22 Mayıs 2012 Salı

HADİS-İ ŞERİFLER ... İBNU SAYYAD HAKKINDA


KÜTÜB-İ SİTTE
HADİS-İ ŞERİFLER
KIYAMET ALAMETLERİ
ÜÇÜNCÜ FASIL: İBNU SAYYAD HAKKINDA


1. (5014)-  Muhammed İbnu'l-Münkedir anlatıyor: "Cabir İbnu Abdillah (radıyallahu anhümâ), İbnu Sayyad'ın Deccal olduğu hususunda yemin ederdi. Ben:
"Sen Allah'a yemin de ediyorsun ha!" dedim. Bana şu cevabı verdi:
"(Nasıl etmeyeyim?) Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh)'ın, Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın yanında İbnu Sayyad'ın Deccal olduğu hususunda yemin ettiğini işittim. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm kendisini reddetmemişti."
[Buhârî, İ'tisam 23; Müslim, Fiten 94, (4929); Ebu Davud, Melâhim 16, (4331).]


2. (5015)- İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Ömer İbnu'l-Hattab (radıyallahu anh), Ashab'tan bir grup içerisinde Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'la birlikte İbnu Sayyad'a doğru  gittiler, Onu, Benî Megâle şatosunun yanında çocuklarla oynar buldular. O sıralarda büluğa yaklaşmış durumdaydı. İbnu Sayyad, Aleyhissalâtu vesselâm, eliyle sırtına vuruncaya kadar (onların geldiğini) hissetmedi. Aleyhissalâtu vesselâm, omuzuna vurup:
"Benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet ediyor musun?" diye sordu. İbnu Sayyad ona bakıp:
"Şehadet ederim ki, sen ümmilerin peygamberisin!" dedi. İbnu Sayyad da Resulullah'a:
"Sen, benim Allah'ın resulü olduğuma şehadet eder misin?" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm onu reddetti ve:
"Ben Allah'a ve O'nun resullerine iman ettim!" buyurdu ve sonra sordu:
"Pekiyi, ne görüyorsun?"
"Bana bir doğru sözlü (sadık), bir de yalancı (kazib) gelmektedir"  diye cevap verdi. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sana bu iş karıştırıldı! (Sıdkı kizb; kizbi sıdk ile karıştırıyorsun)" buyurdular.Sonra da Aleyhissalâtu vesselâm ona:
"Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)" dedi. İbnu Sayyad:
"O dumandır!" diye cevap verdi. Aleyhissalâtu vesselâm:
"Sus, sen kendi kadrini hiçbir vakit aşamayacaksın!" buyurdular. Bunun üzerine Hz. Ömer (radıyallahu anh):
"Ey Allah'ın Resulü! Bana müsaade buyurun şunun boynunu vurayım!" dedi. Aleyhissalâtu vesselâm da:
"Eğer (Deccal) bu ise, sen ona musallat edilecek değilsin, eğer bu Deccal değilse onu öldürmekte sana bir hayır yok!" buyurdular." 
[Buharî, Cenaiz 80, Şehadat 3, Cihad 178, Edeb 97; Müslim, Fiten 85, 95, (2924, 2930); Ebu Davud, Mehahim 16, (4329); Tirmizî, Fiten 63, (2250), 56, (2236).]
Tirmizî, "Ben senin için (içimde) bir şey sakladım (bil bakalım!)"  sözünden sonra şu ibareyi ilave etti: "Onun için (içinde) "O halde semanın ap aşikâr bir duman getireceği günü gözetle (Habibim)" (Duhan 10) ayetini gizlemişti."

3. (5016)- Hz. Cabir (radıyallahu anh) anlatıyor: "İbnu Sayyad, Harre Savaşı sırasında kaybedildi." [Ebu Davud, Melahim 16, (4332).]
AÇIKLAMA:
1- Kaydedilen rivayetlerden de anlaşılacağı üzere İbnu Sayyad -ki bazı rivayetlerde İbnu Said diye de geçer- Aleyhissalâtu vesselâm'ın devrinde yaşamış bir Yahudidir. Yaşça küçüktür. Ancak Resulullah'tan sonra da yaşamıştır. Aleyhissalâtu vesselâm onun Deccal olmasından kuşkulanmış ve bunu tahkik etmek istemiştir. Resulullah'ın onun Deccal olduğuna dair kuşku ve araştırmaları, bazı sahabilerde "İbnu Sayyad, Deccal'dir" kanaatini hasıl etmiştir. Öyle ki, İbnu Sayyad, hakkında yaygınlık kazanan bu kuşkulu durumdan rahatsızlık duyarak, Mekke'ye giderken Ebu Said'e şikayetlenir: "Halk beni Deccal biliyor. Sen Aleyhissalâtu vesselâm'ın "Deccal'in çocuğu olmayacak" dediğini duymadın mı?" der. "Evet!" cevabını alınca: "Halbuki benim çocuğum var" der ve "Resulullah'ın "Deccal, Mekke'ye ve Medine'ye girmeyecek!" buyurduğunu işitmedin mi?" diye sorar. Ebu Said "Evet!" deyince "Ben Medine'de dünyaya geldim. İşte şimdi de Mekke'ye gidiyorum" der. Bazı rivayetler, İbnu Sayyad'ın bu sadedde; "Resulullah'ın "Deccal Yahudiden olacak, ben ise Müslümanım" dediğini  de kaydeder.
2- İbnu Sayyad meselesi şarihleri çokça meşgul eden bir bahis olmuştur. İbnu Hacer, Kitabu'l-İ'tisam'da bu hususu etraflıca işler. Teferruata girmeyeceğiz. Bahsi daha veciz olarak işleyen Nevevî, ulemanın şöyle söylediğini kaydeder: "Onun kıssası müşkil, durumu ise müştebih (karmaşık)dir: Bu kimse meşhur olan Mesih Deccal midir, yoksa başkası mıdır? Şurası muhakkak ki, deccallerden bir deccaldir.
Alimler şu hususu da belirtmişlerdir: Bu hususta gelen hadislerin zahirine göre Aleyhissalâtu vesselâm'a onun veya bir başkasının Deccal olduğuna dair vahiy gelmemiştir. Ama Resulullah'a Deccal'ın evsafı vahyen bildirilmiştir. İbnu Sayyad'da ise bu sıfatlarla ilgili bazı muhtemel karineler mevcuttu. Bu sebeple Aleyhissalâtu vesselâm, ne onun ne de başkasının Deccal olduğu hususunda kesin hükme gitmemiştir. Hz. Ömer'e: "Eğer o, Deccal olsaydı, sen onu öldürmeye asla muktedir olamayacaktın" demesi de bundandır. İbnu Sayyad'ın: "Ben Müslüman oldum, Deccal ise kâfirdir. Deccal'in çocuğu olmayacak, benim ise çocuğum olmuştur. Deccal Mekke ve Medine'ye girmeyecektir, ben ise Mekke'ye de Medine'ye de girdim" şeklindeki ihticacına gelince, bu sözlerinde onun Deccal olmayacağına delil yoktur. Zira Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), Deccal'in fitnesi ve yeryüzüne çıkışı vaktindeki sıfatlarını haber vermiştir."
3- Şato diye çevirdiğimiz kelimenin aslı "ütüm"dür. Medine'deki, yüksek ve müstahkem binalara denmektedir. Umumiyetle dış duvarları sağlamdır. Eskiden kalma müstahkem yapılardır.
4- "Benî Megâle"yi el-Kâdı şöyle açıklar: "Balat'ın nihayetinde Mescid-i Nebevi'yi karşına alarak durdun mu, sol tarafında kalanlar hep Benî Megâle'dir."
5- Rivayette, İbnu Sayyad'ın nübüvvet iddiası mevzubahistir. Buna rağmen Aleyhissalâtu vesselâm onu cezalandırma cihetine gitmemiştir. Halbuki peygamberlik iddiası İslamiyet'i inkar manasına gelen bir suçtur; cezası ölümdür. Buna iki ayrı sebep zikredilmiştir:
* İbnu Sayyad, o sıralarda henüz çocuktu, cezaya ehil değildi.
* Yahudilerle Müslümanların sulh yaptıkları bir döneme rastlamıştır.
     Bu sulhtan maksad, Resulullah'ın hicretten sonra Medine'deki Yahudi ve diğer müşrik kabilelerle Müslümanların arasındaki münasebetleri tanzim eden antlaşmadır. Bu antlaşma bir metin halinde yazılı olarak tesbit edilmiştir. Bir kısım müellifler buna "İslam'ın ilk anayasası" demiştir.
     Hattâbî'ye göre, "İbnu Sayyad, bu antlaşma mucibince sulh yapılmış olan Yahudilerin bir ferdi idi. Onun kehanet nev'inden yaptığı bir kısım iddiaları Resulullah'a ulaşıyordu. Bu sebeple onun hakkında bir tahkik ve ankette bulunmak istemiş ve bunu yapmıştır: "Ona haber vermeden yaklaşmış, sarfettiği bazı sözleri bizzat işitip tahlil etmeye ehemmiyet vermiştir.
     Nitekim bunda muvaffak olmuş, bizzat konuşmuş ve görmüş ki, batıl bir yoldadır ve sihirbazlardan bir sihirbaz veya bir kahin veya kendisine cinlerin veya şeytanların gelip, bazı kelamları lisanına koydukları bir tiptir."
6- Aliyyu'l-Kârî, Resulullah, İbnu Sayyad'a: "Sana gelenler ne söylüyorlar?" şeklinde soru sormuş olmalıdır. Cevabın da: "Bana getirdikleri haber bazan doğrudur, bazan da yalandan ibarettir" şeklinde olması gerektiğini belirtir.
     Keza "Sana bu iş karıştırıldı" ifadesinin altında: "Sana bazan doğru, bazan yanlış haber getirdikleri için sen kizbi sıdk, sıdkı da kizb zannedip bu zıtları birbirine karıştırır hale gelmişsin" manasının yattığını şarihler belirtir.
7- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), İbnu Sayyad'ın gaybı bilip bilmediğini isbat etmek için, içinden   فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأتِي السَّمَاءُ بِدُخَانٍ مُبينٍ  ayetini tutar ve ona: "Ne tuttum?" diye sorar. İbnu Sayyad "ed-Duh!" der. Bazı alimler ed-Duh kelimesinin ed-Duhan'dan gelme bir kelime olduğunu söylemiş ise de, el-Kâdı: "İbnu Sayyad ayetten sadece bu eksik kelimeyi söyleyebildi. Zaten kahinlerin adeti de budur. Zaten şeytan semaya haber hırsızlamak için çıkınca, Kur'an'ın haber verdiği şahab atılmazdan önce ne kapabildiyse onu getirebilmektedir" der.
8- Hz. Ömer'in "İbnu Seyyad Deccal'dir" şeklindeki kesin iddiasına rağmen, Resulullah'ın sükût etmiş olmasını Beyhakî şöyle yorumlar: "Muhtemelen, Aleyhissalâtu vesselâm onun hakkında mütevakkıftı, yani "Deccal" veya "değil" diye hükme gitmekten geri duruyordu. Ama sonradan kendisine onun değil, başkasının Deccal olduğu hususunda İlahî açıklama gelmiştir. Temîm hadisesinde olduğu üzere." Nevevî, bu ifade ile Beyhakî'nin "İbnu Sayyad'ın değil, başkasının Deccal olduğu"  görüşünü tercih etmiş bulunduğunu belirtir.
______________
9- 5016 numaralı hadiste, İbnu Sayyad'ın Harra Savaşı'nda kaybolduğu belirtilir. Bu savaş, Hz. Muaviye'nin oğlu Yezid'in, Medinelilere karşı savaşıp galebe çaldığı savaştır. İbnu Sayyad'ın bu savaşta ölme hadisesi ihtilaflıdır. Çünkü, onun Medine'de öldüğü de rivayetlerde gelmiştir. Ancak bazı alimler "Harra Savaşı'nda kaybolma" ifadesinin Medine'de veya bir başka yerde de ölmüş olma manasını da muhtemil olduğunu belirterek, arada ihtilaf görmemiştir.
Prof.Dr. İbrahim Canan
Kütüb-i Sitte Muhtasarı ve Şerhi

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Feth-i Mübin ... ÜmmüGülsüm Bostan

FETH-İ MÜBİN

29 Mayıs 1453 gününde
Mübarek ordu Rumeli önlerinde
Gök kubbe altında bir ordu var ki;
Tekbir sesleriyle titretti Konstantin'i


Fethetti İstanbul'u bir büyük, ulu han
"İstanbul'u fetheden, ne güzel bir kumandan"
Denizler yol vermiyorsa o büyük hükümdara
Gemiler karadan yürür, büyük emel uğruna

Çağ kapatıp çağ açtı şahlanan atıyla
Aydınlattı Bizans'ı İslam'ın nuruyla
Fatih'in ellerinde Dersaadet çiçek çiçek
Uhud ve Hendek kadar mübarektir bu cenk

Yirmisinde delikanlı kuşandı kılıcını
Bunu gören şehirler İstanbul'u kıskandı
Görür gibi olurum ummana sürdüğü atı
Bir yüce komutan ki; İstanbul'dur sevdası

Söyleyin! O koca fetih sığar mı hiç tarihe?
Fatih gibi sende İstanbul'u seyreyle
Gör bak neler söylüyor yeditepe bizlere
Sesleniyor bu zamanın Fatih'lerine


Uyan Sultan'ım uyan, uyan Hakk aşkına
İstanbul bugün yine muhtaçtır sana
Fetih uğruna çektin bolca çile ve zahmet
Bastığın her toprak, her sözün bize servet

Sultan Mehmet ayırdı hak ile batılı
Bir devlet, bir ordu ki; kudretli ve şanlı
Bir daha çalmayacak İstanbul'umda çanlar
Bu topraklarda var oldukça Ulubatlı Hasan'lar...

ÜmmüGülsüm Bostan
05.05.2012 - İstanbul

İstanbul-Ataşehir İlçesi Lise öğrencileri arası
İSTANBUL'UN FETHİ Konulu Şiir Yarışması Birincisi

