13 Ocak 2011 Perşembe

KELİMELER-KAVRAMLAR ... MUCİZE


 K E L İ M E L E R - K A V R A M L A R 
  M U C İ Z E 

     Kudret'in karşıtı olan "acz" kökünden if'al babında "i'caz" masdarından türetilen bir ism-i fail olarak "âciz bırakan, karşı konulamayan, benzeri yapılamayan, hârika" anlamında bir terim.
     Kur'ân-ı Kerim'de, "mucize" anlamında çok defa, "âyet, âyât, beyyine, delil ve delâil" kelimeleri kullanılmıştır.
     Âyet; belli olan bir alâmet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret demektir. O halde genel olarak mucize ya bir işaret, delil ve ispat manâsına; veya "ilâhî bir haber" yahut "tebliğ edilen kelâm" anlamına gelir. Birinci manâ, mucizenin dinî bir terim olarak yapılan tarifine daha uygundur. İkinci manâ içine, çok defa Kur'ân âyetleri, bazen de bizzat Kur'an-ı Kerim girmektedir.
     Bu kelimenin, hem ilâhî bir haber olan Allah'ın kelâmı Kur'ân-ı Kerim, hem de, onu tebliğ eden Peygamber (s.a.s)'in risaletini ispat için kullanılmasında önemli bir hikmet vardır. O da; ilâhî bir kelâm ve hidâyet rehberi olan Kur'an-ı Kerim'in hak ve gerçek olduğuna bizzat kendisinin en kuvvetli bir delil olmasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin her devirde geçerliliğini koruyan en büyük (aklî) mucizesi Kur'ân-ı Kerim'dir. Gerçekte mu'cize; tabiat kanunları ve âdetler üstü, fevkalâde, harika bir olaydır. Hak Teâlâ onunla inkârcıları, bir benzerini getirmekten âciz bırakır; peygamber olarak seçtiği zâtı tasdik eder, peygamberlik iddiasının doğruluğunu ispat etmek için onda âdetler üstü hârika bir şey gösterir. İşte bu, onun peygamberliğini ispat eden bir delil yani bir mucizedir. Bir hârika olan mucizenin iki ana özelliği vardır. Bunlardan biri; "meydan okumak" diğeri, inkârcıları "âciz bırakmak"tır. Ehl-i Sünnet âlimleri, mucizeyi, kerâmet gibi diğer harikalardan ayıran unsur ve şartları dikkate alarak çeşitli ifadelerle tarif etmişlerdir. Bunlardan en uygun ve açık olanı şöyledir; Mucize; Peygamberlik iddiasında bulunan ve inkârcılara meydan okuyan zâtın bu iddiasının doğruluğunu tasdik etmek için, Hak Teâlâ'nın, onun vasıtasıyla izhar ettiği ve onları bir benzerini (mislini) yapmaktan âciz bırakan, tabiat kanunları ve âdetler üstü harikulâde bir hadisedir (et-Taftazânî, Şerhul-Akâid en-Nesefiyye; Kahire 1939, s. 459-460; Diğer tarif için bk. el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III,177; el-Cezirî, Tavdîhu'l-Akâid, 140).
     Bu tariften anlaşılacağı üzere mucize, Allah'ın bir fiilidir. Onu Peygamberi elinde yaratan ve gösteren, bizzat Allah (c.c) tır. Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkan ve inkarcılara karşı meydan okuyan bir zatın elinde, onu inkâr eden herkesi aciz bırakan böyle bir harika izhar edilmesi, peygamberlik iddiasını ispat ve tasdik manası taşır. Çünkü peygamberin böyle bir harika göstermesi, "kulum, peygamberlik iddiasında sadıktır, kendiside, tebliğ ettiği sözler de, doğru ve gerçektir" demektir. Tarifteki, "peygamberlik iddiasında bulunmak" ve "meydan okumak" (tahaddi) şartlar, mucizeyi, Allah'ın salih kulları olan evliyâ'nın gösterdikleri "kerâmet" adı verilen ve benzeri diğer fevkalâde hadiselerden ayırır. Çünkü Allah dostları olan evliyanın, "peygamberlik iddiası" ve "meydan okuma" vasfı yoktur. Onların gösterdiği kerâmetler, tâbi oldukları ve şerîatı üzere yaşadıkları peygamberlerin bir tür mucizesi sayılır (Celâl ed-Devânî, Şerhu'l-Akâidi'l-Adudiyye, II, 277).
     Mu'cize sahih ve kabule şayan olması için, bazı şartları gerektirir.
1- Mucize, Allahu Teâlâ'nın fiili olmalıdır. Çünkü Allah, fâil-i muhtar'dır; yani dilediğini yaratır. Ancak, kendi tarafından yaratılan bir fiilin doğruluğunu tasdik eder. Meselâ, Hz. Musa'nın elindeki asayı yılana çevirmek, İsa (a.s) 'nın ölüyü diriltmesi gibi mucizelerdeki fiiller, Hak Teâlâ'nın irade ettiği ve yarattığı fiillerdir. Bunların peygamberlere nisbeti mecazîdir.
2- Mucize, bilinen tabiat kanunları ve âdetler üstü bir harika olmalıdır. Ancak o zaman o fiil Allah katından bir tasdik derecesine ulaşır. Tabiat kanunlarına ve kâinatın normal nizamına göre meydana gelen (güneşin doğması gibi) hadiselerde fevkalâdelik özelliği yoktur.
3- İtiraz edilmesi imkansız olmalıdır. Çünkü icâz'ın fonksiyonu, karşı çıkan muarızların aczini ortaya koyarak onları susturmaktır.
4- Mucize, Allah'ın tasdikine bir delil olarak, peygamberlik iddiasında bulunan zatın elinde meydana gelmelidir.
5- Gösterilen mucize peygamberin iddiasına, yani yapacağını ilân ettiği şeye uygun olmalıdır. İddiasına uymayan başka bir harika gösterse, mucize sayılmaz.
6- İddiasına uygun olarak gösterdiği mucize, kendisini tekzip ederek yalanlamamalıdır.
7- Mucize, iddiadan önce veya çok sonra olmamalı, peygamberlerin sözünü (iddiasını) müteakip hemen meydana gelmelidir (el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 177-179).
     Mucizenin son şartına aykırı olarak peygamberlik iddiasından önce meydana gelen harikulâde olaylar, mucize sayılmasa da, evliya'nın kerâmeti cinsinden bir harika sayılır. Peygamberler, peygamberlik gelmeden önce, evliya derecesinde Allah dostlarıdır. Onlarda peygamberlik yaklaştığında görülen fevkalâde hadiseye "irhas" denir. Bunlar, gelecek olan peygamberliği tesis maksadıyla peygamber adaylarında görülen bazı harikalardır.

     Mu'cizenin Peygamberliğe Delaleti
     Şartlarına uygun olarak meydana gelen mucizenin peygamberlik iddiasında bulunan zatın peygamberliğine delâleti, kat'î ve zarurîdir. Çünkü Hak Teâlâ'nın yalancı bir zatın elinde, böyle misli gösterilemeyen fevkalâde bir mucize izhar etmesi aklen imkânsızdır. Zira bu, yalancı bir kimseyi tasdik etmek olur. Yalancıyı tasdik etmek kötü bir fiil olduğundan, Hak Teâlâ hakkında muhaldir. Gerçek şudur ki; peygamberlik denince, iki ana esas akla gelir. Birincisi; Allahu Teâlâ'nın büyük bir lütfu olan ilahî vahye mazhar olmak ve onu tebliğ ederek insanları dünya ve âhiret saadetine ulaştırmak; İkincisi ise, peygamberliği ispat eden ve onu tasdik eden "Mucize" göstermektir. Şayet peygamberler, kudreti herşeye yeten Hak Teâlâ tarafından teyid edilmeseler; yani onlara inkârcıları aciz bırakan mucizeler verilmese idi, Allah'ın Rasûlü olduklarına kimseyi inandıramazlardı. Mucize göstermek o zatın peygamberliğini bilfiil tasdik etmek, "doğru söyledin, sen hak peygambersin" demektir. Buna, günümüzde şöyle bir örnek verilebilir: Nasıl ki bir devletin elçisi gittiği devlet başkanına, yalnız elçilere mahsus olan "güven mektubu" sunarak, kendi devlet başkanının sefiri olduğunu ispat eder ve kendine inandırırsa; peygamberler de, kesin bir delil sayılan "mucize" göstererek, Allah'ın Rasûlü olduklarına, kendi milletlerini inandırmış olurlar.
     Peygamberler, eğer mucize ile desteklenmemiş olsalardı, sözlerini kabul etmek ve onları tasdik etmek gerekmezdi. Peygamberlik davasında sadık (doğru ve samimî) olan ile, kâzip (yalancı) olan birbirinden ayırdedilemezdi. Mucize gösterilince, iddia sahibinin doğru söylediği ve peygamber olduğu kesin olarak anlaşılmış olur. Çünkü Hak Teâlâ, mucizenin hemen ardından; onu görenlerde, peygamberin sâdık, sözünün doğru olduğuna dair bir bilgi yaratır. Bu bilgi, şu benzer olaydaki gibi şöyle hâsıl olur: Bir zât, bir topluluğa gelerek; "Ben, şu kralın size gönderdiği elçiyim" dese, sonra orada bulunan krala dönerek, "Eğer beni kendine elçi tayin etmekte sadık isen, âdetine muhalefet et; üç defa yerinden kalk ve âdetine aykırı bir yere otur" dese, kral da bunu yapsa; toplulukta, o zâtın doğru söylediği, kralın elçisi olduğu hususunda zorunlu ve kesin bir bilgi hasıl olur" (Fazla bilgi için bk. Şerhu'l-Akâidil-Nesefiyye, 460, el-Cürcânî, Şerhu'l-Mevâkıf, III, 181, 182).
     Burada önemli bir hususu belirtmek, konumuza daha açıklık getirecektir. Bazı kişilerin ilmini ve usûlünü öğrenerek yaptıkları sihir, asla bir çeşit mucize sayılmaz. Çünkü sihir, normal bir insanın maddî gücü dışında görünse de, insanın ruhî, nefsî ve ilmî gücü ve takatı dışında olağanüstü bir hadise vasfında değildir. Şayet öyle olsaydı, sihir de (mucize gibi vehbî) öğrenilemez ve bir sanat haline getirilemezdi. Mucize; insanların her türlü güçleri dışında kalan, çalışarak elde edilemeyen ve ancak Hak Teâlânın yüce iradesi ve verdiği ilâhî güçle yapılan fevkalâde bir hadisedir. Sihir gibi kesbî (çalışılarak) değil, vehbîdir. İlahîdir. Bu bakımdan, kötü maksatlarla ve şerir kimseler tarafında öğrenilerek bir sanat ve geçim aracı haline getirilen sihirbazlık, dinen haram kılınıp yasaklanmış ve büyük günahlardan sayılmıştır. Ayrıca çalışılarak elde edilen sihirbazlıkla yapılan sihirlerde, peygamberlerin gösterdiği mucizelerde bulunan şartlar; yani meydan okuma (tahaddi), insanları âciz bırakma ve peygamberlik iddiası yoktur. Bu gerçek Kur'ân-ı Kerim'de birkaç defa açıklanan Hz. Musa'nın mucize asası ile Firavunun sihirbazları arasında geçen olaylarda çok açık olarak görülmektedir.
     Bu bakımdan sihir mucizeye benzemez; mucizenin peygamberliğe kesin ve zorunlu delâletini iptal eden bir engel sayılmaz (Ali Arslan Aydın, İslâm'da İman ve Esasları, İstanbul 1990, 200, 201).

     Mucizeye İnanmanın Hükmü
   Her müslümanın, Allahu Teâlâ'nın insanlara zaman zaman göndermiş olduğu peygamberlerinin davalarında sadık ve haklı olduklarını ortaya koyan ve Allah tarafından desteklendiklerini ispat eden mucizeler verdiğine inanması farzdır. Hiç bir peygamber yoktur ki, Hak Teâlâ ona bir mucize ihsan ederek onu tasdik etmiş olmasın. Bu husus, Kur'an'da adı geçen her peygamber hakkında indirilen müteaddid âyetlerle sâbit olmuş ve onlara verilen mucizeler açıklanmıştır. O halde mucize gerçeğine iman; Kitap, Sünnet ve İcmâ-ı Ümmet ile sâbittir. Kur'an'la sâbit olan "İsrâ" ve "İnşikâk-ı Kamer" gibi hissî ve kevnî mucizeleri inkâr, küfrü gerektirir. Her Peygambere mucize verildiğine dair pek çok âyetler olduğu gibi Peygamber (s.a.s)'in şu sahih hadisi de zikredilebilir: "Hiç bir peygamber yoktur ki Ona insanların imanına sebep olan mucizeler verilmiş olmasın. Bana verilen mucize ise, ancak bana vahyolunan bir vahiydir. Onun için kıyamet gününde ümmeti en fazla olan peygamber ben olacağımı ümit ediyorum" (Buharî, Fezâilûl-Kur îın, 1; Müslim, İman, 239).
     Peygamberlerin mucize göstermelerinin aklen de mümkün olduğuna en açık delil; mucizeyi yaratan Hak Teâlâ'nın her şeyi yaratacak kudrette bir "Kâdir-i Mutlak" olmasıdır. Çünkü; kâinatta, yerde ve gök yüzündeki canlı cansız varlıklar âlemine dikkatle bakılarak ondaki incelik, şaşmaz düzen ve muhkem nizam incelenip düşünülünce, bütün bunların yaratıcısı olan Hak Teâlâ'nın, peygamberlerini tasdik etmek maksadıyla gerektiğinde, herbirinin elinde, ezelî ilmine ve küllî iradesine uygun olarak mucize adı verilen fevkalâde bir şey yaratmasının aklen mümkün olduğu kolayca anlaşılır. Allah (c.c)'a, sonsuz kudret ve azametine inanan herkes; mucizeye, onun aklen mümkin ve fiilen sâbit olduğuna tereddütsüz iman eder. İnsanlık tarihi bu gerçeğin canlı örnekleriyle doludur.

     Mucizenin Çeşitleri
    Akâid ve Kelâm ilmine ait muteber ana kaynaklarda mucizeler iki ana gruba ayrılmış, sonra her gruba giren mucizelerin çeşitleri beyan edilmiştir. Bunlardan birincisi, "hissî ve kevnî mucizeler"; diğeri ise, "aklî (manevî) mucizeler" dir.
     Birinci gruba giren hissî ve kevnî mucizeler de, mahiyet ve keyfiyet bakımından iki büyük grupta toplanır. Birinci grup; Hak Teâlâ'nın elçileri olarak seçtiği üstün vasıflı şahsiyetler olan peygamberlerin mümtaz zatları ve kâmil sıfatları ile ilgili fevkalâde haller, üstün meziyetler, yüce tecellî ve özelliklerdir. İkinci grupta ise; peygamberlerin zat ve sıfatları dışında meydana gelen ve her peygambere verilen, o zamanki insanların duyu organları ile müşahade ettikleri tabiat üstü olaylar hissî ve kevnî mucizeler grubuna girer. Bunlar her peygamberin peygamberliğini ispat etmek için Allah'ın izniyle gösterdiği, o zamanki insanları âciz ve hayran bırakan ve o devirde en inandırıcı görünen fevkalâde eşsiz hâdiselerdir. Bazı alimler, özellikle Peygamber (s.a.s) tarafından vahye ve Kur'an âyetlerine dayanarak haber verdiği, geçmişe ve geleceğe ait hadiselere, "Mu'cizât-ı Haberiyye" adı vererek bunları aynı türde mucizeler olarak mütalaa etmişlerdir. Başta Hâtemül-Enbiya Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, Allah'ın sevgili ve mümtaz kulları, insanlığın hidâyet rehberleri ve gerçek eğitici ve öğreticileri olan ve bizzat Allah (c.c) tarafından terbiye edilen peygamberlerin mümtaz zat ve kâmil şahsiyetleri, onlar hakkında her müslümanın inanması gereken kemal sıfatlar, onların peygamberliğini ispat eden zâtî mucizelerdir.
     Gerçek şudur ki; başta Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, bütün peygamberlerin herkese güven ve emniyet veren güçlü ve dürüst şahsiyetleri, sağlam karakter, güzel ahlâk, cesâret ve istikametleri, parlak zekâ ve dirayetleri, elde ettikleri eşsiz başarılar, sahip oldukları belağât ve fesahatları gösterdikleri, hissî mucizelerden daha tesirli ve açık olarak, herbirinin, Allah'ın Rasûlü olduğuna kesinlikle delâlet etmektedir.

     Hissî ve Kevnî Mucizeler
    Peygamberlerden bahsedilince akla gelen ve Kur'ân-ı Kerim'de bazı peygamberlerin gösterdiği bildirilen mucizeler, genellikle bu çeşit hissî ve kevnî mucizelerdir. Her peygamber, Hak Teâlâ'nın elçisi olduğunu ispat etmek için genellikle göze hitap eden hissî mucizeler göstermiştir. Bu fevkalâde hadiseler, her peygamberin içinde yaşadığı dönem gereği ve insanların anlayışına göre emsalsiz sayılan ve başkalarının benzerini yapmakta aciz kalarak hayret edecekleri türden mucizelerdir. Mahiyet ve keyfiyeti bakımından hissî ve kevnî olan bu mucizelerin çoğu Kur'ân-ı Kerim'de açıklanmıştır. Hz. İbrahim, Hz. Musa ve Hz. İsâ ve Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s)'in gösterdiği ve Kur'ân-ı Kerimle sâbit olan bu tür mucizelerden bazılarını şöyle özetlemek mümkündür:
1- Hz. İbrahim (a.s)'ın, Bâbil hükümdarı Nemrut tarafından-mancılıkla-ateşe atıldığı halde yanmayarak kurtulması.
2- Musa Peygamberin elindeki asanın, Firavunun sihirbazlarının yaptıklarını yutan bir ejderha haline girmesi, sonra eski haline dönmesi. Aynı asayı Hz. Musa'nın Kızıldenize vurmasıyla, denizin yarılması... Böylece Hz. Musa, yanındaki İsrâil oğullarıyla karşı sahile geçerek kurtulmuşlar, deniz eski haline dönmüş ve Firavn yanındakilerle beraber boğulmuştur.
3- Hz. İsa (a.s)'nın, Allah'ın izniyle ölüleri diriltmesi, hastalara dokunarak onları iyi etmesi gibi fevkalâde hadiseler, birer hissî mucizedir.

Rasulullah (s.a.s) Efendimizin pek çok hissî ve kevnî mucizeleri vardır. Bunlardan Kur'ân-ı Kerim'de zikredilen ve tevâtür derecesine ulaşan sahih hadislerle sâbit olan ikisi şunlardır:
1- İsrâ ve Mirac mucizesi: Kur'ân-ı Kerim, İsrâ sûresinde; "Kulunu (Muhammed'i), ona âyetlerini göstermek üzere, bir gece Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ın şânı ne yücedir..." (el-İsrâ, 17/1) buyurulmuştur. Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz, ilâhî emir üzerine Cebrail (a.s)'ın refakatinde bir gecenin belirli bir kısmında, Mekke-i Mükerremedeki Mescid-i Haram'dan, Kudüs'te bulunan Mescid-i Aksa'ya süratle götürülmüş; oradan da, yedi kat gökyüzüne yükseltilerek "sidre-i Müntehâ" ya ve diğer yüce makamlara çıkarılmış; bir çok ilâhî lütuflara (Füyuıâtı Rabbâniyeye) mazhar olduktan sonra, tekrar Mekke-i Mükerreme'ye ulaştırılmıştır, Buharî ve Müslim'in Sahihlerinde mevcut meşhur bir hadise göre; bu mucize, Hicret'ten bir buçuk yıl önce Receb ayının yirmiyedinci gecesi vuku bulmuştur. İsrâ'nın, ruh ve ceset birlikte tahakkuk ettiğinde icmâ vardır. İsrâ hadisesi, yukarda kaydedilen âyetle sâbit olduğundan, inkâr eden kâfir olur. Mirac hadisesinde de, icmâ-ı ümmet varsa da, keyfiyetin de, yani oluş şeklinde ittifak olunmamıştır. Ancak âlimlerin büyük çoğunluğuna göre, Mi'rac ta, ruh ve ceset birlikte ve uyanık olarak tahakkuk etmiştir. Bu hadise, Rasulü Ekrem Efendimiz'in en büyük hissî mucizesi olarak kabul edilmiştir (Ayrıca bk. İsrâ ve Mirac maddesi).
2- İnşikâk-ı Kâmer, Ay'ın ikiye bölünmesi mu'cizesi: Peygamber (s.a.s) Efendimizin bu büyük hissî mucizesi de Kur'an'la sâbittir. Nitekim; Kamer sûresinde (54/1): "(Kıyâmet) saati yaklaştı, ay (ikiye) bölündü (yarıldı)" buyurulmuştur. Bazı sahih hadislerde nakledildiğine göre; müşriklerden bir grup, bir mucize olarak, ayın iki kısma ayrılmasını, Rasul-i Ekrem (s.a.s)'den istediler. Hz. Peygamber (s.a.s) da, Allah'u Teâlâ'ya yönelerek niyazda bulundu. Ay, Allah'ın kudret ve izniyle derhal ikiye ayrıldı; bir kısmı Hıra dağı üzerinde, diğer kısmı ise, aşağıda ve tam karşısında görüldü. Müşrikler, inat ve tekebbürlerine kapılarak bu büyük mucizeyi inkâr ettiler ve "Bu, ancak bir sihirdir" dediler. Şayet bu mucize, diğer Mekkelilerce de görülmemiş olsaydı, ona delâlet eden âyetle tekzip edilmiş olur ve kimse Hz. Muhammed (s.a.s)'e iman etmez, hattâ inananlardan irtidat edenler bile olurdu. Halbuki böyle bir şey olmamıştır.
     Aklî Mucizeler Aklî mucize, akla ve vicdana hitab eden ve her devirde geçerli olan olağanüstü eşsiz bir harikadır. Bu tür mucizeye en canlı örnek, yalnız Rasulullah (s.a.s) Efendimiz'e verilen ve onun en büyük mucizesi sayılan Kur'ân-ı Kerim'dir. Çünkü o, her zaman ve mekanda onun peygamberliğini simgeleyen en etkili mucizedir. Daha önceki peygamberlere verilen hissî mucizelerin fonksiyonu Kur'anla sona ermiş; onların, hatıralarda anılan tarihî fevkalâde bir olay olmaktan öte, artık bir etkisi kalmamıştır. Böyle bir aklî mucizenin, peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s) Efendimize verilip, daha önceki peygamberlerin hiç birine bir benzerinin verilmemesinin hikmeti; onların peygamberliğinin bir sonraki peygamberin gönderilişine kadar ki belirli zamana ve belirli bir millete mahsus olmasıdır. Hz. Muhammed (s.a.s)'in peygamberliği ise, kıyamet gününe kadar bâki olduğu için, ona; bütün insanların peygamberi olduğuna tanıklık edecek Kur'ân-ı Kerim gibi, her devirde geçerli, aklî ve eşsiz bir mucize verildi.
     Kur'an'ın pek çok olan icaz yönleri, genel olarak şu iki kısımda toplanarak özetlenebilir:
1- Bütün insanları hedef alan i'câzı: Kur'an'ın o zamana kadar duyulmayan, adı sanı bilinmeyen gaybî hakikatlerden haber vermesi ve bunların aynen çıkması. Aynı şekilde, geçmiş ümmetlerden ve onların kıssalarından bahsetmiş olması da, Kur'ân'ın icazına örnek sayılır. Ayrıca, bütün devirlerde, her yerde ve her millete uygulanabilen genel ve eşsiz bir hukuk sistemi ortaya koyması da, ilmî bir mucizedir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s) ümmî idi, okuması yazması yoktu. Onun herhangi bir âlim ve mürşidden ders almadığı, hukuk ve kanun okumadığı tarihen sâbittir. O halde, böyle ümmî bir zâtın, Kur'ân-ı Kerim gibi, Arap belâgat ve fesâhatının zirvesinde olan ilahî hikmetlerle dolu eşsiz bir hukuk sistemini, kendi karihâsından meydana getirebilmesi mümkün müdür? İşte Kur'ân-ı Kerim'in bu yöndeki icazını ve onun büyük bir mucize olduğunu aklı selim sahibi herkes rahatlıkla kavrayabilir.
2- Kur'ân-ı Kerim'in Araplara yönelik bulunan icazına gelince; bu Kur'ân'ın ilâhî lâfzının, "nesir"in alışılmış uslub ve yöntemleriyle tam tamına uyuşmayan; "şiir" in bilinen vezinleriyle de bağdaşmayan kendine mahsus üstün ve parlak nazmıdır. Bunun yanında, Kur'an'ın hayret verici, insanı teshir eden yüce bir belağatı ve eşsiz bir fesahatı vardır. O öyle yüce bir usluba sahiptir ki; ondan, avam olsun, kültürlü olsun veya ihtisas sahibi bir âlim olsun, herkes mutlaka faydalanır ve manevî zevk alır. Eşsiz bir uslup, geniş ve engin bir manâ hazinesi olan Kur'ân-ı Kerim, asırlardır tekrar tekrar meydan okuduğu halde, Arap edebiyatı, belağat ve fesahat üstadları bu güne kadar Kur'ân'ın bir benzerini yapmaktan âciz kalmışlardır. Nitekim bu konuda Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer kulumuz (Muhammed)'e indirdiğimiz (Kur'ân)'dan şüphe ediyorsanız, haydi siz de ona benzer bir sûre getirin. Allah'tan başka bütün şâhitlerinizi (yardımcılarınızı) da çağırın; eğer doğru iseniz (bunu yapın) yok eğer yapamadınızsa, ki yapamayacaksınız, o halde yakıtı insanlar ve taşlar olan, inkârcılar için hazırlanmış ateşten sakının" (el-Bakara, 2/23-24). Başka bir âyette; "Deki: Andolsun eğer bütün insan(lar) ve cin(ler) şu Kur'an'ın bir benzerini meydana getirmek için (biraraya gelip) toplansalar yine onun bir benzerini yapamazlar" (el-İsrâ, 17/88) diye meydan okunuyor ve "Yoksa Onu uydurdu mu diyorlar? Hayır, onlar inanmıyorlar. Doğru iseler, haydi onun gibi bir söz meydana getirsinler" (et-Tur, 52/33-34) buyuruluyor.
     Fakat bütün bu meydan okumalara rağmen onlar, hiç bir şey yapamadılar ve Kur'ân'a cevap verme cesareti gösteremediler. Bu âyetler ve bütün Kur'an, asırlardır, değişik anlayış ve inançta bulunan belâğat üstadlarına, şair ve edebiyatçılara meydan okumaya devam ettiği halde, onunla kıyaslamaya yarayacak güzellikte herhangi bir çalışma yapılamamıştır. İşte bu, gözlem ve deneye dayalı ilmî delillerle ortaya konmuş bulunan gerçek, Kur'an'ın ilâhî icazını ve en büyük mucize oluşunu ispat eden belgedir.
     Mucize Dışındaki Diğer Harikalar Bunlar başlıca beş çeşit olup, şöylece özetlenebilir:
1- İrhas: Peygamber olmaya namzet bir zatın, peygamber olarak gönderileceğine delâlet eden olağanüstü bir hadisedir. Böyle fevkalâde bir hadise, o zata peygamberlik gelmeden önce meydana gelir. Hz. İsa (a.s)'nın daha beşikte iken konuşması, bazı ağaçların ve taşların Peygamber (s.a.s) Efendimize selâm vermesi, bulutun onu gölgelemesi gibi... İrhas da, mucize gibi yalnız peygamberlere mahsus bir harikadır.
2- Kerâmet: İlâhî emirleri dikkatle yerine getiren, günahlardan titizlikle sakınan ve Allahu Teâlâ'ya çokça ibadet ve taatla yaklaşan, zühd ve takva sahibi bazı büyük zevatta görülen hârikalardır. Allah dostu veli ve evliya diye anılan bu gibi zevâtın, gerektiği zaman "kerâmet" göstermesi, Ehl-i Sünnete göre haktır. Bir çok hikmet ve faydalar vermesi ve etrafındakileri uyarması maksadıyla zühd ve takva sahibi bazı salih mü'minlere verilen bu ilahî lütuf ve ihsan, onların tabi olduğu peygamberlerin bir mucizesi sayılır. Kerâmet, mucize derecesine: veli de, nebinin derecesine asla ulaşamaz. Bu sebeble, keramet peygamberlik davasıyla ve istenilen zamanda gösterilemez.
3- Meûnet (Yardım, destek): Salih müslümanlardan olduğu halde, halk arasında hali gizli kalmış, iç âlemi anlaşılmayan bilinmeyen; meczup bilinen veya saf dil görünen kimselerden, bir iddiada bulunmadan meydana gelen bazı hârikalardır. Bu hal, sahibinin bazı belâ veya musibetten kurtulmasına ve geçiminin kolaylaşmasına yardımcı olur. Karşılarındaki insanların aklından geçenleri, maksat ve niyetlerini keşfetmek, bir çeşit meûnet sayılır.
4- İstidrac: Küfrü ve fıskı açık olan bazı kimseler elinde, arzularına uygun olarak meydana gelen hârikalara "istidrac" adı verilir. Bu, Allah Teâlâ'nın, inad, kibir, hased ve ihtirasları sebebiyle yola gelmeyen, münkirlere istediği fırsatı vermesidir ki; kötülüğe ve günah işlemeye devam ederek, daha çok azaba müstahak olmaları hikmetine dayanır. Bu gibi zâlim, fâsık ve inkârcı kimselerin dünya ile ilgili isteklerine, kavuşmaları, arzu ve duaların kabulu, "istidrac" sayılır.
5- İhanet: (Hakir ve zelil kılmak): Küfrü ve fıskı açık olan bazı kişiler elinde arzu ve isteklerine aykırı olarak meydana gelen bir takım harika olaylardır. Bu hale "hizlan" adı da verilir. Bu tip yalancı ve münkirler elinde meydana gelen menfi hârikalar, Hak Teâlâ'nın onları yalanlamak ve rezil etmeyi dilemesi ile ortaya çıkar. Nitekim rivâyete göre; Peygamberlik, davasında bulunan "Müseylemetü'l Kezzâb" diye anılan yalancı bir sapık, mucize göstermek maksadıyla tek gözü kör bir adama gözü açılsın diye dua etmiş; adamın gören diğer gözü de kör olmuş!
     Sonuç olarak; hârika türlerinden, yalnız kerâmet ve irhas, sahibinin büyüklüğüne ve yüksek derecesine delâlet eder. Sihir ise, dinen haram olup, yukarıda belirtilen sebeblerle, bu hârika çeşitlerinden hiç birine girmez ve dinen hiç bir değer taşımaz. Sihirbazlar dinen makbul kişiler değildir.

     Mucizeler ile Harikalar Arasındaki En önemli farklar şunlardır:
1- Mucize, ancak peygamberlik şerefine mazhar olan Allah'ın sevgili kulları, mümtaz şahsiyetler tarafından ve davalarına uygun olarak meydana gelir. Diğer hârikalarda bu şartlar bulunmaz.
2- Mucize, genellikle halkın istemesi üzerine gösterilir ve ortaya çıkar. Bu esnada halka, "Bir benzerini de siz getirin" diye meydan okunur ve halk âciz kalarak bir benzerini yapamazlar. Veliler ve diğer harika sahipleri, böyle bir iddiada bulunamazlar.
3- Mu'cize gösteren peygamberler, her türlü ahlâkî fazilet ve üstün vasıflarla muttasıf birer ahlâk ve fazilet timsali olurlar. O kadar ki, bu halleri de, onların peygamberliklerine delâlet eden birer hârika derecesinde görülür. Bu sebeble, vehbî olan peygamberlik sıfatlarıyla muttasıf olmayanlar, mucize gösteremezler (Fazla bilgi için bk. Şerhu'l-Mevâkıf III, 177-181, Şerhu'l-Makâsıd, II, 130-135, İslâm'da İman ve Esasları 204-220).

Ali Arslan AYDIN
Şamil İslam Ansiklopedisi
 

12 Ocak 2011 Çarşamba

İSLAM İLMİHALİ ... BEŞİNCİ BÖLÜM: TEMİZLİK - 1. İLKELER ve AMAÇLAR

İ S L Â M   İ L M İ H A L İ
Beşinci Bölüm: Temizlik
1. İLKELER ve AMAÇLAR
     Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetinde, Hz. Peygamber'in hadislerinde ve örnek hayatında temizliğin önemi ve gerekliliği üzerinde ısrarla durulmuş, genel anlamda temizlik ve ibadet amaçlı temizlikle ilgili birtakım ilke ve ölçüler getirilmiş ve temizlik bazı ibadetler için ön şart sayılmıştır. Bu, İslâm dininin dünya hayatına hem âhirete uzanan bir köprü olması hem de insanın yaratılışından beklenen ulvî gaye ve hikmetlerin gerçekleşme alanı olması cihetleriyle önem vermesinin, insan hayatını maddî ve mânevî yönleriyle bir bütün halinde ele almasının ve neticede bu hayatı düzene koymada ferde yardımcı olmasının tabii bir sonucudur. Çünkü din, özü itibariyle mânevî kirlerden arınma, Allah'ı tanıma, O'na itaat ve ibadet etmeden ibaret gibi görünse de ruhun yücelişi ve insanın böyle mânevî bir bağlantı ortamına geçebilmesi için insanı çevreleyen fizik şartların da buna uygun olması gerekir. 
     İbadet hayatıyla ve mânevî temizlenme ile beden ve çevre temizliği arasında sıkı bir bağın kurulması hatta Kur'an'da temizlikten, hem maddî hem de mânevî temizliği kapsayacak şekilde genel bir anlatımla söz edilmesi böyle bir anlam taşır. Öte yandan İslâm dini ferdin âhiret kadar dünya hayatında da her yönden mutlu ve huzurlu olmasını arzu ettiği, müslümanların sağlıklı ve güvenli bir toplum oluşturmasını dinî hayat için âdeta ön şart mesabesinde gerekli gördüğü için, başta beden temizliği olmak üzere maddî temizliği de dinî mükellefiyet kapsamında görmüş, bu konuda ferde bir dizi ödev ve sorumluluk yüklemiştir.
     İslâm kültüründe genel anlamdaki temizlik ile ibadet amaçlı temizlik birbirini tamamlar ve birlikte bir anlam ifade eder. Bu sebeple İslâm bilginleri temizliği maddî temizlik, hükmî temizlik ve mânevî temizlik şeklinde üç safhalı bir faaliyet olarak görmüşlerdir. Beden, elbise ve çevre temizliği şeklinde ifade edilebilecek olan maddî temizliğin de, genelde ibadete hazırlık ve ön şart olarak, kimi durumda ibadet olarak değerlendirilmiş olması, ona, İslâm kültüründe bir ibadet içeriği kazandırıldığını gösterir. Abdest ve gusül, hükmî temizlik kademesidir. Üçüncü kademede ise kişinin uzuvlarını gıybet, yalan, haram yemek, mala hıyanet etmek gibi günahlardan, kalbini haset, kibir, gösteriş, hırs ve benzeri kötü huy ve hastalıklardan, hatta benlik ve bilincini Allah'ın gayrısından (mâsivâ) temizlemesi gelir. Müslümanın kademe kademe arınması ve temizlenmesi, Allah'ın huzuruna böyle bir safiyet ve arılıkla çıkması öğütlenir.
     Maddî temizlik İslâm dininin fevkalâde önem atfettiği bir konudur. Kur'ân-ı Kerîm'de çevrenin ve ibadet yerinin temizliğinden söz edilir, Allah'ın temizlik konusunda titizlik gösterenleri sevdiği bildirilir (el-Bakara 2/125; et-Tevbe 9/108; el-Hac 22/26). Hz. Peygamber de "Temizlik imanın yarısıdır" (Müslim, "Tahâret", 1), "Allah temizdir, temizliği sever" (Tirmizî, "Edeb", 41), "Namazın anahtarı temizliktir" (Ebû Dâvûd, "Salât", 73; Tirmizî, "Tahâret", 3) buyurmuş; değişik vesilelerle beden ve çevre temizliğini emretmiş veya tavsiye etmiş, bu konuda davranışlarıyla ashabına ve bütün müslümanlara örnek olmuştur.
     İslâm'ın bu ısrarlı takibi neticesinde temizlik müslümanların hayatına dinî yönü de bulunan bir kültür ve gelenek olarak yerleşmiş, fıkıh kitaplarının ilk bölümünü temizlik (tahâret) konusu teşkil etmiştir. Bu bölümde ibadetlere hazırlık mahiyetinde ve onların ön şartı olan abdest, gusül, teyemmüm gibi hükmî temizliğin yanı sıra suların temizliği, dinen ve maddeten pis (necis) sayılan şeyler, temizlenme usulleri gibi konuların da ayrıntılarıyla ele alındığı görülür. Görünür kir ve pisliklerin giderilmesi "necâsetten tahâret", abdestsizlik durumunun kaldırılması ise "hadesten tahâret" olarak adlandırılır. Her iki tür temizlik de ibadete hazırlık olmakla birlikte aralarında mahiyet farkı olduğu açıktır. Bu farkı göstermek üzere Türkçe ilmihal kitaplarında birincisine "maddî temizlik", ikincisine "dinî temizlik" veya "mânevî temizlik" denilmiştir. Her iki nitelendirme eksik olduğu gibi yanlış anlaşılmaya da müsaittir.
     İslâm dini, beden ve elbise temizliğini emrettiği gibi, kalp ve gönül temizliğini de emretmiştir. Beden ve elbise temizliği, görünen kir ve pisliklerin temizlenmesi anlamına gelir ve buna "maddî" (dış) temizlik denir. Dinimizin, üzerinde daha önem ve titizlikle durduğu temizlik ise kalp ve gönül (iç) temizliğidir. Kalbin temizliği, dünyevî ilişkiler boyutunda, insanın hemcinslerine karşı kötülük, kin ve haset gibi olumsuz duygulara kalbinde yer vermemesi, aksine iyilik ve hoşgörüyü ilke edinmesi anlamına geldiği gibi, tasavvufî boyutta, kalbin mâsivâdan arınması anlamına gelir ki her iki boyutuyla kalbin temizlenmesi, "gerçek" bir temizliktir. Bununla birlikte kalpten giderilen şey duyularla algılanır bir kir olmadığı için bu temizlik, maddî olmayan anlamında "mânevî" temizlik olarak nitelendirilmiştir. İslâm dini gerek maddî, gerekse mânevî temizliği önemle ve ısrarla emrettiğinden, bu iki tür temizlik için en genel anlamda "dinî temizlik" nitelemesini yapmak da mümkündür. Üçüncü bir temizlik çeşidi ise, özellikle namaz ibadeti için öngörülen ve fıkıh kitaplarında "hadesten tahâret" olarak isimlendirilen "ibadet amaçlı temizlik"tir. Bu tür temizlik, mahiyetçe bahsi geçen iki tür temizlikten farklı olduğu için bunun isimlendirilmesinde bazı sıkıntılar yaşanmıştır. Maddî ve mânevî temizliğin dinin emri olduğu ikinci plana düşürülecek şekilde, sadece bunun "dinî temizlik" olarak isimlendirilmesi uygun değildir. Çünkü, "dinî temizlik" ifadesinin, hem maddî (dış) temizlik hem mânevî (iç) temizlik hem de ibadet için öngörülen bu özel temizlik türünü içine alacak şekilde kullanılması mümkündür. İbadet amaçlı temizliğin, "hükmî temizlik" olarak nitelendirilmesi de eksik olup bazı zorluklar taşımaktadır. Çünkü "hükmî temizlik" ifadesi, esasında, "gerçek temizlik" mukabili olarak kullanılmakta, dolayısıyla gerçek temizliği içermemektedir. Halbuki abdest ve gusül, ibadet amaçlı olmakla birlikte gerçek temizliği içermektedir. Bu bakımdan "hükmî temizlik" ifadesi, sadece ibadet amaçlı olmakla birlikte gerçek temizlik içermeyen "teyemmüm" için kullanılabilir.
     Diğer temizlik türlerinden ayırmak üzere, ibadete hazırlık olduğu için vesile ibadet olarak kabul edilen abdest, gusül ve teyemmüm için, "ibadet temizliği" veya "ibadet amaçlı temizlik" tabirini kullanmak daha doğru ise de, yaygın kullanıma uyarak "hükmî temizlik" ifadesini kullanmayı şimdilik sürdüreceğiz.

11 Ocak 2011 Salı

HADİS-İ ŞERİFLER ... KONU:DUANIN KEYFİYETİ



ÜÇÜNCÜ FASIL
DUANIN KEYFİYETİ
Umumî Açıklama:
Duanın makbul olması için, dua edenin hey´eti, tavrı yeterli değildir. Duanın mahiyeti de ehemmiyetlidir. Bir başka ifade ile neler istenmeli, taleb edilmelidir. İşte, bu fasılda duanın keyfiyetini ve mahiyetini açıklayan rivayetler görülecektir.
1. (1772)- Fadâle İbnu Ubeyd (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua eden bir adamın, dua sırasında Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salat ve selam okumadığını görmüştü. Hemen:
     "Bu kimse acele etti" buyurdu. Sonra adamı çağırıp:
     "Biriniz dua ederken, Allahu Teâla´ya hamd u senâ ederek başlasın, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okusun, sonra da dilediğini istesin" buyurdu."
[Tirmizî, Daavat 66,(3473, 3475); Ebû Dâvud, Salât 358, (1481); Nesâî, Sehv 48, (3, 44).]

AÇIKLAMA:
1- Bu rivayet, duanın makbul olması için mahiyetce nasıl olması gerektiği hususunda bilgi vermektedir. Allah´a hamd ve sena ile başlanmalı ve mutlaka Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salâtu selâm okunmalıdır. Böylece hamdele ve salvele okunduktan sonra duaya geçilmelidir.


2- Hadisin Tirmizî´de gelen bir vechine göre: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) (Ashâbıyla Mescid´de) otururken biri gelerek namaz kılar ve sonra: "Rabbim bana mağfiret et, bana rahmet et" diye dua eder. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm):
"Ey namaz kılan kişi, acele ettin. Namazı kılıp oturdun mu, Allah´a lâyık olduğu şekilde hamdet, bana salât oku. Sonra Allah´a dua et" dedi. Râvi der ki: "Bundan sonra bir başkası daha namaz kıldı, önce Allah´a hamdetti, sonra Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okudu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buna da şunu söyledi:
"Ey namaz kılan kişi dua et, icabet göreceksin!"

3- Salât, dua demektir. Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât okumak, O´na dua etmektir. Umumiyetle: "Allahümme salli alâ Muhammedin..." "Ey Allah´ım Muhammed´e salât (mağfiret, rahmet, bereket) et...!" diye başlayan mesnun, sabit formülleri vardır.
     Salât kelimesi dilimizde hem namaz, hem de dua kelimeleriyle karşılanır. Yani Arapça olan salât sadece dua demek değildir. İslâm´ın resmî ibadeti olan namaz mânasına da kullanılmaktadır.

4- Duanın makbul olma âdâbından biri de, müteâkip hadiste belirtileceği üzere, yaptığımız duanın Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e salât ile sona ermesidir.

2. (1773)- Hz. Ömer (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Dua sema ile arz arasında durur. Bana salât okunmadıkça, Allah´a yükselmez. [Beni hayvanına binen yolcunun maşrabası yerine tutmayın. Bana, duanızın başında, ortasında ve sonunda salât okuyun.]"

[Tirmizî, Salât 352, (486). Tirmizî, bunu Hz. Ömer (radıyallahu anh)´e mevkuf olarak rivayet etmiştir. Rezîn ise merfu olarak rivayet etmiştir.]
AÇIKLAMA:

1- Bu rivayetin, köşeli paranteze ([...]) kadar olan kısmı, Tirmizî´de mevcuttur ve mevkuftur, yani Hz. Ömer´in sözü olarak kaydedilmiştir. Rezîn, metinde görüldüğü üzere, tam olarak kaydetmiştir ve Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e nisbet etmektedir. Merfu rivayeti varsa da sahih olanı mevkuf olmasıdır. Ancak muhakkik olan muhaddisler, bu çeşit hükmün reyle verilemeyeceği prensibinden hareketle, hadisin hükmen merfu olduğuna hükmederler.

2- Duanın Allah´a yükselmesi, Allah´a mekan izafesi değildir. Allah´a yükselme, Kur´ânî bir tâbirdir ve kabule mazhar olma mânasına gelir: "Güzel sözler O´na yükselir, o sözleri de sâlih amel yükseltir" (Fâtır 10).
3- Maşraba teşbihine gelince: Yolcu, bineğine yol eşyalarını, azığını yükledikten sonra, son olarak, hın-i hacette kullanmak üzere maşrabasını semerin arkasına takar. Maşraba, yolcu nazarında pek ehemmiyet taşımaz. İşte Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), kendisine yapılacak duayı (salât), bu yolcu maşrabası gibi ehemmiyeti olmayan, tâlî bir şey kılmamalarını, O´na kıymet verip, duanın başında ve sonunda salavâta yer vermelerini tenbih ediyor.

el-Hısnu´l-Hasîn´de, Ebû Süleyman ed-Dâranî duanın âdâbını şöyle tesbit etmiştir:

"Allah´tan bir talebin olduğu zaman:
* Önce Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât okuyarak başla.
* Sonra,dilediğin talepde bulun,
* Sonra, duanı Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât ile sona erdir.
(Duanı iki salât arasında yapmalısın), zîra Cenâb-ı Hakk, keremiyle bu iki salâtı kabul eder. İki makbul dua olan iki salât arasında yer alan talebini reddetmek O´nun keremine muvafık düşmez."

     Dua´nın kabul şartları üzerine buna benzer bir açıklamayı, Bediüzzaman´dan kaydetmeyi faydalı buluyoruz. Merhum, "mü´minin mü´mine en iyi duası nasıl olmalıdır " sualine cevap sadedinde şu açıklamayı yapar:
     "Elcevap: Esbab-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü bazı şerâit dahilinde dua makbul olur. Şerâit-i kabulün içtimâı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Dua edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli, sonra makbul bir dua olan salavat-ı şerifeyi şefaatçi gibi zikretmeli ve âhirde yine salavat getirmeli. Çünkü iki makbul duanın ortasında bir dua makbul olur. Hem yâni "gıyâben ona dua etmek", hem hadiste ve Kur´ân´da gelen me´sur (30) dualarla dua etmek.
     hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile dua etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübâreke (mübârek yerlerde), hususen mescidlerde; hem cumada, hususen saat-ı icâbede; hem Şuhuru Selâsede (Üç Aylarda), hususen leyâli-i meşhurede (meşhur gecelerde); hem Ramazan´da, hususen Leyle-i Kadir´de dua etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiyeden kaviyyen me´muldür. O makbul duanın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut dua olunanın ahiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, dua kabul olmadı denilmez, belki, daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir."
3. (1774)- Hz. İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer (radıyallâhu anhümâ) beraber otururlarken ben namaz kılıyordum. (Namazı bitirip) oturunca, Allah´a sena ile zikretmeye başladım ve arkasından Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a salât okuyarak devam ettim. Sonra kendim için duada bulundum. (Bu tarzımı beğenmiş olacak ki) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm):
"İşte! İstediğin veriliyor. İşte! İstediğin veriliyor" dedi."
[Tirmizî, Cum´a 64, (593).]

AÇIKLAMA:
1- Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın "İşte! İstediğin veriliyor" buyurması ve bunu tekrarla te´kid etmesi, İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh)´ un beyan buyurduğu tarzın, duanın makbul olma şartlarına uygunluğunu gösterir. Öyle olmasaydı, müdâhalesi tashihe müteallik olacak idi.

4. (1775)- Hz. Übeyy İbnu Ka´b (radıyallâhu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) birisine dua edeceği vakit önce kendisine dua ederek başlardı." [Tirmizî, Daavât, 10, (3382).]
AÇIKLAMA:
1- Bu rivâyet, Müslim´de Hz. Musa ile Hz. Hızır kıssasının bidâyetinde bir kısım ziyade ile yer almıştır: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), herhangi bir peygambere dua etmek isteyince kendinden başlardı".

2- Ancak hemen ifade edelim ki, bu hadiste belirtilen husus Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın müstemir ve muttarid bir âdetini, prensibini ifâde etmemektedir. Çünkü, kendisine hiç yer vermeden yaptığı dua örnekleri vardır. Hz. Hâcer kıssasında:
"Allah İsmail´in annesine rahmet buyursun, zemzemi akmaya bıraksaydı tatlı bir pınar olacaktı" der.
     Hassan İbnu Sâbit (radıyallâhu anh) için yaptığı duada da şöyle demiştir: "Rabbim onu Rûhu´l-Kudüs´le (Cebrail) takviye et, güçlendir."
     İbnu Abbâs (radıyallâhu anhümâ)´a da şöyle dua etmiştir: "Rabbim onu dinde âlim kıl."

     Hz. Lût (aleyhisselâm)´a duası şöyledir:  "Allah Lût´a rahmet buyursun O, çok muhkem bir kaleye sığınmıştı."
5. (1776)- Ebû Müsabbih el-Makrâî, Ebû Züheyr en-Nümeyrî (radıyallahu anh)´den naklen anlatıyor: "Bir gece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ile beraber çıktık., Derken bir adama rastladık. Sual (ve Allah´tan talep) hususunda çok ısrarlı idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) onu dinlemek üzere durakladı. Ve:
     "Eğer (duayı) sonlandırırsa vâcib oldu!" buyurdu. Kendisine:
     "Ne ile sonlandırırsa ey Allah´ın Resûlü!" denildi.
     "Âmin ile" dedi, uzaklaştı. Adama: "Ey fülan! duanı âminle tamamla ve de gözün aydın olsun!" dedi."
[Ebû Dâvud, Salât 172, (938).]

AÇIKLAMA:

1- Tîbî hadisten şu neticeyi çıkarır: "Bu hadis, dua eden kimseye, duanın sonunda âmin demesinin müstehab olduğuna delildir. Ancak imam dua ediyor ve cemaat âmin diyorsa, imamın ayrıca âmin demesine hâcet yoktur, cemaatin âmini ile iktifa eder." Aliyyu´l-Kârî, bu görüşe katılmaz: "Namazda, kıyasa göre imam da âmin demelidir, namaz dışında da uygun olanı hem imam, hem cemaat her ikisinin de âmin çekmesidir" der.

2- Hadiste geçen "vâcib oldu" tâbiri "cennet vâcib oldu" demektir.Böylece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duada ısrar etmeyi, mübâlağaya yer vermeyi teşvik etmiş olmalıdır. Az ve ısrarsız dua bir nevî istiğna alâmetidir, kulluk edebine yakışmaz. Duada ısrar, pekçok hadiste övülmüştür.

6. (1777)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden biri dua edince "Ya Rabb! Dilersen beni affet! Ya Rabb dilersen bana rahmet et!" demesin. Bilâkis, azimle (kesin bir üslubla) istesin, zira Allah Teâla Haretleri´ni kimse icbar edemez." [Buhârî, Daavât 21, Tevhîd 31; Müslim, Zikr 7, (2678-79); Muvatta, Kur´an 28 (1, 213); Tirmizî, Daavât 79 (3492); Ebû Dâvud, Salât 358, (1483); İbnu Mâce, Dua 8, (3854).]

AÇIKLAMA:1- Bu rivâyet, yapmak istediği her şeyi Allah´ın meşietine bırakmakla emredilmiş olan mü´minin (Kehf 24) Allah´tan taleb ettiği şeyde azimli davranmasını, Allah´ın meşîetine (yani dilemesine) bırakmadan, kesin bir üslubla istemesini emretmektedir.
Bazı âlimler, buradaki azmin mânasını "icabet hususunda Allah hakkında hüsn-i zan etmektir" diye te´vil etmişlerdir.

2- Hadisin Müslim´de gelen bir vechinde "Rağbeti büyültsün" emreder. Bu ifade şârihlerce: "Duayı tekrar etmek, ısrarla üzerinde durmak sûretiyle duada mübâlağa etsin" diye anlaşılmıştır. Mamafih, bununla "büyük çok şeylerin istenmesi" de anlaşılmıştır. Bu son mânayı te´yîd eden bir karîne aynı hadisin sonunda yer alan "Zîra Allah´a hiç bir şey büyük gelmez" ifâdesidir

3-Hadis, Cenab-ı Hakk´tan azimle, ısrarla istemek gerektiğini, "dilersen affet, dilersen rızık ver." gibi Allah´ın dilemesine (meşietine) bırakmamak gerektiğini ifâde ettikten sonra bunun sebebini son cümlede belirtmektedir: "Allah Teâla Hazretleri´ni kimse icbar edemez." Zîra "dilersen" tâbiri, mecbur edilmesi mümkün olan kimseler hakkında kullanılması münâsiptir ve nezaket ifâde eder. Cenab-ı Hakk ise bundan münezzehtir, öyle ise meşîete tâlik etmenin bir ifâdesi yoktur.
     Hadisteki yasağı izah sadedinde, "dilersen affet" gibi meşîete tâlik edilen ifâdelerde "taleb edilen şey ve talepde bulunulan Zât hakkında bir nevi istiğna mânası mevcuttur", denmiştir. İki mâna da sahih ise de, önceki evlâdır.
     İbnu Battâl der ki: "Bu hadisten, kişinin dua ederken, matlûbunu, elinden gelen bütün gayreti sarfederek taleb etmesi, isteğine icâbet edileceği husûsunda ümid içinde bulunması, fakat -Kerim olan bir Zât´tan talepde bulunması haysiyetiyle asla ümitsizliğe düşmemesi gerektiği anlaşılmaktadır."
     İbni Uyeyne de şöyle demiştir: "Kişiyi, kusurunun büyüklüğü (ümitsizliğe sevkederek) dua etmesine mâni olmamalıdır Zira, Cenab-ı Hakk, mahlûkatının en kötüsü olan İblis´in bile duasına icâbet etmiştir. Zira İblis: "İnsanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver!" dedi de Allah: "Sen, kendisine mühlet verilenlerdensin" (A´raf 14-15) diyerek duasını kabul etti".

7. (1778)- Ebû Musâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir sefere (Hayber Seferi) çıkmıştık. Halk (yolda, bir ara) yüksek sesle tekbir getirmeye başladı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) (müdahele ederek):
"Nefislerinize karşı merhametli olun. Zîra sizler, sağır birisine hitab etmiyorsunuz, muhâtabınız gâib de değil. Sizler gören, işiten, (nerede olsanız) sizinle olan bir Zât´a, Allah´a hitab ediyorsunuz. Dua ettiğiniz Zât, her birinize, bineğinin boynundan daha yakındır" dedi."
[Buhârî, Daavât 50, 67, Cihâd 131, Meğâzî 38, Kader 7, Tevhîd 9; Müslim, Zikr 44, (2704);Tirmizî, Daavât 3, 59, (3371, 3457); Ebû Dâvud, Salât 361. (1526, 1527. 1528).]

AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste, tekbir "dua" olarak tavsif edilmektedir.Tekbir, bir talep için değil, zikrullah için söylenmiş olmasına rağmen dua olarak tavsifi, aslında duanın da zikrin de bir ibâdet, yani kulluk tezahürü olmasından ileri gelir.

2- Yüksek sesle tekbir getirenlere Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, "Nefislerinize karşı merhametli olun" buyurması, gereksiz yere kendinizi yormayın demektir. Zîra tekbir, alçak sesle de olsa, Cenâb-ı Hakk işitecektir.
8. (1779)- Hz. Muâz (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bir kimsenin: "Ya Rabbi, senden nimetin kemâlini taleb ediyorum" dediğini işitmişti. Sordu:
"Nimetin kemâli nedir "
"Bu bir duadır, onunla dua edip, onunla hayır (çok mal) ümîd ettim" dedi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)
"Sordum, zîra, nimetin kemâli cennete girmektir, ateşten kurtulmaktır" dedi. Bir başkasının da şöyle dediğini işitti:
"Ey celâl ve ikrâb sâhibi Rabbim!" hemen şunu söyledi:
"Duana icâbet edilmiştir, (ne arzu ediyorsan) durma iste" derken, bir başkasının:
"Ya Rabbi senden sabır istiyorum!" dediğini işitmişti, ona da:
"Allah´tan bela istedin, afiyet iste!" dedi.
[Tirmizî, Daavât 99, (3524).]

AÇIKLAMA:
1- Bu hadiste, dua ederken talep edilen temâmu´n nimet´in ne olduğu hususunda talep eden kimseyi işitince, bununla neyi taleb etmekte olduğunu sormuştur. Adam "Müstecab bir dua olarak onunla dua ediyorum, o sayede arzum yerine geliyor" demek istemiş, hayır kelimesiyle de matlûbunu belirtmiştir. Böylece anlaşılmıştır ki, "çok mal" istemektedir. Nitekim "Birinize ölüm geldiği zaman eğer mal bırakıyorsa." (Bakara 180) meâlindeki ayette hayır kelimesi "mal" mânasında kullanılmıştır. Resûlullah (aleyhisselâtu vessâlam) adamın davranışını red ve tashih maksadıyla: "Temâmu´n -nimet (yani nimetin kemali, tamamlanması) cennettir, ateşten kurtulmaktır" açıklamasını yapar. Bu sözleriyle şu âyeti hatırlatmış olmaktadır: "Ateşten uzaklaştırılıp cennete sokulan kimse artık kurtulmuştur." (Âl-i İmrân 185).

2- Hadiste geçen celâl ve ikram sahibi tâbiriyle, "büyüklük ve azamet sâhibi, dostlarına yâni velî kullarına ikramı bol olan Allah" kastedilmiştir. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, "Ya zel celâl ve´l-ikrâm" diyerek duaya başlayan kimseye: "Duana icâbet edilmiştir, ne arzu ediyorsan durma iste!" demesini değerlendiren âlimler, bu sözle başlanan duanın müstecab olacağı hükmünü çıkarmışlardır.
9. (1780)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) özlü duaları tercih eder, diğerlerini bırakırdı." [Ebû Dâvud, Salât 358, (1482).]

AÇIKLAMA:1- Özlü diye tercüme ettiğimiz kelimenin aslı câmi kelimesinin cem´i (çoğulu) olan cevâmi´dir, az kelime ile çok mâna ihtiva eden demektir. Çok mânadan maksad, hem dünyaya hem de âhirete ait hayırlardır. Şu âyet-i kerîme özlü duaya en güzel örnektir:
"Rabbimiz, bize dünyada da âhirette de iyilik ver ve bizi ateşten koru" (Bakara 201).
     Dünya ve âhiret için afiyet taleb eden dualar da böyledir. Aliyyü´l-Kârî der ki:
"Câmi (özlü) dualardan maksad, her eşit sâlih gayeleri cemeden, Allahu Teâla hazretlerine övgüyü, senâyı ve isteme âdâbını cemeden dualardır".
     el-Muzhir´in açıklaması şöyle: "Bunlar kelimeleri az, mânaları çok olan dünya ve âhiret meselelerine şâmil dualardır." Şu duada olduğu gibi: "Allah´ım, senden af; din, dünya ve âhiretim için âfiyet, diliyorum."
     Şu dua da bir başka örnektir: "Allah´ım senden hidâyet, takva (Allah korkusu), iffet (dünyevî arzulardan korunma), ve (gönül) zenginliği istiyorum."      Bu örnekler hep Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan mervî me´sûr dualardır. Dikkat edilirse taleb edilen şeyler hep mutlaktır: Hidâyet, takva, iffet, zenginlik. Böylece dünyevî, uhrevî, maddî ve mânevî her çeşidi kastedilmiş olmaktadır. Câmi (özlü) kelâm deyince bu kastedilmektedir.
     Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bir hadislerinde, "Bana cevâmiu´lkelîm (özlü sözler) verildi" buyurur.
10. (1781)- Hz. İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) duayı üç kere yapmaktan, istiğfarı üç kere yapmaktan hoşlanırdı." [Ebû Dâvud, Salât 361, (1524).]
AÇIKLAMA:
Daha önce de geçtiği üzere, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) ısrar ve tekrar tavsiye etmektedir. Bu rivâyet, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´ın, dua veya istiğfar ettiği zaman üçer sefer tekrarladığını göstermektedir.

10 Ocak 2011 Pazartesi

İstanbul Anadolu Yakasındaysanız, her pazartesi DAVETLİSİNİZ...

CELAL BAYAR ÜNİV. 'ne, 12 Prof., 31 Doç., 22 Yar. Doç. Alınacak

Gönül Erleri Mail Grubumuza Duyurulur...
12 Profesör, 31 Doçent, 22 Yardımcı Doçent Alınacak
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
ÜNİVERSİTEMİZ  BİRİMLERİNE ALINACAK
ÖĞRETİM ÜYELERİNE İLİŞKİN İLANIMIZ  

İLAN TARİHİ : 07.01.2011 Cuma  
SON BAŞVURU TARİHİ : 21.01.2011 Cuma Günü Mesai Bitimi  

T.C. CELAL BAYAR ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ’NDEN  

     Üniversitemiz Akademik birimlerine, 2547 Sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Öğretim Üyeliğine Yükseltilme ve Atanma Yönetmeliği’nin ilgili hükümleri ile Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Elemanı Kadrolarına Başvurma Atama ve Görev Süresi Uzatımı İle İlgili Yönerge hükümleri doğrultusunda Öğretim Üyesi alınacaktır.  

     MÜRACAATTA ARANACAK  ŞARTLAR:  

PROFESÖRLER İÇİN
- Profesör kadroları daimi statüdedir.
- Dilekçe (Başlıca araştırma eseri belertilecektir), Özgeçmiş, Doçentlik Belgesi onaylı sureti, Öğrenim Belgeleri, Nüfus Cüzdan Sureti ile 2 adet fotoğraf,
- Bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan 6 (Altı) takım dosya ,  

DOÇENTLER İÇİN
- Doçent kadroları daimi statüdedir.
- Dilekçe, Özgeçmiş, Doçentlik Belgesi onaylı sureti, Öğrenim Belgeleri, Nüfus Cüzdan Sureti ile 2 adet fotoğraf,
- Bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan 4 (Dört) takım dosya ve yayın listesi   

YARDIMCI DOÇENTLER İÇİN  
- 2547 Sayılı Kanun’un 23. maddesinde belirtilen şartları taşımak,
- Dilekçe, Özgeçmiş, Nüfus Cüzdanı Sureti, Doktora Belgesi, Öğrenim Belgeleri ile 2 adet fotoğraf,
- Bilimsel çalışma ve yayınlarını kapsayan 4 (dört) takım dosya ve yayın listesi
- Yardımcı Doçent adaylarının yabancı dil sınav tarihleri daha sonra belirlenecek ve adaylara başvurdukları birim tarafından duyurulacaktır.  

GENEL ŞARTLAR
 - Adayların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48. maddesindeki genel ve ilanda belirtilen diğer koşulları taşımaları gerekmektedir.
- Yurtdışı Kurumlardan alınan diplomaların Üniversitelerarası Kurulca Denkliği’nin onaylanmış olması şarttır.
- İlan şartlarımızı taşıyan adaylar ilanımızın yayınlandığı tarihten itibaren 15 gün içerisinde; Profesör ve Doçent adayları Üniversitemiz Rektörlüğü Personel Dairesi Başkanlığına, Yardımcı Doçent adayları ise ilgili birimlere bizzat başvurmaları gerekmektedir.  
- “Celal Bayar Üniversitesi Öğretim Elemanı Kadrolarına Başvurma Atama ve Görev Süresi Uzatımı ile İlgili Yönerge” Üniversitemiz İnternet Sitesinde yer almaktadır. (http://www.bayar.edu.tr)  
- Posta ile yapılan müracaatlar dikkate alınmayacaktır.

İlan Edilen Kadrolar
İlan edilen kadroları görmek için yukarıdaki mavi renkli yazıya tıklayıp
Celal Bayar Üniversitesi'nin sitesine bağlanabilirsiniz...
_______________________________________________________________
Konu ile ilgili bilgi almak için:
236 - 237 28 86'dan 130
personel@bayar.edu.tr

9 Ocak 2011 Pazar

İSLAM TARİHİ ... HER TARAFA SERİYYELER GÖNDERİLMESİ


 İ  S  L  A  M    T  A  R  İ  H  İ
HER TARAFA SERİYYELER GÖNDERİLMESİ
     Mekkeli müşrikler herşeye rağmen, Peygamberimiz ve Müslümanların peşini bırakmış değillerdi. Medine'deki Yahudî ve münafıklarla el altından gizli gizli işbirliklerini sürdürerek İslâm nûrunu söndürmeye, Resûl-i Kibriyanın vücudunu ortadan kaldırmaya matuf faaliyetlerine aralıksız devam ediyorlardı.
     Medine'yi teşkilatlandıran Resûl-i Ekrem Efendimiz bunlara karşı tedbirler almaya başladı. Düşman her türlü hile ve desiseye başvururken elbette tedbirsiz kalınamazdı.
Peygamber Efendimiz, herşeyden önce iktisadî harp usûlünü tatbik etmek istiyordu. Bu maksadla da Kureyşin Suriye'ye giden ticâret yolunu kontrol altında tutmayı uygun buldu.
Düşündükleri bir diğer tedbir de, civarda yaşayan kabilelerle sulh anlaşmaları yapmaktı. Böylece onları Mekkeli müşriklerin sinsî emellerine âlet olmaktan kurtarmış ve Kureyşi tek başına bırakmış olurdu.
     Bu maksat ve gayelerle henüz Hicretin ilk yılında etrafa seriyyeleri göndermeye başladı. Bu seriyyeler herhangi bir yere hücum etmek ve kan akıtmak maksadıyla yola çıkarılmıyordu. Nitekim görüleceği gibi ilk seriyyeler, biri istisna edilirse bir damla kan dökmemişler ve hiç bir kabileyi yağmalamamışlardır.
     Yola çıkarılan bu seriyyelerin belli başlı vasfı Kureyşli müşrikleri iktisadî baskı altında tutmak, onlara bu yolda bir nevi ihtarda bulunmaktı. "Eğer siz şiddet siyasetinize devam ederseniz, biz de yapacağımızı biliriz. Can damarınız demek olan ticaret yolunuz elimizdedir, aklınızı başınıza alın!" demekti.
     Bu seriyyelerin gördüğü bir başka mühim vazife de, Medine'nin etrafını kontrol etmekti. Herhangi bir tehlikenin söz konusu olup olmadığını, düşmanın ne gibi hazırlıklar içinde bulunduğunu araştırıp haber almaktı.

     İlk Seriyye
     Medine'ye hicretlerinden 7 ay sonra Ramazan ayında Resûl-i Ekrem Efendimiz, amcası Hz. Hamza'yı Mekkeli muhacirlerden 30 kişilik bir süvarî grubunun başında, Kureyş müşriklerinden üç yüz kişilik bir birliğin muhafazasında Şam'dan Mekke'ye gitmekte olan ticaret kervanını gözetlemek için gönderdi. (447)     Süvari birliğinin içinde Ensardan bir tek Müslüman yoktu. Çünkü onlar, sadece Medine içinde korumak üzere Peygamber Efendimize söz vermişlerdi. Bu sebepledir ki, Resûl-i Ekrem, Bedir Muharebesine kadar Ensardan hiç kimseyi askerî seferlere göndermemiştir. (448)
     Medine'den yola çıkan Hz. Hamza, iys nahiyelerinden biri olan Seyfü'l-Bahre'de içinde Ebû Cehil'in de bulunduğu Kureyş kervanı ile karşılaştı. Taraflar çarpışmaya hazırlanırken, iki tarafın da dostu ve müttefiki bulunan Cühenîlerin reisi Mecdiy bin Amr aralarına girip çarpışmalarına mani oldu.
     Kureyş, kervanı ile Mekke'ye doğru yol alırken, Hz. Hamza da beraberindeki Müslümanlarla Medine'ye geri döndü. (449)     Peygamber Efendimiz çarpışma çıkmamış olmasından memnunluk duydu.

     Ubeyde bin Haris Seriyyesi
     Hz. Hamza'nın Medine'ye dönüşünden sonra, Peygamber Efendimiz Şevval ayında Ubeyde bin Hâris'i Nabiğ Vadisine gönderdi. Mâiyetinde, muhacirlerden altmış süvari vardı.1Nabiğ Vadisine giden Hz. Ubeyde, orada Kureyş müşriklerinden 200 kişi ile karşılaştı. Birbirlerine hafif ok atışlarında bulundular. Müslümanların safında ilk ok, Sa'd bin Ebî Vakkas Hazretleri tarafından atıldı. Allah yolunda atılan ilk ok bu oldu.
     Bunun dışında herhangi bir çatışma olmadan iki taraf birbirlerinden uzaklaştı.
Bu arada Müslüman olan, fakat bir türlü fırsatını bulup Müslümanlar arasına katılamayan Mikdad bin Amr ile Utbe bin Gazvan da bu durumu fırsat bilerek müşrikler arasından ayrılarak mücahidlere katıldılar.

     *Seriyye, Peygamberimizin bizzat bulunmayıp, Sahabîlerden herhangi birisinin kumandası altında gönderdikleri askerî birliklere denilir. En azı 5 kişilik, en çoğu da 300-400 kişilik olur.
447. Sîre, 2/245; Tabakât, 2/6
448. Tabakât, 2/6
449. Tabakât, 2/6
Kainat' ın Efendisi (ASM)
Salih Suruç

8 Ocak 2011 Cumartesi

Sağlık Bakanlığına 30 (otuz) müfettiş yardımcısı alınacak

SAĞLIK BAKANLIĞI
MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI DUYURUSU



     Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına 19-20 Mart 2011 tarihlerinde Ankara’da yapılacak yazılı sınavla, bu sınavda başarılı olanlara tarihi daha sonra bildirilecek sözlü sınavla 30 (Otuz) adet Müfettiş Yardımcısı alınacaktır.
     Sınava katılmak isteyen adayların, 07 Şubat 2011 tarihinden 18 Şubat 2011 tarihi mesai bitimine kadar Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığına bizzat başvurmaları veya Sınav Başvuru Formu, 2 adet fotoğraf ve KPSS Sonuç Belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı, yüksek öğrenim diploması ve bitirme belgesinin aslı veya onaylı örneğini postayla göndermeleri gerekmektedir. Postadaki gecikmeden dolayı süresinde ulaşmayan müracaatlar işleme konulmayacaktır. Sınava başvuru sırasında istenilen belgelerin fotokopileri çekilip aslına uygunluğu görevli tarafından kontrol edildikten sonra söz konusu belgeler ilgililere iade edilir.
     Sınava katılmak isteyenler Başvuru Formu ve sınavla ilgili bilgileri içeren duyuru metnini Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığından (İstanbul Cad. No:52 Ulus/Ankara) ve İl Sağlık Müdürlüklerinden temin edebileceklerdir. Başvuru Formu www.saglik.gov.tr adresinden de temin edilebilecektir.



     1-MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI SINAVINA KATILABİLME ŞARTLARI


     Müfettiş yardımcılığı giriş sınavına katılabilmek için adayların aşağıdaki nitelikleri taşıması gerekir:
a) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48’inci maddesinde belirtilen genel nitelikleri taşımak,
b) Tabip, diş tabibi, eczacı, kimya mühendisi, kimyager olmak veya hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, idari bilimler, iktisadi ve idari bilimler fakültelerinden, sağlık idaresi yüksek okulundan veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurtiçi ve yurtdışındaki öğretim kurumlarından birini bitirmiş olmak,
c) Yazılı sınav tarihinde 30 yaşını doldurmamış olmak,
d) Askerliğini yapmış ya da erteletmiş olmak veya askerlikle ilgili olmamak,
e) Sicili, tutum ve davranışları yönünden müfettişliğe engel hali bulunmamak,
f) Sağlık durumu bakımından yurdun her yerinde görev ve yolculuk yapmaya elverişli olmak,
g) ÖSYM tarafından 27-28 Haziran 2009 ve 10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) sonuçlarına göre;
1- Hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, idari bilimler, iktisadi ve idari bilimler fakültelerinden, sağlık idaresi yüksek okulundan veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurtiçi ve yurtdışındaki öğretim kurumlarından birini bitirmiş olan adaylar için KPSSP 67 puan türünden 80 ve daha yüksek puan almış olmak veya Tabip, diş tabibi, eczacı, kimya mühendisi ve kimyager unvanlı üniversite mezunu adaylar için KPSSP 12 puan türünden 80 ve daha yüksek puan almış olmak,
2- Yabancı dil sınav sorularının en az yarısını doğru cevaplandırmış olmak, (Yabancı dil test sınav sonucu ile belirtilen KPSS puanının aynı sınav sonuç belgesinde bulunması gerekmektedir).
3- Başvuruda bulunan adaylar arasında yapılacak başarı sıralamasında en yüksek puanlı 200 kişi içerisinde bulunmak gerekmektedir. KPSSP 67 ve KPSSP 12 puan türleri aynı listede birlikte sıralamaya tabi tutulacaktır (200 üncü adayla aynı puanı almış olanlar da sınava kabul edilecektir).

Sağlık Bakanlığı müfettiş yardımcılığı giriş sınavına iki kez girdiği halde kazanamayanlar sınava başvuruda bulunamazlar.

     2-MÜFETTİŞ YARDIMCILIĞI GİRİŞ SINAVI KONULARI

Müfettiş yardımcılığı giriş sınavı, aşağıdaki konulardan seçilmek suretiyle ve yürürlükteki mevzuat hükümleri esas alınarak yapılacaktır.

     A)Üniversitelerin hukuk, siyasal bilgiler, iktisat, işletme, idari bilimler, iktisadi ve idari bilimler fakültelerinden, sağlık idaresi yüksek okulundan veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurtiçi ve yurtdışındaki öğretim kurumlarından mezun olan adayların yazılı sınav konuları:
1-HUKUK
a)Anayasa Hukuku (Genel Esaslar)
b)İdare Hukukunun Genel Esasları, İdari Yargı, İdari Teşkilat
c)Ceza Hukuku(Genel Esaslar ve Kamu Görevlisi Suçları)
d)Medeni Hukuk(Genel Esaslar ve Ayni Haklar)
e)Borçlar Hukuku(Genel Esaslar)
f)Ticaret Hukuku(Genel Esaslar)
g)Ceza Muhakemesi Hukuku(Genel Esaslar)
2-İKTİSAT
a)İktisat Teorisi(Mikro İktisat-Makro İktisat)
b)İktisadi Düşünceler ve Doktrinler Tarihi
c)Para, Banka, Kredi ve Konjonktür
d)Uluslar arası İktisadi İlişkiler ve Teşekküller
e)İşletme İktisadı
f)Güncel Ekonomik Sorunlar
3-MALİYE
a)Genel Maliye Teorisi ve Maliye Politikaları
b)Kamu Giderleri
c)Bütçe
4-MUHASEBE
a)Genel Muhasebe
b)Bilanço Analizi ve Teknikleri
c)Ticari Hesap


     B)Tabip, diş tabibi, eczacı, kimya mühendisi, kimyager unvanlı üniversite mezunu adaylar için sınav konuları:
1) HUKUK
a)Anayasa Hukuku (Genel Esaslar)
b)İdare Hukukunun Genel Esasları, İdari Yargı, İdari Teşkilat
c)Ceza Hukuku(Genel Esaslar)
d)Ceza Muhakemesi Hukuku (Genel Esaslar)
2) Fizik, kimya, matematik gibi ortak okutulan derslerden seçerek cevaplandırılabilecek sorular.


     C)HER İKİ ADAY GRUBU İÇİN
İngilizce, Fransızca ve Almanca dillerinden birisi.

Yazılı sınav, sınav konuları itibariyle test veya klasik sınav şeklinde yapılabilecektir.


     3-SINAV TARİHİ, YERİ VE SONUÇLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

     YAZILI SINAV TARİHİ VE YERİ

Yazılı Sınav, 19-20 Mart 2011 tarihlerinde Ankara’da yapılacaktır. Sınava katılmaya hak kazanan adaylara sınavın yapılacağı tarihi ve sınavın yapılacağı yeri belirten fotoğraflı “Sınav Giriş Belgesi” verilecektir. Adaylar, sınava Sınav Giriş Belgesi ile fotoğraflı ve onaylı kimlik belgesi (Nüfus Cüzdanı, Sürücü Belgesi) kontrol edildikten sonra alınacaklardır. Adaylar istendiğinde bunları sınav görevlilerine ibraz etmekle yükümlüdürler.


     SINAV SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ

     Müfettiş yardımcılığı giriş sınavında; her konu grubu için tam not 100’dür. Yazılı sınavda başarılı sayılabilmek için yabancı dil dışında her konu grubu için alınan notun 60’tan ve notlar ortalamasının da 70’ten az olmaması, yabancı dil sınavından başarılı sayılabilmek için alınan notun 50’den az olmaması gerekir. Yazılı sınav başarı sıralamasında, sınav notu eşit olan adayların bulunması durumunda yabancı dil notu yüksek olan adaya öncelik tanınacaktır. Yazılı sınavda başarı gösteren adaylar arasından en yüksek nottan başlanmak suretiyle alınacak müfettiş yardımcısı sayısının 3 (üç) katını aşmayacak sayıda aday sözlü sınava çağrılacaktır. Sözlü sınava girecek olanların listesi, sözlü sınavın yapılacağı yer, tarih ve saat de belirtilmek suretiyle Teftiş Kurulu Başkanlığında ve www.saglik.gov.tr adresinde ilan edilecek, ayrıca adaylara yazıyla bildirilecektir. Sözlü sınavı başarmış sayılabilmek için alınan notun 70’ten az olmaması gerekmektedir.
     Müfettiş yardımcılığı giriş sınavı notu, yabancı dil notu dışında yazılı sınav notu ile sözlü sınav notu toplamının ortalaması alınarak bulunacaktır. Sınavı başarmış sayılmak için giriş sınav notunun 70’ten az olmaması gerekir. Kadro sayısına göre atanacak adayların belirlenmesinde giriş sınav notu üstünlüğü esas alınacaktır. Giriş sınav notunun eşitliği halinde ise yabancı dil notu yüksek olan adaya öncelik tanınacak, bunların da eşitliği halinde kura çekilecektir. Yazılı ve sözlü sınav sonuçlarına itiraz, sınav sonuçlarının ilanı gününden başlamak üzere 5 gün içinde yapılır. İtiraz mercii, Teftiş Kurulu Başkanlığıdır.
     Müfettiş yardımcılığı giriş sınavında başarılı olanlara Teftiş Kurulu Başkanlığı tarafından gerekli tebligat yapılacak olup kazananların listesi ayrıca www.saglik.gov.tr  adresinde ilan edilecektir. Kazanan adaylar, tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde Teftiş Kurulu Başkanlığına müracaat etmediği takdirde hakkını kaybedecektir.
     Duyurulur.
Yukarıdaki mavi renkli yazıyı tıklayıp başvuru formu doldurabilir
ilgili mercilere iletebilirsiniz...

1 Ocak 2011 Cumartesi

ADALET BAKANLIĞINA PERSONEL ALIMI


 
 
 

TC. ADALET BAKANLIĞI'na 5500 Personel Alım İlanı


T.C.
ADALET BAKANLIĞI
Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü
Taşra Teşkilatına Sözleşmeli (657 sk. 4/B) ve
Kadrolu Personel Alımı Sınav İlânı

1) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 4’üncü maddesinin (B) fıkrası, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 114’üncü maddesi, 06.06.1978 tarihli ve 7/15754 sayılı Bakanlar Kurulu Kararına Ekli Sözleşmeli Personel Çalıştırılmasına İlişkin Esaslarda yer alan Ek madde 2’nin son fıkrası ve Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği’nin değişik 5’inci ve devam eden maddelerine göre, EK-2/B listede yeri sayısı unvanı ve niteliği belirtilen sözleşmeli 4000 infaz ve koruma memuru, 335 büro personeli (ceza infaz kurumu katibi), 296 destek personeli (şoför), 272 teknisyen, 36 destek personeli (aşçı) ve 61 destek personeli (kaloriferci) olmak üzere toplam 5.000 sözleşmeli pozisyona,

2) Devlet Personel Başkanlığının 16.02.2010 tarihli ve 4063 sayılı açıktan atama iznine istinaden ve Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği’nin değişik 5, 6, 9 ve devam eden maddeleri gereğince ceza infaz kurumlarında görev yapmak üzere EK-2/A listede yeri sayısı belirtilen kadrolu 477 infaz ve koruma memuru, 10 teknisyen, 15 şoför, 2 aşçı olmak üzere toplam 504 kadroya; Bu pozisyonlara/kadrolara ilk defa yerleşecekler/atanacaklar merkezi sınava girip en az 70 puan alıp başvuranlar arasından, en yüksek puandan başlamak üzere kadrolu infaz ve koruma memuru, şoför, teknisyen, aşçı ile sözleşmeli infaz ve koruma memuru, teknisyen, destek personeli (şoför, aşçı, kaloriferci) adaylarının beş katı; sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katibi) için pozisyon katı aranmaksızın aday çağrılacaktır. Çağrılan adaylardan uygulamalı ve sözlü sınavda infaz ve koruma memuru ile büro personeli (ceza infaz kurumu katibi) kadro ve pozisyonları için seçim yapılırken [kadrolu şoför, teknisyen, aşçı ile sözleşmeli teknisyen ve destek personeli (şoför, aşçı ve kaloriferci) hariç]; hukuk fakültesi, adalet meslek yüksek okulu, yüksekokulların adalet programı ile adalet ön lisans programı mezunlarına öncelik tanımak kaydıyla, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 114'üncü maddesi gereğince adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıklarınca yapılacak sözlü ve uygulamalı sınav sonucuna göre pozisyon ve kadrolara atama ve yerleştirme yapılacaktır.
Başvurularda, lisans mezunları için 10-11 Temmuz 2010 KPSSP3, önlisans mezunları için 28 Kasım 2010 KPSSP93, ortaöğretim mezunları için 28 Kasım 2010 KPSSP94 puanı esas alınmak kaydıyla Kamu Personeli Seçme Sınavından 70 ve daha yukarı puan almış olma şart aranacaktır.

