23 Ağustos 2021 Pazartesi

TASAVVUF / Yanlış Şefaat Algılarını Düzeltmeye Bir Katkı Açısından Şefaatin Velayet ve Dua ile İlişkisi / Sayfa 557 - 572

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 557 - 572
TASAVVUF
Yanlış Şefaat Algılarını Düzeltmeye
Bir Katkı Açısından
Şefaatin Velayet ve
Dua ile İlişkisi
Vezir Harman *

     Özet:
     Allah, merhametlilerin en merhametlisi iken, otoritesinde bir ortağı bulunmuyorken, şefaat konusunu nasıl anlamamız gerekir? Allah'ın cehenneme attığı bir kimse şefaat ile cehennemden çıkabilir mi? Günahkâr bir müminin şefaatle cehennemden çıkmasını kabul etmek, Allah'tan daha merhametli bir varlık algısına sebep olur mu? Hayır ve iyilik tamamen Allah'ın elinde iken, şefaatle başkasından hayır ve iyilik beklemek mi söz konusudur? Bu vb sorular etrafında tartışılan şefaat meselesi konusunda ifrat, vasat ve tefrit şeklinde üç temel yaklaşım tarzı bulunmaktadır. Şefaat meselesinde ifrata meyledenler, Hıristiyanların Hz İsa’yı aşırı övmesinde olduğu gibi şefaatçiyi Allah’a rağmen bir kurtarıcı ve Allah’tan daha merhametli ilahî bir varlık gibi algılamaktadırlar. Bunun karşısında tefrite meyledenler, ifrata bir tepki olarak şefaati tamamen yok sayarak bu konudaki ayetleri bu anlayışlarına uygun şekilde tevil etmektedirler. Ehli Sünnet Kelamcıları ise bu konuda itidalli bir yaklaşım ortaya koyarak şefaatin dua ile izah etmektedirler. Bununla birlikte şefaat ile ilgili ayetlerdeki nefiy ve ispat üslubunu daha iyi kavramak için “evliya” ile ilgili ayetlerdeki benzer nefiy ve ispat üslubunun karşılıklı değerlendirilmesi gerekmektedir. bu tebliğimizde ifrata meyledenlere karşı “dua-şefaat” ilişkisi, tefrite meyledenlere karşı veli-şefaat” ilişkisi bağlamında cevap verilmektedir.

     Giriş:
     Kelam tarihi boyunca itidali yakalamaya çalışan Ehli Sünnet kelamcıları şefaatin belirli şartlarla mukayyed olarak sabit olduğunu savunmuşlardır. Şefaatin Allah izin verdikten sonra, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda vereceği, fakat kâfirlere fayda vermeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Hariciler ve Mutezile, dünyada tövbe edilmeyen günahın ahirette affedilmediğini ve cehennemden çıkışın söz konusu olmadığını savunduğu için şefaatin tövbe edenler hakkında cehenneme girmeden önce sabit olduğunu kabul etmişlerdir. (1)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Taftazânî, Şerhu’l-Akâid (Kelam İlmi ve İslam Akaidi), Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013, s. 218, 219.
~~~~ * ~~~~

     Dolayısıyla Mutezile’ye göre dünyada tövbe etmeyenlerin ahirette affedilmesi mümkün olmadığı için ahirette şefaatin de faydası yoktur. Hâlbuki Ehli Sünnete göre Allahu Teâlâ’nın vasıta olmaksızın affetmesi mümkün olduğundan peygamberlerin ve hayırlı kulların şefaatiyle yani duasıyla affetmesi evveliyat ile mümkündür. (1) Zira Cenabı Hak şöyle buyurmaktadır: “Şüphesiz ki Allah kendisine şirk koşulmasını mağfiret etmez. Bunun dışındakileri dilediği kimse hakkında mağfiret eder.” (2) Bu ayette kastedilen mağfiret tevbe edenler hakkında olsa şirki de dâhil etmek gerekirdi. Zira kişinin diğer günahlardan olduğu gibi, şirkten de vazgeçip tövbe ettiği takdirde mağfiret edileceği konusunda bütün âlimler icma etmiştir. (3)
     Haricilerin ve Mutezile’nin dar bir çerçevede ele alarak reddettikleri şefaat inancı ve algısı konusunda günümüzde farklı yorumlar ve yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Bu farklı yorumların ortaya çıkmasının temel sebepleri şefaat kavramının ve değerinin farklı algılanması, dünya ve ahiret şartlarındaki bazı farklılıkların göz ardı edilmesi, saf ve itidalli tevhid anlayışından uzaklaşılmasıdır.
     Bu yaklaşımlardan bazıları şunlardır: Bir yaklaşıma göre şefaat inancı Kur’ân’da reddedilmiş olup sonradan Kur’ân’a dâhil edilmiştir. Mutezile gibi bu yaklaşıma sahip kişiler Bakara süresi 48. ve 254. ayetlerindeki “şefaatin kabul edilmeyeceği ve şefaatin fayda vermediği gün” ifadelerini mutlak anlamda ele alarak tezlerini savunmaktadırlar. Onlara göre Kur’ân’da Allah’ın izin ve meşieti olmadıkça şefaatin mümkün olmayacağını ifade eden ayetler (4) şefaate izin verileceğine değil, aksine tevhide ve ilahî adalete ters olduğu için şefaate izin verilmeyeceğine delalet etmektedir. Dolayısıyla şefaatin sübutuna dair hadisler de Kur’ân’a aykırıdır. Başka bir yaklaşıma göre şefaat tedricî olarak kaldırılmıştır. Bunlara göre tedricilik sadece amelî hükümlerde değil, aynı zamanda itikadî hükümlerde de söz konusudur. Hâlbuki cumhur ulemaya göre itikadî hükümlerde nesh ve tedricilik yoktur. Zira Yunus süresi 18. ve Zümer süresi 3. ayetlerde belirtildiği gibi ilk inen sürelerde şefaatin Allah’a ait olduğu, Allah katında şefaatçi olarak kabul edilen putların fayda ve zarar veremeyecekleri açıkça ilan edilmiştir. (5)
     İnsanların zihinlerindeki şefaat algısının, sahip oldukları diğer imanî meselelerdeki algılarıyla ne kadar tutarlı olup olmadığı, üzerinde durulması gereken bir konudur. İki algı tutarsız görününce ya ikisinden biri yok sayılmaktadır. Ya da ikisi arasında bir telif yoluna gidilmektedir. Bu durumda öncelikli olarak asıl yapılması gereken, algının ne kadar doğru, tutarlı ve geçerli olup olmadığının araştırılmasıdır. Şefaat meselesinde vasat ümmete yakışır itidalli bir algıya katkı yapacağını umduğumuz şefaatin dua ve velayet kavramlarıyla ilişkisine değineceğiz.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nureddin Sabuni, el-Bidaye fi Usulud-din (Maturidiyye Akaidi), DİB Yayınları, Ankara, 2000, s. 165.
2) Nisa, 4/48.
3) İmam Matüridi, Tevilatu’l-Kuran, Tahkik: Macdî Baslum, Darul-Kütübil-İlmiyye, Beyrut, 1426/2005, 3/202.İmam Matüridî, Kitabu’t-Tevhid, Trc: Bekir Topaloğlu, İSAM Yayınları, Ankara, 2005, s. 479.
4) Bakara, 2/255. Sebe, 34/23.
5) Akif Akay, İslam İnancında Şefaat, (Basılmamış Doktora Tezi), Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2012, s. 306-320.
~~~~ * ~~~~

     1. Şefaat ve Dua ilişkisi: 
     “Şefea-yeşfeu” fiilinin masdarı olan şefaat, sözlükte “tek olan bir şeyi dengi veya benzerleriyle çift hale getirmek; yardım etmek ve halini sormak için başkasıyla bir araya gelmek; birinin önüne düşüp işini görmeye çalışmak; işinin görülmesi için birinin aracılığını istemek; vesile olmak ve dua etmek” anlamlarına gelip kendisi hakkında şefaatte bulunulacak kimsenin faydasına olacak bir şeye ulaşması, zararına olacak bir durumdan kurtulması veya bir ihtiyacının karşılanması için tazarru şeklinde talepte bulunmaktır. (1)
     İbn Manzur’a göre şefaat, şefaatçinin bir melikten başkası adına bir ihtiyacın karşılanması konusunda talepte bulunmasıdır. Bu açıdan şefaat talepte bulunmaktır. Bundan dolayı Müberred (ö. 286/900) ve Sa’leb’e (ö. 291/904) göre “O’nun izni olmadan O’nun katında kim şefaat edebilir” (2) ayetinde şefaat, “dua etmek” anlamındadır. (3) İmam Mâtürîdî’ye göre şefaat iki türlüdür. Birincisi, birinin konum ve derecesini başkasının yanında tasvir etmek amacıyla iyiliklerini dile getirmektir. İkincisi onun için dua etmektir. Birincisi, şefaate zemin hazırlayan bir statü taşımakta olup ahiret hakkında bir mantığı yoktur. Zira Allah her şeyin iç yüzünü en iyi bilendir. Şefaatin ikinci manası olarak öne sürülen dua anlamına gelince meleklerin günahkar müminlerin mağfiret edilmesi için yapacağı duada olduğu gibi (4) söz konusu vasıflara sahip olan kimse hakkında meleklerin dua edeceği ve sadır olabilecek hata ve günahlardan dolayı şefaat edilecekleri beyan edilmektedir. (5)
     Meleklerin müminlerin affedilmesi için nasıl dua ederek şefaatçi oldukları hususu Kuran’da şu şekilde sunulmaktadır: ”Arş'ı yüklenen ve bir de onun çevresinde bulunanlar (melekler), Rablerini hamd ile tesbih ederler, O'na iman ederler. Müminlerin de bağışlanmasını isterler: Ey Rabbimiz! Senin rahmet ve ilmin her şeyi kuşatmıştır. O halde tevbe eden ve senin yoluna gidenleri bağışla, onları cehennem azabından koru! (derler). "Rabbimiz, onları ve babalarından, eşlerinden, çocuklarından iyi olan kimseleri onlara söz verdiğin Adn cennetlerine sok. Şüphesiz, üstün olan, hüküm ve hikmet sâhibi olan sensin sen!" (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ragıp El-İsfehani, el-Müfredat fi Garibu’l-Kur’an, Tahkik: Safvan Adnan ed-Dâvudî, Darul-Kalem eşŞamiyye, Dimeşk, 1412, s. 457, 458; Tahanevi, Muhammed b. Ali, Mevsuatu Keşşâfi İstilahil-Funun velUlum, Farsçadan Arapçaya Tercüme eden: Abdullah Halidi, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996, 1/1034. Akif Akay, İslam İnancında Şefaat, s. 23. Mustafa Alıcı, “Şefaat”, DİA, İstanbul, 2010, 38/411. Şefaatin bir şeye aracılık etmek, başkası lehine birinden talepte bulunmak anlamı yanında şufa hakkı tabirinde kullanıldığı gibi komşuluk etme manası vardır. Şefaat insanlar arasındaki derece farkına işaret eder. Nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerin şefaati bu şekildedir. Derece olarak yukarıda olan aşağıda olana şefaat edecektir. Nebilerin kendi ümmetlerine şefaat etmeleri ümmetlerinin cennette yükselerek nebilerine komşu olmalarına da işarettir. Şefaatin şahitlik yönü de vardır. Kur'ân'ın ve meleklerin şefaatinin bir anlamı budur. Melekler, müminin imanına ve salih ameline şahitlik edeceklerdir.
2) Bakara, 2/255.
3) İbn Manzur, Lisanul-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 1414, 8/184. 
4) Mümin, 40/7, 8.
5) İmam Matüridî, Kitabu’t-Tevhid, s. 475-477.
6) Mümin, 40/7, 8; “Melekler Allah’ın razı olduğundan başkasına şefaat etmezler.” Enbiya, 21/28.
~~~~ * ~~~~

     Kafirler cehenneme atıldıktan sonra meleklerin kendileri hakkında şefaatçi olmalarını talep edecekler. Ancak melekler kafirler hakkında şefaatçi olmayı reddedecek ve ”kendiniz dua edin” diyecekler. (1) Zemahşeri’ye göre Kur’an’daki bu anlatıma göre kafirler Allah’ın dualara icabet ettiği sebepleri atıl kıldıkları için melekler kafirlerin affedilmesi için dua etmeyeceklerdir. Zira melekler iki şartla şefaat ederler. Şefaat edilecek kişinin zalim olmaması ve Allah’ın şefaate izin vermesi gerekir. Ancak bu şefaat cennetlik ve cehennemlik olan iki grup arasında ayırt edici hüküm verilmeden önce olmalıdır. (2)
     Cürcânî’ye (ö. 816/1413) göre de şefaat kendisine karşı isyan edilmiş olan kimseden günahın affedilmesini talep etmektir. (3) Dolayısıyla dua kişinin hem kendisi hem de başkası hakkında talepte bulunması iken, şefaat başkası hakkında talepte bulunmaktır. Bundan dolayı dua ve şefaat kavramları arasında umum-husus ilişkisi vardır. Duanın değeri neyse şefaatin değeri de o nispetledir. Bundan dolayı kelamcılar şefaatin subutunu ispat ederken dayandıkları delillerden bir tanesi de “Artık onları bağışla, günahlarının mağfiret edilmesini iste.” (4) “Kendi günahın ve müminlerin günahı için Allah’tan mağfiret dile” (5) ayetidir. (6) “Kendi günahın ve müminlerin günahı için mağfiret iste” (7) ayetinde hem istiğfara hem de şefaate birlikte işaret edilmesi her ikisinin mağfirete sebep olduğuna işarettir. Zira şefaatin müminin mağfiretine sebep olması, tövbenin müminin mağfiretine sebep olması gibidir. Ayrıca Resûlun şefaatinin müminin mağfiretine sebep olmasındaki illet ve hikmet, Resüle iman ve itaat etmenin teşvik edilmesidir. (8)
     İmam Mâtürîdî’ye göre “Kendi günahın ve müminlerin günahı için Allah’tan mağfiret dile” (9) ayeti Mutezile’nin şefaat konusundaki görüşünü nakzetmektedir. Mutezile’ye göre küçük günahlar mağfiret edilmiştir. Allah’ın küçük günahlardan dolayı kullarına azap etmesi caiz değildir. Büyük günahlar ise ancak kişinin bizzat kendisinin tevbe ve istiğfar etmesiyle mağfiret edilir. İmam Mâtürîdî’ye göre küçük günahlar affedilmişse şefaate gerek kalmaz. 

     Büyük günahlar sadece kişinin tevbe ve istiğfar etmesiyle affediliyorsa bu ayetin bir anlamı kalmamaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bkz: “Kibirlenenler: Doğrusu hepimiz bunun içindeyiz. Şüphe yok ki Allah kulları arasında vereceği hükmü verdi, derler. Ateşte bulunanlar cehennem bekçilerine: Rabbinize dua edin, bizden, bir gün olsun azabı hafifletsin! diyecekler. (Bekçiler:) Size peygamberleriniz açık açık deliller getirmediler mi? derler. Onlar da: Getirdiler, cevabını verirler. (Bekçiler ise): O halde kendiniz yalvarın, derler. Hâlbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır. - "Şüphesiz peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz. O gün zalimlere, Özür dilemeleri hiçbir fayda sağlamaz. Artık lânet de onlarındır, kötü yurt da onlarındır!” Mümin, 40/48-50.
2) Zemahşeri, el-Keşşâf‘an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzil, Darul-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, 1407, 4/172
3) Cürcani, Tarifat, Darul-Kutubil-İlmiyye, Beyrut, 1403/1983, s. 127.
4) Ali İmran, 3/159
5) Muhammed 47/19
6) Taftazânî, Şerhu’l-Akâid, s. 219.
7) Muhammed, 47/19.
8) İmam Şâfiî, Fıkhu’l-Ekber, thk. Abdu Ahmed Yasin, Dârur-Rıdvan, 1420/2000, s. 123, 124.
9) Muhammed, 47/19.
~~~~ * ~~~~

     Halbuki İmam Mâtürîdî’ye göre Allah, küçük günahlardan dolayı azap edebileceği gibi büyük günahları da affedebilir. (1)
     Ebu Hureyre (radiyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalatu vesselam buyurdular ki:
     "Her peygamberin müstecab (Allah’ın kabul edeceği) bir duası vardır. Her peygamber o duayı yapmada acele etti. Ben ise bu duamı Kıyamet gününde, ümmetime şefaat olarak kullanmak üzere sakladım. Ona inşallah, ümmetimden şirk koşmadan ölenler nail olacaktır." (2)
     Hristiyanlıktan farklı olarak İslam dinindeki şefaat anlayışına göre Resuller Allah’ın mülkünde hiç bir şekilde ortak Allah’a ortak değildirler. Mülk ve şefaat Allah’a layık ve O’na mahsus olduğu için herkes mağfireti O’ndan istemektedir. Resuller de ümmetlerinin affedilmesini Allah’a rağmen değil, Allah’ın izniyle ve emriyle Allah’tan talep ederler. Allah’ı icbar edemezler. Kuran’da nefyedilen ve şirke yol açan şefaat anlayışında asıl sorun Allah’a rağmen, Allah’ın hükmünde ve mülkünde ortak, Allah’tan daha merhametli bir kurtarıcı arayışıdır.

     Toplumda yaygın olarak kullanılan “şefaat ya Resulallah” şeklindeki ifade şirk midir?
     Dua nasıl ki sadece Allah’a yapılması gerekiyorsa şefaatin de Allah’tan talep edilmesi ve gereğince sahih imana ve salih amele sadık kalınması gerekir. Hem imana ve salih amele sarılmak hem de “Allahım! Nebiyi hakkımda şefaatçi eyle” şeklinde dua adabına uymak gerekmektedir. Bu konuda bazı insanlarda şefaat algısı bir sebepten çok müsebbib olarak algılanmaktadır. Bunu doktorun muayene edip ilaç yazması ve şifa bulmak benzetmesiyle izah edebiliriz. Bir doktorun muayene etmesini ve ilaç yazması sebeptir. Şifa bulmak ise sonuçtur. Doktorun muayene etmesini ve ilaç yazmasını istemek şirk değildir, şifayı doktordan istemek şirktir. Şifa Allah’tan istenir. Allah dilerse doktorun verdiği ilacı kişinin şifasına sebep kılabilir. Dolayısıyla şöyle dua edilebilir: “Allah’ım doktoru ve tavsiye ettiği ilacı şifama sebep eyle.” Peygamberin ümmetinin mağfiret edilmesini Allah’tan talep etmesi sebeptir. Mağfiret edilmek sonuçtur. Kulun tövbesi de mağfiret edilmesi için bir sebeptir. Sebep sonucu zorunlu kılmaz. Allah dilerse kulun tövbesini kulun affedilmesi için sebep kılabileceği gibi Peygamberin şefaatini de kulun affedilmesine sebep kılabilir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İmam Matüridi, Tevilatu’l-Kuran, 9/275.
2)Buhari, Da'avat 1, Tevhid 31; Muslim, Iman 334; Muvatta, Kur'an 26; Tirmizi, Da'avat 141. Ahmed b. Hanbel, Müsned.
~~~~ * ~~~~

     Resûlullah hayatta iken sahabeler hem dünyevî hem de uhrevî bir taleplerinin yerine gelmesi konusunda şefaat etmesini yani onlar hakkından dua etmesini talep etmişlerdir. Hz Enes, Resûlullah’tan kıyamet günü hakkında şefaat etmesini talep edince üç yerde (sıratın üzerinde, mizanın yanında veya havzın başında) onu arayıp bulmasını tavsiye etmiştir. (1)
     Gözlerinden rahatsız olan bir sahabe şifa bulmak için kendisi hakkında şefaat talep eden bir sahabeye Peygamber Efendimiz güzel bir şekilde abdest almasını, iki rekat namaz kılmasını ve şu şekilde dua etmesini emretmiştir:
     “Allah’ım Nebin Muhammed ile sana yönelerek senden istiyorum. Ey Muhammed bu ihtiyacımın giderilmesi için senin ile Rabbime yöneliyorum. Allah’ım onu hakkımda şefaatçi eyle" (2) Resûlullah’ın öğrettiği dua metninde geçen “Allah’ım Peygamberi hakkımda şefaatçi eyle” ifadesi “onu hakkımda duacı eyle. Hakkımdaki şefaatini ve duasını kabul eyle” anlamındadır.
     Şefaatin Peygamberden istenmesi yerine Allah’tan Peygamberin şefaatçi olmasını talep etmek dua adabı açısından daha uygundur. Bununla birlikte şayet “Şefaat Ya Resûlullah” ifadesi Resûlullah’ı Allah’tan daha merhametli olarak algılamaya yol açıyorsa şirke yol açar. Zira “Allah’ın azap etmeye hükmetmek istemesine karşı Resûlullah’ın şefaati” varmış gibi bir tasavvur inşa edilmiş olmaktadır. Hâlbuki mülkte ve hükümde olduğu gibi şefaat konusunda tasarruf yetkinin asıl ve tek sahibi Allah’tır. Mülk ve şefaat Resûlullah’tan değil, Allah’tan istenmelidir. Nasıl ki melekler Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat edecekse, (3) Resûlullah da kendi dilediğine değil, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere Allah izin verdikten ve emrettikten sonra şefaat edecek affedilmeleri hakkında dua ve istiğfarda bulunacaktır.
     Şefaatin özünde dua vardır. Her ikisi de Allah'ı mecbur bırakmaz. Allah'ın düşmanı olan kâfirlerin ve müşriklerin affedilmeleri için dua da edilmez şefaat da edilmez. Ancak şefaatin duadan bir farkı vardır. Duayı dünyada herkes umumi bir izinle yaparken, şefaati ahirette Allah'ın sözünden razı olduğu kimseler Allah'ın razı olduklarına ve dilediklerine özel bir izinle yapacaklardır. Bundan dolayı Kur'ân'da "Allah'ın izni olmadan kim dua edebilir" denmezken, "Allah'ın izni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir" denmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tirmizi, Ebvabu Sıfatil-Kiyame, 9.
2) İbn Mace, Ebvabu İkametu’s-Salâ ve’s-Sünne fihâ, 189.
3) “Göklerde nice melekler vardır, onların şefaati ancak Allah izin verdikten sonra Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda sağlar.”Necm, 53/26.
~~~~ * ~~~~

     İbarenin farklı olması, aralarında hiç bir ilginin ve ortak mananın bulunmasına mâni değildir. Nebi ve Resul kavramları gibi. Dua ve şefaat kavramları arasına umum husus ilişkisi vardır. Dua, kişinin kendisi ve başkası için üst bir makamdan talepte bulunmasıdır. Şefaat ise kişinin başkasına yardım etmek için talepte bulunmasıdır. Bundan dolayı Peygamberin ümmetinin mağfiret edilmesi için yaptığı dua dünyada olunca torpil olmuyor da ahirette olunca mı torpil oluyor? Peygamber’e müminlerin günahlarının mağfiret edilmesi için dua etmesini dolayısıyla şefaat etmesini Cenabı Hak emretmiştir. Bundan dolayı dünyada müminlerin günahlarının affedilmesi için istiğfarda bulunmak torpil olmadığı gibi, ahirette de torpil sayılmaz. Zira mümin kaydı dua ve şefaat yetkisinin mutlak değil, mukayyed olduğunu göstermektedir. Ayrıca Peygamberler ve melekler kendi diledikleri kimselere değil, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseler hakkında şefaatçi olarak mağfiret edilmeleri için Allah’a dua edeceklerdir.
    Şefaatin ahirette dua formunda nasıl olacağını gösteren en belirgin örneklerden birisi de Hz İsa'nın ümmeti için yaptığı duasıdır. “Şayet onlara azap edersen senin kullarındır. Onları affedersen, Sen Azîz ve Hakîmsin.” (1) Mutezile âlimlerinden Zemahşerî bu ayetle ilgili olarak “mağfiret kâfirler için söz konusu değildir. Nasıl oldu da “onları affedersen” dedi?” sorusuna şöyle cevap vermektedir: Hz İsa Cenabı Hakka “sen onları affedersin” demedi. “Şayet onları affedersen” diyerek şarta bağladı. Zira onlara azap edersen adaletli davranmış olursun. Çünkü onlar cezaya müstahak oldular. Küfürlerine rağmen onlara mağfiret edersen hikmetin dışına çıkmış olmazsın. Çünkü aklen tüm suçlular için mağfiret iyiliktir. Suç ne kadar büyük olursa iyilik de o kadar büyük olur. (2) Mâtürîdî âlimlerine göre küfrün ve şirkin affedilmesi aklen bile olsa caiz değildir. Eş’arîlere göre aklen caizdir. Hatta Eş’arîlere göre müminlerin cehenneme kâfirlerin cennete konulup ebedi bırakılmaları aklen mümkündür. Allah’ın mutlak kudretine nispetle abes değildir. Ancak Kur’an ve sahih sünnetin delalet ettiği naslar bunun vuku bulmayacağını haber vermektedir. Dolayısıyla müminlerin cehenneme kâfirlerin cennete konulup ebedi bırakılmaları naklen mümkün değildir. Mâtürîdîlere göre bu durum aklen de caiz değildir. Mutezile’ye göre zülüm, hikmetsizlik ve yalan Allah’ın kudret alanına girdiği için bunlara muktedirdir, fakat yapmaz. Mâtürîdîlere göre bunlar muhal olduğu için Allah’ı bunlarla muktedir olmakla vasıflamak mümkün değildir. (3)
     “Allah razı olduktan sonra şefaate ne gerek var?” diye bir soru sorulabilir. Bu soru hem ahiretin şartlarının dünyadan farklı olduğunu unutmaktan hem de duanın ve şefaatin kıymetinin doğru takdir edilmemesinden kaynaklanmaktadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Maide, 5/118.
2) Zemahşerî, Keşşâf, 1/697.
3) Sabunî, el-Bidâye fi Usulid-din, s. 165, 166.
~~~~ * ~~~~

     Elbette dünyada ve ahirette bütün yetki Allah’ındır. Kulun yetkisi kulluğu kadardır. Hiç kimse mülk ve tasarrufta Allah’ın ortağı değildir. Herkes Allah’ın huzuruna kul olarak çıkacaktır. Herkesin amellerine göre dereceleri vardır. “O gün Allah’ın izin verdikleri haricinde hiç kimse konuşamaz. Konuşan da ancak hakkı söyler.” (1) Azamet ve Kibriya sahibi Allah’ın huzurunda huşu ve edeple konuşur. Nasıl ki dua Allah’ı mecbur kılan bir durum değilse, şefaat de Allah’ı mecbur kılan bir durum değildir. Dua ve şefaat etme yetkisinin verilmesi Allah’ın kullarına verdiği değerin bir göstergesidir. “Duanız olmasa Rabbim size ne diye kıymet versin?” (2) Peygamberin ümmeti olan müminler günahtan masum olmadıkları için istiğfara muhtaç oldukları nispetle duaya ve şefaate muhtaçtırlar. Hakiki mümin ilahi affa ve şefaate nail olurum diye tövbeyi ve salih ameli terk eden değil, ilahi affa ve şefaate layık olmak için tevbe istiğfarı ve salih ameli arttırandır.
     Dünyada insanlar umumi bir meşietle birbiri hakkında dua etmektedir. Bununla birlikte ilahi irade müminlerin Allah’ın düşmanı oldukları apaçık belli olanların mağfiret edilmesini nehyederken, müminlerin mağfiret edilmesi hakkında dua etmeyi emretmektedir. Allah bir şeyin olmasını dilediği zaman bazı sebepler takdir eder. Dünyada bir müminin faydalandığı dua nasıl ki ilahî bir ikramın sebebi ve vesile olarak takdir ediliyorsa, ahirette de şefaat ilahî bir ikramın sebebi ve vesile olarak takdir edilmektedir. Bu anlamda hayra sebep ve vesile olanın hayırdan bir payı vardır. Bu durum nasıl ki dua eden ve dua edilene ilahî bir ikram ve şeref kaynağıysa, şefaat edilene ve şefaat edene ilahî bir ikram ve şereflendirmedir.
     Allah’ın razı olduğu kimseye şefaatin gereksiz olduğunu savunmak sebep ve sonuç ilişkisi konusunda yanlış bir algıdan kaynaklanmaktadır. Bu yanlış algı, sebep sonuç arasındaki ilişkinin zorunlu zannedilmesi ve ilahî iradede sonucun sebebe mahkum edilmesidir. Eş’arî kelamcıların savundukları gibi sebep sonuç arasındaki ilişki zorunlu değildir. Ayrıca kuantum fiziğinde de ifade edildiği gibi sonuç sebepten önce takdir edilmiştir. Delil ve hüküm ilişkisinde olduğu gibi aklın ilahî hükmü kavraması için bazı deliller takdir edilmiştir. Bir kimsenin ölümüne hükmedilince kişinin ölümüne bir sebep takdir edilmesinde olduğu gibi sonuç sebepten önce takdir edilmiş olmaktadır.
     Allah müsebbibu’l-esbabtır. Mümin kuluna lütuf ve ihsanda bulunmak istediğinde dilerse bir sebep ve vasıta var eder, ol der oluverir. Şifa dileyen bir hastaya şifa vermek istediğinde bir doktorun verdiği ilacı sebep kılması gibi, mümin bir kulunu affetmek istediğinde peygamberlerin veya meleklerin duasını ve şefaatini affına sebep kılabilir. Mümin bir kula şefaat etmeleri için meleklere ve peygamberlere emreder. Allah’ın bu şekilde mümin kulunu affedip lütuf ve ihsanda bulunması aklen ve naklen mümkündür.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nebe, 78/38.
2) Furkan, 25/77.
~~~~ * ~~~~

     Allah dilerse mümini kıldığı namaz sebebi ile affeder. Dilerse yolda insanlara eziyet veren bir seyi kaldırması hatta yarım hurma tanesini tasadduk etmesi sebebiyle affeder. Salih amellerin her birinin Allah katında bir değeri vardır. "Yaptığın hiç bir iyiliği hor görme. Hangi iyiliğin sebebiyle Allah’ın sana rahmet ve mağfiret edeceğini bilemezsin. Yarım hurma ile bile olsa nefsinizi ateşten koruyun." (1) Nasıl ki mümin, yaptığı en ufak bir iyilik sebebiyle Allah tarafından affedile biliyorsa; Allah’a, onun meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine olan imanı sebebiyle de affedilebilir. Allah dilerse bizzat affeder dilerse cehenneme attıktan sonra affeder. Dilerse bir peygamberin veya meleğin duası istiğfarı vesilesi ile affeder. Her biri, bir dereceyi ve ikramı ifade etmektedir.
     Kısacası dünyada başkası hakkında duanın hükmü ne ise ahirette de şefaatin hükmü odur. Şefaatin faydası, duanın faydası kadardır.

     2. Şefaat ve Velayet İlişkisi:
     Kuran’ın temel özelliklerinden birisi bütünsel tutarlılığı muhafaza ederek ayetlerin birbirini beyan etmesidir. Birbiriyle ilgili kavramları bir arada kullanarak muhatabın aklını kullanmasını ve aklına takılan bazı sorulara cevap bulmasını sağlar. Şefaat ile birlikte kullanılan kavramlardan birisi de veli kavramıdır. Üç ayette veli ve şefaat kavramları birlikte zikredilmiştir.
     “Rablerinin huzurunda haşredilmekten korkanları onunla (Kuran’la) uyar. Onların Allah’ın dışında ne bir velisi ne de bir şefaatçisi yoktur.” (2)
     “Dinlerini oyun, eğlence edinenleri ve dünya hayatının aldattığı kimseleri bırak. Onunla (Kuran’la) uyar ki hiçbir nefis kazandığıyla felakete düçar olmasın. (Yoksa) onun Allah dışında bir velisi ve şefaatçisi olmaz.” (3)
     “Sizin için Allah’tan başka ne bir veli ne de bir şefaatçi yoktur.” (4)
     Velayet ve şefaat kavramlarının bir arada zikredilmesi üzerinden şefaati nefyeden ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda itidalli bir algı oluşturulabilir. Zira “Allah’tan başka veliniz yoktur” dendiği halde “müminler birbirinin velisidir” diyen Kuran ayetleri arasında nasıl ki bir tutarsızlık yoksa “Allah’tan başka şefaatçiniz yoktur” vb ifadelerle şefaatin ancak Allah’ın izninden sonra Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda vereceğini anlatan ayetler arasında çelişki yoktur.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Buhari, Zekat, 9, 10. Müslim, Zekat, 66, 67.
2) Enam, 6/51.
3) Enam, 6/70.
4) Secde, 32/4.
~~~~ * ~~~~

     “(Melekler) ancak Allah’ın razı olduğu kimselere şefaat edecektir.” (1) Kur’ân’da kesinlikle tutarsızlık ve çelişki yoktur. Sorun insan aklının ön yargıları, eksik bilgileri ve usulsüzlüğündedir.
     Kurân’ı bütünlüğünü göz ardı ederek ve ayetleri bağlamından kopararak anlamaya çalışırsak meselenin bir tarafını ihmal etmiş oluruz. Bazı âyetlerde Allah dışında veli edinmek reddedilirken (2), bazı âyetlerde evliya övülmektedir. (3) Bir yönden şirki ifade eden veli ve evliya anlayışı nefyedilirken, diğer yönden tevhide uygun veli ve evliya anlayışı ispat edilmektedir. Peki Kurân’da tutarsızlık olmadığına göre bunu nasıl izah etmeliyiz? Şura süresi 9. Ayette "yoksa Allah’ın dışında veliler mi edindiler? Allah, asıl veli O'dur" (4) dedikten sonra müminlerin birbirlerinin velileri olduklarını söylüyorsa durup düşünmek gerekmektedir.
     "Mümin erkek ve mümin kadınlar birbirlerinin velisidir. İyiliği emreder, kötülükten nehyederler. Namazı ikame eder ve zekatı verirler. Allah'a ve Resülüne itaat ederler. İşte Allah onlara merhamet edecektir. Şüphesiz ki Allah Azîzdir Hakîmdir. (5)
     "Onlar ki inandılar, hicret ettiler, Allâh yolunda mallarıyla, canlarıyla savaştılar ve onlar ki (yurtlarına göçenleri) barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar, birbirlerinin velisi (dostu, koruyucusu) durlar. İnanıp da hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar, onların velâyetinden size bir şey yoktur (onları korumakla yükümlü değilsiniz). Fakat dinde yardım isterlerse (onlara) yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda antlaşma bulunan bir topluma karşı (yardım etmeniz) olmaz. Allâh, yaptıklarınızı görmektedir. (6)
     Şefaat konusu da ayetlerin bağlamı ve Kuran bütünlüğü içinde anlaşılmayacak olursa bir taraf eksik kalacaktır. Allah’tan başka şefi' olmadığı ilkesi de doğru anlaşılmalıdır. Kur’ân’da "şefâatu’ş-şâfiîn" geçen yerde şefaat kâfirlere fayda vermeyeceği kaydıyla ispat edilirken, (7) "şefi' " geçen yerde Allah'tan başka kurtarıcılar nefyedilmektedir. (8)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Enbiya, 21/28.
2) En’am 6/14. A’raf 7/3 Şura 42/6, 9 vb.
3) Enfal 8/72. Tevbe 9/71, 23 vb
4) Şura, 42/9.
5) Tevbe, 9/71.
6) Enfal, 8/72.
7) Şufea: Enam, 6/94. Araf, 7/53. Yunus, 10/18. Rum, 30/13. Zümer, 39/43.
8) Şâfiin: Şuara, 26/100. Müddessir, 74/48.
~~~~ * ~~~~

     Kur’an’da 3 ayette Allah'tan "şefi' " şefaatçi olarak bahsedilmekte ve Allah'tan başka şefaatçiler reddedilmektedir. (1) Bir ayette Allah'ın iznine bağlı şefi' kavramı kullanılmış. (2) Ayrıca bir ayette zalimler için itaat edilecek bir şefi'in bulunmadığı kaydedilmiştir. (3) Dolayısıyla kâinatın idaresinde olduğu gibi ahiret günündeki hesapta kimsenin Allah’ın ortağı olmadığı vurgulanmış olmaktadır. Hükmünde ve mülkünde tektir, ikincisi yoktur.
     Şefaatin tamamen Allah'a ait olduğunu ve Allah'tan başka şefaatçinin bulunmadığını bildiren ayetlerin nasıl anlaşılması gerekir? Bazı rivayetlerde haber verildiği gibi; "kulların arasındaki davalarda davacı ve davalı Müslümanların arasını bulacak olan Allah'tır" şeklinde anlaşılabilir. Kul hakkı sebebiyle birbiri hakkında davacı olan müminlerin arasını bulabilecek tasarrufa sahip olan sadece Allah’tır. Allah dışında kimse bu davaları çözüme kavuşturamaz. Bu konu hem Allah'ın tartışılmaz tek otoritesini ve hâkimliğini hem de takva ve fücur ilham ettiği Müslüman kullarına verdiği değeri ve engin merhametini ifade etmektedir.
     Veli kavramında olduğu gibi Allah’ın dışında kurtarıcı arayışı şeklindeki veli ve şefaatçi reddedilirken, Allah’ın izni, iradesi ve rızasına tabi olan veli ve şefaatçi ispat edilmektedir. Bazı ayetlerde “sizin Allah’ın dışında veliniz ve yardımcınız yoktur” (4) “Zalimlerin Allah’ın dışında velisi ve yardımcısı yoktur” (5) denilmektedir. Bu ayetleri beraber değerlendirdiğimizde şefaatçi “yardımcı” yerine kullanılmış olmaktadır. Bir ayette de “onların Allah’ın dışında bir velisi yoktur ve O hükmünde kimseyi ortak kılmaz” (6) denilmektedir.  Şefaatin nefyinin, Allah’ın kulları hakkında vereceği hükümde bir ortağı olmadığı anlamında olduğu vurgulanmış olmaktadır.
     Şefaati daha iyi anlamak için ayet ve sahih hadislerdeki bağlamlarına iyi bakmak gerekmektedir. Muhkem ve zahir ayetleri tespit edip bu ayetler ışığında, yoruma açık nasları tevil etmek gerekmektedir.

     1. Şefaat tamamen Allah'a mahsustur. (7) Mülk de tamamen Allah’a mahsustur. İnsanlar Allah’ın izin verdiği ve lütfettiği kadar malik olabilirler. “ (Suçlular) şefaate malik olamazlar. Ancak Rahmanın katında söz alanlar hariç” (8) Kuran’da mülkün Allah’a ait olduğu defalarca tekrar edildiği halde Allah’ın kullarından dilediğine mülk vermesi (9) nasıl birbiriyle çelişmiyorsa şefaatın Allah’a ait olduğu beyan edildiği halde Allah’ın yanında söz alanların ve sözünden razı olduğu kimselerin şefaat etmesine izin verilmesi birbiriyle çelişmez.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Enam, 6/51, 70. Secde, 32/4.
2) Yunus, 10/3.
3) Mümin, 40/18.
4) Bakara, 2/107. Tövbe, 9/116.
5) Şura, 42/8. 
6) Kehf, 18/26.
7) Zümer, 44.
8) Meryem, 19/87.
9) Ali İmran, 3/26.
~~~~ * ~~~~

     Aynı şekilde “izzet, tamamen Allah’a mahsustur” (1) dendikten sonra “izzet Allah’ın, Resülünün ve müminlerinin” (2) ayetleri arasında da çelişki yoktur.

     2. Allah'ın izni olmadan kimse şefaat edemez. (3) Şefaatin Allah’ın izniyle kayıtlanması şefaatin olmayacağına delil olamaz. Zira bu uslüp menfi olarak kabul edilirse başka ayetler ile bir apaçık bir çelişkiye yol açar. “Allah’ın izni olmadan hiçbir nefis iman edemez” (4) ve “Allah’ın izni olmadan hiçbir nefis ölemez” (5) ayetinde her nefis sahibinin ancak Allah’ın izniyle iman etmesinin ve ölmesinin mümkün olduğu teyit edildiği gibi şefaatin ancak Allah’ın izniyle olmasının mümkün olduğu teyit edilmektedir. (6)

     3. Sadece Allah'ın razı olduğu ve Allah'ın dilediği kimselere şefaat edeceklerdir. (7)

     4. Kâfirlere ve müşriklere şefaat fayda vermeyecektir. (8) Duada olduğu gibi şefaat Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda verecektir. İlk dönemde ortaya çıkan Hariciler, bazı ayetlere dayanarak (9) şefaati reddettiklerinde selefi salihin bunların Kur’an’ı yanlış anladıklarını izah etmek için bazı ayetlerle şefaati ispat etmişlerdir. Cabir b. Abdullah’a göre şefaati yalanlayan kimseler tevillerinde fahiş bir hata içindedirler. Zira şefaati reddedenler kâfirler hakkında inen ayetlere dayanmışlardır. Allahu Teâlâ, kâfirlerin cehennemden çıkmayacağı haber vermiştir. (10) Şefaati yalanlayan kimse bu ayeti muvahhid müminler hakkında kabul etmişlerdir. Acurrî’ye göre şefaatin kâfirlere değil, bir takım günahlara müptela olan Müslümanlara fayda vermesinin aklî ve naklî izahı şu şekildedir: Kafirler cehenneme girip elem verici azabı tadınca cehennemde bulunan muvahhidlere bakıp “dünyada Müslüman olmanız burada size fayda sağlamamış, siz de bizimle beraber cehennemdesiniz” diyecekler. Müşrikler de “ibadet ettiğiniz, size fayda sağlamadı. Bunun üzerine muvahhid Müslümanların üzüntü ve kederi daha çok artacak. Cenab-ı Hak kâfirlerin ve müşriklerin bu sözleri üzerine gazap edecek. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, şefaatçilerin şefaat etmesini emredecek. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fatır, 35/10.
2) Munafikun, 8.
3) Bakara, 2/255.
4) Yunus, 10/100.
5) Ali İmran 3/145.
6 Benzer örnekler için bkz: Rad, 13/38, İbrahim, 14/11.
7) Necm, 53/26. Enbiya, 21/28.
8) Müddessir, 74/40-48.
9) Haricilerin dayandıkları delillerden bazıları için bkz: Maide, 5/37. Ali İmran, 3/192. Hac, 22/22.Acurrî, Ebubekir Muhammed b. Hüseyn, eş-Şeria, Abdullah b. Ömer, Darul-Vatan, Riyad, 1420/2000, 3/1202, 1205-1209.
10) bkz: Maide, 5/37.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:

     Allah’ın emri ve izni üzerine nebiler, melekler, şehitler, âlimler ve müminler, cehenneme giren Müslümanlar hakkında dua edip şefaat edecekler. Bu durumu gören kâfirler “keşke biz de Müslüman olmuş olsaydık” (1) diye arzu edecekler. İşte o zaman kâfirler “bize de şefaat edecek şefaatçiler var mı veya dünyaya geri gönderilip yaptığımız amellerden başka amel yapabilir miyiz” (2) derler. Kâfirler azabın içinde terk edilince kendileri hakkında hiç kimsenin şefaatçi ve dost olmayacağını anlayacaklardır. (3)
     Şefaatin fayda vermeyeceği kişilerin kâfirler ve müşrikler olduğu, şefaatin sadece müminlere fayda vereceği hususunu tespit etmek önemlidir. Zira bu ilke yok sayıldığında, ayetler arasında tutarsızlık varmış gibi bir algıya yol açılmaktadır. Mesela “Ey iman edenler! Kendisinde alış-verişin, dostluğun ve şefaatin bulunmadığı o gün gelmeden önce size verdiklerimizden infak edin. Kâfirler zalimlerin tam kendileridir.” (4) Ehli Sünnet kelamcılarına göre bu ayetin sonundaki “Kâfirler zalimlerin tam kendileridir” kaydı, ayetin mutlak değil mukayyed olduğuna delalet etmekte ve şefaatin kâfirler için söz konusu olmadığına işaret etmektedir. (5) Zira ayette nefyedilen “dostluk” da mutlak değil mukayyed olup kâfirler hakkındadır. Zira başka bir ayette ahiret günü dostluk kâfirler için nefyedilirken, muttaki müminler bundan istisna edilmektedir. “Dostlar o gün birbirine düşmandır. Takva sahipleri müstesna.” (6)
     Tevbe süresi 74. Ayette küfür üzere ölüp tövbe etmeyenlerin bir velisinin ve yardımcısının olmadığı beyan edilmektedir. Şefaate nail olmak için iman ve İslam üzere ölmek şarttır. Şefaate ve yardıma nail olmak için küfürden tövbe etmiş olmak gerekmektedir. Küfür üzere ölenler tövbe etmezlerse Allah tarafından hem dünyada hem de ahirette elem verici bir azaba uğrayacaklardır. Onların Allah’tan başka ne bir velisi ne de bir yardımcısı bulunmayacaktır. Bu ayette veli kavramıyla birlikte kullanılan yardımcı şefaatçi yerine kullanılmış gibi gözükmektedir. Bakara süresi 48. Ayette şefaatin kabul edilmeyeceği günden sakının diye emredilince birbirlerine yardımcı olmayacakları belirtilmiştir. Dolayısıyla tövbe etmeyip küfür üzere ölenlere fidyenin ve şefaatin yardımcı olmayacağı vurgulanmıştır. Küfür üzere ölenler için velayet bağı kopmuştur. Onların affedilmesi için talepte bulunacak hiçbir veli ve şefaatçi bulunmayacaktır. Onların işi tamamen Allah’ın meşietine kalmıştır. Allah mülkünde dilediği tasarrufta bulunabilir. Onlara azap ederse kullarıdır. Allah’ın isyan eden kullarına azap etmesi, adaletinin gereğidir. Onları affederse izzetinin ve hikmetinin gereğidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hicr, 15/2.
2) A’raf, 7/53.
3) Acurri, eş-Şeria, 3/1206.
4) Bakara, 2/254.
5) İmam Matüridi, Tevilatu’l-Kuran, 2/233. Fahreddin Râzî, Mefatihu’l-Gayb, Daru İhya-i Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1420, 6/532.
6) Zuhruf, 43/67.
~~~~ * ~~~~

     Sonuç
     Şefaat meselesinde ifrat, itidal ve tefrit şeklinde üç temel yaklaşım bulunmaktadır. İfrata meyledenler Hristiyanların Hz İsa’yı aşırı övmesinde olduğu gibi Allah’a rağmen bir kurtarıcı ve Allah’tan daha merhametli ilahî bir varlık algılamaktadırlar. Tefrite meyledenler, ifrata bir tepki olarak şefaati tamamen yok sayarak bu konudaki ayetleri bu algıya uygun şekilde tevil etmektedirler.
    Kelam tarihi boyunca itidali arayan Ehli Sünnet kelamcıları şefaatin belirli şartlarda sabit olduğunu savunmuşlardır. Şefaatin Allah izin verdikten sonra, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda vereceği, kâfirlere ise fayda vermeyeceği konusunda ittifak etmişlerdir. Mutezile cehennemden çıkışın söz konusu olmadığını savunduğu için şefaatin tövbe edenler hakkında ve cehenneme girmeden önce sabit olduğunu kabul etmişlerdir. Şefaat, iki kişi arasında aracılık ederek bir şey talep etmesi anlamında kullanılmaktadır.
     Şefaat aslı itibariyle dua etmektir. Kişinin kendisi hakkında talepte bulunması dua, başkası hakkında dua etmesi şefaat olmaktadır. Nasıl ki duanın Allah üzerinde zorlayıcı bir gücü yoksa şefaatin de Allah üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. Dua ile şefaat arasındaki en önemli özellik Allah'ın iznine tabi olması, Allah'ın dilediği ve Allah'ın razı olduğu kişilere fayda vermesidir. Şefaatin kâfirlere faydası yoktur.
     Dua ve şefaat arasında umum-husus ilişkisi bulunmaktadır. Duanın değeri neyse şefaatin değeri de odur. Çünkü dua kişinin hem kendisi hem de başkası namına Allah’tan talepte bulunmasıdır. Bundan dolayı kelamcılar şefaatin sübutunu ispat ederken dayandıkları delillerden bir tanesi de “Bil ki Allah’tan başka ilah yoktur. Kendi günahın, mümin erkek mümin kadınların (günahı) için Allah’tan mağfiret dile” (1) ayetidir.
     Dua nasıl ki sadece Allah’a yapılması gerekiyorsa şefaati Resûlullah’tan değil de Allah’tan talep etmek, sahih imana ve salih amele sarılmak ve Peygamber Efendimizin bir sahabeye öğrettiği gibi “Allahım! Nebiyi hakkımda şefaatçi eyle” şeklinde dua adabına uymak gerekmektedir. Cehennemden kurtulma konusunda yardım edebilecek olan sadece Allah olduğu anlamında şefaat yetkisi tamamen Allah'a ait olduğu için Allah'tan başkasından şefaat dilenmek uygun değildir. "şefaat ya Resulallah", Ey Allah’ın Resulü Allah’ın bana mağfiret etmesi için hakkımda Allah’a dua eder misin?” anlamında elbette şirk değildir. Hz Peygamberin istediği kimseyi Allah’a rağmen cehennemden kurtaracağına itikad ederek peygamberden şefaat talep etmek şirk sayılır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Muhammed, 47/19.
~~~~ * ~~~~

     Zira Hz Peygamber istediği kişiye değil, Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere şefaat edecektir. Peygamberin hakkında şefaatçi olacağı kimseleri belirleyecek olan göklerin ve yerin mülkünde, tasarrufunda ortağı olmayan Allah’tır. İtikadî sapmalardan korunmak için Şefaat Peygamber Efendimizin öğrettiği şekilde sadece Allah'tan istenmelidir:
     "Allah'ım! Peygamberi hakkımda şefaatçi eyle"
     Şefaati reddedenlerin takıldıkları konulardan birisi de şefaatin nefyedilerek bahsedilmesidir. Bu sorunu çözebilmek için dua ve velayet kavramlarının Kuran’da nasıl kullanıldıklarına dikkat etmek yeterlidir. “Sizin için Allah’tan başka ne bir veli ne de bir şefaatçi yoktur” (Secde, 32/4) ayetiyle bu iki kavramın kardeş kılınması üzerinden şefaati nefyeden ayetlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda itidalli bir algı oluşturulabilir. Zira “Allah’tan başka veliniz yoktur” dendiği halde “müminler birbirinin velisidir” diyen Kuran ayetleri arasında nasıl ki bir tutarsızlık yoksa “Allah’tan başka şefaatçiniz yoktur” vb ifadelerle şefaatin ancak Allah’ın izninden sonra Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimselere fayda vereceğini anlatan ayetler arasında çelişki yoktur. Kuran bütünlük içinde anlaşılması gereken ilahî bir kitaptır. Umum-husus, mutlak-mukayyed ve farklı açılardan ifadelerin değişkenlik arzettiği hakkıyla anlaşılmadan itidalli bir itikad oluşturulamaz. Bu ifade farklılıkları, Kuran’ın hem yüksek edebî özelliği hem de imtihan konusu olmasından kaynaklanmaktadır.
     "Nasıl yaşarsan öyle inanırsın" kaidesince yaşama dair algılarımız dine dair algımızın da şekillenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Şefaati bir iltimas ve kayırma şeklinde algılamak dünyevî beklentilerle bağlantılıdır. Dünyevî bir meselede zor duruma düşen kişiler birilerinin aracılığı ile mahkemeden ceza almaktan kurtulmaya çalıştıkları gibi, ahirette de aynı şekilde kurtulmayı planlamaktadırlar. Hâlbuki Peygamber Efendimiz döneminde yaşanan hırsızlık olayında olduğu gibi hırsızlık yapan taraf Peygamber Efendimize yakın bir kimsenin şefaatiyle ceza almaktan kurtulmaya çalışınca, Peygamber Efendimizin bu konudaki tavrı çok netti. "Allah'ın hadlerinden bir had hakkında şefaat mi ediyorsun?"1 Dolayısıyla Allah'ın bir konuda hükmü kesinleşince o hükmün değiştirilmesi konusunda bir şefaat asla caiz değildir. Bundan dolayı şefaat Allah'ın rızasına ve dilemesine bağlanmıştır. Allah'ın dilediği kişi ise Allah'ın cehennemde azap etmekten vazgeçip affettiği kişidir. Allah razı olduğu kişi zaten cennet halkındandır. Dolayısıyla şefaat, cennet halkına ve Allah'ın affettiği kişiler için söz konusudur. Bu durumda insanların aklına "böyle bir şefaatin ne anlamı var" şeklinde soru gelecektir. Aslında şefaat konusunda temel sorun işte bu yanlış algıdır. Zira bütün hayrı lütfu ve nimeti Allah'tan bilmek ve böyle kabul etmek, Allah'a imanın ve hamd etmenin temelini teşkil eder. Nimeti kendi nefsinden çabasından veya bir başkasından kabul etmek nimeti yaratan ve kulları arasında taksim eden Allah'a nankörlüktür. Allah, nimete ve hayra kimin daha çok layık olduğunu en iyi bilendir. O elbette lütfunu ve nimetini taksim ederken, adalet ve merhamete en uygun şekilde kâinatta koyduğu ve kitabında beyan ettiği kanun ve kurallara göre taksim etmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Buhârî, Hudud 12; Müslim, Hudud, 8.9
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça:
* Acurrî, Ebubekir Muhammed b. Hüseyn, eş-Şeria, Abdullah b. Ömer, DarulVatan, Riyad, 1420/2000.
* Akay, Akif, İslam İnancında Şefaat, (Basılmamış Doktora Tezi), Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Konya, 2012.
* Cürcânî, Tarifat, Darul-Kutubil-İlmiyye, Beyrut, 1403/1983.
* İbn Manzûr, Lisanu’l-Arab, Dâru Sâdır, Beyrut, 1414. İmam Mâtürîdî, Tevilatu’l-Kuran, Tahkik: Macdî Baslum, Darul-Kütübilİlmiyye, Beyrut, 1426/2005, 3/202
* ………………., Kitabu’t-Tevhid, Trc: Bekir Topaloğlu, İSAM Yayınları, Ankara, 2005.
* İmam Şâfiî, Fıkhu’l-Ekber, thk. Abdu Ahmed Yasin, Dârur-Rıdvan, 1420/2000.
* Mustafa Alıcı, “Şefaat”, DİA, İstanbul, 2010, 38/411.
* Nureddin Sabuni, el-Bidaye fi Usulud-din (Mâtürîdîyye Akaidi), DİB Yayınları, Ankara, 2000.
* Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredat fi Garibu’l-Kur’an, Tahkik: Safvan Adnan edDâvudî, Darul-Kalem eş-Şamiyye, Dimeşk, 1412.
* Râzî, Fahreddin, Mefatihu’l-Gayb, Daru İhya-i Türasi’l-Arabi, Beyrut, 1420.
* Taftazânî, Şerhu’l-Akâid (Kelam İlmi ve İslam Akaidi), Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, İstanbul, 2013.
* Tahanevî, Muhammed b. Ali, Mevsuatu Keşşâfi İstilahil-Funun vel-Ulum, Farsçadan Arapçaya Tercüme eden: Abdullah Halidi, Mektebetü Lübnan, Beyrut, 1996.
* Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an Hakâiki Ğavamidi’t-Tenzil, Daru’l-Kütübil-Arabî, Beyrut, 1407.
 
bus

18 Ağustos 2021 Çarşamba

TASAVVUF / Tasavvuf Kültüründe Duâ Algısının İnsan Üzerindeki Müsbet Etkileri / Sayfa 547 - 556

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 547 - 556
TASAVVUF
Tasavvuf Kültüründe
Duâ Algısının
İnsan Üzerindeki
Müsbet Etkileri
Abdulvahap YILDIZ *

     Özet
     Yaratılış itibariyle aciz ve zayıf-güçsüz olan İnsan, dünya ve ahirette huzurlu ve mutlu yaşamak için her zaman duâya ihtiyaç duymaktadır. İşlediği günâh ve hatalara karşı istiğfar etmek, kendisinden daha kudretli ve her şeye gücü yeten Allah’ın kendisine verdiği nimetlere karşı O’nu zikretmek, hayatı boyunca karşılaştığı keder, sıkıntı, âcizlik, çâresizlik ve hastalıklara karşı duâ etmek, kişiye psikolojik açıdan huzur vermektedir. Duânın, ebedî hayattaki sevabı insana ayrı bir huzur verdiği gibi, dünyada da ayrı bir mutluluk kazandırmaktadır. Yapılan bazı bilimsel araştırmalara göre, çaresiz kalmış bazı hastalarda duânın şifâ verici tesiri olduğu ispatlanmıştır.
     Sûfîler, Allah Teâlâ’dan af, cehennemden kurtulma, cennete girmeyi isteme gibi duâlarla yalvarıyorsa da, onlar daha çok rızâ-yı ilahîye nail olmak ve Allah sevgisini kazanmak ve ahirete Cenâb-ı Hak’ın cemâlini seyretme mutluluğuna varmak için duâ ederler ve bunda da huzur ve mutluluk duyarlar.
     Bu bildiride, duâ konusunda bazı yanlış algılar ve tasavvuf kültüründe duâ algısının insan üzerindeki müspet etkilerine değinilecektir.

     Anahtar Kelimeler:
     Duâ, algı, Allah, insan, Pozitif.

     Giriş
     Duâ, çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek, Allah Teâlâ’ya yalvarmak, O’ndan dilekte bulunmak anlamına gelir. İslâm literatüründe ise duâ, Allah’ın azameti karşısında kulun aczini itiraf etmesini, sevgi ve tâzim duyguları içinde lütuf ve yardımını bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek yalvararak, yakararak ondan istek ve dilekte bulunma, ibadet etme, Allah’ın birliğini tanımayı ifade der. Duâ ibadetin özü kulluğun da önemli bir esasıdır. Arapçada kullanıldığı edatlara göre, bir kimse için hayır duâda veya bedduâda bulunmak anlamlarını da ifade eder. Kısaca duâ kulun halini Cenâb- Hak’a arz etmesi ile ona niyazda bulunmasıdır. (1) Tasavvufta ise duâ Allah ile kulu birbirine bağlayan en güçlü iletişim tarzı, muhabbet göstergesi, kalbi Cenab-ı Hak’a açmak ve onunla manevî bağ kurmaktır. (2)
     İnsan yaratılış itibariyle âciz, zayıf ve güçsüz olduğundan, duâ etme isteği insanda yaratılıştan mevcuttur. Kendisinden daha kudretli ve her şeye gücü yeten bir varlığa inanan insan, hayatı boyunca karşılaştığı keder, sıkıntı, âcizlik, çaresizliğe karşı, işlediği günâh ve kusurlar sebebiyle bütün benliğiyle yüce yaratana yönelerek ondan istek ve dilekte bulunur, O’ndan yardım ister. (3)
     Hemen hemen bütün dinlerde duâ vardır. Semavî dinlerde ise duânın önemine daha çok vurgu yapılmıştır. Nitekim İslâm dininde duâ ibadetin özü, ruhu ve esası kabul edilmektedir. Hadis-i şerif ve Ayet-i kerimelerde duâya çok yer verilmiş ve duânın fazileti adabı, kabul edilmesi mümkün olan ve olmayanlar, duâ için uygun zamanlar ve mekanlar hakkında bilgi verilmiştir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Doç.Dr., Harran Üniversitesi Fen-Ededebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
1) Osman Cilacı, Duâ, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1994, IX, 529; Selâhattin Parladır, İslâm’da Duâ, Diyanet İslâm Ansiklopediesi, İstanbul, 1994, IX, 530-532; Adil Bebek, Din ve Düşünce Açısından Duâ, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998, s.13-17; Ayhan Tekineş, Duâ Nedir, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2007, s. 9-101; Abdullah,Yıldız, Duâ, Pınar Yayınları,3. Basım, İstanbul, 2014., s.19-2 0 2 Esma Sayın, Tasavvuf ve Psikoloji Açısından Duânın Terapileri, Batman Üniversitesi Uluslar Arası Katılımlı Bilim ve Kültür Sempozyumu 18-20 Nisan, s. 424. 3M. Sait Şimşek, Duâ. 
~~~~ * ~~~~

     Hz. Peygamberin duâları bizdeki gibi maddî olarak ihtiyaç duyulan şeyleri isteme değildir. Onun duâlarında güzel ahlak ve insani faziletler toplumun huzur içinde yaşaması, adalet, alçaklık, zillette olmamak, zülüm altında yaşamaktan ve insani zayıflıktan kurtulma isteği vardır. (1) Hz. Aişe (r.a)’nın rivâyetine göre, Hz. Resulullah (s.a.v)’ın duâları özlü ve kapsamlı idi. (2) Buna bağlı olarak bazı sûfiler de duâlarını kısa tutarlardı. Hatta yedi kelimeyi geçirmemeye çalışırlardı. (3) Ebû Talib el-Mekkî (ö, 386/1006) “Secilli ve uzun duâların bid’at olduğunu söyler. (4)
     İslâm dininde duâ her yerde ve her zaman yapılabildiği halde, bazı İslâmî kaynaklarda duâ konusunda zaman, mekan ve bazı şartlara riayet edilmesi tavsiye edilmektedir. (5) Bu hususlar kısaca şöyle sıralanabilir:
     1- Seher vaktinde, namazlardan sonra bilhassa sabah namazından sonra, saat-i icabede, ezan ve kamet arasında, oruçlu iken, arefe ve Cuma günlerinde secde halinde, üç aylarda, mübarek gecelerde, Ramazan gecelerinde, Kadir gecesi gibi mübarek vakitlerde yapmak evlâdır.
     2- Arafatta, cami ve mescit gibi mübarek yerlerde duâ etmek evlâdır.
     3- Duâ eden kişi maddî ve manevî kirlerden temizlenmeli, özelikle kibir, gösteriş, kabalık ve gaflet gibi ahlaki kusurlardan temizlenmeli huşu içinde tazarruda bulunmalıdır. İstek ve arzularını kesin bir dil ile belirtip kabulü için acele etmeden duâsına devam etmelidir. İmkânsız ya da haram bir şey istemek gibi aşırıya gidilmemelidir. Duâya başlamadan önce Allah’a hamdu senâ edip peygamber (s.a.v)’a selât u selâm getirmak, ondan sonra duânın kabul edileceğine tereddüt etmeden içtenlikle inanarak huşu ve huzur-ı kalple kıbleye yönelerek ellerini kaldırıp Kur’ân ve hadisten gelen; "Allah’ım senden ve onun için dünyada ve ahirette af ve afiyet istiyorum” (Bakara, 2/201) (6) “Ey Rabbimiz bize dünyada ve ahirete hayırlar ver ve bizi cehennem ateşinin azabından koru.”  gibi tesirli duâlarla duâ etmek ve sonunda tekrar Resulullah’a salavat getirmek ve amin deyip ellerini yüzüne sürerek duâyı bitirmek. (7) Zirâ Hz. Peygamber (s.a.v) bir hadiste şöyle buyurur: “Duâ edene istediği şey; ya dünyada hemen verilir veya ahirete saklanır ya da üzerinden, istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.” (8)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Görmez, Mehmet, Kalbin Erbaini, Otto yayınları, Ankara, 2015, s.179.
2) Parladır, IX,554.
3) Süleyman Uludağ, Tasavvufta Duâ Anlayışı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 1994, IX,536
4) Gazâli, İhyâ, I,879.
5) Parladır, IX, 355.
6) El-Hakim, el-Müstedrek,I/517.
7) Gazzâlî, Kimyâ-yı Sadet, s.246-250; Gazzâlî, İhyâ, I, 874-883; İbn Kayyim el- Cevziyye, Duâ ve Yaşam, Çeviren: Osman Arpa Çükürü, 5. Baskı, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2025, s. 26-27; Nûrsî, Mektubat, s.354-355; Yıldız, Abdulvahap, Mebudî’nin Tefsirinde Tasavvuf, Sır Yayınları, Bursa, 2012, s 162.
8) İbni Hanbel, III, 18
~~~~ * ~~~~

     Duâ Konusunda Bazı Yanlış Algılar
     Duâ konusunda geçmişten günümüze ortaya çıkıp devam eden, gerek algılama ve gerekse uygulama konusunda yüzeysel, amiyane ve cahilane, hurafeci anlayışlara dayanan bid’a ve yanlışlar bulunmaktadır. Bunlardan biri duânın mahiyetini algılama biçimidir. (1)
     Duâ bir ibadettir. Niçin ibadet eder, kullukta bulunuruz? Kulluk vazifemizi yerine getirirken beklentilerimiz nelerdir? Dünyevî mi uhrevî mi? Evet Allah Teâlâ emrettiği için ibadet ederiz ve ibadetimizin neticesi olarak da sadece onun rızasını taleb ederiz. Bizi duâya sevk eden asıl sebep bu iki şey olmalı: Allah emrettiği ve onun rızasını kazanmak için. Duânın asıl varlık nedeni bu iki esastır. Bir nevî kulluk olan duânın merkezinde emr-i ilahî ve rızâ-i ilâhî olmazsa ve bazı dünyevî maksatlar duâlara esas yapılırsa o ubudiyetin sırrı bozulur, ruhu kaçar dünyevî beklentilerin bir aleti hükmüne geçer. Bu sebepten dolayı bazı duâ, evrâd ve zikirle alakalı selef-i salihinden ve aktabtan rivayet olan sevap ve sonuçları görülmemiş olur. Ne yazık ki günümüzde duâ, dünyevîleşmenin yerkürede yalancı bir cennet inşa etmenin aracı kılınmakta ve böylelikle bir eksen kaymasına uğratılmaktadır. Bu yanılgıdan kurtulmanın çaresi duâlarımızı ihlâs eksenine oturtmaktır. Bediüzzaman said Nursî (1878-1960), “Yüz hâsiyeti ve faydası bulunan Evrâd-ı Kudsiye-i Şâh-ı Nakşibendîyi veya bin hâsiyeti bulunan Cevşenü'l-Kebîr'i, dünyevî faydaların bazılarını maksud-u bizzat niyet ederek okuyorlar. O faydaları göremiyorlar ve göremeyecekler ve görmeye de hakları yoktur. Çünkü o faydalar, o evradların illeti olamaz ve ondan, onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Onları niyet etse, ihlâsı bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıymetten düşer. Yalnız bu kadar var ki, böyle hâysiyetli evrâdı okumak için, zayıf insanlar bir müşevvik ve müreccihe muhtaçtırlar. O faydaları düşünüp, şevke gelip, o evrâdı sırf rıza-yı İlâhî için, âhiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılmadığından, çoklar, aktabdan ve Selef-i Salihînden mervî olan faydaları görmediklerinden şüpheye düşer, hattâ inkâr da eder” der. (2)
     Görev ve sorumluluklarını yerine getirmeyen yani fiili duâsını yapmayan bir kulun sıkıntılarını, arzularını, sadece kavlî (sözlü) olarak Cenab-ı Hak’a arz etmesi yetmez. (3)  Kuşeyrî (ö.465/1072) , “Duâ, ihtiyacın anahtarıdır. Bu anahtarın dişleri ise, helâl lokmadır. Kabul edilmesi ihtimali en fazla olan duâ ise; sadece dil ile değil, hal ile yapılan duâdır” der. (4) Zirâ sadece dil ile yapılan duâ, kalbe inmez. Niyazsız ve gönülsüz yapılan duâ, soğuktur. Gönülsüz yapılan duâ ise, hâli etkilemez ve dilde kalır. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bebek, s. 84.
2) Nursî, Bediüzzaman Said, Mesnevi-i Nuriyye, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015, s. 242.
3) Yıldız, Abdullah, Duâ, Pınar Yayınları, 3.basım, İstanbul 2014, s. 179
4) Kuşeyrî, Ebu’l-Kasım Abdulkerim, er-Risaletü’l-Kuşeyriye,Daru’l-Hayr Mat.,Beyrut, 1413/1993,s.365
5) Esmâ Sayın, Tasavvuf ve Psikoloji Açısından Duânın Terapileri, Batman Üniversitesi Uluslar Arası Katılımlı Bilim ve Kültür Sempozyumu 18-20 Nisan, 2012, Batman, s. 424.
~~~~ * ~~~~

    Gazzâlî (ö.505/1111) Allah takdir etiyse çıkar etmediyse çıkmaz diyerek tohumu toprağa
ektikten sonra toprağı sulamamak Allah’ın takdirine uymak değildir. (1) Hadis-i şerifte de belirtildiği gibi önce deveyi bağlayıp sonra Allah’a tevekkül etmek gerekir. (2) Allah Teâlâ bir çok âyet-i kerimede kullarının sadece kendisine duâ etmelerini, zatından başka hiçbir varlıktan yardım istememelerini emir buyurmuştur. (A’râf, 7/29, 56, 180; Mu’min, 40/65,14.) Zatından başkasına duâ edilmesinin şirk olduğunu ikaz etmiş ve şiddetle men etmiştir. (Fatiha, 1/2; Yunus,10/106; Şu’râ, 26/13; el-Kasas, 28/88.; Enâm, 6/63; Müminûn, 23/117; Ahkâf, 46/5; el-Hac, 22/12-13.) “Bana duâ edin, duânıza cevap vereyim” (Mu’min,40/60); Rabbinize yalvara yakara ve gizlice duâ edin (A’râf, 7/55) Yine bir hadis-i kudside “Kim bana duâ ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim” (3) buyurur. Bu âyet ve hadislerden anlaşıldığı gibi her türlü yardımın kaynağı ve başvurulacak merci Cenab-ı Hak’tır. Ondan başkasından yardım dilemek küfre kadar götürebilir. Yalnız duâlarımızda Allah’ın isimlerini, Peygamberlerin salih kimselerin zatını işlenen salih amelleri sadece vesile kılabiliriz.
     Yine kaza, bela, sıkıntı, hastalık duânın vakitleridir. Bu zamanda duâya ısrar ve sabırla devam etmek gerekir. Duâ belayı sıkıntıyı gidermek ve hastalığın iyileşmesi için yapılmaz; duânın vakti tahakkuk ettiği için ve sırf rıza-yı ilahi için duâ edilmeli. Meselâ, Yağmursuzluk, yağmur namazının vaktidir. Yağmur namazı, yağmurun yağması için kılınmaz. Duâda dünyevî işler niyet edilse, duâ halis olmadığı için kabule lâyık olmaz. (4)
     Duâ verilen hüküm ve gelecek olan belaların önlenmesi için etkisi vardır. Zirâ duâ belânın geri çevrilmesinde bir sebeptir. Duâ rahmete mazhar olmaya vesiledir. Nitekim nasıl ki kalkan gelen okları önlüyor, tehlikeyi bertaraf ediyorsa, nasıl ki su, topraktan bitkilerin yeşermesi için bir sebep ise, duâ da kaza ve belaların önüne geçer. Allah’ın kazasını ve kaderini kabullenip, karşısında tedbir almamak gibi bir yanlışa düşmemek gerekir. Zirâ “Allah’ın kazası böyledir, o halde ben ne yapabilirim?” dememelidir. (5) Nitekim Cenâb-ı Hak bir âyet-i kerîme’de şöyle buyurur: “Ey imân edenler! Tedbirinizi alın.” (Nisâ, 4/71) Bir de duâ sadece kaza, bela ve sıkıntılar olduğu zaman yapılmamalıdır. Dua bir ibadet olduğu için sık sık yapılmalıdır.

     Duânın Müsbet Etkileri
     Duâ, ihtiyaç anahtarı olduğu gibi, İhtiyaç sahiplerinin dinleneceği, çaresiz kalanların sığınacağı ve ümit sahiplerinin kendisi ile nefes almasıdır. (6) Duânın gerek fert gerekse toplum üzerinde müsbet etkileri vardır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Gazzâlî, Duâ ve Zikir, Tecüme, Harun Ünal, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2015,s.203-204.
2) Tirmizi, Kıyâmet, 60.
3)Buhari, Tevhid 35, Teheccüd 14, Da'avat 13, Müslim, Salatu'l-Müsafirin 166, (758), Muvatta, Kur'ân 30, (1, 214), Tirmizi, Da'avat 80, (3493), Ebu Davud, Salat 311, (1315).
4) Nursî, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2012, s .506.
5) Gazzâlî, Duâ ve Zikir, s. 203.
6) Kuşeyrî, s. 265.
~~~~ * ~~~~

     Duâ kişinin şuur, huşu ve tazim ile Allah’a yönelmesi, bu yönelme bir kulluk eylemi olduğu için bilgi ve duygusunun canlanıp artması sebebiyle makbul ve muteber bir kişi olması sonucunu doğurur. (1) Kul duâsı sayesinde Allah katında değer kazanır. (2) Zirâ ayet-i kerimede şöyle buyurulur: “(Resulüm) De ki: Duânız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkân, 25/77)
     Sıkıntılar ve hatalar sebebiyle Allah Teâlâ’ya duâ etmek, nimetleri yüzünden onu zikretmek kişide psikolojik olarak huzur ve rahatlık verir. (3) (Ra’d,13/28, elAlâ,87/15) Kendisini gören, duyan, içinden geçenleri bilen, her şeye gücü yeten Cenâb-ı Hak’a duâ eden kul, Allah’ın rahmeti, merhameti ve takdiriyle her şeyin üstesinden gelebileceğine inancıyla en zor zamanlarda bile huzur içinde olur. (4) Sıkıntı, stres ve depresyon anlarında okuyacağımız Duhâ, İnşirâh sureleri ve türlerindeki âyetler bize huzur ve ferahlık verir. (5) Fecr Suresinin nüzulünden sonra bir süre vahiy kesilmiş, müşriklerde: Hz. Peygamber (s.a.v)’a “Rabbin sana darıldı seni terk etti” dediler. Müşriklerin bu sözlerinden Resulullah çok sıkıldı ve üzüldü. Bunun özerine Cenâb- Hak Duhâ ve İnşirâh sürelerini indirip, Hz. Peygamber (s.a.v)’ı teselli etti. (6) Ayrıca duâ ahlakî arınmaya ve yücelmeye de yol açmakta ve şahsiyetin olgunlaşmasında yapıcı bir fonksiyon icra etmektedir. (7) Allahım! Senden hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği isterim. (8) Hadis-i şerifi buna işaret etmektedir.
     Sufîlere göre, duânın dünyevî sıkıntıların giderilmesinde etkisi vardır. Bununla beraber bir sûfî için duânın istek ve ihtiyaçların giderilmesinde etkili olması fazla önemli değildir. Asıl önemli olan duânın Allah’a duyulan iştiyakın dili ve O’nunla doğrudan haberleşmenin bir vasıtası olmasıdır. (9) Tasavvufta duânın adabı ve erkânı kitap ve sünnette belirlendiği şekliyle icrâ edilmekle birlikte, muhtevası açısında farklı bir nitelik kazanmıştır. İlk dönem zâhidleri, genel olarak Allah’ın azabından, cehennemden kurtulmak, cennete girmek için duâ ederken daha sonra gelen mutasavvıflar, duâlarında çoğunlukla rızâ-yı İlâhiye ermeyi, Allah’ın sevgisini kazanmayı ve rüyet-i ilahiyeyi temaşa etmeyi arzu ederler. Bunlar onların duâlarının özünü oluştururdu. (10) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fahreddin er-Razi, Mefatihu’l-Ğayb, Beyrut, 1934, XXVI, 81.; Bebek, s. 95.
2) Görmez, s. 179.
3) Parladır, IX,533.
4) Seyyid Kutub, Fî zilâli’l-Kur’ân, c. I, Çeviren, Salih Uçan-Vahdettin İnce, Dünyâ Yayınları, İstanbul, 1991.
5) Esmâ Sayın, Dua Terapisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2011, 43.
6) Meybudî, Ebu’l-Fazl Reşîdu’d-dîn, Keşfu’l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrâr, (Çalışma: Zehrâ Hâlûî) http://www.sufi.ir/books/download/farsi/meybodi/kashfol-asrar-kamel.pdf  (30.03.2016.) s. 3106; Elmalı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Matbaa-ı Ebû Ziyâ, İstanbul, 1938, VIII, 5883-5886.
7) Parladır, IX,533.
8) Müslim, Zikir 72; Tirmizî, Daavât 72; İbni Mâce, Duâ, 2.
9) Parladır, IX,53.
10) Uludağ, IX,535; Shimmel, s.146; Yıldız, Abdulvahap, Mebudî’nin Tefsirinde Tasavvuf, s.162.
~~~~ * ~~~~

     Ebû Ali Dekkak’a (ö.405/1014) göre, istemek, duâ etmek, övmek diye duânın üç derecesi vardır. İstemek, bu dünya nimetlerini isteyenler için, duâ etmek ahireti isteyenler için,övgü ise Cenâb-ı Hak’ı isteyenler içindir. (1) Serî Sakatî (ö. 251/865) “Allah’ım bana nasıl azap edersen et, yeter ki perdelenmiş olma zilletine beni duçar etme.” (2) Beyazıd-ı Bistamî (ö.234/848), ise “Allah’ım senden sadece seni istiyorum” (3) şeklinde duâ ederdi.
     Kavlî (dil ile yapılan) duâya fazla önem vermeyen sufiler belli bir makamda ve belli durumlarda hal dillerini huşu, ihlâs ve samimiyet ile ilahî dergaha arz ederek susmayı tercih eder ve teslimiyet ve rıza içinde bulunmayı uygun görürler. (4) Bu nevî duâ, kişinin kendisinde sabır ve tevekkül gibi duyguları geliştirir. Duâ eden kişinin maddî ve manevî sıkıntılı durumdan kurtulacağı inancı ile rahat ve huzura kavuşur. Yine duâ kişiye sükunet, moral, emniyet ve direnç gibi psikolojik kazanımlar sağlar. (5)
     Yapılan araştırmalara göre, duâ eden insanların, çoğunlukla etmeyenlere göre, daha huzurlu oldukları gözlenmiştir. Zira duâ, insanların çaresizlik hissiyle çöküşe düşmelerine mani olur. Ayet ve hadislerde zikredildiğine göre duâ kişiyi gerek dünyada gerekse ahirete mutluluğa ulaştırır. (6) Elinden her şeyi yerine getiren ve çaresiz kalan kişinin Allah Teâlâ’ya olan samimi yönelişi bazen ona mucizevî bir şifâ ve huzur verir. Zirâ çaresiz kalmış bazı hastalarda duânın şifâ verici etkisine şhit olunmuştur. (7)
     Bazı sufiler “Müslümanların menfaati için duâ edilmeli, şahsî menfaat konusunda ise rıza halinde bulunulmalıdır.” derler. Bu sebepten dolayı sufiler kendilerinden ziyade daha çok müminler için duâ etmişlerdir. Zirâ ayette buyrulduğu gibi bir başkası için yapılan duâ, hem yapana hem de edilen kişiye rahatlama, sabır ve tevekkül gibi olumlu kazanımlar sağlar. “Onlara duâ et. Çünkü senin duân onlar için sükûnettir.” (Tevbe, 9/103.) Duâ, erdemli, huzurlu bir toplumun meydana gelmesine katkı sağlar. (8) Nitekim bu hususta âyet-i kerîmde şöyle buyrulur: “Onların mallarından, onları kendisiyle arındıracağın ve temizleyeceğin bir sadaka (zekât) al ve onlara dua et. Çünkü senin duan onlar için sükûnettir (Onların kalplerini yatıştırır.) Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Tevbe, 9/103).
     Ayrıca dinde insanlara başkalarıyla ilgili olarak yapılması öğütlenen duâlar, o öğütlere uyulduğu takdirde, toplum üyelerini birbirine bağlamada fayda sağlar. Sıkıntı ve kederlerini hafifletme düzgün bir yola yönlendirme sağlar. (9)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Attar, s. 654-655.
2) Serrâc, Ebû Nasr Abdullah b. Ali et-Tusî, el-Luma’ fi’t-Tasavvuf,nşr: R. N. Nicholson, Matbaa-i Berîl, Leiden, 1914, Luma, s. 264.
3) Attar, s. 202.
4) Kuşeyri, s. 265-270
5) Bebek, s. 96.
6) Ali Çimen- Hakan Yılmaz, Bilimsel Açıdan Duanın faydalarıhttp://www.hastaadam.com/haber/2008/Nisan/30/duâ.faydalari.htm (19.10.2016.)
7) Parladır, IX,533.
8) Bebek, s. 96.
9) Bebek, 96.
~~~~ * ~~~~

     Duânın gücünü araştıran uzmanlar, şaşırtıcı veriler elde etmişlerdir. Klinik deneyler, insanın kendisi ya da bir başkası için ettiği duâların, hem eden hem kendisine duâ edilen kişinin fizikî ve ruhî yapısına olumlu yönde katkıda bulunduğunu gösteriyor. İngiltere’de, Amerika’da ve Avrupa ülkelerinde hastalar için kurulan duâ kulüpleri gün geçtikçe artmaktadır. (1)
     Bediüzzaman, “Duânın en güzel, en lâtîf, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Duâ eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerîm Zât var, ona bakar,ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyâcâtını yerine getirebilir ve O’nun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir Zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden ِمي َن atıp َعالَ ْ َح ْمبدِهللِ َر ِّب ال ْ ل َا ” der. (2)

     Sonuç
     Duâ bir nevî ibadettir. İbadet ise rızâ-yı ilâhi için, İhlas ve samimiyet ile yapılmalıdır. Duâ dünya ve ahiret mutluluğuna vesiledir ve fikirleri Cenâb-ı Allah’a çevirmeyi sağlar. Hz. Adem (a.s) ile başlayan duâ günümüze kadar gelmiş bir gerçektir. Duâ özlü ve kapsamlı olmalıdır. Kavlî duâdan önce fiili duâ yapılmalıdır. Bazı dünyevî maksatlar, duâya esas yapılırsa, duânın sevapları ve sonuçları kazanılmaz. Özelikle duâlarımızda başkasından yardım dilemek günâhtır. Hatta insanı küfre kadar götürebilir. Ancak duâlarımızda büyük zatları, esma-ı hüsnâyı, salih amelleri vesile kılabiliriz. Kaza, bela ve sıkıntı duâların vaktidir. Duâ bu sıkıntıların giderilmesi için yapılmaz. Duânın, ebedî hayattaki sevabı insana ayrı bir huzur verdiği gibi, dünyada da ayrı bir mutluluk kazandırmaktadır. Yapılan bazı bilimsel araştırmalara göre, çaresiz kalmış bazı hastalarda duânın şifâ verici tesiri olduğu ispatlanmıştır. Sûfiler, kendi şahıslarından ziyade başkalarına duâ ederler ve Allah’tan af, cehennemden kurtulma, cennete girmeyi isteme gibi duâlarla münacatta bulunuyorsalar da, onlar daha çok rızâyı ilahîye nail olmak ve Allah sevgisini kazanmak ve ahirete Allah’ın cemalini seyretme mutluluğuna varmak için duâ ederler ve bunda da huzur ve mutluluk duyarlar. Bazı mutasavvıflar ise kavlî duâ yerine teslimiyet ve rızâ halinde bulunmayı tercih ederler.

1) Ali Çimen -Hakan Yılmaz, Bilimsel Açıdan Duânın Faydaları http://www.hastaadam.com/haber/2008/Nisan/30/duâ.faydalari.htm (19.10.2016.)
2) Nursî, Mektubât, s 384-385.

     Kaynakça
* Altuntaş, İsmail Hakkı, Muhammedî Duâ, Buhara Yayınları, İstanbul, 2013.
* Attar, Feridüddîn, Tezkretü’l-Evliyâ, nşr:Muhammed İsti’lâmi, Çaphane-i Bânk, Tahran, 1346.
* Baykan, Erdal, Duâ Üzerine, Bilge adamlar Yayınları, İstanbul, 2009.
* Bayzan, Ali Rıza, Sûfî ile Terapist, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2013.
* Bebek, Adil, Din ve Düşünce Açısından Duâ, Rağbet Yayınları, İstanbul, 1998.
* Buharî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, Sahihu’l-Buhari, c., I-VIII, Beyrut, 1991.
* Bulut, Duâ Engel Tanımaz, 41.baskı, Nesil Yayınları, İstanbul, 2014.
* Cevziyye, İbn Kayyim, Duâ ve Yaşam, Çeviri, Osman Arpaçukuru, 5. Baskı, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2003.
* Cilacı, Osman, Duâ, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. IX, s. 529.
* Çimen, Ali - Hakan Yılmaz, Bilimsel Açıdan Duanın faydaları http://www.hastaadam.com/haber/2008/Nisan/30/dua.faydalari.html (19.10.2016 Danyıldız, Şener, Duâ Müminin Silahıdır, II:baskı, Osmanlı Matbacılık, Ankara, tarihsiz.
* Ebû Davûd es-Sicistanî, Sünen, c., I-II, Beyrut, 1989.
* Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhyu Ulûmi’d-dîn, I, Tercüme, Ali Arslan, Merve Yayınevi, İstanbul, 1992. * __________, Kimyâ-ı Saadet, Tercüme, Abdullah Aydın-Abdurrahman Aydın, Aydın Yayınevi, İstanbul, tarihsiz.
* Gazzâlî, Duâ ve Zikir, Tecüme, Harun Ünal, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2015.
* Görmez, Mehmet, Kalbin Arbaini, Otto Yayınları, Ankara, tarihsiz.
* İbn Kayyim el- Cevziyye, Duâ ve Yaşam, Çeviren: Osman Arpa Çükürü, 5. Baskı, İlke Yayıncılık, İstanbul, 2025.
* İbn Mâce, Ebu Abdillah Muhammed, es-Sünen,c., I-II, el-Mektebetu’l-İlmiyye, Beyrut, ts.
* Kuşeyrî, Ebu’l-Kasım Abdulkerim, er-Risaletü’l-Kuşeyriye,Daru’l-Hayr Matbaası, Beyrut, 1413/1993.
* Meybudî, Ebu’l-Fazl Reşîdu’d-dîn, Keşfu’l-Esrâr ve Uddetu’l-Ebrâr, (Çalışma: Zehrâ Hâlûî) http://www.sufi.ir/books/download/farsi/meybodi/kashfolasrar-kamel.pdf 30.03.2016. Müslim b. el-Haccac, Sahîhu Müslim c. I-V, Beyrut, 1983.
* Nursî, Bediüzzaman Said, Mektubât, 2. Baskı, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2016.
* __________, İşârâtü’l-İ’câz, 3. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2014.
* __________, Mesnevi-i Nuriyye, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2015.
* __________, Sözler, Yeni Asya Neşriyat, İstanbul, 2012.
* Râzî, Fahreddin, Mefatihu’l-Ğayb, Beyrut, 1934, XXVI,
* Parladır, Selâhattin İslâm’da Duâ, Diyanet İslâm Ansiklopediesi, c. IX, İstanbul,1994. 
* Sayın, Esma, Tasavvuf ve Psikoloji Açısından Duânın Terapileri, Batman Üniversitesi Uluslar Arası Katılımlı Bilim ve Kültür Sempozyumu 18-20 Nisan 2012, Batman.
* __________, Dua Terapisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2011.
* Schimmel, Annemarie, Tasavvufun Boyutları, çeviren, Ender Birol, Adam Yayınları, İstanbul, 1982.
* Serrâc, Ebû Nasr Abdullah b. Ali et-Tusî, el-Luma’ fi’t-Tasavvuf,nşr: R. N. Nicholson, Matbaa-i Berîl, Leiden, 1914.
* Seyyid Kutub, Fî zilâli’l-Kur’ân, c. I, Çeviren, Salih Uçan-Vahdettin İnce, Dünyâ Yayınları, İstanbul, 1991.
* Süleyman Uludağ, Tasavvufta Duâ Anlayışı, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. IX, İstanbul, 1994.
* Şimşek, M. Sait Duâ, https://sorularlaislamiyet.com/kaynak/dua (07.12.2016)
* Tekineş, Ayhan, Duâ Nedir, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2007.
* Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed, es-Sünen,c., I-IV, Beyrut, ts.
* Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, c. VIII, Matbaa-ı Ebû Ziyâ, İstanbul, 1938.
* Yıldız, Abdullah, Duâ, Pınar Yayınları,3. Basım, İstanbul, 2014.
* Yıldız, Abdulvahap, Mebudî’nin Tefsirinde Tasavvuf, Sır Yayınları, Bursa, 2012.
 
bus

Kitap Tanıtımı ღ💗ღ Yazar Şüheda Derya Terzi ❀💗❀ A'MAK-I ERVAH

  Kitap Özgün <kitapokuyalim@gmail.com> okunmadı, 00:18 (10 dakika önce)     alıcı gonulerleri@googlegroups.com      2007 de birkaç...