İnanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İnanç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Eylül 2021 Pazar

DÜNYA ve AHİRET DENGESİ / İman Hakikatinin Amel / Ahlaka Yansımaları ve Müslüman İman Algısındaki Yanlışlar ve Nedenleri / Sayfa 687 - 715

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 687 - 715
DÜNYA ve AHİRET DENGESİ
İman Hakikatinin
Amel / Ahlaka Yansımaları ve
Müslüman İman Algısındaki
Yanlışlar ve Nedenleri
Doç Dr. Furat AKDEMİR *

     Özet
     İman, insan zihnini bir gayeye yönlendiren, eyleme dönüştüren en önemli dinamizm ve güdüdür. Bu imani öncül beşerin yaşamında kutsalı, önceliği ve belirleyiciliği olan en önemli zihni bir kabuldür. Bu kabul, nitelik veya nicelik olarak dini, sosyal, siyasal, ekonomik, maddi ve manevi bir kaygı olabilir.İslam vahyi, imanı kutsal ile ilişkilendirmiştir. İmanın yön verdiği ahlak, kişinin eylemlerini oluşturur. Ahlakın somut yansıması olan davranışlar imanın konumunu belirler. İmanın doğurduğu, ahlak/davranış imana meşruluk kazandırır. İman vicdani ve hür bir kabulü içerir. Kur'an, insan sorumluluğunu iman etmek ve salih amel işlemek olarak iki özgün kavram ile formülleştirmiştir. İslam dünyasında Müslüman İlim adamlarının farklı iman tanımı yapmaları gelişen siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. Yüce vahyin ortaya koyduğu temel iman ilkeleri açık olduğu halde Müslüman imanında ortaya çıkan yanlış iman ve inanç algılarının nedenleri temel sorunların başında gelmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
*Yrd. Doç.Dr. Düzce Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi
~~~~ * ~~~~

     1. Giriş
     ".... Size, Müslüman olduğunu bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: Sen Mü'min değilsin, demeyin...." (1)
     İslam; iman, itikat, rububiyyet, uluhiyyet, eylem, ibadet ve tüm düşünsel etkinliklerde Tevhidi esas alan bir din ve dünya görüşüdür. İman, insan zihnini ve düşüncesini şekillendiren, onu bir gayeye yönlendiren ve eyleme dönüştüren tümüyle kişiliğe yön veren unsurdur. İnsanın düşünce ve eylemlerini belirleyen en önemli dinamizm ve güdüdür. İman, bireyin yaşamında zihinsel ve eylemsel faaliyetlerine öncelik katan ve gerekirse diğer tüm yaşamsal gereksinimlerini ve arzularını ona tabi kılan bir öncüldür. Bu imani öncül beşerin yaşamında kutsalı, önceliği ve belirleyiciliği olan en önemli zihni bir kabuldür. Bu kabul, nitelik veya nicelik olarak dini, sosyal, siyasal, ekonomik, maddi ve manevi bir kaygı olabilir.

     1.1. İman Nedir
     İman nihai derecede olarak kaygılı olma durumu ve tüm kişiliğin bir eylemidir. İnsan, her canlı varlık gibi, birçok şey hakkında, ama hepsinde öte, yiyecek, barınma gibi kendi varlığını etkileyen şeyler hakkında da kaygı duyar. Fakat insan, diğer canlı varlıkların tersine, bilişsel (kognitif), estetik, sosyal ve politik gibi (spiritüel) kaygılara sahiptir. Bazıları ivedidir, çoğu kez de son derece ivedi; ve hayati kaygılar gibi, onlardan her biri, bir insan hayatı için ya da bir sosyal gurubun hayatı için nihailik iddia edebilir. Eğer o, nihailik iddia ediyorsa, bu iddiayı kabul edenin tam teslimiyetini talep eder ve diğer bütün iddialar ona tabi olmak veya onun adına reddedilmek zorunda kalsa bile o, tam bir itminan/güven/iman vaat eder. (2)
     İman tüm kişiliğin bir eylemidir. O, kişisel yaşam merkezine yerleşir ve onun bütün öğelerini içerir. İman, insan zihninin en odaklanmış eylemidir. İnananın hayatı için sonsuz bir öneme sahiptir. O, insanın zihinsel ve eylemsel davranışlarının üzerinde belirleyici bir etkiye sahiptir. (3)
     İman bir bütün olarak kişiliğin bir eylemi olduğu için, kişisel hayatın dinamikleri içerisinde yer alır. İman bilinçli bir eylemdir. İman bilinçaltının bir hareketi olmadığı gibi, kişinin herhangi bir rasyonel fonksiyonunun eylemi de değildir. Fakat o, varlığının hem rasyonel hem de rasyonel olmayan öğelerinin aşıldığı bir eylemdir. O bunları aşar , fakat yok etmez. İman insanın kişisel hayatının bilişsel (kognitif) fonksiyonu ve diğer taraftan da duygu ve irade arasındaki gerilimdir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisa 4/94.
2) Paul Tillich, "İmanın Dinamikleri", çev. Fahrullah Terkan, Salih Özer, Ankara Okulu Yay. 1. baskı, Ankara 2000, s.15
3) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 17. 
~~~~ * ~~~~

     Onda bütüncül bir kabul ve teslimiyet eyleminin ayrılmaz bir öğesi olarak, kognitif (bilişsel) bir tasdik bulunmaktadır. İnsanın manevi yaşamındaki her eylemde olduğu gibi, imanda da duygu bulunur. Fakat duygu imanı oluşturmaz. Zira iman bilişsel (kognitif) bir içeriğe sahiptir ve iradenin bir eylemidir. İman, odaklanmış bendeki bütün öğelerin birliğidir. (1)
     İnsan, doğrudan kişisel ve merkezi bir eylem vasıtasıyla, nihai, şartsız, mutlak ve sonsuzun manasını anlayacak güçtedir. Sadece bu, imanı, insani bir eylem bir potansiyel yapmaktadır. Bu somut şekilde zuhur eden şeyin soyut terimlerle ifadesidir. (2) İman; Allaha karşı saygı, sevgi ve şükrandır. Ahirete karşı ise korku ve umut besleme gibi inanç, bilinç ve duygusal değerlilik yaşantılarıdır. Doğru iman doğru, yararlı ve sorumluluk içeren bir ahlakı/davranışı, yanlış iman ise, sorumsuz ve zararlı olan ahlakı/ameli doğurur.
     İman konusunda iki noktaya işaret edilir. Birincisi, iman tamamen akli bilgiye eşit değildir, ama böyle bir bilgiden de yoksun değildir. İman, Müslüman kelamcıların dediği gibi, zihni/aklı bağlayan veya onu sağlam ve sarsılmaz şekilde sağlam bir şeye bağlayan bağ/düğüm (akd) dür, fakat onun sağlam bir bilgi temeli de vardır. Her ne kadar Kur'an sırf akli bilginin rehberlik yapamayacağını söylerse de (3) akli bilgi olmadan da rehberlik (iyi ve kötüyü görmek) imkansızdır. Gerçekten de, Kur'andaki muhtelif ayetler açıkça iman-bilgi birlikteliğini ve imanın bilgi ile arttığını beyan eder. "(Ey Muhammed) de ki; Rabbim bilgimi artır" (4). "Hiç bilenlerle bilmeyenler eşit olabilir mi?" (5) İman bu yüzden zorunlu olarak bilme/bilgiyi gerektirir. İkincisi, iman bir kalp ve zihin/akıl meselesidir. İman amel ile bağıntılıdır. Gerçek iyi ameller, imandan kaynaklanmaktadır. (6)
   Her iman, bilgi, amel ve tasdik sonucu ahlaki bir anlayış ve yaşam tarzı oluşturur. İman amelden/ahlaktan ayrı bir şeydir; fakat ikisi birbirine bağlı şeylerdir. İman zorunlu olarak amel doğurur. İmanın yön verdiği ahlak, kişinin eylemlerini oluşturur. Ahlakın somut yansıması olan davranışlar imanın konumunu belirler. İnsanın anlamaya çalıştığı ve ahlaka yansıttığı iman ne kadar gerçeği yansıtmaktadır. İman etmek veya imanın dayandığı kutsal veya kutsal olmayan değerler imana meşruluk kazandırmak için yeterli değildir. İmanın doğurduğu, ahlak/davranış imana meşruluk kazandırır. Bu manda iman ve amel birlikteliği, ortaya koyduğu nihai sonuç imanın konumunu belirler. İmani değerleri anlayan ve yorumlayan insandır. Kişi davranışlarını, imanlarının oluşturduğu ahlaka göre ortaya koyar. İman kutsala dayansa bile iman ettim demekle, geçerlilik kazanmaz. Her davranış kişisel yapıda ve davranışsal boyutta sonuçları bulunmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 17-20.
2) Tillich, "İmanın Dinamikleri"s. 20.
3) "Nefsinin arzusunu ilâh edinen, Allah’ın; (hâlini) bildiği için saptırdığı ve kulağını ve kalbini mühürlediği, gözüne de perde çektiği kimseyi gördün mü?" Casiye 45/23
4) Taha 20/114.
5) Zümer 39/9
6) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000, s. 19.
~~~~ * ~~~~

     Bu bağlamda iman, ahlak ve davranışın ne kadar birbiri ile doğru orantılı olması önemlidir. Bu yüzden Kur'an imanın doğru ve ifade ettiği gerçeğe uygun olması bağlamında uyarıda bulunmuştur. (1) Ayrıca iman edenin iman iddiasını gerçekleştirmesi gerektiğini vurgular. Kur'an doğru ve gerçek bir imanın iyi, güzel ve sağlıklı bir ahlaka/eyleme yansıyacağına defalarca dikkat çeker. (2) İmanın ahlak doğurması, sadece onun kutsal, yüce ve değersel gücüyle ilgili bir sorun değildir; aynı zamanda doğruluğuyla da ilgilidir. Kutsal ve yüce değerleri içeren fakat yanlış imanlarda, büyük günahlar, zulümler ve yanlışlar doğurmuştur. Yeryüzünde kutsal olan veya olmayan, nihai amaçlar için insan en büyük zulmü hemcinsine karşı işlemiştir. Yeryüzünün en büyük savaşları, zulümleri, ölümleri ve katliamları zaman zaman yanlış dindar şahsiyetler tarafından gerçekleştirilmiştir. Hıristiyanların haçlı seferleri, kilisenin zulümleri, Yahudilikte Siyonizm, İslam’da Haricilik ve son dönemde DAİŞ'in yarattığı şiddet bunun örnekleridir. Bu nedenle gerçek ve doğru bir iman istikameti (dosdoğru bir çizgide yürüme) doğurur. (3)
     İslam vahyi, imanı kutsal ile ilişkilendirmiştir. Yüce Allah rububiyet ve uluhiyet nitelikleri ile mutlak ve sonsuzdur. Bu nitelikleri ile imanın merkezinde yer alır. İman mutlak, sonsuz ve kutsal olanı samimi bir kabul, biliş ve tasdikdir. Bu kabul ve tasdik olumlu, anlamlı ve sorumlu bir ahlakı/davranışı doğurur. Yüce vahiy bunun tüm olumlu ve sorumlu davranışların adı olan "salih amel" olduğunu ifade eder. İmanın bilgisini veren, belirleyen ve anlam katan, O'dur. İman bu yönüyle Beşeri olan tüm subjektif, kaygı, tutku ve çıkarların ürünü olan imandan farklıdır. Mutlak ve kutsal olanın belirlediği iman daha objektif, kapsayıcı, dünyevi ve uhrevi karşılığı olandır. Bu yönüyle İslam vahyinin belirlediği iman Mutlak olanın varlığı ve bilgisini beşeri kabul, bilme ve tasdik ile düşünsel ve davranışsal kılmaktır.

     2. Kur'an'ı Kerim'de İman
     İman kavramı, “أمن “(e-mi-ne) fiilinden hemze ile geçişli yapılan “آمن" (âmene) fiilinin mastarıdır. Başka bir ifadeyle; “أمن" (e-mi-ne) fiilinin, “إفعال"  (if’âl)” vezninde mastarıdır. "األمن" (el-Emn), "األمان" (el-Emân) ve "األمانة" (el-Emânetu) masdarından türeyen emin olmak, doğru olmak, güven vermek, güvende olmak, korkusuz ve huzurlu olmak, birine bir hususta güvenmek, boyun eğmek anlamlarına gelmektedir. (4)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1)  Bakara 2/ 41-42; Nisa 4/136.
2) Bakara 2/25,82,277; Al-i İmran 3/57; Nisa 4/57.
3) Fussilet 42/30; Ahkaf 46/13.
4) İbn Manzûr, Ebul-Fadl Cemaluddin Muhammed Mükerrem, "Lisanu’l-Arab", Beyrut, Ts. XIII, 21; Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakûb, "el-Kamûsu’l-Muhît", Beyrut, 1986, s. 1518; Serdar Mutçalı, "Arapça-Türkçe Sözlük", Dağarcık Yay. İst. 1995, s. 26-27.
~~~~ * ~~~~

     Kur'an'da iman ve türevleri isim ve fiil olarak geçmektedir. İman kavramı biri nekire masdar, onyedisi lam-ı tarifli masdar, yirmisi zamire izafe edilmiş masdar, ikiyüzotuzbiri ism-i fail formunda olmak üzere toplam ikiyüzaltmışdokuz kez isim olarak geçmiştir. Yüzyetmişüçü fiili muzari, ondokuzu emr-i hazır, ikisi nehy-i hazır, dörtyüzkırkaltısı da fiili mazi olarak altıyüz kez fiil olarak geçmiştir. İman kavramı toplamda Kur'an'da dokuzyüzsekiz kez geçmektedir. (1)
     Türkçede inanmak fiili ile eşanlamlı kullanılan iman, Arapça'da emn, vusuk ve tasdik kelimeleri ile ilgilidir. İman kelimesi güvenme,doğrulama, onaylama, kabul etmek ve anlamlarını içermektedir. (2)  Kur'an'da emine fiilinin geçtiği ayetlerde bu anlamlar görülmektedir. (3) Kur'an öncesi Arap edebiyatında da Kur'an'daki anlamında kullanılmıştır. (4) Kur'an ayetlerinde itminan/huzur, korkunun kaybolması, üzüntü ve tasanın sona ermesinde ortaya çıkan ruh hali anlamında kullanılmaktadır. Emn kelimesinde kendini korku ve tasadan yana güvende hissetme fikri kelimenin din dışı anlamında kullanılmıştır. (5)
     İman if'al formunda Arapça'da yaygın olarak bi ب ön takısı ile kullanılır. Bu kullanımıyla (bir şeye/birine) iman veya güveni olmak anlamına gelir.Bu iman veya güvenin kendisine yöneldiği esas varlık Allah'tır. Allah'a (amene billahi) inanma/güvenme/dayanma. Fakat kendisine iman edilen, Kur'an (ya da bütün vahyedilmiş kitaplar) veya Hz. Muhammed (ve bütün peygamberler) de olabilir.Bu durumda anlam Kitapların ve Peygamberlerin doğruluğuna, Allah tarafından gönderildiklerine inanmaktır.(6) Emn, kişinin güven içinde olması (lazım fiil) anlamına gelmektedir. Fiil takısız veya nesnesiz olarak da if'al formunda kullanılabilir. Bunun anlamı iman edilen şeyin anlaşıldığı fakat açıkça ifade edilmediğidir. (7) Bu iman/güven bazı ayetlerde akıl sahibi bir varlığa, bazen de bir eylem veya nesneye karşı ortaya konur. Bu anlam iman kavramının müteaddi olarak kullanıldığını ortaya koymaktadır.
     Emanet masdar olarak şu iki anlamda kullanılır. Bazen insanın emn içinde sahip olduğu durumu, bazen de birine güvenilip teslim edilen nesne (emanet) anlamında kullanılır. (8)  
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Muhammed Fuad Abdulbaki, "Mu'cemu'l-Mufehres", Daru'l-Hadis, Kahire, 1408/1988, s.103-118.
2) Murat Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay.3.baskı, İstanbul 2015, s.52.
3) "Biz, Beyt'i (Kâbe'yi) insanlar için toplanma ve güven yeri kılmıştık". Bakara 2/125. "Kendilerine güvenveya korku hususunda bir haber geldiğinde..." Nisa 4/83;"...onları açlıktan kurtarıp doyurdu ve korkudan emin kıldı.'' Kureyş 106/4. Bkz. Yusuf 12/11; Nahl 16/45.
4) "Katlettiniz derin alimlerin piri ve /himayesine giren emin olduğu Kab'ı", Helmer Ringgren, "The Coceptof Faith in The Koran", ORİENS, Leiden, 1921, IV, s.2,4; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 52.
5) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 52.
6) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000, s. 18.
7) Fazlurrahman, "İslami Yenilenme" , s. 18.
8) Rağıp el-İsfehani, "el-Müfredat fi Ğaribi'l-Kur'an",Daru'l-Ma'rife, Beyrut (1426/2005), s. 132-133.
~~~~ * ~~~~

     Emanet kelimesi Kur'an'da müminlerin, maddi-manevi emanetleri gerçek sahiplerine vermelerini de ifade eder. Emanete sahip çıkmayı, gerçek müminlerin niteliği olarak sayar. Kur'an, dağlara, göklere ve yere yüklenen sorumluluğu (halifelik/görev/akıl) da emanet olarak nitelendirir. (1) İnsan'ı değerli ve farklı kılan en önemli niteliklerin başında güvenilir olma gelir. Güvenilir olma doğru, gerçek, samimi ve dürüstlüğü ifade eder. Kur'an dinin gerçekliğini belirtmek için vahyin, peygamberlerin (2) ve Cebrail'in güvenilirliğine (3) dikkat çeker.
     İman dediğimizde duygu, düşünce ve hareket açısından iman ile bağlantılı, fakat iman kökünden olmayan kavramları da hesaba katmış oluruz. Zira, tek bir kavram, hele iman gibi kompleks bir kavramsa, ayrı ayrı kavrayışlardan oluşabilmektedir ki semantik, kristalleşerek kelimeye dönüşmüş bu farklı görüş açılarının tahlile dayalı bir tetkikidir. (4)
     Vahyin inen ilk ayetlerinde İslam'ı benimseyenlerin niteliği iman kelimesinden çok haşyet, takva gibi kavramlar kullanılmıştır. İslam'a karşı olanlar ise küfür lafzından daha çok istiğna, şakavet ve tekzib lafızları kullanılmıştır. Kur'an, iman-küfür karşıtlığında şu ifadeleri kullanmıştır. Takva-fücur (5), takva-şakavet (6), takva-icram (7), takva-tekzib (8), takva-tuğyan (9), takva- istiğna (10), haşyet-istiğna (11), tezekki-istiğna (12), tasdiktekzib (13) ve birr-fücur (14-15)
     Allah'a karşı samimiyet ve tasdike dayalı iman, kişinin sözlü ve davranışsal olgularına dinamizm sağlar. Kur'an iman çağrısını benimseyenleri ifade ederken onların Allah'ı gereği gibi takdir eden, şükreden, sabreden, bunların yanı sıra aklı, düşünmeyi, zihinsel analitiği ve bilgiyi önceleyenler olduğunu vurgular. Kur'an imanın nasip olması için; akıl sahibi olmak (16), kulak vermek (17), düşünmek (18), aklını kullanmak (19), Allah'a yönelmek (20), tebliğ edilenleri anlamaya çalışmak (21), 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Ahzab 33/72.
2) eş-Şuara 26/107, 125,143,162,178.
3) eş-Şuara 26.
4) Toshihiko İzutsu, "Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar", çev. Selahattin Ayaz, İst. tsz. s.26.
5) Sad 38/28; eş-Şems 91/8;
6) el-Leyl 92/15-17;el-Âla 87/10.
7) el-Mürselat 77/41-46.
8) el-Mürselat 77/24,28,34,40-41,45,47,49.
9) Sad 38/55; Nebe 78/23.
10) el-Leyl 92/5-8.
11) Abese 80/5-9.
12) Abese 80/3,5-7.
13) el-Kıyame 75/32; el-Leyl 92/5-8, 15-16.
14) el-İnfitar 82/13; el-Muteffifin 83/7,18,22.
15) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 39.
16) el-Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,90; Yusuf 12/111.
17) Yunus 10/67; en-Nahl 16/65.
18) Yunus 10/24; er-Rad 13/3; el-En'am 6/126.
19) el-Bakara 2/164; er-Rad 13/4; en-Nahl 16/12.
20) Sebe 34/9; Gafir/40/13; Kaf 50/8. 21 el-En'am 6/98; Taha 20/28.
~~~~ * ~~~~

     öğrenmek (1) , yakineninanmak (2) , Allah'ı bilmek, sakınmak, ibret almak (3) , sabretmek (4), şükretmek (5) ve ibadet etmek gibi unsurları ifade eder. (6)
     Kur'an, imana aykırı olan ve inançsızlığa yol açan kavramları da ifade eder.. İman, beşerin olumlu zihinsel ve fiili olgularını içerirken onun zıddı olan küfür ise olumsuz söz ve eylemleri içerir. Buna göre tekebbür, zorbalık, nankörlük, bilmezlik, günah, ikiyüzlülük, tekzib (yalanlama), suç işleme, ifsad, zulüm, fısk, nankörlük, imansızlık, zann ve haktan yüz çevirme gibi olgular ise küfre kaynaklık etmektedir. (7)
     Kur'an, vahye koşulsuz ve önyargısız gelmeyi önceler. Doğru bir düzlemde ve ilkeli bir akla sahip olmayı (8), vahyin ifade ettiklerini anlamaya çalışmayı (9), derin düşünmeyi (10), akli çıkarımlarda bulunmayı, öğüt ve ibret almayı (11)  tavsiye eder. Bu yöntem imanın anlaşılması ve gerçekleşmesini sağlayacaktır. Kur'an iman edene ahirete yönelik kurtuluşu vurguladığı gibi, dünyevi tehlikelere karşı da güveni vurgular.
     İman Kur'ân'da hem Allah'ın hem de insanların sıfatı olarak kullanılmıştır. İnsanlar için; peygamberin bildirdiklerini doğrulayan; Allah için, yaratıklarına güven veren, onları zulümden berî kılan, îman, emniyet ve eman verici, şek ve şüpheleri gideren, korkuda olanlara güven veren demektir. Allah'ın sıfatı olarak Kur'ân'da bir âyette geçmiştir: "O... selam'dır, mü'mindir, müheymindir..." (12) Âyetteki "mü'min" kelimesi "mü'men" şeklinde de okunmuştur. Bu takdirde anlamı, kendisine îmân edilen, güvenilen demektir. Bir âyette de fiil şekli kullanılmıştır: "Bu Kâbe'nin Rabbine ibâdet etsinler. O Rab ki onları yedirip açlıktan kurtardı ve onları korkudan güvene kavuşturdu." (13)
    İman eylemi Peygamberlere de isnad edilmiştir. Peygamberlerde Allah'a iman etmekle mükelleftirler. Kur'an, peygamberlere diğer insanlar gibi kulluk ve teslimiyeti emreder. Peygamberler Allah'tan aldıkları ilahi bilgilerin kesinliğine ilişkin objektif bir bilgiye sahip değillerdir. Kendilerine indirilen şeylere tıpkı diğer inanalar gibi onlarda iman etmektedirler (14).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Bakara 2/230; el-En'am 6/97; en-Nahl 16/12,67.
2) el-Bakara 2/ 248; el-En'am 6/99; en-Nahl 76.
3) el-Hicr 15/75.
4) İbrahim 14/5; Sebe 34/19.
5) el-A'raf 7/58; İbrahim 14/5; Sebe 34/19.
6) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 45.
7) Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi", s. 46-47.
8) Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,190, İbrahim 14/ 52; Taha 20/54,128;
9) Yunus 10/67; er-Rum 30/22.
10) el-En'am 6/126; en-Nahl 16/13; Yunus 10/24; er-Rum 30/21.
11) Bakara 2/269; Al-i İmran 3/7,13,190, İbrahim 14/ 52; Yusuf 12/111.
12) el-Haşr, 59/23.
13) Kureyş, 106/3-4.
14) el-Bakara 2/285; ez-Zümer 39/33.
~~~~ * ~~~~

     İnsanın sıfatı olarak mü'min; Allah'a, O'nun emirlerine, âhiret gününe, kitaplarına, meleklerine, peygamberlerine îmân edip itaat eden demektir. Mü'min, sözlük anlamına da uygun olarak, hem inandığı kudretin sağladığı güvenin içinde olan, hem de kendisi başkasına güven veren kimsedir. (1) Mü'min Allah'a, gayba, âhirete ve O'nun emirlerine boyun eğerek gönderdiği bütün vahiy mahsulüne inanıp Hz.Muhammed başta olmak üzere gelip geçmiş bütün peygamberleri tasdik eden (2) Allah anıldığı zaman kalbi ürperen ve O'nun âyetleri okunduğunda îmânı mükemmelleşen ve sadece Rabbine dayanıp güvenen (3) , ibadetini huşû içinde yerine getiren, boş ve yararsız işlerden yüz çeviren, zekatını veren, iffetini koruyan, her türlü aşırılıklardan kaçınan, ahidlerine ve emanetlerine riâyet eden (4), Allah'ı, peygamberi, mü'minleri seven, yaratılanları hoş gören, insanların haklarını koruyan, dost ve kardeşlik duygularına bağlı olan, îmânın kendisine verdiği sadelik, temizlik, dürüstlük ve samimiyetle dünyada örnek kişilik sergileyen, iyiliğin yanında, kötülüğe karşı olan, kısacası dünyayı bireysel boyutta düzeltmeye çalışan, son derece yumuşak ve merhametli olan kimsedir.

     2.1. İman Salih Amel Bağlamı
    Kur'an, insan sorumluluğunu iman etmek ve salih amel işlemek olarak iki özgün kavram ile formülleştirmiştir. İman: insanın iç dünyasını oluşturan, olumlu inanç, duygu, düşünce ve değerleri karşılayan soyut kalbi eylemleri karşılayan ve yansıtan bir kavramdır. Salih amel ise, imana uygun, dışa yansıyan somut insan eylemlerini temsil eden kapsamlı bir kavramdır. Kur'an'da insan sorumluluğunu dile getiren bütün kavramlar iman ve salih amel kavramının çatısı altında özetlenebilir. Bunun anlamı salih amel kavramının Kur'an sisteminde birçok insan davranışını ve sonuçlarını karşılayan kavramların anlaşılmasına katkı sağlayacak olmasıdır. Salih amel üzerinden Kur'an'ın insan davranışlarına uyguladığı sistemi anlamaya çalışmak, Kur'an'ın insan için belirlediği sorumluluk haritasının çıkarılmasına ve dünya görüşünün açıklanmasına katkı sağlayabilir. Aksi halde dinin anlaşılmasını zorlaştıran, amacından saptıran, gereksiz konularla uğraşılmakla zaman kaybedilme tehlikesi devam edecektir. Çünkü salih ameller, dini çağırdığı yer, oluşturmaya çalıştığı dünya görüşünün temeli, hayat felsefesinin özü ve pratiğidir. Dindeki bütün değersel alt yapı salih amel üretimi için planlanmıştır. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) "Allah, sizlerden îmân edip iyi davranışlarda bulunanlara, kendilerinden öncekileri s ahip ve hakim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hakim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği (İslâm'ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti. Çünkü onlar bana kulluk ederler; hiç birşeyi bana eş tutmazlar, artık bundan sonra kim inkâr ederse, işte bunlar asıl büyük günahkârlardır." (en-Nûr, 24/55)
2) el-Bakara, 2/2-4.
3) el-Enfâl, 8/2.
4) el-Mü'min, 22/2-8.
5) Ömer Demir, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", Araştırma Yay. Ankara 2013, s. 22.
~~~~ * ~~~~

