9 Nisan 2013 Salı

CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 7

C E N N E T
CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 7
"Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise;
onlara yüksek köşkler vardır,
onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir.
Onların altında ırmaklar akmaktadır.
(Bu) Allah'ın va'didir. Allah va'dinden dönmez."
(Zümer Suresi / 20)
"Rablerinden korkup-sakınanlar da cennete bölük bölük sevkedildiler.
Sonunda oraya geldikleri zaman kapıları açıldı ve
onlara (cennetin) bekçileri dedi ki:
"Selam üzerinizde olsun, hoş ve temiz geldiniz.
Ebedi kalıcılar olarak ona girin.
(Onlar da) Dediler ki: "Bize olan va'dinde sadık kalan ve
bizi bu yere mirasçı kılan Allah'a hamd olsun ki;
cennetten dilediğimiz yerde konaklayabiliriz.
(Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir."
(Zümer Suresi / 73, 74)
"Rabbimiz onları Adn cennetlerine sok ki onlara (bunu) va'dettin;
babalarından eşlerinden ve soylarından salih olanları da.
Gerçekten Sen üstün ve güçlü olansın hüküm ve hikmet sahibisin."
(Mü'min Suresi / 8)
"Kim bir kötülük işlerse kendi mislinden başkasıyla ceza görmez;
kim de -erkek olsun dişi olsun- bir mü'min olarak
salih bir amelde bulunursa
işte onlar içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere
cennete girerler.
(Mü'min Suresi / 40)
"Şüphesiz: "Bizim Rabbimiz Allah'tır" deyip
sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu);
onların üzerine melekler iner (ve der ki:)
"Korkmayın ve hüzne kapılmayın size vadolunan cennetle sevinin."
(Fussilet Suresi / 30)
"(O gün) Zalimleri kazandıkları dolayısıyla korkuyla titrerlerken görürsün;
o (yaptıkları) da üstlerine çöküvermiştir.
İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet bahçelerindedirler.
Rableri katında her diledikleri onlarındır.
İşte büyük fazl (nimet ve üstünlük) budur."
(Şûrâ / 22)
"Siz ve eşleriniz cennete girin; ‘sevinç içinde ağırlanacaksınız.
Onların etrafında altın tepsiler ve testilerle dolaşılır;
orada nefislerin arzu ettiği ve gözlerin lezzet (zevk) aldığı herşey var.
Ve siz orada süresiz kalacaksınız.
İşte yaptıklarınız dolayısıyla mirasçı kılındığınız cennet budur.
Orda sizin için birçok meyveler vardır; onlardan yiyeceksiniz.
(Zuhruf / 70-73)
"Muttakilere gelince; muhakkak onlar güvenli bir makamdadırlar.
Cennetlerde ve pınarlarda.
Hafif ipekten ve ağır işlenmiş atlastan (elbiseler) giyinirler,
karşılıklı (otururlar).
İşte böyle; ve biz onları iri gözlü hurilerle evlendirmişizdir.
Orda güvenlik içinde her türlü meyveyi istiyorlar;
Orda ilk ölümün dışında başka ölüm tadmazlar.
Ve (Allah da) onları cehennem azabından korumuştur."
(Duhân / 51-56)
"Takva sahiplerine va'dedilen cennetin misali (şudur):
İçinde bozulmayan sudan ırmaklar,
tadı değişmeyen sütten ırmaklar içenler için
lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır ve
orda onlar için meyvelerin her türlüsünden ve
Rablerinden bir mağfiret vardır.
Hiç (böyle mükafaatlanan bir kişi) ateşin içinde ebedi olarak kalan ve
bağırsaklarını ‘parça parça koparan'
kaynar sudan içirilen kimseler gibi olur mu?"
(Muhammed / 15)
"Cennet de muttakiler için uzakta değildir (o gün) yakınlaştırılmıştır."
(50/31)
"Ona ‘esenlik ve barış (selam)la' girin. Bu ebedilik günüdür.
Orda diledikleri herşey onlarındır;
katımızda daha fazlası da var."
(Kâf Suresi / 34-35)
"Şüphesiz muttaki olanlar cennetlerde ve pınarlardadırlar;
Rablerinin kendilerine verdiğini alanlar olarak.
Çünkü onlar bundan önce ihsanda (güzel davranışta) bulunanlardı."
(Zariyât Suresi / 15-16)
"Hiç şüphesiz muttakiler cennetlerde ve nimet içindedirler;
Rablerinin verdikleriyle ‘sevinçli ve mutludurlar'.
Rableri kendilerini ‘çılgınca yanan cehennemin' azabından korumuştur.
Yaptıklarınızdan dolayı afiyetle yiyin ve için.
Özenle dizilmiş tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.
Ve Biz onları iri-ceylan gözlü hurilerle evlendirmişiz.
Onlara istek duyup-arzuladıkları meyvelerden ve etten bol bol verdik.
Orada bir kadeh kapışır-çekişirler ki
onda ne ‘boş ve saçma bir söz' ne günaha sokma yoktur.
Kendileri için (hizmet eden) civanlar etrafında dönüp dolaşırlar;
sanki (her biri) ‘sedefte saklı inci gibi tertemiz pırıl pırıl.'
Kimi kimine dönüp sorarlar;
Dediler ki: "Biz doğrusu daha önce ailemiz (yakın akrabalarımız) içinde
endişe edip-korkardık."
Şimdi Allah bize lütufta bulundu ve
‘hücrelere kadar işleyen kavurucu' azabdan korudu."
(Tûr Suresi / 17. ayetden, 27. ayete kadar.)

RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN / TÖVBE - ALLAH’DAN AF DİLEMEK (3)

HADİS-İ ŞERİFLER / RİYÂZÜ’S-SÂLİHÎN
TÖVBE
ALLAH’DAN AF DİLEMEK (3)

     19. 
 Ebû Abdurrahman Abdullah İbni Ömer İbni’l-Hattâb radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Bir kul can çekişmeye başlamadığı sürece, Allah Teâlâ onun tövbesini kabul eder.”
     Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 30