16 Mayıs 2012 Çarşamba

İSLAM İLMİHALİ ... Altıncı Bölüm: NAMAZ ... 11. Konu: VİTİR NAMAZI

İ S L A M    İ L M İ H A L İ
Altıncı Bölüm: Namaz
Onbirinci Konu: VİTİR NAMAZI

     Vitir (vitr) Arapça'da çiftin karşıtı olan "tek" anlamındadır. Hz. Peygamber, günün kılınan son namazının tek (vitr) olmasını tavsiye ve teşvik etmiş (Müslim, "Salâtü'l-müsâfirîn", 53) ve kılınma vaktine ilişkin olarak da sabah namazının sünnetinden biraz önceki vakti, yani sabah namazı vaktinin girmesine yakın bir vakti önermiş (Tirmizî, "Vitr", 12; Ebû Dâvûd, "Vitr", 8), bununla birlikte gece uyanamayacağından endişe edenlerin yatmadan önce kılabileceklerini belirtmiştir (Müslim, "Salâtü'l-müsâfirîn", 21).
     Ebû Hanîfe vitir namazının vâcip olduğunu söylerken, Ebû Yûsuf ve Muhammed ile diğer üç mezhep imamı bunun müekked sünnet olduğunu söylemişlerdir. Vitir namazının vakti, yatsı namazının sonrasından fecrin doğmasına kadardır. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre, fecirden sonra kılınmaz. Mâlik, Şâfiî ve Ahmed'e göre ise, sabah namazını kılmadığı müddetçe, fecirden sonra da vitir namazı kılınabilir.
     Vitir namazı Hanefîler'e göre akşam namazı gibi bir selâmla kılınan üç rek`attan ibaret olup akşam namazından farkı, bunun her rek`atında Fâtiha ve ardından bir sûre ve son rek`atta rükûdan önce tekbir alınarak Kunut duası okunmasıdır. Bu tekbiri almak ve Kunut duasını okumak Ebû Hanîfe'ye göre vâciptir ve hangisi terkedilse sehiv secdesi gerekir. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre Kunut duası okumak sünnettir.
     Mâlik, üç rek`at vitir namazı kılmayı müstehap görmüştür. Bu üç rek`atın arası selâmla ayrılmalıdır, yani her birinde selâm verilmelidir. Mâlikîler'e göre vitir bir rek`at olarak da kılınabilir.
     Vitir namazı binek üzerinde kılınabilir, binek nereye yönelirse yönelsin, sakınca yoktur. Çünkü Hz. Peygamber bunu binek üzerinde kılmıştır. Bu husus, vitir namazının farz olmadığına da gerekçe yapılmaktadır. Şöyle ki; Hz. Peygamber hiçbir farz namazı binek üzerinde kılmadığı halde, vitiri binek üzerinde kılmıştır. Öyleyse vitir namazı farz değildir.
     Hanefîler'e göre Kunut duası sadece vitir namazında okunur. Şâfiî ve Mâlik'e göre, her zaman sabah namazının farzında rükûdan sonra ayakta Kunut duası okunabilir. Bu Kunut duası, Mâlikîler'e göre müstehap, Şâfiîler'e göre sünnettir. Sabah namazında Kunut duasını okuyan bir Şâfiî veya Mâlikî imama uyan Hanefî, susup bekleyebileceği gibi içinden Kunut duasını da okuyabilir.
     Vitir namazı, müstakil bir namaz olduğu için yatsı namazıyla birlikte kazâya kaldığı vakit kazâ edilmesi gerekir.

     Kunut duası:
     Allâhümme! İnnâ nesteînüke ve nestağfiruke ve nestehdîk; ve nü'minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî aleyke'l-hayra kullehü neşkuruke, velâ nekfüruk; ve nahleu ve netrukü men yefcüruk.
     Allâhümme! İyyâke na`büdü ve leke nüsallî ve nescüdü ve ileyke nes`â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ azâbek. İnne azâbeke bi'l-küffâri mülhık.

     Bu duayı okuyamayan kimse "Rabbenâ âtinâ" duasını okur veya üç kere "Allahümmağfir lî" veya üç kere "Yâ Rabbi" der.

     Vitir namazı tek kılınır. Cemaatle kılınması sadece ramazan ayına mahsustur. Diğer günlerde vitir namazını, yatsı namazını kılıp uyuduktan sonra gecenin sonuna doğru kılmak daha faziletli olmakla birlikte ramazanda cemaatle kılmak gecenin sonuna bırakmaktan evlâdır.

13 Mayıs 2012 Pazar

İSLAM TARİHİ ... UHUD MUHAREBESİ / İSLAM ORDUSU

İSLAM TARİHİ
UHUD MUHAREBESİNDE
İ S L A M   O R D U S U
Hicret’in 3. senesi  -  7 Şevvâl / Milâdî 625
İslam Ordusu

     Hazırlanan Müslümanlar bin kişi civarında idi. [15] Sayıca Ku­reyş ordusunun üçte biri kadar... İçlerinde sadece yüz zırhlı vardı. [16] Orduda üç sancak bulunuyordu. Mus’ab b. Umeyr, muhacirlerin; Üsseyid b. Hudayr, Evslilerin; Hubâb b. Mün­zir ise, Haz­reç­li­le­rin sancağını taşıyordu.
     İslam ordusu, harekete hazırlanmıştı. Peygamber Efendimiz, atına binmiş, yayını omuzuna as­mış ve mızrağını eline almıştı. Medine’de yerine, Abdullah b. Ümmî Mek­tum’­u bırakmıştı. Zırh­lı iki sahabe, Sa’d b. Muaz ile Sa’d b. Ubâde önünde, mücahitler ise sağ ve so­lunda yer alıyorlardı.

    Cenneti Arzulayan Sahabe
     İslam ordusunun Uhud’a doğru hare­ket edeceği sıra­daydı. Topal bir zât olan Amr b. Cemûh da, se­fere katılmak için gönlünde şiddetli bir arzu duydu. Her za­man Peygam­ber Efendimizle birlikte savaşa çıkan dört oğlu vardı. On­la­rı çağırdı ve “Beni de sefere çıkarınız!” dedi. Oğulları, “Re­sû­lul­lah, senin sefere çıkmamana müsaade etti. Yü­ce Allah da seni mâzeretli say­mıştır” diye konuştular. Gönlü Allah ve Re­sû­lul­lah muhabbetiyle yanıp tutuşan Amr, oğullarının bu sözlerine aldırış etmedi ve “Yazıklar olsun size! Siz, beni Bedir Seferi’nde cen­neti kazanmaktan alıkoymuştunuz. Uhud Seferi’nde de mi alıkoyacaksınız? Herkes cennete giderken, ben evde oturup kalamam!” dedi; sonra da, doğruca Peygamber Efendimizin hu­zuruna vardı. “Yâ Re­sû­lal­lah! Bu oğullarım, şunu bunu bahane ederek beni sefere çıkmaktan alıkoymak istiyorlar! Vallahi, ben, seninle beraber sefere çıkmayı ve cennette şu aksak halimle do­laşmayı arzu ediyorum!” dedi ve sordu: “Yâ Re­sû­lal­lah! Sen, benim Allah yolunda çarpış­mamı ve şehit düşüp şu aksak ayaklarımla cennette gezip yürümemi uygun görmez misin?”
     Uhud Dağı    
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Evet, uygun görürüm!” dedik­ten sonra ilave et­ti: “Ama Allah, seni mâzeretli saymıştır. Sen cihat­la mükellef değilsin!” Son­ra, bu sahabe­nin oğullarına, “Siz, onu sefer­den alıkoymaya mecbur de­ğil­siniz. Onu serbest bırakınız. Umulur ki Allah, ona şehitlik nasip eder” [17] bu­yurdu.
     Bunun üzerine Amr b. Cemûh, derhal silahlandı ve kıbleye dönerek, “Al­lahım, bana şehitlik nasip et!” diye dua etti. [18]

    Yahudi Yardımının Reddedilmesi
     İslam ordusu, Seniyye tepesine gelmişti. O sırada Peygamber Efendimiz, dönüp arkasına baktı. Okçulardan mürekkep kalabalık bir askerî birlik gördü. “Kimdir bunlar?” diye sordu.
Mücahitler, “Abdullah b. Übey’in, Yahudi müttefiklerinden altı yüz kişilik bir topluluk” cevabını verdiler.
     Resûl-i Ekrem, “Onlar Müslüman olmuşlar mı?” diye sor­du. “Hayır, yâ Re­sû­lal­lah...” denilince, Efendimiz, “Gidip onlara söyleyiniz: Ge­ri dönsünler. Onların yardımına ihtiyacımız yok!” diye emretti. [19]

    Pey­gam­be­ri­mizin Orduyu Teftişi
     İslam ordusu, Şeyheyn tepelerine geldiği zaman, Resûl-i Ekrem durup or­dusunu bizzat teftişten geçirdi. Bu sırada on beş kadar küçük yaşta çocuğu da geri çevirdi.
Fakat içlerinde mücahitler safından ayrılmak istemeyen, müşriklere karşı küçük yaşta da olsa savaşmak isteyenler vardı. Bunlardan biri de, Râfi’ b. Ha­dîc idi. Ayağındaki mestlerin ucuna basarak Resûl-i Ekrem’e uzun görün­mek isti­yor­du. Sonradan bir sahabe­nin, “Yâ Re­sû­lal­lah, Rafi iyi ok atar” deme­si ve or­du­dan ayrılmasını iste­me­mesi üzerine, Peygamber Efendimiz onu da orduya aldı.
     Arkadaşı Rafi’in orduya alındığını gören bir başka küçük sahabe Semüre b. Cündüb, babasına, “Babacığım, Re­sû­lul­lah Rafi’e müsaade etti, beni ise geri çe­virdi. Hâlbuki ben güreşte onu yenebilirim!” dedi.
     Baba Mürey b. Sinan, teklifi Resûl-i Ekrem’e iletti. Peygamber Efendimiz, güreşmelerini istedi. Güreşte Semü­re’nin Rafi’i yıktığını görünce, onun da or­duya katılma­sına izin verdi. Henüz on beş yaşlarında bulunan bu gencecik sa­habeler, işte böylesine büyük bir şevkle mücahitler sa­fın­da müşriklere karşı savaşmak istiyorlardı. [20]

    Şeyheyn’de Geçen Gece
     Peygamber Efendimizin ordusunu teftişi sona erdiği zaman, güneş de o gün­kü vazifesini bitirip guruba doğru kaymıştı. Az sonra Bilâl-i Habeşî, akşam eza­nını okudu. Resûl-i Ekrem, mücahitlere namazı kıldırdı. Aynı şekilde yatsı na­mazı da eda edildi. Peygamber Efendimiz, geceyi burada geçirecekti. Mu­ha­mmed b. Mesleme kumandasındaki elli kişilik bir devriye birliğini de, or­duyu muhafaza altında bulundurmak ve etrafı kontrol etmekle vazifelendirdi.

    Bir Sahabenin, Pey­gam­be­ri­mizi Gece Beklemesi
     Resûl-i Ekrem Efendimiz, mücahitlere yatsı namazını kıldırdıktan sonra, “Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu. Mücahitler arasından bir ses geldi: “Ben, yâ Re­sû­lal­lah!”
Peygamber Efendimiz, “Sen kimsin?” diye sordu. Aynı sesin sahibi, “Zekvan b. Abdi Kays’ım, ben...” diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem, ona, “Sen otur!” diye emretti...
     Aradan az bir zaman geçtikten sonra Peygamber Efendimiz tekrar, “Bu gece bizi kim bekleyecek?” diye sordu. Yine mücahitler arasından bir ses yükseldi: “Ben, yâ Re­sû­lal­lah!”
Efendimiz, ona, “Sen kimsin?” diye sordu. Sesin sahibi, “Ben, Ebû Seb’im” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, ona da, “Sen otur!” dedi...
     Bir müddet bekledikten sonra, Peygamber Efendimiz, sorusunu üçüncü se­fer tekrarladı: “Bu gece bizi kim bekleyecek?” Yine Müslümanlar arasından bir ses yükseldi: “Ben beklerim yâ Re­sû­lal­lah!” Efendimiz, ona, “Sen kimsin?” diye sordu. “Ben, İbni Kays’ım” diye cevap verdi. Peygamber Efendimiz, ona da, “Sen otur!” dedi. Aradan bir müddet geçtikten sonra Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Üçünüz de kalkınız” buyurdu. Yalnız bir kişi ayağa kalktı. Bu, Zekvan b. Abdi Kays’tı. Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Diğer arkadaşların nerede?” diye sorunca, Zek­van, “Yâ Re­sû­lal­lah! Üç seferinde de sorunuza cevap veren bendim!” dedi.
Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz, ona, “Git, sen bize mu­hâfızlık et! Allah da seni muhafaza etsin!” dedi.
     Zekvan, hemen zırhını giyindi, kalkanını aldı; bütün gece Peygamber Efen­dimizin yanında nöbet tuttu. [21]
     Bu sahabe, önce kendi ismiyle, sonra oğlunun, sonra da babasının ismiyle kendisini tanıtmıştı!

    İslam Ordusu Uhud’da
     Sabaha yakın, Peygamber Efendimiz, ordusuyla birlikte Şey­heyn’den ay­rıl­dı ve Uhud’a doğru yürüdü. Artık her iki ordu da birbi­rini fark edebili­yor­du. Düşman karşıda görünüyordu. Mücahitler cephesinde sabah ezanı göklere dal­ga dalga yayılıyordu. Saf bağlayan Müslümanlar, Hz. Re­sû­lul­lah’ın arka­sın­da silahlarını çıkarmadan düşmanlarının gözleri önünde namazlarını eda etti­ler.
     Bu arada Peygamber Efendimiz, tedbir babında, zırhının üzerine ikinci bir zırh, takyesinin üzerine ise miğfer giydi. [22]

    Münafıkların Ordudan Ayrılması
     Artık iki ordu karşı karşıya gelmişti. Her biri harp nizamıyla meş­gul olu­yordu.
Bu sırada oraya kadar çekine çekine korku içinde gelmiş bulunan Abdullah b. Übey b. Selûl, ortaya atıldı ve “Muhammed, rey ve görüş sahibi olmayan gençlerin sözünü dinledi, benim sözümü dinlemedi! Ey ahali! Bir türlü anla­yamıyorum; şuracıkta biz ne diye canımızı vereceğiz?” [23] deyip, kavminden ve münafıklardan üç yüz ka­dar askerle geri döndü.
Münafıkların ayrılmasıyla, İslam ordusu yedi yüz kişiden iba­ret kaldı. Ku­reyş ordusunun dörtte biri kadar...
     Abdullah b. Übey, münafıklardan bir grupla İslam ordusundan ayrılmakla kalmadı; sâir Müslümanları da tesir altına almaya çalıştı. Onun geri döndü­ğünü gören Hazreç kabilesine mensup Selimeoğulları ile Evs kabilesine men­sup Hariseoğulları da geri dönmeye niyetlendiler. Fakat Allah’ın inayeti yetişti ve onları bu tereddüt­le­rin­den kurtardı.
Kur’an-ı Azîmüşşan’da bu hususla ilgili olarak şöyle buyrulur: “O zaman içinizden iki birlik zaaf göstermek istemişti. Hâlbuki, onların yar­dımcısı Allah’tı (Allah, rahmetiyle, onlardan bu gevşekliği giderdi). Mü’minler, ancak Allah’a güvenip dayanmalıdır.” [24]

    Münafıklarla İlgili İnen Ayet
     Münafıkların, harp meydanında İslam ordusundan ayrılıp Medine’ye geri dönmeleri üzerine ise, şu meâldeki ayetler nâzil oldu: “İki ordu karşılaştığı gün size gelen musibet Allah’ın emriyle geldi. Bu, Al­lah’ın mü’minleri ayırt etmesi, münafık olanları da açığa vurması içindi. On­lara, ‘Geliniz, Allah yolunda muharebe edin ya­hut (hiç olmazsa düşmanın ken­dinize ve ailenize saldırmasını) önleyin’ denildi de, ‘Biz muharebe etmeyi bil­seydik elbette arkanız­dan gelirdik!’ dediler. Onlar, o gün imandan ziyade küf­re yakındılar. Ağızlarıyla, kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Onlar ne gizler­se, Allah çok iyi bilendir!” [25]