     Her dinin bir hakikat görüşü ve kurtuluş müjdesi nazariyesi vardır. Kur'an bağlamında İslam kurtuluş nazariyesinin iman ve salih amel olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kur'an ne varlıkları mitleştirmiş ve ne de insanları tabiatüstü, ilahi bir kurtarıcı şahsiyetler olarak görmüştür. Mitlerde bir kurtarıcının hayatının önemli anları olan; ana rahmine düşüş, doğum, çocukluk, çağrı ve ölüm gibi anlar üzerinde özellikle durmak suretiyle bu şahsiyetler sürekli yüceltilir. Olağanüstü olay ve olguların meydana gelmesi onlarla ilişkilendirilir. bu şekilde doğal biyografi, kutsal kural haline getirilerek dini tören ve uygulamalar için temel oluşturacak şekilde tabiat-üstü bir varlık biçimine dönüştürülür. Kur'an gerçek kurtuluşu ve kaybı insanın bireysel ve toplumsal çabalarına ve emeğine bağlamış; kurtuluş vurgusu iman ve salih amellere yapılmıştır. Bu bağlamda diyebiliriz ki iman ve salih amel insanın bireysel çabasını gerektiren, bilmeye, anlamaya, öğrenmeye, akletmeye, sevgi ve inançla bağlanmaya ve aktif olarak eylemde bulunmaya çağıran bir yoldur. Ne akla zarar menkibelere, ne mehdi beklemeye ve aramaya, ne de kıyamet alametlerini tartışmaya ve ne de geçmişi destanlaştırmamutlaklaştırmaya ihtiyaç vardır. (1)
     İnsan bütün ilişkilerinde anlamlı ve değerlerle bütünleşmiş yaşam (2), salih ameller üzerine temellendirilebilir. Ayrıca bu kurtuluş bütün insanlara açık olup kimsenin tekelinde değildir. Salih amel algısı Kur'an açısından son derece önemlidir. Bu algı din anlayışlarının ayrışmasında son derece etkilidir. (3)

     2. 3. İslam Düşüncesinde İman ve Amelin Anlaşılması
     İslam imanının esasları vahye dayanır. Vahiy İslam dininin iman, ibadet, muamelat ve ahlak ilkelerini esas belirleyicisidir. İslam vahiy eksenlidir ve bu İslam'ın temel özelliğidir. Buna karşın İslam düşüncesinde iman konusunda görüşler ve oluşan itikadi ekoller; dini, toplumsal, siyasi ve kültürel etkilerin sonucunda ortaya çıkan insani yorumlardır. İman ilkeleri dinin esası, ameli, düşünsel ve davranışsal ilkelerin belirleyici unsurdur. İslam düşüncesinde akide/iman konusunda ileri sürülen görüşler veya yazılan eserler bir kişi veya mensubu bulunduğu ekolun iman konusunda ki görüş, yorum, anlama ve onaylaması anlamına gelmektedir.
     İman'ın ne olduğu ve ne anlama geldiği hususunda farklı tanımlar ve yorumlar yapılmıştır. İmanın ne olduğunu bilmeye, anlamaya ve ifade etmeye çalışan insandır. İman konusu vahiy kaynaklı olsa da bu durumda da ilk unsur insandır. Soyut bir anlam içeren imanın, toplumda yaşanan olaylar ve oluşturduğu etkileşimden dolayı, kişilerde farklı tanımların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Bu bağlamda oluşan tüm itikadi ekoller ve görüşler beşeri özellikler taşır. İslam düşüncesinde iman kavramı ve iman ile ilgili konularda yapılan yorumlar, tartışmalar ve yazılan eserler daha çok içerdiği konuların yanı sıra dini, siyasi ve toplumsal olaylardan sonra ortaya konmuştur. Bu yüzden İslam düşüncesinde itikadi alanda yazılan eserler farklı adlarda kaleme alınmıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mualla Selçuk, "Teorik ve Pratik Açmazları ile Kültürel Miras Öğretimini Sorgulayan Bir Deneme", AÜFD, Cumhuriyetin 75.Yılı Özel Sayısı, s. 256.
2) Hilmi Ziya Ülken, "Eğitim Felsefesi", MEB Yay. İst. 1967, s. 155.
3) Demir, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", s. 22. 
~~~~ * ~~~~

     2.4. İslam Düşünürlerinin İmani Algıları
     İslam alimleri imanı tarif ederken kalbin tasdiki, dilin ikrarı ve ameli zikretmişlerdir. "İman sadece kalbin tasdikidir" diyenler ile "iman kalbin tasdiki ve dilin ikrarıdır" diyen alimler arasındaki görüş ayrılığının bir neticesi olarak imanın tarifi değişik şekillerde yapılmıştır. İmam-ı Azam Ebu Hanife bir kısım Hanefi fıkıhçılara göre iman: Hz. Muhanımed'in Allah Teala tarafından getirdiği kesin olarak bilinen hususların tamamını kalp ile tasdik dil ile ikrar etmektir. (1) İmam-ı Azam, el-Fıkhu'lEkber adlı eserinde şöyle der: "Yer ve gök ehlinin imanı, mü'menün bih (iman edilen şeyler) yönünden artmaz ve eksilmez. Ancak yakın ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhit açısından müsavi, amelleri itibariyle bir birlerinden faziletlidirler (2)
     İmam Ebu'l-Mansur el-Matüridi (v.333/944) ve Ebu'l Hasan el-Eş'ari (v.324/936) ile onları takip eden Ehl-i Sünnet kelamcılar, imanın kalben olması gerektiğinde ittifak etmişlerdir. (3) Amelin imanın bir cüzü olmadığını ve imanın tasdik manasına geldiğini söyleyip; imanın artmasını ve eksilmesini mümkün görmeyen alimlerin başında İmam-ı Azam gelmekte ve onu Matüri'di kelamcılar ile Cüveyni ve Taftazani gibi Eş'ari alimleri de takip etmektedir. (4) Hariciler imanın tanımına amelleri eklemiştir. Onlara göre iman kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve organlarla amel etmekten oluşur. İmanda bu üç özellik bulunur. Bunlardan birini terkeden imandan çıkar. Ameli terk eden ve büyük günah işleyen dinden çıkmıştır. (5) Mu'tezile ise amelleri imanın bir parçası kabul etmiş büyük günah işleyen kafir değil fasık olduğunu ifade etmişlerdir. (6)
     el-Fıkhu'l-Ekber, Akaid, Tevhid ve Sıfatlar İlmi, Usuli'd-Din, Nazar ve İstidlal ve Kelam (7) gibi adların eserlere verilmesi dönemin yaşanan dini, sosyal ve ilmi konjonktörünün sonucudur. Bu isimlendirmeler aynı zamanda beşeri algılama ve adlandırmalardır. Ebu Hanife inanç alanında yazdığı el-Fıkhu'l-Ekber, içeriği tamamen İman, Allah’ın birliği, sıfatları ve peygamberlik gibi itikadi esaslarla ilgilidir. İnanç konusu ile ilgili esere bu adın verilmesi iman konusunun, dinin en temel ve en önemli bilgiyi içermesinden kaynaklanmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İmam-ı A'zam, el-Fıkhu'l-Ekber, nşr. Mustafa Öz, İstanbul, 1992, s.74
2) İmam-ı A'zam, el-Vasıyye, s. 87
3) Ebu Mansu el-Maturidi, "Kitabü't-Tevhid Tercümesi", Tercüme Bekir Topaloğlu, İSAM, Ankara 2005, s.489-496.
4) İmam-ı A'zam, "el-Vasıyye", s. 87;
5) Eş'ari, "el-Makaltü'l-İslamiyyin" I, s.204.
6) Eş'ari, "el-Makaltü'l-İslamiyyin" I, s.223.
7) Akaid; İslam düşüncesinde iman esaslarını ağırlıklı nas (Kur'an, hadis) bağlamında, tartışmaya girmeden, ilahiyyat, nübüvvet ve semiyyat konularını ele alan, var olanı konu etmeyen eserlerdir. Tevhid ve Sıfatlar: İnanç konularında en önemli konu Allah'ın varlığı, birliği, sıfatları ve tevhid konularıdır. Hicri birinci ve ikinci asırda Hanbeli/Selefi teşbih ve tecsim fikri ile Mu'tezile tenzih fikri karşılıklı olarak ciddi tartışmalar yaşamaktaydı. Birbirine karşı fikri yaklaşımlar ortaya koyan bu iki akıma karşı bazı kelamcılar Allah'ın sıfatlarını ispat etmenin yanı sıra Allah'ı tüm eksikliklerden arındırmayı esas alan eserler yazmışlardır. Usulü'd-Din: Dinin asılları, dinin temel ilkeleri anlamına gelmektedir. Dinin inanç esasları asıl ve belirleyici ilkelerdir. Davranışsal, ameli ve ahlaki ilkeleri ise ikinci derece ilkeleridir. Dinin asılları olan İlahiyat, nübüvvet ve ahiretin gerçekliği ve ispatı diğer ikinci derece esasların gerçekliğini sağlar. Nazar ve İstidlal İlmi : İnanç konularında akıl yürütmeyi, düşünmeyi ve bilgiyi esas aldığı için bu ismi almıştır. İnanç alanında ele alınan konuların genişlemesi sonucu, bu konular ile ilgili yöntemde değişmiştir. Akıl, düşünmeyi ve bilgiyi doğurur. Dinin, vahyin ve nübüvvetin doğruluğu akıl ile anlaşılır ve bilinir. İnanç ilklerinin vahiy, akıl ve bilgi bağlamında ele alınması onu daha güçlü ve evrensel kılar. Kelam: Söz anlamına gelen Kelâm/Allah'ın Kelâmı (Kelâmullah) ilk dönemde İslam düşünürlerinin en çok tartıştıkları konulardan biri olmuştur. Bu konu ilk dönemlerde siyasi bir konu haline gelmiştir. ("Kelâm", Editör: Ş.Ali Düzgün, Grafiker Yay. Ankara 2012, s.25-27).
~~~~ * ~~~~

     4. İmanın Yorumlanması ve Yanlış İmani Algılar
     İslam dünyasında Müslüman İlim adamlarının farklı iman tanımı yapmaları gelişen siyasi ve sosyal olaylara dayanmaktadır. Bu bağlamda Müslümanların farklı inanç, davranış ve değer yargıları ortaya koyması temel sorunların başında gelmektedir. Yüce vahyin ortaya koyduğu temel iman ilkeleri açık olduğu halde Müslüman imanında ortaya çıkan yanlış iman ve inanç algılarının nedenleri de temel sorunların başında gelmektedir. Müslüman iman ve inanç algılarının ortaya çıkışında tarihsel süreç, bu sorunun nedenlerini ortaya koymaktadır. İslam düşüncesinde ki inanç ekollerinin görüşlerinin dini/imani gerçeklik olarak yansıtılması veya algılanması, İslâm toplumunun temel problemlerinden birini oluşturmuştur. İslam alimlerinin dini referanslarla şekillendirdikleri yorumları ve fikirlerini- kendileri veya taraftarları tarafından- başkalarına dayatmak ve bunu İslam inancının mutlak görüşü olarak yansıtmak Kur'an'a ve tebliğcisinin uygulamalarına aykırıdır. Bu düşünceleri mutlak doğru görerek, kurumsal manevi bir dini anlayış geliştirmek ve İslam için özdeş görmek, daha çok kendi inanışlarına ve düşüncelerine uygun bir inanç ve düşünce toplumu geliştirmek ve oluşturmaktır.

     4.1 Hz. Muhammed Dönemi
     Hz. Muhammed döneminde sahabe iman ile ilgili çeşitli sorular sormuş, bu konuda Hz. Peygamber cevaplamıştır. Bu konuda ciddi tartışmalar ve geniş tanımlamalar yapılmamıştır. Ağırlıklı Kur'an'ın işaret ettiği ve Hz. Muhammed'in ifade ettiği çerçevede iman konusu ve diğer dini ve sosyal konular ele alınmıştır. Kur'an'da, iman kavramı ve türevleri çok sayıda geçmektedir. Kur'an, İman kavramını ilgili olduğu, salih amel, ibadet, ittika, hidayet ve ihsan gibi kavramlarla kullanmıştır. Bunun yanında Kur'an'da iman kavramının zıddı olan küfür, şirk, irtidad, nifak gibi kavramlar da kullanılmıştır. Hz. Muhammed döneminde iman, küfür, şirk, irtidad ve nifak kavramları ile ilgili olaylar yaşanmıştır fakat Hz. Muhammed'in dini ve siyasi otorite olarak varlığı bu kavramlara farklı anlamlar yüklenmesini ve ifade edilmesini önlemiştir. O dönemde iman'ın ne olduğu, imân-amel ilişkisi çerçevesinde gündeme gelen “Cibrîl hadisi” (1) ve “imânın çeşitli şubelerden oluştuğuna” delâlet eden farklı konularda Hz. Muhammed'in değerlendirmeleri olmuştur. Fakat iman konusunda ve diğer konularda farklılaştırıcı ve ayrıştırıcı farklı yorumlar ortaya çıkmamıştır. Vahyin ve Hz. Muhammed'in değerlendirmesi otorite olarak kabul görmüştür.
     İman'ın ne olduğu ile ilgili derin tartışmalar Hz. Muhammed'in vefat ile başlamıştır. Hz. Peygamber’in vefâtından sonra Müslümanlar, daha önce karşılaşmadıkları problemlerle yüz yüze kaldılar. Bu problemlerin bir kısmı Müslümanların kendi bünyeleri ile ilgili iken bazıları dış kaynaklı idi. İslami fırkaların şekillendiği dönemlerde fırkalar birbirlerin suçlamış, küfürle itham etmiş, bazen çatışmalara ve hatta ölülere kadar varmıştır. Bu dönemde yaşanan siyasi ve kelami tartışmalar akide kavgasına dönüştürülmüş tekfir, sapıklık, şirk, bid'at ve cehalet bağlamında tartışılmıştır.
     Hz. Muhammed'in vefatı ile dini ve siyasi otorite boşluğu oluştu. Ümmetin bunu doğru yönetememesi ve yorumlamaması sorunların her gün artmasına neden oldu. Sahabe arasında ilk ayrılık Hz. Muhammed'in vefatında oldu. Onlardan bir kısmı, onun ölmediğini ve Yüce Allah'ın onu, İsa b. Meryem gibi kendisine yükselttiğini (ref) ileri sürdü. (2) Ebu Bekr es-Sıddık onlara Allah'ın "Şüphesiz sen de öleceksin, onlar da ölecekler." (3) ayetini ve“Muhammed ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler geçmiştir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse siz geri mi döneceksiniz. Kim sözünden geri dönerse Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenleri ödüllendirir.” (4) ayetlerini okuduktan sonra "Kim ki Muhammed'e (a.s.m.) tapıyorsa, bilsin ki, Muhammed (a.s.m.) ölmüştür. Kim ki Allah'a ibadet ve kulluk ediyorsa bilsin ki, Allah Hayy'dır, ölümsüzdür." (5) demesi üzerine hepsi de onun ölümüne inandılar ve böylece bu ayrılık da son buldu. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, Îmân 1, 5; Buhârî, Îmân 37; Tirmizi, Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16; Nesâi, Mevâkît 6.
2) Ebu Abdullah Muhammed İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", I-VII, Beyrut, 1377-80/1957-60, II, 266- 70; Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş-Şehristani, "el-Milel ve'n-Nihal", I-II, nşr. M.Seyyid Geylani, Kahire 1961, I, 23. Ebu Mansur Abdulkahir el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", TDV Yay. çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991, s. 15.
3) ez-Zümer, 39/30.
4) Âl-i İmran 3/144.
5) Ebu Muhammed Abdulmelik İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), Tercüme: Abdulvahhap Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul, 2014, IV, 401-402; İbn Sa'd, "et-Tabakatu'lKubra",III, 182; Buharî, 3: 95; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
6) Bu rivayetlerde Hz. Ömer'in Hz. Muhammed'in vefatında ölmediği yönündeki rivayetlerde içerik olarak çelişkiler içerdiği ve Hz. Ebubekir'e hilafet konusunda rol biçtiği ile ilgili değerlendirmeler için bkz. Ahmet Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. 1. baskı, Ankara 2015, s.52-54; Mehmet Azimli, "Siyeri Farklı Okumak", Ankara Okulu Yay. Ankara 2010, s. 412-415.
~~~~ * ~~~~

     4.2. İslam İnancının Şekillenmesine Etki Eden Nedenler
    Kur'an-ı Kerim kabileciliği ve ırkçılığı yasakladı. Üstünlüğü iman,amel, takva ve ahlakla ilgili kıldı. (1) Irk , kabile, millet, renk ve soyun üstünlük aracı olmadığı ilkesini getirdi. (2) Hz. peygamber döneminde eski düşmanlıklar ve kabile asabiyeti zaman zaman yaşanmasına rağmen, Hz. Muhammed dini ve siyasi otoritesi ile olayların önüne geçmişti. Hz. Muhammed yaşadığı dönemde İslam öncesi dönemin adet ve uygulamalarına yer vermemişti. Fakat Hz. Muhammed'in vefatından sonra cahili dönemin kültürel, siyasi ve dini anlayışları yeniden sahabe arasında ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu durum dini ve toplumsal sorunların artarak yaşanmasına neden olmuştur.

     4.2.1. Efdaliyet (Üstünlük) Düşüncesi
     İslam akaidinin şekillenmesinde etkili olan unsurlardan biri üstünlük (efdaliyet) düşüncesidir. Hz. Muhammed'in vefatı üzerine imamet konusunda efdaliyet fikri yeniden ileri sürülmüştür. Ensar, Hz. Muhammedin vefatından sonra beni Saide gölgeliğinde Hazrec'in lideri Sa'd b. Ubade'ye bey'at konusunda anlaştılar. (3)  Ensar bu işe Hz. Muhammed'in vefatından önce hazırlanmıştı. (4) sahabeden birileri Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'e gelerek Ensar'ın Sa'd b. Ubade'ye biat etmek için toplandığını bildirdiler. Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer yolda Ebu Ubeyde'yi alarak Beni Saide Gölgeliğine geldiler. Muhacirlerin gelişi ile halifenin kimden olacağı tartışması yaşanmaya başladı. (5) Hz. Ebu Bekir olaya girerek şu delilleri ileri sürdü. "Biz sizden önce Müslüman olduk"."Biz muhacirler Peygamber'in aşiretindeniz". "Onun aşiretinden olanlar hilafete daha layıklar". "Araplar, Kureyşten başkasını tanımazlar." Ensardan Hubab b. Munzir: "Bir emir bizden bir emir sizden olsun", önerisinde bulundu. Bu öneriyi reddeden Hz. Ebu Bekir : " Bizler emirler, sizler vezirlersiniz". dedi. Hz. Ebu Bekir bu toplantıda Hz. Peygamber'e dayanarak "İmamlar Kureş'tendir". (6)  sözünü nakletmiştir. (7) Ensar'ın iki büyük kabilesi , İslam'dan önce siyasi çekişme içinde idiler. Hz.Muhammed döneminde zaman zaman karşı karşıya gelmelerine karşı Hz. muhammed olayları önlemişti. (8) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hucurat 49/13; “Soylarla övünülmez. Araplar, Arap olduklarından Acemlerden; Acemler de, Acem olduklarından Araplardan üstün sayılamazlar. Çünkü Allah katında en yüce olanınız, ona karşı gelmekten en fazla kaçınanınız (en takvalınız)dır. Ey insanlar dikkat ediniz! Rabbiniz tektir. Arabın, Arab olmayana, Arab olmayanın Arab'a, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takvadan öte, hiçbir üstünlüğü yoktur. Şüphesiz Allah Teala katında en üstününüz, Allah Teala'dan en çok korkanınızdır.”Ahmed b. Hanbel, Müsned, Çağrı Yay. İst. V/411.
2) Hucurat 49/13, Müslim, Birr, 34; İbn-i Mace, Zühd, 9. Ebû Dâvud, Edeb, 112, 121.
3) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 402-403; İbn Sa'd, "etTabakatu'l-Kubra", III, 182; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
4) Ethem Ruhi Fığlalı, "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", AÜİFD, XX, Ankara 1975, s. 221-224.
5) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 402-403; İbn Sa'd, "etTabakatu'l-Kubra", III, 182; el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16.
6) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16
7) İbn Hişam, "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), IV, 403-407; el-Bağdadi, (elFark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16, Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası",54-55.
8)  Ahmed b. Muhammed b. Abdirrahim İbn Abdirrabih, "Kitabu İkdü'l-Ferîd el-Endelusî", Kahire, 1952, c. I.331; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası",54-59.
~~~~ * ~~~~

     İslami dönemde de gizliden gizliye süren Evs ve Hazrec çekişmesi, halifenin Ensar'dan olmasını engelleyen bir öge oldu. (1) Sa'd b. Ubade Müslüman devletinin başına geçmedi. Fakat iki halifeye de biat etmedi. O, "Asla Kureyş'e biat etmem." demiş ölünceye kadar biat etmemişti. (2) Hz.Ali-Muaviye mücadelesinde, Hz.Ali'nin Muaviye'ye yazdığı mektuplardan birinde Ebu Talib'in (Haşimoğulları), Ebu Süfyan'dan (Ümmeyeoğulları) üstün olduğunu (efdaliyat) ileri sürmesi, Muaviye'nin görüşlerini benimsemeyen Ümeyye Oğullarının Muaviye etrafında toplanmalarında, Hz. Ali'ye karşı savaşmalarında etkili olmuştur. (3) Asabiyet ve efdaliyat tartışmaları Hz. Ebu Bekir'in halifeliği sırasında zaman zaman söz konusu edilsede etkili olmamıştır.
     Hz. Ebu Bekir döneminde bazı kabileler kelime-i şehadet getirip, namaz kıldıkları halde Hz. Ebu Bekir yönetimine zekat vermeyi reddettiler. Gerçekte Kureyş egemenliğine karışı çıkan bu kabileler, düşüncelerine bazı ayetleri (4) delil getiriyorlardı. (5) Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer arasında bazı tartışmalar yaşanmıştır. Zekat vermeyi kabul etmeyen topluluk ile ilgili sözlerde "inkar edenler" (6) olarak bahsedilmiştir. Zekat vermeyi kabul etmeyen bu kabileler, gerçekte Hz.Ebu Bekir'in siyasi otoritesine (hilafetine) karşı çıkıyorlardı. Bunu açıkça ifade ediyorlardı. "Allah'ın Elçisi aramızda iken ona itaat ediyorduk. Hayret, Ebu Bekir'in hükümranlığı da ne oluyor" (7). diye soruyorlardı. Hz. Ebu Bekir bu kabilenin tavrını siyasi anlamda devlete başkaldırı olarak görmüş, itikadi olarak bu davranıştan dolayı onları mü'min saymamıştır. Bu topluluğa yönelik söylemi bunu ortaya koymaktadır. "Yemin ederim ki namazla zekat arasında bir fark görenlerle savaşacağım." (8) Hz. Ebu Bekir, kabilenin siyasi otoriteye karşı söylemini itikadi alana çekerek değerlendirmiştir. Kabile siyasi devlet otoritesine karşı gelmiştir. Bu söylemi bu bağlamda değerlendirmek daha doğru olurdu. İman, siyasi alana dahil edilmemiş olurdu. Başlangıçta Hz. Ömer'in Ebu Bekir'e ikazı da bu doğrultuda doğru bir yaklaşımdı.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnu'l-Esir, "el-Kamil fi't-Tarih", Beyrut, 1995, II, s.85; Julius Wellhausen , "el-Havaric ve'ş-Şia", Arapçaya çev. A. Bedevi, Kahire 1958, s.8.
2)  Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir et-Taberi, Tarihu'l-Umem ve'l-Muluk, Kahire, 1357/1939, II, s. 459; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası, s. 59-62.
3) Abdurrahman Ebu Zeyd Veliyuddin İbn Haldun Maliki, "Makaddime I-II, " , Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 8.Baskı İst.2012, I, s.439-460; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.25.
4) Tevbe 9/103.
5) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 16; Ebu'l-Fidaİsmail b.Ömer İbn Kesir, "el-Bidayeve'n-Nihaye", Mısır 1351/1932, VII, s. 311; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.67-68; Murat Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay.3.baskı, İstanbul 2015, s.155-156.
6) Buhari, Zekat 1, İstitabe 3, İ'tisam 2, Müslim, İman 32; Ebu Davud, Zekat 1; Tirmizi, İman 1.
7)Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî el-Cezerî İbnu'l-Esir, Usdu'lĞabe fi Ma'rifeti's-Sahabe, 1285-1286/1868-1869, III, s. 206; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s. 67-68.
8) Hz. Ebu Hureyre anlatıyor: "Resülullah (as) vefat edince, ondan sonra Hz. Ebu Bekir halife seçildi. Bunun üzerine bedevilerden bir kısmı "irtidât" etti. (Hz. Ebü Bekir halife olarak onlarla savaşmaya karar verince) Hz. Ömer, "Resülullah (as): "İnsanlar lâilaheillallah deyinceye kadar onlarla savaşmaya emrolundum. Bunu söylediler mi, benden mallarını ve nefislerini korurlar. (İslâm'ın) hakkı hâriç artık hesapları da Allah'a kalmıştır!" demiş iken, sen nasıl insanlarla savaşırsın?" dedi. Hz. Ebü Bekir: "Allah'a yemin olsun, namazla zekâtın arasını ayıranlarla savaşacağım. Zira zekât, malın hakkıdır. Vallahi, Resülullah (as)'a vermekte oldukları bir oğlağı vermekten vazgeçseler, onu almak için onlarla savaşacağım" dedi. Hz. Ömer sonradan demiştir ki: "Allah'a yemin ederim, anladım ki, Hz. Ebu Bekir'in bu görüşü, Allah'ın savaş meselesinde ona ilhamından başka bir şey değildi. İyice anladım ki, bu karar hakmış." Buhâri, İ'tisâm 2, Zekat 1, İstitâbe 3; Müslim, İmân 32 ; Muvatta, Zekât 30; Tirmizi, İmân 1; Ebü Dâvud, Zekât 1; Nesâi, Zekât 3; Kâmil Miras, "Tecrid-i Sarih Tercümesi", Ankara 1984, V/21; Bkz bu konuda farklı değerlendirmeler için, Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s. 67-68; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi" s. 155-156.
~~~~ * ~~~~

     4.2.2. Siyasi Olayların Etkisi
     İman, İslam'ın ilk yıllarında itibaren gelişen siyasi ve toplumsal her konuya dahil edilmiştir. Hz. Osman’ın hilafete seçilmesiyle Ümeyyeoğullarının Beni Haşim’le geçmişe dayalı ihtilafı tekrar canlandı. Bu dönemde Beni Ümeyye iktidarı elde etti ve bu dönemde kabileci fanatizim ve öç alma şartları ortaya çıktı. Ümeyyeoğulları Hz. Osman’dan hilafeti Ümeyyeoğulları arasında saltanata çevirmesi istendi. Bu yaklaşımlar karşısında Hz. Ali bu kavmi temayülleri ret ederek; iman, ihlas, hakkaniyet ve hicret unsurlarını Beni Haşim’in Beni Ümeyye’ye olan üstünlük ölçüleri olarak tanıtıyordu.Yönetimde Emevilik unsuruna ağırlık veren Hz. Osman, Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer 'in yakınlarına idari makamlar vermemesini eleştirerek akrabalarını tutmakla övünmekteydi (1). Halbuki Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in sünnetine uyacağına dair teminat verdiği için, Abdurrahman b. Afv tarafından halife olarak tercih edilmişti. Onun zamanında Emeviler, memuriyetleri bir nevi arpalık edindiler. (2) Halifenin bu tavrı sadece Haşimileri değil, diğer kabilelerinde tepkisine neden oldu. (3) Müslüman toplum Hz. Osman'ın uygulamalarından oldukça rahatsızlık duyuyordu. Hz. Osman on iki yıllık iktidarında yıpranmış, halk desteğini kaybetmişti. Hz. Osman'a karşı olan guruplar Medine'ye gelmiş rahatsızlıklarını dile getirmişlerdir. (4) Medine halkı Hz. Osman'ı savunmak ve korumak için çaba göstermemiştir. Hz. Osman toplumda tekfir edilmekte ve kendisine karşı yoğun bir muhalefet yapılmaktaydı. Hz. Aişe ve muhalifler, Hz. Osman'ı tekfir ettikleri rivayet edilmektedir. Örneğin Ammar b. Yasir: "Osman'ı öldürdüğümüz gün Osman kafirdi". (5) Bu tekfir psikolojisi diğer ashab tarafındanda dile getiriliyordu. İbn Mes'ud Halifenin yönetimini beğenmemekte ve: " Osman'ın kanı kesinlikle helaldir." (6) demekteydi.Ashabdan Muhammed b. Huzeyfe, Muhammed b. Ebi Bekr, Abdurrahman b. Afv Hz. Osman'ın kanını helal görenlerdendi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", III, 64; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.147.
2) Yaşar Kutluay, "İslamiyette İtikadi Mezheplerin Doğuşu", s.32.
3) İbn Sa'd, "et-Tabakatu'l-Kubra", V, 36; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.147.
4) el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s 17.
5) Muhammed b. Yahya b. Ebi Bekr, et-Temhid ve'l-Beyan fi Makteli eş-Şehid Osman, thk.M.Y.Zaid, Beyrut, 1964, s.91; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.151.
6) Ahmed b. Yahya b. Cabir Belazuri, "Ensabu'l-Eşraf ", Edited by, S.D.F. Goitein, Jaruselam, 1936, V, 53; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.150.
~~~~ * ~~~~

     Hz. Ali, Abdurrahman b. Afv'a Hz. Osman'ın halife olmasını sağladığı için, "Bu senin amelindir" eleştirisinde bulunmuştur. (1)  Hz. Osman'ın yönetiminden rahatsız olan Hz. Aişe ve yanında bulunan ashab başlangıçta ona muhalefet etmiş, ciddi bir şekilde eleştirmiş ve tekfir etmişlerdir. Hz. Aişe: "Osman bu kitabın hükümlerini çiğnemiş ve küfre girmiştir". Hz. Aişe başlangıçta Hz. Osman'ın hilafetine karşı olduğu halde daha sonra Hz. Osman'ı aklayıcı sözler ifade etmiştir. Hz. Aişe Mekke'den Medine'ye dönerken Hz. Osman'ın öldürüldüğü haberi verilince, "Peki isyancılar daha sonra ne yaptılar?" diye sorup Ali'ye biat ettiler cevabını alınca, önceki muhalif tavrını değiştirerek: "Vallahi Osman'ın kanınını arayacağım", demiş. Daha önce Osman'ı Na'sel adlı uzun sakallı bir Yahudiye benzeterek, "Şu Na'seli öldürün artık, çünkü küfre düştü!" dediği hatırlatılınca, "Son sözüm ilkinden hayırlıdır!" demiştir. (2)
     Hz. Osman devlet yönetiminde vali atamaları ve uygulamaları ile kamuoyundan tepkiler aldı. Halkın bu konudaki tepkisine ve rahatsızlıklarına duyarsız kaldı. Başta Hz. Ali olmak üzere sahabenin ve halkın uyarılarını dikkate almadı. Hz. Osman uyarıları dikkate almadığı gibi yaptıklarının doğru olduğunu ve yönetimde haksızlık yapmadığını belirtti. Bu durum dini kişiliğinin yanı sıra, siyasi otoritesini de kamuoyu nezdinde gözden düşürdü. Bunun sonucunda her geçen gün ashabın muhalefeti, halkın gösterileri ve kızgınlığı daha da arttı. Hz. Osman'ın uygulamaları siyasi idi.
     Hz. Osman'ın öldürülmesi, Hz. Ali'nin bundan sorumlu tutulması, Cemel ve Sıffin Savaşları; Müslümanların arasında dini, toplumsal birlik ve beraberliği bozmuş, siyasi ve dini otorite boşluğu oluşturmuştur. Bu yaşananlar ve geçmişten gelen kabile asabiyeti ve cehalet, Haricilerin oluşumuna zemin hazırlamıştır.
     Sıffin savaşından sonra oluşturulan Hakem olayında Hz. Ali ve taraftarları mağdur edilmişti. Hz. Ali'nin hakeme razı olmasına karşı çıkan grup, savaşa devam edilmesi veya Hz.Ali'nin tövbe etmesini istediler. Hz. Ali taleplerini reddedince bu grup Hz. Ali'nin ordusundan ayrıldılar. Hz. Ali'yi hakeme razı olduğu için küfürle suçladılar. (3) Başlangıçta "tahkim" (hakem)'i dinden uzaklaşma olarak gören, "el-Emru bi'l-Ma'ruf ve'n-Nehyu ani'l-Munker" (İyiliği emretme, kötülüğü yasaklama) prensibini hareketlerinin temeli kılan Hariciler, kendi devlet siyaseti anlayışlarını (bedevi), dini ve toplumsal yapıyı kendi anlayışlarına (dar görüşlerine) göre yorumladılar. İslam öncesinde bir kabile arada bir anlaşma yoksa öteki kabilelelrin tamamını düşman olarak müteal ediyor idiyse, Hariciler de, kendilerinden olmayan bütün Müslümanları "kafir" ve dolayısısyla "kanı dökülecek düşmanlar" olarak görüyorlardı. (4) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Belazuri, V, 57; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.151.
2) Fığlalı, "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", s. 235; Sülün, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi"s. 156-157.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 57-59; Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", s.202-203.
4) Ethem Ruhi Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", Selçuk Yay. 5.baskı Ankara 1991, s.88-89. 
~~~~ * ~~~~

     Kabile asabiyetine sımsıkı sarılmış, bedevilerden oluşan Hariciler, son derece yetersiz bilgiye sahipinsanlardır. Onların bu yetersizlikleri, kendilerini herhangi bir tartışma ve tahkike imkan tanımayan bir dar görüşlülüğe, taassuba ve dolayısıyla şiddete sevk etmiştir. Eğer bir mesele kendi yetersiz bilgileriyle kafalarında çizdikleri İslam çerçevesine sığmıyorsa, mutlaka "küfür"dür ve her ne pahasına olursa olsun buna karşı çıkılmalı ve yok edilmelidir. Bu ise açık bir "tedhiş"(korku, yıldırma, terör) demekti. (1)
     Hariciler Sıffin savaşından sonra hakiki Müslümanların kendi saflarında olduğunu, kendilerine katılmayanların kafir ve dolayısıyla onlara karşı mücadelenin ve tedhişe başvurmanın "meşru" olduğunu ileri sürecek kadar kaskatı esaslara ve taassuba boğulmuşlardı. Bu taassub, onları esir almış, değişen şartlara, karşılaşılan olaylara uyum sağlama, çözüm üretme ve uzlaşma imkanlarını yok etmişti. Bu yüzden kendi aralarında dahi ortaya çıkan önemsiz bir takım meselelerden dolayı ayrılıklara düşmüş ve çok kısa sürede çok sayıda kollara bölünmüşlerdir. (2)
     Kur'an-ı Kerim'i bütün yönleri ve incelikleri ile kavrayabilecek derecede kültürlü ve bilgili olmadıkları için, karşılaşılan veya ortaya atılan bir mesele "meşru" ve Kur'an-ı Kerim'e göre izahı mümkün olduğu halde, hemen karşı çıkıyor ve böylece saplanıp kaldıkları taassub, kendi içlerinde bile anarşi doğuruyordu. Kur'an-ı Kerim'e emir ve yasaklarına sımsıkı bağlı olduklarını, dinin emirlerinin ibadet ve muamelat olarak bütünüyle yaşadıklarını söylemelerine rağmen, bu emir ve yasakların, dini ve toplumsal yönünü yorumlayacak bir bilgi ve birikime sahip olmadıkları için daima "reaksiyonel" bir tavır takınıyorlardı. (3)
     Cemel ve Sıffin savaşında ölen ve öldürülenler ya sahabe yada tabiindi. Bu savaşlarda ölen ve öldürülenlerin durumu ve hakem olayı toplumda yoğun bir şekilde tartışılmaya ve konuşulmaya başlandı. Yaşanan siyasi ve sosyal olayların nedenleri ve sonucu dini alana çekilerek değerlendirildi. Bu sorulara daha çok dini cevaplar verildi. İleri sürülen dini cevaplar ilk dini farklılıkların oluşmasını oluşturdu. İman konusu daha çok yaşanan olaylar bağlamında ele alındı. İman Kur'an'ın ortaya koyduğu bir olgudan çok yaşanan olayları değerlendirerek ele alındı. Yaşanan siyasi olaylar taraflı bir şekilde ele alındı. Ortaya konan düşünceleri Kur'an ve hadisten destekler deliller aranmaya çalışıldı. Siyasi farklılıkları akideye dönüştüren ilk fırka Haricilerdir.

     4.2.3. Mezhepsel Bakış Açılarının Etkisi
     Mezhepler, dini, siyasi, sosyal, iktisadi ve tarihi nedenler bağlamında dinin anlaşılma yöntemleridir. Bu oluşumlar, dini referanslar çerçevesinde belli düşüncelerin ya da şahısların çevresinde şekillenmiştir. Mezhepler, dinin kendisi değil, fakat dinin yorumlanması ve algılanması biçimleridir. Mezhep ve din kavramları eş anlamlı kavramlar değildir. Her mezhep tarihsel süreçte kendini hak/doğru görmüş, diğer mezhepleri ise batıl/yanlış görmüştür. Her mezhebin, Kur'ân'a uygun görüşleri ve fikirleri olduğu gibi aykırı görüşleri de olmuştur. Mezhep düşünürleri tarihsel süreçte gelişen şartlara göre görüşler ileri sürmüşlerdir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.89.
2) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.89-90.
3) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.90. 
~~~~ * ~~~~

     Hariciler, Kur'an-ı Kerim'e karşı gelme niyetinde olmadıkları halde, Kur'an'a göre asla küfürlerinden bahsedilmeyecek Hz. Osman ve Hz. Ali'yi, "Allah'ın indirdiği ile hükmetmemişlerdi" diyerek kafir sayacak kadar dar ve Kur'an'a ters bir anlayışa sürüklenmişlerdi. (1)
     Haricilerden Mühakkime tüm günahkar Müslümanları tekfir ediyordu. (2) Ezarika, bir fırka ister küçük ister büyük olsun, günah işleyen herkesin, Allah'a ortak koştuğunu, bunların çocuklarının da müşrik olduğunu bundan dolayı kedilerine muhalif olanların çocukları ve kadınlarının öldürülmesini helal saydılar (3). Ayrıca Ezarika önlerine çıkana dinini soruyordu. Müslümanım diyeni katlediyor, Yahudiyim, Hırıstiyanım, Mecusiyim derse onun kanını haram görüyor bırakıyordu. (4) Bazı harici fırkalara göre kendileri dışında Müslüman yoktu. Onların içinden bir gurup günah işleyen herkesin kafir olduğunu ifade ederken, Haricilerin birleştikleri husus Muaviye ve Osman'ın, Cemel savaşı sonrası atanan iki hakemin, Talha, Zübeyr, Aişe ve onlara uyanların (Cemel'e katılmış sahabilerin) Ali'ye karşı savaştıkları için küfre girdiklerini, Ali'nin ise, gerek Cemel'e katılanlara, gerek Sıffin'de Muaviye'nin adamlarına karşı yaptığı savaşlarda, hakem tayin edilene kadar haklı olduğunu; ama hakem tayin edilmekle küfre gittiğini ileri sürüyordu. (5) Bu isimlerin cennetle müjdelendiği hakkındaki nassları hatırlatanlara ise şu cevabı veriyorlardı. "Onlar cennetlik kafirlerdir". (6) İmamiyye Ali ve iki oğlu ve on üç sahabe dışında çoğunluğunun dinden çıktığını iddia etmişlerdir. Zeydiyye'den Süleymaniyye, Butriyye ve Carudiyye'de sahabenin çoğunu aynı şekilde küfürle itham eder. (7)
     Cehmiye'den (8) bazıları Allah'ı görmek istediği için Hz. Musa'yı (9),
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", s.90.
2) Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim b. Ebi Bekr Ahmed eş-Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", Daru Sa'b, Beyrut, 1406/1986, I/115; Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 59.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 85.
4) Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", I/118.
5) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 54-55,59, 86-87.
6) İbn Hazm el-Fasl IV/ 89.
7) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s.251.
8) Cehm b. Safvan, Allah’a izafe edilen sıfatların yaratılmışlara nisbet etmenin caiz olmadığını iddia etmiştir. Zira ona göre bu durum teşbih ve tecsîme yol açar. Bu nedenle Cehm, Allah-u Teâlâ’nın şey, mevcûd, hayy, âlim ve mürîd olmasını nefyeder. Bunların yerine kâdir, fâil, mûcid, hâlık, Muhyî ve Mumît olarak vasıflandırmıştır. Çünkü ona göre bu vasıflar sadece O’na mahsus olup, yaratılmışların hiçbiri bunlarla vasıflandırılamaz. el-Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s.156.)
9) "Musa tayin ettiğimiz vakitte (Tûr'a) gelip de Rabbi onunla konuşunca «Rabbim! Bana (kendini) göster; seni göreyim!» dedi. (Rabbi): «Sen beni asla göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni g?receksin!» buyurdu. Rabbi o dağa tecelli edince onu paramparça etti, Musa da baygın düştü. Ayılınca dedi ki: Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim". A'raf 7/143 
~~~~ * ~~~~

Hz. İsa ile ilgili Maide (1) suresinde zikredilen durumdan dolayı da tekfir edecek kadar aşırı gittiler. Mu'tezile'de Allah'ın görülmesi gibi bir konuda çoğunluğu tekfir ediyordu. (2)  Mu'tezile'nin Basra kolu ve Bağdat Mu'tezililerini tekfir etmiştir. Maturidiler de Mu'tezilileri kişinin fiilini yaratması konusunda Mu'tezile'yi tekfir ederek onları Mecusilerden daha beter saymışlardır.(3) Mâturîdîye göre Kur’an’dan ve İslam’ın genel çizgisinden uzaklaşan Mu’tezile, bu hususta temel görüşünü Mecûsî düşünceden hareketle tespit etmiştir. Bu sebeple Hz. Peygamber: “Kaderiyye (kaderi inkar edenler) bu ümmetin Mecûsîleridir.”demiştir.(4) Hatta Mu’tezile, iki açıdan yerilmeye Mecûsilerden daha layıktır. Birincisi; Mecûsiler evrenin yaratılışını iki tanrıya irca ederken, fiillerinin yaratıcısı olarak insanı gören Mu’tezile, kainatın yaratılışını sayılamayacak kadar kula havale etmektedir. (5)  İkincisi ise, Mecûsîler şerrin yaratıcısı olarak Tanrıyı kabul etmemekle beraber bütün iyilikleri ona nispet ederken Mu’tezile, hayır ve şer fiillerin yaratılması fiilini O’ndan uzaklaştırmışlardır. (6)
     Abdulkahir el-Bağdadî (439/1027), Bâtıniyye, Beyaniyye, Muğîriyye, Yezîdiyye gibi gulat görüşler ileri süren grupları İslâm ümmetinden saymamıştır. Fakat Mutezile, Havâric, Rafızâ’nın İmâmiyye kolu, Zeydiyye, Neccâriyye, Cehmiyye, Dırariyye ve Mücessime’yi ise bazı yönleriyle İslâm ümmetinden kabul etmiştir. Ona göre bu gruplara mensup kimseler Müslüman mezarlığına defnedilebilir, Müslümanlarla savaşlara katıldıkları takdirde ganimet ve fey’den pay alabilir ve mescitlerde namaz kılmalarına müsaade edilir. Ancak bunlar dışındaki hükümlerde İslâm ümmetinden sayılmazlar. Yani bu kimselerin cenaze namazları kılınmaz, arkalarında namaza durulmaz, kestikleri helal olmaz, hatta Sünnî bir erkek veya kadınla evlenmeleri de caiz değildir. (7)  Ünlü âlim Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî (548/1153), 73 fırka anlayışından kurtulamaz ve mezheplerle ilgili şöyle der: "Yetmiş üç fırkadan sadece biri haktır. Zira her aklî konuda bir tek doğru bulunduğuna göre, tüm meselelerde hak ve doğrunun bir fırkayla temsil edilmesi gerekmektedir". (8) Abdulkahir el-Bağdadî "el-Fark beyne'l-Fırak" (Mezhepler Arası Farklar) adlı eseri İslami Mezhepler ile ilgili değerlendirmelerde bulunmuş ve bu alanda araştırmacılara kaynaklık etmiştir. 

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1 "Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, «Beni ve anamı, Allah'tan başka iki tanrı bilin» diye sen mi dedin, buyurduğu zaman o, «Hâşâ! Seni tenzih ederim; hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim sen onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben senin zâtında olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca sensin." Maide 5/116.
2) Şehristani, "el-Milelel ve'n-Nihal", I/69
3) Ebu’l-Mu’în Meymûn b. Muhammed en-Nesefî, "Tabsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn", Ankara, 2004, c.II, s.360-361; Mustafa İslamoğlu," İman Risalesi",Denge Yay.İst. 1993, s.46.
4)  Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd el-Mâturîdî," Kitabu’tTevhid", Beyrut, 2010 158- 159
5) Mâturîdî, "Kitabu’t-Tevhid",s.327.
6) Mâturîdî, "Kitabu’t-Tevhid",s. 317.
7) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 14.
8) Ebu’l-Feth Muhammed b. Abdülkerim eş-Şehristanî (548/1153), "el-Milel ve’n-Nihâl", thk.: Ahmed Fevzi Muhammed, Beyrut 1413/1992, c. (I-III), s. 4.
~~~~ * ~~~~

     Ebû Hâmid el-Gazzâzi (5050/1111), Batınîler (İsmailîler) hakkında şöyle der: "Onların (Batınîlerin) görüşlerinin iki mertebesi vardır; bunlardan birincisi, onların hatalı, sapık ve bid'atçı sayılmasıdır. Diğeri de, tekfirlerini ve kendileerinden uzak durulmayı gerektirendir" (1).
     Bağdadi, Mu'tezile-Kaderiyye'yi haktan ayrılıp sapık fırkalar'dan olduğu suçlamasını yapmakta, biri diğerini küfürle suçlayan yirmi fırkaya ayrılmış olduğunu ifade etmektedir. (2) Ayrıca " Ehl-i Sünnet, Allah'ın kendisini peygamber olmadan da bilmeyi kullarına vacip kıldığında ve bunun aksini söyleyenleri tekfir etme konusunda ittifak etti". (3) derken Kaderiyye ve Rafiziler 'in yanında Eş'arileri'de tekfir ediyordu. Gazzali 'de " Akılla Allah'ı bilmenin vacip olduğunu" savunanın Mu'tezile olduğunu söyleyerek yukarıdaki görüşün zıddını savunmuş (4) ve o da Ehl-i Sünnet dışına çıkarak Bağdadi'ye göre tekfir edilenlerin arasına girer. (5) Bağdadi, Ehli Sünnetin küfür ve sapıklıkla suçladığı fırkaları ve düşüncelerini geniş bir şekilde ele almıştır. (6)

     4.2.4 Mezhepler Arası Çekişmeler
     Hz. Muhammed'in vefatı ile gelişen siyasi, sosyal ve tarihi nedenlerden dolayı oluşan Haricilik, Mürcie, Şîa, Mu'tezile, Selefi, Eş'ari ve Maturidî gibi pek çok siyasî ve itikadî mezhep ortaya çıkmıştır. Farklı nedenlerle ortaya çıkan ve farklı fikirler taşıyan bu mezhepler arasında çekişmeler, çatışmalar ortaya çıkmış ve bazen de yıllarca süren savaşlar yaşanmıştır. Bu ihtilaflar, girift, sorunlu ve ayırt edilmesi oldukça zor olan birtakım siyasî ve dinî sebeplere dayanmaktadır.
     Hicri birinci asrın sonlarına doğru, (Hicri 80) siyasi ve sosyal olaylar sebebiyle Mu'tezili, Cebri ve Mürci anlayışlar ortaya çıkmıştı. Bu durum itikâdi konularda tartışma ve münakaşaların yaşanmasını ve Kelâm İlminin doğuşunu hazırlamıştır. Kelâm ilminin Mu'tezile bağlamında şekillenmeye başlaması ile Ashabu'l-Hadis taraftarları arasında karşılıklı çatışma, baskı ve şiddet olayları yaşanmıştır. İnsan iradesini önceleyen Geylân ed-Dımeşki, arkadaşları ve Ma'bed el-Cüheni Emevi idaresi tarafından öldürülmüştü. Cebri anlayışı savunan fakat Kur'an'ın mahluk olduğunu ifade eden Ca'd b. Dirhem ve ile onunla aynı görüşü savunan ve Allah'ın sıfatlarını kabul etmeyen Cehm ve b. Safvan'da Emevi yönetimi tarafından ölüme mahkum edilmiştir. (7) Siyasi ve sosyal olaylar ile başlayan ve şekillenen itikadi görüşler çerçvesindeki şiddet ve baskılar daha sonra Mu'tezile ve Ashabu'l-Hadis arasında yaşanmıştır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İmâm Gazzali, "Batınîliğin İçyüzü", çev. Avni İlhan, TDV, Ankara, 1993, s.91.
2) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 20, 82.
3) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 256.
4) Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed el-Gazzali, "Kitabu'l-İktisad fi'l-İtikad", Daru'l-Kütübi'l-İmiyye, Beyrut, 1409/1988, s. 118.
5) İslamoğlu," İman Risalesi", s.43.
6) Bağdadi, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", s. 256-284.
7) Geniş bilgi için bkz. Ahmet Akbulut, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. Ankara 2015, s.231- 241. 
~~~~ * ~~~~

     Bu baskı ve şiddet olayları karşılıklı siyasi otorite üzerinden desteklenerek sürdürülmüştür. Abbasi döneminde halife el-Me'mûn döneminden el-Mütevekkil dönemine kadar 16 yıl süren Mihne (1) olaylarında Ashabu'l-Hadise baskı yapılmıştır. Bu baskıya Mu'tezile destek vermiştir. Bu dönemde, alimlere ve halka zorla Kur'an'ın mahluk olduğu fikri dikte ettirilmeye çalışılmıştır. (2)
     Maturidi düşüncesine sahip imamlardan Pezdevi, "Mücessime mezhebinde Kerramiye, Hanbeliler ve Yahudiler yer alır" diyerek(3) , Hanbelileri Ehl-i Sünnet içinde görmediği gibi iman ilkelerinde Yahudiler ile aynı gurupta değerlendirmiştir. Pezdevi aynı zamanda Eş'ariyi Ehl-i Sünnet içinde saymamış, "Ebu'l- Hasan el-Eş'ari'nin Ehl-i Sünnetle ihtilaf ettiği konular " (4) gibi başlıklar atmış ve yine Eş'ari'yi ve namazda ara tekbirleri alanları "bidatçı" olarak isimlendirmiştir. (5) Nesefi'de, Eş'ariyi Ehl-i Sünnet dışında saymıştır. (6) İbn Hazm, Eş'arileri tevhid konusunda çok sert eleştirmiştir. Eş'ariler hakkında tevhid'i açıkça iptal olmakla suçlayan İbn Hazm , bu inancın Hıristiyan teslis akidesinden çok daha büyük bir şirk olduğunu vurgulayarak ifade etmiştir, (7) ayrıca İbn Hazm , Eş'arilerin, "Allah'ın kün emri ile yaratılışını başlattığı her şey ezelidir," dediklerini naklederek bu görüşün Yasin 36/32 ayetini yalanlamak olduğunu, bu inancın Dehriyye (Materyalizm) 'in inancıyla aynı olduğunu söyler. (8)
     İbn Hazm, Eş'ari imamlarından Musul kadısı Ebu Cafer es- Semmani'nin; Adem'in de Allah gibi kemal sıfatlarıyla muttasıf olduğunu ve Allah'ın bu yüzden melekleri ona secde ettirdiğini iddia etmesi üzerine , " Bu apaçık bir küfürdür, korkunç bir şirkttir, çünkü bu tezde Adem'de Allah gibi kemal sıfatlarıyla muttasıf kılınmıştır" biçiminde tepki göstermiştir. (9) Buhari, İbn Kuteybe ve Abdulkadir Geylani'de yapmışlardır.
     Bağdat'da Hanbeliler ile Eş'ariler arasında günlerce süren çatışmalar olmuştur. Hanbeliler minberlerden ve kürsülerden Eş'ari imamları zorla indirerek dövmüşlerdir. Hanefi Tuğrul Bey, hicri 455'de yayınladığı bir fermanla tüm Eş'arileri sapık ve bid'atçi ilan ederek hutbelerde lanet okunması talimatını vermiştir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Arapçadaki me-ha-ne fiil kökünden türetilen Mihne kelime olarak; denemek, sınamak, bir şeyin hakikatini araştırmak, inceliklerini düşünmek, imtihan etmek, soruşturmak, boyun eğdirmek, eziyet etmek gibi anlamlara gelir. Kavram olarak ise, genelde, yazgı/kader ve insan fiillerini soruşturma, yargılama ve belli bir inanç veya inanç sisteminin kabulünü sağlamak için dini sorgulama anlamına gelir. Mehmet Ümit, “Mihne Uygulamaları ve Hanefiler”, Mihne Süreci ve İslami İlimlere Etkisi, ed.:M.Mahfuz Söylemez, (Ankara: Ankara Okulu yay., 2012), 73.
2) Geniş bilgi için bkz. Talat Koçyiğit," Hadisçilerle Kelamcılar Arasında Münakaşalar", TDV Yay. Ankara 1989, s.192-223.
3) Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerîm Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi", çev. Şerafettin Gölcük, Kayıhan Yay. İst. 1980, s.248.
4) Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi, s. 353.
5) Pezdevî (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi , 366.
6) 42/11
7) Ebū Muhammed Ali bin Ahmed bin Saîd İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", Daru'l-Cil Beyrut tsz. V/ s.76-78.
8) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", V/ s.84.
9) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 78; İslamoğlu," İman Risalesi", s.43
~~~~ * ~~~~

     Bu ferman sonucunda meydana gelen Hanefi, Eş'ari çatışmalarda pek çok insan ölmüş, çok sayıda insan sokaklarda sürüklenerek işkenceye maruz kalmış, dürt yüz kadar alimde bölgeden kaçmıştır. (1)
     Eş'ari bu küfür ve suçlama furyasına katılmış, imam Azam Ebu Hanife'yi Ehl-i Sünnet'e göre sapık fırklardan biri olan Mürcie'nin 9. tabakasına mensup olduğunu ifade eder. (2)
     Hanbeliler de Eş'ari'yi tekfir edip kanının helal olduğu şeklinde fetvalar vermişlerdir. (3)  Onlara göre Eş'ari selef akidesini tahrif etmiştir. Eş'ari'de onları "Ona benzer hiçbir şey yoktur." (4) ayetini Hanbelilerin yalanladığını ifade ederek, onları teşbih ve tecsim ile suçlayarak tekfirle suçlar. Nesefi'de, Eş'ari'yi Ehl-i Sünnet harici sayanlardandır. Fakat Eş'ari'yi hakkında en sert tavrı Sünni alim İbn Hazm gösterir. Allah'ın sıfatları bahsinde Eş'arileri tevhidi açıkça iptal etmekle suçlayan İbn Hazm, bu inancın Hıristiyan teslis akidesinden çok daha büyük bir şirk olduğunu ifade eder. (5) İbn Hazm Eş'ari'yi ve taraftarlarını "Mürcie'nin Şenaetleri" başlığı altında bir Mürci olarak değerlendirmiştir. (6)  Ebu Hanife yaşarken Mürcie suçlamasına maruz kalmış, öğrencisi Osman el-Betti'nin mektubunda bu konuda sorduğu soruya şöyle cevap vermiştir: "Bid'at ehli hak ve doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda günahı ne günahı vardı?" (7)

     5.1 Tekfirin Dini Boyutu
     İslam inancının ilkelerini Yüce vahiy belirler. Subutiyet ve delalet açısından kesin olan Kur'an'i ilkeler İslam'ın inanç ilkeleridir. Bir meselenin iman esası olabilmesi için Kur'an'ı Kerim'de olması, açık ve net bir ifade taşıması hususunda İslam alimleri mutabıktır. Bu bağlamda Kur'an'da açıkça iman edilmesi emredilen (8)  esaslar ile, belirtilen bu inanç ilkelerine iman edilmemesine kınanan ilkeler, İslamın iman ilkeleridir (9). İslam inancının temeli, İlahiyyat (tevhid), Nübüvvet ve Ahiret (mead)' tir (10).
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mustafa İslamoğlu," İman Risalesi",Denge Yay.İst. 1993, s.46.
2) Ebü’l-Hasen Alî b. İsmâîl el-Eş'ari, el-Eş’arî, Ebu’l-Hasen, "Kitâbu Makâlât’il-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’lMusallîn",(tas. Helmut Rıtter)." Daru’n-Neşr, Wiesbaden, 1980, s.138.
3) Abduh, Muhammed, "Risâletü’t-tevhîd", nşr.: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986, s.11.
4) Şura, 42/11
5) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 76-78.
6) İbn Hazm,"el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal" V/ 76-96.
7) Ebû Hanife, "el-Alim ve’l-Mute’allim, (İmam-ı Azamın Beş Eseri içerisinde)," Çev. Mustafa Öz, Marmara Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. 6. baskı, İstanbul, 2010. s.63.
8) Bakara 2/285; Al-i İmra 3/179; Nisa 4/136; A'raf 7/158.
9) Hüseyin Atay, "İslam'ın İnanç Esasları",Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara 1992, s. 29-30.
10) Muhammed b. Tavit-et-Tanci, " Kelam İlmi", terc. Bekir Topaloğlu, Mezhep Araştırmaları IV/I Bahar 2011, s.243.
~~~~ * ~~~~

     Bir dini meselenin akide meselesi sayılabilmesi için ehemmiyet ve vücub bakımından dinin nazarında yüksek bir seviyeye yükselip itikad edilmesi gerekli hususlardan olabilmesi için onda iki şeyin mutlaka bulunması icab eder.
     Birincisi: Kur'an-ı Kerim'in vazıh ve tevile ihtimali olmayan ayetlerinin ona iman etmenin gerekli olduğuna ittifak etmesi.
     İkincisi: İslamiyetin başlangıcından bugüne kadar onu kabul hususunda Müslümanların ittifak etmesidir. (1)
     Bu temel ilkelerin dışındaki inanç meseleleri hususunda farklı anlayış ve yorum kişinin inancına zarar vermez. Allah'ın sıfatları aynı mı, yoksa gayrı mıdır? Kulların fiillerini nasıl anlamak lazımdır? İsra-Mi'racı nasıl anlamışlardır? Allah, dünya ve ahirette görülecek midir? Şefaat, hesab, mizan, sırat, cennet ve cehennemin mahiyeti vs gibi hususla Müslümanların nasıl anladıkları ve bu hususlarda çok değişik açıklamaları, İslam akidesinin köküne ve özüne dahil değildir. Onun için bu açılmalardan herhangi birini benimsemek veya benimsememekle, inanç esaslarının özüne bir zarar gelmez. Bu veya şu açıklamayı benimsemek, kendi anlayışına göre bir açıklamada bulunan kimse veya zümre, Kur'an ve sahih sünnet'e isnad ettiği müddetçe ne kafir, ne de İslam düşüncesinin dışına çıkmış sayılır. Ehl-i Sünnet fakihleri ve kelamcılarının çoğunluğu, dine ait olduğu zaruri olarak bilinen şeylerin dışında, itikadi ihtilaflar yüzünden fırkaların tekfir olunamayacağı hususunda ittifak etmişlerdir. (2) Yüce Allah: ".... Size, Müslüman olduğun bildirene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek: Sen Mü'min değilsin, demeyin...." (3) buyurmaktadır. Hz. Peygamber İslam'ın evrensel ve hayatında sergilediği hoşgörülü yönü nedeniyle tekfirden hassasiyetle kaçmıştır. Nitekim o şehadet getiren ben Müslümanım diyen bir kimseye münafık ve hatta bu sözü isteksiz söylemiş olsa bile, hayır sen Müslüman değilsin deyip İslam topluluğunun dışına atmamı, onu İslam topluluğunun bir üyesi saymış ve öylece muamele etmiştir. (4) Gazzâli düşünce hayatında zaman zaman filozoflar ve diğer mezhepler hakkında tekfire varacak aşırılığa kaçmıştır. Fakat kendisi de tekfir dilince, bu düşüncenin toplumsal barış ve birliğine vereceği zararı anlayarak tekfir konusunda daha farklı bir yaklaşım sergilemiştir. Bu konuya özel bir eser kaleme almıştır. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) et-Tanci, " Kelam İlmi", s.243; Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.21.
2) Tanci, " Kelam İlmi", s.245; Fığlalı,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri, s.21.
3) Nisa 4/94.
4) Bekir Topaloğlu, "İman Küfür Arasındaki Sınır", Diyanet Gazetesi, sene 5, cilt 4, s.80-83.
5) Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014.
~~~~ * ~~~~

     Gazzali Müslümanın inanması gereken iman esaslarının iki kısma ayrıldığını birincisi asıllarla, ikincisi de ayrıntılarla ilgili olduğunu ifade eder. "İmanın asılları üçtür. Allah'a, Nübüvvete ve Ahiret'e iman. Bu üç esasın dışındaki meseleler ayrıntılı/fer'i meselelerdir. Bir istisnası bulunmakla beraber genel prensip, fer'i meselelere binaen insanların tekfir edilemiyecekleridir. Bunun istisnası, kişi Hz. Muhammed'den tevatür yoluyla gelen bir dini esası yalanlarsa kafir olur." (1) Gazzali: "Mümkün oldukça, Allah'tan başka ilah yoktur, Hz. Muhammed Allah''ın kulu ve elçisidir diyen kişiyi tekfir etmemek, onun kafir olduğu yönünde iddialardan kaçınmak, bir ilke olarak kabul edilmelidir," (2) der.
     Tarihsel süreçte, Müslümanlar arasında yaygın olan kendi dışında ki düşünceyi, mezhebi veya gurubu küfür ile itham hastalığı üzerinde duran Gazzali; "Müslümanlar arasında, bazı meselelerin anlaşılması bakımından kimi gurupların farklı metodları benimsemiş olması, birisinin mümin, diğerlerinin ise kafir olacağı anlamına gelmez. Allah'ın bir olduğunu, Hz. Muhammed'in elçiliğini kabul eden her gurup hoşgörü ile karşılanmalıdır". (3) der.
     İman konusunda küfür bataklığına düşme nedenleri üzerinde duran Gazzali bunun taklit ve cehaletten kaynaklandığını ifade eder. Gazzali: "Eğer imanla ilgili olarak kalbinde bir diken gibi yer eden soruları cevaplamak ve gönlünü rahatlatmak istiyorsan, taklitten kaçmalısın. Çünkü taklit, gözleri kör eder. Bunun aksine, zihindeki soruların çözümünü elde etmek için, olayları büyük bir dikkatle tetkik etmeli, incelemelisin. Bir sözün, Eş'ari mezhebi, Mu'tezile veya diğer mezheplerden herhangi birisine göre küfür olduğu söylenirse, bu tutarlı bir davranış olmaz. Böylece söyleyen kişi ahmaktır diyemeyiz. Ancak kendisini taklit zincirleriyle bağlamıştır. Onun imanı, taklitten ibarettir. Gözü vardır, ancak görmez; zifiri karanlıkta kalmıştır. Bir taklitçiyle, onun karşıtı olan taklitçi kişiler arasında hiçbir fark yoktur. Çünkü iki gurup da taklit karanlığına saplanmışlardır, bir meselenin isbatına ilişkin delilleri de taklitten öteye başka bir mana ifade etmez". (4)
     Gazzali, bir mezhebe bağlı kişinin diğer bir mezhebi veya düşünceyi inkar etmesinin, kendisini hakkın belirleyicisi görmek olduğunu ifade eder. "Allah'ın beka sıfatı konusunda, Eş'ari'nin doğru söylediğini, buna karşılık, Bakillani'nin küfür içerisinde olduğunu iddia etmek kimseye düşmez Çünkü bu, kişinin kendisini hakkın belirleyicisi yerine koyması anlamına gelir. Bakillani, beka sıfatının Allah'ın zatıyla kaim olmadığını, zait olduğunu söylemektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Hâmid Muhammed bin Muhammed bin Muhammed bin Ahmed el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014, s.46-47.
2) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s.46.
3) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s.23-24.
4) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s. 20-21. 
~~~~ * ~~~~

     Neden Bakillani, Eş'ariye muhalefet ettiği için küfürle itham edilsin! farklı bir değerlendirmeyle, Eş'ari de Bakillani'ye muhalefet ettiği için küfürle itham edilebilir. Neden hak, sadece birisinin görüşü üzere olsun! birisinin görüşünün diğerine tercih edilme sebebi veya bir görüşün hak, diğerinin batıl olarak kabul edilme sebebi kronolojik öncelik midir? Tarihi önceliği ölçüt olarak alırsak, Mu'tezile'nin görüşünün hak olduğunu söylemek gerekmez mi? Yoksa Eş'ari veya Bakillani'den birisinin görüşünün tercih edilmesi onların ilim veyafazilet bakımından farklı derecelerde olmalarından dolayı mıdır? Eğer ilim ve fazilete göre bir tercih sistemi benimsenecekse, kimin daha faziletli olduğunu belirlemede kullanılacak ölçütler nelerdir? (1)
     Allah'ın sıfatları konusunda Mu'tezile'nin üzerine gidilmesini ve eleştirilmesini doğru bulmayan ve bu konuda Eş'ari'nin değerlendirmesi ile karşılaştıran ve yorumlayan Gazzali, bu konuda aşırı bir tavır takınanları yanlış yolda olduklarını ifade etmektedir. Gazzali bu konuda aşırı görüş ileri süren ve inkar bataklığına düşmelerinin bilgisizlik ve meselenin özünü iyi bilmemek olarak ifade ederek bu konuya şu örneği verir. "Bunların durumu, ısıtmadan soğuk bir şekilde demir döven kişinin durumuna benzer. Nasıl ki, demir ısıtılıp ateş gibi olduğunda şekil alıyorsa, bu meseleler de zihnin gerekli kıvama getirilmesiyle anlaşılır." (2)

     Sonuç
     Karşı karşıya bulunduğumuz asıl sorun şu; "İmanımızla ortaya çıkarmış olduğumuz ahlaki yapının ve bunun yansıması olan eylemlerimizin; bizden olmayan, bizim gibi düşünüp inanmayan, inancımızı benimsemeyen, bizce "kafir, müşrik ve münafık " olanın yaşamasına müsaade edip etmemesidir." Tüm farklılığına rağmen ötekini hala insanlık ailesi içinde görüp görmememizdir. Bizden olamadığı halde, kendi inançlarıyla yaşama hakkının olup olmamasıdır. Mesele bu sorulara verilen olumlu ya da olumsuz cevaplarda gizlidir.
     Herhangi bir mezhep veya dini oluşumun içinde olan kişi, dindarlığını ve İslami kimliğini güvence altına almış olamaz. Allah’a, ahiret gününe ve Hz. Muhammed’in elçiliğine samimiyetle inanan her kişi Müslümandır, hata ve günahlarından dolayı tekfir edilmemelidir. Mü'min, iman etmekle kendini güvence altına almış olduğu gibi, inananlarla bir birlik oluşturarak, bir güven ortamının oluşmasına katkı sağlar. Mü'min, iman ve güven ile İslam'ın amacı olan akıl, can, mal, namus ve nesli güven altına almış ve bunun gerçekleşmesine katkı sunmayı amaçlar. Mü'min, kişisel ve toplumsal insani değerlerin yaşanmasına ve korunmasına güven sunandır. İman, değersel insani ilkelerin bireysel ve toplumsal öncülüğünün ve yaşanmasının amacıdır.
     Vahiy, inancı ve dini ilkeleri akli ve ilmi ilkeler ışığında ortaya koyar ve düşünmeye davet eder. İman, hür irade ile bir düşünce, inanç ve olguyu benimsemek ve kabullenmektir. Kişinin vicdanen bir şeyi kabullenmesi ve bağlanmasıdır. İman, baskı olmaksızın tamamen akli ve bilgi bağlamında bir kabullenmeyi ve tasdiki içerir. Kur'an bu bağlamda akıl, hür irade ve tefekkürle Yüce Allah'a, iman ilkelerine inanmaya ve benimsemeye davet eder. Bu davet insanın hür iradesine ve vicdanına yönelik bir sesleniştir. Vahiy bu iman ilkeleri ve dini kabullenme hususunda kişiye hiçbir baskı kurmaz. Kişiye tam bir serbestlik ve özgürlük tanır. Kur'an'i iman, özgür olarak nasıl bir gönül ve kabullenme hakkı ise ise inanmama veya başka bir şeye inanmada özgürce bir haktır. Kur'an, imanı Yüce ve kutsal olana ve ilkelerine davet eder ve özgür bırakır. Hiçbir zorlamayı öngörmediği gibi, gönderdiği elçiye de bu hakkı vermemiş ve ona da sadece tebliğ hakkını tanımıştır. Kendi adına hiçbir kişiye de iman ve ibadetlerde baskı ve zorlama hakkı vermemiştir.
     Kur'an; Allah-insan iletişiminde din, iman ve ibadet konusunda kişiye tam bir özgürlük vermiştir. Vahiy; dinin, inanç ilkelerinin ve ibadetin insan için olduğunu, insani değersel yaşama katkı sağlamayı amaçladığını vurgular. İslam inancı, insan olmak ve insan kalabilmenin, dini ve dünyevi sorunlara çözüm üretebilmenin ilkeleridir. Yüce vahiy iman etmeyi ve ibadetleri emreder, fakat iman etmeyen ve ibadetleri yerine getirmeyenlere dünyada bir ceza öngörmez. İslam kamuya ait hak ihlalleri ve yanlışlara ceza öngörmüştür. Kur'an dinden dönenlere dünyevi hiçbir cezayı öngörmediği gibi Hz. Muhammed'de dinden çıkanlara özgürlük tanımıştır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", s. 21-22.
2) el-Gazzâlî, "Faysalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı" s. 22-23. 
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça
* Abduh, Muhammed, "Risâletü’t-tevhîd", nşr.: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1986.
* Abdulbaki, Muhammed Fuad, "Mu'cemu'l-Mufehres", Daru'l-Hadis, Kahire, 1408/1988. Akbulut, Ahmet, "Sahabe Dönemi İktidar Kavgası", Otto Yay. 1.baskı, Ankara 2015.
* Atay, Hüseyin, "İslam'ın İnanç Esasları",Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yay. Ankara 1992,
* Azimli, Mehmet, "Siyeri Farklı Okumak", Ankara Okulu Yay. 4. baskı Ankara 2010.
* el-Bağdadi, Ebu Mansur Abdulkahir, (el-Fark Beyne'l-Fırak) "Mezhepler Arasındaki Farklar", TDV Yay. çev. Ethem Ruhi Fığlalı, Ankara 1991.
* Belazuri, Ahmed b. Yahya b. Cabir, "Ensabu'l-Eşraf ", Edited by, S.D.F. Goitein, Jaruselam, 1936.
* Demir, Ömer, "Kur'an Kavramları Bağlamında Yaşam Boyu Salih Amel", Araştırma Yay. Ankara 2013.
* Ebi Bekr, Muhammed b. Yahya b. et-Temhid ve'l-Beyan fi Makteli eş-Şehid Osman, thk.M.Y.Zaid, Beyrut, 1964.
* Ebû Hanife, "el-Alim ve’l-Mute’allim, (İmam-ı Azamın Beş Eseri içerisinde)," Çev. Mustafa Öz, Marmara Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yay. 6. baskı, İstanbul: 2010.
* el-Eş’arî, Ebu’l-Hasen Ali b. İsmail,"Kitâbu Makâlât’il-İslâmiyyîn ve İhtilâfu’lMusallîn",(tas. Helmut Rıtter)." Daru’n-Neşr, Wiesbaden, 1980.
* Fazlurrahman, "İslami Yenilenme", çev. Adil Çiftçi, 2. baskı, Ankara Okulu Yay. Ankara 2000.
* Fığlalı, Ethem Ruhi,"Çağımızda İtikadi İslam Mezhepleri", Selçuk Yay. 5.baskı Ankara 1991.
* ----- , "Hariciliğin Doğuşuna Tesir Eden Bazı Sebepler", AÜİFD, XX, Ankara 1975.
* Fîrûzâbâdî, Mecduddin Muhammed b. Yakûb, "el-Kamûsu’l-Muhît", Beyrut, 1986.
* el-Gazzâlî, Ebu Hamid Muhammed b. Muhammed, "Fayśalü’t-tefriķa Beyne’l-İslâm ve’z-Zendeķa"," İman Kitabı", Türkçesi: Ayhan Ak, 2. baskı, İst. 2014.
* ----- , "Kitabu'l-İktisad fi'l-İtikad", Daru'l-Kütübi'l-İmiyye, Beyrut, 1409/1988.
* ----- , "Batınîliğin İçyüzü", çev. Avni İlhan, TDV, Ankara, 1993.
* İbn Abdirrabih, Ahmed b. Muhammed b. Abdirrahim, "Kitabu İkdü'l-Ferîd elEndelusî", I-VII, Kahire, 1952.
* İbnu'l-Esir, Ebu'l-Hasen İzzüddîn Alî b. Muhammed b. Muhammed eş-Şeybânî elCezerî , "el-Kamil fi't-Tarih", Beyrut, 1995.
* İbn Haldun, Abdurrahman Ebu Zeyd Veliyuddin Maliki, "Makaddime I-II, " , Hazırlayan: Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, 8.Baskı İst.2012.
* İbn Hazm,Ebū Muhammed Ali bin Ahmed bin Saîd, "el-Fasl fi’l Milel ve ‘l Ehva ve’n Nihal", Daru'l-Cil Beyrut tsz.
* İbn Hişam, Ebu Muhammed Abdulmelik (213-828), "İslam Tarihi Siret-i İbn Hişam", (es-Siretu'n-Nebeviyye), Tercüme: Abdulvahhap Öztürk, Kahraman Yay., İstanbul, 2014, I-IV.
* İbn Kesir, Ebu'l-Fidaİsmail b.Ömer, "el-Bidayeve'n-Nihaye", Mısır 1351/1932.
* İbn Manzûr, Ebul-Fadl Cemaluddin Muhammed Mükerrem, "Lisanu’l-Arab", Beyrut, Ts. XIII, 21;
* İbn Sa'd, Ebu Abdullah Muhammed, "et-Tabakatu'l-Kubra", I-VII, Beyrut, 1377- 80/1957-60.
* İmam-ı A'zam, el-Fıkhu'l-Ekber, nşr. Mustafa Öz, İstanbul, 1992.
* İsfehânî, Rağıb, "el-Müfredat fî ğarîbi'l-Kur'ân," Daru'l-Ma'rife, Beyrut (1426/2005).
* İslamoğlu, Mustafa, " İman Risalesi", Denge Yay.İst. 1993, s.46.
* İzutsu, Toshihiko "Kur'an'da Dini ve Ahlaki Kavramlar", çev. Selahattin Ayaz, İst. ts.
* "Kelâm", Editör: Ş.Ali Düzgün, Grafiker Yay. Ankara 2012.
* Koçyiğit, Talat, " Hadisçilerle Kelamcılar Arasında Münakaşalar", TDV Yay. Ankara 1989.
* Mâturîdî, Ebû Mansûr Muhammed b. Muhammed b. Mahmûd, "Kitabu’tTevhid", Beyrut, 2010.
* "Kitabü't-Tevhid Tercümesi", Tercüme Bekir Topaloğlu, İSAM, Ankara 2005.
* Nesefî, Ebu’l-Mu’în Meymûn b. Muhammed, "Tabsıratu’l-Edille fî Usûli’d-Dîn", Ankara, 2004.
* Pezdevî, Muhammed bin Muhammed bin Abdülkerîm (493/1099), "Ehl-i Sünnet Akaidi", çev. Şerafettin Gölcük, Kayıhan Yay. İst. 1980.
* Ringgren, Helmer, "The Coceptof Faith in The Koran", ORİENS, Leiden, 1921, IV.
* Selçuk, Mualla, "Teorik ve Pratik Açmazları ile Kültürel Miras Öğretimini Sorgulayan Bir Deneme", AÜFD, Cumhuriyetin 75.Yılı Özel Sayısı 1999.
* Serdar Mutçalı, "Arapça-Türkçe Sözlük", Dağarcık Yay. İst. 1995.
* Sülün, Murat, "Kur'an-ı Kerim Açısından İman Amel İlişkisi",Ensar Yay. 3.Baskı, İstanbul 2015.
* Şehristani, Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim, b. Ebi Bekr Ahmed, "el-Milel ve'nNihal", I-II, nşr. M.Seyyid Geylani, Kahire 1961.
* ----- , "el-Milelel ve'n-Nihal", Daru Sa'b, Beyrut, 1406/1986. et-Taberi, Ebu Cafer Muhammed İbn Cerir, "Tarihu'l-Umem ve'l-Muluk", Kahire, 1357/1939, II, s. 459.
* et-Tanci, Muhammed b. Tavit et-Tanci, " Kelam İlmi", terc. Bekir Topaloğlu, Mezhep Araştırmaları IV/I Bahar 2011.
* Topaloğlu, Bekir,"İman Küfür Arasındaki Sınır" Diyanet Gazetesi, sene 5,cilt 4.
* Tillich, Paul "İmanın Dinamikleri", çev. Fahrullah Terkan, Salih Özer, Ankara Okulu Yay. 1. baskı, Ankara 2000.
* Ümit, Mehmet “Mihne Uygulamaları ve Hanefiler”, Mihne Süreci ve İslami İlimlere Etkisi, ed.:M.Mahfuz Söylemez, Ankara: Ankara Okulu Yay., 2012.
* Ülken, Hilmi Ziya, "Eğitim Felsefesi", MEB Yay. İst. 1967, s. 155
* Wellhausen , Julius, "el-Havaric ve'ş-Şia", Arapçaya çev. A. Bedevi, Kahire 1958.
 
bus

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...