     Açıklamalar
     Tövbenin belli bir zamanı olmadığını, insanın her zaman tövbe edebileceğini belirten hadîs-i şerîflerden biri de budur. Bir önceki hadiste konuya bütün insanlık açısından bakılarak tövbenin kıyamet kopana kadar kabul edileceği belirtilmişti. Burada ise konu şahıs plânında ele alınmış, her ferdin kıyametinin, ölümü olduğu gösterilmek istenmiştir.
     İnsanoğlunun en büyük zaaflarından biri, uzun yaşama arzusudur. Yaşı ne olursa olsun, önünde daha nice yıllar bulunduğunu düşünür. En azından uzun bir süre daha yaşamayı hayâl eder. Bu sebeple de günahlarından tövbe etmek için önünde daha zaman bulunduğunu zanneder. Kırk yaşından, elli yaşından sonra ibadete başlayacağını söyleyenleri aldatan ve yanıltan fikir de aynıdır. Bir saat sonra âni bir ölümle hayata veda edecek insan da aynı yanılgının kurbanıdır.
     Tövbe konusunda insanı ihmâlci yapan hususlardan biri de, tövbesini yeni bir günahla bozacağı yanılgısıdır. Bazıları tövbe ettikten sonra bir daha günah işlemenin çok daha mahzurlu olduğunu zannederler; bu sebeple de tövbe etmeyi ileri bir tarihe bırakırlar. Bu düşünce İslâmiyet’i bilmemekten kaynaklanıyor. Bir hadîs-i şerîfte Peygamber Efendimiz’in günde yetmişden fazla tövbe ettiğini, diğerinde günde yüz defa tövbe ettiğini gördük. Kâinâtın Efendisi günahlardan korunmuş bir kimse olduğu halde, günde bu kadar tövbe etmenin gereğine inanıyor. 17. hadisin açıklamasında geçtiği üzere, Allah Teâlâ insanın her tövbe edişinde “Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden ve günahından dolayı kendisini hesaba çekecek olan bir Rabbi vardır” diye memnun olur. O halde tövbenin bozulması diye bir şey yoktur. Her tövbe bir önceki günahın bağışlanması için yapılır. Günah işlendikçe de tövbe tekrarlanır. Yeni bir günah işlememek, elbette arzu edilen şeydir. Fakat insanın hatalardan kurtulması, melekler gibi günahsız olması mümkün değildir.
     Şu halde tövbe etmeyi geciktirmemeli, daha sonra yaparım diye düşünmemelidir. Çünkü ölümün bizi ne zaman yakalayacağı belli değildir. Ecelin kollarına düştükten, gerçekleri bütün açıklığı ile gördükten sonra tövbe etmenin faydası yoktur. Bu gerçek Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle dile getirilmektedir:
     “Kötülük işlemeye devam eden, ölüm gelip çatınca da “Artık tövbe ettim” diyen kimseler ile kâfir olarak ölenlerin tövbesi geçersizdir” [Nisâ sûresi (4), 18].
     Demek ki yakayı ecele kaptırdıktan sonra tövbe etmenin faydası yoktur.
     Eli ayağı tutarken zekâtını vermeyen, fakat öleceği kesinleşince, “Rabbim! Ne olur, ölümümü biraz geciktirsen de, sadaka verip iyilik edenlerden olsam” [Münâfikûn sûresi (63), 10] diyen kimsenin de aynı şekilde sözüne değer verilmeyeceği âyet-i kerîmede belirtilmektedir. Zira değişmeyen bir gerçek vardır: Can boğaza gelip de âhiret yolu görününce pişmanlık duymanın ve tövbe kapısı kapandıktan sonra tövbe etmeye kalkmanın hiçbir değeri yoktur. Çünkü: “Eceli gelen bir kimseye Allah zaman verip geciktirmez” [Münâfikûn sûresi (63), 11].

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ, can boğaza gelmeden önce yapılan tövbeleri kabul eder.
2. İnsan ileride nasıl olsa tövbe ederim diye düşünmemeli, aklı ve şuuru yerinde iken tövbe etmeye bakmalıdır.
3. Tövbe etme hususunda tenbel olmamalıdır.

     20.  Zirr İbni Hubeyş şöyle dedi;
     Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini sormak üzere Safvân İbni Assâl radıyallahu anh’ın yanına gitmiştim. Bana:
     - Zirr! Niçin geldin? diye sordu. Ben de:
     - İlim öğrenmek için, deyince şunları söyledi:
     - Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Ben de:
     - Büyük ve küçük abdestten sonra mestler üzerine nasıl mesh edileceği kafamı kurcaladı. Sen de Hz. Peygamber’in ashâbından olduğun için, onun bu konuda bir şey söylediğini duydun mu diye sormaya geldim, dedim. Safvân:
     - Evet, duydum. Resûl-i Ekrem seferde bulunduğumuz zaman mestleri üç gün üç gece çıkarmamayı, büyük ve küçük abdest bozduktan, uyuduktan sonra bile mestlere meshetmeyi, ancak cünüp olunca mestleri çıkarmayı emrederdi, dedi.
     - Onun sevgiye dair bir şey söylediğini duydun mu? diye sordum.
     - Evet, duydum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile bir sefere çıkmıştık. Biz onun yanındayken bir bedevî kaba sesiyle:
     - Muhammed! diye bağırdı.
     Hz. Peygamber de onun sesine yakın bir sesle:
     - “Gel bakalım”, dedi.
     Bedevîye dönerek:
     - Yazıklar olsun sana! Hz. Peygamber’in huzurunda bulunuyorsun. Kıs sesini! Yüksek sesle bağırmanı Allah yasakladı, dedim.
     Bedevî:
     - Vallahi sesimi kısmam, dedi ve Resûl-i Ekrem’e: Birilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye sordu.
     Hz. Peygamber şöyle buyurdu:
     - “Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir.”
     Safvân İbni Assâl sözüne devamla dedi ki:
     - Hz. Peygamber bu konuda uzun uzun konuştu. Hatta bir ara batı taraflarında bulunan bir kapıdan bahsetti. “Kapı yaya yürüyüşüyle kırk yıl veya yetmiş yıl (yahut râvinin hatırladığına göre süvari gidişiyle kırk veya yetmiş yıl) genişliğindedir”, buyurdu.
     Şamlı muhaddislerden Süfyân İbni Uyeyne şöyle dedi:
     - Allah gökleri ve yeri yarattığı gün, bu kapıyı tövbe için açık olarak yaratmıştır. Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır.
     Tirmizî, Daavât 98. Ayrıca bk. Tirmizî, Tahâret, 71; Nesâî, Tahâret 97, 113; İbni Mâce, Fiten 32

     Zirr İbni Hubeyş
     Hadisimizi sahâbî Safvân İbni Assâl’den rivayet eden Zir, çölde yaşayan bir bedevî idi. Hem Câhiliye hem de İslâm devrinde yaşadığı hâlde Hz. Peygamber’i görememişti. Fakat Hz. Ömer, Hz. Ali, Hz. Osman, Übey İbni Ka`b gibi büyük sahâbîlerle görüşmüş ve onlardan hadis rivayet etmiştir.
     Zir, ashâb-ı kirâmla görüşmek üzere Medine’ye geldiği zaman, yukarıdaki hadisimizin râvisi olan Safvân İbni Assâl ile de görüştü ve ona Resûl-i Ekrem’i görüp görmediğini sordu. O da Hz. Peygamberle birlikte on iki gazveye katıldığını söyledi.
     Müslüman olduktan sonra hayatı değişen Zir İbni Hubeyş, hadis ve kırâat ilimlerinde üstaddı. Güvenilir bir muhaddisti. Rivayet ettiği hadisler Kütüb-i Sitte’de yer almıştır.
     Kaynaklarda gerek Zirr’in ve gerekse Peygamber Efendimiz’den yirmi hadis rivayet etmiş olan Safvân İbni Assâl’in hayatları hakkında fazla bilgi yoktur. Zirr, 82 (701) tarihinde 120 yaşında vefat etti.
     Allah ondan razı olsun.

     Açıklamalar
     Zirr İbni Hubeyş çöl hayatını bırakıp ashâb-ı kirâmla görüşmek üzere Medine’ye geldiği zaman, yıllarının boşa geçtiğini anladı. Karşılaştığı sahâbîlerden ilim öğrenerek eksiklerini tamamlamaya çalıştı. Safvân İbni Assâl’in yanına gittiğinde Safvân ona niçin geldiğini sordu. O da ilim öğrenmek için geldiğini söyledi. Zir, “ilim” kelimesiyle mestler üzerine mesh etmeyi kasdetmişti.
     Safvân onu önce bu güzel davranışından dolayı kutlamak istedi ve ilim öğrenmenin değeri hakkında bizzat Hz. Peygamber’den duyduğu bir hadisi haber verdi. Rivayet edildiğine göre kendisi de bir zamanlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in huzuruna vardığında:
     - Senden ilim öğrenmeye geldim, yâ Resûlallah, demişti.
     Resûl-i Ekrem de ona:
     - “Merhaba, ilim yolcusu!” diye iltifat ettikten sonra “Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler” buyurmuştu. Şimdi de o aynı şekilde Zirr İbni Hubeyş’i sevindirmek istemişti.
     Büyüklerimizin âdeti böyleydi. İlim öğenmek isteyenleri severler ve onları sevindirmek isterlerdi. Ebü’d-Derdâ hazretlerinin de böyle davrandığını biliyoruz. Bu muhterem sahâbî birgün Dımaşk mescidinde otururken bir adam çıkageldi ve ona:
     - Ben tâ Medine’den buraya, Hz. Peygamber’den rivâyet ettiğini haber aldığım bir hadisi, senin ağzından duymak için geldim, dedi.
     O zaman Ebü’d-Derdâ radıyallahu anh ona:
     - Bir iş için mi geldin? Ticaret yapmak için mi geldin? diye defalarca sordu. Onun gerçekten de sadece hadis öğrenmek için geldiğini anlayınca sevindi ve bu ilim yolcusuna yaptığı işin değerini anlatmak üzere Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den duyduğu şu hadîs-i şerîfi haber verdi:
     - “Kim ilim öğrenmek için yola çıkarsa, Allah Teâlâ ona cennet yolunu kolaylaştırır. Melekler, ilim öğrenenlerden hoşlandıkları için onlara kanat gererler. Göklerde ve yerde bulunan varlıklar, hatta sudaki balıklar bile âlimlerin bağışlanması için Allah’a yalvarırlar. Bir âlimin sadece ibadetle uğraşan bir kimseye üstünlüğü, on dördüncü gecesinde ayın diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin mirasçılarıdır. Peygamberler altın, gümüş değil, sadece ilmi miras bırakmışlardır. İşte bu ilim mirasına konan kimse, çok büyük bir kısmet kazanmış olur”
     (Ebû Dâvûd, İlim 1; Tirmizî, İlim 19. Ayrıca bk. 1379-1395. hadisler).
     İlim öğrenenlere meleklerin neden kanat gerdikleri, ilim yolcularının değerini ortaya koyan bu hadîs-i şerîf ile daha iyi öğrenilmiş oldu.
     Mestler üzerine nasıl mesh edileceğini henüz öğrenmemiş olan Zir, pek merak ettiği bu konuyu Safvân İbni Assâl’den sorup öğreniyor. Buna göre misafir olmayan, yâni evinin barkının bulunduğu yerde yaşayan bir kimse abdest alıp mestini giydikten sonra, yirmi dört saat boyunca, her abdest aldığında mestlerine mesh edebilecektir. Küçük veya büyük abdeste çıkmak mestlere mesh etmeye engel değildir. Yalnız boy abdesti almak gerektiğinde mestler mutlaka çıkarılacak, boy abdesti aldıktan sonra tekrar giyilebilecektir.
     Yolculukta farz namazları bile yarıya düşürmek suretiyle kullarına kolaylık gösteren Allah Teâlâ, misafirlere, mestlere mesh etme konusunda da kolaylık lutfetmiştir. Onlar abdest alıp mestlerini giydikten sonra, isterlerse üç gün boyunca mestlerini hiç çıkarmadan abdest alıp ibadet edebileceklerdir. Boy abdesti almak gerektiğinde, onlar da mestlerini çıkaracaklardır.
     Sevgi konusu da Zirr İbni Hubeyş’in merak ettiği bir şeydir. Safvân’a bu konuda Peygamber Efendimiz’den bir hadis duyup duymadığını soruyor. Safvân İbni Assâl, Zirr’e Hz. Peygamber’den duyduğu hadisi söylemekle yetinmiyor; onu Efendimiz’den nasıl duyduğunu da anlatıyor.
     Buna göre, çölde yaşadığı için görgü ve nezâketten pek haberi olmayan bir bedevî, Peygamber aleyhisselâm’a merak ettiği bir konuyu sormak istiyor. Peygamber’e nasıl hitâb edileceğini bilmediği için de bağırarak “Yâ Muhammed!” diye sesleniyor.
     Safvân onu uyarıyor. Kur’ân-ı Kerîm’in bu nevi kaba davranışları yasakladığını ve: “Ey imân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinden yüksek çıkarmayın” [Hucurât sûresi (49), 2] âyetinin geldiğini hatırlatmak istiyor. Fakat bütün bunları anlatmaya zamanı müsait olmadığı için kısaca sesini alçaltmasını tavsiye ediyor. Bedevî, sert mizacı sebebiyle, öğrenmek istediği konuyu sormasına kimsenin engel olamayacağını anlatmak için “Vallahi sesimi kısmam” diye bir de yemin ediyor.
     Ümmetine son derece merhametli olan sevgili Efendimiz, sözünü ettiğimiz âyet-i kerîmeden bedevînin haberi olmadığını anlıyor ve günahkâr olmasını arzu etmediği için o da sesini bedevininkine benzeterek “Gel bakalım!” diye sesleniyor. Bedevî kendi yetersiz ibadetlerini hatırlayarak, âhirette Hz. Peygamber’le ve onun aziz sahâbîleriyle beraber olamayacağını düşünerek problemini dile getiriyor:
     - Birilerini seven, ama onlarla beraber olacak kadar iyiliği bulunmayan kimse hakkında ne dersin? diye soruyor.
     Resûl-i Ekrem Efendimiz’in cevabı, mü’min gönüllere derin hazlar ve büyük ümidler verecek sıcaklıktadır:
     - “Bir kimse, kıyamet gününde, sevdikleriyle beraberdir.”
     369 - 371 numaralı hadislerde üç büyük sahâbîden ayrı ayrı rivayet edildiğini göreceğimiz bu hadîs-i şerîf, Peygamber sevgisinin insanı ne yüce makamlara çıkaracağını gösteriyor. Enes İbni Mâlik’in rivayetine göre bedevînin biri Resûl-i Ekrem’e:
     - Kıyamet ne zaman kopacak? dedi.
     Fahr-i Cihân Efendimiz de ona:
     - “Kıyamet için ne hazırladın?” diye sorunca, bedevî:
     - Allah ve Peygamber sevgisini hazırladım, cevabını verdi.
     O zaman Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
     - “Öyleyse sevdiğinle berabersin”, buyurdu.
     O bedevilerden Allah razı olsun. Şayet zihinlerine takılan bu soruları sormasalardı, nice yanık gönüller böylesine serinlemeyecek, ümid ışığıyla canlanmayacaktı.
     Bu hadîs-i şerîfi duydukları zaman ashâb-ı kirâm da çok sevinmişlerdi. Hatta Enes radıyallahu anh’ın söylediğine göre, İslâmiyet’le şereflendikten sonra hiçbir şeye böylesine sevinmemişlerdi. Enes sevincini şöyle dile getirmişti:
     “Ben Allah’ı, Resûlünü, Ebû Bekir’i ve Ömer’i seviyorum. Onların yaptığı ibadetleri ve güzel hareketleri yapamasam bile onlarla beraber olmayı umuyorum.”
     Demekki sevgi ve muhabbet, hasta gönülleri diriltecek, ulaşılması zor hedeflere insanı emniyetle iletecek üstün bir güce sahiptir.
     Ne mutlu Allah’ı ve Resûlullah’ı gönülden sevenlere!..

     Tövbenin kabûlü ve zamanı:
     Birçok müjdeyle dolu olan hadîs-i şerîfin bu bahiste yer almasının sebebi, sonundaki tövbeyle ilgili sevindirici haberdir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, şimdiye kadar gördüklerimizden farklı bir hadîs-i şerîfle, tövbeleri Allah Teâlâ’nın her zaman kabul edeceğini anlatıyor.
     Buna göre; Allah Teâlâ, gökleri ve yeri yarattığı zaman, Efendimiz’in “batı” diye ifade buyurduğu tarafta geniş bir kapı yaratmıştır. Bu kapının iki kanadının arası, râvinin tereddütlü bir ifadeyle söylediğine göre, yaya veya atlı bir yolcunun kırk yılda veya yetmiş yılda ancak varabileceği kadar geniştir. Bu kapı tövbe kapısıdır. Günahkâr kulların yapacağı tövbe, hiçbir engele çarpmadan Allah Teâlâ’nın yüce huzuruna rahatlıkla varabilecektir. Bu sebeple hiçbir kimse, acaba benim Cenâb-ı Hakk’a sunduğum tövbem ona varmış mıdır? diye endişe etmemelidir.
     Tövbenin zamanı ve süresi yoktur. “Güneş battığı yerden doğuncaya kadar o kapı kapanmayacaktır” ifadesiyle, kıyamet kopana kadar insanların tövbe edebileceği anlatılmak istenmiştir. Bu bir müjdedir. Allah Teâlâ’nın kullarına olan sevgi ve merhametinin sonsuzluğunu göstermektedir.
     Tövbe süresinin bu kadar geniş tutulması, bizi hiçbir zaman tenbelliğe sevk etmemelidir. Tövbe edebilmek için önümüzde daha nice zaman bulunduğu aldatmacasına kapılmamalıyız. Günahlara düşkün nefsimiz, bizi böyle aldatır. Ecelin ne zaman kapımızı çalacağını bilmediğimizi, hiçbir zaman da bilemeyeceğimizi hatırdan çıkarmamalı, ilk fırsatta tövbe etmeye bakmalıyız.

     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah Teâlâ’nın tövbe kapısını ardına kadar açması, kullarına olan sonsuz merhametini, onların ebedî kurtuluşa ermesini arzu ettiğini bütün açıklığı ile göstermektedir.
2. İlim öğrenmek ve öğretmek Allah Teâlâ’yı memnun eden değerli bir meşgaledir. Bu sebeple ashâb-ı kirâm ve tâbiîn ilim tahsiline büyük önem vermişlerdir.3. İnsan bilmediği şeyleri öğrenmeye çalışmalı ve o konuyu iyi bilen birini bulup sormalıdır.
4. Mestler üzerine meshetme kolaylığı, İslâmiyet’in müsamaha dini olduğunu göstermektedir.
5. Kendilerinden ilim öğrenilen büyüklerin huzurunda saygılı davranmalı, sesini gereğinden fazla yükseltmemelidir.
6. Bilgisizliği sebebiyle hata edenlere kızmamalı, ne yapmaları gerektiğini onlara sabırla öğretmelidir.
7. İnsanlara karşı anlayışlı olma ve onlara seviyelerine göre davranma hususunda Peygamber Efendimiz örnek alınmalıdır.
8. İyi insanlarla beraber olmaya, onların sohbetinde bulunmaya gayret etmeli, onları sevmelidir. Kötü olduğu bilinen kimselerden uzak durmalı, onların sohbetlerine katılmamalıdır. Üzüm üzüme baka baka kararır atasözünün ifade ettiği gerçek unutulmamalıdır.
9. Sevginin gereği, sevilen gibi olmaya çalışmak ve davranışlarında onu örnek almaktır.
10. İnsanlara öğüt veren kimseler, güzel vaadler ve müjdelerle onları ümitlendirmeli, onlara kolaylıklar göstermelidir.

8 Nisan 2013 Pazartesi

İSLAM TARİHİ / Mukavkıs'ın İslâma Dâvet Edilmesi

İSLAM TARİHİ
Mukavkıs'ın İslâma Dâvet Edilmesi

     (Hicret’in 7. senesi Muharrem ayı / Milâdî 628)
     Bu tarihte, ashaptan Hâtıb b. Ebî Beltaa, Peygamber Efendimiz­den aldığı Mukavkıs’a hitaben yazılmış İslam’a davet mektubuyla Mı­sır’a doğru yola çıktı. Gece gündüz yoluna devam eden Hz. Ha­tıb, o sırada İskenderiye’de bu­lu­nan Mukav­kıs’a Resûl-i Ekrem Efendimizin mübarek mek­tubunu sundu. Hü­kümdarın okuttuğu mek­tupta Resûl-i Ekrem Efendimiz ona hitaben şunları ya­zı­yordu:
     “Bismillahirrahmânirrahîm!
     Allah’ın kulu ve Resûlü Muhammed’den, Kıbtîlerin Bü­yüğü Mukavkıs’a!
     Hidayet yoluna uyanlara selam olsun!
     Bu dua ve temenniden sonra ben, seni İslam’a davet ediyorum. Müslüman ol ki selamete eresin. Müslüman ol ki Allah ecrini, mükâfatını iki kat versin. Eğer bu davetim­den yüz çevirirsen, Kıb­tî­le­rin günahı senin boynuna olsun!
     ‘De ki: Ey ehl-i kitap! Bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze geliniz: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabler edinmeyelim.’ Eğer yüz çevi­rirlerse, siz de onlara, ‘Şahit olun; biz, muhakkak, Müs­lümanlarız’ deyiniz.” (Âl-i İmrân, 64) [1]
     Mektup okunup bitince, Mukavkıs, “Hayırlı olsun!” dedi ve elçi Hz. Hatıb’a izzet-ü ikramda bulundu; sonra da, Ser­ver-i Kâinat Efen­dimizin mübarek mek­tubunu fil dişinden bir kutu içine koyup kutuyu mühürledi. [2]
     Mukavkıs’ın İkrarı
     Bir gece vakti Mukavkıs, Hâtıb b. Ebî Beltaa’yı huzuruna çağırttı. Yanla­rında sadece tercüman bulunuyordu. Uzun uzadıya konuştuktan sonra, Mukavkıs, sonunda, Mü­s­lüman olmadığı halde, Peygamber Efendimizin risâ­letini ikrar edip şöyle konuştu:
     “Ben, bir peygamberin daha geleceğini biliyordum; lâkin Şam’­dan çıkaca­ğını tahmin ediyordum. Çünkü daha evvelki peygamberlerin çoğu oradan zu­hur etmişlerdi. Gerçi, son peygamberin Arabistan’da, sertlik, darlık yoksulluk ülkesinde çı­kacağını da ki­taplarda görmüştüm!
     Allah’ın kitabında sıfatlarını yazılı bulduğumuz peygamberin ortaya çık­ma zamanı da tam bu zamandır.
     Fakat ona uymak hususunda, Kıbtîler beni dinlemezler! Ben, sal­tanatım­dan ayrılmaya da kıyamayacağım! O peygamber, memleketlere hâkim olacak, kendisinden sonra da sahabe­leri bu meydanlarımıza kadar gelip yer­leşeceklerdir; sonunda şuradakilere ga­lip geleceklerdir.” [3]

     Bu konuşmasıyla Pey­gam­be­ri­mizin risâletini ikrar eden Mu­kavkıs, ne yazık ki “saltanatı elinden gider” endişesiyle ne hal­kına olup bitenlerden bahsetti ve ne de Müslüman oldu; [4] saltanat, hükümdarlık sevgisi, onu iman saadetin­den mahrum bıraktı!

     Mukavkıs’ın, Pey­gam­be­ri­mize Mektup ve Hediyeleri
     Dünya saltanatının sevgi ve muhabbeti gönlünde ağır basıp iman etmeye yanaşmayan Mukavkıs, bununla beraber Peygamber Efendimize bir mektup ile bazı kıymetli hediyeler ve iki de cariye gön­derdi. [5]
     Bütün bunlardan sonra Hz. Hâtıb b. Ebî Beltaa’yı İskenderiye’den uğurla­yan Mukavkıs, ona, “Sakın, Kıbtîler, senin ağzından tek bir kelime bile işitme­sinler!” dedi. [6]
     Mukavkıs’ın Resûl-i Ekrem Efendimize gönderdiği iki cariye, Mâ­riye ile kız kardeşi Sîrîn idi. Hâtıb b. Ebî Beltaa Hazretleri, onlara yolda İslamiyeti anlattı ve Müslüman olmalarını teklif edince, Müslüman oldular.
     Daha sonra Peygamber Efendimiz, Hz. Mâriye’yi kendisine nikâhlayıp zev­celiğe aldı; Sîrin’i ise, şâiri Hassan b. Sâbit (r.a.) ile nikahladı. [7]

     Mukavkıs’tan gelen diğer hediyeler ise şunlardı:
* Ak tüylü bir katırla bir merkep,
* Bin miskal altın,
* Yirmi kat Mısır işi ince elbise,
* Billûr bir bardak,
* Kokulu bal, misk gibi güzel kokular v.s... [8]
     Hediye gelen katıra “Düldül”, merkebe ise “Ufeyr” adı takıldı.
     Hâtıb b. Ebî Beltaa, Medine’de
     Mukavkıs’ın ülkesinde beş gün kadar kaldıktan sonra oradan ayrılan Hâtıb b. Ebî Beltaa, Medine’ye gelip Resûl-i Ekrem’in huzuruna çıkarak, olup biten­leri anlattı ve Mukavkıs’ın mektubu ile gönderdiği hediyeleri takdim etti.
     Mukavkıs, cevabî mektubunda şöyle diyordu:
     Muhammed b. Abdullah’a, Kıbtîlerin Büyüğü Mukav­kıs’­­tan!
     Selam olsun sana!
     Bundan sonra derim ki: Mektubunu aldım, okudum. Mektubunda zikrettiğin ve beni davet ettiğin şeyleri anladım. Gelecek bir peygamber daha kaldığını biliyordum; ancak onun Şam’dan zuhur edeceğini tahmin ediyordum! Elçini ağırladım. Sana Kıbtîlerin yanında mevkileri yük­sek iki cariye ile el­biseler gönderdim; binmen için de sana bir katır hediye ettim. Selam olsun sana!” [9]
     Mektup okunup bitince, Peygamber Efendimiz, “Bedbaht adam! Saltanatına kı­yamadı; fakat üzerinde titrediği saltanatı, kendisine kalmayacaktır!” [10] bu­yurdu.

     Pey­gam­be­ri­mizin, Mukavkıs’a Gönderdiğin Mektubun Aslı
     Resûl-i Ekrem Efendimizin, Mukavkıs’a gönderdiği mübarek mek­tupları, ha­len İstanbul Topkapı Sarayı Müzesi Mukaddes Ema­net­ler Bölümü’nde muha­faza edilmektedir.
     Mektup, Hicret’in 1267 senesinde Mısır’ın Ahmim beldesinde bulunan eski bir manastırdaki Kıbt kitapları arasında olduğu anlaşılmış, bunun üzerine Sul­tan Abdül­me­cid Han tarafından satın alınarak İstanbul’a getirtilmişti.
     Bu mübarek mektup, 16x19 cm ebadında, kahverengi bir deri üzerine siyah mürekkeple yazılmıştır ve on iki satırdan ibarettir.
     Mektubun altında Resûl-i Ekrem Efendimizin mührü bulunmaktadır.
     Mektupta yer yer güve yenikleri ve delikleri de vardır. [11]
_____________________________________________________________________
Dip Notlar:


[1] İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 3, s. 72; Halebî, İnsanü’l-Uyûn, c. 3, s. 295-296.
[2] İbn Sa’d, Tabakat, c. 1, s. 260; İbn Seyyid, Uyûnü’l-Eser, c. 2, s. 266.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 260; İbn Seyyid, a.g.e., c. 2, s. 266.
[4] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 260; İbn Seyyid, a.g.e., c. 2, s. 266. Halebî, a.g.e., c. 3, s. 296-297.
[5] İbn Seyyid, a.g.e., c. 2, s. 266.
[6] İbn Seyyid, a.g.e., c. 2, s. 266.
[7] İbn Sa’d, a.g.e., c. 8, s. 212-213.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 485; Halebî, a.g.e., c. 3, s. 297.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 260; İbn Kayyim, Zâdü’l-Meâd, c. 2, s. 72; İbn Seyyid, Uyûnü’l-Eser, c. 3, s. 266.
[10] İbn Sa’d, a.g.e., c. 1, s. 261; Halebî, a.g.e., c. 3, s. 266.
[11] Tahsin Öz, Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanet-i Mübareke, s. 29-30.
Kainatın Efendisi, Hz. Muhammed (sav.)
Yazar: Salih Suruç

CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 6

   C E N N E T   
CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 6
"Adn cennetleri (onlarındır);
oraya girerler orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler.
Orada onların elbiseleri ipek(ten)dir.
Derler ki: "Bizden hüznü giderip yok eden Allah'a hamdolsun;
şüphesiz Rabbimiz gerçekten bağışlayandır şükrü kabul edendir."
Ki O bizi kendi fazlından (ebedi olarak) kalınacak bir yurda yerleştirdi;
burada bize bir yorgunluk, bıkkınlık dokunmaz.
(Fâtır Suresi / 33, 35 arası)
"Gerçek şu ki bugün cennet halkı
‘sevinç ve mutluluk dolu' bir meşguliyet içindedirler. 
Kendileri ve eşleri gölgeliklerde tahtlar üzerinde yaslanmışlardır.
Orada taptaze-meyveler ve istek duydukları herşey onlarındır.
Çok esirgeyen Rabb'dan onlara bir de sözlü "Selam" (vardır).
(Yâsîn Suresi / 55, 58 arası)
İşte onlar; onlar için bilinen bir rızık vardır.
Çeşitli-meyveler. Onlar ikram görenlerdir.
Nimetlerle donatılmış (naim) cennetlerde.
Birbirlerine karşı tahtlar üzerinde (otururlar).
Kaynaktan (doldurulmuş) kadehlerle çevrelerinde dolaşılır.
Bembeyaz; içenlere lezzet (veren bir içki).
Onda ne bir gaile vardır ne de kendilerinden geçip akılları çelinir.
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş iri gözlü kadınlar vardır.
Sanki onlar saklı bir yumurta gibi (çarpıcı ve pürüzsüz).
Böyleyken kimi kimine yönelmiş olarak birbirlerine soruyorlar:
Bir sözcü der ki: "Benim bir yakınım vardı."
Derdi ki: Sen de gerçekten (dirilişi) doğrulayanlardan mısın?
Bizler öldüğümüz toprak ve kemikler olduğumuzda mı,
gerçekten biz mi (yeniden diriltilip sonra da) sorguya çekilecekmişiz?
(Konuşan yanındakilere) Der ki:
"Sizler (onun şimdi ne durumda olduğunu) biliyor musunuz?" 
Derken bakıverdi onu ‘çılgınca yanan ateşin' tam ortasında gördü.
Dedi ki: "Andolsun Allah'a neredeyse beni de (şu bulunduğun yere) düşürecektin."
Eğer Rabbimin nimeti olmasaydı
muhakkak ben de (azab yerine getirilip) hazır bulundurulanlardan olacaktım.
Şüphesiz bu, asıl büyük ‘kurtuluş ve mutluluğun' ta kendisidir.
Böylece çalışanlar da bunun bir benzeri için çalışmalıdır.
(Sâffât Suresi / 41, 61 arası)
Adn cennetleri;
kapılar onlara açılmıştır. İçinde yaslanıp-dayanmışlardır;
orda birçok meyve ve şarap istemektedirler.
Ve yanlarında bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş yaşıt kadınlar vardır.
İşte hesap günü size va'dedilen budur.
Şüphesiz bu, bizim rızkımızdır, bitip tükenmesi de yok.
(Sâd Suresi / 50, 54 arası)

5 Nisan 2013 Cuma

İSTANBUL & AVANOS 26-27-28 Nisan 2013 'de

İstanbul
&
Kapadokya, Ürgüp ve Avanos Gezisi
26 Nisan Cuma 21:00 Gidiş
28 Nisan Pazar 23:30 Dönüş
2 Gün Gezi + 1 Gece Konaklama
190.00 TL
Gezimize gelmek isterseniz
geziyoruz@hotmail.com  adresimize
birinizin adını-soyadını, kaç kişi olacağınızı,
nereden bineceğiniz ve cep tlf. numaranızı yazıp
yerinizi ayırtırabilirsiniz..
Program
     26 Nisan Cuma 
21:00 Bakırköy - İncirli'den Hareket
Topkapı, Haliç Köprüsü, Mecidiyeköy, Boğaz Köprüsü Giriş ve Çıkışı, Göztepe, Kozyatağı, Bostancı, Maltepe, Kartal, Pendik, Tuzla... (Bu güzergahtaki farklı İETT durakları da olabilir...)
23:30 İzmit Halkevi Önü
00:30 Bolu'da Tursan Tesislerinde İhtiyaç Molası (www.tursantesisleri.com)
01:00 Hareket
05:00 Ankara / Şereflikoçhisar İlçesinde İhtiyaç Molası (www.skochisarturistiktesisleri.com)
06:00 Şereflikoç Tesisi'nden Hareket
     27 Nisan Cumartesi 
     Otobüste giderken Kahvaltı İkramı - (Ücretsiz / Ekmek, beyaz peynir, kaşar peyniri, zeytin, tereyağ, reçel, helva, salatalık, domates ve çaydan oluşan bir kahvaltı menüsü)

09:00 IHLARA VADİSİ
10:30 DERİNKUYU YERALTI ŞEHRİ
11:30 Müzeden Çıkış
12:30 GÜVERCİNLİK VADİSİ
Öğlen Yemeği (Bindallı Restaurant / Açık Büfe /Meşrubat Hariç 11 TL., Fiyatımıza dahil değil)
13:30
   * UÇ HİSAR KALESİ
   * PAŞABAĞLAR VADİSİ
   * ÜRGÜP
   * ASMALI KONAK (Müze Kart Geçerli Değil, Giriş 2 TL.)
   * AVANOS
     Nevşehir'in 18 km kuzeyinde olan Avanos'un antik dönemdeki adı Venessa'dır. Çok sayıda çanak çömlek atölyesi bulunan ilçede seramik yapım geleneği Hititlerden beri süregelmektedir. Kızılırmak'ın getirdiği kırmızı toprak ve milden elde edilen seramik çamuru, Avanoslu seramik sanatçılarının elinde şekil almaktadır.
     * ÇANAK-ÇÖMLEK ATÖLYELERİ
     Avanos'ta da Hititler'den beri çarkla çanak-çömlek yapıldığı bilinmektedir.Bu el sanatı kavimden kavime,babadan oğula geçerek günümüze kadar gelmiştir. Avanos'un dağlarından ve Kızılırmak'ın eski yataklarından yumuşak ve yağlı kil topraklar elenir ve iyice yoğurularak çamur haline getirilir.Çark adı verilen ve ayakla döndürülen tezgah üzerindeki çamurun maharetle şekillendirilmesiyle istenilen çanak yapılmış olur.İşlik denilen atölyelerde üretilen çanaklar önce güneşte,daha sonra da gölgede kurutulduktan sonra,saman ve talaşla yakılan fırınlarda 800 dereceden başlayıp 1200 derece sıcaklık arasında özenle pişirilir.
Yörede yemek kapları,su testileri,kışlık yiyecek saklamak için çömlekler ve küpler,su kükleri tanınan çanak ürünleridir. Avanos,günümüzde "Kapadokya'nın el sanatları ve alış-veriş merkezi"olarak tanınmaktadır.
     * ONYX TAŞ ATÖLYELERİ
     * DERVENT VADİSİ
18:00 * BÜYÜK AVANOS OTEL (www.cappadociaavanoshotel.net)
19:00 - 22:00 Akşam Yemeği (Açık Büfe, Ücretsiz)
22:00 - 23:00 Çay İkramı, Tanışma, Hasbihal...
Konaklama...
29 Nisan Pazar
07:00 - 09:00 Otelde Kahvaltı (Açık Büfe, Ücretsiz)
09:30 * GÖREME AÇIKHAVA MÜZESİ
12:00 Öğlen Yemeği / Dede Efendi Restaurant (Fiyata dahil değil)
     www.dedeefendirestaurant.com (Menü 1. / Meşrubat Hariç 11 TL.)
13:00
     * ORTAHİSAR KALESİ
     * UÇAN BALONLAR (2 Saatlık Geziler kişi başına yaklaşık 200-250 TL. gibi, çok pahalı olduğu için binilmez, gözlenmiş olur...)
14:30
     * HACI BEKTAŞ-I VELİ DERGAHI
15:00 Hareket
20:00 Bolu'da Tursan Tesisinde Akşam Yemeği (Fiyatımıza dahil değil. 10-15 TL. gibi)
21:00 Hareket
22:30 İzmit Halkevi Önü Varış
23:30 Tuzla'ya Varış (Pendik, Kartal, Maltepe, Bostancı, Kozyatağı, Göztepe, Boğaz Köprüsü Giriş ve Çıkışı, Mecidiyeköy, Haliç Köprüsü, Topkapı... (Bu güzergahtaki farklı İETT durakları da olabilir...)
00:30 İncirli'ye Varış...
Fiyat
190 .00 TL. 
Otobüsde koltuğa oturmamak kaydıyla 0-2 yaş çocuklar ücretsiz.

Fiyata Dahil Olan Hizmetler: 
* İstanbul - Kapadokya, Gidiş-Dönüş ve Geziler İçin Otobüs/Ulaşım
* Cumartesi Sabahı, Otobüste Kahvaltı İkramı
* Cumartesi Akşamı, Kalınacak Otelde Akşam Yemeği
* Pazar Sabahı / Kalınan Otelde Kahvaltı
* Otobüs içi ikramlar (su, neskafe, çay, gazoz, kek vs.)
* Profesyonel Rehberlik

Fiyata Dahil Olmayan Hizmetler:
* Müze Giriş Bedelleri (Bir defaya mahsus MÜZEKART bedeli 30 TL. olup, yıl boyunca sınırsız kullanma hakkı vardır...)
* Öğlen Yemekleri
* Dönüşte Akşam Yemeği
Gezilecek Müzelere ücretsiz girmek için,
Gideceğimiz ilk Müzede
Çıkarttırılmasını önereceğiz...
Müze Kart bedeli 30 TL. dir. (Toplanacak fiyatımıza dahil değil.)
1 yıl boyunca bütün illerdeki müzelere ücretsiz giriş hakkı olacaktır.
Notlar:
* Namaz vakitlerinde en yakın ve en uygun tesislerde, mekanlarda namaz molası verilecek.
* Malisef Kapadokya'da alkol bulunmayan, kaliteli hiç bir otel yokmuş :( Aşağıda internet adresini gördüğünüz, Büyük Avanos Otelin bir bölümünde alkol olmasına rağmen gayet temiz, ailece kalınabilecek bir mekan. Gurubumuza topluca namaz kılabileceğimiz mekan da tahsis edecekler.)
* Uçan Balonlar malisef çok pahalı. Yaklaşık 2 saat gezdiriyorlar ve tek kişi için yaklaşık 200-250 TL. gibi. (Ciddi bir israf gibi görüyoruz ve önermiyoruz...)
* Ödemeler Seyahat esnasında nakit toplanacaktır, fiyatlara KDV. dahildir.
Kalınacak Otel hakkında bilgi edinmek için
yukarıdaki internet adresine tıklayabilirsiniz...

4 Nisan 2013 Perşembe

CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 5

C E N N E T
CENNET İLE İLGİLİ AYET-İ KERİMELER - 5
"İçinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan Adn cennetleri!
İşte arınanların mükafatı budur."
(Tâ'hâ Suresi / 76)
"Bunun üzerine dedik ki:
"Ey Adem bu gerçekten sana ve eşine düşmandır;
sakın sizi cennetten çıkarmasın sonra yorulu, mutsuz olursun."
(Tâ'hâ Suresi / 117)
"Böylece ikisi ondan yediler.
Hemen ardından ayıp yerleri kendilerine açılıverdi,
üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar.
Adem, Rabbine karşı gelmiş oldu da şaşırıp kaldı."
(Tâ'hâ Suresi 121)
"Onun uğultusunu bile duymazlar.
Onlar nefislerinin arzuladığı (sayısız nimet) içinde
ebedi kalıcıdırlar. 
En büyük dehşet dahi onları tasalandırmaz ve:
'İşte bu sizin gününüzdür, size va'dedilmişti' diye
melekler onları karşılayacaklardır."
(Enbiyâ Suresi / 102-103)
"Hiç şüphesiz Allah iman edenleri ve salih amellerde bulunanları
altından ırmaklar akan cennetlere sokar,
orada altından bileziklerle ve incilerle süslenirler;
ordaki elbiseleri ipek(ten)tir.
Onlar sözün en güzeline iletilmişlerdir ve
övülen doğru yola iletilmişlerdir."
(Hac Suresi / 23-24)
"İşte (yeryüzünün hakimiyetine ve ahiretin nimetlerine) varis olacak onlardır.
Ki onlar Firdevs (cennetlerin)e de varis olacaklardır;
içinde de ebedi olarak kalacaklardır."
(Mü'minûn Suresi / 11)
"Dilediği takdirde sana bundan daha hayırlısı olarak
altından ırmaklar akan cennetler veren ve
senin için köşkler kılan (Allah) ne yücedir."
(Furkân Suresi / 10)
De ki: "Bu mu daha hayırlı,
yoksa takva sahiplerine va'dedilen ebedi cennet mi?
Ki onlar için bir mükafat ve son duraktır.
İçinde ebedi kalıcılar olarak orada
her istedikleri onlarındır;
bu Rabbinin üzerine aldığı, istenen bir vaaddir."
(Furkân Suresi / 15-16)
"O gün cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı,
dinlenecekleri yer çok daha güzeldir."
(Furkân Suresi / 24)
"İşte onlar sabretmelerine karşılık
(cennetin en gözde yerinde) odalarla ödüllendirilirler ve
orada esenlik dileği ve selamla karşılanırlar.
Orada ebedi olarak kalıcıdırlar;
o ne güzel bir karargah ve ne güzel bir konaklama yeridir."
(Furkân Suresi / 75-76)
"(O gün) Cennet takva sahiplerine yaklaştırılır."
(Şu'arâ Suresi / 90)
"İman edip salih amellerde bulunanlar;
onları içinde ebedi kalıcılar olarak
altından ırmaklar akan
cennetin yüksek köşklerine muhakkak yerleştireceğiz.
(Salih) Amellerde bulunanların ecri ne güzeldir."
(Ankebût Suresi / 58)
"Böylece iman edip salih amellerde bulunanlar;
artık onlar, bir cennet bahçesinde sevinç içinde ağırlanırlar."
(Rûm Suresi / 15)
"Kim inkâr ederse artık onun inkârı kendi aleyhinedir;
kim salih bir amelde bulunursa
artık onlar kendi lehlerine olarak
(cennetteki yerlerini) döşeyip hazırlamaktadırlar."
(Rûm Suresi / 44)
"(Ancak) Gerçekten iman edip salih amellerde bulunanlar ise;
onlar için nimetlerle-donatılmış cennetler vardır.
Orada ebedi olarak kalıcıdırlar.
Allah'ın va'di haktır.
O üstün ve güçlü olandır hüküm ve hikmet sahibidir."
(Lokman Suresi / 8-9)
"İman eden ve salih amellerde bulunanlar ise
artık onlar için yaptıklarınıza karşılık olmak üzere
bir ağırlanma konağı olarak barınma cennetleri vardır."
(Secde Suresi / 19)


3 Nisan 2013 Çarşamba

İSLAM İLMİHALİ / ZEKÂT / GEÇERLİLİK ŞARTLARI

İSLAM İLMİHALİ
Dokuzuncu Bölüm
ZEKÂT
Üçüncü Konu
ZEKÂTIN ŞARTLARI (2)

     B) GEÇERLİLİK ŞARTLARI
     Yukarıda zekâtın vücûb şartlarından, yani bir kimsenin zekâtla mükellef olabilmesi için şahsı ve malı yönünden aranan şartlardan söz edildi. Şimdi ise, üzerine böyle bir mükellefiyet terettüp eden müslümanın yapacağı ifanın geçerli olabilmesi için gerekli şartlar, yani klasik ifadesiyle zekâtın sıhhatinin şartları üzerinde durulacaktır. Zekâtın, fakihlerce ısrarla üzerinde durulan iki önemli sıhhat şartı vardır. Bunlar da mükellefin ibadet niyeti ve yapılan ödemenin ehline temlikidir.
     a) Niyet
     Zekât esasen malî bir ibadettir ve namazla birlikte İslâm'ın iki temelini teşkil eder. Namaz bedenî ibadetlerin, zekât da malî ibadetlerin simgesi konumundadır. Âyet ve hadislerde zekâtın çok defa namazla birlikte zikredilmiş olması da böyle bir anlam taşır. Zekât sadece bir borç değil aynı zaman-da ondan istifade edecek kişilerin bir hakkıdır da. Bu sebeple devletin topla-ma ve dağıtma yükümlülüğünü üstlendiği bir nevi vergi olarak da nitelendi-rilir. Devlet onu mükelleflerden gerektiğinde zorla tahsil eder. Bunlar zekât mükellefiyetinin toplumu ve üçüncü şahısları ilgilendiren yönüdür. Bunlara ilâve olarak bir de zekâtın ibadet olması, Allah'ın emrine itaat edilerek, O'na kulluğun bir nişanesi olarak yerine getirilmekte oluşu sebebiyle mükellefin niyet ve kastını, onun iç dünyasını ilgilendiren yönü vardır. Bu sebeple de İslâm bilginleri, zekâtta ibadet bilinç ve niyetinin bulunması gerektiğini, ancak bu takdirde zekâtın mükellef açısından geçerli olacağını belirtirler.
     Zekâtın bu iki yönünü birlikte değerlendiren fakihler diğer ibadetlerde olduğu gibi zekât borcunun ödenmesinde de niyetin şart olduğunda görüş birliğine varmışlar, fakat bu niyetin ne zaman yapılacağında, mükellef adına başkası tarafından yapılıp yapılamayacağında (niyâbet), ayrıca devlet tarafından zorla tahsil edildiğinde zekât borcunun ödenmiş olup olmayacağında farklı görüş ileri sürmüşlerdir.
     Hanefîler'e ve Şâfiîler'e göre; kaide olarak niyetin ödeme anında bulunması gerekir. Çünkü zekât ibadettir ve ibadetlerde niyet şarttır. Fakat ödemeler parça parça yapıldığı için, kolaylık olsun diye niyetin, zekât borcunun çıkarıldığı anda bulunması da yeterlidir. Bu oruçta niyetin önceden yapılması gibidir.
     Zekât verilirken hükmen niyet edilmiş olması da yeterlidir. Meselâ mal sahibi niyet etmeden zekât borcunu verdikten sonra henüz mal fakirin elinde iken niyet etmesi, yahut vekile vermesi anında niyet ettiği halde vekil zekât borcunu öderken niyet etmemesi gibi durumlarda niyet hükmen var sayılır. Çünkü emreden kişinin niyeti esastır.
     Hanefî mezhebinde müftâ bih (kendisiyle fetva verilen) görüşe göre zekât memuru açık mallardan (el-emvâlü'z-zâhire) zekâtı zorla almış ise, mükellefin üzerinden zekât borcu düşer, gizli mallardan zorla zekât alındı ise zekât borcundan mükellef -niyet etmemiş ise- kurtulamaz.
     Şâfiîler'e göre; tercih edilen görüş -Hanefîler'de olduğu gibi- niyetin zekât borcunu çıkarma anında yapılabileceğidir. Çünkü niyeti zekât borcunu hak edenlere verirken şart koşmak güçlük doğurur. Onun için malında vekil tayin eden kişinin devir esnasında zekâta niyet etmesi yeterlidir.
     Şâfiîler çocuk ve akıl hastasının mal varlığından velî ve vasîlerinin zekât ödemekle mükellef oldukları görüşündedir. Bu durumda veli veya vasî onlar adına zekât öderken niyet edeceklerdir.
     Mâlikîler'e göre mükellef zekât malını ayırırken, bu malın verilmesinden az önce veya verilirken niyet edilmesi câizdir. Hanbelîler'in görüşü de buna yakındır. Onlara göre mal sahibinin niyeti esas olup zekât memurunun niyeti onun yerine geçmez.

