İSLAM TARİHİ
Bİ'R-İ MAÛNA FACİASI
Hicret’in 4. senesi Sefer ayı idi.
Benî Âmir kabilesinin efendisi ve reisi Ebû Bera Âmir b. Mâlik, Peygamberimizi ziyaret maksadıyla Medine’ye geldi. Ebû Bera, samimi bir insan, Resûl-i Ekrem’e ve Müslümanlara dost biriydi. Efendimize hediye etmek üzere de iki at ile iki deve getirmişti. Ancak Resûl-i Ekrem, “Ben, müşriklerin hediyesini kabul edemem. Eğer hediyenin kabul edilmesini istiyorsan Müslüman ol!” diyerek onun hediyesini kabul etmedi ve kendisini Müslüman olmaya davet etti.
Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslamiyete karşı gösterdiği alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, “Yâ Muhammed! Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabelerinden birkaçını Kur’an ve sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!” dedi. [1]
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini, “Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım!” diyerek de izhar etti.
Ancak Ebû Bera teminat verdi. “Ben onları himâyeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?” dedi.
Ebû Bera’nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendimizin endişesini giderdi. Sonunda, kırk veya yetmiş kişiden ibaret irşad heyetini göndermeye karar verdi. Altısı muhacir, diğerleri ensardan idi. Hepsi de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tayin edildi. [2]
Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.
İrşad ve tebliğ heyeti Bi’r-i Maûna denilen mevkiye vardı. Burası, Medine’nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmiroğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym’e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullah’ın mektubunu Amir b. Tufeyl’e götürmek vazifesini, Haram b. Milhân üzerine aldı. Bu sahabe, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabeyi orada şehit etti. [3]
Aziz şehidin, bu hain adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu: “Allahü Ekber! Kâbe’nin Yüce Rabbine yemin olsun ki kazandım gitti!” [4]
Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabeyi şehit etmekle de yetinmedi; Âmiroğullarını, heyetteki diğer sahabeleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak Âmiroğulları, önceden Ebû Bera’ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.
Benî Âmir’den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleymanoğullarından birkaç kabilenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Maûna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabeleri de şehit etmek üzere harekete geçtiler.
Bu arada, mektubu götüren sahabenin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Maûna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı.
Tam o sırada, karşılarında elleri silahlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular. Sahabeler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, “Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sadece Peygamberimizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!” dediler. [5]
Fakat kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararları kesindi: İslam’ı ve imanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sahabeleri, teker teker şehit edeceklerdi.
Başlarına gelecekleri fark eden sahabeler, el açarak Rabb-i Rahîmlerine, “Ey Rabbimiz! Durumumuzu Resûlüne haber verecek burada kimsemiz yok. Selamımızı ona sen ulaştır! İlâhî! Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden râzı oldu ve bizi de râzı etti” [6] diye yalvardılar.
Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabelerin selamını ve durumlarını Resûl-i Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selamlarına, “Aleyhimüsselam” diyerek karşılık veren Resûl-i Ekrem, ashabına dönerek, müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehit etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağrifet dilemelerini istedi.
Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabelerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehit olmuşlardı. Kurtulan sahabelerden ikisi deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehitler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sahabe, bir müddet sonra Bi’r-i Maûna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hâkim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehit oluncaya kadar kendileriyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehitler arasında öldü diye terk edilen Ka’b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine’ye geldi. [7]
Peygamberimizin Bedduası
Bu seçkin sahabelerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.
Enes b. Mâlik, “Resûlullah’ın, Bi’r-i Maûna’da şehit edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!” [8] der.
Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu câhillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:
“Allahım, Mudar kabilelerini kahreyle! Allahım, Onların yıllarını Yusuf Peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir! Allahım, Lihyanoğullarını, Adal, Kare, Zi’b, Rı’l, Zekvan ve Usayya kabilelerini sana havâle ediyorum. Zira, onlar, Allah’a ve Resûlüne karşı geldiler!” [9]
Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabe-i Kiram da “Âmin” dediler. [10]
Fahr-i Kâinat’ın bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.
