14 Ekim 2015 Çarşamba

RİYAZÜS SALİHİN ♥ ✿ ♥ 12) ÖMRÜN SONLARINDA HAYRI ARTTIRMAYA TEŞVİK - (1)

12- بابُ الحثِّ على الازدياد من الخير في أواخِر العُمر
ÖMRÜN SONLARINDA HAYRI ARTTIRMAYA TEŞVİK (1)

     Âyet
قال اللَّه تعالى:{أَوَلَمْ نُعَمِّرْكُم مَّا يَتَذَكَّرُ فِيهِ مَن تَذَكَّرَ وَجَاءكُمُ النَّذِيرُ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِمِينَ مِن نَّصِيرٍ}
1.Düşünecek olanın düşüneceği kadar sizi yaşatmadık mı? Hem size uyarıcı da geldi.” Fâtır sûresi (35), 37

قال ابن عباس والمحققون: معناه: أولم نعمركم ستين سنة، ويؤيده الحديث الذي سنذكره إن شاء اللَّه تعالى. وقيل معناه: ثماني عشرة سنة. وقيل: أربعين سنة. قاله الحسن والكلبي ومسروق، ونقل عن ابن عباس أيضاً، ونقلوا أن أهل المدينة كانوا إذا بلغ أحدهم أربعين سنة تفرغ للعبادة. وقيل هو: البلوغ. وقوله تعالى:  { وجاءكم النذير }  قال ابن عباس والجمهور: هو النبي صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم. وقيل: الشيب. قاله عكرمة وابن عيينة وغيرهما، والله أعلم.

      Nevevî bu âyet-i kerîmeyi şöyle açıklamaktadır:
     Abdullah İbni Abbas ve meseleyi iyi tetkik eden âlimlere göre bu âyetin anlamı, “Biz sizi altmış yıl yaşatmadık mı?” demektir. Nitekim biraz sonra nakledeceğimiz hadîs-i şerîf de bu mânayı pekiştirmektedir.
     Bazılarına göre mânası “sizi on sekiz sene” bazılarına göre de “kırk sene yaşatmadık mı?” demektir. Bu son yorum, Hasan el-Basrî, el-Kelbî ve Mesrûk’a aittir. Ayrıca bu görüş İbni Abbas’tan da nakledilmiştir.
     Medinelilerin kırk yaşına gelince, kendilerini ibadete verdikleri rivayet edilmiştir. Bazıları âyette işaret edilen sürenin “büluğ yaşı” olduğunu söylemişlerdir. İbni Abbas ve âlimlerin büyük çoğunluğu âyetteki “Size uyarıcı da geldi” ifadesindeki uyarıcıdan maksadın “Hz. Peygamber” olduğunu söylemişlerdir.
     İkrime, Süfyân İbni Uyeyne ve daha başkaları âyetteki “uyarıcı” sözünü “ihtiyarlık” olarak yorumlamışlardır. Gerçeği ise, Allah bilir.
     Nevevî’nin açıklaması böyledir. Âyet, inkârcı müşriklerin cehennemden çıkarılmalarını istemeleri, önceki hayatlarının tersine iman ve imana dayalı bir hayat yaşayacaklarını söylemeleri üzerine kendilerine verilen cevaptır. O halde bülûğdan itibaren altmış yaşına kadar ölen herkes, düşünüp ne yapacağına karar verecek zamanı bulmuş demektir. Ne yapılması, nasıl yapılması gerektiğine dair başta Peygamber olmak üzere kendisini uyaran ihtiyarlık ve benzeri bir çok uyarıcı da bulunmaktadır. Böyle olunca ömrü gafletle ve istediği gibi tüketmek, sonra acı âkıbetle karşılaşınca pişmanlık duymak ve yeniden dünyaya gelmek gibi olmayacak isteklerde bulunmak kimseye bir şey kazandırmayacaktır.
     Herkese takdir edilen ömür, eğer değerlendirilebilirse, böylesi pişmanlığa düşmeyecek kadar uzun ve yeterlidir.
     HADİS-İ ŞERİFLER

113- وأمَّا الأحاديث فالأوَّل : عن أَبِي هريرة رضي اللَّه عنه ، عن النَّبِيِّ صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم قال : «أعْذَرَ اللَّهُ إلى امْرِىءٍ أخَّرَ أجلَه حتى بلَغَ سِتِّينَ سنةً » رواه البخارى.
قال العلماءُ معناه : لَمْ يتْركْ لَه عُذْراً إذ أمْهَلَهُ هذِهِ المُدَّةَ . يُقال : أعْذَرَ الرَّجُلُ إذا بلغَ الغاية في الْعُذْرِ .
     113. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
     “Allah, altmış yıl ömür verdiği kişinin mazeret gösterme imkânını ortadan kaldırmıştır.” Buhârî, Rikak 5

     Açıklamalar
     Dünyaya geliş amacını anlamak, hayatı anlamak ve sorumluluklarına sahip çıkmak için insanoğlunun bir “tecrübe zamanı”na ihtiyacı vardır. Bu zamanın âzami sınırı altmış yıldır. Daha kısa sürelerde de insan tecrübe imkânı bulur ve kendisine göre bir yaşayış tarzı benimser ve bunun hesabını vermeye de razı olur.
     “Kul, kusursuz olmaz” denilmiştir. Kusurların telâfi yolları gösterilmiş, tövbe imkânının herkes için sonuna kadar açık olduğu bildirilmiştir. Yani insanoğluna yanlışlarını düzeltme yetenek ve imkânı verilmiştir. Buna yetecek kadar bir ömür de ihsan edilince, öteki dünyada artık özür beyan etme, bir kere daha hayata döndürülmeyi isteme hakkı bırakılmamış olmaktadır.
     Gençlik ve acemilik yıllarının ihmalleri, hiç değilse yaşlılık döneminde telâfi edilmelidir. Dünya ile ilginin zayıfladığı ihtiyarlık döneminde, hayır ve iyilikleri arttırmak, kulluk gayretlerine hız vermek ve böylece son anda olsun bir şeyler elde etmeye çalışmak, her aklı başında insanın yapması gerekli bir atılımdır. Üstelik böyle bir tavır, teşvik de edilmiştir.
     Ömrün sonlarına doğru iyilikleri attırmayı tavsiye eden dinî emirler mevcuttur. Bütün bunlara rağmen kendi bildiğini okuyan, arzu ettiği gibi yaşayan ve böylece uzun bir ömrü boşa geçiren kişiler çıkarsa, artık onların ileri sürebilecekleri hiçbir mazeretleri olamaz.
     bU Hadis-i Şerif “Altmış yıl yaşamamış olanların âhirette mâzeret ileri sürme hakları vardır” anlamına asla gelmez. İyiyi kötüyü tecrübe edip tanıyacak kadar yaşamış olan herkes, mazeretini dünyada ileri sürecek ve kusurlarını orada telâfi edecektir. Artık onlar için âhirette mazeret beyan etme imkânı yoktur. Ama nihayet 60 yıl yaşamış olan birinin hiç mi hiç böyle bir şeyi aklından geçirmemesi lâzımdır.
     Altmış yıl, herşeyi yerli yerine koymak için yeterli bir zaman ve imkândır. Hadisimiz bunu vurgulamaktadır.
     Öte yandan Hz. Peygamber bir hadisinde “Benim ümmetimin (ortalama) ömrü altmış-yetmiş yıl arasındadır” buyurmuştur (Tirmizî, Daavât 101; İbni Mâce, Zühd 27). Hadisimizdeki altmış rakamı da bu ömür sınırının alt çizgisini ifade etmektedir.
     Son anda gayrete gelmek suretiyle de olsa, kusurları dünyada iken telâfi etmeye çalışmak lâzımdır.
     Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Kendilerine normal bir ömür verilmiş kimseler, eğer hallerini bu süre içinde düzeltmemişlerse, Allah Teâlâ’ya karşı ileri sürebilecekleri herhangi bir mazeretleri yoktur.
2. Hayatın noksan ve eksiklerini yine hayatta ikmâl etmek gerekmektedir.
3. Ömrün sonlarına doğru iyilikleri ve ibadetleri arttırma teşvikinin altında yatan amaç da, geçmişteki eksiklerin bir ölçüde de olsa telâfi edilmesidir.

114- الثاني : عن ابن عباس ، رضي اللَّه عنهما ، قال : كان عمر رضي اللَّه عنه يُدْخِلُنى مَع أشْياخ بْدرٍ ، فَكأنَّ بعْضَهُمْ وجدَ فِي نفسه فقال : لِمَ يَدْخُلُ هَذِا معنا ولنَا أبْنَاء مِثْلُه ،؟ فقال عمرُ : إِنَّهُ من حيْثُ علِمْتُمْ ، فدَعَانى ذاتَ يَوْمٍ فَأدْخلَنى معهُمْ ، فما رأَيْتُ أنَّه دعانى يوْمئِذٍ إِلاَّ لِيُرِيهُمْ قال : ما تقولون في قول اللَّه تعالى :  { إذا جاءَ نَصْرُ اللَّهِ والْفَتْحُ} [الفتح : 1 ] فقال بَعضُهُمْ : أمِرْنَا نَحْمَدُ اللَّهَ ونَسْتَغْفِره إذَا نَصرنَا وفَتَحَ علَيْنَا . وسكَتَ بعضهُمْ فلم يقُلْ شيئاً فقال لى : أكَذلك تقول يا ابنَ عباس ؟ فقلت : لا . قال فما تقول ؟ قلت : هُو أجلُ رسولِ اللَّه صَلّى اللهُ عَلَيْهِ وسَلَّم ، أعْلمَه له قال : { إذا جَاءَ نَصْرُ اللَّهِ والْفتحُ}  وذلك علامة أجلِك { فَسَبِّحْ بِحمْدِ رَبِّكَ واسْتغْفِرْهُ إِنَّه كانَ تَوَّاباً}  [ الفتح : 3 ] فقال عمر رضي اللَّه عنه : ما أعْلَم منها إلاَّ ما تَقُول . رواه البخارى .
     114. İbni Abbas radıyallahu anhümâ şöyle dedi:
     Ömer radıyallahu anh Bedir Harbine iştirak etmiş yaşlı sahâbîlerle beraber beni de istişâre meclisine dahil etti. Sahâbîlerden biri buna içerledi ve Hz. Ömer’e:
     - Bu, neden bizimle beraber oluyor? Oysa bizim onun yaşıtı çocuklarımız var, dedi. Hz. Ömer:
     - Bildiğiniz bir sebepten dolayı, diye cevap verdi. Derken birgün beni çağırdı ve büyük sahâbîlerin meclisine aldı. Bana öyle geliyor ki, o gün beni onlara isbat etmek istiyordu.
     Sahâbîlere:
     - “Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde...” diye başlayan Nasr sûresi hakkında ne düşünüyorsunuz? diye sordu. Bir kısmı:
     - Yardım görüp fetih gerçekleşince Allah’a hamd ve istiğfar etmekle emrolunmaktayız, dedi. Kimi de hiç bir yorum yapmadı. Hz. Ömer bu defa bana hitaben:
     - Ey İbni Abbas! Sen de böyle mi diyorsun? dedi. Ben:
     - Hayır, dedim.
     - Peki, ne diyorsun? diye sordu. Ben de:
     - Bu sûre, Hz. Peygamber’in ecelinin kendisine bildirildiğini ifade etmektedir.“Allah’ın yardımı ve fetih sana gelince - ki, bu senin ecelinin geldiğinin alâmetidir-, Rabbini hamd ile tesbih et, bağışlanma dile. Çünkü o tövbeleri kabul edendir” buyuruluyor, dedim.
     Bunun üzerine Hz. Ömer:
     - Ben de bu sûreden senin dediğinden başkasını anlamıyorum, dedi.
     Buhârî, Tefsîru sûre (110), 4; Menâkıb 25. Ayrıca bk. Tirmizî, Tefsîru sûre (110), 1

     Açıklamalar
     Hadîs-i şerîf, Abdullah İbni Abbas hazretlerinin anlayış ve kavrayışının üstünlüğünü, Kur’an konusundaki bilgisinin enginliğini, dolayısıyla ilmin yaşta değil başta olduğunu göstermektedir. İbni Abbas’ın genç yaşına rağmen danışma meclisinde bulundurulmasına itiraz eden zatın Abdurrahman İbni Avf radıyallahu anh olduğu Buhârî’nin ikinci rivayetinde açıkca yer almaktadır. Burada ise kapalı geçilmiştir.
     Öte yandan hadis, Hz. Ömer’in devlet yönetiminde belli bir istişâre meclisiyle çalıştığını, bu meclise öncelikle Bedir Savaşı mücâhidlerini, sonra da ilim ve anlayışlarını yeterli gördüğü gençleri üye seçtiğini göstermektedir.
     Ayrıca Hz. Peygamber’e ecelinin yaklaştığı, zafer, Mekke’nin Fethi ve insanların öbek öbek İslâm’a girmeleri gibi üç işâretle bildirilmiş olması, onun peygamberliğinin delillerinden biri sayılmaktadır. Bu sebeple hadisi Buhârî, “İslâm’da Peygamberlik Alâmetleri” bölümünde de zikretmiştir (bk. Menâkıb 25).
     Bu rivayet, bizzat Allah Teâlâ’nın Hz. Peygamber’e, ömrünün sonlarına doğru tesbih, tahmid ve istiğfarı arttırmasını emrettiğini belgelemektedir. Hayatın sonuna doğru hayır ve hasenâtı arttırmanın İslâm’da temel bir ilke olduğuna dikkat çekmektedir. Hadis burada kahramanları açısından değil, özü ve mesajı bakımından değerlendirilmiştir. Bu bir anlamda hadisi, fıkıh açısından değerlendirmek (fıkhu’l-hadîs) demektir.
    Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İlim ve ulemânın değeri herşeyin üstündedir.
2. İstiğfar ve hamdin arttırılması, işlerin sonuna yaklaşıldığının tabii bir delili sayılmaktadır.
3. Abdullah İbni Abbas, Kur’an bilgisinde üstün bir mevkie sahipti. Ona “tercümânü’l-Kur’an” denilmesi boşuna değildir.

10 Ekim 2015 Cumartesi

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ Bakara Sûresi'nin 88. ve 93. Ayeti Kerimeleri Arasının Tefsiri

TEFSİR DERSLERİ
Bakara Sûresi'nin 88. Ayeti Kerimesinden,
93. Ayeti Kerimesine Kadar Olan Bölümün Tefsiri

  • Ayet
     Yahudiler "Kalplerimiz perdelidir!" dediler. Aksine, inkârları sebebiyle Allah onlara lânet etmiştir; o yüzden çok az inanırlar. ﴾88﴿
  • Tefsir
     Medine yahudileri, Hz. Peygamber’in davetine karşı, “Kalplerimiz perdelidir” yani “Senin söylediklerinden bir şey anlamıyoruz, söylediklerin aklımıza yatmıyor” veya “kendi dinimize o kadar bağlıyız ki, bizi inancımızdan uzaklaştıracak hiçbir sözü, üzerinde düşünmeye değer bile görmeyiz, hemen reddederiz” diyerek olumsuz karşılık veriyorlardı.
     Yüce Allah ise, onların bu duyarsızlığının asıl sebebinin, tabiatlarında böyle bir kavrama ve anlama kıtlığı bulunması veya dinlerine bağlılıkları olmadığını; tam tersine, öteden beri peygamberleri ve onlara indirilen ilâhî hakikatleri inkâr etmeleri, böylece inkârcılığın kendilerinde âdeta bir alışkanlık ve huy halini alması yüzünden Allah’ın rahmetinden mahrum kaldıkları için bu şekilde Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği ilâhî hakikatlere karşı kapalı hale geldiklerini belirtmektedir.
  • Ayet
     Onlara Allah katından ellerindekini (Tevrat) doğrulayan bir kitap gelince, daha önce kâfirlere karşı zafer isterlerken işte şimdi bilip tanıdıkları (Kur’an) kendilerine gelince onu inkâr ettiler. Allah’ın lâneti böyle inkârcılaradır. ﴾89﴿
  • Tefsir
     Medine’deki yahudiler yakında yeni bir peygamber geleceğini, Tevrat’ı tasdik eden yani tevhid ve diğer temel itikad konularıyla dinin aslî hedeflerinde Tevrat’la uyuşan, ayrıca Tevrat’ın son peygamberle ilgili müjdesini doğrulayan (Râzî, III, 180) yeni bir kitap indirileceğini biliyor; bu peygamberin ve getirdiği kitabın tevhidi yeniden hâkim kılarak, Yahudiliğin de düşmanı olan putperestliği ortadan kaldıracağına, böylece Mûsâ’nın dinini yeniden güçlendireceğine ve bu suretle kendilerinin de Medine müşrikleri karşısında üstün duruma geçeceklerine inanıyorlardı.
     Yahudiler, Evs ve Hazrec adlı Medineli Arap kabileleriyle savaşıp yenildiklerinde onlara, “Sizinle asıl beklediğimiz peygamber gelince hesaplaşacağız ve o zaman sizi yeneceğiz” derlerdi (İbn Atıyye, I, 178). İşte bekledikleri peygamber ve kitap geldiğine göre onu Araplar’dan önce kendilerinin kabul etmeleri gerekirdi. Fakat onlar inkâr ettiler. Çünkü bu peygamber, umduklarının aksine, İsrâiloğulları’ndan değil Araplar arasından gönderilmişti.
  • Ayet
     Allah’ın, kullarından dilediğine peygamberlik ihsan etmesini kıskandıkları için Allah’ın inkâr ederek kendilerini harcamaları ne kötü! Böylece onlar gazap üstüne gazaba uğradılar. Kâfirler için alçaltıcı bir azap vardır. ﴾90﴿
  • Tefsir
     Hz. Muhammed’in hak peygamber, Kur’an’ın hak kitap olduğunu bile bile, Allah’ın dilediği kavimden, dilediği kuluna kitap indirip peygamberlik ihsan etmesini gönül rızâsıyla kabullenip iman etmek gerekirken inkâr yolunu seçmek bütün kötülüklerin en fenasıdır ve yahudiler, ırkçılık ve benlik gururuna kapılarak bu kötülüğü işlemekle gerçekte benliklerini kaybetmişler, kendilerini boşa harcamışlar, mümin olmanın şerefinden yoksun kalmışlardır. Böylece onlar, esasen Mûsâ’nın dinini canlarının istediği gibi yorumlayıp sapmaları yüzünden uğradıkları ilâhî gazaba, bu kez de Hz. Muhammed ve Kur’an karşısındaki olumsuz tutumlarıyla mâruz kalmışlar; alçaltıcı bir cezaya müstahak olmuşlardır.
  • Ayet
     Kendilerine, "Allah’ın indirdiğine iman edin" denilince, "Biz sadece bize indirilene inanırız" derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Halbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Resulüm!) Onlara, "Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz?" deyiver. ﴾91﴿
  • Tefsir
     Vahyin kime indirildiği değil kimin tarafından indirildiği önemlidir. Nitekim âyette “Muhammed’e indirilene inanın” yerine “Allah’ın indirdiğine inanın” buyurularak bu gerçeğe işaret buyurulmuştur. Oysa yahudiler “Biz sadece bize indirilene inanırız” demekle, gerçeğin peşinde olmadıklarını, İsrâil ırkçılığını ilâhî vahyin de üstünde tuttuklarını ortaya koymuşlar; Tevrat’tan sonra indirilen Kur’an da hak kitap olduğu ve esasen asıl Tevrat’taki ezelî ebedî değişmez gerçekleri de onayladığı halde, sözde kendi dinlerinde kararlı olduklarını ileri sürerek onu inkâr etmişlerdir. Gerçekte daha önce atalarının kendi içlerinden gönderilmiş bazı peygamberleri öldürmeleri, bu toplumun kendi dinlerine bağlılıklarında da samimi olmadıklarını göstermektedir.
  • Ayet
     Andolsun Mûsâ size apaçık mûcizeler getirmişti. Sonra onun ardından haksızlıkla (altın) buzağıyı put edindiniz. ﴾92﴿
  • Tefsir
     Yahudilerin, Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e inanmayıp eski dinlerinde sebat edecekleri şeklindeki iddialarına karşılık, burada onların kendi dinlerine bağlılıklarının da asılsız olduğu ortaya konmaktadır. Zira onlar daha önce kendilerine Tevrat’ı getiren ve çeşitli mûcizelerle peygamberliğini kanıtlayan Mûsâ’ya karşı da sıkıntılar çıkarmışlar; onun yokluğunu fırsat bilerek uydurma bir tanrı bile edinmişlerdi (bk. A‘râf 7/148; Tâhâ 20/88).
  • Ayet
     Hatırlayın ki sizden sağlam bir söz almış, dağı da üzerinize kaldırmıştık. "Size verdiklerimize sımsıkı sarılın, söylenenlere kulak verin" demiştik. Onlar, "İşittik ve isyan ettik!" dediler. İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu. De ki: "Eğer böyle inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!" ﴾93﴿
  • Tefsir
     Allah İsrâiloğulları’ndan “Allah’a kulluk edip O’na ortak koşmayacaklarına, doğru olduklarına ilişkin kanıtlar getiren peygamberlere iman edeceklerine, Allah’ın hükümlerine ve kanunlarına boyun eğeceklerine”, özellikle kendi milletlerinden olan Hz. İsmâil’in soyundan gelen Hz. Muhammed’e inanacaklarına ve daha başka konulara ilişkin olarak söz almış (bilgi için bk. Bakara 2/40); bu arada üzerlerine dağı kaldırmıştır. İsrâiloğulları’na Allah’ın kudretini göstererek tehdit yoluyla söz vermelerini veya sözlerinde durmalarını sağlama ya da genel olarak ıslah etme amacı taşıdığı rivayet edilen bu dağı kaldırma olayının bir mûcize olduğu anlaşılmakla birlikte mahiyeti hakkında tefsirlerde yer alan bilgilerin hangi kaynağa dayandırıldığı bilinmemektedir (bilgi için bk. Bakara 2/63). Buna rağmen onlar, Hz. Mûsâ’nın ikazlarına, “İşittik ve isyan ettik” şeklinde karşılık vermek veya bu anlama gelebilecek eylemlerde bulunmak (İbn Atıyye, I, 180) suretiyle inat ve isyanlarını sürdürmüşlerdir. “İnkârları yüzünden kalpleri buzağı sevgisiyle dopdoluydu” anlamındaki ifadeden, İsrâiloğulları’nın, asırlarca Mısır’da kalmalarının bir sonucu olarak, Mısırlılar gibi sığıra kutsallık atfetmelerinin kastedildiği düşünülebilir (bk. Bakara 2/51, 54, 67; A‘râf 7/152; Tâhâ 20/85-96).
     Her ne sebeple olursa olsun bu durum inkâr etmelerinin bir sonucuydu. Medine yahudileri, “Biz sadece bize indirilene inanırız” diyorlardı. Oysa onların inanç tarihleri, belirtildiği gibi bir sürü sapmalarla doluydu; onun için de onların yanlış inançları kendilerine böyle çok kötü şeyler emrediyordu; Hz. Peygamber’i ve Kur’an’ı reddetmeleri de bu kötülüklerden biriydi.

4 Ekim 2015 Pazar

İstanbul'daki Liseli Gençlerle Yıllık (2015-16) Program..!‏

Liseliyim; Dinliyorum, Anlıyorum, Kavrıyorum..!
İNANÇ~FİKİR~SANAT ATÖLYESİ
Satır içi resim 1
Yukarıdaki mavi renkli yazıda bir yere tıklayıp
(facebook grubumuza üye değilseniz açılmaz, önce üye olun)
indirip, doldurup, linfiksanat@hotmail.com  mail adresimize dönderiniz.
Ya da bu mailine, başvuru yapmak istiyorum yazıp, başvuru formunu isteyiniz...
Satır içi resim 2
      Liseli gençlerin katılabileceği, 2 haftada bir, pazar günleri 13.00 - 15.00 da düzenlenecek söyleşi programları (bir hafta kızlarla, bir hafta erkeklerle 12’şer program) ve şubat tatilinde birer haftalık Tatil~Eğitim Kampı ile Mayıs 2016 ya kadar devam edecek İNANÇ ~ FİKİR ~ SANAT ATÖLYESİ Programlarımızın başvuruları linfiksanat@hotmail.com mail adresine mail yoluyla yapılacaktır.
     Başvurular 5 Ekim’de başlayıp, 6 Kasım’a kadar devam edecektir. Başvuruları kabul edilecek liseli gençlerin kayıtları; 8 Kasım Pazar günü düzenlenecek; Açılış, Kayıt ve Bilgilendirme Programında yapılacaktır.
Satır içi resim 2

 ŞUBAT TATİLİNE KADAR İŞLENECEK KONULAR
   * 15 Kasım Pazar Kızlara & 22 Kasım Pazar Erkeklere * Sunucu Şuheda Derya Terzi /
30 Dak. RUH YAPISI İMANLI BİR GENÇLİK / 30 dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Allah (cc.) 'nun Razı Olduğu Gençler, Ashabı Kehf, Mağara Arkadaşları) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak (M. Akif Ersoy * Bir Kur'an Şairi, Sevdalı Şiirler, Zulmü Alkışlayamam ve Çanakkale Şehitlerine)
   * 29 Kasım Pazar Kızlara & 6 Aralık Pazar Erkeklere * Sunucu Afife Bulut /
30 Dak. TÖVBEYLE ARINAN, İFFET VE HAYAYI KUŞANAN, İRADE SAHİBİ BİR GENÇLİK / 30 Dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Hayatın Her Anında ve Her Alanda En Güzel Örnek, Peygamberimiz s.a.v./ 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak (Necip Fazıl Kısakürek * Fikir ve Çile Şairi, Sevdalı Şiirler, Sakarya Türküsü, Destan, Utansın)
   * 13 Aralık Pazar Kızlara & 20 Aralık Pazar Erkeklere * Sunucu Abdullah Özdemircan / 30 Dak. GAYRETLİ ve ÇALIŞKAN BİR GENÇLİK 30 Dk. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz (Zarifçe Bir Hayat, Sevdalı Şiirler, Daralan Vakitler, Yıldızlar Üstlerinde * Cahit Zarifoğlu) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini  Tanımak * Diriliş Mefkuresinin Piri Sezai Karakoç * Sevdalı Şiirler, Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine
   * 27 Aralık Pazar Kızlara & 3 Ocak Pazar Erkeklere * Sunucu Nail Erden /
30 Dak. HASSASİYET ve SORUMLULUK SAHİBİ BİR GENÇLİK / 30 Dak. Fikir Önderlerinden Öğreneceklerimiz * İslamın İlk Öncüleri (Genç Sahabeler) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon     Öncülerini Tanımak * Gül Yetiştiren Bir Düşünce Adamı (Rasim Özdenören)
   * 10 Ocak Pazar Kızlara & 17 Ocak Pazar Erkeklere * Sunucu AbdulMevla Sezer /
30 Dak. BİR MİSYONU OLDUĞUNUN BİLİNCİNDE OLAN BİR GENÇLİK / 30 Dak. İslamın İlk Öncüleri (Gençliğe Örnek, Musab Bin Umeyr) / 30 Dak. Fikir, Dava ve Aksiyon Öncülerini Tanımak * Sevdalı Şiirler - Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin İnsanlarına Dair * Birazdan Gün Doğacak * Bulmak - (Erdem Beyazıt)
  ~ Her programın son yarım saatinde de ikramlar ve gençler arasında hasbihal olacak...
Satır içi resim 1
Gönül Erleri Mail Grubu Gençlik Komisyonu, 2015-16 Etkinliklerini Planlıyor...
Gönül Erleri Mail Grubu Gençlik Komisyonu,
2015-16 Etkinliklerini Planlıyor...
Satır içi resim 3
2014-15 döneminde İstanbul'daki Liseli Gençler ile
yıl boyunca devam eden etkinliklerimizden birkaç fotoğraf...
Satır içi resim 4
Satır içi resim 5

Not: Katılım başvurusu yapacak gençler, ekteki Word formatındaki Başvuru Formunu, indirip, doldurup, doldurulmuş şekliyle kaydedip, linfiksanat@hotmail.com mail adresimize gönderin...

28 Eylül 2015 Pazartesi

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 5 * KUR'ÂN-I KERİM

Gönül Erleri Mail Grubu, Tefsir Dersleri Öncesi, Giriş - 5

Kur’ân-ı Kerim, bizden nasıl bir okuma ister?
Vahye Karşı Kesin İnanç Sahibi Olma

     Kişinin bir şeye inanması, ondaki hakikatlere özden bağlanmasını ve bu hususta kuşku duymamasını gerektirir. Dolayısıyla tamamıyla kendisine inanılmayan bir kitabın kişiye bir faydasının olamayacağı izahtan vârestedir (kurtulmuştur). Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim'e gönül veren müminlere baktığımızda, onların hidâyet üzere oldukları ve vahye iman ettikleri muhtelif âyetlerde konu edilmiştir.
     Bakara sûresinin başında “İşte o Kitap! Onda bir şüphe yoktur…” vurgusunu görürüz. Yüce Rabbimiz kitabı hakkıyla tilavet edenleri överken de onları, “Kendilerine kitab verdiğimiz kimseler…ona (Kitâb’a) inanırlar…” şeklinde tavsif eder. Benzer şekilde ilimde derinleşmiş (rusûh sahipleri) anlatılırken de onların anlayamadıkları âyetler karşısında “Bu kitaba inandık. Hepsi Rabbimiz katından gelmiştir” diyerek mümince bir hali sergiledikleri anlatılır. Tüm bu örnekler bize, Kur’ân-ı Kerim ile buluşacak kimsenin ondan gereği gibi istifade edebilmesi için kesin bir inanç sahibi olmasını göstermektedir.

     Şeytandan Allah’a Sığınma
     Kur’ân-ı Kerim okurken yapılması gerekecek belki en önemli tedbirlerin başında Allah (cc.)’ın rahmetinden kovulmuş olan (insan ve cin) şeytan/ların/dan Allah (cc.)’a sığınmak gerekir.
     Bu hususta Kur’ân-ı Kerim'de, “Kur’an okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın!” ve “Eğer şeytandan bir kışkırtma seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (A'râf Suresi - 200) uyarısı bulunmaktadır.
     Yüce Rabbimiz, Kur’ân-ı Kerim okuma esnasında vahyin kendisinden rahatsız olan kâfirlerin hallerini anlatırken onların yüzlerinde oluşan hoşnutsuzluk hallerine dikkat çeker ve neredeyse iman edenlerin üzerine saldıracakları anlatılır. Dolayısıyla görünür ve görünmez tüm negatif kitlelerin, bizi vahyin sahibi ile olan iletişimimizde olumsuz etkileyeceğinde hiç kuşku yoktur. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim'i okumada tüm şeytanlardan Allah (cc.)’a sığınmak gerekmektedir.

     Yaratan Rabbinin Adıyla Okuma
     İlk inen vahyin içinde de emredilen bu ilke, kelâmın sahibine aidiyetini idrak açısından bizde bir bilinç oluşturacak demektir. Bu nedenle “Oku! Seni yaratan Rabbinin adı ile…” buyrulmuştur. “Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adı ile” diye çevrilen “Besmele”, Kur’an-ı Kerim'de 113 sûrenin başında da yer almıştır. Neml sûresinin 30. âyetinin de bir bölümüdür. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim'de 114 yerde tekrar edilmektedir.

     Besmele, tüm hayırlı işlerde bizler için bereketin anahtarı olduğu gibi Kur’ân-ı Kerim okumada da önemli ve en başta gelen bir görevdir. Çünkü besmele çekerek Rabbimizden okuyacağımız Kur’ân-ı Kerim için bir izin ve onay istemekteyiz. Neyi okuduğumuzu ve kime ait bir kelamı muhatap aldığımızı hatırlamış olmaktayız. Zira bizler, evrenin ve bizlerin sahibi olan bir Yaratıcının, bizim için indirdiği bir Kelam ile muhatap olmaktayız. Bu nedenle O’nun kelamına O’nun adı ile başlamak, olması gereken bir davranıştır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de “Besmeleyle başlanmayan her ciddi iş, noksandır (onun bereketi olmaz).” buyurmaktadır.
     Bizden önceki nesillerin ve kendilerine kitap verilenlerin eleştirildiği konuların başında onların parçacı bir üslupla Kitab’a yaklaşmış olmalarıdır. Bu nedenle kendilerine “…sahi siz kitabın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz.” denmiştir. Hatta bu parçacı inanç şekli nedeniyle Rabbimiz onları “bölücü” olarak nitelemiştir.
     Kur’ân-ı Kerim'in kendine has bir yapıya ve düşünce örgüsüne sahip olduğu bilinmektedir. Onda hiçbir tutarsızlık yoktur. Bunu, “Onlar Kur’ân’ı hiç tedebbür ederek (iyiden iyiye düşünerek) okumuyorlar mı? Eğer Allah’tan başkası tarafından gelmiş olsaydı, onda birçok tutarsızlık bulurlardı.” âyetine baktığımızda da görebiliriz. Bu âyet, Kuran-ı Kerim'de hiçbir eksiklik ve tutarsızlık bulunmadığına ilişkin bir meydan okumayı ifade etmekle kalmamakta; aynı zamanda kendi içinde sistematik bir anlam bütünlüğünün olduğunu da ihsas etmektedir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim okuyanların, vahyi kendi anlam bütünlüğü içinde okuması gerekmektedir. Teknik tabiriyle ifade edecek olursak, her âyetin bir siyâk ve sibâkının olduğu unutulmamalıdır.

     Önyargılardan Uzaklaşarak Okuma
     Kur’ân-ı Kerim'i okumak isteyen kişinin, içinde bulunduğu ortam sebebiyle bir dine, bir mezhebe, bir ideolojiye mensup olması mümkündür. Elbette bu tür çevrelerden ve ekollerden etkilenen kişi, eğer ilk olarak Kur’ân-ı Kerim ile tanışmamışsa, bir önyargısı olacak demektir. Bu, ya olumlu ya da olumsuz olabilir veya her iki zıt kutup o kişide bütünleşmiş olabilir. İlimde sıhhatli sonuçlara varmanın temel ilkelerinden birisinin objektiflik ilkesi olduğu, tartışmasız herkesçe kabul edilen bir husustur. Bu da, kişinin metni olumsuz anlamda bir önyargı ile yaklaşmadan değerlendirmesini gerekli kılmaktadır.
     Burada “önyargılı olmak”tan kasıt şudur: Kişi daha önce bir fikre sahip olabilir. Kur’ân-ı Kerim'i, sahip olduğu bu fikri pekiştirmek ve kendi düşüncesini doğrulatmak amacıyla okumamalı, kendi fikrine tasdik ettirme mücadelesine girmemelidir. Her insanın daha önceki âlimlerden veya mensûbu olduğu mezhep (ya da din)den edindiği bir anlayışı vardır. Bu düşünceyi benimsemiş kişi, kendi fikirlerini esas alarak onun doğruluğunu ispat etmek amacıyla Kur’ân-ı Kerim okursa, bu kişi önyargılı hareket etmiş demektir. Eğer herhangi bir düşünce ve ideoloji, insanı birtakım olumsuz-cahilî yaklaşımlar ve ön kabullerle, Kitabı değerlendirecek olursa, onun bu vahiyden elde edeceği sağlıklı bir sonuç olmayacaktır. Çünkü böyle durumlarda, kişilere göre birtakım farklı anlayışların ve kanaatlerin olacağında kuşku yoktur. Halbuki Kur’ân-ı Kerim, hiçbir mezhebin tekelinde, hiçbir mesleğin şahsında olan bir kitap değildir. O İslam dinine inanan bütün müslümanların şaşmaz rehberidir. Başka dine inanan insanlar dahi, peşin fikirlerle yaklaşmamak şartıyla incelerlerse elbette onlar da bu Kitaptan istifade edeceklerdir. Çünkü, O; müttakiler için yol gösterici olduğu kadar, bütün insanlık için de bir doğru yol kılavuzudur.
     Ön yargının en çok öne çıktığı hususlardan olarak kişinin kendi yolunun hak olduğuna tabi olduğu atalarını ve onlara bağlılığı gerekçe göstermesidir. Halbuki Kur’ân-ı Kerim, atalara körü körüne bağlanmayı ve onlara tabi olmayı da kınamaktadır. Aslında ecdat ve kişilerin geçmişi, meşrû zeminde hız alınacak birer semboldürler. Ama tartışmasız mutlak kriterin Kur’an-ı Kerim olduğunu, vahyin mutlak şaşmaz doğruluğu karşısında geçmişin de kimi zaman bir mania teşkil edebileceğini unutmamak gerekir.
     Kısacası; Kur’ân-ı Kerim okurken, onu merkeze alıp herkese göre Kur’ân-î doğrular yerine, Kur’ân-ı Kerim'in kendi doğrularını ön planda tutmak zorundayız.

     En Verimli Vakti Ayırma
     Vahye ayrılacak vaktin en kıymetli ve en verimli zaman dilimi olması gerekir. Gündüzün telaş ve koşuşturmaları altında, zihni dumura uğramış insan için ilahî kelamla buluşmanın zamanı, bu kargaşanın dışında bir vakit olmalıdır. Belki bu vakit, herkesin kendi evine çekildiği ve uykuya geçtiği gece vaktidir. Nitekim Yüce Rabbimiz, vahyin ilk muhatabı olan Hz. Resulullah (s.a.v.)’a bu hususta şöyle hitap etmiştir: “Ey örtünüp bürünen (Peygamber)! Az bir kısmı hariç olmak üzere, geceleyin kalk..! …Kur’ân’ı ağır ağır, düşüne düşüne oku!” Bu âyetlerin devamında gece ibadetinin daha verimli ve gece okuyuşunun daha kalıcı olduğu vurgulandığı gibi gecenin gündüze göre daha uygun bir vakit olduğu, çünkü kişiyi gündüzleyin meşgul eden birçok işin olabileceği hatırlatılır. Kuşkusuz, Kur’an-ı Kerim okumak sadece geceye has bir durum da değildir. Ya da böyle anlaşılmamalıdır. Bunun yanında gündüzün tenha ve sakin olan yer ve zamanları da kişi için Kur’an’la buluşması açısından büyük kıymete haizdir. Kişiye düşen zihin olarak kendince en uygun olduğu vakitleri Kur’an-ı Kerim'e ayırmasıdır. Zaten gece ve gündüze ait namazların her rek’atında Kur’ân-ı Kerim'den bazı pasajları okuyarak terennüm ettiğimizi düşünecek olursak bunu daha iyi anlamış olmaktayız.

     Kur’ân-ı Kerim'i, Ağır Ağır Okuma
     Vahyin inişi tedrîc üzere olmuştur. Bu da 23 senelik bir zaman dilimi içerisinde gerçekleşmiştir. Bu yöntem, biz müminler için de Kur’ân-ı Kerim ile buluşurken dikkate alınması gereken bir ilkedir. Kur’ân-ı Kerim; insanlara, ağır ağır okunabilmesi için yavaş yavaş indirildiği Âyet-i Kerimeler'de vurgulanmıştur. Bunun pratik bir örneği, Hz. Peygamber (s.a.v.)’in sahabesine hatim etmeyi, bir rivâyette üç günden; başka rivâyette yedi günden daha kısa zamanda yasaklaması olayında da görülmektedir. Zira kısa zamanda yapılan hatimde anlamın buharlaşma riski vardır.

     Düşünerek Okuma
     Kur’ân-ı Kerim'in üzerinde en çok durduğu temel ilkelerin başında, kendisinin anlaşılması, âyetleri üzerinde insanların düşünüp ibret almalarıdır. Bu çerçevede Kur’ân-ı Kerim, insanlar düşünsünler diye âyetlerinin sürekli açıklandığını, sözün farklı şekillerde çevrilerek anlatıldığını zikreder. Ayrıca, insanları akletmez bir tutum içinde olmaları nedeniyle münafıklar özelinden eleştirerek “Onlar o sözü (Kur’ân’ı) düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilit mi var?”der. Ayrıca tüm inkarcıları dikkate alarak “Hâlâ Kur’ân’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” uyarısında bulunur.
     Türkçede “düşünmek” dediğimiz zihni fonksiyon, Kur’ân-ı Kerim'de yüzlerce âyette farklı kavramlarla ifade edilir. Bu konuda “akletme”, “fıkhetme”, “tefekkür etme”, “tedebbür etme”, “tezekkür etme”, bir birine göre bazı nüansları olsa da temelde aynı anlamlara karşılık gelir. Benzer şekilde “şuûr”, “basîret”, “itibâr”, “ulü’l-elbâb”, “ulü’l-ebsâr” ve “ulü’n-nühâ” gibi kavramlarda da akıl sahipleri kastedilmiştir. Aslında Kur’ân-ı Kerim'in hedefinde bütün nüanslarıyla düşünme faaliyetinin önemine dikkat çekme vardır. Onun amacı, insanların âyetler üzerinde derin derin düşünmeleri ve gereğini yapmalarıdır. Yoksa Kur’ân-ı Kerim, kendisiyle insanlar güçlük çeksinler diye ya da insanların başına sorun çıkartmak için indirilmiş değildir.

     Hayata Tatbik Etmek Amacıyla Okuma
     İlahi kelâmı okumanın bir diğer prensibi, onu gereği gibi yani “tilâvetin hakkını vererek” okumaktır. Bu husus âyette,“Kendilerine Kitab verdiğimiz kimseler onu, tilâvetinin hakkını vererek (gereği gibi) okurlar.” şeklinde ifade edilir. Âyetin metninde yer alan “tilavet/ تلاوته ” kelimesi, “okumak, uymak, takip etmek, bir şeyin arkasına düşmek” gibi anlamlara gelir. “Tilâvetin hakkını vermek” ise; Kur’ân-ı Kerim'in manasını, hükümlerini düşünerek, hissederek, sindire sindire, yavaş yavaş okumak ve de ona uymaktan geçer. Bunun da anlamı, Kur’ân-ı Kerim'in hem lafzını/nazmını gözeterek yani tecvîdine, harflerinin mahreçlerine dikkat ederek hem de mânâsını, hükümlerini düşünüp okumak ve hayata tatbik etmeye çalışmaktır. Yoksa sadece lafzını gözetmek, mânâyı anlamaya ve yaşamaya çalışmamak, hakiki tilavet değildir.
     Kur’ân-ı Kerim, birçok âyette kendisine tabi olunmayı emretmektedir. Âyette, “İşte bu Kur’ân mübarek bir kitaptır. Onu biz indirdik. Öyleyse ona tabî olun ve Allah’tan korkun ki O’nun rahmetine erebilesiniz.” ifadesiyle bunu görmekteyiz. Benzer şekilde âyetlerde “Allah’a itaat ediniz…” formuyla gelen tüm ifadeler, bizden Kur’ân-ı Kerim'e tabî olmamızı ve hayata tatbik etmemizi istemektedir.
     Önceki sayfalarda da ifade edildiği üzere sahabe neslinin Kur’ân karşısındaki tutumunu, kendileri, “Biz Kur’ân’ı on âyet, on âyet alırdık ve aldığımız on âyeti anlayıp hayatımıza aktarmadan diğer on âyeti almaktan kaçınırdık. Kur’ân insanlara, onunla amel etsinler diye nazil olmuştur, …Sahabe Kur’ân’ı amel etmek için okudular. (Halbuki) Sizden her biri, başından sonuna kadar onu okur, tek bir harfini dahi bırakmaz iken onunla amel etmeyi tamamen terk etmiştir…” şeklinde ifade etmişler ve sonraki nesil (tabiîn) ile kendi okuyuşları arasındaki farkı göstermişlerdir.
     Kur’ân’ı Kerim'i, hayata tatbik etmenin ödülü hem bu dünyada hem de âhiret gününde mutlu olmaktır: “Kim (vahye) iman edip de (onda emredilenler doğrultusunda) salih ameller işlerse, ona hoş bir hayat bahşederiz.”

Not: Bu sayfadaki notlar sisteminden alınmaktadır...

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...