3) Sözleşmeli Pozisyonlara Yerleşebilmek ve Kadrolu Açıktan Atanabilmek İçin Gereken;
I. Genel Şartlar:
a) Türk Vatandaşı olmak,
b) Kamu haklarından mahrum bulunmamak, Türk Ceza Kanunu’nun 53’üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan mal varlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak,
c) Askerlik durumu itibariyle;
i. Askerlikle ilgisi bulunmamak,
ii. Askerlik çağına gelmemiş bulunmak,
iii. Askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfa geçirilmiş olmak,
d) 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 53’üncü madde hükümleri saklı kalmak kaydı ile görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı bulunmamak,
e) Hizmet göreceği sınıfla ilgili özel kanun veya diğer mevzuatta aranan şartları taşımak.

II. Özel şartlar:
A- İnfaz ve Koruma Memurluğuna Sözleşmeli Yerleşebilmek ve Kadrolu Atanabilmek İçin ;
a. En az lise veya dengi okul mezunu olmak,
b.Yapılacak sınavın son başvuru tarihi itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav tarihi itibariyle 30 yaşını bitirmemiş olmak,
c. Erkeklerde 170 cm., kadınlarda 160 cm.’den kısa boylu olmamak,
ç. Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
d. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenecek Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
e. Boy uzunluğunun santimetre cinsinden son iki rakamı ile kilosu arasındaki fark 13’ten fazla, 17’den az olmamak,
f. Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ve muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
g. Merkezi sınavdan en az 70 puan almak.

B- Sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği) pozisyonlarına yerleşebilmek için;
a. Fakülte veya yüksek okulların bilgisayar bölümü, adalet yüksekokulu, meslek yüksekokullarının adalet bölümü, adalet ön lisans programı, adalet meslek lisesi veya diğer lise ve dengi okulların ticaret veya bilgisayar bölümlerinden mezun olmak,
b. En az lise veya dengi okul mezunu olup, başvuru tarihinde Millî Eğitim Bakanlığınca onaylı veya kamu kurumu ve kuruluşlarınca düzenlenen kurslar sonucu verilen daktilo ya da bilgisayar sertifikasına sahip bulunmak,
c. Meslek liselerinde okutulan daktilografi ders kitabından seçilip yazılı olarak verilen bir metinden daktilo veya bilgisayar ile üç dakikada yanlışsız en az doksan kelime yazmak, (bu bend'e göre yapılacak uygulamalı sınavda başarılı sayılabilmek için;verilen metne sadık kalınıp kalınmadığı, yanlış yazılan kelime sayısı ile yazı içerisindeki kelime ve cümle tekrarları nedeniyle metnin anlam bütünlüğünün bozulup bozulmadığı göz önünde bulundurulacak.)
d. Yapılacak sınavın son başvuru tarihi itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav tarihi itibariyle 35 yaşını bitirmemiş olmak,
e. Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
f. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
g. Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ve muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
h. Merkezi sınavdan en az 70 puan almak.

C- Sözleşmeli destek personeli (şoför) pozisyonlarına yerleşebilmek ve kadrolu şoför olarak atanabilmek için;
a. En az lise veya dengi okul mezunu olmak,
b. Hizmetin özelliğine göre E sınıfı sürücü belgesine sahip olmak,
c. Yapılacak sınavın son başvuru tarihi itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav tarihi itibariyle 35 yaşını bitirmemiş olmak,
d. Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
e. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
f. Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ve muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
g. Merkezi sınavdan en az 70 puan almak. (Ayrıca sözleşmeli destek personeli (şoför) pozisyonlarına yerleşecek ve şoför kadrolarına atanacak adaylara sözlü sınavın yanısıra araç başında kullanma becerisi de ölçülmek suretiyle yapılacaktır.)

D- Sözleşmeli ve kadrolu teknisyen pozisyonlarına yerleşebilmek ve atanabilmek için;
a. Meslek liseleri veya teknik liselerin ilgili bölümlerinden mezun olmak,
b. Yapılacak sınavın son başvuru tarihi itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav tarihi itibariyle 35 yaşını bitirmemiş olmak,
c. Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
d. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
e.Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ve muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
f. Merkezi sınavdan en az 70 puan almak.

E- Sözleşmeli destek personeli (aşçı ve kaloriferci) pozisyonlarına yerleşebilmek ve kadrolu aşçı olarak atanabilmek için;
a. En az lise veya dengi okul mezunu olmak,
b. Halk eğitim müdürlüklerinin veya diğer resmî kurum veya kuruluşların ilgili branşta düzenlediği kurslardan mezun olmak veya ilgili branşta sertifika sahibi olmak,
c. Yapılacak sınavın son başvuru tarihi itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav tarihi itibariyle 35 yaşını bitirmemiş olmak,
d. Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
e. Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
f. Askerlikle ilgisi bulunmamak veya askerlik çağına gelmemiş bulunmak veya askerlik çağına gelmiş ve muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
g. Merkezi sınavdan en az 70 puan almak. (Sözleşmeli destek personeli (aşçı) ve kadrolu aşçı sözlü sınavında komisyon; halk eğitim müdürlükleri veya diğer kurumlarda aşçılık işlerinden anlayan ehil bir kişinin görüşüne başvurabilir.) şartlarının aranması gerekmektedir.

4. Başvuru tarihi :
Başvurular 30 Aralık 2010 Perşembe günü başlayıp, 14 Ocak 2011 Cuma günü mesai saati bitiminde sona erecektir.

5. Başvuru yeri ve şekli:
Adaylar, yapılacak olan sözlü sınav ve uygulamalı sınava, adalet komisyonu başkanlıklarından veya Bakanlık internet sitesinden temin edecekleri Ek-1 başvuru formunu doldurup, öğrenim belgesi ve sınav sonuç belgesinin aslı veya bilgisayar çıktısı yada komisyon başkanlığınca onaylı örneği ile birlikte en son başvuru günü mesai bitimine kadar ilgili adalet komisyonu başkanlığına veya mahalli Cumhuriyet başsavcılıklarına başvuracaklardır. Başvurulara ilişkin evrak; masrafı ilgilisinden alınmak suretiyle aynı gün acele posta servisi (APS) ile ilgili adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığına gönderilecektir. Usulüne uygun olarak başvuru süresi içinde mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarına başvuran ve APS masrafını da ödeme suretiyle evrakını teslim eden adayların başvuruları kabul edilecektir. Adayların yalnızca bir adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonunun yapacağı sözlü sınava katılmaları mümkün olup, birden fazla komisyona başvurulması durumunda başvurular geçersiz sayılacak, bu şekilde sınava girenler kazanmış olsalar dahi atamaları yapılmayacaktır. Ayrıca, sözleşmeli olarak görev yapan infaz ve koruma memurları şartları taşımaları halinde sözleşmeli pozisyonlar hariç kadrolular için açılacak sınava başvurabileceklerdir. Aynı adalet komisyonu tarafından hem kadrolu hem de sözleşmeli personel alınmasına yönelik olarak sınav açılması durumunda, adaylar bu sınavlardan sadece birine başvurabileceklerdir.

6. Sınav yeri:
Ekli listede belirtilen adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıklarıdır.

7. Sınava alınacak aday sayısı ve ilânı:
Sınava girecek adaylar bayan ve erkek olmak üzere ayrı ayrı belirlenerek sözlü sınavdan önce 21 Ocak 2011 tarihinde komisyonlarda, varsa Cumhuriyet Başsavcılığı internet sayfalarında yayınlanacak olup, ayrıca yazılı bildirim yapılmayacaktır. Sınava katılma hakkını
elde edemeyen başvuru sahiplerine herhangi bir bildirimde bulunulmayacaktır.

8. Boy kilo ölçümü:
İnfaz ve koruma memurları için ilan edilen kadro/pozisyon sayının beş katı aday içerisinden boy ve kilo şartını taşıyanlar sözlü sınava katılmaya hak kazanacaktır. Sözlü sınava katılmaya hak kazanan infaz ve koruma memuru adaylarının boy ve kilo ölçümleri 24-25 Ocak 2011 tarihlerinde yapılacaktır.

9. Sözleşmeli büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği) uygulama sınav tarihi:
27 Ocak 2011 Perşembe günü adayların daktilo veya bilgisayar ile vuruş hesabı yapılmadan üç dakikada yanlışsız olarak en az doksan kelime yazıp yazmadıklarının tespiti için uygulama sınavı yapılacaktır. Belirtilen günde uygulama sınavının bitirilmemesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

10. Sözlü sınav tarihi:
Sözlü sınav 31 Ocak 2011 tarihinde yapılacaktır. Belirtilen günde sınavının bitirilmemesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.

11. Sınav şekli:
Sözlü ve uygulamalı olarak yapılacaktır.

12. Sözlü sınav konuları:
a) İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi (40 puan),
b) Atatürk ilkeleri ve inkılâp tarihi (20 puan),
c) Genel kültür (20 puan),
d) Bir konuyu kavrama ve ifade yeteneği (20 puan),konularından oluşmaktadır. Adayın sözlü sınavda başarılı sayılabilmesi için 100 tam puan üzerinden en az 70 puan alması gerekecektir.

13. İlânda belirtilen nitelikleri taşımadıkları sonradan anlaşılan adaylar hakkında yapılan tüm işlemler iptal edilecektir.

14. Sözleşme yapmaya hak kazanan adaylardan tebliğden itibaren 15 gün içerisinde belgelerini teslim etmeyen veya sözleşme imzalandıktan sonra, 15 gün içerisinde görevine başlamayan ya da aranılan şartları taşımadığı sonradan anlaşılanların sözleşmeleri iptal edilecek ve yerlerine puan sıralamasına göre yedek adayların sözleşmesi yapılacaktır.

15. İlan metninde belirtilmeyen hususlar hakkında, diğer ilgili mevzuat hükümlerine göre işlem yapılacaktır.

16. Sözleşmeli infaz ve koruma memurluğu, büro personeli (ceza infaz kurumu katipliği), teknisyen, destek personeli (şoför, aşçı ve kaloriferci) pozisyonları, sınav izni verilen yerlerin ihtiyaçları göz önüne alınarak belirlendiğinden; söz konusu pozisyonlara müracaat edeceklerin sınava başvuru tarihinden önceki mazeretleri kurum içi naklen atamaya esas alınmayacak olup, anılan Bakanlar Kurulu Kararına göre bu pozisyonlarda çalıştırılanların naklen atanmaları çok özel şartlara bağlandığından, ilgililerin ileride mağduriyete uğramamaları açısından (eş, sağlık gibi mazeretler) durumlarına en uygun adalet komisyonuna başvurmaları gerekmektedir.

17. Atama/yerleştirme yapılacak komisyonlara ilişkin kadro ve pozisyonları gösteren (EK-2/A) ve (EK-2/B) listeler ektedir.

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...