Ebû Bera da, Resûl-i Ekrem Efendimizin, “Bu, Ebû Bera’nın başımıza getirdiği bir iştir” sitemine ve yapmış olduğu himâye taahhüdünün yeğeni Âmir b. Tufeyl tarafından böylesine canice çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.
Art arda meydana gelen Recî’ ve Bi’r-Mauna facialarında seksen kadar güzide sahabe şehit düşmüştü.
Peygamberimizin Anlaşmaya Sadâkat Göstermesi
Faciadan, Mudarîlerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr b. Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi’r-i Maûna’da sahabeleri şehit eden kabileye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup onları öldürdü.
Medine’ye gelip durumu haber verince, Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Sen ne kötü bir iş yaptın!” buyurdu.
Zira, bu iki kişi Âmiroğullarından idiler ve Medine’ye gelerek Peygamberimizle görüşmüşlerdi. Ayrılırlarken de Resûl-i Ekrem kendilerine bir eman ve dokunmazlık yazısı vermişti. İşte Amr’ın öldürdüğü, eman verilmiş bu kimselerdi.
Dokunmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen, Resûl-i Ekrem, verdiği sözün, bu sözünden haberi olmayan bir sahabe tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya sadâkatini göstermiş oldu.
____________________________________________________________________________
Notlar:
[1] İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 193-194; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 514; Taberî, Tarih, c. 3, s. 34.
[2] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 194; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29.
[4] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29.
[5] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 28.
[6] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29; Müslim, Sahih, c. 6, s. 45.
[7] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 194; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 54.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 53.
[10] Ebû Davûd, Sünen, c. 2, s. 68.
Ebû Bera o anda Müslüman olmadı, ama İslamiyete karşı gösterdiği alâkadan da vazgeçmedi. Peygamber Efendimize, “Yâ Muhammed! Beni davet ettiğin din, pek güzel, pek şereflidir. Kavmim benim sözümü dinler. Eğer sahabelerinden birkaçını Kur’an ve sünneti öğretmek üzere gönderecek olursan, ümit ederim ki davetini kabul ederler!” dedi. [1]
Resûl-i Kibriya Efendimiz, Necid halkına pek güvenmiyordu. Ashabına bir hainlikte bulunabilirler endişesini taşıyordu. Bu endişesini, “Göndereceğim kişiler hakkında Necid halkından korkarım!” diyerek de izhar etti.
Ancak Ebû Bera teminat verdi. “Ben onları himâyeme aldıktan sonra, Necid halkının onlara dokunması hadlerine mi düşmüş?” dedi.
Ebû Bera’nın güvenilir, sözüne itimat edilir biri olması, Peygamber Efendimizin endişesini giderdi. Sonunda, kırk veya yetmiş kişiden ibaret irşad heyetini göndermeye karar verdi. Altısı muhacir, diğerleri ensardan idi. Hepsi de Suffa ehli idi. Başlarına Münzir b. Amr tayin edildi. [2]
Peygamber Efendimiz, ayrıca Necid halkına ve Benî Âmir reislerine verilmek üzere heyetle birlikte bir de mektup gönderdi.
İrşad ve tebliğ heyeti Bi’r-i Maûna denilen mevkiye vardı. Burası, Medine’nin doğu tarafına düşen, Süleym ile Âmiroğulları yurtları arasında kalan, Benî Süleym’e âit bir su kuyusu idi. Burada Hz. Resûlullah’ın mektubunu Amir b. Tufeyl’e götürmek vazifesini, Haram b. Milhân üzerine aldı. Bu sahabe, mektubu götürüp ona teslim etti. Ne var ki mektubun muhatabı Âmir, okuma gereği bile duymadan elçi sahabeyi orada şehit etti. [3]
Aziz şehidin, bu hain adamın darbeleri altındaki son sözleri şunlar oldu: “Allahü Ekber! Kâbe’nin Yüce Rabbine yemin olsun ki kazandım gitti!” [4]
Âmir b. Tufeyl, bu masum sahabeyi şehit etmekle de yetinmedi; Âmiroğullarını, heyetteki diğer sahabeleri de öldürmek için yardıma çağırdı. Ancak Âmiroğulları, önceden Ebû Bera’ya, gelecek irşad heyetine dokunmayacaklarına dair söz vermiş bulunduklarından, bu adama yardıma yanaşmadılar.
Benî Âmir’den yardım konusunda red cevabı alan Âmir, bu sefer kendisi gibi gözleri ve gönülleri kan ve kin ile dolmuş Süleymanoğullarından birkaç kabilenin yardımını temin etti. Hep birlikte, Maûna Kuyusu mevkiinde olup bitenden habersiz bekleyen masum sahabeleri de şehit etmek üzere harekete geçtiler.
Bu arada, mektubu götüren sahabenin geciktiğini gören irşad heyeti, dinlendikleri Maûna Kuyusu mevkiinden durumu öğrenmek üzere Necid bölgesine doğru yol almışlardı.
Tam o sırada, karşılarında elleri silahlı kalabalık bir müşrik topluluğu buldular. Sahabeler, kılıçlarını sıyırarak kendilerini çepeçevre kuşatanlara, “Vallahi, bizim sizinle hiçbir işimiz yok. Biz sadece Peygamberimizin verdiği bir vazife için yolumuza gidiyoruz!” dediler. [5]
Fakat kana susamış müşrikler, bu sözlere aldırış bile etmediler. Kararları kesindi: İslam’ı ve imanı öğretmek kutsî vazifesiyle yola çıkan bu fedakâr sahabeleri, teker teker şehit edeceklerdi.
Başlarına gelecekleri fark eden sahabeler, el açarak Rabb-i Rahîmlerine, “Ey Rabbimiz! Durumumuzu Resûlüne haber verecek burada kimsemiz yok. Selamımızı ona sen ulaştır! İlâhî! Peygamberin vasıtasıyla kavmimize haber ver ki: Biz Rabbimize kavuştuk. Rabbimiz bizden râzı oldu ve bizi de râzı etti” [6] diye yalvardılar.
Aynı anda Cebrail (a.s.), bu kahraman sahabelerin selamını ve durumlarını Resûl-i Kibriya Efendimize ulaştırdı. Selamlarına, “Aleyhimüsselam” diyerek karşılık veren Resûl-i Ekrem, ashabına dönerek, müşriklerin bu fedakâr kardeşlerini şehit etmek üzere olduklarını haber verdi ve onlar için mağrifet dilemelerini istedi.
Peygamber Efendimiz, ashabına bu haberi iletirken irşad heyetinde bulunan sahabelerin birkaçı müstesna diğerleri hain düşman mızraklarıyla delik deşik edilmiş ve şehit olmuşlardı. Kurtulan sahabelerden ikisi deve gütmeye gitmişlerdi, biri ise öldü diye şehitler arasında terk edilmişti. Develeri güden iki sahabe, bir müddet sonra Bi’r-i Maûna mevkiine dönünce dehşetli manzarayla ürperdiler. Bu ciğer parçalayıcı sahne karşısında gözyaşı döktüler. Kendine hâkim olamayan biri, müşriklerin arkasına takıldı ve şehit oluncaya kadar kendileriyle çarpıştı. Diğeri ise esir alındı, ancak sonradan serbest bırakıldı. Şehitler arasında öldü diye terk edilen Ka’b b. Zeyd Hazretleri ise, müşrikler ayrıldıktan sonra, çıkıp Medine’ye geldi. [7]
Peygamberimizin Bedduası
Bu seçkin sahabelerinin haince bir suikaste kurban gitmelerinden dolayı, Peygamber Efendimiz, son derece üzüldü.
