24 Şubat 2011 Perşembe

ŞEHİD METİN YÜKSEL

   ŞEHİD METİN YÜKSEL  
     Yüksel şahadetinin 32. yıldönümünde hayatını kaybettiği noktada ve kabri başında anıldı.
     Fatih cami avlusunda vurularak hayatını kaybeden Metin Yüksel, şahadetinin 32. yıldönümünde hayatını kaybettiği noktada ve kabri başında anıldı. Yüksel’in Fatih camiinde hayatını kaybettiği noktaya güller bırakıldı.
     Konuşmanın ardından bütün şehitler için dualar edildi. Grup daha sonra kortej halinde Metin Yüksel’in Edirnekapı’da bulunan mezarına yürüyerek kabri başında dua etti.
    METİN YÜKSEL KİMDİR?
     Metin Yüksel 17 Temmuz 1958 yılında, Bitlis’in Nurşin İlçesine bağlı Deştedari köyünde dünyaya gelmiştir. Babası zamanın ünlü alimlerinden Sadrettin Yüksel, annesi doğunun en tanınmış şeyhi, Şeyh Mahsun’un kızı’dır.
     İlköğrenimine Bitlis’te başlayan Metin Yüksel1965 yılında, ailece İstanbul’a yerleşmeleri sebebiyle ilköğrenimini, Hüsam Bey Mahallesi'ndeki Aksemseddin Ilkokulu'nda tamamlar. Daha sonra Sinan Ağa Mahallesi'ndeki Gelenbevi

     Ortaokulu'na kaydolur. Orta öğrenimine devam ettiği sırada da babasından Kur'an-ı Kerim ve temel İslâmı bilgilerle alakalı dersler alır. Yüksel, ortaokul 2. sınıfa geldiğinde ise ortaokula devam etmek istemez ve okulunu bırakır.
     Ortaokulu bıraktıktan sonra o dönem İslâmi camiada aktif olan teşkilatların çalışmalarına katılmaya başlar. Bir dönem MTTB’nin (Milli Türk Talebe Birliği) yaptığı çalışmalara katılır.  Bir süre sonra MTTB'deki çalışmalar Metin Yüksel 'i tatmin etmez. O yıllarda yeni kurulmaya başlanan Akıncılar Teşkilatı'nın şube açma iznini alır ve bazı arkadaşlarıyla birlikte Fatih Akıncılar Teşkilatı'nı kurarlar. Fatih Akıncılar Teşkilatı kısa bir zamanda Türkiye'nin en aktif Akıncılar teşkilatı haline gelir.
     26 Ekim 1977 günü  Darüşşafaka Lisesi'nin önünde Metin Yüksel ve 3 arkadaşı sol gruplardan 8 kişinin silahlı saldırısına uğrar. Metin Yüksel ikisi midesine, biri de dizine olmak üzere 3 kurşun yarası alır. Hemen Vakıf Guraba Hastanesi’ne kaldırılıp tedavisi yapılır. Bu 3 kurşundan 2’si çıkarılır, bir tanesiyse şehit olana kadar vücudunda dolaşmaya devam eder.  Metin Yüksel artık davası uğruna yaralanmış bir gençtir. Bu olay Metin Yüksel 'in çalışmalarının daha da artmasını sağlayan bir olay olur.
     Metin Yüksel ve arkadaşları, Akıncıların büyümesinden rahatsız olan ülkücülerin, buradaki genç Akıncılar’ı rahatsız ettiklerini öğrenir. Ve 23 Şubat günü Cuma namazından önce Akıncılar, şimdiki Fetih Yurdu’na giderek abdestlerini alırlar ve ardından Cuma namazını kılmak için Fatih Camii’ne giderler. Namaz çıkışı Ali Bilir, Metin'in arkasından 3 kere kısa aralıklarla 'Metin dur!' diye bağırdı. Üçüncü bağırmasından sonra, iki eli de parkesinin  cebinde olan Metin, sağ elini çıkarıp öne doğru uzatarak, 'Gelin konusalım' dedi. Metin sözünü bitirir bitirmez, Ali Bilir ve yanındaki arkadaşları silahlarını çekerek, ateş etmeye başladılar.
     Metin Yüksel hayatını kaybetmişti. Metin Yüksel'in hayatını kaybettiği haberini alan on binlerce İstanbullu, Fatih Cami'inin avlusunu hınca hınç doldurdu. Vasiyeti gereği Metin Yüksel’in cenazesi yurdun diğer yerlerinden gelen Müslümanların katılımını sağlamak için birkaç gün bekletildi.

ŞEHİD METİN YÜKSEL



ŞEHADET BİR ÇAĞRIDIR,TÜM NESİLLERE VE ÇAĞLARA
     Böyle diyordu şehid Metin Yüksel… Çağları aydınlatacak yegane yolun Allah yolunda ölmek olduğunu haykırdı Fatih Camiinin avlusuna akan temiz kanlarıyla. O aşk ehliydi…
     Şehadete susamışlığı ve kendisinden sonra gelenlere emanet ettiği mücadele bilinci uğruna hayatını verdiği sevdasıydı…
     Metin Yüksel, her zaman kardeşlerinin yardımına koşabilmek ve kardeşlerinin dertlerine derman olabilmek için çaba sarfediyordu. Hayatını İslam Ümmetininin dirilişine adamıştı. Mahalle mahalle, şehir şehir koşuyordu İslam’ı tebliğ edebilmek için.
     Metin bir gün gençlerle ders yaparken diğer bir gün fakirlere yardım için koşuyordu. Bir gün mitingde en önde yürürken diğer bir gün Müslümanların izzetini korumak için İslama savaş açanlara karşı mücadele veriyordu.
     İslam coğrafyasındaki olayları çok iyi takip edip, zulüm gören kardeşlerine destek için en önde haykırıyordu hakkı. Şehidlerin ardından imrenerek bakardı hep. ”Şehadet inkılabın habercisidir” diyordu. Cihadı kuşanıp, Şehadeti koymuştu dualarının başına.
Daruşşafaka Lisesinin önünde kurşunlandığında Şehadet şerbetinin tadını hissetmişti…Koministlerin silahından çıkan üç kurşun vucuduna isabet etmişti. Davası için yaptığı faaliyetlerde hiç bir zaman korkmadı, geri durmadı, tereddüt etmedi Metin. Kafirlerin karşısında Uhud Dağı gibi dimdik ayakta durdu. Mücadelesini hayatının sonuna kadar yılmadan, yorulmadan devam ettirdi. Geceleri kendi eliyle hazırladığı afişlerle Fatih’i süslerken, gündüzlerini de İslam Davasının daha çok insana ulaşması için çalışıyor, gençleri organize ediyor. Fatih Akıncıları'nın "İyiliği Emreden ve Kötülüğü yasaklayan", eşsiz bir Kur’an nesli olması için elinden geleni yapıyordu. Hayatının hiç bir döneminde boş durmadı. O her zaman zulmün bu kadar yaygınlaştığı bir asırda Müslümanım diyen bir kimsenin boş durmasının mümkün olmadığını söylerdi. Arkadaşları bile onun bu azmi karşısında hayretlerini gizleyemiyorlardı.
     Metin şehadeti arzuluyordu ve bu emeline kavuşmak için çok çalışması gerektiğinin farkındaydı. Rasûlullah’ın yasakladığı Kavmiyetçilik/Milliyetçilik davası güdenler ile defalarca tartışmaları olmuş, kavga etmişlerdi. Şehadetinden bir kaç gün önce gerçekleşen kavgada milliyetçilerin elindeki bütün silahları toplamıştı. Daha sonra bu silahları onlara geri vermişti.

Ve 23 Şubat 1979 Cuma…
     Soğuk bir Şubat günü… Fatih camii avlusunda insanlar cuma namazı için hazırlık yaparken, Metin’de arkadaşlarıyla birlikte Camiin yakınındaki Vakıflar Yurdunda abdestini almış, arkadaşları ile birlikte Fatih Camiine doğru yola çıkıyordu. Silahını yanına almakla almamak arasında gitti geldi. Allah'ın evine ibadet amaçlı gittiğini düşündü ve silahını bıraktı.
     Ağır adımlarla Fatih Camiine doğru yürüdü. İçinde tarif edemediği bir his, adını koyamadığı bir duygu vardı. Namazını kıldıktan sonra uzunca dua etti... Camiiden çıkmak için yavaş adımlarla kapıya yürüdü, ayakkabılarını aldı ve Unkapanı tarafındaki büyük kapıdan dışarı çıktı. Merdivenleri yavaş yavaş indi ve Malta tarafındaki kapıya yöneldi, bir kaç adım atmıştı ki Cami avlusu ”Metin” sesiyle titredi. Arkasını döndü ve sesin geldiği yöne doğru baktı. Bir el silah sesi duyuldu Cami avlusunda. Yere düşmeden evvel Tekbir getirdi Metin... Ve Allah’ın arzı bir kez daha hayatını imanına şahid tutan bir yiğidin haykırışıyla sarsıldı... Olduğu yere yığıldı Metin... Kalleşçe arkadan vurmayı şiar edinenler yere düşen Metin’in başına iki kurşun daha sıktılar... Bir karışıklık oldu avluda... Karışıklıktan istifade eden karanlık yüzlü katiller münafıkça bir tavırla tekbirler getirerek kaçtılar...
     Dünyada kalanların telaşesine ve içinde bulundukları kaosa inat, Metin Allah’ın yalnızca şehidlere nasib ettiği bir iç huzur ile, özlemini çektiği şehadete kavuşuyor ve Rabbinin cennetlerine kanatlanıyordu... Tarih bir kez daha, İslam Mücadelesinin sancaktarlığını yapan yiğit bir gencin verdiği söze sadık kalışını kaydediyor ve O’nun mücadelesini kendinden sonra gelenlere emanet ediyordu...
     Metin Cennete’e kanatlandı... İyi insanların onurlu ölümlerle Rablerine kavuşmalarının gerekliliğini hatırlatarak gitti... Açıkta kalan gözleri ile tamamlanmış, zafere ulaşmamış bir kavgayı bize emanet ederek gitti... Şehadetin ucuz olmadığını, Şehid olabilmek için ancak bir şehid gibi yaşamanın şart olduğunu öğreterek gitti... Gidişiyle de bir ders verdi bize. Ve kanı, filizlenmek için kanını bekleyen bir neslin toprağını bereketlendirdi...
O bizim öğretmenizdi... Karlı ve soğuk bir Şubat Günü, Fatih Camiinin avlusuna dökülen kanlarıyla bize son dersini verdi ve gitti...
   Tam 32 sene geçti Metin Yüksel’in bir cemre gibi toprağa düşmesinin üzerinden. Ve bugün, yüzlerce-binlerce Metin, İslam sancağını dalgalandırmak için canlarını vermeye hazır olduklarını haykırmaktadırlar... Karanlığın dünyanın dört bir yanına yayıldığı 21.Asırda insanları İslam Medeniyetinin aydınlığına davet etmek için, Metin’in gittiği o yolda, kararlı adımlarla yürüyen binler vardır şimdi meydanlarda...

Ve Ahzab 23′ün taptaze tefsiri ile bir kez daha sarsılır dünya
“Mü’minlerden öyle erler vardır ki, Allah’a verdikleri söze sadık kaldılar ve şehid oldular. Kimileri de şehidlik beklemektedir. Onlar asla sözlerini değiştirmemiştirler.” (Ahzab 23)



RABBİM ŞEHADETİNİ KABUL ETSİN İNŞAALLAH…

20 Şubat 2011 Pazar

ENERJİ ve TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞINA 260 MÜFETTİŞ YARDIMCISI ALINACAK

ENERJİ VE TABİİ KAYNAKLAR BAKANLIĞI
MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI
GİRİŞ SINAVI

Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığınca
16-17 / 04 / 2011 tarihlerinde Ankara’da, Müfettiş Yardımcılığı Giriş Sınavı yapılacaktır.


1) SINAVA KATILMA KOŞULLARI

a) ÖSYM tarafından 27-28 Haziran 2009 (A grubu ve öğretmenlik), 10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı KPSSP 38 Bölümünden 80 ve üzeri puan almış olmak (Başvurulardan en yüksek puan alan 260 kişiye sınava giriş belgesi verilecek olup eşit puan almaları nedeniyle 260. sıradaki aday sayısının birden fazla olması halinde, bu puana sahip adayların tümü sınava çağrılacaktır.),
b) 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununun 48. Maddesinde sayılan nitelikleri taşımak,
c) Siyasal Bilgiler, Hukuk, İktisat, İşletme, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinden veya bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen Yurtiçi veya Yurtdışındaki Fakülte ve Yüksek Okullardan birini bitirmiş olmak,
d) Sağlık durumu, her türlü iklim ve yolculuk koşullarına elverişli bulunmak (Görev yapmasına engel bir halin olmadığına dair ilgilinin yazılı beyanı.),
e) Yapılacak inceleme sonunda, varsa sicil, tutum ve davranışları yönünden Müfettiş Yardımcılığına engel bir durumu bulunmamak,
f) Erkek adayların askerlikle ilişiği bulunmamak (Askerlikle ilişiğinin bulunmadığına dair ilgilinin yazılı beyanı),
g) Sabıka kaydı bulunmamak (Sabıka kaydının olmadığına dair ilgilinin yazılı beyanı),
h) Bu sınava daha önce birden fazla katılmamış olmak,
ı) Sınavın açıldığı yılın Ocak ayının birinci gününde 30 yaşını doldurmamış olmak (01/01/1981 tarihinden sonra doğmuş olmak),
i) Süresi içinde başvurmuş ve başvuru formu ile istenilen diğer belge ve bilgileri Kurul Başkanlığına vermiş bulunmak,


2) SINAV KONULARI

Yazılı sınavlar, Ekonomi, Hukuk, Maliye, Muhasebe, Yabancı Dil ve Kompozisyon konularında yapılacaktır.
Yazılı Sınavda başarı gösterenler, kendilerine bildirilecek tarihlerde Ankara’da sözlü sınava alınacaklardır.


3) SON BAŞVURU TARİHİ

Sınavlara katılabilmek için isteklilerin, başvuru formunda belirtilen belgelerle birlikte en geç 18/03/2011 günü mesai bitimine kadar; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığı, İnönü Bulvarı, No: 27 E Blok Kat:1 Bahçelievler/ANKARA adresine, elden veya posta ile başvurmaları gerekmektedir. Posta ile müracaatlarda başvurunun, 18/03/2011 günü mesai bitimine kadar Başkanlığa ulaşması gerekmektedir. Postadaki gecikmeler dikkate alınmaz.
     Sınava girmeye hak kazananların listesi en geç 23/03/2011 tarihine kadar Bakanlığımızın internet sitesinde ilan edilecek, sınava girilecek yer ve sınav saatlerini gösteren “Sınav Giriş Belgesi”, Teftiş Kurulu Başkanlığınca elden verilecektir.
     Ayrıca, Sınavla ilgili ayrıntılı bilgi 0.312.215 84 00 numaralı telefondan alınabilir.

ŞEHİDLERİ ANMA GECESİ

Şehidleri Anma Gecemize Davetlisiniz...
28 Şubat Pazartesi
19:30 - 22:30
Gönülder Eğitim Araştırma ve Yardımlaşma Derneği
Mevlana Mah. Akdeniz Cad. No: 3
(Türkiş Blokları Yakını)
Ataşehir - İstanbul

19 Şubat 2011 Cumartesi

HADİS-İ ŞERİFLER ... NAMAZ DUALARI


İKİNCİ BÂB: DUANIN KISIMLARI (İki kısımdır)
BİRİNCİ KISIM : SEBEBE VE VAKTE BAĞLI DUALAR (Yirmi fasıldır)
İKİNCİ FASIL: NAMAZ DUALARI
1- İSTİFTAH
     UMUMÎ AÇIKLAMA:
     Yapmamız gereken duaların bir kısmı namazla ilgilidir. Daha namaza başlarken okumamız gereken dualar olduğu gibi, namazın içinde, muhtelif safhalarda ve namazdan selâmla çıktıktan sonra da okunacak dualar mevcuttur. Şu halde burada bu dualarla ilgili bir kısım rivâyetleri göreceğiz.

1. (1795)-  Ebû Hüreyre (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) namaz için tahrîme tekbirini alınca kıraate geçmezden önce bir müddet sükût buyurmuştur.
Ben: "Ey Allah'ın Resûlü, dedim, anam babam sana feda olsun, tekbir ile kıraat arasındaki sükût esnasında ne okuyorsunuz?"
Bana şu cevabı verdi: "Ey Allah'ım; beni hatalarımdan öyle temizle ki, kirden paklanan beyaz elbise gibi olayım. Allah'ım beni, hatalarımdan su, kar ve dolu ile yıka" diyorum."
[Buhârî, Ezân 89; Müslim, Mesâcid 147, (598); Ebû Dâvud, Salât 123, (781); Nesâî, İftitâh 15, (2, 128, 129).]
Ebû Dâvud, Nesâî ve Buhârî'nin rivâyetlerinin başında şu ziyade vardır: "Allah'ım, benimle hatalarımın arasını doğu ile batının arası gibi uzak kıl."

AÇIKLAMA:
Normalde çamaşırın temizliği için sadece su kullanıldığı halde, hadiste kar ve buzun da zikri, âlimler tarafından farklı yorumlara tâbi kılınmıştır. Ancak hepsi de neticede maksadın mübalağalı şekilde ifadesinde birleşirler.
Mesela Hattâbî der ki: "Kar ve dolunun zikri te'kîd içindir. Zîra, bunlar zaten elle dokunulmayan, temizlikte de kullanılmayan iki sudur."
İbnu Dakîku'l-Îd der ki: "Böyle denmekle âzamî derecedeki temizlik ifâde edilmiştir. Zîra, üzerinden üç ayrı temizlik maddesi geçen elbise tertemiz olur. Mamafih, bunların her birinden maksadın mecaz olması da mümkündür. Yani onlarla kiri kaldıran sıfat kinâye
olunmuştur, tıpkı şu âyette olduğu gibi: "Rabbimiz bizi affet, bize mağfiret et ve bize merhamet et..." (Bakara 285).

Tîbî de buna işareten der ki: "Sudan sonra kar ve buzun da zikrinden maksad, afdan sonra rahmet ve mağfiretin bütün envâını (pek şiddetli olan cehennem azabının harâretini söndürmek için) taleb etmektir."
     Hadîsin, Abdullah İbnu Ebî Evfâ tarafından Müslim'de kaydedilen rivâyetinde suyun soğukluk kaydıyla zikri de bu mânayı te'yîd eder. Böylece Resûlullah (sav.) hataları (ateşe girmeye sebep olmasından ötürü) cehenneme benzetmiş ve onun söndürülmesini de yıkamaya teşbîh buyurmuş, söndürme işinde, söndürücülerin hepsini sudan başlayarak en soğuğuna varıncaya kadar zikretmekle üslûbda mübalağaya yer vermiştir.
Türbüştî der ki: "Bu üç şeyin betahsis zikri, bunların semâdan inmeleri sebebiyledir."
Kirmânî der ki; "Bu üç duada, üç vakte işaret edilmiş olma ihtimali de vardır. Uzaklaşma istikbâle, temizlik hâl-i hâzıra, yıkama da geçmişe işarettir."
İbnu Hacer der ki; "Bu durumda, istikbâlin önce zikri, husûle, gelecek olanın def'ine gösterilecek ihtimam, vukua gelmiş olanın ref'inden önce olduğu içindir." Yani günah işleyip sonra da affıyla uğraşıncaya kadar, öncelikle günah işlememeye gayret gösterilmelidir.


2. (1796)-  İbnu Ömer (ra.) anlatıyor: "Biz, Resûlullah (sav.) ile birlikte namaz kılarken, cemaatten biri aniden: "Allahu ekber kebîrâ, velhamdü lillâhi kesîrâ, subhânallâhi bükraten ve asîlâ (Allah, büyükte büyüktür, Allah'a hamdimiz çoktur, sabah akşam tesbihimiz Allah'a dır!" dedi.
Resûlullah (sav.) efendimiz: "Bu sözleri kim söyledi?" diye sordu.
Söyleyen adam: "Ben, ey Allah'ın Rusûlü" dedi.
Resûlullah (sav.) efendimiz: "O sözler hoşuma gitti. Sema kapıları onlara açıldı" buyurdu.
İbnu Ömer (ra.) der ki: "Söylediği günden beri o zikri okumayı hiç terketmedim."
[Müslim, Mesâcid 150, (601); Tirmizî, Daavât 137, (3586); Nesâî
İftitâh 8, (2, 125).]
Nesâî, bir rivâyette şu ziyâde de bulunmuştur: "On iki adet meleğin, bu sözleri (yükseltmek üzere) koşuştuklarını gördüm."

AÇIKLAMA:
1- Hadiste beyan edilen gök kapılarının açılması o zikrin Allah indinde makbul olduğuna delildir. Çünkü duaların kıblesi sema, makbul sözlerin şe'ni kabûl-i İlâhî semâsına yükselmektir. Âyette: "Güzel sözler O'na yükselir, o sözleri de sâlih ameller yükseltir" buyurulmuştur (Fâtır10)
2- Resûlullah (sav.)'ın ifâdeleri, bu zikrin dilden düşürülmemesine bir teşviktir. Nitekim İbnu Ömer (ra.), dinlediği günden itibâren bunu her fırsatta dilinden düşürmemiştir.

3. (1797)-  Hz. Enes (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) namaz kılarken nefes nefese bir adam geldi ve: "Allahu ekber, Elhamdü lillâhi hamden kesîran tayyiben mubâreken fîhi. (Allah büyüktür, çok temiz ve mübârek hamdler Allah'adır!)" dedi.
Resûlullah (sav.) namazı bitirince: "Şu kelimeleri hanginiz söyledi?" diye sordu. Cemaat bir müddet sessiz kaldı, Resûlullah (sav.): "Kim söylediyse çekinmesin, benim desin, Zîra fena bir şey söylemiş değil" dedi. Bunun üzerine adam: "Ben, ey Allah'ın Resûlü!" dedi. Resûlullah (sav.) da: "Ben on iki melek gördüm. Her biri, bu kelimeleri (Allah'ın huzuruna) kendisi yükseltmek için koşuşmuşlardı."[Müslim, Mesâcid 149, (600); Ebû Dâvud, Salât 121, (763): Nesâî, İftitâh 19, (2, 132, 133).]

4. (1798)-  Hz. Câbir (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) namaza başlarken tekbir getirir, sonra (bazan) şunu okurdu: "İnne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi Rabbi'l-âlemîn. Lâ şerîke lehu ve bizâlike ümirtü ve ene evvelü'l müslimîn. Allahümmehdinî li ahseni'l a'mâli ve ahseni'l-ahlâki. Lâ yehdî li-ahsenihâ illâ ente. Ve kınî seyyie'l-a'mâl ve seyyie'l-ahlâk. Lâ yakî seyyiehâ illâ ente. (Namazım, ibâdetim hayatım ve ölümüm âlemlerin şeriksiz Rabbi Allah içindir. Ben bununla emrolundum. Ben bu emre teslim olanların ilkiyim.
     Ey Allah'ım, beni amellerin ve ahlâkın en iyisine sevket. Bunların en iyisine senden başka sevkeden yoktur. Beni kötü amellerden ve kötü ahlâktan koru, bunların kötülerinden ancak sen korursun."
[Nesâî, İftitâh 16, (2, 129).]

5. (1799)-  Muhammed İbnu Mesleme (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) nâfile namaz kılmak için kalktığı vakit (bazan) şunu okurdu: "Allahu ekber veccehtü vechiye li'llezî fatara's Semâvâti ve'l-arza hanîfen müslimen ve mâ ene mine'lmüşrikîn... (Allah büyüktür. Yüzümü Hanîf ve Müslüman olarak semâvat ve arzı yaratan Allah'a yönelttim. Ben müşriklerden değilim)..."
     Devamını Hz. Câbir (ra.)'in rivâyetinde olduğu şekilde zikretti. Sonra şunu okudu: "Allahümme ente'l-Meliku. Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke ve bihamdike [Allahım (kâinatın gerçek) Meliki sensin. Senden başka ilah yoktur. Seni hamdinle takdîs ederim)." Sonra kıraata geçti."
[Nesâî, İftitâh 17, (2, 131).]

6. (1800)-  Hz. Aişe (ra.) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) namaza (iftitah tekbiri ile) başlayınca şunu okurdu: "Subhâneke Allahümme ve bihamdike ve tebâre ke'smüke ve teâlâ ceddüke ve lâ ilâhe gayruke. (Allah'ım seni her çeşit noksan sıfatlardan takdîs ederim, hamdim sanadır. Senin ismin mübârek, azametin yücedir, senden başka ilah da yoktur)."
[Tirmîzî, Salat  179, (243); Ebû Dâvud, Salat 122, (776); İbnu Mâce, İkâmeti's-Salat 1, (804).]

AÇIKLAMA:
Bu hadisler, namazda tahrîme (veya iftitah tekbirin)den sonra Kur'ân kıraatine geçmeden önce istiftah duasının okunacağını ifâde ederler. Bu, Ebû Hanîfe, Şâfiî, Ahmet İbnu Hanbel ve Cumhur'a göre müstehabtır. İmam Mâlik'e göre ise müstehab değildir. Ancak bizzat
okunacak duâ husûsunda âlimler ihtilâf etmişlerdir.
* Ahmed İbnu Hanbel ve İmam Âzam (ra.)'a göre son rivâyette kaydettiğimiz Sübhâneke
okunmalıdır. Delilleri de Hz. Âişe (ra.)'nin mezkur rivâyetidir. Bu rivâyet, Ahmed İbnu Hanbel ve Müstedrek'de de rivâyet edilmiştir. Hâkim, sıhhatini te'yid eder. Bu hadis, bazı ilâvelerle Ebû Saîdi'l-Hudrî başta, başka bir kısım sahâbilerden de rivâyet edilmiştir. Ancak
Tâbiîn ve Etbauttâbiîn ulemâsı amelde, çoğunlukla Hz. Âişe'nin rivâyetini esas almıştır. Mamafih Hz. Ömer ve İbnu Mes'ud'un rivâyetleri de bunun aynısıdır. Namazda onların da bunu okuduğu bilinmektedir.

16 Şubat 2011 Çarşamba

ŞEHİD FUAT ÇAĞLAR

Grup Genç’in şehit Fuat Çağlar için bestelediği ezgi
 Fuat Çağlar daha lise yıllarında farklıydı diğerlerinden. Fikir ve amelde gelişimini lise yıllarında başlatmıştı. Çoğu konuda bilinç ve sorumluluk sahibi olmayı bu yıllarda öğreniyordu. Ahlakı ve örnek davranışları onu diğer arkadaşlarından farklı kılıyordu. Bu şekilde de etrafında birçok arkadaşı oluyordu. Birçok meseleyi sorgulamaya, araştırmaya da lise yıllarında başlamıştı. Dersine giren hocaları da onun bu sorgulayıcı ve eleştirel yanını farketmişlerdi.
     Filistin’e, Afganistan’a ve müslümanların zulüm gördükleri, zor durumda oldukları birçok coğrafyaya bu yıllarda ilgi duymaya başlamıştı. Şehit haberlerini takip eden, onların sevdasına ortak olan bir hal almıştı.
     Üniversite yıllarında Fuat denince akla ne gelirdi?
     İmam Hatip’ten mezun olduktan sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı Fuat Çağlar. Belki de Marmara İlahiyat, ömrünün en bereketli geçtiği dönemin bir parçasıydı. Bu dönemde öğrenci evlerinde kaldı. Yerinde durmayan, adeta kabına sığamayan, yüreği iman dolu bir yapıya sahipti. “Fuat” denildiğinde, arkadaşlarının aklına şu üç kelime gelirdi: İhlas, samimiyet ve kararlılık…
     Bir süre sonra üniversite yaşantısını da sorgulamaya başlamıştı. Üniversitenin insan hayatındaki yerini, okul sıralarını, koridorları, üniversitedeki öğrenci yapısını düşünmeye başlamıştı. Arkadaşlarına her zaman, ”Bir şeyler yapmalıyız, bu düzeni değiştirmeliyiz, değiştirmek için de cihad etmeliyiz.” gibi sözler söylerdi. Bu dönemde bir süre gözden kayboldu, bazı arkadaşlarıyla birlikte Hindikuş Dağlarına gitmiş, mücahitlerle aynı safta yer almıştı. Dağlarda arzusuna ulaşamadan Türkiye’ye gazi olarak geri dönmüştü.
     Bu cihat, ondaki hırsı, azmi ve bilinci arttırarak çoğaltmıştı. “Afganlı’nın orada verdiği cihadı bizler de buralara taşımalıyız.” diyordu öğrenci evlerindeki sohbetlerinde. Yaptıkları, onu okulda tanınan bir kişi haline getirmişti. Sürekli arkadaşlarına müslüman olarak kendilerine düşen görev ve sorumlulukları hatırlatan konuşmalar yapıyordu.
     Fuat Çağlar Okulda yaptığı faaliyetleri arttırarak devam ettiriyordu. Afişler asıyor, konferans veriyor ve tebliğ faaliyetlerine devam ediyordu. Bir yandan da Müslüman Genç dergisine yazılar yazıyordu. Bitmek, tükenmek bilmeyen bir enerjisi vardı. Bosna Savaşı’nın ilk yıllarında Bosna’ya gitmişti. Müslüman kardeşlerinin yanında olmak, onlara yardımcı olmak amacıyla da bu cihada katılmıştı. Daha sonra Sudan’a gidip oradan yaşananlardan ders alıyordu. Zalimin olduğu her yerde Fuat Çağlar gücü yettiğince karşı koymak için yer aldı. Tek derdi ümmet bilinciydi. Zulüm gören kardeşlerinin dertleriyle dertlenmek.
    Çok arzuladığı şehadete Tacikistan’da kavuştu.
     Son seferine çıkmadan önce yargısız infazla şehit edilen Mevlüt Demir’in kabrine gidip dua etti. Yaz başında farkında olmadan son seferine çıkıyordu. Yine Rabb’ine karşı tevekkül içindeydi. Bu kez yolculuk Tacikistan topraklarıydı. Bu yolculuğun bir özelliği de, daha dört ay önce evlenmiş olmasıydı. Ailesini Allah’a emanet ederek şehadet yolculuğuna başlamıştı. Tacikistan’a girerken namert bir şarapnel parçası genç ve iman dolu bedenine isabet edince Hindukuş Dağları’nda, Bosna’da, Sudan’da erişemediği şehadete Tacikistan topraklarında erişecekti. Böylece hayatı boyunca en çok arzuladığı mertebeye ulaşmış bulunmaktaydı.
     Şehitlerin yolunu sürdürmüş oldu. Tarihe imza attı, gönüllerimize taht kurdu... Tertemiz bir hayat yaşadı ve şehit olarak dünyaya veda etti. Sömürgeci zalimlerle, korkmadan mücadele etti. Kurşun sıktı, evini ve ailesini terk etmek zorunda kaldı. Böylece, bir neslin bilincine bir şeyler kazımış oldu. Allah şehadetini kabul etsin. Allah ondan razı olsun.
Fuat’ım yiğidim Kurban yoluna
Çok canlar feda ettik Sevdan uğruna…

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...