    Muhayrık’ın İslam Ordusuna Katılışı
     Muhayrık, büyük bir Yahudi âlimi idi. Medine’de bol serveti vardı. Resûl-i Ekrem Efendimizi, mukaddes kitaplardaki sıfatlarıyla ta­nırdı. Fakat kavminden çekindiği ve dininin tesirinden kendisini bir türlü kurtaramadığı için bu sıfatları açıklamı­yordu. Bu durumu Uhud Harbi’ne çıkışa kadar devam etti. [26]
     Resûl-i Kibriya Efendimiz, mücahitlerle Uhud Gazâsı’na çıktığı sıradaydı. O âna kadar bildiğini açıklamayan Muhayrık, “Ey Yahudi cemaati! Vallahi, siz Muhammed’in peygamber olduğunu, ona yardım etmenin, üzerinize düşen bir vazife ve yerine getirmeniz gereken bir hak olduğunu pekâla bilirsiniz!” de­di.
     Yahudiler, “Bugün, Cumartesi günüdür! Hiçbir şeyle meşgul olunmaz” di­ye cevap verdiler. Bunun üzerine Muhayrık, kılıcını ve harçlığını yanına aldı. Akrabasından birisine, “Eğer bugün öldürülürsem, mallarımın hepsi Mu­hammed’indir! O di­lediğini yapmaya serbesttir” diyerek vasiyette bulundu ve gidip İslam ordu­su­na katıldı. Şehit düşünceye kadar da müşriklerle çarpıştı. Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Muhayrık, Yahudi ırkın­dan, ha­yırlı bir kişidir” buyurdu. [27]
     Muhayrık’ın vasiyeti üzerine, Peygamber Efendimize kalan mülkleri, Bisab, Safiye, Delâl, Hüsna, Avaf, Bürka ve Meşrebe adları­nı taşıyan yedi bahçe ve bostan idi. [28]
Muhayrık’ın mallarını teslim alan Efendimiz, onların hepsini vak­fetti. Me­dine’deki vakıfları umumîyetle Mu­hay­rık’ın mallarından­dı. [29]

    İslam Ordusu Karargâhı
     Günlerden Cumartesi idi. Pey­gam­be­ri­miz atından indi, yürüyerek sayıca az, iman ve cesarette büyük ordusunun saflarını bizzat tanzim etti. Sağ ve sol kanadı düzene soktu. İslam or­dusunun arkasında Uhud dağı vardı. Yüzü ise Medine’ye doğru idi. [30] Resûl-i Kibriya Efendimiz, bu arada, oldukça mühim bir yer olan Ayneyn tepesine elli muharipten teşekkül eden bir okçu müfrezesini vaziyet almak üzere vazifelendirdi.
     Başlarına Abdullah b. Cübeyr’i tayin etti. Vazifeleri, Uhud ile Ayneyn tepesi arasındaki geçidi muhafaza etmek, düşma­nın burada İslam ordusunu arkadan sarmasına fırsat vermemekti. [31] Resûl-i Ekrem, okçulara şu emri verdi: “Düşmanı yendiğimizi görseniz de, size haber vermedikçe, adam gönder­me­dikçe yerlerinizden asla ayrılmayınız. Düşmanın bizi mağlup ettiğini gör­se­niz de, yine kesinlikle yerinizi terk edip, ‘Yardımlarına koşalım’ demeyi­niz.” [32]
     Bu emir ve tâlimatını iki sefer tekrarlayan Peygamber Efendimiz, daha son­ra okçulara, “Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını gör­seniz dahi, ben size adam göndermedikçe asla yerinizden ayrılmayınız” [33] emrini verdi.
     Resûl-i Kibriya’nın emri ve tâlimatı böylesine net ve kesindi.

    İki Ordu Karşı Karşıya
     İki ordu da artık harp nizamına girmiş ve karşılıklı bekli­yor­lar­dı.
İslam ordusunda, Zübeyr b. Avvam zırhlı kuvvetlerin, Hz. Ham­za ise zırh­sız askerlerin başında vazifeliydi.
     Müşrik ordusunun sağ ve sol kumandanı Hâlid b. Velid, sol kol kumandanı ise Ebû Cehil’in oğlu İkrime idi. Süvari birliklerinin başında Safvan b. Ümeyye, okçuların başında ise Abdullah b. Ebî Rebîa bulunuyordu. [34]
     Müşrik ordusu cephesinde gürültü ve şamatanın bini bir paraydı. Gönülleri intikam hırsıyla dolu kadınlar, türküler, şarkılar söyleyerek ve defler çalarak müşrikleri coşturmaya çalışıyorlardı.
     İslam ordusu cephesi ise dualar, tekbirler, âminlerle inli­yordu. Allah’tan yar­dım dileniyor, nusretini ihsan etmesi niyaz ediliyordu. Resûl-i Kibriya Efen­dimiz de, hitabesinde, onları cihada, Allah yolunda savaşa, bu yolda sabır ve sebata, her şeye rağmen gayretle çalışmaya teşvik ve davet ediyordu. Gö­nülleri imanla dolu, gözlerinden cesaret kıvılcımları sıçrayan mücahitler, bir an evvel “hücum” emrini heyecanla bekli­yorlardı. Ya vurulup şehit olarak Allah’­ın huzuruna çıkmak ya da müşrik topluluğunu yerle bir etmek için adeta yer­lerinde duramıyorlardı.

    Tek Tek Vuruşma     Taraflar birbirlerine oldukça yaklaşmışlardı. Bu sırada Ku­reyş ordusunun sancaktarı Talha b. Ebî Talha ortaya atılarak, kendinden emin, mağrurane bir eda ile seslendi:
     “Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar?” Karşısına “Esedullah” unvanının sahibi Hz. Ali çıktı ve “Varlığım kudret elin­de olan Allah’a yemin ederim ki seni kılıcımla cehenneme göndermedikçe ve­ya kılıcınla cennete girmedikçe seni bırakmayacağım!” diyerek hasmına şid­detli bir kılıç darbesi indirdi. Başını çenesine kadar yarıp ikiye ayırdı. Talha ye­re yıkılınca, Hz. Ali geri döndü. Mücahitler, “Neden onun başını gövdesin­den ayırmadın?” diye sordular.
     Hz. Ali, “Yere düşünce, edep yeri bana taraf açıldı. Ondan hemen yüzümü çe­virdim. İyi biliyorum ki Allah, onu yaşatmayacak, öldürecektir” diye cevap ver­di.
     Ku­reyş sancaktarının yere serilmesine Peygamber Efendimiz ve mücahitler son derece sevindiler ve bu sevinçlerini tekbirler getirerek izhar ettiler.

    Hz. Hamza’nın, İkinci Sancaktarı Yere Sermesi
     Talha yere serilince, Ku­reyş müşriklerinin sancağını kardeşi Osman b. Ebî Talha aldı. Ona karşı da Hz. Hamza çıktı ve omu­zun­dan kılıçla vurup kolunu kesti. Bu sefer sancağı yine Abduddaroğullarından Ebû Sa’d b. Ebî Talha aldı. Re­sûl-i Ekrem Efendimiz, Ebû Sa’d’a karşı da Hz. Ali’yi çıkardı. Çarpışmadan ga­lip çıkan, yine Hz. Ali oldu. Ebû Sa’d, “Esedullah”ın kılıç darbeleri arasında can verdi.
     Sa’d öldürülünce Ku­reyş sancağını hemen Müsâfi’ b. Talha b. Ebî Talha eli­ne aldı. Onu da Âsım b. Sâbit Hazretleri okla vurup öldürdü. Ondan sonra Ku­reyş müşriklerinin sancağını Hâris b. Ebî Talha aldı. Âsım b. Sâbit Hazretleri, onu da bir okla yere serdi. [35]
Haris’ten sonra sancağı Kilâb b. Talha aldı. Onu da, Zübeyr b. Avvam (r.a.), bir hamlede yere serdi.
     Bu sefer sancağı Cülâs b. Talha aldı. Onu da Talha b. Ubey­dul­lah Hazretleri öldürdü.
Abduddaroğullarından baba, oğul, kardeş ve amca olan tam yedi kişi, Ku­reyş müşriklerinin sancağı altında iken, kahraman mücahitler tarafından böy­lece yere serildiler.
     Bundan sonra sancağı yine Abduddaroğullarından Ertat b. Şürahbil aldı. O da Hz. Ali’nin amansız darbeleriyle yere yıkıldı. Sonra sancağı Şurayh b. Kâriz aldı. O da ashab-ı kiramdan biri tara­fından öldürüldü.
     Sancaktarlarının bir bir yere serildiğini gören Ku­reyş müşriklerini bir deh­şet ve korku sardı. Öyle ki sancaklarının yanına bile kimse yanaşmaya cesaret edemiyordu. Sonunda onu Alkame kızı Amre yerden alıp Ku­reyşlilere teslim etti. [36] Abduddaroğullarından sancağı tutacak kimse bulunmadığından, yine on­ların kölelerinden Suvab sancağı taşıdı. Kuzman, vurup onun sağ elini kesti. Su­vap sancağı sol eline aldı. Kuzman sol elini de kesti. Bunun üzeri­ne Suvab san­cağı kol ve pazılarıyla tutmaya çalıştı; fakat daha faz­la dayanamayıp ar­kaüstü yere yıkıldı.
     Artık iki tarafın da beklemeye tahammülü kalmamıştı. Çarpışma, bir anda şimşek hızıyla başladı. Kılıç şakırtısı, ok vınlaması, at kişnemesi ve deve bö­ğürmesi ortalığı kapladı. Allah yolunda savaşmaya can atan mücahitler, kah­ramanca dövüşmeye başladılar.

    Ebû Dücâne’nin Pey­gam­be­ri­mizden Kılıcı Alması
     Resûl-i Ekrem’in elinde bir kılıç vardı. Üzerinde, “Korkaklıkta ar, ilerle­mekte şeref ve itibar var! İnsan korkaklıkla kaderden kurtulamaz!” meâlindeki beyit yazılı idi.
“Bu kılıcı benden kim alır?” diye sordu. Birçok sahabe birden atıldı. “Ben, ben yâ Resûlallah!” diyerek ellerini uzat­tılar.
     Bu sefer Pey­gam­be­ri­miz, “Bunu, hakkını vermek üzere kim alır?” diye sor­du.
Yine hararetle isteyenler çıktı. Aralarında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Zübeyr b. Avvam da vardı. Hz. Re­sû­lul­lah vermek iste­medi.
     Bu sırada korkusuz, gözünü daldan budaktan sakınmayan biri ortaya atıldı. Ebû Dücâne’ydi bu! Hz. Re­sû­lul­lah’a, “Nedir onun hakkı yâ Re­sû­lal­lah?” diye sordu.
Resûl-i Ekrem, “Hakkı, eğilip bükülünceye kadar onu düşmana sal­laman­dır!” buyurdu.
     Bunun üzerine Ebû Dücâne, “Yâ Re­sû­lal­lah! Ben onu, hakkını yerine getir­mek üzere alıyorum!” dedi ve Hz. Re­sû­lul­lah’tan kılıcı teslim aldı. Ebû Dücâne, elinde Resûl-i Ekrem’in şartlı teslim ettiği kılıcı, başında ise kırmızı sarığı olduğu halde müşriklere doğru çalımlı çalımlı yürümeye başladı. Bunun üzerine Fahr-i Âlem Efendimiz, ashabına şu ölçüyü ders verdi: “Bu öyle bir yürüyüştür ki Allah onu, şu yerin (harp halinin) dışında hiçbir zaman sevmez!” [37]
     Ebû Dücâne, şimşek süratinde düşman safları arasına girdi, kılıcını var kuv­vetiyle hakkını vermek için sallamaya başladı. Önüne geleni bir iki dar­bede ye­re seriyor, durmadan iler­liyordu. Bir ara dağın eteğinde deflerle müş­rikleri sa­vaşa teşvik eden kadınların yanına kadar vardığını fark etti. Orada biri müşrik­lere hiddetli hiddetli bağırıyor, onları vuruşmaya teşvik ediyordu. Yanına yak­laş­tı, kılıcını kaldırıp vuracakken, hasmından bir çığlık koptu. Bu, Ebû Süf­yan’ın karısı Hind’in çığlığı idi. Ebû Dücâne, ona kılıç sallamaktan geri durdu. Kendisini o sırada gören Hz. Zü­beyr b. Avvam, sonradan, neden o ka­dına kılıç sallamadığı­nı soracak, Ebû Dücâne ise şu cevabı verecektir: “Re­sû­lul­lah’ın kılıcına hürmetimden, o kadının kanına bulaştırmak isteme­dim!” [38]
     Diğer taraftan, Hz. Hamza, elinde iki kılıç, “Ben, Allah’­ın Ars­la­nıyım!” diye diye bir öne bir arkaya dönerek kılıcını sal­lıyor, müşriklerin üzerine cesaretle saldırıyordu.
Mücahitlerin hepsi de düşmanla cesurca dövüşüyor ve kıyasıya mücadele veriyorlardı!

    Düşmanın Bozguna Uğraması
     Şirk ordusu, mücahitlerin bu kahramanca dövüş ve çar­pışması karşısında fazla dayanamadı. Kendilerini bir korku ve dehşet sardı. Gerisingeri kaçışmaya baş­ladılar. Müşrik kadınlar defler çalıyor, şarkılar söylüyor ve paniğe kapılıp kaçan askerleri geri çağırıyorlardı. Ancak cesaretin kaynağı imandan mahrum kalbe deflerin çalınması, şarkıların söylenmesi ve şiirlerin okunması bir fayda veremiyor, müşrik askerleri gerisingeri her şeylerini, canlarını kurtarmak uğ­runda terk ederek kaçıyorlardı.
     Harbin ilk safhası, işte böylesine mücahitlerin üstün çarpışmaları ve Al­lah’ın yardımıyla Müslümanlar lehine neticelendi.

    Uhud’un İlk Şehidi
     İslam ordusu henüz bozulmamıştı. Bu esnada bir müşrik tarafından Ab­dullah b. Amr b. Harâm şehit edildi. Uhud’un ilk şehidi, bu mücahit oldu. Oğlu Hz. Cabirder ki:
“Babam Uhud Seferi’ne çıkmak için hazırlandığı sırada, geceleyin beni ya­nına çağırdı ve ‘Yavrucuğum! Belli olmaz. Belki de yarın Uhud günü ilk şehit ben olurum! Kız kardeşlerine iyi davranmanı vasiyet ederim. Üzerimde borç var. Borcumu öde!’ dedi. Gerçekten, dediği gibi, ilk şehit kendisi oldu.” [39]

    Harbin Seyrini Değiştiren Hadise
     Düşman ikiye bölünüp süratle harp yerinden uzaklaşırken, mücahitler de geride terk edilen ganimetleri toplamaya başlamışlardı. Ayneyn tepesinde va­zi­feli okçular ise, Uhud Meydanı’ndaki manzarayı seyrediyorlardı.
     Bu arada, okçularda, yerlerinden ayrılıp mücahitlere katılma isteği uyandı. Onlar, harp bitmiş, kendilerinin görevi ise sona ermiştir düşüncesini taşıyor­lardı. Ayrılmak isteyen okçulara, kumanlan Abdullah b. Cübeyr, verilen emri hatırlattı: “Re­sû­lul­lah’ın size söylediklerini, verdiği emri ve tâlimatı unuttunuz mu?” Fakat bu hatırlatmaya rağmen, kumandanlarıyla birlikte kalan birkaçı müstesna, diğerleri Ayneyn tepesini terk ederek harp sahasındaki mücahit­lerin yanına vardılar. Onlarla birlikte ganimet toplamaya başladılar.

    Hâlid b. Velid’in Fırsatı Değerlendirmesi
     Birçok okçunun yerini terk etmesiyle İslam ordusunun arka cephesi müda­faasız kaldı. Harp dâhîsi ve Ku­reyş ordusunun süvari kumandanı Hâlid b. Velid de, zaten böyle bir fırsat kolluyordu. Har­bin en hararetli zamanında da bu geçitten girmek istemiş, ancak okçular tarafından püskürtülmüştü.
     Hâlid b. Velid, emrindeki kuvvetlerle tepede kalan on ka­dar okçuyu şehit ettikten sonra, Müslüman saflarının arkasına daldı. Hücum, ani ve beklenme­dik bir anda olmuştu. Her şey birden değişiverdi. Mücahitler, düşman boz­gu­na uğrayıp gitti diye gayet rahat idiler. Hatta bazıları silahlarını bile bırak­mıştı.
     Bu durumu görünce, kaçan Ku­reyş kuvvetleri de geri döndü.
Bu durumda mücahitler, iki ateş arasında kalmışlardı. Beklenmedik bir hü­cuma maruz kaldıklarından şaşırmışlardı. İki taraftan sarılınca kuvvetlerini ha­liyle kaybetmişlerdi.
Beklenmedik bir anda beklenmedik bir hücum, beklen­me­dik bir netice do­ğuruyordu.
__________Bu bölümümüze devam edeceğiz...
__________
Notlar
[15] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 63; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[16] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 63; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[17] İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 2, s. 349; İbn Hacer, el-İsabe, c. 2, s. 206; Beyhakî, Sünen, c. 9, s. 24.
[18] İbn Abdi’l-Berr, el-İstiab, c. 3, s. 1168.
[19] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 48; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 2, s. 232.
[20] Taberî, Tarih, c. 3, s. 12-13.
[21] Vakidî, Megazi, s. 169-170.
[22] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[23] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 68; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[24] Âl-i İmrân, 122.
[25] Âl-i İmrân, 166-167.
[26] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 164-165.
[27] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 165.
[28] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 502-503.
[29] İbn Hişam, a.g.e., c. 2, s. 165.
[30] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 69; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 39.
[31] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70.
[32] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 40.
[33] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 40.
[34] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 70-71; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2. s. 40.
[35] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 41.
[36] Taberî, Tarih, c. 3, s. 17.
[37] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 71.
[38] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 73; Taberî, Tarih, c. 3, s. 15.
[39] İbn Kesir, Sîre, c. 3, s. 87; İbn Esir, Üsdü’l-Gabe, c. 3, s. 232.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Adalet Bakanlığı 860 İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenci Alım İlanı

T.C. ADALET BAKANLIĞI
     Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Taşra Teşkilatına
İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenci Alımı Sınav İlânı

