19 Temmuz 2021 Pazartesi

İSLAM HUKUKU / Savaş Hukuku ve Ahlakı (İnsancıl Hukuk) / / Sayfa 395 - 410

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 395 - 410
(Bu bölümde metnin
İngilizce'si de vardı,
buraya o kısmı almadık.)
İSLAM HUKUKU
Savaş Hukuku ve Ahlakı
(İnsancıl Hukuk)
Recep ÇİĞDEM *

     Son dönemlerde çevremizde korunmasız siviller hayatlarını kaybetmektedirler. Bazıları tarafından terör eylemi, diğerleri tarafından iç savaş olarak adlandırılmaktadır. İntihar eylemleri, sivillerin ölümü, tecavüz, köleleştirme gibi eylemler, konuyu hem savaş hukuku hem de ahlakı açısından ele almayı gerektirmektedir. Bu çalışmada, savaş hukuku alanındaki çağdaş gelişmeler ve İslam hukukunun savaş anlayışına yaklaşımı gibi konular irdelenecektir. Umarız bu çalışma, savaş kavramının anlaşılmasına katkı sağlar.

     Anahtar kelimeler: Savaş, hukuk, ahlak, intihar, sivil.

     GİRİŞ
     Uluslararası anlaşmazlıkların diplomatik girişimlerle veya ekonomik ambargo gibi yaptırımlarla giderilememesi durumunda savaş söz konusu olabilmektedir. Hz. Peygamber, savaşın istenmemesini şöyle ifade etmiştir: ‘Ey insanlar! Düşmanla karşılaşmayı arzu etmeyin, Allah’tan âfiyet/huzur isteyin. Düşmanla karşılaşınca sabredin. Bilin ki cennet, kılıçların gölgesi altındadır.’ (1) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Prof. Dr. Harran Ün. İlahiyat Fak.Öğretim Üyesi.
1) Müslim, Cihâd, 5 (hadis no: 1742). Bazı oryantalistler, bu ifadeyi esas alarak, İslam’ı savaş ve kılıç dini olarak nitelendirmektedirler. Halbuki bu ifade, savaş kapıya dayandığında, savaşçıların kaçmalarını engellemek ve onları motive etmek için söylenmiş bir sözdür. Lambton, İslam’ın diğer devletleri tanımadığını, diğerleri ile Müslüman oluncaya kadar savaşılmasını belirttiğini ifade eder. Bu gerçeği yansıtmamaktadır. Zira İslam diğer devletleri tanımamış olsaydı, onlarla barış ve savaş hukukunu ele almamış olurdu. Halbuki, fıkhın siyer bölümleri tamamen bu hukuku ele almaktadır. Ayrıca, savaşın temeli, insanları Müslüman yapmak değil, ülkeye savaş ilan edilmiş olmasıdır. Bu konudaki ayetlerin doğru anlaşılması gerekmektedir. Lambton, Ann, K. S.,Stateand Governtment in Islam; An introduction tothestudy of Islamic politicaltheory: Thejurists, Oxford University press, 1991, s. 201; Schacht, Joseph, An Introductiont oIslamic Law, The Clarendon Press, Oxford, 1964, s. 130-133; Yaman, ‘Savaş,’ 190.
~~~~ * ~~~~

     Her ne kadar istenmeyen bir durum olsa da, (1) zorunlu şartlar zaman zaman savaşı gerekli kılmaktadır.Ancak savaş, hukuksuz bir ortam değildir. Aksine hukuk ve ahlak kuralları çerçevesinde yürütülmesi gereken zorunlu bir durumdur. (2)
     Güçlünün güçsüzü yok ettiği, insanın onur ve haysiyetinin hiçe sayılması, din adamlarının öldürülmesi, esirlere işkence edilmesi, katliam, soykırım gibi insanlık dışı durumlar İslam hukuku ve çağdaş günümüz hukukları tarafından benimsenmez. Bu bağlamda Daeş terör örgütünün katliamları ve kendinden olmayanları köle diye pazarlaması, hukuk tanımadığının açık göstergesidir. ABD tarafından Afganistan, Irak ve Guantanamo’da yapılanların insan haklarına ve savaş hukukuna aykırı olduğu açıktır.Suriye de halen devam edenler, hukuk tanımazlığın ulaştığı noktayı gözler önüne sermektedir. Hastane bombalamak ise hiçbir hukukun kabul edemeyeceği insanlık suçudur. (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Dini metinler, adalet ve rahmeti vurgulamalarına rağmen, din adına ciddi savaşlar yaşanmış ve hala yaşanmaya devam etmektedir. Hindu anlayışına göre, başkasını öldürme, kişinin ruhsal gelişimini bozar ve kişinin aydınlanmasını geciktirir. Hindu askerlerin, mahpusları, yaralıları ve savaşçı olmayan unsurları öldürmemeleri gerekir. Budizm’e göre, ruhu olan hiçbir şeye zarar vermemek gerekir, iki veya daha fazla kişiyi koruyabilmek için bir kişinin öldürülmesine ise izin verilmiştir. Yahudilikte 10 emirden bir tanesi öldürmemektedir. Ancak tüm şehrin öldürülmesi ile alakalı hükümler de bulunmaktadır. Hristiyanlıkta sevgi temeldir, bir yanağına vurana diğer yanağını çevirmek esas kabul edilmiştir. Ancak Hristiyan dünyası haçlı seferlerinde acımasızca öldürmüşler, Müslümanları öldürmekle günahlarından kurtulmuş sayılmışlardır. Başka bir ifade ile günahlarının keffareti Müslümanları öldürmek olmuştur. Perry, David, ‘Ethicsand War in Comparative Religious Perspective, ’https://www.scu.edu/ethics/focusareas/more/resources/ethics-and-war-in-comparative-religious/, erişim tarihi: 6.10.2016
2) Savaş hukukunun tarihsel gelişimi için bkz. Aslan, Yasin, M., ‘Savaş hukukunun temel prensipleri’, TBB (Türkiye Barolar Birliği) dergisi, S. 79, (2008), s. 235-274.
~~~~ * ~~~~

     Hugo Grotius (v. 1645), Hristiyan milletlerin savaşlarda barbarları bile utandıracak çılgınca yöntemler izledikleri ve savaş sırasında her türlü hukuku ayaklar altına aldıkları için böyle bir eser yazmak zorunda kaldığını şöyle ifade eder: ‘Hıristiyanlık dünyasının her yanında, savaşla ilgili öyle delicesine bir başıboşluk görmekteyim ki, bundan en barbar halklar bile utanç duyarlardı. Hiçbir neden olmaksızın, ya da incir çekirdeğini bile doldurmaz nedenlerle savaşa atılanlar görülmektedir; bir kez ele silah alınınca da, Tanrı ya da insan yapısı her türlü hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Sanki, bir genel buyrukla, artık ölçüsüzcesine, her türlü suç işlemeğe izin verilmiş gibi.’ (1)
     İbn Haldun (v. 1406) savaşı, ‘insanların bazısının diğer bazısından intikam alma iradesi’, (2) olarak tanımlarken, çağdaş hukukçular savaşı şöyle tanımlarlar: (3) ‘Tarafların çıkarları doğrultusunda birbirlerine isteklerini zorla kabul ettirmek amacıyla ve devletler hukukunca öngörülmüş kurallar çerçevesinde iki veya daha fazla devlet arasında yapılan silahlı mücadele”. (4) olarak tanımlanmaktadır.Savaş hukuku, savaşın kurallarını ve hukuksal etkilerini inceleyen bilim dalıdır.İnsancıl hukuk ise, ‘savaş veya silahlı çatışma durumlarının etkilerini sınırlandırmak amacıyla insanlara yapılması gerekli olan asgari davranış ve yardıma dair kurallar bütününü içeren’ve sivillerin korunmasını düzenleyen hukuk dalıdır. (5)
     Ahlaki açıdan savaşın savunulabilmesi için savaştan daha kötü bir durumu engellemek için başka alternatifin kalmamış olması gerekir. Ayrıca savaş, engellenmesi amaçlanan bu kötü durumdan daha fazla zarar vermemelidir. Savaşın ahlaki temel prensibi ‘daha az zarar’ (6) kuralıdır. (7) İki zarar birleştiğinde küçük zarar tercih edilir, başka bir ifade ile savaş küçük zararı tercih etmek üzere yapılan eylemdir. Savaş yapılmadığı takdirde daha büyük zararların doğması büyük oranda muhtemel olmalıdır. Örneğin savaş yapılmadığında tüm ülke işgal altında kalarak hem bağımsızlığını kaybedecek hem de 10.000 insan ölecekse, 1000 insan ölümüne neden olması muhtemel olan savaşın tercih edilmesi gerekir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Grotius, Hugo, Savaş ve Barış Hukuku, ter. Seha L. Meray, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayınları, 1967, s. 11. Telkenaroğlu, Hugo’nun bu eserini yazarken, İslam hukukundan istifade ettiği kanaatinde olduğunu belirtir. Bu kanaatin ihtiyatla karşılanması gerekir, zira bu kanaate ulaşılacak kadar kapsamlı bir çalışma yapılmamıştır. Telkenaroğlu, Rahmi, M, ‘Muhammed b. Hasan eş-Şeybani (189/804) ve Hugo Grotius’un (1583-1645) Devletler hukukuna etkileri’, İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, S. 5, (2005), s. 67-94.
2) İbn Haldun savaşı, doğal bir gelişme olarak nitelemekte ve tüm toplumlarda görüldüğünü ifade etmektedir. İbn Haldun, Mukaddime, Mektebetu ve DâruMedineti’l-münevvere, 1984, c. 1, s. 330.
3) 2941 sayılı Seferberlik ve Savaş Hali Kanunun 3. Maddesi savaşı şöyle tanımlar: ‘Devletin bekasını temin etmek, milli menfaatleri sağlamak ve milli hedefleri elde etmek amacıyla, başta askeri güç olmak üzere, Devletin maddi ve manevi tüm güç kaynaklarının, hiçbir sınırlamaya tabi tutulmadan kullanılmasını gerektiren silahlı mücadele.’Bu tanımın anayasanın 92. Maddesine aykırı olduğu iddiası için bkz. Aslan, ‘Savaş hukuku’,s.247-248.
4) Yaman, Ahmet, ‘Savaş,’Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 36, s. 189.;
5) Tütüncü, Ayşe Nur, İnsancıl hukuka giriş, İstanbul, 2006, s. 1; Hoş, Serdar, Hasan, Haklı savaş ve insancıl hukuk, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler enstitüsü, 2011, s. 97-98. Ayrıca bkz. Çeçen, Anıl, ‘İnsan hakları ve insancıl hukuk’, Journal of Yasar University, c. 1, (2013), s. 809-830.
6) Mecelle bunu şöyle formüle etmiştir: ‘Zararı ammı def için zararı has ihtiyar olunur’; ‘Zararı eşedd, zararı ehaff ile izale olunur’. Mecelle, madde, 26, 27.
7) Lucas, George, ‘Theethics of war,’ http://blog.oup.com/2016/03/military-war-ethics/, erişim tarihi: 8.10.2016
~~~~ * ~~~~

     İSLAM HUKUKU
     Silm yani barış kökünden gelen İslam’a göre,barış esastır; (1) savaş istenmeyen durumdur. Savaşla ilgili kurallar, cihad ve siyer (savaş yönetimi) başlıkları altında fıkıh eserlerinde ele alınmıştır. İslam hukukçuları savaş kavramını ifade eden harp yerine, daha geniş anlama sahip cihad kavramını kullanmışlardır. Harp silahlı çatışmayı ifade ederken, cihad zulmü engelleyen her türlü karşı koymayı ifade etmektedir. Günümüzde cihad kavramı, genelde kural tanımayan silahlı saldırı olarak değerlendirilmektedir ve bu bakış oldukça yanlıştır. Bazı terör gruplarının yaptıkları ahlaksız saldırı ve tecavüzler cihad kavramı olarak nitelendirilmektedir ki bunun gerçekle bir ilişkisi yoktur. Ahlaklı ve kurallı silahlı çatışma cihadın yalnızca bir kısmını ifade eder. Savaşı engelleyen her türlü uğraş, insanlık adına yapılan her türlü çalışma, şahsın psikolojik arınması vb. durumların tamamı cihad kavramının içerisinde yer almaktadır. Hz. Peygamber’in‘küçük cihaddan, büyük cihada dönüyoruz,’ (2) ifadesi yani silahlı çatışmayı küçük savaş; psikolojik arınmaya büyük cihad olarak nitelemesi bu kavramın yalnızca silahlı çatışmalar için kullanılamayacağını ifade etmektedir.
     Mekke döneminde silahlı çatışmaya izin verilmezken, (3) haksızlığın engellenmesi için Medine döneminde savaşa şu ayetle izin verilmiştir: ‘Kendilerine silahlı saldırıda bulunanlara savaşma izni verilmiştir. Zira onlar zulme/haksızlığa uğradılar… (4) Onlar ki, yalnızca Bizim Rabbimiz Allah'tır dedikleri için haksız yere yurtlarından çıkarıldılar.’ (5)
     Savaşın temel nedeni Kur’an’ı kerimde şöyle ifade edilmiştir.‘Sizinle savaşanlarla Allah yolunda/hak ve hukuk gözeterek/Allah’ın koyduğu sınırlara riayet ederek siz de savaşın, fakat sınırları aşmayın/hukuksuzluk yapmayın’; (6) ‘Allah’a ortak koşanlar sizinle topluca savaştığı gibi siz de onlarla topluca savaşın’; (7) ‘…O halde, sizden uzaklaşarak sizinle savaşmaz ve size barış teklif ederlerse, Allah size, onların aleyhine [savaşmak üzere] bir yol/yetki vermemiştir’; (8) ‘Sözlerinde durmayan, Elçiye (peygamberi) sürgünükast eden ve ilk önce sizinle (savaşı) başlatanlarla savaşmayacak mısınız? Korkuyor musunuz?’ (9).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) "Ey iman edenler topluca barışa girin/barışı tercih edin." Kur’an, Bakara, 2/208 , "Şayet barışa yaklaşırlarsa, sen de yaklaş." Kur’an, Enfâl, 8/61.
2) Bunun hadis olup olmadığı tartışmalı olmakla birlikte İbnHümam (v. 1457), bunu hadis olarak zikretmektedir. İbn Hümam, Fethu’l-kadir, Beyrut, Dâru’l-fikr, t.y., c. 5, s. 435. Ayrıca bkz. Aclûni, Keşfu’l-hafâ, Beyrut, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 1988, c. 1, s. 424-425.
3) Zemahşeri, Keşşâf, Beyrut, Dâru’l-marife, t.y., c. 3, s. 34.
4) Kur’an, Hâc, 22/39.
5) Kur’an, Hâc, 22/40.
6) Kur’an, Bakara, 2/190.
7) Kur’an, Tevbe, 9/36.
8) Kur’an, Nisâ, 4/90.
9) Kur’an, Tevbe, 9/13.
~~~~ * ~~~~
     "Ancak Allah, inandığınız için sizinle savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek olanlara dost olmanızı yasaklar; kim onlarla dost olursa işte onlar zalimlerdir." (1)
    Bu ayetler, savaşın temel kaynağını, saldırı ve sürgün olarak vermektedirler. (2) Bu şartın yer almadığı ve direk savaşmayı öngören ayetlerin, bu ayetler temel alınarak ve dönemin siyasi konjektörü dikkate alınarak anlaşılması daha doğrudur.Şu ayette bu konuda temel alınmalıdır: ‘Allah, din konusunda/inandığınız için sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayan kimselere iyilik etmenizi ve adaletle davranmanızı yasaklamaz, zira Allah adaletle davrananları sever.’ (3)
     Cessâs (v. 981), savaşmayı emreden ayetlerin o dönemdeki müşrikleri ifade etmekte olduğunu, ehli kitabı dahi ifade etmediğini, yani siyasi ve konjektürel olduğunu ifade etmektedir. (4) Serahsi (v. 1090), ‘öldürmenin nedeni, ya bizim alimlerimize göre muharebedir, ya da hasmımıza göre onların şirkidir,’ diyerek Hanefilere göre savaşın nedeninin onların savaş ilan etmesi olduğuna işaret etmektedir. (5) Bâberti (v. 1384) daha açık bir ifadeyle ‘savaşın sebebi onarın bize savaş ilan etmesidir’ demektedir. (6) Haskefi (v. 1663) de aynı ifadeyi kullanmaktadır. (7)
     Kur’an’da bir kişiyi öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibi nitelendirilmiştir. "…Bir cinayetin veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmanın cezası olması dışında kim bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur, kim de bir hayat kurtarırsa bütün insanlığı kurtarmış gibi olur.” (8) Bu ayete göre bir insan öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibi kabul edilmiştir. Savaşta da olsa haksız yere insan öldürmek bu ayete göre suç kabul edilmektedir.
     Savaşmamak üzere bir anlaşma yapılmışsa, bu anlaşmanın bozulması yasak kabul edilmiştir. (9) Taraflardan birisinin akdi bozabileceğinin sözleşmede belirtilmesi de caiz kabul edilmemiştir. İbn Kudâme’ye (v. 1223) göre, bu tür bir şart, barış sözleşmesine aykırıdır. (10)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kur’an, Mümtehine. 60/9.
2) Ibn Rüşd (v. 1198), Habeş ve Türklerle savaşı başlatanın Müslümanlar olmaması gerektiğini söyler ve zayıf bir hadis nakleder.Bu ifadenin siyasi ve konjektürel olması muhtemeldir. Ibn Rüşd, Bidâyetü’lmüctehid ve nihâyetü’l-muktesid, Beyrut, Dâru’l-fikr, t.y.,c. 1, s. 279.
3) Kur'an, Mümtehine, 60/8.
4) Cessâs, Ahkâmu’l-Kur’an, Beyrut, Dâr-u ihyâi’t-türâsi’l-arabi, 1985, c. 1, s. 224-225.
5) Serahsi, Mebsût, Beyrut, Dâru’l-marife, t.y.,c. 10, s, 31-32
6) Bâberti, İnâye, fethu’l-kadir ile birlikte, Beyrut, Daru’l-fikr, t.y.,c. 5, s. 437.
7) Haskefi, Bedru’l-muntekâ, mecmau’l-enhûr ile birlikte, Beyrut, Dâr-u ihyâi’t-türâsi’l-arabi, t.y.,c. 1, s. 631. Ayrıca bkz Bilmen, Ömer, Nasuhi, Hukuku İslamiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, İstanbul, Bilmen Yayın evi, 1985, c. 3, s. 356; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 83.
8) Kur’an, Mâide, 5/32.
9) Mâverdi, Ahkâm, s. 63; IbnRüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. 1, s. 283-284.
10) İbnKudâme, Muğni, c. 10, s. 509
~~~~ * ~~~~

     Barış görüşmeleri sonuç vermez veya alınan tüm önlemler sonuçsuz kalırsa savaşın öncelikle ilan edilmesi gerekir. (1) Şu ayet buna şöyle işaret eder. ‘Ve eğer (aranızda anlaşma bulunan) bir toplumun ihanetinden şüphelenirsen, bu durumu benzer şekilde onlara bildir/anlaşmayı bozduğunu ilan et…’ (2)
     Savaşın ilanından sonra savaş başlamıştır ve artık savaş kuralları uygulanacaktır. Savaşın ahlaki ve hukuki alt yapısına şu ayet vurgu yapmaktadır: ‘Sizinle savaşanlarla Allah yolunda/hak ve hukuk gözeterek/Allah’ın koyduğu sınırlara riayet ederek siz de savaşın, fakat sınırları aşmayın/hukuksuzluk yapmayın’. (3)
     Mâverdi savaş yönetiminde en temel kuralın askere yumuşak davranma ve zayıfı korumak olduğunu belirtir. (4) Ayrıca, savaş komutanının, hukuk ihlallerinin engellenmesi için askerine hak ve hukuku anlatmasının gerekli olduğunu belirtir. (5)
     Savaş ahlakı olarak da nitelendirilen savaş yasaklarını ana başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz: (6)

     1-Katliam yasaktır.
     Saldırının/savaşın en az zararla defedilmesi esastır. (7) Bu nedenle, toplu katliama neden olan savaş teknolojinin kullanılması caiz görülmez. Caydırıcı olma niteliği nedeniyle bu teknolojiye sahip olunması İslam’a göre caiz olarak görülebilir ancak kullanılmaması esastır. (8)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Serahsi,Mebsût, c. 10, s. 6; Kâsâni,Bedâyiu’s-sanâyi,Talik ve tahkik: Ali Muhammed Muavvaz, Adil Ahmed, Beyrut, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye, 2003, c. 9 s.391
2) Kur’an, Enfâl, 8/58.
3) Kur’an, Bakara, 2/190.
4) Mâverdi, Ahkâmu's-Sultâniyye, Beyrut, Dâru’l-kutubi’l-ilmiyye t.y.,s. 43.
5) Mâverdi, Ahkâm, s. 54.
6) Detay için ayrıca bkz. Seyyid Ebü’l-A’la Mevdudi, İslam’da devlet nizamı, ter. Rasim Özdenören, İstanbul, Hilal Yayınları, 1967; Özel, Ahmet, İslâm Hukukunda Milletlerarası Münâsebetler ve Ülke Kavramı: darulislam, darulharb, darulsulh, İstanbul, Marifet yayınları, 1982; Çelebi, Ahmed, İslam düşüncesinde cihad ve savaş siyaseti, ter. Abdullah Kahraman, İstanbul, İz Yayıncılık, 1994; Zuhayli, Vehbe, İslam hukukunda savaş: yeni bir yaklaşım, ter. İsmail Bayer, Erzurum, İhtar Yayıncılık, 1996; Özel, Ahmet, İslam devletler hukukunda savaş esirleri, Ankara, Türkiye Diyanet Vakfı, 1996; Khadduri, Majid, İslam’da savaş ve barış: İslam hukukunda savaş ve barış, ter. Nejdet Özberk, İstanbul, Fener Yayıncılık, 1998; Yaman, Ahmet, İslâm Hukukunda Uluslararası İlişkiler, Ankara, Fecr yayınları, 1998; Yaman, Ahmet,İslam devletler hukukunda savaş, İstanbul, Beyan Yayınları, 1998; Özdemir, Ahmet, İslam devletler hukukunda uluslararası kamu düzeninin savaş yoluyla sağlanması, Yayımlanmamış doktora tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2008.
7) Çağdaş hukukta milli, etnik, ırki, dini vb. bir grubun kısmen veya tamamen yok edilmesi anlamına gelen soykırım suçu için bkz. Alpyavuz, Tolgahan ‘Soykırım suçu’, Journal of naval science and engineering, c. 5, S. 1, (2009), s. 49-61.
8) Bazı İslam hukukçularının açık ifadelerine göre zehirli ok kullanmak yasaktır. Hamidullah Muhammad, Muslimconduct of state, Pakistan, 1953, s. 205-206, 207; Yaman, ‘Savaş,’ s. 193; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 86. Ayrıca, bkz. Yaman, Ahmet, İslâm Devletler Hukukunda Savaş, İstanbul, Beyan Yayınları, 1998.
~~~~ * ~~~~

     Zira aşağıdaki ayette günün teknolojisine sahip olunması emredilmektedir. ‘Onlar için gücünüz yettiği kadar güç ve savaş atları hazırlayın, böylece Allah düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve diğerlerini… caydıra bilirsiniz…’ (1)

     2-Rehineleri öldürmek yasaktır.
     Müslüman rehineler öldürülse dahi, düşman rehineleri öldürülemez, zira suçlarda ferdilik esastır. ‘Kimse, kimsenin suçunu yüklenmez,’ (2) ayeti bunun açık delilidir. İmam Muhammed (v. 805)şöyle yazmaktadır: ‘‘Eğer asıl anlaşmaya ‘şayet onlar anlaşmayı bozsalar ve Müslüman rehineleri öldürseler, onların rehinelerinin kanı bize helal olur’ diye şart koşulsa ve onlar bizim (Müslüman) rehineleri öldürseler, onların rehinelerinin kanları bize helal olmaz. Bu durum Muaviye zamanına yaşanmış ve Muaviye ve Müslümanlar müşriklerin rehinelerinin öldürülemeyeceğine icma/ittifak etmişlerdir.’’ (3)

     3-Elçileri öldürmek yasaktır.
     Elçiler, diplomatik dokunulmazlığa sahip olup, hiçbir şekilde öldürülemez, tutuklanamaz ve alıkonamaz. Müseyleme, Hz. Peygambere mektup yazmıştı. Hz. Peygamber onlara [elçilere] sizler onun hakkında ne diyorsunuz diye sordu, onlar ‘onun dediği gibi diyoruz,’ dediler. Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Allah’a andolsun ki, eğer elçiler öldürülmüyor olsaydı sizin boynunuzu vururdum.’ (4)

     4-Savaşa katılmayanların öldürülmeleri yasaktır.
     Kadın, (5) çocuk, akıl hastaları, özürlüler, hastalar, yaşlılar, din adamları, (6) çiftçi, işçi, köle (7) gibi savaşa katılmayanların öldürülmesi yasaktır. (8) Hz. Peygamber bunu şöyle ifade etmiştir. ‘Yaşlıları, çocukları, kadınları öldürmeyiniz…’ (9) Ancak karşı taraf, kendi kadın ve çocuklarını veya elindeki Müslüman esirleri (10) kalkan olarak kullanırsa, bu durum Müslümanların savaşı kaybetmesine veya daha büyük zarara neden olacaksa ve başka yol da kalmamışsa bunlara da zarar verilebilir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kur’an, Enfâl, 8/60.
2) Kur’an, Fâtır, 35/18.
3) İmam Muhammed b. el-Hasen eş-Şeybanî, ŞerhuKitabi's-Siyeri'l-Kebîr, Tahkik: Ebû Abdillah Muhammed Hasan, Beyrut, Dâru’l-Kutubi’l-ilmiyye, 1997, c. 5, s. 44. Ayrıca bkz. Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 90.
4) EbûDâvud, Cihâd, (Hadis no: 2761).
5) Hz Peygamber Mekke fethinde bir kadının öldürüldüğünü görünce, bunu önemsedi ve ‘bu kadın savaşmıyordu’, dedi yani neden öldürüldüğünü sorguladı. Serahsi, Mebsût, c. 10, s. 5.
6) Din adamları, savaşta rehberlik yaparlarsa savaşa katılmış gibi işlem görürler ve öldürülmeleri serbesttir. Mâverdi, Ahkâm, s. 50-51.
7) Mâverdi, Ahkâm, s. 51.
8) EbûDâvud, Cihâd, (Hadis no: 2668, 2670); Serahsi, Mebsût, c. 10, s, 5-6; Kâsâni, Bedâyi, c. 9, s. 398- 400; Ibn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. 1, s. 280-281; Ibn Abidin, Hâşiyetü Reddi’l-muhtâr, İstanbul, Kahraman Yayınları, 1984, c. 4, s. 131-132; Hamidullah, State, s. 204; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 89.
9) EbûDâvud, Cihâd, (hadis no: 2614).
10) Peygamberi dahi kalkan olarak kullansalar aynı şekilde davranılır. Ibn Abdin, Hâşiye, c. 4, s. 129; Haskefi, Bedru’l-muntakâ, c. 1, s. 635.
~~~~ * ~~~~

     Ancak bunların direk hedef alınmasına bazı hukukçular müsaade etmemişledir. (1)

     5- İşkence/Müsle yasaktır.
     Hz. Peygamber işkence ve müsleden uzak durulmasını ifade etmiş ve kulak, burun kesme vs. gibi bedene yapılacak her türlü eziyeti yasaklamıştır. (2)

     6-Savaş esirlerine kötü muamele etmek yasaktır. (3)
     Savaş esirleri, aç susuz bırakılmaz (4) ve kötü muameleye tabi tutulmaz. (5) Esirlerle ilgili muamele şu ayette ifade edildiği gibi ‘Her kim size saldırırsa, benzeri ile siz de karşılık verin,’ (6) mütekabiliyet esasına dayanmalıdır. (7) Mütekabiliyet anlaşması yoksa esirlere yapılacak muamele şu ayette verilmiştir. ‘...İnanmayanlarla savaşta karşılaştığınızda savaşın / boyunlarını vurun. Onları mağlup ettiğinizde, bağı sıkı tutun (onları esir alın). Sonra ister onları karşılıksız salıverir, ister fidye alarak bırakırsınız…’ (8)

     7-Tecavüz yasaktır.
     Her türlü cinsel saldırı yasaklanmıştır. Bazı hukukçulara göre, bu durum en ağır ceza olan had cezasını gerektirir. (9) EbûZehrâ’nın ifadesine göre, ‘onlar kadınlarımızı lekelemeye (tecavüz) kalkışırlarsa bizler aynı şekilde davranamayız.’ (10)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mâverdi, Ahkâm, s. 51; Kâsâni, Bedâyi, c. 9, s.394-396;İbn Hümam, Fethu’l-kadir, c. 5, s. 447-449; Haskefi,Bedru’l-muntakâ, c. 1, s. 635; Ibn Abdin, Hâşiye, c. 4, s. 129.
2) Müslim, Cihâd, 2, (hadis no: 1731); Serahsi, Mebsût, c. 10, s, 5; Ibn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. 1, s. 281; Ibn Abidin, Hâşiye, c. 4, s. 141.
3) Grotius, savaşın acımasız katliam anlayışını önlemek için kölelik sisteminin öngörüldüğünü, kendi döneminde savaş hariç köleliğin Hristiyan devletlerce kaldırıldığını, Muhammed dünyasının da büyük çoğunluğunca aynı şekilde kaldırıldığını ifade etmektedir. Grotius, Hugo, On thelaw of warandpeace, (De jure Belli acPacis), ter: A. C. Campbell, A. M., Canada, Batochebooks, 2001 s. 317, http://socserv2.socsci.mcmaster.ca/econ/ugcm/3ll3/grotius/Law2.pdf, erişim tarihi: 23.10.2016
4) Müslim, Nezr, 3 (hadis no: 1641); Birsin, Mehmet, ‘İslam devletler hukukunda savaş esirlerine uygulanan yaptırımların analizi’, Hitit üniversitesi ilahiyat fakültesi dergisi, c. 11, S. 21 (2012), s. 167- 168; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 90-91.
5) Hz. Peygamber, kölelere iyi davranılması gerektiğini şöyle ifade etmiştir: ‘Köleler sizin kardeşlerinizdir, onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onlara altından kalkamayacakları yükü yüklemeyin, yükleyecek olursanız onlara yardım edin.’ Buhari, İmân, 22. Bir ayette de kölelere yardım yapılması gerektiği şöyle vurgulanmıştır: ‘Gerçek iyilik yüzlerinizi doğuya veya batıya döndürmeniz değildir. Fakat gerçek kalite/erdem kişinin… malı, onu sevmesine rağmen, yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, isteyenlere ve esirlere vermesi…’
6) Kur’an, Bakara, 2/177. 
7) Kur’an, Bakara, 2/194. Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, ter. Salih Tuğ, İstanbul, İrfan Yayımcılık, 1990, c. 2, s. 693; Birsin, ‘Savaş esirleri’, s. 188-189; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 88.
8) Kur’an, Muhammed, 47/4.
9) Mâverdi, Ahkâm, s.66.İbn Hümam, Fethu’l-kadir, c. 5, s. 266-269; Haskef, Bedru’l-muntekâ, c. 1, s. 595; Damad efendi, Mecmau’l-enhûr, Beyrut, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-arabi, c. 1, s. 595; İbn Abidin, Hâşiye, c. 4, s. 28-29; Hamidullah, State, s. 205; Telkenaroğlu, ‘Devletler hukuku’, s. 86-87. 10Ebû Zehra, Muhammed, İslâm'da Savaş Kavramı, ter. C. Karaağaçlı, Fikir yayınları, İstanbul 1976, s.42.
~~~~ * ~~~~

     8-Yağma yasaktır.
     Başkalarının mallarını haksız yere almak ve yağmalamak caiz görülmemiştir. (1) Hz Peygamber bunu şöyle ifade etmiştir: ‘Yağmalayan bizden değildir.’ (2) Diğer bir rivayet ise şöyledir: ‘Askerlerinizin fesat çıkarmasını engelleyiniz. Çünkü fesat çıkaran hiçbir ordu yoktur ki,Allah kalbine korku salmasın. Askerlerinizi hıyanet etmekten sakındırın. Çünkü hıyanet eden hiçbir ordu yoktur ki, Allah zorluk / güçlük vermesin. Askerinizin zina etmesini yasaklayın. Çünkü zina eden hiçbir ordu yoktur ki, Allan onlara taun/belamusallat etmesin.’ (3)

     9-Dini mekanlara, çevreye, bitkilere ve hayvanlara zarar vermek yasaktır.
     Dini mekanlara (4) ve hastanelere zarar verilmesi yasaktır. Zaruri durumlar (gıda, savaş gücünü zayıflatma vs.) dışında, hayvanlara (5) zarar vermek yasak kabul edilmiştir. (6) Aynı şekilde zaruri durumlar dışında ağaçlara ve bitkilere zarar vermek de yasak kabul edilmiştir. (7) Su kanallarının kapatılması ise düşmanı zayıflatacağından caizdir (8)

     ÇAĞDAŞ HUKUK
     Vahşi kuralların hüküm sürdüğü, tecavüz ve katliamlara göz yumulduğu ortaçağ karanlık Avrupa’sından sonra aydınlanma döneminde Batı savaş hukukunda ciddi gelişmeler olmuştur. 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve buna dayalı çıkarılan ek protokoller savaş hukukunu belirler ve bireylerin korunması için insancıl hukuka (humanitarian law) ilişkin temel normları düzenler. (9) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Kudâme, Muğni, Beyrut, Daru’l-Fikr, 1984, c. 10, s. 507-508; Macit, Yunus, ‘Savaş kuralları açısından Hz.Peygamber’in sünnetinde doğal ve fizikî yapının masuniyeti’, Din bilimleri Akademik Araştırma Dergisi, c. 5, S. 4, (2005), s. 99-10.
2) EbûDâvud, Hudûd, (hadis no: 4391).
3) Mâverdi, Ahkâm, s.54.
4) Kur’an, Hâc, 17/40.
5) Bazı fakihler,karşı tarafın savaş atlarının da öldürülmesini yasaklamışlardır. Ancak,Müslümanların atlarının onların eline geçip bu atlarla zarar vermeleri mümkün ise bu atların öldürülebileceği ifade edilmiştir. Mâverdi, Ahkâm, s. 51-52.
6) İbn Kudâme, Muğni, c. 10, s. 498-501; Macit, ‘Doğal ve fizikî yapının masuniyeti’, s. 95-110.
7) Mâverdi, Ahkâm, s. 64; Ibn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, c. 1, s. 282; İbn Kudâme, Muğni, c. 10, s. 501- 503.
8) Mâverdi, çocuklar ve kadınların susuz kalmaları durumunda, su verilmesinin komutanın kararına bağlı olduğunu ifade etmişse de su verilmesinin zorunlu olması daha doğrudur, zira savaş unsuru olmayanlara zarar verilmemesi esastır, bunların susuz bırakılmaları ise onlara zarar vermek demektir. Mâverdi, Ahkâm, s. 65; Birsin, ‘Savaş esirleri’, s. 167-168.
9) Savaş taktikleri ile alakalı bkz. Ettrich, B., Brian,The principles of war: Are they still applicable?, Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, Naval postgraduate school, 2005 
~~~~ * ~~~~

     2 Ağustos 1949 tarihli Cenevre sözleşmelerine ek uluslararası silahlı çatışmaların mağdurlarının korunmasına ilişkin 1. Protokol’ün başlangıcında, halklar arasında barışın hüküm sürmesi konusundaki devletlerin samimi dileklerini beyan ettikleri ifade edilmesine rağmen, bu dilekler, ne yazık ki,Balkanlarda ve Ortadoğu’da bir anlam ifade edememiştir. (1)
     Cenevre sözleşmelerini ve ek protokollerini ihlal edenler ister asker isterse sivil olsun savaş suçu işlemiş sayılırlar. (2) Savaş suçu işleyenler, 1 Temmuz 2002 de yürürlüğe giren Uluslararası Ceza Divanında (Lahey) yargılanırlar. (3) Devletlerarası çatışmalarda savaş kanunlarının her ihlâli bir savaş suçu sayılmaktadır. Bazı yazarlar, devlet içi çatışmalarda yer alan ihlâllerin, savaş suçu sayılmayabileceğini ifade etmektedirler. (4) Ancak bunların savaş suçu sayılması daha doğrudur. Zira gayri insani muamele, kim ve nereden gelirse gelsin, suçtur ve failleri ulusal veya uluslararası mahkemelerde yargılanmalıdırlar.
     Uluslararası ve ulusal çatışmaları düzenleyen Cenevre sözleşmesi ile ek protokollerinde yer alan konumuzla ilgili düzenlemeler burada incelenecek, 1899, 1907 Lahey Sözleşmeleri ve diğer düzenlemeler ise incelenmeyecektir. (5)

     ULUSLARARASI ÇATIŞMALAR
     1949 Cenevre sözleşmeleri ile ek 1 nolu protokol sivillerin, savaş mağdurlarının, dini ve ruhani liderlerin, sağlık personelinin ve harp esirlerinin haklarını ve korunmalarını düzenlemiştir.
     1949 Cenevre sözleşmesinin 3. Maddesinde savaşa katılmayanların korunması şöyle ifade edilmiştir: (6) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Dokunulmaz haklar l6 maddede özetlenebilir: ‘ 1. Hukuksal kişiliğe sahip olmak hakkı, 2. Kölelik ve kulluk yasağı, 3. Ayrımcılık yasağı, 4. Yaşam hakkı, 5. Özgürlük hakkı, 6. İşkence yasağı, 7. Adil yargılanma hakkı, 8. Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü, 9. Sözleşmesel yükümlülüğün yerine getirilmemesinden ötürü hapis cezası verilmesi yasağı, 10. Azınlık hakları, 11. Aile hakkı, 12. İsim hakkı, 13. Çocuk hakları, 14. Uyrukluk hakkı, 15.Yönetime katılma hakkı, 16. Hukuk yollarının bulunması hakkı’.Öndül, Hüsnü, ‘İnsancıl Hukuka Giriş’, http://www.ihd.org.tr/insancil-hukuka-g/, erişim tarihi: 23.10.2016.
2) Savaş suçları için bkz. Tezcan, Erdem, Önok, Uluslararası Ceza Hukuku, Seçkin yayınları, 2009; Aydın, Devrim, ‘Uluslararası ceza hukukunun gelişimi’, Ankara Üniversityesi Hukuk Fakültesi Dergisi, c. 51, S. 4, (2002), s. 132-167; Qasim, Othman, Suhad, Savaş Suçları ve Uluslararası Ceza Mahkemesi, Yayımlanmamış Yüksek lisans tezi, Doğu Akdeniz Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Öğretim ve Araştırma Enstitüsü, Kıbrıs, 2014.
3) Anayasanın 38. maddesinde buna atıf yapılmıştır. Konu ile alakalı bkz. Zand, Joseph, ‘Savaş hukuku ve iç savaşın etkilerine yönelik ilk yasal düzenleme girişimlerinin değerlendirilmesi,’ İnönü üniversitesi hukuk fakültesi dergisi, c. 4, S. 1 (2013).
5) Savaşta yağma ve tecavüz suçlarının gelişimi için bkz. İnal, Tuba, ‘Savaş Hukukunda Tecavüz ve Yağmayı Yasakla(ma)yan Rejimler Lahey Sözleşmeleri (1899, 1907)’, Uluslararası İlişkiler Dergisi, c. 8, S. 29 (2011), s. 27-47.
6) Yamaner, Batur, Melike; Öktem, Emre, A.;Kurtdarcan, Bleda;Uzun, Mehmet, C.,12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre sözleşmeleri ve ek protokolleri, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, Yayın no: 42, İstanbul,t.y.. (https://www.icrc.org/eng/home/languages/turkish/files/sozlesmeleri-protokollericonventions-protocols.pdf) erişim tarihi: 8.10.2016. 
~~~~ * ~~~~

     l. Muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen kimseler, silâhlarını terk edenler ve hastalık, yaralılık, mevkufluk veya herhangi bir sebeple muharebe dışı kalanlar, ırk, renk, din ve akide, cinsiyet, doğum ve servet veya buna benzer herhangi bir kıstasa dayanan ve aleyhte görülen hiç bir tefrik yapılmadan insanî surette muamele göreceklerdir. Bu sebeple, yukarıda bahis konusu kimselere; aşağıdaki muamelelerin yapılması, nerede ve ne zaman olursa olsun, memnudur ve memnu kalacaktır:
     a) Hayata, vücut bütünlüğüne ve şahsa tecavüz, her nevi katil, sakatlanma, vahşice muamele, işkence ve eziyet,
     b) Rehine almak
     c) Şahısların izzeti nefislerine tecavüz, bilhassa hakaretamiz ve haysiyet kırıcı muameleler, 
     d)Medenî milletlerce elzem olarak tanınan adli teminatı haiz nizami bir mahkeme tarafından önceden bir yargılama olmaksızın verilen mahkûmiyet kararları ile idam cezalarının infazı

     2. Yaralı ve hastalar toplanacak ve tedavi edilecektir. Milletlerarası Kızılhaç Komitesi gibi tarafsız insani bir teşkilât, anlaşmazlık halinde taraflara hizmetlerini arz edebilecektir.’
     Aynı sözleşmenin 12 ve 13. Maddeleri erkek veya kadın askerlerin ve milis güçlerin tedavi edilmesini ve insani muamele görmelerini düzenlemekte, öldürülmeleri veya yok edilmeleri, işkenceye maruz bırakılmaları, üzerlerinde biyolojik tecrübeler yapılması, kasten tıbbî yardımdan mahrum edilmeleri veya bulaşıcı hastalık yahut enfeksiyon tehlikesine bırakılmalarını yasaklamaktadır.
     Aynı sözleşmenin 18. Maddesinde halka ve yardım kuruluşlarına gerekli iznin verilmesi düzenlenmektedir. 35. madde yaralı naklini koruma altına alırken, 46. Madde bunlara karşı misillemede bulunulmasını yasaklamıştır. 49. madde sözleşmeyi ihlal eden ve suç işleyenlerin cezalandırılması gerektiğini düzenlerken, 50. Madde cezalandırılması gereken suçları şöyle sıralamaktadır: ‘Taammüden adam öldürme, işkence veya biyolojik tecrübeler dahil gayriinsani muamele, kasdî olarak büyük ıstıraplara sebebiyet vermek veya insan sıhhatini veyahut vücut bütünlüğünü ağır surette haleldar etmek, malların, askerî zaruretlerin mâzur göstermeyeceği hallerde gayri meşru ve indî surette büyük ölçüde tasarrufu ve tahrip olunması.’
     Harp zamanında sivillerin korunmasına ilişkin ayrı bir Cenevre sözleşmesi (12 Ağustos 1949) bulunmaktadır. Bu sözleşmenin 3. Maddesi sivillerin korunmasını şöyle ifade etmektedir: ‘Madde 3…1. Silahlarını teslim eden silahlı kuvvetler mensuplarıyla hastalık, mecburiyet, mevkufiyet dolayısıyla veya diğer herhangi bir sebeple harp dışı olan kimseler de dahil olmak üzere, muhasamata doğrudan doğruya iştirak etmeyen şahıslara, bilcümle ahvalde, ırk, renk, din veya itikat, cinsiyet, doğum, servet veya bunlara mümasil diğer herhangi bir kıstasa dayanan gayri müsait fark gözetilmeksizin, insani muamele yapılacaktır.Bu bapta, yukarıda zikredilen şahıslara karşı her ne zaman her nerede olursa olsun, şu muamelelerde bulunmak memnudur:
     a) Hayatta veya beden bütünlüğüne kasıtlar, bilhassa her şekilde katil, tadili uzuv, zulüm, azap ve işkenceler,
     b) Rehine almalar,
     c) Şahısların haysiyet ve şerefine tecavüzler, bilhassa tehzil ve terzil edici muameleler,
     d) Nizami şekilde teessüs etmiş bir mahkeme tarafından ve medeni milletlerce zarurî addedilen adli teminat altında verilmiş hükümlere dayanmayan mahkûmiyetler ve idamlar.’ Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri 406
     2 Ağustos 1949 tarihliCenevre sözleşmelerine ekuluslararası silahlı çatışmaların mağdurlarının korunmasına ilişkin 1. Protokolün 11. Maddesinde hasım tarafın elinde bulunan ya da enterne edilmiş, gözaltına alınmış kişiler üzerinde kendi rızaları ile olsa dahi bedensel sakatlamalar, tıbbi ya da bilimsel deneyler, haklı gerekçeler dışında transplantasyon amacıyla doku ya da organ alma operasyonları gerçekleştirmek yasaklanmıştır. Aynı protokolün 15. Maddesinde sivil sıhhi ve dini personelin korunması gerektiği belirtilmiş; 35. Maddesinde ise kitlesel ölümlere yol açan veya gereksiz acıya neden olan silahların kullanımı ile doğal çevreye zarar veren silahların kullanımı yasaklanmıştır.Aynı protokolün 37. Maddesinde savaşta hainlik yasaklanırken savaş hileleri serbest bırakılmıştır. (1)
     Aynı protokolün 46. Maddesi casuslarla ilgili hükümleri düzenlemiş ve bunların savaş esiri sayılmayacaklarını ifade etmiştir. 48. Maddesinde sivil halk ile savaşçıların ayrılması gerektiği ifade edilmiştir.Aynı protokolün 50. Maddesi sivil kavramını açıklamış, sivil halkın, sivil olan tüm kişilerden oluşacağını belirtmiş, bir kişinin sivil olup olmadığı konusundakuşkular olması durumunda, söz konusu kişinin sivil sayılacağı ifade edilmiştir.
     Sivil halkın korunması 51. Maddede hüküm altına alınmıştır: ‘Madde 51… 2. Sivil halk ve bireysel olarak siviller saldırının hedefi olmayacaktır. Esas amacı sivil halk arasında terör yaymak olan şiddet hareketleriya da tehditleri yasaktır. (3). Siviller, muhasamatta doğrudan yer almadıkları sürece bu bölümile sağlanan korumadan yararlanacaklardır. (4). Ayrım gözetmeksizin yapılan saldırılar yasaktır.’
     Aynı protokolün 55. Maddesi doğal çevrenin korunması gerektiğine vurgu yapmış,savaş esnasında doğal çevrenin, kalıcı, yaygın, ciddi zararlara karşı korunacağını belirtmiştir.56. madde ise tehlikeli unsurları barındıran yapı ve tesislerin korunmasını düzenlemiştir: ‘Madde 56/1. Barajlar, su kanalları ve nükleer elektrik üretim tesisleri gibi tehlike arz eden unsurlar barındıran yapılar ya da tesisler, bir saldırının, buralardaki tehlikeli unsurların salıverilmesine ve sonuç olarak, sivil halk arasında ciddi kayıplara neden olacağı durumlarda, askeri hedef teşkil etseler dahi saldırıya hedef olmayacaktır.’
     Aynı protokolün 74. Maddesi Dağılmış ailelerin birleştirilmesini düzenlemiştir. 75/2. madde ise ister sivil isterse asker olsun tüm unsurlar tarafından yapılması yasaklanan fiilleri saymıştır: ‘Madde 75/2. Aşağıda yer alan fiiller, her yerde ve her zaman, ister sivil isteraskeri yetkililer tarafından gerçekleştirilsin yasaktır ve yasak kalacaktır:
     a) Kişilerin yaşamına, sağlığına, ya da fiziksel veya zihinsel sağlığına yönelik şiddet, özellikle:
     i) Adam Öldürme;
     ii) Fiziksel veya zihinsel, Her tür işkence;
     iii) Bedeni cezalar ve
     iv) Sakatlamalar;

     b) Başta küçük düşürücü ve aşağılayıcı muamele, zorla fuhuşve her tür ahlaksız saldırı olmak üzere, kişilerin onuruna yönelik her tür zulüm;
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hz. Peygamber, savaşı hile olarak nitelendirmiştir. Buhârî, Cihâd, 157 (hadis no: 3029-3030).
~~~~ * ~~~~

     c) Rehin alınması,
     d) Toplu infaz ve
     e) Yukarıdaki fiilleri işleme tehdidi.’

    Madde 75/4/b maddesi ise hukukun en temel yasağı olan yargısız infazı yasaklamakta, d fıkrası ise ceza hukukunun temel prensibi olan masumiyet karinesini düzenlemektedir: ‘…b) Hiç kimse bireysel cezai sorumluluğa dayanmadıkça bir suçtan dolayı hüküm giymeyecektir; d) Kendisine suç isnat edilen herkes hukuka uygun şekilde suçu kanıtlanana kadar masum sayılacaktır.’
     Aynı protokolün 76. Maddesi Kadınların korunmasını düzenlemiş, zorla fuhuş ve tecavüzü yasaklamıştır. ‘Madde 76/1. Kadınlar özel saygıya konu olacak ve özellikle ırza tecavüz, zorla fuhuş ve diğer her tür ahlak dışı saldırıya karşı korunacaktır.’ (1) 77. Maddesi çocukların korunmasını hüküm altına almıştır. 15 yaşına ulaşmayanlar da çocuk olarak değerlendirilmiştir. Madde 77/ 2: Çatışmaya taraflar, on beş yaşına ulaşmamış olan çocukların düşmanca davranışlara doğrudan katılmamalarına yönelik mümkün olan tüm önlemleri alacak ve özellikle askeri kuvvetlere alınmasından kaçınacaklardır. On beş yaşını geçmiş olmakla birlikte on sekiz yaşını doldurmamış kişilerin askere alınmasınailişkin olarak çatışmaya taraflar önceliği en yaşlılara vermeye özen göstereceklerdir.’
     12 Ağustos 1949 harp eserlerine yapılacak muamele ile ilgili Cenevre sözleşmesinin, 34. Maddesinde, esirlerin dinlerinin gereklerini ifa edebilmeleri ve uygun alanların bu amaçla tahsis edilmesi düzenlenmiş, böylece din ve ibadet hürriyeti tanınmıştır. 50. Madde esirlerin çalıştırılmalarına olanak tanımış ve çalıştırılabilecekleri alanları şöyle sıralamıştır: ‘
     a) Ziraat,
     b)Maden, makine ve kimya sanayiinden, nafıa işlerinden, askerî mahiyette veya askerî maksatlara matuf olan inşaat işlerinden gayri istihsal, istihraç veya imâl sanayii,
     c) Askeri mahiyette veya askeri maksatlara matuf olmayan nakliye ve levazım işleri,
     d) Ticaret ve sanat faaliyetleri;
     e) Ev hizmetleri,
     f) Askerî mahiyette veya askerî maksatlara matuf olmayan amme hizmetleri.’

     ULUSAL ÇATIŞMALAR
     12 Ağustos 1949 tarihliCenevresözleşmelerine ekuluslararası olmayan silahlı çatışma mağdurlarının korunmasına ilişkin8 Haziran 1977 tarihli2 nolu protokol ile iç savaş vb. durumlarda mağdur olanların uluslararası savaşlarda olduğu gibi korunması düzenlenmiştir. Halen Suriye’de sürmekte olan silahlı çatışmada bu protokolün uygulanması gerektiği alan uzmanları tarafından ifade edilmektedir.
     Bu protokolün girişinde insan hakları şöyle vurgulanmaktadır: ‘Yüksek Akit Taraflar, 12 Ağustos 1949 Cenevre Sözleşmelerinin ortak 3. Maddesinde kabul edilen insancıl ilkelerin uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışma durumunda insana karşı saygının temelini oluşturduğunu hatırlatarak,aynı zamanda insan haklarına ilişkin uluslararası belgelerinin insana temel bir koruma sunduklarını hatırlatarak, bu tür silahlı çatışma mağdurlarının daha iyi korunma altına alınmasını sağlama gereğini vurgulayarak,yürürlükteki hukuk tarafından öngörülmeyen durumlarda, insanın insanlık ilkelerinin koruması ve kamu vicdanının emirleri altında kalmaya devam ettiğini hatırlatarak,aşağıdaki hususlar üzerinde anlaşmaya varmıştır.’
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tecavüz, 1998’de Uluslararası Ceza Mahkemesini oluşturan Roma statüsü/sözleşmesi ile kesin olarak yasaklanmıştır. İnal, ‘Savaş Hukukunda Tecavüz ve Yağma’, s. 31.
~~~~ * ~~~~

     Protokolün uygulama alanı yani kapsadığı kişiler 2. Maddesinde şöyle ifade edilmiştir:
     Madde 2/1. Bu Protokol ırk, renk, cinsiyet, dil, din ya da inanç, siyasi ya da başka türlü düşünce, ulusal ya da sosyal köken, varlık, doğum veya diğer bir durum ya da diğer tüm benzer kriterler üzerine kurulu ayrımlar gözetilmeksizin 1. maddede tanımlanan silahlı çatışmadan etkilenen bütün kişilere uygulanır.’
     Protokolün 4. Maddesi temel hakları şöyle sıralamaktadır:
     ‘Madde 4/1. Özgürlükleri sınırlandırılmış olsun olmasın, muhasamata doğrudan katılmayan yada katılmaya son veren tüm kişilerin kişiliklerine, şereflerine, kanaatlarına ve dini ibadetlerine saygı gösterilmesini isteme hakları vardır. Her türlü durumda herhangi bir aleyhte ayrım gözetilmeksizin her türlü yerde insanca muamele göreceklerdir. Kimsenin hayatta kalmaması emrinin verilmesi yasaktır. 2. Yukarıdaki hükümlerin genel niteliğine halel gelmeksizin 1. Fıkrada belirtilen kişilere karşı yapılan aşağıdaki davranışlar her zaman ve her yerde kesinlikle yasaktır:
     a) Kişilerin canına, sağlığına fizik ya da manevi varlığına karşı şiddet, başta cinayet ve işkence gibi acımasız muameleler,sakatlama ya da her hangi bir bedensel ceza türü olmak üzere;
     b) Toplu cezalandırmalar;
     c) Rehine alınması;
     d) Terörist eylemler;
     e) Kişinin onuruna yönelik saldırılar, (1) özellikle aşağılayıcı ve küçük düşürücü muameleler, tecavüz, fuhşa zorlama ve çeşitli hayasız saldırı biçimleri;
     f) Kölelik ve her türlü köle ticareti;
     g) Yağmalama;
     h) Yukarıdaki eylemlerden herhangi birinin yapılacağına dair tehditte bulunma.

     3. Çocuklara gerek duydukları yardım ve bakım sağlanacaktır özellikle de:
     a) Dini ve ahlaki eğitim dahil olmak üzere, ebeveynlerinin yada ebeveynlerinin olmadığı durumlarda bakımlarından sorumlu kişilerin istekleri doğrultusunda eğitim alacaklardır;
     b) Geçici olarak birbirinden ayrılmış ailelerin birleştirilmesini kolaylaştırmak için gerekli tüm uygun tedbirler alınacaktır;
     c) Henüz on beş yaşını doldurmamış çocuklar silahlı kuvvetlerce veya silahlı gruplarca silah altına alınmayacak ve muhasamata katılmalarına izin verilmeyecektir…’

     Protokolün 5. Maddesi kadınların ayrı alanlarda ikamet ettirilmelerini düzenlemektedir: ‘Madde 5/2
     a) Bir aileye mensup kadın ve erkeklerin bir arada yerleştirildiği durumlar dışında, kadınlar erkeklerinkinden ayrı yerlere yerleştirilecek ve hemcinslerinin yakın gözetiminde olacaklardır.’
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Terörle mücadelede, insan hakları ve hukukun gerekliliği hakkında bkz. Aydın, Gökhan, Oğuz,‘İnsan hakları hukuku ve insancıl hukuk çerçevesinde terörle mücadelede işkence yasağı’, Türkiye Adalet Akademisi Dergisi, S. 20 (2015), s. 595-626.
~~~~ * ~~~~

     Protokolün 6. Maddesi ise ceza hukukunun temel prensiplerine atıf yapmakta ve yargısız infazı yasaklamaktadır. ‘Madde 6/2. Bağımsızlık ve tarafsızlık temel güvencelerini sunan bir mahkemece önceden verilmiş bir karar olmaksızın, bir suçtan dolayı,suçlu bulunan kimseye hüküm verilmeyecek ve cezası infaz edilmeyecektir.
     b) Hiç kimse bireysel cezai sorumluluk durumları dışında bir suçtan dolayı mahkum edilemez,
     d) Kendisine suç isnat edilen herkes suçu hukuka uygun şekilde kanıtlanıncaya kadar suçsuzdur.’

     9. madde Tıbbi ve dini personelin korunmasını düzenlerken 13. Maddesi sivil halkın korunmasını düzenlemektedir.
     Protokolün 14. Maddesi Sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan malzemenin korunmasını düzenlemektedir. ‘Madde 14- Sivilleri aç bırakmayı çatışma yöntemi olarak kullanmak yasaktır. Bu nedenle, gıda maddeleri, gıda maddelerinin yetiştirildiği tarım alanları, ekinler, hayvanlar, içme suyu tesisleri ve depoları ve sulama tesisleri gibi sivil halkın hayatta kalması için vazgeçilmez olan mallara saldırmak, bunları yok etmek, yerinden kaldırmak ve kullanılamaz hale getirmek yasaktır.’
     Protokolün 15. Maddesi ise sivil halkı tehlikeye atan yapı ve tesislerin korunmasını şart koşmaktadır. ‘Madde 15- Başta baraj, su kanalları ve elektrik enerjisi üreten nükleer enerji santralleri gibi tehlikeli güçler içeren yapılar ya da tesislere saldırı tehlikeli maddelerin açığa çıkmasına ve bunun sonucunda sivil halk arasında ciddi kayıplara yol açacaksa, askeri hedef teşkil etse bile saldırı hedefi olmayacaktır.’
     Cenevre sözleşmelerini ve ek protokolleri özetleyecek olursak, ister uluslararası bir savaş isterse iç çatışma olsun, siviller, dini ve tıbbi personel ve doğa korunmalı; esirlere insani muamele yapılmalıdır. İslam hukuku ise bu düzenlemeleri 1400 sene önce yapmıştır. Batının bu konuda çok geç kaldığı söylenebilir. Üzülerek ifade etmek gerekirse, ne Batılılar ne de son dönem Müslüman olduğunu iddia eden terör grupları bu düzenlemeleri dikkate almaktadırlar.

     SONUÇ
     Tüm diplomatik çabalar bitirilmeden ve her yol denenmeden korkunç durumlara sahne olan savaşa başvurulmamalıdır. Savaş kaçınılmaz olursa, ahlaklı ve kurallı bir çatışma sağlanmalıdır. İnsan bütünlüğünü korumayı esas alan insancıl ilkeler göz ardı edilmemelidir. Tahribatın sınırlı tutulması, katliam yapılmaması, zaruri olmayan öldürmeden uzak kalınması, savaşçı ve sivil ayrımı yapılması, savaşa katılmayan çocuk, kadın, din adamı, sağlıkçı gibi sivillerin hedef alınmaması, esirlere insani muamele edilmesi, fuhuş, tecavüz ve işkenceden uzak durulması, doğanın korunması yani ahlaklı, adil ve insancıl bir savaş sürdürülmesi hem İslam hukukunun hem de çağdaş hukukun istemleri arasındadır.Bu kuralları ihlal edenlerin yani savaş suçu işleyenlerin ulusal veya uluslararası mahkemelerde yargılanmasının mutlaka sağlanması gerekir.Aksi halde, insanların ve toplumların hukuka olan güvenleri yok olur. Hukuk tanımayanlar, bir gün Uluslararası Yanlış Algılar ve Doğru İslam Sempozyumu Bildirileri 410 hukukun kendilerine de lazım olacağını bilmelidirler. Grotius’un ifadesiyle, ‘doğal hukuk ile uluslararası hukuku çiğneyen bir ulus da, gelecekte kendi barış ve dirliğinin savunma duvarlarını yıkmaktadır.’ (1)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Grotius, Savaş ve Barış, s. 9
~~~~ * ~~~~
 
bus

15 Temmuz 2021 Perşembe

TEFSİR / Tefsirde Yozlaşmaya Bir Örnek Olarak İnsanın Yaratılışı Meselesine Getirilen Sübjektif Yorumlar / Sayfa 379 - 394

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 379 - 394
(Bu bölümde metnin
İngilizce'si de vardı,
buraya o kısmı almadık.)
TEFSİR
Tefsirde Yozlaşmaya Bir Örnek Olarak
İnsanın Yaratılışı Meselesine Getirilen
Sübjektif Yorumlar
Avnullah Enes ATEŞ *

     Özet
     İnsanlığın var edilişi, belki de en çok sorgulanan ve hakkında en çok konuşulan meselelerdendir. Felsefi düşünce ve kuramların bu konuda söylediklerinin yanında semâvî ve yerel dinler de insanlığın yaratılışı ve çoğalmasıyla ilgili müntesiplerine bilgiler sunmuştur. Semâvî vahyin son ürünü olan ve sonrasında yeni bir vahiy ürünü kitabın olmayacak olduğu Kur’an da bu anlamda, ilk insanın yaratılış ve çoğalmasıyla ilgili net bilgiler vermiştir. Son dönemlerde yeniden gündeme getirilen ve sözüm ona Kur’an’a dayalı olduğu söylenen ilk insanın yaratılışıyla alakalı farklı görüşler ileri sürülmüş; ilk insanın Âdem (a.s) olmadığı, onun da babasının olduğu, insanların çoğalmasının bir anne ve babadan olamayacağı, Âdem kelimesinin bir türü ifade ettiği vb. iddialar Kur’an’dan temellendirilmek istenerek savunulmuştur.
     Aslına bakılırsa tüm bu iddialar, bu kimselerin kendi ön kabullerini Kur’an’a söyletme çabasından başka bir şey değildir. Kur’an’ın sarih olarak ifade ettiği bu konuları tartışma sahasına çekmenin, bu sarâhate dayalı söylenen görüşleri israiliyyat kabilinden saymanın ve küçümsemenin ilmi tutarlılık açısından bir izahı gözükmemektedir. “Vusulsüzlüğümüz usülsüzlüğümüzdendir” sözünün yansıması olarak mefhûmun mantuka tercih edildiği, usül ihlallerinin yapıldığı, ilmi kriterlerin görmezden gelindiği bu muhâlif görüşlerden insanın belli bir topluluk olarak yaratıldığı iddiası, münâzaranın; iltizâm edilmeyenle ilzâm edilemez, yani; kabul etmediği bir delille kimse kabule zorlanamaz kuralınca sadece Kur’an temelli ele alınıp incelenecektir. Öncelikle ilk insanla ilgili öne sürülen bu muhâlif görüşler ve dayanakları zikredilecek, sonrasında bunlar Kur’an ekseninde değerlendirilecektir. Bu değerlendirmeler esnasında da yapılan usül ve mantık hataları, devir ve teselsülü gerektiren önermeler belirtilerek “Ben demiyorum; Kur’an diyor” sözünün arkasına sığınılarak Kur’an’a söyletilen sübjektif yorumların tefsirde nasıl bir yozlaşmayı beraberinde getirdiği somut bir örnekle ortaya koyulmaya çalışılacaktır.
     Giriş
     İnsanlığın yaratılışıyla ilgili Kur’an temelli iki farklı görüş bulunmakta; bu iki görüşün altında da birbirinden farklı görüşler zikredilmektedir. Birinci görüş; insanların evrim sonucu başka varlıklardan tekâmül ederek oluştuğu, ikinci görüş ise insanların kendi cinslerinden türediğidir. İkinci görüş de, insanların tek bir insandan yaratılıp çoğaldıkları görüşü ile insanların belirli bir sayıda toplu bir şekilde yaratılıp çoğaldıklarını ifade eden görüş olarak ikiye ayrılır. “Evrim Teorisi” olarak bilinen ilk görüşün, yaratılışı inkâr edenler nezdinde revaç bulması yadsınacak bir şey olarak görülmeyebilir ancak yaratma kaydı koyulmak sûretiyle bu görüşün bazı Müslümanlar tarafından savunuluyor olması ve bunun Kur’an’dan temellendirilmeye çalışılması şaşırtıcıdır. İkinci görüş altında zikredilen görüşlerin ilki Kur’an’ın insanların yaratılışıyla ilgili sarih olarak ifade ettiği görüştür ki; modern çağı saymazsak nüzul çağından günümüze Müslümanlar arasında neredeyse tartışmasız kabul edilen görüş budur. Diğeri ise, kanaatimize göre, kadının erkekten yaratılışını bir zül olarak görenlerin görüşleriyle, bir insandan türemenin ensest ilişkiyi, hatta kişinin kendi parçasıyla evliliğini gerektireceği sebebiyle böyle bir türemenin insanlık onuruna yaraşmadığını söyleyenlerin görüşleridir.
     Bildiride insanlarının belli bir topluluk olarak yaratıldığı iddiasının temellendirilmesinde kullanılan ayetler ve tevilleri ele alınacak, sonrasında bu görüşlerin tarihi arka planı tespit edilip Kur’an temelli bu görüşler tetkik edilecektir.

     1. İlgili Ayetler ve Yorumları
     İnsan türünün yaratılışıyla alakalı en çok konuşulan ve yorumlanmaya çalışılan ayet Nisâ sûresinin ilk ayetidir. Bu ayette tüm insanlara seslenilmekte ve nasıl yaratıldıkları kendilerine hatırlatılarak Allah’tan sakınmaları gerektiği söylenmektedir. Bu ayet doğrudan insanlara nasıl yaratıldıklarını açıklayan bir anlama sahip olduğundan bu ayet yorumlanmadan insanın yaratılışıyla ilgili farklı yorumlar yapılamamaktadır. Dolayısıyla bu konuda en çok yorumlanan ayet de budur. Ayetin metni şöyledir:
     “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve o ikisinden birçok erkekler ve kadınlar yayan rabbinizden sakının.” (1)
     Modern çağdaki birkaç istisna dışında ayette geçen “bir tek nefis” ifadesini selef-halef müfessirler Âdem (a.s) olarak tefsir etmişlerdir (2).
     Bu denli büyük bir görüş birliğine rağmen bu görüşü kabul etmeyenler bu ifadeyi “öz, maya, hücresel bir yapı” olarak yorumlamışlar (3) , insanların bir erkek ve dişiden yaratıldığını ifade eden Hucurât sûresinin 13’üncü ayetini de bu ayete uyarlayarak tevil etmeye çalışmışlardır. Ayet-i kerîme şöyledir:
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Yrd. Doç. Dr. Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, İslami İlimler Fakültesi, Arap Dili ve Belagati Öğretim Üyesi.
1) Nisâ 4/1.
2) Mücâhid, Ebu’l-Haccâc el-Mahzûmî, Tefsîru Mücâhid, thk. Muhammed Abdüsselâm Ebu’n-Nîl, Mısır, Dâru’l-Fikri’l-İslâmiyyi’l-Hadîse, 1410/1989, s. 265; Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Me‛âni’lKur’ân, thk. Ahmed Yûsuf en-Necâtî ve diğerleri, Mısır, Dâru’l-Mısriyye, t.y, I, 250; Zeccâc, Ebû İshāk İbrâhîm b. es-Serî, Me‛âni’l-Kur’ân ve i‛râbuh, thk. Abdulcelil Abduh Şiblî, Beyrut, ‛Âlemu’l-Kütüb, 1408/1988, II, 5; Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmü‛u’l-beyân ‛an te’vîli âyi’l-Kur’ân,thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Beyrut, Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000, VII, 514; İbn Münzir, Ebû Bekir Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî, Tefsîru İbn Münzir, thk. Sa‛d b. Muhammed, Medîne, Dâru’l-Meâsir, 1423/2002, II, 547; İbn Ebî Hātim, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‛azîm, Suudi Arabistan, Mektebetü Nizâr Mustafâ el-Bâz, 1419, III, 852; Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtu ehli’s-sünne, thk. Mecdî Bâselûm, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1426/2005, III, 3; Semerkandî, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed, Bahru’l-‛ulûm, thk. Muhibbuddîn Ebû Sa‛îd, Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1996, I, 278; İbn Ebî Zemenîn, Ebû Abdillâh el-Mâlikî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‛azîz, thk. Ebû Abdillâh Hüseyn b. ‛Ukkâşe, Mısır, el-Fârûku’l-Hadîse, 1423/2002, I, 344; Sa‛lebî, Ahmed b. Muhammed, el-Keşf ve’l-beyân ‛an tefsîri’l-Kur’ân, thk. Muhammed b. ‛Âşûr, Beyrut, Dâru İhyâi’tTürâsi’l-‛Arabî, 1422/2002, III, 241; Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-‛uyûn, thk. es-Seyyid b. Abdilmaksûd, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, t.y, I, 446; Kuşeyrî, Abdulkerîm b. Hevâzin, Letāifu’l-işârât, thk. İbrâhîm el-Besyûnî, Mısır, el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-‛Âmme, t.y, I, 312; Vâhidî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed, et-Tefsîru’l-basît, thk. İmam Muhammed b. Suud İslâm Üniversitesi doktora çalışması, Suudi Arabistan, İmam Muhammed b. Suud İslâm Üniversitesi İlmi Araştırmalar Dekanlığı, 1430, VI, 282; Sem‛ânî, Ebu’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed, Tefsîru’s-Sem‛ânî, thk. Yâsir b. İbrâhîm, Suudi Arabistan, Dâru’l-Vatan, 1418/1997, I, 393; Beğavî, Muhyi’s-sünne Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes‛ûd, Me‛âlümu’t-Tenzîl, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, 1420, I, 561; Zemahşerî, Ebu’l-Kāsım Muhammed ‛Amr, el-Keşşâf ‛an hâkāiki ğavâmidi’t-Tenzîl ve ‛uyûni’l-akāvîl fî vucûhi’tte’vîl, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛Arabiyye, 1407, I, 461; İbn ‛Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhak, elMuharrerü’l-vecîz fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‛azîz, thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed, Beyrut, Dâru’lKütübi’l-‛Arabiyye, 1422, II, 4; İbnü’l-Cevzî, Cemâluddîn İbnü’l-Ferec Abdurrahmân b. Ali, Zâdü’lmesîr fî ‛ilmi’t-tefsîr, thk. Abdurrezzâk el-Mehdî, Beyrut, Dâru’l-Kitâbi’l-‛Arabî, 1422, I, 366; Râzî, Fahruddîn Ebû Abdillâh Muhammed b. Ömer, Mefâtîhu’l-ğayb, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, 1420, IX, 475-476; ‛İzz b. Abdisselâm, Ebû Muhammed İzzüddîn Abdülazîz b. Abdisselâm, Tefsîru’lKur’ân, thk. Dr. Abdullâh b. İbrâhîm el-Vehbî, Beyrut, Dâru İbn Hazm, 1416, I, 301; Kurtubî, Ebû Abdillâh Muhammed b. Ahmed, el-Câmi‛u li ahkâmi’l-Kur’ân, thk. Ahmed el-Berdûnî, Kâhire, Dâru’lKütübi’l-Mısriyye, 1384, V, 2; Beydāvî, Nâsiruddîn Ebû Sa‛îd Abdullâh b. Ömer, Envâru’t-Tenzîl ve esrâru’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahmân, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, 1418, II, 58; Nesefî, Ebu’l-Berekât Abdullâh b. Ahmed, Medâriku’t-Tenzîl ve hakāiku’t-te’vîl, Beyrut, Dâru’l-Kelimi’tTayyib, I, 326; İbn Cezzî, Ebu’l-Kāsım Muhammed b. Ahmed el-Kelbî el-Ğırnâtî, et-Teshîl li‛ulûmi’tTenzîl, thk. Dr. Abdullah el-Hālidî, Beyrut, Dâru’l-Erkām b. Ebi’l-Erkām, 1416, I, 176; Hāzin, Alâuddîn Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-te’vîl fî me‛âni’t-Tenzîl, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1415, I, 337; Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf el-Endelûsî, el-Bahru’l-muhît, thk. Sıdkî Muhammed Cemîl, Beyrut, Dâru’l-Fikr, t.y., III, 494; Semîn el-Halebî, Ebu’l-Abbâs Şihâbuddîn Ahmed b. Yûsuf, ed-Dürrü’l-mesûn fî ‛ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn, thk. Ahmed Muhammed el-Harrât, Dimeşk, Dâru’l-Kalem, t.y., III, 551; İbn Kesîr, Ebu’Fidâ İsmâil b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‛azîm, thk. Sâmi b. Muhammed, Medîne, Dâru Taybe, 1420/1999, II, 206; İbn Âdil, Ebû Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali el-Hanbelî, el-Lübâb fî ‛ulûmi’lKitâb, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1419/1998, VI, 140; Se‛âlebî, Ebu Zeyd Abdurrahmân b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-hisân fî tefsîri’l-Kur’ân, thk. Muhammed Ali, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, t.y., II, 159; Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekir, edDürrü’l-mensûr, Beyrut, Dâru’l-Fikr, t.y., II, 423; Ebu’s-Su‛ûd, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa, İrşâdü’l-‛akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-kerîm, Beyrut,Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, t.y., II, 138; Âlûsî, Şihâbuddîn Mahmud b. Abdillâh, Rûhu’l-me‛ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‛azîm ve’s-Seb‛i’l-Mesânî, thk. Ali Abdülbâri, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1415, II, 392.
3) https://www.youtube.com/watch?v=EejTpHEyy_A Kaynak olarak verilen bu linkteki videoda Prof. Dr. Mehmet Okuyan, makalemizin konusu olan ‘İnsanların bir insandan yaratılmadığı’ iddiasını delilleriyle anlatmaktadır. Makalemizin yazıldığı tarihte sn. Okuyan’ın bu konuda henüz yazılı bir ifadesi olmadığından iddiaları ve delilleri bu linkle kaynak gösterilecektir. 
~~~~ * ~~~~

     “Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz sizi bir erkek ve dişiden yarattık ve sizi halklara ve kabilelere ayırdık ki tanışasınız. Ancak Allah katında en değerliniz, en çok (Allah’tan) sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilen ve her şeyden haberdar olandır.” (1)
     Burada geçen “zeker” ve “ünsâ” kelimelerinin nekire gelmesini, gerçek anlamda bir erkek ve dişiyi ifade etmediği; böyle olsaydı marife gelmesi gerektiği; bu nedenle bu kelimelerin hücresel anlamda erkek ve dişi bir yapıya işaret ettiği şeklinde yorumlamışlardır (2) . Dolayısıyla bu ayet, bu görüşü savunanlara göre bir önceki yorumu nakzetmemekte; aksine desteklemektedir.
     A‛râf sûresinin 11’inci ayetinde de insanların yaratılması ve tasvir edilmesi zikredildikten sonra Âdem’e secde emrinin gelmesini iddialarını destekler nitelikte kabul etmişlerdir. Ayette şöyle geçmektedir:
     “And olsun ki sizi Biz yarattık; sonra size sûretler verdik; sonra da meleklere ‘Âdem için secde edin’ dedik.” (3)
     Bu ayetin, insanların birlikte yaratıldıklarına; tek bir insandan çoğalmadıklarına delâlet ettiği ileri sürülmüştür. Gerekçe olarak da ayette geçen zamirlerin çoğul muhâtap sıygasında gelmesi gösterilmiş ve şöyle denilmiştir: Âdem’den insanlar yaratılmış olsaydı ‘Âdem’i yarattık’ denilirdi. İnsanların bir kısmı toplu olarak yaratılıp çoğaltıldıktan sonra insan cinsini temsil eden Âdem’e secde emredilmiştir (4).
     İnsanların bir insandan değil de toplu olarak yaratıldıklarına dair delil getirilen ayetlerden biri de Fātır sûresinin 11’inci ayetidir. Ayet-i kerîme şöyledir:
     “Allah sizi önce topraktan sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi eşler kıldı.” (5)
     Bu ayetin savunulan görüşe delili oluşu, çoğul muhatap sıygayla tüm insanların çiftler haline birlikte getirilmesidir. Yani; insanlar farklı çiftler olarak var edilmiş, sonra evlilikler sayesinde çoğalma vuku bulmuştur (6).
     Bir diğer ayet de Âl-i İmrân sûresinin 33’üncü ayetidir. Ayet-i kerîme şöyledir: “Şüphesiz ki; Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmrân ailesini âlemlerin üzerine seçmiştir.”
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hucurât 49/13.
3) A‛râf 7/11.
5) Fātır 35/11.
~~~~ * ~~~~

     Bu ayetin ilgili iddiaya dayanak oluşu, ‘seçme’ eyleminin topluluk içerisinde olması gerektiği düşüncesidir. Bundan dolayı Âdem (a.s) de bir topluluk içerisinden seçilmiştir (1) . İnsân sûresinin 2’nci ayeti de konuyu destekleyici nitelikte zikredilmektedir. “Şüphesiz ki Biz insanı karışım hâlindeki bir spermden yarattık.” (2)
     Bu ayetten, Âdem (a.s)’ın babasının olduğu, çünkü insanın nutfeden yaratıldığını ifade eden bu ayette geçen ‘insan’ cinsine Âdem (a.s)’ın da girdiği, bu nedenle Âdem (a.s)’ın da nutfeden yaratılmış olacağı sonucu çıkarılmıştır (3).
     İnsanların bir tek insandan çoğalmadığına dair öne sürülen deliller ve yorumları, insanların ensest ilişki ya da insanın kendi parçasıyla evlenmesi sonucu çoğalması fikrinin önüne geçmesi sebebiyle ortaya atılmıştır (4).
     Temelde bu iddialar, bir hakikatin ortaya çıkarılması amacından çok önceden zihinde kabul edilmiş bir yargının Kur’an’a söyletilmesi amacını taşıyor gibi gözükmektedir. Delillerin değerlendirileceği başlıkta görüleceği gibi bu deliller birbirine zorla yamalanmış bir bohça gibi durmakta, bir yeri kapatılırken diğer yeri açılıvermektedir.
     İnsanların Âdem (a.s)’dan yaratılmadığı, Âdem (a.s)’ın da babasının olduğu iddiasının tarihi arka planına öncelikle değinilecek sonra tüm bu iddialar ve delilleri makalenin üçüncü başlığında değerlendirilecektir.

     2. İddianın Tarihi Arka Planı
     Âdem (a.s)’ın ilk insan olmadığı, ondan önce başka Âdem’lerin de olduğu görüşü yeni bir iddia değildir. Bursevî (ö.1127 h.), Rûhu’l-Beyân adlı tefsirinde, Âdem (a.s)’dan önce başka Âdem’lerin bulunduğu görüşünü İbn Arabî’ye (ö.638 h.) isnat etmektedir. İbn Arabî’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye adlı eserinde zayıf bir hadis naklettiğini, bu hadiste babamız Âdem (a.s)’dan önce bin küsür Âdem’in yaşadığının söz konusu edildiğini söylemektedir. Ayrıca İbn Arabî’nin Kâbe’yi tavaf ettiği sırada keşfen bir takım insanlar gördüğünü ve onlarla arasında geçen diyaloğa göre onların Âdem (a.s)’dan kırk bin sene önceki ataları olduğunu söyledklerini nakletmektedir (5). 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
2) İnsân 76/2.
5) Bursevî, İsmâil Hakkı b. Mustafâ el-İstânbûlî, Rûhu’l-beyân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, t.y, VIII, 405.
~~~~ * ~~~~

     Burada hemen belirtelim ki; Bursevî, İbn Arabî’ye isnat ettiği bu görüşü desteklese de ne kendisi ne de İbn Arabî insanların toplu yaratıldıklarını söylememektedir. Nitekim hem İbn Arabî (1) hem de Bursevî (2) insanların bir anne ve babadan türediğini söylemektedirler. Buradan da anlaşılan, bu iki zatın, insanların yaratılışının bir ana-babaya dayandığına inandıklarıdır. Her ne kadar birden çok Âdem olduğu fikrini söyleseler de tüm bunlar bir ana-babaya dayanmaktadır.
     Menâr tefsirinde Reşid Rızâ (ö.1354 h.); insanların bir tek insandan yaratılmadığı, farklı renkleri ve ırkları oluşturan insan sınıflarının yaratıldığı ve bunlardan insanların çoğaldığı îmâsında bulunur. Tek nefisten kastın, insanın yaratıldığı maya, cins olduğunu, o aynı cinsten de eşinin yaratıldığını; yoksa bilinen bir kişinin kastedilmediğini söylemektedir. Bilinen bir ana-baba olsaydı, nefis kelimesi ve ondan ve eşinden çoğaltılanlar için nekire olarak erkekler ve bayanlar denilmeyeceğini ileri sürmektedir. Ayrıca Kur’an’da tek nefsin Âdem olduğunu açıkça belirten bir delilin olmadığını da iddia etmektedir (3). Yine klasik görüşü savunan ulemâdan bazılarının da bunu kabul ettiği izlenimini vermeye çalışmaktadır (4). Âlûsî’ye (ö.1270 h.) isnat edilen Âdem’lerin teaddüdü meselesini yanlış yorumlar (5). Hâlbuki Âlûsî bu meseleyi inkâr etmekte ve böyle inanmanın ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancında olmadığını belirtmektedir (6).
     Mustafâ el-Merâğî (ö.1364 h.) de benzer bir görüş sarfetmekte ve tek nefis ve ondan eşinin yaratılması ifadelerini, her insanın bir baba ve onunla insanlık cinsinde aynı olan bir anneden yaratıldığı şeklinde yorumlamaktadır. Bunun da el-Kaffâl’ın (ö.429 h.) yorumu olduğunu iddia etmektedir (7). Bu yorumu el-Kaffâl’dan Fahreddîn erRâzî (ö.606 h.) nakletmektedir. A‛râf 191 bağlamında Âdem (a.s) ile eşine şirk isnat edilen bazı rivayetleri izale etmek için söylenen bu yorumun (8) iddia ettikleri gibi insanların Âdem ve eşinden yaratılmadığına delil teşkil etmemektedir. Bağlamından koparılarak alınan bu yorumun kendi düşüncelerine dayanak yapmaları ilmi etikle bağdaşmamaktadır. Çünkü Râzî açıkça insanların Âdem (a.s) ve eşinden yaratıldığını tefsirinde ifade etmekte ve insanların Âdem (a.s)’dan çoğaldıkları konusunda icma olduğunu söylemektedir (9).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Arabî’nin Âdem’in ve Havvâ’nın yaratılışı ve bunlardan insanların çoğalmasıyla ilgili görüşleri hakkında geniş bilgi için bkz. İbn ‛Arabî, Muhyiddîn, el-Fütûhâtü’l-mekkiyye, thk. Dr. Osmân Yahyâ, elMektebetü’l-‛Arabiyye, 1405/1985, s. 747-754.
2) Bursevî’nin konuyla ilgili düşünceleri hakkında geniş bilgi için bkz. Bursevî, II, 159; III, 294; VII, 326.
3) Reşid Rızâ, Muhammed b. Ali, Tefsîru’l-Kur’âni’l-hakîm, Mısır, 1990, IV, 267.
4) Reşid Rızâ, IV, 265-266.
5) Reşid Rızâ, IV, 266-267.
6) Âlûsî, Rûhu’l-Me‛ânî, II, 391-392.
7) el-Merâğî, Ahmed b. Mustafa, Tefsîru’l-Merâğî, Mısır, 1395, IV, 175.
8) er-Râzî, XV, 427-428.
9) er-Râzî, IX, 477-478.
~~~~ * ~~~~

     Sonuç olarak insanların belli bir topluluk olarak bir arada yaratıldığı iddiası günümüzde ortaya atılmamıştır. Yukarıda nakledildiği gibi yakın geçmişte benzer iddialar olmuştur. Bu iddiaların Kur’an ayetleriyle bağdaşmadığı hem nakli hem de akli olarak izah edilmeye çalışılacaktır.

     3. İddianın Tahlil ve Tenkidi
     Nisâ sûresinin ilk ayetiyle ilgili söylenenler Kur’an’dan temellendirilemeyecek nitelikte indi yorumlardır. Ayette geçen ‘nefis’ kelimesine ‘öz’anlamının verilmesi, bu özden eşinin yaratıldığını ancak burada erillik-dişilliğin hücresel olduğunu söylemek, sonra da bu hücresel yapılardan hakiki anlamda birçok erkek ve kadın yayıldığını iddia etmek hem ayetin kendi iç bağlamına hem de Kur’an’ın genel bağlamına uymamaktadır. A’râf sûresinin 189’uncu ayeti bu ayetteki ‘nefsin’ ne olduğunu beyan etmektedir. Ayeti kerîme şöyledir:
     “O, sizi bir nefisten yaratan ve kendisiyle sükûna ersin diye de ondan eşini yaratandır.”
     Bu ayet, biz insanların yaratılış olarak dayandığımız ilk insan ve eşinin bizim gibi insan olduğunu, iddia edildiği gibi hücresel bir öz ya da yapı olmadığını açıkça ifade eder. Ayette ‘bir nefsin’ teskin olması için eşinin kendisinden yaratıldığı ifade edilmekte ve bu gerekçelendirme yapılırken müzekker bir zamire isnat yapılmaktadır. Bu da açıkça ‘bir nefsin’ cinsiyet olarak erkek olduğunu gösterir.
     Ayrıca Nisâ sûresinin ilk ayeti insanların ‘bir’ ‘nefis’ten yaratılmaya başlandığını özellikle vurgulamakta, sonra o ‘bir’ ‘nefis’ten eşinin yaratıldığını ve o ikisinden de diğer insanların yayıldığını belirtmektedir. Bunu yaparken de özellikle ikil zamiri kullanılarak durum pekiştirilmektedir. Bu durumda ilk insanın yaratılışı ile diğer insanların yaratılışının bir olmadığı ortaya çıkmaktadır. İlk insanın yaratılışıyla ondan yayılan insanların yaratılışı şu ayetin ifadesine göre birbirinden farklıdır:
     “O ki; yarattığı her şeyi güzel yapmış, insanın yaratılışına da balçıktan başlamıştır. Sonra onun neslini değersiz bir sudan süzülmüş bir maddeden meydana getirmiştir.” (1)
     Bu ayet, ilk insanın balçıktan yaratıldığını, neslinin ise ‘değersiz bir sudan süzülmüş bir madde’ olan meniden yaratıldığını açıkça söylemektedir. O halde insanlığın toplu yaratıldığı ya da evrim sonucu başka bir varlıktan tekâmül ettiği iddiaları Kur’an’la örtüştürülemeyecek bir iddiadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Secde 32/7-8.
~~~~ * ~~~~

     İnsanların toplu olarak yaratıldığını iddia edenlerin dayanak kabul ettikleri diğer bir ayet olan Hucurât 13’e gelinirse orada da ‘bir erkek’ ve ‘bir dişi’den yaratılış söz konusu edilmiştir. İlgili ayette geçen رُذ ve أنثى kelimelerinin nekire gelmesinden dolayıbu erkek ve dişinin bilinen Âdem ve Havva olamayacağı iddiası ilmi hiçbir dayanağı olmayan bir iddiadır. Şahısların değil de vasıf ve durumların ön plana çıkartılmak istendiği bir makamda ‘o erkek ve dişiden’ denilemezdi zaten. İnsaların mahiyet olarak bir erkek ve dişiye intisapları söz konusu edildiğine göre; yani yaratılış durumları vurgulanarak birbirlerine nesepsel üstünlük duyguları izale edilmeye çalışıldığına göre (1) bahsi edilen kelimelerin nekire gelmesi maksat gereğidir. Bu kullanımın benzeri Kur’an’ın birçok farklı ayetinde de bulunur. Şu ayetleri bu anlamda değerlendirebiliriz: “Güzel bir yurt ve bağışlayıcı bir Rab…” (2)
     Bu ayetin başında Sebe yurdundan bahsedilmiş, ayetin sonunda da yurdun niteliğini öne çıkarılmak için nekire bırakılmıştır. Aynı şekilde ayetin baş tarafında ‘Rabbinizin rızkından yeyin ve O’na şükredin’ denilmiş ve ayetin sonunda O rabbin bağışlayıcılık vasfı öne çıkarılmak için nekire getirilmiştir. Bu tazim içindir (3)
     “Rahîm bir Rabbin sözü olarak onlara ‘selam’ denilir.” (4)
     Bu ayet-i kerîmede, cennet ehline Allah tarafından selam verileceği, onlara esenlik dileneceği anlatılmakta, ‘rab’ kelimesi nekire getirilmek suretiyle selamın kaynağı olan ‘rab’in yüceliğine vurgu yapılmaktadır5 . Bu ve benzeri kullanımlar, her nekirenin bilinmezlik için olmadığını gösterir. İsimlerin nekire olarak getirilmesinin birçok anlam bulunur. Belagat kitaplarında bu konu müstakil olarak işlenir (6) . ِم ى ْن ذَ ayetteki ilgili Ayrıca ْنثَ ُ أ و َر َُ ٍifadesiyle, her insanın bir ana-babadan yaratıldığı da anlaşılabilir (7).
     Bu durum da tüm insanların başlangıç olarak bir anne ve babaya intisap etmelerine engel teşkil etmez. Sonuç olarak insanların bir başlangıcı olacak ve bu başlangıç konumundaki insanın bir anne ve babası olmayacaktır. Nisâ sûresinin ilk ayetindeki ‘bir nefis’ten tüm insanların yaratıldığı geçmişti. O halde ‘bir nefis’ ile insanın yaratılışı başlamakta ve eşinin de kendisinden yaratılmasından sonra bahsi edilen ayetteki sistem devreye girmekte; yani insanlar bir erkek ve kadın vesilesiyle yaratılmaktadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn ‛Âşûr, XXVI, 258.
2) Sebe 34/15.
3) İbn ‛Âşûr, XXII, 168.
4) YâSîn 36/58.
5) İbn ‛Âşûr, XXIII, 44.
6) Geniş bilgi için bkz. Kazvînî, Muhammed b. Abdirrahmân b. Ömer, el-Îdâh fî ‛ulûmi’l-belâğa, thk. Muhammed b. Abdülmün‛im Hafâcî, Dâru’l-Cîl, Beyrut, t.y., II, 35-39.
7) Taberî, XXII, 309; Mâturîdî, IX, 337; İbn ‛Atiyye, V, 152; Râzî, XXVIII, 112; Beydāvî, V, 137.
~~~~ * ~~~~

     İnsanın toplu yaratıldığına dayanak olarak getirilmeye çalışılan A‛râf sûresinin 11’inci ayetinin yorumunda da ilmi kıriterler hiçe sayılarak subjektifliğe gidilmiştir. Kişisel fikirlerin Kur’an’a söyletilme çabasına bir örnek olan bu yorum kendi içerisinde çelişkiler taşımaktadır. Ayette ‘Muhakkak ki sizi yarattık, sonra tasvir ettik, sonra da meleklere ‘Âdem’e secde edin’ dedik’ buyurulmuştur. Bu ayette geçen ثم atıf harfinden dolayı önce insanların yaratılması sonra tasvir edilmesi sonra Âdem’e secdenin emredilmesi gerekirmiş. Hâlbuki ayette geçen ‘sizi yarattık’ ifadesinden birden çok insanın anlaşılması mümkün değildir. Çünkü ayetteki ‘siz’ zamiri elfâz-ı umumdan olup (1) ‘siz’ diye hitap edilen tüm insanları içerisine alır. Bu durumda da ayetin indiği dönemde henüz yaratılmayan insanlar bu yargıyı nakzeder. Tüm insanların yaratılması ve tasviri yapıldıktan sonra Âdem (a.s)’a secde emrinin gelmesi de hakikatle örtüşmemektedir. Böyle olsaydı daha henüz Âdem (a.s)’a secde edilme emrinin gerçekleşmemiş olması gerekirdi. Öyleyse ayette geçen ‘siz’ ile insanların değil ilk insanın kastedilmesi gerekir (2). Ayetin siyakı ve durumsal karine bunu zorunlu kılar. Burada ‘siz’ ifadesiyle ‘bir kısım insanlar kastedilmiştir’ de denilemez. Çünkü bu ifadeyi bu şekilde tahsis edecek bir delil yoktur.
     Fâtır sûresinin 11’inci ayetinin A‛râf 11’i desteklediğini söylemek de yersiz bir iddadır. Ayette ‘Allah sizi önce topraktan sonra nutfeden yarattı. Sonra da sizi eşler kıldı’ ifadesi geçmektedir. Eğer burada ‘siz’ ifadesiyle kastedilen tüm insanlar olsaydı, sonuç olarak tüm insanların hem topraktan yaratılması hem de nutfeden yaratılması söz konusu olacaktı. Ayrıca tüm insanların hem topraktan hem de nutfeden yaratıldıktan sonra çiftler kılınması söz konusu olamayacaktı. Çünkü zaten hepsi birlikte yaratıldığından, yaratıldığı andan itibaren çiftler halinde olacaklardı. Bu durumda bu ayette de ‘siz’ kelimesi ile umum ifade edilemez. Yani ‘siz’ kelimesiyle insanların tümü kastedilemez. Ancak burada ‘siz’ kelimesini tahsis edecek bir delil bulunmalıdır ki bu ifadeyle neyin kastedildiği anlaşılabilsin. Kur’an’ın bütüncül incelenmesinden sonra Âdem (a.s)’ın topraktan ve neslinin nutfeden yaratıldığını ifade eden onlarca ayet bu ve benzeri umum ifadelerini tahsis etmektedir. Bu ayetler bir sonraki başlıkta verilecektir.
     Bu ayetler, topraktan yaratılma konusunda ‘siz’ ifadesiyle kastedilenin Âdem (a.s), nutfeden yaratılanların ise onun neslinden gelen insanlar olduğunu ortaya koymaktadır. O hâlde bahis konusu ayette Âdem (a.s)’ın topraktan yaratıldığı, neslinin nutfeden yani Hucurât 13’de belirtildiği gibi bir erkek ve dişinin vesilesiyle yaratıldığı ve böylece çiflerin oluştuğu ifade edilmiş olmaktadır. İddia edildiği gibi bu ayetin mantıksal olarak insanların bir grup olarak toplu yaratıldıklarına dair en ufak bir ihtimal bile bulunmamaktadır. Dil, mantık ve naslar bunu kabul etmemektedir.      Ancak subjektif fikirler Kur’an’a söylettirilmeye çalışılırsa bunu istisna tutmamız gerekir ki bu da tefsirde bir yozlaşmadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Elfâz-ı umûm, isimlendirildiği tüm fertleri kapsayan lafızlardır. Çoğul lafızları bu kabildendir. Geniş bilgi için bkz. Serahsî, Şemsü’l-Eimme Muhammed b. Ahmed, Usûlü’s-serahsî, Dâru’l-Ma‛rife, Beyrut, t.y., I, 132-151.
2) Mâturîdî, IV, 367.
~~~~ * ~~~~

     Âdem (a.s)’ın seçildiğini ifade eden ayete dayanarak seçilme işleminin bir topluluk içerisinde olması gerektiği sonucunu çıkarmak ve buradan hareketle bunun, insanların belli sayıda bir topluluk olarak yaratılmış olmasını gerektirdiğini iddia etmek tam olarak taassüftür. Birinin Allah tarafından seçilmesi onunla birlikte başkalarının da maddi olarak var olmasını gerektirmez. Çünkü Allah’ın ilminde bilinen insanlar içerisinden de seçim olabilir. Ayrıca Âdem (a.s) yaratılıp kendisinden belli bir nesil oluştuktan sonra da Allah Teâlâ Âdem (a.s)’ı seçmiş olabilir. Bu ihtimaller söz konusuyken sanki sadece bir ihtimal üzerinden giderek zorunlu bir sonuca ulaşmak doğru değildir. Kaldı ki bu ihtimal Kur’an’ın Âdem (a.s)’ın yaratılışıyla ilgili naslarla çelişiyor. Bu nedenle hiç de dikkate alınmayacak bir seçenek olarak değerlendirilir.
     İnsân sûresinin ilk ayetini konuya delil olarak getirmek, mantık ve münazara ilminden nasibini almamış olmaktan kaynaklanan bir durumdur. Çünkü bu ayet ile Âdem (a.s)’ın da babası olduğunu iddia etmek, zorunlu olarak onun babasının da bir babasının olmasını, onun da bir babasının olmasını doğuracak ve bu devir ve teselsüle yol açacaktır. Devir ve teselsülle kurulan önerme muhal olduğundan yok hükmündedir (1) . Bu nedenle bu tür iddialara cevap verilmez; doğrudan iptal edilir (2).

     4. İlk İnsanın Âdem (a.s) Olduğunu İfade Eden Ayetler Kur’an’ın birçok ayetinde ilk insanın çamurdan yaratıldığından sarahatle bahsedilir. Bu insanın Âdem (a.s) olduğu ise ilgili ayetlerin siyakından ve diğer bazı ayetlerin beyanından anlaşılır. Öncelikle ilk insanın çamurdan yaratıldığını ifade eden ayetler incelenecek, sonra da bu insanın Âdem (a.s) olduğunu gösteren deliller arz edilecektir:
     “Hani Rabbin meleklere; ‘Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu tesviye edip kendisine ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın’ demişti de İblis hariç tüm melekler secde etmişti. İblis kibirlendi ve nankörlerden oldu.” (3)
     Bu ayette Allah Teâlâ ‘çamur’dan bir ‘beşer’ yaratacağını söylüyor. ‘Beşer’; erkek olsun kadın olsun tek bir insana denilir4 . O halde insan cinsi tek bir kişi olarak vücuda getirilmiştir. Bu tek kişinin erkek ya da kadın olma ihtimali de söz konusu değildir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Saçaklızâde, Muhammed, Velediyye, İstanbul, Âsitâne Kitabevi, s. 117.
2) Saçaklızâde, s. 117.
3) Sād 38/71.
4) Halîl b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân el-Ferâhîdî, Kitâbu’l-‛ayn, thk. Mehdî el-Mahzûmî, Dâru’l-Hilâl, Beyrut, t.y., VI,
~~~~ * ~~~~

     Çünkü ayette topraktan yaratılan bu ‘beşer’e meleklerin secde etmesi istenmektedir. Aynı konunun anlatıldığı farklı ayetlerde de topraktan yaratılıp kendisine melekler tarafından secde edilmesinin emredildiği kimsenin Âdem (a.s) olduğu açıkça zikredilir. Nitekim aşağıdaki ayetler bunlardandır:
     “Hani Biz meleklere; ‘Âdem’e secde edin’ demiştik de İblis hariç secde etmişlerdi. İblis kibirlenmiş ve nankörlerden olmuştu.” (1)
     “Hani Biz meleklere ‘Âdem’e secde edin’ demiştik de İblis hariç secde etmişlerdi. İblis; ‘Çamurdan yarattığın biri için secde eder miyim hiç?!’ demişti.” (2)
     Bu ve benzeri (3) ayetler, topraktan yaratılan ve kendisi için meleklerin secde etmesinin emredildiği ‘beşer’in Âdem (a.s) olduğunu tevile yer vermeyecek derecede açıkça gösterir. Ayrıca İsa (a.s)’ın babasız yaratılışını garipseyenlere Âdem (a.s)’ın yaratılışının örnek olarak gösterildiği ayet de meseleye ışık tutacak ayetlerdendir. Ayet-i kerîme şöyledir:
     “Şüphesiz İsa’nın Allah katındaki örneği Âdem gibidir; onu topraktan yarattı ve sonra da ona ‘Ol’ dedi ve o da oluverdi.” (4)
     Bu ayet, İsa (a.s)’ın babasız yaratılmasından dolayı Hıristiyanların şaşkına dönüp kendisini Allah’ın oğlu görmelerine bir cevap niteliğindedir. Allah katında İsa (a.s)’ın babasız yaratılması ile Âdem (a.s)’ın hem babasız hem de annesiz yaratılması benzer görülür. Hatta Âdem (a.s)’ın yaratılışının daha fazla hayreti mûcib olmasına bir telmih de bulunur bu ayette (5) . Ayetin konumuza ışık tutan yanı ise babasız yaratılma konusunda Âdem (a.s) ile İsa (a.s)’ın benzerliğidir. Âdem (a.s)’ın ismi açıkça zikredilerek topraktan yaratıldığı ayette zikredilmiş, böylece çamurdan yaratılan ilk ‘beşer’in Âdem (a.s) olduğu anlaşılmıştır. İnsanların Âdem (a.s)’dan yaratıldıklarını, nesep olarak ona intisap ettiklerini kanıtlayan delillerden biri de ‘Ey Âdem oğulları!’ ifadesinin geçtiği ayetlerdir (6).
     Bu ayetlerde tüm insanlara hitap edildiğinden, babalarının Âdem (a.s) olduğu sarahaten ifade edilmiş olur. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bakara 2/34.
2) İsrâ 17/61.
3) A‛râf 7/11; Kehf 18/50; TāHâ 20/116.
4) Âli İmrân 3/59.
5) Ferrâ, I, 219; Taberî, VI, 467-468.
6) A‛râf 7/26, 27, 31, 35, 172; İsrâ 17/70; YâSîn 36/60. 
~~~~ * ~~~~
     A‛râf sûresinin 27’nci ayetinde şöyle geçmektedir:
     “Ey Âdemoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için üzerlerinden elbiselerini çıkararak anne-babanızı cennetten çıkarttığı gibi sakın ha sizi de fitneye düşürmesin! Çünkü o ve yandaşları sizin onları görmediğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz ki Biz şeytanları iman etmeyenler için dost kıldık.”
     Ayette insanlar şeytan ve avanesinin hile ve desiselerine karşı uyarılmakta, onlara karşı dikkatli olunması salık verilmektedir. Tüm insanların uyarıldığı bu makamda ‘Âdemoğulları’ denilmesi ve ‘anne-babanızı cennetten çıkarttığı gibi’ ifadesinin kullanılması, açık bir şekilde insanların Âdem (a.s)’dan türetildiklerini gösterir. Kur’an’da şeytanla imtihan edilen, cennetten çıkarılan kişi ilk insan olan Âdem (a.s) olarak anlatıldığından bu ayetlerin de konuyu destekler nitelikte olduğu görülür.
     Bu ayetlerle birlikte Nisâ sûresinin ilk ayeti birlikte değerlendirildiğinde insanların ‘bir nefis’ten yaratılmasıyla Âdem (a.s)’ın kastedildiği net bir şekilde anlaşılır. Modern çağda birkaç istisna dışında tüm selef ulemanın görüşü de bu yönde olmuştur. Nitekim konuyla ilgili ayetler, bu mesele hakkında tartışmaya mahal olmayacak niteliktedir.

     Sonuç
     İnsan türünün yaratılışı Kur’an’da açıkça ifade edilmiştir. Buna göre insan türü, çamurdan yaratılan tek bir erkek ile yani Âdem ile vücuda gelmiş, ondan eşi yaratılmış ve o ikisinden de diğer tüm insanlar çoğalmıştır. Kur’an’da açıkça ifade edilen bu gerçekler yoruma açık olmayacak derecede nettir. Buna rağmen son dönemde subjektif yorumlarını Kur’an’a söyletmeye çalışan kimseler bu konudaki hem nakli hem de akli delilleri hiçe sayarak birilerine cevap verebilme endişesi ve korkusuyla insanların belli bir topluluk halinde yaratıldıklarını iddia etmişlerdir. İddia, muhali gerektirdiğinde yok hükmünde olur. Kur’an ayetlerinden hareketle bu iddiayı temellendirmek de olanaksızdır. Çünkü delil getirilen ayetler muhal olan devir ve teselsülü gerektirmektedir. Bu nedenle Kur’an’a dayalı bir yaratılış düşüncesinde bu iddiada bahsedilen durum söz konusu olamaz.
     İnsan türünün Âdem (a.s) ile vücuda gelmesinin, o ve ondan yaratılan eşiyle çoğalmasının ensest ilişkiyi gerektirmesi yadsınacak bir durum değildir. Kardeş evliliğinin insanların çoğalması için başka bir seçeneğin olmadığı durumda garipsenmesi, bugünün algısıyla meseleye bakmaktan kaynaklanmaktadır. İnanan bir insanın eşyaya bakışı yaratıcısının yönlendirmesine göre olmalıdır. O dönemde izin verilen bir uygulamanın sonrasında kaldırılması önceki uygulamanın yürürlükte olduğu dömen içinde kabul edilemez olmasını gerektirmez. Önceden haram olan birşeyin sonradan helal kılınması ya da aksi, farklı peygamberlerin uygulamaları arasında da olmuştur. Tevrat inmeden önce Yakub (a.s)’ın kendince haram kıldığı yiyecekler dışında tüm yiyeceklerin helal olması, İsa (a.s)’ın bir takım haram kılınan uygulamaları İsrailoğullarına helal kılması buna örnek olarak verilebilir. Kur’an da inmiş olduğu toplumda cari olan bir çok uygulamaya zaman içerisinde son vermiştir. Tüm bunlar, sonradan yasaklanan bir şeyin serbest olduğu dönem içinde kötü olmasını gerektirmediği gibi, yasak olan bir şeyin de sonradan serbest olduğu dönem içinde güzel olmasını gerektirmez. Kanaatimize göre burada bir şeyin iyiliği ya da kötülüğü dönemin şartları içinde değerlendirilmelidir.
     Sonuç olarak Kur’an’da açıkça ifade edilen insan türünün yaratılışı ve çoğalması konusunda farklı görüşler beyan etmek, iyi niyet taşımayan bir çaba olup hem nakil hem de akılla çelişmektedir. Ne Arap Dili kuralları ne de usül kriterleri bu farklı görüşleri Kur’an ile temellendirmeye izin vermemektedir. Bu konuda Kur’an ayetlerini birbirine eklemleyerek sübjektif görüşlere dayanak kılmaya çalışmak tefsirde yozlaşmadır.

     Kaynakça
* Âlûsî, Şihâbuddîn Mahmud b. Abdillâh, Rûhu’l-me‛ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l- ‛azîm ve’s-Seb‛i’l-Mesânî, thk. Ali Abdülbâri, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1415.
* Beğavî, Muhyi’s-sünne Ebû Muhammed el-Hüseyn b. Mes‛ûd, Me‛âlümu’tTenzîl, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, 1420.
* Bursevî, İsmâil Hakkı b. Mustafâ el-İstânbûlî, Rûhu’l-beyân, Dâru’l-Fikr, Beyrut, t.y.
* Ebû Hayyân, Muhammed b. Yûsuf el-Endelûsî, el-Bahru’l-muhît, thk. Sıdkî Muhammed Cemîl, Beyrut, Dâru’l-Fikr, t.y.
* Ebu’s-Su‛ûd, Muhammed b. Muhammed b. Mustafa, İrşâdü’l-‛akli’s-selîm ilâ mezâye’l-Kitâbi’l-kerîm, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, t.y.
* Ferrâ, Ebû Zekeriyyâ Yahyâ b. Ziyâd, Me‛âni’l-Kur’ân, thk. Ahmed Yûsuf enNecâtî ve diğerleri, Mısır, Dâru’l-Mısriyye, t.y.
* Halîl b. Ahmed, Ebû Abdirrahmân el-Ferâhîdî, Kitâbu’l-‛ayn, thk. Mehdî elMahzûmî, Dâru’l-Hilâl, Beyrut, t.y.
* Hāzin, Alâuddîn Ali b. Muhammed, Lübâbü’t-te’vîl fî me‛âni’t-Tenzîl, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1415.
* İbn Âdil, Ebû Hafs Sirâcuddîn Ömer b. Ali el-Hanbelî, el-Lübâb fî ‛ulûmi’lKitâb, thk. Âdil Ahmed Abdulmevcûd, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1419/1998.
* İbn ‛Arabî, Muhyiddîn, el-Fütûhâtü’l-mekkiyye, thk. Dr. Osmân Yahyâ, elMektebetü’l-‛Arabiyye, 1405/1985.
* İbn ‛Atiyye, Ebû Muhammed Abdulhak, el-Muharrerü’l-vecîz fî tefsîri’lKur’âni’l-‛azîz, thk. Abdusselam Abduşşâfî Muhammed, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l- ‛Arabiyye, 1422.
* İbn Cezzî, Ebu’l-Kāsım Muhammed b. Ahmed el-Kelbî el-Ğırnâtî, et-Teshîl li‛ulûmi’t-Tenzîl, thk. Dr. Abdullah el-Hālidî, Beyrut, Dâru’l-Erkām b. Ebi’l-Erkām, 1416.
* İbn Ebî Hātim, Ebû Muhammed Abdurrahmân b. Muhammed, Tefsîru’lKur’âni’l-‛azîm, Suudi Arabistan, Mektebetü Nizâr Mustafâ el-Bâz, 1419.
* İbn Ebî Zemenîn, Ebû Abdillâh el-Mâlikî, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‛azîz, thk. Ebû Abdillâh Hüseyn b. ‛Ukkâşe, Mısır, el-Fârûku’l-Hadîse, 1423/2002.
* İbn Kesîr, Ebu’Fidâ İsmâil b. Ömer, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‛azîm, thk. Sâmi b. Muhammed, Medîne, Dâru Taybe, 1420/1999.
* İbn Münzir, Ebû Bekir Muhammed b. İbrâhîm en-Nîsâbûrî, Tefsîru İbn Münzir, thk. Sa‛d b. Muhammed, Medîne, Dâru’l-Meâsir, 1423/2002.
* Kazvînî, Muhammed b. Abdirrahmân b. Ömer, el-Îdâh fî ‛ulûmi’l-belâğa, thk. Muhammed b. Abdülmün‛im Hafâcî, Dâru’l-Cîl, Beyrut, t.y.
* Kuşeyrî, Abdulkerîm b. Hevâzin, Letāifu’l-işârât, thk. İbrâhîm el-Besyûnî, Mısır, el-Hey’etü’l-Mısriyyetü’l-‛Âmme, t.y.
* Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed, Te’vîlâtu ehli’s-sünne, thk. Mecdî Bâselûm, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, 1426/2005.
* Mâverdî, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed, en-Nüket ve’l-‛uyûn, thk. es-Seyyid b. Abdilmaksûd, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛İlmiyye, t.y.
* el-Merâğî, Ahmed b. Mustafa, Tefsîru’l-Merâğî, Mısır, 1395.
* Mücâhid, Ebu’l-Haccâc el-Mahzûmî, Tefsîru Mücâhid, thk. Muhammed Abdüsselâm Ebu’n-Nîl, Mısır, Dâru’l-Fikri’l-İslâmiyyi’l-Hadîse, 1410/1989.
* Reşid Rızâ, Muhammed b. Ali, Tefsîru’l-Kur’âni’l-hakîm, Mısır, 1990.
* Saçaklızâde, Muhammed, Velediyye, İstanbul, Âsitâne Kitabevi.
* Sa‛lebî, Ahmed b. Muhammed, el-Keşf ve’l-beyân ‛an tefsîri’l-Kur’ân, thk. Muhammed b. ‛Âşûr, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, 1422/2002.
* Se‛âlebî, Ebu Zeyd Abdurrahmân b. Muhammed, el-Cevâhiru’l-hisân fî tefsîri’lKur’ân, thk. Muhammed Ali, Beyrut, Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-‛Arabî, t.y.
* Sem‛ânî, Ebu’l-Muzaffer Mansûr b. Muhammed, Tefsîru’s-Sem‛ânî, thk. Yâsir b. İbrâhîm, Suudi Arabistan, Dâru’l-Vatan, 1418/1997.
* Semerkandî, Ebu’l-Leys Nasr b. Muhammed, Bahru’l-‛ulûm, thk. Muhibbuddîn Ebû Sa‛îd, Beyrut, Dâru’l-Fikr, 1996.
* Semîn el-Halebî, Ebu’l-Abbâs Şihâbuddîn Ahmed b. Yûsuf, ed-Dürrü’l-mesûn fî ‛ulûmi’l-Kitâbi’l-meknûn, thk. Ahmed Muhammed el-Harrât, Dimeşk, Dâru’l-Kalem, t.y.
* Serahsî, Şemsü’l-Eimme Muhammed b. Ahmed, Usûlü’s-serahsî, Dâru’lMa‛rife, Beyrut, t.y.
* Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahmân b. Ebî Bekir, ed-Dürrü’l-mensûr, Beyrut, Dâru’l-Fikr, t.y.
* Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmü‛u’l-beyân ‛an te’vîli âyi’l-Kur’ân,thk. Ahmed Muhammed Şâkir, Beyrut, Müessesetü’r-Risâle, 1420/2000.
* Vâhidî, Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed, et-Tefsîru’l-basît, thk. İmam Muhammed b. Suud İslâm Üniversitesi doktora çalışması, Suudi Arabistan, İmam Muhammed b. Suud İslâm Üniversitesi İlmi Araştırmalar Dekanlığı, 1430.
* Zeccâc, Ebû İshāk İbrâhîm b. es-Serî, Me‛âni’l-Kur’ân ve i‛râbuh, thk. Abdulcelil Abduh Şiblî, Beyrut, ‛Âlemu’l-Kütüb, 1408/1988.
* Zemahşerî, Ebu’l-Kāsım Muhammed ‛Amr, el-Keşşâf ‛an hâkāiki ğavâmidi’tTenzîl ve ‛uyûni’l-akāvîl fî vucûhi’t-te’vîl, Beyrut, Dâru’l-Kütübi’l-‛Arabiyye, 1407.
 
bus

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...