup yazması nedeniyle nazil olmuş ve dostluğun bu şekli yasaklanmıştır. Krş. Vakidî, 3/31-33.
5) İbn İshak, s.418-9.
6) İbn Hişam, IV,55.
7) Nisa 4/97; bkz. İbn İshak, s. 411.
8) İbn Hişam, IV, 215.
9) Enfal 8/9
~~~~ * ~~~~
Meşru Savaşın Muhatabı Olarak Gayrimüslimler
Risalet Döneminde Muhataplar ve Savaşlar
Müşrikler
İslam’ın doğduğu coğrafyanın merkezi Mekke idi. Şehrin yönetimi Kureyş kabilesindeydi. (1) Bu dönem Mekke’sinde hkim zihniyet, şirk üzere inşa edilmişti. Davetin ilk muhatabı olan müşrikler, Medine döneminde yaşanan savaşların da en önemli tarafı idi. (2) Özellikle Kureyş’e mensup müşrikler en sert direnişi gösterenlerdi. Bunun sebebi, İslam davetinden en çok onların etkilenmesi olsa gerektir. Kureyş’in bu tutumu, iletişim içinde oldukları Yahudiler ve Bizans-Müslüman ilişkilerini de olumsuz etkilemiş olmalıdır. (3) Hz. Peygamber, nübüvvet enerjisini yoğunluklu olarak bu muhatap kitlesine harcamıştı. Savaşların ekserisi müşriklere yönelikti. Araplar da çoğunlukla müşrik bir geleneğe sahipti. (4) Mekkeli müşriklere ve onların tesirinde kalan müşrik kabilelere yönelik savaşlarda hicret öncesi oluşan savaş şartları belirleyici olmuştur. (5)
Müşrikler, Mekke’deki 13 yıl boyunca huzurlu bir yaşam ortamını Müslümanlara çok görmüşlerdir. Hicret edilen bölgelerde de onları rahat bırakmamışlardır. Habeşistan hicreti sonrasında oraya bir müşrik heyet göndererek barınmaları engellenmeye çalışılmıştır. (6) Taif’e haber gönderilerek oradaki müşrikler tahrik edilmiş (7) ve nihayet Medine’ye hicret sonrasında da benzer davranışlara tevessül etmişlerdir. Medine’ye hicret edenler açık bir şekilde tehditlere maruz kalmış (8) bu aynı zamanda Müslümanların Mekke müşriklerine karşı bir tavır ortaya koymalarını zorunlu kılmıştır. Savaş konusunda temel paradigmanın şekillendiği nokta da burasıdır. Müslümanlara adeta seçenek bırakılmamıştır. Savaş bu ortamın ortaya çıkardığı bir zaruret olmuştur. Bu, bir tecrübe olarak sonraki dönemde farklı toplumlarla ilişkileri etkilememiştir denilemez. Müşriklerle ilişkiler şüphesiz her zaman savaş karakterli olmamıştır. Mekke müşrikleri dışında kalan Hicaz bölgesinin diğer müşrik kabilelerinin çoğunluğu ile anlaşma ve barış içinde ilişkiler sürdürülmüştür.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nebi Bozkurt, M. Sabri Küçükaşçı, “Mekke”, DİA, Ankara 2003, XXVII, 555; Casim Avcı, “Kureyş”, DİA, Ankara 2002, XXVI, 442.
2) S. Özdemir, s. 7-9.
3) Hicret dönemlerinde Mekkeli Müşriklerin Hem Habeşistan’a heyet göndermesi hem de Medine hicreti sonrasında Medine Yahudilerine yazdığı ifade edilen mektuplar bu bağlamda fikir verebilir. Bk. İbn Habib, Muhammed, Kitabü'l-Muhabber, thk Eliza Lichten-Stadter, Haydarabad, 1942, s.271; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi -Hayatı ve Faaliyeti-, Çev. Salih Tuğ, İrfan Yayıncılık, İstanbul 1993, l, 217; Talat Koçyiğit, "Abdullah b. Übeyy b. Selül", DİA, İstanbul1988, I, 140; S.Özdemir, s. 18.
4) Şemsettin Günaltay, İslam Öncesi Araplar ve Dinleri, sdlş: Mahfuz Söylemez-Mustafa Hizmetli, Ankakar 1997, s. 40; Mustafa Çağrıcı, “Arap (İslam’dan Önce Araplar’da Din), DİA, Ankara 1991, III, 316-321; Ahmet Çelebi, İslam Öncesi Mekke, ve Tarih Anlayışımız, Seriyye Kitapları, çev. Hasan Fehmi Ulus, İstanbul 1997, s. 175; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Kinde”, DİA, İstanbul 2002, XXVI, 37-38; Adnan Demircan, Cahiliye Arapları, Beyan Yayınları, İstanbul 2015, s. 61.
5) Ebû Davud, “Harac”, 22; krş. Cafer Acar, “Risalet Dönemi Savaşlarının Başlamasında Mekke Döneminin Rolü”, Gaziosmanpaşa Ünv. İlahiyat fakültesi Dergisi, c.2 sayı: 1, 2014.
6) İbn Hişam, II, 7.
7) İbn Hişam, II, 47.
8) İbn Habib, 271.
~~~~ * ~~~~
Bu kabileler güney ve kuzey ticaret yollarını Medine yakınından geçerek rahat bir şekilde kullanabilmişler ve her hangi bir zorlukla karşılaşmamışlardır. (1) Medine de bulunan ve sayıları altı bini bulan müşriklerle de (2) bir arada belirli bir hukuki zemine bağlı kalmak kaydı ile yaşamak mümkün olmuştur. Onların kabiliyet ve imkânlarından yararlanıldığı da vakidir. (3)
Risalet dönemi askerî hadiselerini tasnifte en kapsamlı çalışmalardan birini yapan Elşad Mahmudov’un tespitine göre, bu dönemde 120 vaka vardır. (4) Mahmudov özellikle ana savaşların hazırlığı mahiyetindeki küçük çaplı ön çalışma mahiyetindeki hareketleri de bu bağlamda ayrı birer sefer olarak değerlendirmiştir. Bu tablo incelendiğinde görülen odur ki müşriklere yönelik 102 vaka söz konusudur. Geriye kalan 18 vaka diğer unsurlara yöneliktir. Büyük Bedir savaşından önce 9 vaka meydana gelmişti. Bunlar birbirinin aynı mahiyette olan operasyonlar olarak göze çarpmaktadır. Bedir savaşında Müslümanların kesin bir galibiyet elde etmeleri sonraki gelişmeleri tetiklemiştir. İntikam almak isteyen Mekkeli müşriklerin yanı sıra, Müslümanlardan rahatsız olan ve Mekkeli müşriklerin davranışlarını gizliden gizliye sempati ile karşılayan Yahudiler gibi muhalefet grupları baş kaldırıp Müslümanları zor durumda bırakacak davranışlara girişmişlerdi. Bu yönüyle müşriklerle yapılan mücadelelerde Bedir galibiyeti bir dönüm noktası olmuştur. Bu savaş Müslümanların özgüvenini tazelediği gibi Müslümanların bu başarısından rahatsız olanlar nezdinde muhalefet ateşinin fitilini yakmıştır. Bedir sonrası askerî faaliyetler sıklaşmıştır. İçte ve dışta mücadele zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Muhatap olarak müşriklerle yaşanan savaşlar, dini dönüşümün meydana getirdiği çalkantı karşısında müşriklerin pozisyon kaybetme kaygısından beslenmiştir. İçte ve dışta savaşı körüklemek isteyen figürler ve aktörler türemiş bunlara karşı tedbirler alınmıştır. Bu sırada rol alanların Mekkeli müşriklerle akrabalık ya da dostluk ilişkilerinin olduğu aşikârdır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Sa'd, et-Tabakatu'l-Kübra, Beyrut 1985, III, 227; krş. Mehmet Azimli, “Bedir Savaşı Çerçevesinde Bazı Mülahazalar”, Bilimname, XVIII, 2010/1, 7-20.
2) Muhammed Hamidullah, İslam Tarihi Dersleri, Beyan Yayınları, Çev. Ruhi Özcan, Redaksiyon: Vecdi Akyüz, İstanbul 2013, s. 91.
3) Ramazan Hurç, “Allah Resulü Müşriklere Önemli Görevler Verdi mi?”, Diyanet İlmi Dergi, Cilt: 39 - Sayı: 4 , Ekim-Kasım-Aralık 2003, s. 95.
4) Mahmudov, 487-493.
~~~~ * ~~~~
Yahudiler
Risalet döneminde Yahudiler, Yesrib başta olmak üzere genelde Hayber, Vâdil’Kurâ, Teymâ, Maknâ, Fedek, Tâif ve Yemen gibi bölgelerde yaşıyorlardı. (1) Kendilerine ait köyleri ve kaleleri vardı. Yahudilerin Hicaz bölgesine yerleşme zamanı, kesin bilinmemekle birlikte (2) M.Ö. 7. Yüzyılda Buhtunnasr’ın Babil sürgünü veya Miladî birinci yüzyılda Titus’un Kudüs’e saldırması sonrası başlamıştır. (3)
Yahudiler, Evs ve Hazrec kabilelerinden önce Medine’ye yerleşmişlerdi. Evs ve Hazrec ise Yemen’deki Ma’rib Seddinin yıkılması sonrasında bölgeye gelmişler, (4) bölgeyi sahiplenip kaynaşmışlardı. (5) Bu durum Yahudiler için bir avantaj olmuş ve Medine’nin en önemli unsuru haline gelmişlerdir. Yerel kabileler, Medine’de zamanla etkili hale gelen Yahudilerin hâkimiyetinden kurtulmak için çevre devletlerden zaman zaman yardım istemek zorunda kalmışlardır. (6) Aslında anlaşmazlık olduğunda, özellikle de liderlik mücadelesinde komşu ülkelerden veya etkili kişilerden hakemlik talep etmek, Yahudi geleneğine de yabancı değildir. (7) Böylece hem Yesrib’deki Araplar hem de Yahudiler Hz. Peygamber’in Mekke’den gelip başlarına lider olmasını önemli bir direnişle karşılamamışlardı. Bu durum Hz. Peygamber’in müşriklerle açık mücadelesinde bir güven oluşturmuş iken Yahudilerin gizli muhalefetine neden olmuştur. Yahudilerin bölgedeki varlıklarının tarihi ile, edinmek istedikleri yer, Hz. Peygamber karşısında mücadeleye girişmelerinin arka planını oluşturmada müessirdir.
Müslümanların Yahudilerle savaşları, müşriklerle olandan bağımsız değildir. Medine’de Müslümanlarla iç içe yaşamaya başlayan ve onların varlığından rahatsızlık duyan bu insanların, daha önce işaret edildiği üzere onları buradan da çıkarmak için arayışlar içine girmeleri Müslümanlarla karşı karşıya gelmelerine neden olmuştur. Bu gelişmelere Müslümanların sessiz kalması şüphesiz öncelikle Medine’deki varlıklarını tehlikeye sokacağı gibi İslam davetinin de geleceğini karartabilirdi. Buna binaen Yahudilerle karşı karşıya gelmek zorunlu bir hal almıştı. Ancak bu öncelikle Yahudilerin bir tercihidir. Bedir savaşı sonrası Müslümanların konumlarını tahkim ettikleri ortaya çıkınca başta Hz. Peygamber’e olmak üzere Müslümanlara yönelik tehditkar davranışlar içine girmeye başlamışlardır. Lideri öldürerek Müslümanların konumunu zayıflatmak ve kendilerinin pozisyonunu güçlendirmek istemişlerdir. Düşmanlık içine giren ve düşmanla iş birliği yaparak Medine’deki ortamın güvenliğini tehdit eden gruplara karşı Hz. Peygamber de karşı tedbirler almıştır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İsmail Hakkı Atçeken, Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri, Marifet Yayınları İstanbul 1996, s. 41; Ömer Faruk Harman, “Yahudilik (İslam Kaynaklarına Göre)”, DİA, İstanbul 2013, XXXXIII, 220- 226;
2) Hamidullah, İslam Peygamberi, s. 553.
3) Taberî, Ibn Cerir, (ö: 307/923.), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, Dârü’l-Fikr, Beyrut 1987, 1/536; İbn Kesîr, Ebû’l-fida İsmail b. Ömer b. Kesir el-Kureşî, el-Bidaye ve’n-Nihaye, thk. Abdullah Abdülmuhsin et-Türkî, Beyrut 1997, II, 319; Hayrullah Örs, Musa ve Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul 2013, 265; Eyüp Baş, İslâm’ın İlk Döneminde Müslüman Yahudi İlişkileri, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2004, 23; Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Hicaz”, DİA, XVII, Ankara 1998, s. 432-437.