     1. 6291 sayılı yasa ile Genel Müdürlüğümüze ihdas edilen kadrodan ekli listede belirtilen ceza infaz kurumlarının ihtiyacı için 860 adet infaz ve koruma memurluğu kadrosuna sözlü sınav ve mülakat yapmak üzere 08/05/2012 tarihli Bakan Olur'u ile komisyonlara yetki verildiğinden, 9-10 ve 11’inci dereceli kadrolara EK-1 listede belirtilen yerler için 860 infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacaktır.
     2. Başvurular 21 Mayıs 2012 günü başlayıp, 30 Mayıs 2012 günü mesai saati bitiminde sona erecektir. Başvurular sözlü sınav ve mülâkatın yapılacağı Ankara, Bakırköy veya Erzurum Adlî Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlıklarına ya da mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılacaktır. Başvuru evrakı, masrafı ilgilisinden alınmak suretiyle mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarınca aynı gün acele posta servisi ile sözlü sınav ve mülâkatın yapılacağı adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığına gönderilecektir. Mahallî Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılan başvurularda, başvuru evrakının taranarak UYAP üzerinden ve fiziki olarak da sınavı yapacak ilgili komisyona gönderilmesi gerekmektedir.
     Adaylar sadece ceza infaz kurumlarının bağlı olduğu bir yer adli yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığını tercih etmek suretiyle başvuruda bulunabileceklerdir. Birden fazla komisyona başvurulması durumunda başvurular geçersiz sayılacak, bu şekilde sınava girenler kazanmış olsalar dahi öğrenciliğe kabul edilmeyeceklerdir. (Örnek: Bolu Ceza İnfaz Kurumu için başvuran adayın aynı zamanda Karabük ya da Bandırma veya başka bir ceza infaz kurumuna da başvuru yapması halinde başvuruları geçersiz sayılacaktır.)
     3- Sınava Alınacak Öğrenci Sayısı ve İlanı: Sözlü sınav ve mülâkata, kurumların ihtiyacına göre, merkezî sınavda (KPSS) en az 70 puan alan öğrenci adaylarından Bakanlıkça belirlenen kadro sayısının 5 katı infaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı, hukuk fakültesi veya adalet meslek yüksekokulları mezunlarına öncelik verilmek suretiyle çağrılacaktır.
     İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adaylığında, atama yapılacak yer adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlıkları için kadro sayısının 5 katı ayrı ayrı belirlenecektir. (Örnek: Ankara Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığı tarafından yapılacak sınavda, Bolu Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlığının yetki alanında bulunan ceza infaz kurumları için 60 erkek infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacağından bu sayının 5 katı olan 300 kişi, 5 bayan infaz ve koruma memuru öğrencisi alınacağından bu sayının 5 katı olan 25 kişi sözlü sınav ve mülakata çağrılacaktır.)
     Sınava alınacak öğrenci adayları sözlü sınav ve mülakat tarihinden önce sınavın yapılacağı komisyonların ilan panolarında, aynı zamanda sınavın yapılacağı yer Cumhuriyet Başsavcılığının internet sitesinde 04 Haziran 2012 tarihinde ilan edilecektir. Ayrıca yazılı bildirim yapılmayacaktır.
     4. Sınav yeri: Ankara, Bakırköy veya Erzurum Adli Yargı İlk Derece Mahkemesi Adalet Komisyonu Başkanlıklarıdır.
     İnfaz ve Koruma Memuru Öğrenciliği alımı yapılacak yerler ile sınav yapacak komisyonlar EK-1 listede gösterilmiştir.
     5. Boy-Kilo Ölçümü ve Sınav Tarihi: İlan edilen kadro sayısının 5 katı adayın boy-kilo ölçümü 05-06 Haziran 2012 tarihleri arasında yapılacaktır. Boy-kilo şartını taşıyanların 07-08-09 Haziran 2012 tarihlerinde sözlü sınav ve mülâkatı yapılacaktır. Bu tarihlerde sınavın bitirilememesi halinde takip eden günlerde sınava devam edilecektir.
Belirlenen tarihlerde her hangi bir nedenle boy-kilo ölçümü ile sözlü sınava ve mülakata katılmayanların mazeretleri kabul edilmeyecektir.
     6. Sözlü sınav ve mülakata, kurumun ihtiyacına göre lisans mezunları için 2010- KPSSP3, önlisans mezunları için 2010 KPSSP93, ortaöğretim mezunları için 2010- KPSSP94 puan türünden 70 ve daha yukarı puan almış olmak şartı aranacaktır.
     7. Adaylardan başvuruda istenecek belgeler:
a) EK-2 Başvuru Formu,
b) Adlî sicil ve arşiv kaydının bulunmadığına dair beyan,
c) Öğrenim belgesinin fotokopisi,
d) Merkezî sınav (KPSS) sonuç belgesinin fotokopisi,
e) Son altı ay içinde çekilmiş iki adet vesikalık fotoğraf.
     8. Adalet Bakanlığı Memur Sınav, Atama ve Nakil Yönetmeliği ile Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Eğitim Merkezleri Kuruluş, Görev ve Çalışma Yönetmeliği gereğince adayların aşağıdaki şartları taşımaları gerekmektedir:
     A) İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı olabilmek için aranacak genel şartlar:
a) Türk Vatandaşı olmak,
b) Türk Ceza Kanununun 53’üncü maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile; kasten işlenen bir suçtan dolayı bir yıl veya daha fazla süreyle hapis cezasına ya da affa uğramış olsa bile devletin güvenliğine karşı suçlar, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, milli savunmaya karşı suçlar, devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk, zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak,
c) Askerlikle ilgisi bulunmamak, askerlik çağına gelmemiş bulunmak, askerlik çağına gelmiş ise muvazzaf askerlik hizmetini yapmış yahut ertelenmiş veya yedek sınıfına geçirilmiş olmak,
     B) İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adayı olabilmek için aranacak özel şartlar:
a) En az lise veya dengi okul mezunu olmak,
b) Erkeklerde 170 cm., kadınlarda 160 cm.’den kısa boylu olmamak,
c) Boy uzunluğunun santimetre cinsinden son iki rakamı ile kilosu arasındaki fark 13'ten fazla, 17'den az olmamak.
d) Güvenlik soruşturması olumlu sonuçlanmak,
f) Merkezi sınavda (KPSS) en az 70 puan almış olmak,
g) Yapılacak sınavın son başvuru tarihi olan 30 Mayıs 2012 itibariyle 18 yaşını doldurmuş, merkezi sınav (KPSS) tarihi itibariyle 30 yaşını bitirmemiş olmak. (lisans mezunları için 10 Temmuz 1980 ve sonrası, önlisans ve ortaöğretim mezunları için 28 Kasım 1980 ve sonrası doğumlu olanlar sınava müracaat edebilecektir.)
h)Görevini devamlı yapmasına engel olabilecek akıl hastalığı veya bedensel özürlü olmadığını; şaşılık, körlük, topallık, işitme kaybı, çehrede sabit eser, uzuv noksanlığı, kekemelik ve benzeri engeller bulunmadığını; Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünce bölge hastaneleri olarak belirlenen Sağlık Bakanlığına bağlı tam teşekküllü Devlet hastanelerinden alacakları sağlık kurulu raporu ile belgelemek,
     9. Sözlü Sınav ve Mülakat;
     A)Sözlü sınav;
a) İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi 40,
b) Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi 20,
c) Genel kültür 40,
puan olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirilecektir.
İlgilinin atanacağı kadronun gerektirdiği mesleki bilgi tespit edilirken; genel hukuk, infaz mevzuatı ve ceza infaz kurumu idaresine ilişkin konuların birinden veya birkaçından soru sorulacaktır.
     B) Mülâkat;
a) İlgilinin davranışı ve genel fiziki durumu 50,
b) Bir konuyu kavrama ve ifade yeteneği 50,
puan olmak üzere toplam 100 puan üzerinden değerlendirilecektir.
Öğrenci adayının sözlü sınavda ve mülâkatta başarılı sayılabilmesi için her birinden 100 tam puan üzerinden en az 70 puan alması gerekmektedir.
     10. Nihaî başarı listesi, adayların merkezî sınav, sözlü sınav ve mülâkatta aldıkları puanların aritmetik ortalamasına göre belirlenecektir.
     İnfaz ve koruma memurluğu öğrenci adaylarının nihaî başarı listesi, atamanın yapılacağı her bir adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonu başkanlığı için ayrı ayrı düzenlenecektir. Nihaî başarı listesi en yüksek puan alan adaydan başlamak üzere sıralanacaktır. Adayların puanlarının eşit olması halinde hukuk fakültesi veya adalet meslek yüksekokulu mezunlarına öncelik verilecektir.
     11. Sınav sonuç listesi, sözlü sınav ve mülâkatı yapan adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarınca sınavın bitimini takip eden üç gün içinde ilân edilecektir.
Nihaî başarı listesi ve bütün sınav evrakı sözlü sınav ve mülâkatı yapan adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonları tarafından infaz ve koruma memuru öğrenci adaylarının atanacakları yer adlî yargı ilk derece mahkemesi adalet komisyonlarına gönderilecektir.
     12. Sınavı kazananlardan istenecek belgeler;
a) Adli sicil ve arşiv kaydı,
b) Hakkında devam eden bir ceza soruşturması veya kovuşturması bulunup bulunmadığına dair yazılı beyan,
c) Güvenlik soruşturma ve araştırma formu,
d) Askerlikle ilişiği olmadığına dair belge,
e) Görevini devamlı olarak yapmaya engel bir durum olmadığına dair sağlık kurulu raporu,
f) Öğrenim belgesinin aslı veya kurumca onaylı sureti,
     13. Süresinde başvurmayanlar, istenilen belgeleri süresinde ibraz etmeyenler ve öğrenciliğe başvuru şartlarını taşımadıkları sonradan tespit edilenlerin yerine nihaî başarı listesindeki sıralamaya göre eğitimin başladığı tarihe kadar öğrenci alınacaktır. Eğitimin başladığı tarihten itibaren mazeretlerine bakılmaksızın öğrenci alımı yapılmayacaktır. Öğrencilerin hangi eğitim merkezinde eğitim görecekleri ve eğitim takvimi daha sonra duyurulacaktır.
     14.Eğitime başladıkları tarihte, sağlık raporu ve güvenlik soruşturması işlemleri tamamlanmamış olanlar için geçici kayıt yapılacaktır. Sağlık raporunun tamamlanması ve güvenlik soruşturmasının olumlu sonuçlanmasından sonra kesin kayıt yapılacaktır Sağlık raporunun ibraz edilememesi veya güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanması halinde adayların öğrencilikle ilişikleri kesilecek ve yerlerine öğrenci alınmayacaktır.
     15. Kayıt kabul işlemleri eğitim merkezlerinin öğrenci işleri sorumluları tarafından yürütülecektir.
     16. Özel Hükümler;
a) Hizmet öncesi eğitim alan öğrencilere, eğitim süresince (3000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak miktarda (ilan tarihi itibariyle 185,87-TL) aylık harçlık ödenecektir.
b) Hizmet öncesi eğitimin süresi eğitim kurulu tarafından belirlenen 5 aylık süredir. Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Personeli Ankara, Erzurum ve İstanbul Eğitim Merkezi Müdürlüklerinde yapılacak hizmet öncesi eğitim, zorunlu olarak yatılı şekilde sürdürülür. Eğitim merkezlerinin ve yatılı tesislerinin her türlü gereksinimi, giderleri ve hizmet öncesi eğitime alınanların resmî kıyafet ve harçlıkları Bakanlık bütçesinden karşılanır.
c) Eğitim görenler, eğitim süresi içinde kendilerine öğretilen konularda yazılı, sözlü ve/veya uygulamalı sınava alınacaktır. Hizmet öncesi eğitimi başarı ile tamamlayan infaz ve koruma memurluğu öğrencilerinin infaz ve koruma memurluğuna atamaları yapılacaktır. Başarısız olan öğrencilerin eğitim merkezi ile ilişiği kesilecektir.
d) Başarısızlıkları veya sağlık durumları haricinde herhangi bir nedenle öğrenciliği sona erdirilenler veya isteği ile öğrencilikten ayrılanlar, mecburi hizmet süresini tamamlamadan görevinden çekilenler ile göreviyle ilişiği kesilenlerden, kendileri için yapılmış bulunan bütün giderler iki katı fazlasıyla birlikte geri alınır.
e) Hizmet öncesi eğitim görerek ataması yapılanlar her öğretim yılı karşılığında iki yıl süre ile mecburî hizmetle yükümlüdürler.

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...