Enes b. Mâlik, “Resûlullah’ın, Bi’r-i Maûna’da şehit edilen ashaba yanıp üzüldüğü kadar hiçbir kimseye, hiçbir şeye yanıp üzüldüğünü görmedim!” [8] der.
Duyduğu derin üzüntü, Peygamber Efendimizi, bu câhillikte bulunanlara beddua etmeye kadar götürdü. Haber aldığı gecenin sabah namazında birinci rekâttan sonra ikinci rekâtın rükûundan doğrulunca şu bedduada bulundu:
“Allahım, Mudar kabilelerini kahreyle! Allahım, Onların yıllarını Yusuf Peygamberin kıtlık yılları gibi çetin yap, başlarına dar getir! Allahım, Lihyanoğullarını, Adal, Kare, Zi’b, Rı’l, Zekvan ve Usayya kabilelerini sana havâle ediyorum. Zira, onlar, Allah’a ve Resûlüne karşı geldiler!” [9]
Peygamberimiz, bu bedduasına bir ay boyunca her vakit namazından sonra devam etti. Sahabe-i Kiram da “Âmin” dediler. [10]
Fahr-i Kâinat’ın bu duası kabul olundu. Kısa bir müddet sonra adı geçen bölgede kıtlık kuraklık başladı, yağışlar kesildi, sular çekildi, her taraf yanıp kavruldu.
Ebû Bera da, Resûl-i Ekrem Efendimizin, “Bu, Ebû Bera’nın başımıza getirdiği bir iştir” sitemine ve yapmış olduğu himâye taahhüdünün yeğeni Âmir b. Tufeyl tarafından böylesine canice çiğnenmesine tahammül edemedi ve üzüntüsünden hastalanarak kısa zaman sonra öldü.
Art arda meydana gelen Recî’ ve Bi’r-Mauna facialarında seksen kadar güzide sahabe şehit düşmüştü.
Peygamberimizin Anlaşmaya Sadâkat Göstermesi
Faciadan, Mudarîlerden olduğunu söylemekle kurtulan Amr b. Ümeyye, Medine yolunu tuttu. Yolda iki adama rastladı. Bi’r-i Maûna’da sahabeleri şehit eden kabileye mensup kimseler olduğu zannıyla bir fırsatını bulup onları öldürdü.
Medine’ye gelip durumu haber verince, Resûl-i Ekrem Efendimiz, “Sen ne kötü bir iş yaptın!” buyurdu.
Zira, bu iki kişi Âmiroğullarından idiler ve Medine’ye gelerek Peygamberimizle görüşmüşlerdi. Ayrılırlarken de Resûl-i Ekrem kendilerine bir eman ve dokunmazlık yazısı vermişti. İşte Amr’ın öldürdüğü, eman verilmiş bu kimselerdi.
Dokunmazlık yazısını, öldürülen iki kişiyle Peygamber Efendimizden başkası bilmiyordu. Buna rağmen, Resûl-i Ekrem, verdiği sözün, bu sözünden haberi olmayan bir sahabe tarafından ihlâl edilmesi sebebiyle öldürülenlerin diyetini ödedi. Böylece, verdiği söze ve yaptığı anlaşmaya sadâkatini göstermiş oldu.
____________________________________________________________________________
Notlar:
[1] İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 193-194; İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 514; Taberî, Tarih, c. 3, s. 34.
[2] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 194; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, Sahih, c. 3, s. 28.
[3] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52; Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29.
[4] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29.
[5] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 28.
[6] Buharî, a.g.e., c. 3, s. 29; Müslim, Sahih, c. 6, s. 45.
[7] İbn Hişam, a.g.e., c. 3, s. 194; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 52.
[8] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 54.
[9] İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 53.
[10] Ebû Davûd, Sünen, c. 2, s. 68.
Yazar
Salih Suruç
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder