İSLAM TARİHİ
ZÂTÜ’S-SELÂSİL SEFERİ
Bazı Arap kabileleri, Mu’te Harbi’nin neticesini Müslümanlar için zâhirî bir mağlubiyet ve gerileme olarak değerlendirmiş olacaklar ki Medine’ye saldırmak maksadıyla bir araya gelmişlerdi. Bunlar, Kuzaa, Beliy, Cüzam, Lahm ve Âmile adındaki kabilelerdi. [37]
(Hicret’in 8. senesi, Receb ayı)
Durumu haber alan Peygamber Efendimiz, derhal Amr b. Âs Hazretlerini yanına çağırdı ve “Ey Amr! Silahını kuşan, yolculuk elbiselerini üzerine giy ve hemen yanıma gel!” buyurdu.
Hz. Amr, hemen gidip silahını kuşandı ve sefer elbiselerini de giyerek Efendimizin yanına vardı. Resûl-i Ekrem, “Ey Amr!” dedi. “Seni selamete ve zenginliğe erdirsin diye askerî bir birliğin başında bir yere göndermek istiyor, en iyi dileğimle senin için zenginlik diliyorum!”
Hz. Amr, “Yâ Resûlallah! Ben zengin olayım diye Müslüman olmadım; hiçbir karşılık beklemeden ve cihatlara katılıp, zâtınızın yanında bulunmayı arzuladığım için Müslüman oldum!” diye karşılık verdi.
Bunun üzerine Resûl-i Kibriya Efendimiz, “Ey Amr! Zenginliğin faydalısı, insanların hayırlı ve faydalısına ne güzel yaraşır!” [38] diye buyurdu.
Resûl-i Ekrem Efendimizin Amr’ı tercih edişinin bir sebebi vardı: O da, Hz. Amr’ın, Beliy kabilesiyle akraba oluşuydu. Babaannesi Beliy kabilesindendi. Amr’ı göndermekle, onları akrabalık noktasından bir derece yumuşatmak ve İslamiyete ısındırmak istiyordu! Ayrıca Efendimiz, üzerine yürüyeceği kabileleri İslam’a davet etmesi için de Amr Hazretlerine emir verdi.
Bütün bunlardan sonra Hz. Amr, emrindeki muhacir ve ensardan müteşekkil üç yüz mücahitle Medine’den yola çıktı. Müşrik kabilelerin toplandığı bölgeye yaklaştığında, fazlaca kalabalık olduklarını gördü. Bunun üzerine, ashaptan Râfi’ b. Mekîs’i Peygamber Efendimize göndererek acele yardım istedi. Medine’ye gelen bu sahabe, durumu Peygamber Efendimize haber verdi. Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu istek üzerine, Hz. Ebû Ubeyde b. Cerrâh kumandasında iki yüz kişilik bir takviye kuvveti gönderdi. Bunlar arasında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ile ensar ve muhacirin ileri gelenlerinden birçok kimse vardı.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Amr b. Âs’la buluşup hep birlikte hareket etmelerini de Hz. Ebû Ubeyde’ye sıkı sıkıya tembih etti. [39]
Takviye birliği süratle yol alarak Hz. Amr’ın yardımına yetişti. Amr (r.a.), Ebû Ubeyde Hazretlerine, “Sizin de kumandanınız benim! Çünkü Resûlullah’a haber gönderip bana yardım etmenizi kendisinden ben istedim!” dedi. Fakat Ebû Ubeyde Hazretleri, kendi birliğine kumandanlık etmek istedi ve “Ben, emrim altındaki birliğin kumandanıyım; sen ise, emrin altındaki birliğin kumandanısın!” [40] diye karşılık verdi.
Hz. Amr ise, aynı şekilde, onların da kumandanı olduğunu, imamlığa yetkili olanın da kendisi bulunduğunu ifade etti. Bu küçük münakaşaya muhacir Müslümanlar da Ebû Ubeyde Hazretlerinin tarafını tutarak katıldılar.
Ebû Ubeyde, Hz. Resûlullah’ın tembihini hatırlayınca, münakaşanın uzamasına meydan vermedi. “Ey Amr! Resûlullah’ın (a.s.m.), Medine’den ayrılırken en son sözü, ‘Arkadaşının yanına varınca, birbirinize itaat ediniz, sakın aranızda ihtilâfa düşmeyiniz’ emir ve tavsiyesi olmuştur. Eğer sen bana itaat etmezsen, ben sana itaat ederim” [41] dedi.
Böylece, başkumandanlık, münakaşa uzamadan Amr b. Âs Hazretlerinde kaldı. Namazı da mücahitlere o kıldırmaya başladı. [42]
Varılan yerde hava oldukça soğuk ve sert idi. Mücahitler, ateş yakmak için etraftan odun toplayarak ısınmak istedilerse de Kumandan Hz. Amr, buna kat’iyetle müsaade etmedi. Bu durum, ashabın itirazına sebep oldu.
Hz. Ebû Bekir, meseleyi kendisiyle konuşmak isteyince, Hz. Amr b. Âs, “Sen, beni dinlemek ve bana itaat etmekle emrolundun, değil mi?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir, “Evet...” dedi.
Bunun üzerine Hz. Amr, “O halde, neye emrolundunsa onu yap!” [43] dedi.
Hz. Ömer, bu sözlere tahammül edemedi ve gidip Hz. Amr’a çatmak istediyse de, Hz. Ebû Bekir buna mani oldu ve “Bırak onu; istediğini yapsın. Resûlullah (a.s.m.), onu ancak harpteki mahareti sebebiyle başımıza kumandan tayin etti. Mademki o şu anda kumandandır, onun işine karışmak doğru olmaz” [44] diye konuştu.
Bunun üzerine Hz. Ömer, hiddetini yenip sustu.
Aslında Hz. Amr, güzel bir taktik ve tedbir icabı mücahitlerin ateş yakmalarına müsaade etmiyordu. O da şuydu: Düşman çok, mücahitler ise onlara nazaran sayıca az idiler. Ateş yakıldığı takdirde sayıları ortaya çıkacak ve düşman hiçbir endişe ve korkuya kapılmadan üzerlerine hücum edecekti; fakat yakılmadığı takdirde düşman, mücahitlerin sayısını tam bilmeyecek ve ihtiyatlı hareket etmek durumunda kalacaktı. Nitekim de aynı durum cereyan etti: Müslümanların oldukça kalabalık oldukları zannına kapılan düşman kuvvetleri, çarpışmayı bile göze alamadan her biri bir tarafa dağıldı. Az sayıda bir birlik karşı koymaya direndi; ancak onlar da bir müddet sonra mücahitlerin toptan hücumu karşısında dayanamayarak kaçmaya mecbur kaldılar. [45] Harp sanatını iyi bilen Komutan Amr (r.a.), kaçanları, “Mücahitlere bir pusu kurulmuş olabilir” ihtimalini göz önüne alarak takipten vazgeçti. İslam ordusu, gayesine ulaşmış olmanın huzurunu içinde Medine’ye döndü.
Amr b. Âs’ın Peygamberimize Suali
Mücahitlerle Medine’ye dönen Kumandan Amr b. Âs (r.a.), iç âleminde bir duyguya kapılmıştı. Bu duygusunu bizzat kendisi şöyle anlatır: “Resûlullah (a.s.m.), beni askerî bir birliğin başında Zatü’s-Selâsil’e göndermişti. Askerî birliğin içinde Ebû Bekir ve Ömer de bulunuyordu.
“‘Resûlullah’ın yanında benim yerim daha üstün olmazsa, herhalde beni, Ebû Bekir ve Ömer’in başına kumandan tayin ederek göndermezdi’ diye içime doğdu.
“Hemen Resûlullah’ın yanına varıp, ‘Yâ Resûlallah! Halkın sana en sevgilisi hangisidir?’ diye sordum.
“‘Âişe’dir’ buyurdu.
“‘Erkeklerden kimdir?’ diye sordum.
“‘Âişe’nin babasıdır’ buyurdu.
“‘Ondan sonra kimdir?’ diye sordum.
“‘Ondan sonra Ömer’dir’ buyurdu; birtakım erkeklerin daha isimlerini saydı.
“Kendi kendime, ‘Artık bu sorumu tekrarlamayayım!’ dedim ve beni en sonraya bırakmasından korkarak sustum!” [46]
Hakikat-ı halde, Amr b. Âs Hazretleri, ashab-ı kiramın büyüklerindendi. Fakat o vakit sahabeler arasında ona nisbetle Allah indinde ve Hz. Resûlullah katında daha sevgili ve daha efdal pek çok zât ve onun tabakasının üst tarafında hayli tabaka vardı. İşte, bunu anlayan Hz. Amr, sözü daha fazla uzatmayıp kısa kesmiştir.
SİFÜ’L-BAHR SEFERİ
Resûl-i Ekrem Efendimiz, Ebû Ubeyde b. Cerrâh’ı muhacir ve ensardan müteşekkil üç yüz kişilik bir birliğin başına kumandan tayin ederek Cüheynelerden bir kabilenin üzerine gönderdi. [47] Maksat, bu İslam düşmanı kabileyi te’dip edip gereken dersi vermekti. Mücahitler arasında Hz. Ömer de bulunuyordu.
Yolda son derece açlık sıkıntısı çeken, hatta ağaç yapraklarını bile ısıtıp yemeye kalkan mücahitler, nihayet Sîfü’l-Bahr’e [Deniz Sahili] vardılar. Açlıkla kıvranıp durdukları bu sırada, Rezzak-ı Zülcelâl, denizden, dalgalarla, kocaman bir balığı çıkarıp onlara ikram etti. [48] Orada kaldıkları müddetçe bu balıktan yediler. Hiç kimseyle karşılaşmayan mücahitler, Medine’ye döndüler. Mücahitler, Peygamber Efendimize, deniz sahilinde yedikleri balıktan bahsedip, bundan dolayı herhangi bir şey yapmaları gerekip gerekmediğini sordular. Peygamber Efendimiz, “O, Allah’ın sizin için denizden çıkardığı bir rızıktır” buyurdu ve ilave etti: “Yanınızda, o balığın etinden bir şey varsa, bize de yedirseniz!”
Mücahitlerden bir kısmı, yolda azık olsun diye beraberinde o balıktan getirmişti. Peygamber Efendimize de bir parça verdiler. Efendimiz ondan yedi. [49]
___________________________
Notlar:
[37] İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 131.[38] Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 4, s. 197.
[39] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 272; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 131.
[40] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 272; İbn Sa’d, a.g.e., c. 2, s. 517.
[41] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 272.
[42] İbn Hişam, a.g.e., c. 4, s. 272; Taberî, a.g.e., c. 3, s. 104; İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 617.
[43] Halebî, a.g.e., c. 3, s. 199-200.
[44] Halebî, a.g.e., c. 3, s. 200.
[45] İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 517.
[46] Buharî, Sahih, c. 5, s. 113; Ahmed İbn Hanbel, a.g.e., c. 4, s. 203; İbn Kesir, a.g.e., c. 3, s. 521.
[47] İbn Sa’d, Tabakat, c. 2, s. 132.
[48] İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 281; İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 411; Taberî, Tarih, c. 3, s. 105.
[49] İbn Sa’d, a.g.e., c. 3, s. 411; Müslim, Sahih, c. 3, s. 1536.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder