18 Ocak 2011 Salı

İSLAM İLMİHALİ ... BEŞİNCİ BÖLÜM: TEMİZLİK - 2. MADDÎ ve HÜKMÎ TEMİZLİK

İ S L Â M   İ L M İ H A L İ
Beşinci Bölüm: Temizlik
II. MADDÎ ve HÜKMÎ TEMİZLİK

     Şüphesiz ki maddî temizliğin ölçütü ve temizlenme yolları toplumların kültür ve gelenekleriyle, şart ve imkânlarıyla sıkı sıkıya bağlantılıdır. Bu sebeple de İslâm dini, hem temizliğin gereklilik ve önemini sıklıkla vurgulayarak bu konudaki ana fikri canlı tutmaya, hem de hitap ettiği toplumların temizlik kültür ve usullerini imkânları ölçüsünde daha iyiye doğru geliştirmeye önem vermiştir. Böyle olduğu için de İslâm toplumlarında temizlik ana fikri, İslâm kültürünün aslî unsurlarından birini teşkil etmiştir. Suyun İslâm medeniyetinde ayrı bir önem kazanmasının bir sebebi de bu olmalıdır. Öte yandan suyun temizliği ve su ile temizlenme başta olmak üzere temizlik araç ve gereçlerinin toplumların şart ve imkânları, pozitif bilimlerin bu konudaki katkısı nisbetinde giderek değiştiği ve iyileştiği de açıktır. Bu sebeple fıkıh kitaplarında çevre ve beden temizliği konusunda yer alan çeşitli kıstas ve usuller bir yönüyle İslâm âlimlerinin temizlik konusuna verdiği önemi, onların bu gayeyi gerçekleştirmeye mâtuf çabalarını, bir yönüyle de içinde bulunulan şart ve imkânlara bağlılığı yansıtır.
     Temizlik İslâm'ın çok önem verdiği dinî bir vecîbe ve sağlıklı yaşamanın önemli bir şartı olmasının yanı sıra insan olmanın onur ve şerefinin de gerektirdiği tabii bir durumdur.
     Fıkhî bir terim olarak tahâret (temizlik), hem maddî pislikten ve kirlerden hem de hükmî kirlilik halinden (hades) temizlenmeyi kapsar. Bu sebeple hükmî temizlik aynı zamanda maddî temizliği de içine alır. Diğer bir ifadeyle, ferdin bedenini ve çevresini maddî kirlerden temizlemesi, hükmî temizlik için genelde ön şart durumundadır. Maddî temizliğin tabii usulü su ile temizliktir. Bu yüzden fıkıh kitaplarında suyun kendisinin temiz olması ve temizlikte kullanılması konusu üzerinde öncelikle ve önemle durulur.
     Suyun bulunmadığı veya temizleyici nitelikte olmadığı durumlarda diğer temizleme araç ve usullerine başvurulur. Öte yandan temizliğin gerektiği şekilde yapılabilmesi için hükmî kirlilik hallerinin yanı sıra dinen kir ve pis (necis) sayılan şeylerin ve bunların temizlenme usullerinin de bilinmesi gerekir. Bu çerçevedeki bilgilerin bir kısmı bilimsel araştırma, tahlil ve deneyimi gerektirse de önemli bir kısmı bizzat fertler tarafından bilinip uygulanabilecek durumdadır. Bu sebeple de maddî ve hükmî temizlikle ilgili temel bilgiler ve pratik çözüm yolları ferdî mükellefiyet kapsamındaki ilmihal bilgileri arasında yer almıştır.

     A) SULARIN HÜKMÜ
     Kur'ân-ı Kerîm'de Allah'ın insanı ve diğer canlıları sudan yarattığı (el-Enbiyâ 21/30, en-Nûr 24/45, el-Furkan 25/54), temizlenme dahil birçok hikmete mebnî olarak gökten temiz su indirdiği (el-Bakara 2/22, 164, el-Enfâl 8/11, el-Furkan 25/48) belirtilerek suyun yeryüzündeki varlıkların hayatı açısından önemine ve aslî temizlik aracı olduğuna işaret edilir. Hz. Peygamber'in hadislerinde de yine su ile temizlenmenin önemi sıklıkla vurgulanarak durgun ve akarsuların, yağmur, kaynak, deniz ve göl sularının maddî ve hükmî temizlikte kullanılmasıyla ilgili temel açıklamalar yer alır. Durgun ve akarsuların temizliğinin sağlanması ve korunması, bu konuda önerilen tedbirler, getirilen yasaklamalar hadis kültüründe önemli bir yekün tutar.
     Suların temiz sayılması ve temizleyici olması (hükmî temizlikte kullanılabilmesi) konusunda fıkıh literatüründe yer alan ayrıntılı bilgiler, yukarıda sözü edilen hadislerin ışığında müslüman toplumların asırlar boyunca oluşan bilgi ve tecrübe birikimlerinin ürünüdür. Hanefî fıkıh kültüründe su, doğal su özelliğine sahip olup olmaması yönüyle mutlak ve mukayyet su, yenilenme ve akıcılık özelliğine göre de durgun ve akarsu kısımlarına ayrılır. Sularla ilgili pratik bilgiler, literatürde bu ayırım ve adlandırma içinde verilmeye çalışılır.

     a) Mutlak Su - Mukayyet Su
     Yaratıldığı tabii halini koruyan, mahiyetini değiştirecek başka maddeler karışmamış suya mutlak su denilir. Yağmur, kar, deniz, ırmak, kaynak ve kuyu suları normalde böyledir. Mutlak suyun üç özelliği ve iki tabiatı vardır. Özellikleri, rengi, kokusu ve tadıdır; iki tabiatı da inceliği ve akıcılığıdır. Öte yandan mutlak su, temiz ve temizleyici olup olmama yönüyle beş kısma ayrılır. Suyun temizleyici sayılması, abdest ve gusül gibi hükmî temizlik aracı olabilmesinin câiz oluşunu, temiz sayılması ise diğer maddî temizlik ve kullanım aracı olabilmesini ifade eder.
     1. Rengi, kokusu ve tadı bozulmamış, içine pis bir madde karışmamış, kullanılması mekruh ve şüpheli hale gelmemiş sular hem temiz hem de temizleyici sayılırlar. Tabiatta normal halde bulunan mutlak sular kural olarak böyledir. İnsanın, at, deve, sığır, koyun ve keçi gibi eti yenen hayvanların ve kuşların artığı sular da, bu sulara maddî bir pislik bulaşmadığı sürece kural olarak hem temiz hem temizleyicidir.
     2. Temiz ve temizleyici olmakla birlikte kullanılması mekruh olan sular: Tavuk gibi eti yenen, kedi gibi eti yenmeyen evcil hayvanların, çaylak, doğan gibi yırtıcı kuşların artığı sular böyledir. Hz. Peygamber kedi hakkında "O pis değildir, çünkü aranızda dolaşıp duran yaratıklardandır" (Ebû Dâvûd, "Tahâre", 38) buyurarak bunlardan sakınmanın imkânsızlığına işaret etmiştir. Eti yenmeyen yırtıcı kuşların gagaları kemik olduğundan, artığı sular diğer yırtıcı hayvanlarınkinden farklı görülmüştür. Bu tür sularla abdest almak veya gusletmek mekruhtur. Ancak normal su bulunmadığında bu sular hem abdest ve gusül gibi hükmî temizlikte hem de maddî temizlikte kullanılabilir.
     3. Abdest, gusül gibi hükmî temizlikte kullanılmış olan sular (mâ-i müsta`mel), maddî bakımdan temiz olsalar bile ikinci defa hükmî temizlikte kullanılamaz. Fakihler bu suların temizleyici olmadığını söylerken bunu anlatmak istemişlerdir. Ancak fakihlerin çoğunluğu aslî özelliklerini kaybetmemesi ve maddî bir kirlilik de taşımaması kaydıyla kullanılmış suyu temiz sayar ve bu suyun maddî temizlikte kullanılabileceğini söyler. Bazı fakihlerin ise ihtiyatla hareket edip kullanılmış suları dinen necis su grubunda mütalaa ettiği görülür. Bu görüş ayrılıkları suyun kıt olması halinde kullanılabilecek bazı ruhsatlar içermesi sebebiyle faydadan hâlî değildir. Abdestsiz veya cünüp olan kimsenin suyu almak veya sıcaklığına bakmak amacıyla elini suya sokmasıyla bu su kullanılmış sayılmaz.
     4. Temiz ve temizleyici olmayan sular: İçine pislik düştüğü kesin olarak veya galip zan ile bilinen -tanımı aşağıda gelecek olan- az miktardaki sular ile içine düşen pislikten dolayı rengi, tadı veya kokusu bozulan büyük su birikintileri ve akarsular böyledir. Köpeğin, eti yenmeyen vahşi hayvanların artığı sular da temiz değildir.
     5. Eşek ve eşekten doğan katırın artığı suların hükmî temizlikte kullanılıp kullanılmayacağı ise şüphelidir. Temiz su bulunmadığında bunlarla abdest ve gusül alınır ve ayrıca teyemmüm yapılır.
     İçine temiz bir maddenin katılmasıyla incelik ve akıcılığını kaybeden mutlak sulara veya tabii bir oluşumla meydana gelip özel bir isimle anılan sulara "mukayyet su" tabir edilir. Gül suyu, meyve suyu, maden suyu, diğer helâl meşrubat türleri veya içinde nohut, mercimek benzeri temiz şeylerin pişmesiyle incelik ve akıcılığını kaybeden sular böyledir. Mutlak sular temiz ve temizleyicilik özelliğini kaybetmediği sürece hem maddî pisliğin temizlenmesinde hem de hükmî temizlikte kullanılabilirken mukayyet sular, normal su bulunmadığı zaman sadece maddî temizlikte kullanılabilir.
     Hanefîler dışındaki diğer mezheplerde sular genellikle 1. Temiz ve temizleyici sular, 2. Temiz fakat temizleyici olmayan sular, 3. Temiz olmayan yani necis sular şeklinde üç kısma ayrılarak incelenirse de, bu konuda genellikle tecrübe ve gözleme dayalı bilgiler kullanıldığından mezhepler arasında kayda değer bir görüş farklılığı yoktur.

     b) Durgun Su - Akar Su
     Suyun durgun veya akar olması, durgun ise miktarı, o suyun temiz ve temizleyici olma özelliğini belirlemede etkin rol oynar. Akar sular ile büyük havuz niteliğindeki durgun sular üç temel vasfından biri değişmedikçe yani rengi, tadı veya kokusu bozulmadıkça içine düşen bir pislikten dolayı temiz ve temizleyicilik özelliğini yitirmez. Buna karşılık küçük havuz niteliğindeki durgun sular, içine bir pislik düşmekle üç temel vasfında değişme olup olmadığına bakılmaksızın temiz ve temizleyici olmaktan çıkar. Kural bu olmakla birlikte büyük ve küçük havuz ayırımında nasıl bir ölçünün kullanılacağında fıkıh mezhepleri arasında görüş farklılıkları vardır. Hanefîler'e göre durgun suyun derinlik ve hacminden çok yüzey genişliği önemlidir. Hanefîler'e göre su, avuçlandığında elin dibe değmeyecek derinlikte olması kaydıyla, yüzeyinin yaklaşık olarak 50 m2 olması, Şâfiî ve Hanbelîler'e göre ise hacminin iki kulle (yaklaşık 206 litre) ve daha fazla miktarda olması halinde büyük havuz hükmünü alır. Mâlikîler'e göre ise normal abdest ve gusül suyu kabının alacağı su az su hükmündedir.
     Fakihlerin bu konudaki yaklaşım ve kıstasları dikkatlice incelendiğinde, onların hem suyun aslî özelliğini korumasına önem verdikleri hem de içine küçük bir pislik düştü diye bol miktarda suyun kullanılamaz olmasını önlemek istedikleri görülür. Böyle olunca suyun teminindeki kolaylık ve zorluk, suya düşen pisliğin tür ve miktarı da göz önünde bulundurulmak kaydıyla, mezheplerin bu konudaki farklı görüşlerinin bir ruhsat olarak değerlendirilebileceği, kişilerin kendi kültür, imkân hatta kalbî mutmainlikleri açısından bu ruhsatlardan birini seçebileceği söylenebilir. Diğer yandan suyun temel özelliklerinde bir bozulma olduğunda veya yapılan bilimsel incelemeler ve laboratuvar tahlilleri sonunda insan sağlığı ve çevre için zararlı olduğu tesbit edildiğinde bu suyun kullanımının dinen de câiz olmayacağı açıktır. Çünkü insanın sağlık, güvenlik ve huzur içinde yaşaması dinin genel hedeflerinden biri olduğu gibi bilimin de ana gayesini oluşturur. Bu sebeple fıkıh kitaplarında suyun maddî ve hükmî temizlikte kullanılabilmesi için aranan şartlar, suyun kullanımının dinî hükmüyle ilgili nihaî bir ölçü ve çözüm olarak değil, fertlere günlük yaşayışlarında kolaylık sağlamayı ve ortalama bir ölçü getirmeyi amaçlayan öneri ve katkılar olarak anlaşılmalıdır. Nitekim madenî kaplara konup güneşte ısıtılan suyun kullanımını bazı fakihlerin mekruh gördüğü, bunu söylerken de bu tür suların sağlığa zararlı olduğu noktasından hareket ettikleri bilinmektedir. Böyle olunca suyun temizliği konusunda fıkıh kültürümüzdeki bu tür yaklaşımları ilke ve amaç yönüyle değerlendirip günümüzdeki teknolojik gelişmelerden, arıtma ve tahlil imkânlarından ve pozitif bilimin sonuçlarından âzami ölçüde yararlanmak vazgeçilmez bir önem taşımaya başlamıştır.


16 Ocak 2011 Pazar

İÇİŞLERİ BAKANLIĞINA 15 DERNEKLER DENETÇİSİ YARDIMCISI ALINACAK

T.C. İçişleri Bakanlığından:
DERNEKLER DENETÇİ YARDIMCISI
GİRİŞ (SÖZLÜ) SINAV DUYURUSU

     İçişleri Bakanlığı merkez teşkilatında Genel İdare Hizmetleri Sınıfından boş bulunan 15 adet Dernekler Denetçi Yardımcısı kadrolarına 28 Şubat - 02 Mart 2011 tarihleri arasında Ankara’da yapılacak giriş sınavı(sözlü) ile eleman alınacaktır.

BAŞVURU ŞARTLARI
1 - 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 48 inci maddesinin (A) fıkrasında sayılan şartları taşımak,
2 - En az dört yıllık lisans eğitimi veren Hukuk, Siyasal Bilgiler, İktisat, İşletme, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültelerinden veya bunlara denkliği yetkili makamlarca kabul edilen yurt içi ve yurt dışındaki öğrenim kurumlarından birisini bitirmiş olmak,
3 - Sınavın yapıldığı tarihte 30 yaşını doldurmamış olmak (02/03/1981 tarihinden sonra doğanlar),
4 - ÖSYM tarafından 27-28 Haziran 2009 veya 10-11 Temmuz 2010 tarihlerinde yapılan “Kamu Personel Seçme Sınavı KPSSP 59” bölümünde en az 70 ve üzerinde KPSS puanı almış olmak kaydıyla başvuruda bulunanlardan en yüksek puanlı 120 kişi içerisinde bulunmak (120 nci aday ile aynı puana sahip diğer adaylar da giriş sınavına alınır).

BAŞVURU İÇİN İSTENİLECEK BELGELER
1 - Bakanlığımızın www.icisleri.gov.tr adresli internet sitesinden temin edilerek doldurulmuş ve aday tarafından imzalanmış, resimli İş Talep Formu,
2 - Son altı ay içinde çekilmiş 3 adet renkli vesikalık fotoğraf,
3 - Diploma veya mezun olduğunu gösterir belgenin aslı ve fotokopisi veya tasdikli sureti
4 - Bakanlığımızın www.icisleri.gov.tr adresli internet sitesinden temin edilerek doldurulmuş ve aday tarafından imzalanmış, resimli 2 adet Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Formu,
Sınava katılabilmek için adayların; İş Talep Formu ve istenilen belgeler ile birlikte 24-28 Ocak 2011 tarihleri arasında çalışma saatleri içinde Bakanlığımız Personel Genel Müdürlüğünde bulunan Sınav Bürosuna bizzat müracaat etmeleri gerekmektedir. Posta ile müracaatlar kabul edilmeyecektir.

BAŞVURULARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Başvurular tamamlandıktan sonra; adayların İş Talep Formundaki beyanları, yaş ve KPSSP59 puan türü kontrol edilecektir. Kontroller sırasında durumu uygun olmayan adayların başvuruları geçersiz sayılarak, değerlendirmeye alınmayacaktır. Şartları taşıyan adayların (KPSSP59) başarı puan sıralamasına göre değerlendirmeleri yapılarak en yüksek puandan başlamak üzere ilan edilen kadronun 8 katı aday (120 kişi) giriş sınavına katılmaya hak kazanacaktır.120 nci aday ile aynı puana sahip adaylar da giriş sınavına alınacaktır.Giriş(sözlü) sınavına girmeye hak kazanan adayların isim listesi Bakanlığımız (www.icisleri.gov.tr) adresli internet sitesinde ilan edilecektir.

GİRİŞ (SÖZLÜ) SINAVININ ŞEKLİ VE KONULARI
Giriş sınavı; sözlü olarak tek aşamada yapılacaktır.
Giriş (sözlü) sınavında; Adayların genel olarak Hukuk, İktisat, Maliye ve Kamu Yönetimi bilgileri ile ifade kabiliyeti, temsil yeteneği, tavır ve hareketleri gibi şahsi vasıfları da göz önünde bulundurulur.
Giriş (sözlü) sınav günü, saati ve yeri Bakanlığımızın www.icisleri.gov.tr adresli internet sitesinde ve sözlü sınava alınacak adayların İş Talep Formunda gösterdikleri yazışma adreslerine tebligat yapılarak ayrıca bildirilecektir.

GİRİŞ (SÖZLÜ) SINAV SONUÇLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
Giriş (sözlü) sınavında adaylara, sınav kurulu başkan ve üyelerinin her biri tarafından ayrı ayrı 100 üzerinden puan verilir. Bu puanların aritmetik ortalaması giriş (sözlü) sınav notunu teşkil eder. Giriş (sözlü) sınavında başarılı olabilmek için alınan notun 70’den aşağı olmaması gerekir. Sınav kurulu tarafından, adaylar en yüksek puandan başlamak üzere sıralanarak, giriş (sözlü) sınav başarı listesi oluşturulur.

   GİRİŞ (SÖZLÜ) SINAV SONUÇLARININ DUYURULMASI  
Giriş (sözlü) Sınavını kazananlar, başarı puanı en yüksek olan adaydan başlanmak suretiyle ilanda yer alan boş kadro sayısı kadar asil ve yeteri kadar yedek olmak üzere açıklanır. Başarılı olan adayların listesi, sınav kurulunca Bakanlığın www.icisleri.gov.tr adresli internet sitesinde ve Bakanlığımızın doğu ve batı kapılarında bulunan ilan panolarında asılarak duyurulacaktır.

GERÇEĞE AYKIRI BEYAN
1 - Giriş (sözlü) Sınavına alınan ve kazananlardan, gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenlerin sınavları geçersiz sayılarak atamaları yapılmayacaktır.
2 - Gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit edilenler hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ilgili hükümleri uygulanmak üzere Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulacaktır

ESKİŞEHİR' de TÜLOMSAŞ, Meslek Lisesi Mezunu 78 İşçi Alacak

TÜLOMSAŞ GENEL MÜDÜRLÜĞÜNE AŞAĞIDAKİ
İŞ POZİSYONLARINDA İŞÇİ ELEMAN ALINACAKTIR.
Kişisel Durum
Talep No
İşveren
Adres
Pozisyon (Meslek)
Çalışma Yeri
İşyeri Türü
Periyot
Son Başvuru
Açık İş
Karşılanma Biçimi
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
CNC Tezgah Operatörü
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
8
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Sıhhi Tesisatçı
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
3
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Motor Teknisyeni
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
9
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Elektrik Teknisyeni (Genel)
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
15
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Metal İşleri Teknisyeni
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
18
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Tesviyeci
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
20
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Elektronik Teknisyeni (Genel)
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
3
İl Genelinde
Normal
TÜLOMSAŞ A.Ş. (Kamu)
AHMET KANATLI CD /
Bilgisayar Teknisyeni
Yurtiçi (ESKİŞEHİR)
Kamu
Belirsiz Süreli (Daimi)
24/01/2011
2
İl Genelinde
Yukarıdaki ilandaki Mavi Renkli Talep No. larını tıklayıp,
İŞKUR'un sitesine bağlanabilirsiniz...
MÜRACATLAR SADECE İŞKUR VASITASIYLA YAPILMAKTADIR.
ŞİRKETİMİZE MÜRACAT YAPILMAMAKTADIR.

HADİS-İ ŞERİFLER ... KONU: DUA KONUSUNDA MÜTEFERRİK HADİSLER

DÖRDÜNCÜ FASIL
MÜTEFERRİK HADİSLER

1. (1782)- Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyudular ki: "Acele etmediği müddetçe herbirinizin duasına icâbet olunur. Ancak şöyle diyerek acele eden var: "Ben Rabbime dua ettim duamı kabul etmedi." [Buhârî, Daavât 22; Müslim, Zikr 92, (2735); Muvatta, Kur´an 29 (1, 213); Tirmizî, Daavât 145, (3602, 3603); Ebû Dâvud, Salât 358, (1484).]

     Müslim´in diğer bir rivâyeti şöyledir: "Kul, günah talebetmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder."
     Tirmizî´nin bir diğer rivâyetinde şöyledir: "Allah´a dua eden herkese Allah icâbet eder. Bu icâbet, ya dünyada peşin olur, ya da ahirete saklanır, yahut da dua ettiği miktarca günahından hafifletilmek sûretiyle olur, yeter ki günah taleb etmemiş veya sıla-ı rahmin kopmasını istememiş olsun, ya da acele etmemiş olsun."
AÇIKLAMA:
     Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), bu hadislerinde dua eden insanların bir zaafına dikkat çekmektedir: "İsti´cal, yani acelecilik. Bir başka ifâde ile duanın hemen karşılığını görme arzusu, Müslim´in bir rivâyetinde "Ya Rasulallah İsti´cal nedir" diye sorulunca şu açıklamayı yapar:
     'Dua ettim, ettim de hiçbir neticesini görmedim' der ve o anda duayı terkeder. Şu halde Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm), duanın terkine sevkedecek bir aceleciliği hoş görmüyor. Bu sebeple, her hâlu kârda dua etmeye devam edilmesi için, duanın mutlaka netice vereceğini kesin bir dille ifâde ettikten sonra bu kabulün şu sûretlerden biriyle olcağını belirtir:
1- Ya isteğe uygun olarak dünyada görülecek bir şekilde makbul olur.
2- Ya âhirette verilmek üzere sevap takdir edilir.
3- Yahut günahları affedilir.

     Şu halde, bu hadis, neticeye hiç aldırmadan dua etmeye, Allah'dan hayırlı şeyler istemeye devam etmeye teşvik etmektedir. Duayı; ibadetin ve kulluğun bir gereği bilip, ara vermeden devam etmelidir. Mü'min ibadetten usanmaz, zaten hayatının gayesi ibadet ve kulluktur. Zîra Allah insanları sadece ve sadece ibâdet için yaratmış bulunmaktadır (Zâriyat 56). İcâbetin gecikmesi, henüz vakti gelmediğinden, yahut daha çok ibadet edip mübâlağa göstermesi gereğindendir. Zîra, önce de belirtildiği gibi, Cenâb-ı Hakk duada mübâlağa ve ısrarı sevmekte, çok dua edenlerin duasını kabul buyurmaktadır.

2. (1783)- Hz. Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Nefislerinizin aleyhine dua etmeyin, çocuklarınızın aleyhine de dua etmeyin, hizmetçilerinizin aleyhine de dua etmeyin. Mallarınızın aleyhine de dua etmeyin. Ola ki, Allah´ın duaları kabul ettiği saate rastgelir de, istediğiniz kabul ediliverir." [Ebû Dâvud, Salât 362, (1532).][63]
AÇIKLAMA:
1- Burada yasaklanan "aleyhe dua" dan maksad dilimizde beddua veya ilenç dediğimiz şeydir, yâni kötü temennîlerde bulunmaktır. Kişinin kendisi için, "Gözlerim kör olsun"; evladı için, "Allah canını alsın"; malı için, "yok olsun, ateş olsun." gibi sözler sarfetmesidir. İnsanlar çoğu kere bu çeşit sözleri çok samimî olmaksızın, bir dil alışkanlığı şeklinde sıkca kullanırlar. İşte bu hadiste, Resûlullah(aleyhissalâtu vesselâm), bu hareketin mü´minlik edebine uymadığını, dilimizi, zihnimizi böylesi sözlere alıştırmamamız gerektiğini ders veriyor. Bu sözlerin, Cenâb-ı Hakk´ın duaları kabul ettiği bir âna rastlayacak olursa, pek samimî olmadan yapılan bu bedduaların bed âkibeti ile karşılaşabileceğini belirtiyor. Bir başka hadiste dualara meleklerin "âmin!" demeleri sebebiyle kişinin kendisi için hayırdan başka bir temennîde bulunmaması tavsiye ediliyor:
     "Kendiniz için sâdece hayır dileyin. Zîra melekler, dualarınıza "âmin!" derler."

3. (1784)- Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rabbinden istesin, hatta kopan ayakkabı bağına varıncaya kadar istesin." [Tirmizî, Daavât 149, (3607, 3608).]
AÇIKLAMA:
     Münavî şu açıklamayı sunar: "Cenâb-ı Hakk, kendisine tevekkül eden herkesin ihtiyaç duyup arzu ettiği şeyleri az olsun, çok olsun, büyük olsun, küçük olsun, te´min etmeyi tekeffül etmiştir."
     Ayakkabı bağının bile Allah´tan istenmesiyle ilgili olarak da şunu söyler: En değersiz bir şeyin bile büyüklerin büyüğünden (Allah´tan) istenmesi. O´ndan büyük bir şeyin istenmesinden daha çok mâna taşır. (Bu sebeple hadis, istesin kelimesini kullandı ve buna bir mâni olmadığını, isteyeni reddedecek bir aracı da olmadığını göstermek için "istesin" kelimesini ikinci sefer tekrar etti. Ayrıca "istemek vak´ası"yla Cenâb-ı Hakk´ın kâinattaki eksiksiz hâkimiyeti idrâk edilir, rahmetinin, ihsanının, cömertliliğinin ve kereminin şuaları müşâhede edilir. İsteneni Cenab-ı Hakk´ın vermesi, isimlerinin ve sıfatlarının bir gereğidir de. Bu isim ve sıfatlarını, onların muktezâ ve müteallikâtından, âsârından ve ahkâmından ayrı düşünmek câiz değildir. Öyle ise Hak Teâlâ Hazretleri cömerttir ve kemâl mertebesinde cömertlik (cûd) onun vasfıdır. Bu sebepledir ki, kendisinden istenmeyi sevmiş ve insanların kendisinden istemesini taleb etmiş, isteyecek kimseleri yaratıp, onlara istemek îlam etmiş ve de, kendisinden istenenleri yaratmıştır. O, isteyeni de, istemelerini de, istediklerini de yaratandır.
     Şunu da kaydetmek isteriz: İhtiyaçlarımızın tahakkukunda, dua, sâdece lisânî talepden ibâret değildir. Lisânen ifâdeye döktüğümüz, belirgin hâle getirdiğimiz, ihtiyacımızı fiilî taleple de istememiz gerekir. Zîra âyet-i kerimede: "İnsan için, kendi çalıştığından başkası yoktur" (Necm 39) buyurulmuştur.
     Öyle ise kişinin te´min etmek istediği her ihtiyacı önce lisanen Allah´tan isteyip, sonra da çalışarak elde etmesi: neticede "kendine ulaşan -maddî ve mânevî- her çeşit hayrı, bir ayakkabı bağı bile olsa, Allah´dan bir lütuf, bir ikram bilmesi (Nisa 79) mü´minlik edebidir.

4. (1785)- Ebû Hüreyre hazretleri (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah Teâla Hazretleri kendisinden istemeyene gadap eder." [Tirmizî, Daavât 3, (3370); İbnu Mâce, Dua 1, (3827).][65]

AÇIKLAMA:
     Âlimlerimiz, hadisi şöyle açıklar: "Dua etmeyene Allah´ın gadap etmesi yani kızması bu hareketin tekebbür ve istiğnadan ileri gelmesi sebebiyledir. Allah´a karşı tekebbür ve istiğna ise kulluk edebine yakışmayan, câiz olmayan bir haldir."
     Tîbî şöyle demiştir: "Allah, fazlından istenmesini sever. Bu sebeple, kim Allah´tan talepte bulunmazsa ona buğzeder, buğzedilenin (Kur´ân-ı Kerim´de zikri geçen) mağdûbaleyh (Fatiha 7) zümresinden olduklarında şüphe yoktur."
5. (1786)- İbnu Mes´ud (radıyallâhu anh) hazretleri anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allahu Teâla Hazretleri´nin fazlından isteyin. Zira Allah, kendisinden istenmesini sever. İbadetin en efdali de (dua edip) kurtuluşu beklemektir." [Tirmizî, Daavât 126 (3566).]
AÇIKLAMA:
     Kurtuluş diye tercüme ettiğimiz kelimesinin aslı ferec´tir. Darlıktan, sıkıntıdan kurtulmak mânasına gelir. Kurtuluş beklemek, Allah´tan başkasına şikayeti terkederek bela ve hüznün gitmesini sabır içerisinde gözetmek mânasına gelir. Bu en efdal ibâdettir. Çünkü belâya sabırla mukâbele Allah´ın kazasına inkıyad ve rızadır. Esâsen, her çeşit tedbire rağmen gelen musîbet karşısında sabır ve metanetten başka yapacak bir şey yoktur. Sabırsızlık, telaş, başkalarına dert yanmak, bağırıp çağırmak hiçbir derde deva getirmez, üstelik artırır.
     Burada sabrın tavsiyesi, tedbirin terkedilmesi mânasını taşımaz. Bilakis, elden gelen tedbir ve çâreye başvurduktan sonra ferec ve kurtuluşu sabır içinde Allah´tan beklemek tavsiye edilmektedir. Şifayı verenin Allah olduğunu bildiren Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm), tedâvi aramaya devam etmeyi emretmiştir:

6. (1787)- Câbir (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Bir kadın: "Ey Allah´ın Resûlü, bana ve kocama dua ediver!" diye ricada bulunmuştu. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) efendimiz: "Allah sana da, kocana da rahmet etsin!" diye dua buyurdu." [Ebû Dâvud, Salât 363, (1533).] [69]

AÇIKLAMA:
1- Ebû Dâvud bu hadisi: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan başkasına salât" adını taşıyan bir babta kaydeder.
     Dua ve teberrük mânasına salâtın, bazı âlimlerce Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) dışındaki insanlar için de kullanılması câiz görülmüştür. Nitekim, âyeti kerîmede, zekâtını verenler için: "Onlara dua et" denmektedir. Âyet meâlen şöyle: "(Ey Muhammed), mallarının bir kısmını, kendilerini temizleyip arıtacak sadaka olarak al. Onlara dua et. Senin duan onlar için bir huzurdur" (Tevbe 103). Rivâyete göre, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Ebû Evfâ ailesi, zekâtlarını getirdikleri zaman onlara şöyle dua etmiştir.  "Allah´ım Ebû Evfa ailesine rahmet et,"

2- Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´e ümmetinden olan salât, ta´zim ve tekrim (saygı ve hürmet) ifade eder. Bu mânadaki salât ona hastır. Hatta İbnu Abbâs (radıyallâhu anh): "Salâtı hiç kimse Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´tan başka birisi hakkında kullanamaz, câiz değildir" demiştir:
     Ancak Şia, bu mânada, salâtı Hz. Ali ve onun evladları için kullanırlar. Onlar yukarıda kaydettiğimiz âyeti delil göstererek, "zekâtını verenler hakkında" kullanılabileceğini söylerler ve ilâve ederler: "Öyle ise, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin (radıyallâhu anhüm) hakkında niye câiz olmasın" Keza derler ki: "Selamlaşmada bir kimse esselamu aleyküm dese, diğeri ona ve aleykümü´sselam diye mukabele eder. Bu da gösterir ki, bu lâfzı Müslümanların büyük çoğunluğu hakkında kullanmak câizdir. Öyle ise, Âl-i Beyt hakkında kullanılması niye câiz olmasın"
     Kadı İyâz der ki: "Bu tâbir Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) hakkında câizdir. Bunun delili şu rivâyettir: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)´a (Ashab´tan) bazıları sordu: "Ey Allah´ın Resûlü! Sana selam´ın nasıl olacağını biliyoruz, ama salât nasıl olmalıdır?"
     Şu cevabı verdi: "Size öğretildiği şekilde söyleyin. Deyin ki: "Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed kemâ salleyte alâ İbrahîme ve alâ Âli İbrahim." Mâlumdur ki, Muhammed ailesinde peygamber yoktur. Öyle ise Âli İbrahim hakkında câiz olduğu üzere aynı şekilde Hz. Ali hakkında da câiz olur."

7. (1788)- Ebû´d-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kardeşinin gıyabında dua eden hiçbir mü´min yoktur ki melek de: "Bir misli de sana olsun" demesin." [Müslim, Zikr 86, 88, (2732, 2733); Ebû Dâvud, Salât 364, (1534).]
     Ebû Dâvud´un rivâyetinde şu ziyâde vardır: "Melekler: "Âmin, bir misli de sana olsun!" derler."

8. (1789)- Hz. Âişe (radıyallâhu anhâ) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Her kim, kendine zulmedene beddua ederse, ondan intikamını (dünyada) almış olur." [Tirmizî, Daavât 115, (3547).]

AÇIKLAMA:
     1- Münâvî der ki: "Mazlum, beddua etmek sûretiyle zâlimin ırzından alıp, onun günahını azaltır. Böylece mazlumun sevabı da, bedduası nisbetinde azalmış olur. Bu hadis şunu haber veriyor: Zulme mâruz kalan kişi, diliyle bile olsun intikam alsa, zâlimdeki hakkını dünyada almış olur ve zâlimin günahı kalmaz, mazlumun da âhirette alacağı bir ecri kalmaz. Öyle ise hadis, mazluma, dünyada intikam almamayı, ecrini Allah´a bırakarak zâlimi affetmeyi tavsiye etmiş olmaktadır. Nitekim âyet-i kerîmede: "Ama sabredip bağışlayanın işi, işte, bu azmedilmeye değer işlerdendir" (Şûra 43) buyurulmaktadır.

2- Hadis, Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)´in zâlim veya mazlum bütün ümmetine karşı şefkat duyduğunu göstermektedir. Mazlumlara şefkat duymakta, zîra ecirden mahrum kalmaması için affetmesini istemektedir. Zalimlere karşı şefkat duymaktadır zira, mazlum beddua ettiği taktirde, duasının kabul edilerek aleyhinde tecelli etmesi mevzubahistir. Cenâb-ı Hakk zâlimi affedeni övdüğü gibi, intikam alanı da övmüştür."
DUA başlıklı bölümümüzde geçtiğimiz günlerde yayınladığımız konular aşağıdadır...

14 Ocak 2011 Cuma

Tarihte İz Bırakanlar Programımız 21 Ocak Cuma Akşamı...

İSLAM TARİHİ ... HİCRETİN BİRİNCİ SENESİNİN MÜHİM BAZI HÂDİSELERİ


 İ  S  L  A  M    T  A  R  İ  H  İ
HİCRETİN BİRİNCİ SENESİNİN MÜHİM BAZI HÂDİSELERİ 


     Ashabdan Es'ad bin Zürâre ile Gülsüm bin Hidm'in Vefâtı
     Gülsüm bin Hidm, Ensârın ileri gelenlerindendi. Oldukça yaşlanmıştı. Mescid-i Nebevî yapıldığı sırada Kuba'da vefât etti.     Hz. Gülsüm bin Hidm, Hicretten önce Müslüman olmuştu. Resûl-i Kibriyâ Efendimizi Hicret esnâsında Kubâ'da evinde misafir etme şerefine ermişti. Peygamberimiz on dört gün kadar evinde kalmıştı.
     Es'ad bin Zürâre Hazretleri Akabe Bîatında Resûl-i Ekrem Efendimizle görüşen altı zattan biri idi. Son Akabe Bîatında Ensarı temsilen seçilen 9 temsilcinin arasında o da yer alıyordu.
Es'ad Hazretleri de, Gülsüm bin Hidm'in vefatından kısa zaman sonra vefat etti. Resûl-i Ekrem Efendimiz vefâtı esnasında yanında bulunuyordu. Onu yıkadı. Kefenledi ve cenaze namazını kıldı. Sonra da onu Medine kabristânı olan Bakî'e defnetti. Bakî Kabristanına Ensardan ilk defnedilen zat, Es'ad bin Zürâre Hazretleridir.

     Abdullah bin Zübeyr'in dünyaya gelişi
     Hicretin birinci yılının muhacir Müslümanları sevindiren bir başka hâdisesi Hz. Zübeyr bin Avvam'ın Abdullah adında bir çocuğunun dünyaya gelişidir. Hz. Abdullah, Medine'de Muhacir Müslüman âileleri içinde doğan ilk çocuktur. Annesi Hz. Ebû Bekir'in kızı Hz. Esmâ, Kubâ köyünde onu dünyaya getirmiştir.
     Abdullah'ın doğumu muhacir Müslümanları son derece sevindirdi. Zira Yahudiler onlara, "Biz, sizi sihirledik. Bundan böyle sizden erkek çocuk dünyaya gelmeyecektir" diyorlardı. Muhacirler de bundan fazlasıyla üzüntü duyuyorlardı.
     Abdullah'ın dünyaya geldiğini duyar duymaz, Yahudilerin bu sözlerini yalanladığından dolayı, tekbirler getirerek sevinçlerini izhar ettiler. Ona Abdullah ismini bizzat Peygamber Efendimiz verdi.

     Ebvâ Gazâsı
     Hicretin birinci senesinin son ayı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, ilk defa muhacirlerden 60 kişilik bir kuvvetle yerine Sa'd bin Ubâde'yi vekil bırakarak Medine'den yola çıktı.
Efendimizin bu gazâya* çıkış maksadı, etrafa saldırıp halkı rahatsız eden Kureyş müşrikleriyle karşılaşıp, onlara göz dağı vermek, aynı zamanda Demre bin Bekiroğullarıyla anlaşma yapmak isteği idi.
     Resûl-i Ekremin beyaz sancağını Hz. Hamza taşıyordu. Peygamber Efendimiz bu gazâda müşriklerle karşılaşmadı. Ancak, yola çıkışının ikinci maksadı olan Demre bin Bekiroğullarıyla anlaşmayı gerçekleştirdi. Benî Demre reisi ile yapılan yazılı anlaşmaya göre: Ne Peygamberimiz onlarla, ne de onlar Peygamberimizle herhangi bir çarpışmaya girmeyeceklerdi.
     Birisi diğerinin düşmanına gizlice de olsa yardım etmeyecekti. İslâma karşı çıkmadıkları müddetçe Resûlullahtan yardım görecekler, Peygamberimiz de onları düşmanına karşı yardıma dâvet ettiğinde icabet edeceklerdi.
     Peygamber Efendimiz 15 gece sonra Medine'ye döndü. Civar kabilelerle yapılan bu dostluk anlaşmalarının büyük faydaları olmuştur. Bilhassa, Mekkelilerin Şâm ticâret yolu üzerindeki kabilelerle yapılmış olması, Kureyş'i iktisaden çökertme plânının bir tatbikatı idi.
     Görüldüğü gibi Peygamber Efendimiz, Müslümanlara muâraza vaziyeti almamış, başka kabilelerle düşmana karşı muvakkaten de olsa bazı anlaşmalara girmiştir.

* Peygamber Efendimizin bizzat bulundukları askerî hareketlere gazve (gazâ) denir.


Kainat' ın Efendisi (ASM)
Salih Suruç

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...