4) Köksal, Asım, İslam Tarihi, Şamil Yayıncılık, İstanbul 2012, 1, 433-444; ZekiyeSönmez, İslam’ın Ortaya Çıktığı Dönemde Arap Yarımadasında Hıristiyanlık, TDV Yayınları, Ankara 2013, 192.
5) Mevdudî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi veHz. Peygamber’in Hayatı, Çev. Ahmet Asrar, Pınar Yayınları, İstanbul 2014, 2/75; Baş, s. 24.
6) Milattan önce, bir asır kadar varlığını devam ettirmiş Haşmoniam krallığı yıkılmak üzere iken, iki kardeş aralarındaki taht kavgalarında hakem olarak Roma imparatorluğundan yardım istemişlerdir. Bk. Belazurî, Ebü'l-Abbas Ahmed b. Yahya b. Cabir (ö: 279/892), Futûhu’l-Buldan, çev. Mustafa Fayda, K.B. Yayınları Ank. 2002, 35; krş. Baş, 25.
7) Sönmez, s. 28.
~~~~ * ~~~~
Bedir galibiyeti sonrasında antlaşmaların bozulmasına dönük önde gelen Yahudilerin girişimlerini ve tahriklerini akamete uğratmak için Hz. Peygamber, Asma bint. Mervan, Ka’b b. Eşref ve İbn Süneyne gibi kişilerle uğraşmak durumunda kalmış, grup olarak da Beni Kaynuka bertaraf edilmiştir. Bu vakaların gelişmesinde son kıvılcım mahiyetinde anlatımlar olsa da (1) ana sebep, Müslümanların güç kazanmaları ve Yahudilerin bölgede zemin kaybına uğramalarıdır. Bunlar aynı yıl içinde gelişen ve birbirinden bağımsız olmayan vakalardır. Bir başka yönüyle Müslümanların müşriklere karşı savaşa girişmeleri Yahudiler için bir fırsat oluşturmuş gibidir. Onlar da bu fırsatı değerlendirmeye teşebbüs etmişler ancak başarısız olmuşlardır. (2)
Benî Kaynuka ve ileri gelen kimi Yahudilerin içine düştükleri bu durum bölge Yahudilerini de etkilemiş olmalıdır. Başlangıçta Müslümanların müşriklerle olan mücadelesini kendileri için fırsat gören kimi Yahudi gruplar kendi başlarına başarılı olamayacaklarını görünce Mekkeli müşriklerle işbirliğine gitmişlerdir. Nitekim Uhud savaşı sonrasında Beni Nadîr Yahudileri, Hendek savaşı sonrasında ise Benî Kureyza Yahudileri Müslümanlar için bir tehdit unsuru olmaktan çıkarılmışlardır. (3) Üç yıl gibi bir süre içinde gelişen olaylar dizisi şüphesiz ki birbiriyle son derece ilintilidir.
Müslümanlar için yakın tehdit olmaktan çıkarılan Yahudi toplulukları, sürgün oldukları bölgelerde de geçmişin intikamını alma hevesine kapılmışlardır. Bölge halklarını Müslümanlar aleyhine kışkırtmışlardır. Hayber, Fedek, Vadi’l-Kura gibi seferlerin arka planında Medine için tehdit olmaktan çıkarılan Benî Kaynuka, Benî Nadîr, Benî Kureyza tecrübesinin olduğunu düşünmek zor değildir.
Hıristiyanlar
Siyer kaynaklarında Risalet dönemi savaşlarının muhatabı olması yönüyle bu grupla ilgili olarak dinî kimlik yerine siyasî kimlik vurgusu tercih edilmiş ve Bizans veya Rumlara nispetle anlatımlar yapılmıştır. (4) “Bizans” adı, Doğu Roma İmparatorluğu için kullanılmıştır. (5) Bizim burada Hıristiyan başlığını tercih etmemiz ise önceki başlıklarla uyum sağlaması amacıyladır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örn. bk. Vakıdî. 1, 76; İbn Hlşam. V, 277; Belazûrî, I, 363; krş. Mehmet Azimli, “Siyer Yazıcılığının Problemlerine Bir Örnek -Beni Kaynuka Savaşının Sebebi-“ İslami İlimler Dergisi, Yıl 3. Sayı 2, Güz 2008 (175-I 83).
2) Ebû Davud, “Kitabü’l-Harac ve’l-İmare ve’l-Fey’”, 22; Krş. Baş, s. 49.
3) Haşr, 59/2.
4) Vakidî, Muhammed b. Ömer b. Vakidî, Kitabü’l-Megazî, thk. Marsden Jones, Beyrut 1984, III, 990, 1117.
5) Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çev. Fikret Işıltan, ttk yayınları Ankara 1981, s. 9.
~~~~ * ~~~~
Arap yarımadası göz önüne alındığında Hıristiyan toplumların nüfusu fazla değildi. (1) Bununla birlikte Yarımadanın çevresi Hıristiyan devlet ve kabilelerle çevrilmişti denilebilir. (2) Buna rağmen kaynaklarımızda Rum veya Bizans siyasî kimliğinin muhatap kitlesi olarak tercih edilmesi, bu kimliğin baskın olması nedeniyle olsa gerektir.
Hicaz’da Hıristiyanlık erken dönemden beri vardı. (3) Risalet döneminde Arap yarımadasının etrafında Hıristiyan kabile ve toplumlar mevcuttu. (4) Bölgeye Hıristiyanlık, Roma ve Habeşistan aracılığıyla bir de Sasanî İmparatorluğunun Hıristiyan esirleri ile girmişti. İslam, Hicaz coğrafyasında Hıristiyanların kısmen merkezî yönetim ve merkezî kiliseden uzaklaştığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. (5) Hz. Peygamber’in risaletle görevlendirildiği dönemin, iki önemli gücünden biri Bizans’tı. Roma İmparatorluğunun devamı olarak 330-1453 yılları arasında Balkanlar’dan Anadolu’ya, Suriye, Filistin ve Mısır bölgelerine kadar hâkimiyet kurmuş ve İslam tarihi boyunca Müslümanların siyasî rakibi olarak tarihte yerini almış bir güçtü. Bizans, Müslümanların yakın muhatabı olan Yarımada’nın bazı bölgeleri ile Suriye, Filistin ve Mısır üzerinde etkili idi. (6)
Mekke döneminde Müslümanların Hıristiyanlarla ilişkileri genelde dostane ve olumlu bir şekilde geçmişti. (7) Medine’de ise az sayıda Hıristiyan vardı. Bu dönemde Hıristiyan azınlık ile ilgili kaynaklarda her hangi bir sorundan bahsedilmemektedir.
Risalet dönemi savaşlarının muhataplarından sayılan alışageldik ifadesiyle Bizans (8) ve Müslümanlar arasında doğrudan denilebilecek bir savaştan bahsetmek mümkün değildir. Bizans etkisi altında veya siyaseten Bizans’a bağlı durumda olan Müslümanlara yakın coğrafyaya yönelik az sayıda askerî harekât gerçekleşmiştir. Mûte, (9) Tebük (10) ve Dûmetu’l-Cendel (11), Übnâ(12) gibi askerî seferler bu bağlamda değerlendirilebilir. Mûte, Tebük ve Übnâ bölgeleri aynı güzergâh üzerinde olan ve aynı karakter ve sebepler üzerine inşa edilen seferlerdir. Buralara yönelik seferler Müslümanların kendilerini siyaseten gösterme ve bir güç olarak muhataplarına görünme amacındadır denilebilir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 617.
2) Sönmez, 91, 116, 121.
3) Günaltay, 89.
4) Sönmez, s. 87.
5) Sönmez, 26.
6) Işın Demirkent, “Bizans”, DİA, İstanbul 1992, VI, 233-244.
7) Sönmez, 185
8) Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 331.
9) İbn Hişam, Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî el-Meâfirî el-Basrî el-Mısrî (ö. 218/833), es-Siyretü’n-Nebeviyye, thk. Mustafa es-Seka- İbrahim el-Ebyarî- Abdülhafız Şelebî, Darü’l-hayr, Dımeşk 1992, IV, 12.
10) İbn Hişam, IV, 125.
11) Bu bölgeye iki sefer yapıldığı anlaşılmaktadır. Krş. İbn Hişam, III,133, 169.
12) İbn Hişam, IV, 218.
~~~~ * ~~~~
Hz. Peygamber’in elçisinin öldürülmesi (1) Müslümanlara yönelik bir gözdağıdır. Hz. Peygamber de Mûte ile karşılık vermiş Müslümanların siyaseten var olduklarını ve kendi hukuklarını koruyabileceklerini ifade etmek istemiştir. Tebük ve Übnâ seferlerinde de aynı hedef gözetilmiştir.(2) Dumetü’l-Cendel de Tebük’ten idare edilen bir seferle kontrol altına alınmıştır. Pek tabii ki bu bölgeler Bizans siyasi hâkimiyetindeki bölgelerdir. Hz. Peygamber’in Mûte’ye kadar uzanan bölgeye vefatından önce Üsame b. Zeyd komutasında yeni bir sefer düzenlemek istemesi de yine Bizans hakimiyetindeki coğrafyada Müslümanlara karşı süregelen hareketlilikler üzerine gündeme gelmiştir. Bu gelişmeler muhtemelen Bizans merkezi hükümetini de insiyatif almak noktasında etkilemiştir. Bu dönemde Hıristiyan kabile ve gruplara yönelik 7 kadar askerî harekât yapıldığı söylenebilir. (3)
Risalet Dönemi Savaşlarının Sebeplerine İlişkin Temel Algılar
Risalet dönemi savaşlarının değerlendirilmesinde genelde üç ana çizgi göze çarpar. Bunlardan birincisi, siyer kaynaklarının ortaya koyduğu bakış açısı doğrultusunda inşa edilmiştir. (4) Bir diğer eğilim ise oryantalizmin seküler değerlendirmeleriyle şekillenmiştir. Buna göre Risalet dönemi savaşları, maddî umutlarla, siyasî hâkimiyet, ekonomik imkânları artırmak amacıyla yapılmıştı. (5) Üçüncü bir çizgi daha vardır ki bu da iki algının etkisinde gelişmiş modern dönem insanının anlayışına hitap ederek savaşların felsefesini izah üzere ortaya çıkmıştır. (6) Oryantalist söylemin dikkate alınmasıyla daha tatmin edici, meşruiyet zeminini güçlendirmeye yönelik yorumlar yapılmaya çalışılmıştır. (7) Batı ile yüzleşme sonrası üçüncü eğilimin popüler olduğunu ve bu yorum tarzının daha da gelişeceğini söylemek mümkündür.
İslam tarihi boyunca Müslümanların meşruiyete önem vermeleri ayrı ayrı her savaşın nedensel zeminini izaha gayret etmeleri dikkate değer bir durumdur. Tarihsel süreçte bu meşruiyet hassasiyetine uygun düşmeyen uygulamalar olsa bile Müslümanların bu çizgiyi yazılı ve sözlü dilde muhafaza etmiş olmaları, kendilerinin savaşlara ilişkin duruşlarını ortaya koyması bakımından önemlidir. Ayrıca Risalet döneminin savaşlar açısından doğru bir şekilde anlaşılmasına katkı sağlamak üzere, muhatapların anlayışlarına uygun bir dil ile aktarılması yönüyle üçüncü seçenek avantajlı bir tercih olarak da görülebilir. Zira oryantalizm etkisinde gelişen anlayışlar, Müslümanların kullandığı dil üzerinden tarihin aktarımının nasıl bir algı oluşturduğunu göz önüne sermesi yönüyle de karşı algının anlaşılmasına katkı sağlamaktadır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Sa’d, II, 92; İbn Hişam, IV, 12.
2) Hamidullah, I, 336.
3) Mahmudov, 487-493.
4) Örn: Lütfullah Ahmed, Rahmet ve Savaş Peygamberi, Hzr. Sadık Albayrak, İstanbul 1983; Ahmed Cevdet Paşa, Örnek Hayat Hz. Muhammed, yayınlarıhzr. Ahmed Şahin- Mehmet Dikmen, İstanbul 2006; Şadi Eren, Kur’an Işığında Cihad ve Savaş, İstanbul 1996.