     b) Temlik
     Zekâtı, ona ehil olanlara vermek yani onların mülkiyetlerine geçirmek (temlik) şarttır. Bu şart iki unsur içerir; birincisi temlik işlemi, ikincisi ise temlikin yapıldığı şahsın zekâtı almaya ehil oluşu. Fakihlerin temlik terimine genelde bir malın mülkiyetini zekât alacak şahsa doğrudan nakletme işlemi şeklinde dar bir anlam verdiklerini belirtmek gerekir. Bu itibarla bir kimse zekât niyetiyle bir fakir veya yetimin karnını doyursa bu zekât borcunu ortadan kaldırmaz. Ancak zekâta niyet edilerek, onlara gıda maddeleri verilse zekât ödenmiş olur. Çünkü zekât niyetiyle fakire, yetime mal vermek temliktir. Böylece onlar kendi malından yemiş olur.
     Klasik dönem İslâm hukukçularının büyük çoğunluğuna göre cami, okul, yol, köprü, çeşme yapımı gibi hayır kuruluşlarına zekât verilmez; ölü kefenleri alınmaz ve ölülerin borçları zekâtla ödenmez. Çünkü bu durumlarda temlik gerçekleşmez; yani zekât, borcu ödenen kişinin mülkiyetine geçmemektedir. Hayır kurumlarına zekâtın dışında bağışlar şeklinde yardımlar yapılmalı, zekât ise sadece fakirlere verilmelidir. Çünkü İslâm dininde imkânı olan müslümandan sadece zekât borcunu vermesi değil, bunu da aşarak Allah'ın kendisine verdiği malını hayırlı faaliyetlere sarfetmesi istenmektedir.
     İslâm'ı yaymak, korumak, müslümanlara düşmanlarından zarar gelmesini önlemek amacıyla yapılan harcamalar zekât yerine geçer. Çağımızda yoksullara ve âcizlere bakmak için kurumlar oluşturulmuştur. Bu kurumlara da zekât verilir ve bu vekâleten veya dolaylı temlik sayılır.
     Temliki dar mânasıyla alan fakihler bir fakiri zekâta mahsup olmak üzere bir dairede oturtmakla da zekât borcunun ödenmiş olmayacağını, çünkü bunun temlik sayılmayacağını ileri sürmüşlerdir. Ancak evin kullanımının ekonomik bir değerinin bulunduğu, fakirin evde oturduğu müddetçe onun kullanım (menfaat) mülkiyetine sahip olduğu ve bu açıdan temlikin gerçekleştiği düşünülürse araya göstermelik bir para alışverişinin girmesine gerek olmadığı görüşü daha doğrudur.
     Zekât usul (baba, anne, dede, nine) ve fürûa (çocuk ve torun) verilemez. Çünkü zekât verenle usul ve fürûu arasında çok sıkı bir mülkiyet bağı ve menfaat ortaklığı vardır. Dolayısıyla burada tam anlamıyla temlik gerçekleşmez. Aynı şekilde kişi zekâtını karısına da veremez. Ebû Hanîfe'ye göre kadın da zekâtını kocasına veremez.
     Fakir bir kimsede alacağı olan zengin ona, "Alacağımı sana zekât olarak veriyorum" dese temliki dar ve formel (şeklî) mânada anlayan fakihlere göre bu şekilde zekât borcu ödenmiş olmaz. Çünkü zengin zekât borcunu fakirin eline teslim etmedikçe temlik gerçekleşmez ve borçtan kurtulmaz. Ancak temliki geniş mânasıyla alırsak bu da bir nevi temliktir, zekât yerine geçer. Bunun için de borçlu, borcunu alacaklıya ödeyip sonra tekrar zekât olarak ondan alması şeklinde bir şeklî ve dolaylı işleme gerek yoktur.
     Yapılan bir harcamanın veya ödemenin fıkhen zekât sayılabilmesi için fakihlerce ileri sürülen niyet ve ehline temlik şartları netice itibariyle hem zekâtı verenin bilinçli ve iradî şekilde hareket etmesini sağlamaya hem de fakirin haklarını korumaya mâtuf tedbirler olarak anlaşılmalıdır. Fakihlerin temlik terimini dar mânasıyla ve şeklî bir işlem olarak yorumlamaları da esasen fakirin hakkını gözetmeye yönelik bir çaba olmakla birlikte bu yaklaşım bazan gülünç hilelerin de yolunu açmaktadır. Doğru olanı, temlike geniş mâna verilmesi ve dolaylı temliklerin yeterli sayılmasıdır.
     Borçlu, zengin alacaklısına "Bana zekâtını ver, senin borcunu ödeyeyim" dese alacaklı da zekâtını ona verse, zekât borcunu ödemiş olur. Borçlu onu aldıktan sonra kendi borcunu ödemek zorunda değildir. Ama borç yerine, aldığı zekâtı verirse borcunu ödemiş sayılır.
     Temlikin gerçekleşmesinde gözetilen ikinci husus ise, temlikin zekâtı hak edenlere yapılmasının şartıdır. Bu itibarla zekât zenginlere ve onların küçük çocuklarına verilemez. Çünkü onlar zekâta ehil değildir. Zenginin yetişkin çocuğu, nafakası babasına ait de olsa, zengin sayılmaz. Zenginin fakir karısı da böyledir.
     Hz. Peygamber kendi soyuna zekât verilmesini yasakladığı için zekât Hâşimoğulları'na da verilemez. Böylece Hz. Peygamber bir devlet gelirini hak da etseler- sülâlesine yasaklayan tek tarihî şahsiyettir. Belki de o, bu uygulaması ile zekât mallarına göz diken kötü kişilerin çeşitli istismarlarına mani olmak istemiş ve zekât gelirlerini Hâşimoğulları'na yasaklamıştır. Hâşimoğulları; Hz. Ali, Abbas, Ca`fer Tayyâr, Akýl ve Hâris b. Abdülmuttalib soyundan gelenlerle bunlar tarafından hürriyete kavuşturulan kişilerdir.

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...