5) Örn. Leone Caetani, İslam Tarihi, Çev. Hüseyin Cahit, İstanbul 1924; Corci Zeydan, İslam Medeniyeti Tarihi, çev. Zeki Megamiz, sad. Mümin Çevik, Üçdal Neşriyat, İstanbul 1976.
6) Örn. Hamidullah, a.g.e ; Mahmudov, a.g.e.; Ahmet Çelebi, İslam Düşüncesinde Cihad ve Savaş Siyaseti, Çev. Abdullah Kahraman, İz Yayınları İstanbul 1994.
7) Örn. bk. Mehmet Azimli, “Benu Kureyza Kuşatması ve Sonucu Hakkında Bazı Düşünceler”, Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2008, cilt: 10, sayı: 2, s. 23-32; Mehmet Azimli, “Siyer Yazıcılığının Problemlerine Bir Örnek -Benî Kaynuka Savaşının Sebebi”-, İslâmî İlimler Dergisi, 2008, cilt: III, sayı: 2, İslâm Tarihçiliği sayısı, s. 175-183.
~~~~ * ~~~~
Risalet dönemi savaşlarının manevi boyutunu göz ardı ederek mahza seküler mantık ile değerlendirmek, o dönemin sosyolojisini ve psikolojisini anlamamak demektir. Bu manevî boyut hem İslam’ı hem Müslümanları hem de insanları korumayı, sorumluluk olarak üzerine almaktadır. Müslümanların tavırları ile İslam’ın tavrını birbirinden ayırmak gerekir. İslam ilkesel tavırlar koymuştur. Müslümanların tavırları ise her zaman bu ilkeyi koruyamamış olabilir. İslam’ın tavrını Kuran ve Hz. Peygamber’in davranışlarına göre tespit edebiliriz. Hz. Peygamber’in olaylar karşısında ortaya koyduğu davranışlar bu anlamda veri özelliği taşır.
Bu dönem savaşlarının kaynaklardaki yorumları, konularla ilgili müelliflere ulaşan haberler ve müelliflerin yorumlarından ibarettir. (1) Dolayısıyla tarihsel olarak Risalet dönemini tamamen yansıttıkları da söylenemez. Her halukârda Risalet dönemi savaşlarını meşru bir zeminde gerçekleşmiş savaşlar olarak görüyoruz. Kaynaklardaki askerî seferlerin, muhtelif ilim adamlarınca yapılan tasnifleri (2) değerlendirildiğinde, üç ana başlık oluşturulabilir.
Siyasî, Askerî ve Sosyal Algılar
Risalet dönemi savaşlarının sosyo-siyasî ve askerî yönlerini ön plana alarak bu savaşların bir kısmını kategorize etmek mümkündür. İstihbarat, düşmanca davranışlara mukabelede bulunmak, misilleme gibi yorumlar, tikel düzeyde savaşların anlaşılmasına hizmet eder. Bununla birlikte genel resim ihmal edilmemelidir. Bedir, Uhud ve Hendek savaşı ve bu savaşların öncülü istihbarî ve yoklama mahiyetindeki hareketlerin hepsi bir arada değerlendirilerek müşriklerle yapılan savaşların anlaşılması mümkündür. Bu savaşların hiçbiri bir diğerinden bağımsız değildir. Dolayısıyla tekrar ifade etmeliyiz ki bir askerî hareketten yola çıkarak ne birebir o savaşın anlaşılması ne de genellemelerle diğerlerini anlamak imkânsız gibidir.
Bu başlık altında itiraz görebilecek en önemli husus, Müslümanlara düşmanlık gösteren kişilere yönelik özel görevli seriyyelerin birer suikast olarak değerlendirilmesidir. (3)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örn. İbn İshak, Muhammed b. İshak b. Yesar, (ö. 151/768), Kitübü’l-Mübtedei ve’l-Mebas ve’l-Megazî, Thk. Muhammed Hamidullah, Konya 1981, s. 19.
2) Mahmudov, 487; Şulul, Kasım, İlk Kaynaklara Göre Hz. Peygamber Devri Kronolojisi, İnsan Yayınları İstanbul 2003; Hamidullah, Muhammed, Hz. Peygamber’in Savaşları, çev. Salih Tuğ, Yağmur Yayınları, İstanbul 1991, s. 48; Kutluay, Abdülaziz, Hz. Muhammed (s.a.v.)'in Savaşları ve Sebepleri, İpek Yayınları, İstanbul ty.
3) S. Özdemir, s. 178; Mahmudov, s. 362.
~~~~ * ~~~~
Sebep olarak da bu kişilerin Hz. Peygamber’e ve İslamî değerlere hakaret etmeleri gösterilmiştir.(1) Bir başka ifadeyle bu kişilere yönelik alınan kararların sebepleri bağlamında, hakaret konusu ön plana çıkarılmıştır. Hâlbuki siyerin en güvenilir kaynağı olan Kur’an’da bu bağlamda ilişkilerin değerlendirildiği ayetleri görebiliyoruz. (2) Kâfirlerin değerlerine hakareti yasaklayan ve böylelikle onların da hakaret etmesinin önüne geçmeyi öngören bir yaklaşım vardır. Onların hakaretleri karşısında ölüm emri olmadığı gibi savaşla ilgili ayetlerde de kâfirlerle savaşın gerekçesi olarak onların hakaretleri söz konusu edilmemiştir.
Gerçekte bu kişilerin öldürülmesi için gönderilen askerî seriyyelerin sebepleri, savaş şartlarında oluşmuştur. Aksi halde düşmanlığın olduğu yerde tarafların birbirlerini itham edici üsluplar kullanması psikolojik bir savaştır. Kur’an’da bu anlamda hem kitap ehlinden hem de müşriklerden eziyet verici davranış ve sözleri işitmelerinin mümkün olduğu, buna karşı ise Müslümanların sabretmelerinin doğru olacağı belirtilmiştir. (3) Kaynaklarımızda bu operasyonlarla ilgili rivayetlerin aşırı detaylar vermesi (4) bir başka şüphe oluşturabilecek husustur. Ayrıca öldürülen kişilerle ilgili dramatik anlatımların olması, mağdur psikolojisi oluşturabilecek yorumların yapılması, rivayetlerin ihtiyatla karşılanmasını gerektirmektedir. Hz. Peygamber’in, emzikli bebeği olduğu ifade edilen Asma bnt. Mervan’ı henüz göğsünü emen bebeğinden ayırıp öldürttüğünü, (5) 120 yaşındaki Ebû Afek’in aleyhte kışkırtma nedeniyle öldürülmesini (6) emrettiğini düşünmek, Hz. Peygamber’in daha ağır suçları affedişi ile telif edilemez. Bu anlatımlar sözlü rivayet geleneği çerçevesinde müelliflere ulaşan rivayetlerin ravileri ile ilgili bir sorun olsa gerektir. Hz. Peygamber bu insanların öldürülmesine Müslümanlarla olan savaş şartları nedeniyle karar vermiş olabilir. Ayrıntı ve dramatik anlatımların da abartı olarak değerlendirilmesi gerekir. Gerçekten de Hz. Peygamber, hakaret nedeniyle insanları öldürme kararı alacak olsaydı, Mekke döneminde iken bu anlamda sicili kabarık kişilerden bahsetmek mümkündür. (7) Kur’an bu insanlar için mukabil dili kullanmayı bile nehyetmiştir. (8) Bunlarla ilgili ileride ifade edildiği üzere Müslümanlara sabır ve iyilikle muamele tavsiye edilmektedir. (9)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Örn. Bk. Vakidî, I, 225, 227, 236, II, 215; Krş. Mahmudov, s. 362-382; S. Özdemir, s. 178-9.
2) Ali İmran 3/176, 186.
3) Âli İmran, 3/186.
4) Buharî, “Megâzî”, 15; Müslim, “Cihad”, 119; Ebû Davud, Süleyman b. Eş’as b. İshak el-Ezdî esSicistanî,Sünen, thk. Muhammed Avvame, Çağrı Yayınları, İstanbul 1993, “Cihad”, 169.
5) Vakidî, Megâzî, I, 135.
6) Vakidî, Megâzî, 1, 136.
7) İbn Sa’d, I, 200-201.
8) Âli İmran, 3/186; Enâm, 6/108.
9) Nisa 4/77.
~~~~ * ~~~~
Yine eğer Hz. Peygamber hakareti öldürme sebebi sayacak olsa idi münafıkların reisi olarak bilinen Abdullah b. Übey için yapması gerekirdi. Zira o Hz. Peygamber’e hakaret eden, ifk hadisesinde rol alan, Mescid-i Dırar’ın inşasına destek veren, nihayet Hz. Peygamber’e düşmanlık konusunda öldürülmesi emredilenlerden aşağı kalır yanı olmayan hatta daha beterini yapan (1) bir kişidir. Durumu Kur’an tarafından da teyit edilmiştir. (2) Siyasi, sosyal ve askerî nitelikli savaşların tasnifini yaparak konuyla ilgilenenlerin rahat takibini yapabilmesi için başlığımız altında zikredilebilecek askeri hareketlere tablo halinde yer vermek istiyoruz.
Tarihsel süreçte maddî unsurların devlet politikası haline geldiğini söylemek mümkün olmakla birlikte (1) Risalet dönemi için bunu söyleyemeyiz. Risalet dönemi askerî hareketlerinde ganimet, öncelenen bir durum değildir. (2) Bununla birlikte sadece Mekkelilere ait kervanları hedef alan seferlerin, Müslümanlar açısından birincil önemi olmasa bile düşman acısından önemli olduğu aşikârdır. Kimi Müslümanların buna önem vermiş olması da insanî bir durumdur. (3) Müslümanların kervanlara saldırmayı kendileri için meşru bir hak gördüğünü de söyleyebiliriz. Zira müşriklerle yapılan savaşların arka planında Mekke döneminde yaşanan ve savaş sebebi olabilecek tecrübeler vardır. Bu yönü ağır basan askerî operasyonların meşruiyet sorunu oluşturduğuna dair bilgimiz yoktur. Ayrıca önemli bir husus; kaynaklarımızda zikredilen kervanlara yönelik saldırıların istisnasız tamamı, Kureyş kervanlarına yöneliktir. (4) Bu da kervandan ziyade kervan sahipleriyle bir sorun olduğunu gösterir. Müslümanların hedefinde olan coğrafya kervan güzergâhıdır. Birçok kabile ve devlete ait kervanlar bu güzergâhtan geçmektedir. (5)
Risalet dönemi savaşlarında kimi zaman ganimet elde etme imkânı varken bundan sarfı nazar edilmesi, amacın ganimet olmadığını gösterir. (6) Ganimetin teşvik amacıyla kullanılması, (7) savaş kararı alındıktan sonra gündeme gelmiştir. Savaş ortamının oluştuğu durumlarda düşman konumunda olan hedeflerin özellikleri ve savaş sonucunda elde edileceklerin zikri bağlamında değerlendirilmelidir. Ganimetlerin ciddi olarak gündeme gelmesi Bedir Gazvesiyle olmuştur. (8) Kaynaklarda geçmemekle birlikte, hedefteki Kureyş kervanının, Müslümanlara yönelik gerçekleştirilecek saldırıların altyapısını oluşturmak üzere düzenlendiği ifade edilmiştir. (9) Bununla birlikte Mekke döneminde Müslümanlara ve sahip oldukları
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İsrafil Balcı, İlk İslam Fetihleri –Savaş-Barış İlişkisi, Pınar Yayınları, 1stanbul 2011, s. 322.
2) Nisa 4/94; krş. M. İzzet Derveze, Allah Yolunda Cihad, çev. Ali Aslan, İlkbahar Yayınları, İstanbul ty. s. 155.
3) Kur’an bu durumu eleştirmiştir. krş. Enfal 9/67-69.
4) Acar, Cah. ve Ris. Dön. Sav. Olgusu, s. 251.
5) Nebi Bozkurt-Mustafa Sabri Küçükaşçı, “Medine”, DİA, İstanbul 2003, XXVIII, 305-311.
6) Bedir savaşı sonrasında Ebû’l-As komutasında bir kervana yönelik harekâtta ganimetler sahiplerine el dokunulmadan iade edilmiştir. Bir başka örnek Uşeyre Gazvesidir. Bk. İbn Hişam, II, 400; Taberî, Tarih, IV, 240-1; Çelik, Hüseyin, “Fey ve Ganimet Ayetleri Çerçevesinde Hz. Ömer’in Sevad Arazisi Hakkındaki Uygulamasının Değerlendirilmesi”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2010, cilt: VIII, sayı: 15, s. 75-100; Mehmet Erkal, "Ganimet", XIII, 351-354; Hamidullah, Hz. Pey.Sav. 264-268; Krş. Acar, Cah. ve Ris. Dön. Sav. Olgusu, s. 251.
7) Bedir gazvesinde Hz. Peygamber şöyle demiştir: “Allah'ım! Onlar yaya ve yalın ayaktırlar, onlara binit ver. Allah'ım! Onlar açık ve çıplaktırlar, onları giyindir. Allah'ım! Onlar açtırlar, sen onları doyur. Fakirdirler, onları ikram sıfatınla zengin et.” Bk. Vakidî, Megâzî, I, 16; Ebû Davud, Sünen, II, 72.
8) Emin Işık, “Enfal Suresi”, DİA, Ankara 1995, XI, 236-7.
9) Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet, Çev.: Ö. Rıza Doğrul, İstanbul 1977, I, 225-226; Mustafa Ağırman, “Hz. Peygamber’in Katıldığı Savaşlarda Sivillerin Korunması Meselesi”, EKEV Akademi Dergisi, sayı: 1, c.1, by. 1997, s.117-128.
~~~~ * ~~~~
savaşlarının özellikle görünür nedeni kaynaklara tam olarak yansımayan ve “düşman saldırılarını yerinde savmak” şeklinde yorumlanan (1) seferler bu bağlamda anlaşılabilir.
Risalet göreviyle birlikte, Mekke döneminden başlamak üzere Hz. Peygamber ve arkadaşlarının, yaşadıkları toplumun ölçüsüz tepkileri karşısında, koruma ve korunma amaçlı olarak stratejiler geliştirmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Mekke döneminde; Habeşistan hicretleri, (2) Şi’b-i Ebî Talib’te bir araya toplanma (3) Taif yolculuğunun yapılması (4) ve nihaî olarak Medine’ye hicret; (5) bu koruma ve korunma ihtiyacının tezahürü olan süreçlerdir. Mekke dönemi boyunca Müslümanlara yönelik her türlü olumsuz davranış, sabırla karşılanmış ve mukabil davranışlar men edilmiştir. (6) Medine döneminde ise Müslümanların dış unsurlarla ilişkilerinde özellikle askerî tasarruflar sembol durumdadır. Sonuçları, sosyolojik ve siyasî yorumları bir yana bırakılırsa temel kaygı; Müslümanların da içinde bulundukları toplumun ve coğrafyanın huzura kavuşmasıdır. Daha geniş bir yorumla İslam davetinin önündeki engellerin kaldırılarak insana mahsus özgür iradenin tecelli edeceği alanların oluşmasıdır. (7) Bu durum, Hz. Peygamber’in nübüvvetle birlikte tüm hayatı boyunca gözettiği ana stratejiyi oluşturmaktadır. Bu stratejinin uzantılarını siyerin en önemli kaynağı olan Kur’an’da görmek mümkündür. Temel hedef, insanların bulundukları coğrafyada birbirine zarar vermeden yaşamalarıdır. Bu, evrensel bir ilke olarak geçmiş ümmetler için de olmazsa olmaz bir hükümdür. (8) Bu hükmün gereği olarak “korumak ve korunmak” bir emirdir. Savaşlar, varlıkların fıtratında olan bu ihtiyacın karşılanması sürecinde ancak meşru olabilir.
Mekke’de azınlık olan Müslümanlar, burada yaşama imkânlarını kaybetmişlerdi. (9) On üç yıllık bir süreç sonucunda Müslümanların bir yönüyle hüsnü kabul gördükleri yer Medine olmuştu. Ancak bir müddet sonra Medine’de de Müslümanları rahat bırakmayan bu müşrik zihniyet ve onlara ortak olan Yahudiler harekete geçmişlerdir. Bu davranışlarının bedelini de ödemişlerdir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mahmudov, s. 262.
2) İbn İshak, s. 194; İbn Hişam, II, 5.
3) Vakidî, Megazî, II, 828.
4) İbn Hişam, II, 46.
5) İbn Hişam, II, 94; krş. Nisa 4/97-100.
6) Nisa 4/77.
7) Mustafa Fayda, “Fetih”, DİA, Ankara 1995, XII, 467-470.
8) Bakara 2/84.
9) Enfal, 8/26-30; Şuara 26/34; krş. Mehmet, Paçacı “Kur’an’da Şiddete Karşı “Haklı Savaş”, Şiddet Karşısında İslam, DİB yayınları, İstanbul 2014, s. 143.
~~~~ * ~~~~
Hz. Peygamber, Hicret sonrası Müslümanların kendilerine yurt edindikleri bölgeye özellikle Mekkeli müşriklerin girmesini yasaklanmış ve yasağı takip etmek üzere bir kontrol mekanizması kurmuştu. (1) İşte ilk defa savaşa izin verilmesi de böyle bir zamanda gündeme gelmiştir. (2)
Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle izin verildi. Şüphe yok ki Allah'ın onlara yardım etmeğe gücü yeter. Onlar, haksız yere, sırf, "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı yurtlarından çıkarılmış kimselerdir. Eğer Allah'ın, insanların bir kısmını bir kısmıyla def etmesi olmasaydı, içlerinde Allah'ın adı çok anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler muhakkak yerle bir edilirdi. Şüphesiz ki Allah kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.
Bu ayet aynı zamanda savaşın meşruiyyet zeminini de açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Müslümanların varlıklarını ve değerlerini yok etmeye teşebbüs olarak yorumlanabilecek her davranış, meşru savaşın sebebi idi. Savaş açanlara, (3) din ve vicdan hürriyetinin tecellisine engel olanlara, insanları kendi yurdunda yaşayamaz hale getirenlere, zulüm ile baskı kuranlara, (4) düşmanlık gösterenlere (5) anlaşmaya ihanet ederek anlaşmalı olduğu insanların hayatlarını tehlikeye sokanlara, (6) birlikte yaşamanın zeminini kaybettirecek şekilde bozgunculukta bulunanlara karşı (7) savaşın meşruiyeti bu minvalde tanınmıştır. Tarafsız konumda olanlar da eğer tarafsızlıklarını bozarlar ve Müslümanların aleyhinde bir tavır takınırlarsa onlarla da savaşmak meşru olmuştur. (8) Yine zayıf kadınlar, erkekler ve çocukların, zulümden kurtarılmaları için savaşmak bir görev olmuştur. (9) Bu görev yerine getirilmediği takdirde bir bedelin olacağı da ifade edilmiştir. (10)
Haksız yere savaşa izin verilmemiştir. (11) Savaşın haklı bir sebebinin olması gerekir. (12) Düşmanı, zulüm yapacak kabiliyetten yoksun bırakıp (13) bu tehlikenin bertaraf edildiğine dair en küçük emare görüldüğü anda ise, savaşın bitirilmesi emredilmiştir. (14) Aşırılığa ve keyfiliğe asla müsaade edilmemiştir. (15) Tüm bu hususlar dikkate alınarak siyer kaynaklarındaki savaş nedenlerine ilişkin uzun anlatımların bir üst motife taşınması mümkündür. Hz. Peygamber’in savaşlarını tasnif ederken, ayrıntılara inerek oluşturulacak üst başlıkların birbirinden tamamen bağımsız olduğunu düşünmek mümkün değildir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Paçacı, s. 145.
2) Hac, 22/39-40; Bakara, 2/190-194; krş. Bakara 2/216.
3) Tevbe 9/36.
4) Bakara 2/216-217; krş. 2/246; Nisa 4/71, 74; Maide 5/22; Enfal 8/39; Muhammed 47/1, 4.
5) Enfal 8/8.
6) Enfal 8/56-57; krş. Tevbe 9/4.
7) İsra 17/4-5,
8) Nisa 4/91.
9) Nisa 4/75.
10) Tevbe 9/39, 41.
11) Araf 7/33.
12) Enfal 8/5.
13) Nisa 4/84; Maide 5/33.
14) Bakara 2/192 krş 2/190; Nisa 4/90; Tevbe 9/7.
15) Bakara 2/190; Enfal 8/61; İsra 17/33.
~~~~ * ~~~~
Siyasî nedenler başlığı ile ele aldığımız savaşları, düşmanlık nedeniyle yapılan savaşlardan hangi gerekçe ile ayırabiliriz? Savaşlar, teşekkül sürecinde olan bir toplumun kendi değerlerini koruma ve korunma ihtiyacından kaynaklanmış, çevresine duyarsız olmayan yüksek bir değerin varlık yokluk mücadelesi bağlamında tercih edilen bir seçenek olmuştur.
Sonuç
Gayrimüslimlerle dostluk kurma konusunda günümüz ilim adamları, farklı seviyelerde de olsa bir şekilde iletişim ve ilişkinin iyi ve dostça olması noktasında mutabıktırlar. Ancak bunun Kur’an ayetleri ve rivayetler çerçevesinde telifi müzakereye açıktır.
Dostlukla ilişkili siyer literatüründe çok sayıda kavram mevcuttur. Bunlardan hareketle dostluğun her türlüsünün gayrimüslimlerle Müslümanlar arasında yaşandığı görülmektedir. Mekke döneminde bu dostça davranışlar çoğunlukla müşriklerden Müslümanlara doğru gerçekleşirken, Medine döneminde ise genelde bir vefa örneği olarak Müslümanlardan müşriklere ve diğer gayrimüslimlere doğru gerçekleşmiştir.
Dost olmak ve düşman olmak birbirinin zıddı, siyasi nitelikleri de olabilen durumlardır. Bu iki kavramın literatürdeki genel karşılığı olan velâyet kavramı ile adavet kavramı da zıt anlamlara sahiptir. Konuyla ilgili ayetlerin ortaya koyduğu durum budur. Bu kavramın geçtiği ayetler göz önüne alındığı zaman velâyet ve ilgili diğer iletişim biçimlerinin sınırlandırılmasında düşmanlık edenler ve Müslümanların durumunu bir başka toplum karşısında tehlikeye düşürecek tarzda davranışlar belirleyici olmuştur.
Hz. Peygamber, nübüvvet görevinin gereği olarak her kesimden muhatap ile yakın ilişkiler kurmaya gayret etmiştir. Savaş gibi olağan üstü durumlar olmadıkça bu ilişkilerin inkıtaya uğramasına izin vermemiştir. Bu yaklaşım tarzı hem siyerin hem de Kur’an’ın temel karakteristikleri ile bütünlük içindedir.
Risalet dönemi savaşları bir sonuç olarak değerlendirilmelidir. Müşriklerle, Yahudilerle ve Bizans ve ona bağlı bazı kabilelerle yapılan savaşlar, Müslümanların hak ve hukukunun çiğnenmesi ve nihayet kendilerine yönelik bir tehdit algılaması neticesinde vuku bulmuştur. Her savaşın birebir incelenmesi bizi bu temel ilkeye götürmektedir.
Risaletle birlikte Hz. Peygamber ve Müslümanlara yönelik tepki, Müslümanların da zihinsel duruşunu etkilemiş ve Hicret sonrası koruma ve korunma amacıyla mukabele ihtiyacı doğmuştur. Bu süreci başlatan, Mekke’deki Müslümanların yaşadığı psikolojik ve sosyal baskılardır. Risalet dönemi savaşlarının sosyal, dini, siyasî, ekonomik gibi başlıklar oluşturularak değerlendirilmesi bir ana hedefin olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesine neden olmamalıdır.
Hz. Peygamber temelde üç toplum kesimi ile karşı karşıya gelmiştir. Bunlar bu coğrafyada yaşayan müşrikler, Yahudiler ve Arap Yarımadasını çevreleyen ve çoğunlukla Bizans ile Sasanîlerin hâkimiyet alanındaki Arap kabileleridir. Bunlarla yapılan savaşların tamamı, Müslümanların hukukunu ve geleceğini korumak ve korunmak adına gerçekleştirilmiştir. Bu yorum, aynı zamanda genel İslamî prensiplerle de uyum göstermektedir.
Risalet dönemi ile ilgili tarihsel anlatımların, genel İslamî ilkeler ile izdüşümlü olması gerekir. Kur’an’ın mübelliği olan Hz. Peygamber’in tasarrufları, her yönüyle onunla uyumludur. Bu uyuma aykırı olabilecek yorumlar ayıklanmalıdır. Siyer kaynaklarının önemli bir kısmının, sözlü kültürün yazıya geçirilmesi gibi bir süreçten geçerek telif edildiği de düşünülürse makul bir çerçeve oluşturmak mümkün olacaktır.