7 Mart 2021 Pazar

TEFSİR DERSLERİ ✿ܓ✿ ♥ܓ✿ Âl-i İmrân Suresi 69-70-71-72 ve 73.. Ayet-i Kerimelerinin Meal ve Tefsiri

Âl-i İmrân Suresi
69. ve 73. Ayet-i Kerimeler Arasının
Meal ve Tefsiri



  • Âl-i İmrân Suresi 69. Ayet-i Kerimenin Meali:
     "Ehl-i kitap’tan bir kısmı istediler ki sizi saptırsınlar. Oysa onlar ancak kendilerini saptırıyorlar da farkına varmıyorlar."
  • Âl-i İmrân Suresi 69. Ayet-i Kerimenin Meali:
     Önceki âyetlerde Ehl-i kitap’la diyalog için gerekli fikrî temeller oluşturulduktan sonra bu âyet ve devamında bu kesimin diyalogu engelleyen davranışlarına değinilmektedir. Önce 69. âyette bazı Ehl-i kitap mensuplarının müslümanları hak yoldan saptırma arzularına ve bunu gerçekleştirme gayreti içinde olduklarına, 72. âyette de onlardan bir grubun bu amaca ulaşmak için hazırlayıp uygulamaya koyduğu bir komploya işaret edilmiştir.
     Bu âyetlerin her ikisinde dikkat çeken bir husus, yerilen bu niyet ve uygulamaların Ehl-i kitap’tan bir gruba nisbet edilmesi, bütün Ehl-i kitabın müslümanları saptırma arzusu içinde oldukları ve bu uğurda komplolar düzenledikleri şeklinde bir ithamın yer almamasıdır. Ancak 69. âyetteki tesbiti takiben 70 ve 71. âyetlerde “Ey Ehl-i kitap!” tarzında genel bir hitap yer almış olup, bunu iki şekilde açıklamak mümkündür:
     a) Onların bütün bu olumsuz düşüncelerine rağmen, diyalogun sürdürülmesi için 64. âyetteki hitap tarzı korunmuş ve “kitap ehli” denerek karşı tarafa değer verilmiştir. Nitekim muhataplar çok ağır bir kusur işledikleri halde, onları dışlayan bir ifade kullanılmamakta, gerçekler üzerinde düşünmeye davet eden soru cümleleriyle yanlış yolda oldukları hatırlatılmaktadır.
     b) Anılan arzu ve yöneliş onlardan bir gruba ait olmakla beraber, diğer Ehl-i kitap mensupları bu tavrın yanında yer almış olduklarından soyut biçimdeki kınama ve eleştiri ifadesi bütün Ehl-i kitaba yöneltilmiştir.

     Âyetin “Ehl-i kitap’tan bir kısmı” diye çevrilen bölümünde yer alan “min” edatının, “onlardan bir kesim”i yani “ileri gelenleri” ve “din adamları kesimi”ni ifade ettiğini veya cins belirtmek üzere “bütün Ehl-i kitap” anlamına açık olduğunu düşünmek –dil bilgisi açısından– mümkünse de (bk. İbn Atıyye, I, 452), âyetlerin önü ve sonu, üçüncü mânaya göre yorum yapmaya elverişli görünmemektedir.

     69. âyette “keşke” anlamına gelen “lev” kelimesi kullanılarak onların bu arzularının sonuç vermeyen bir yöneliş düzeyinde kaldığı belirtilmiştir. Bu sebeple âyete “… istediler ki sizi saptırsınlar şeklinde” mâna verilmiştir. Onların gerçekte kendilerini saptırmış olmaları değişik şekillerde açıklanmış olup bu yorumlardan bazıları şöyledir:
     a) Başkalarını saptırma niyet ve çabalarından dolayı ağır bir azabı hak etmiş olmakta ve kendilerine yazık etmektedirler. Nitekim bir âyette (Nahl 16/25) başkalarını saptırmaya çalışanların kendi kötü fiillerinin günahının yanı sıra başkalarına verdikleri zarar sebebiyle katlanmış cezaya çarptırılacakları bildirilmiştir.
     b) Kendilerini hidayet ve hakikat yolundan uzaklaştırarak dalâlet içinde kalmaktadırlar.
     c) Müminleri saptırma çabaları sonuç vermeyince hüsrana ve hayal kırıklığına uğramaktadırlar (Râzî, VIII, 90-91). M. Reşîd Rızâ bunlardan sonuncu yorumun âyetteki “farkına varmıyorlar” açıklaması ile bağdaşmadığına dikkat çeker (III, 332).

  • Âl-i İmrân Suresi 70.  ve 71. Ayet-i Kerimenin Meali:
     "Ey Ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp durduğunuz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?"
     "Ey Ehl-i kitap! Neden hakkı bâtıl ile karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?"
  • Âl-i İmrân Suresi 70.  ve 71. Ayet-i Kerimenin Meali:
     İlk âyette Ehl-i kitap bilginlerinin gerçeği bile bile inkâr edip dalâlet içinde kalmaları eleştirilirken, ikinci âyette de başkalarını yanıltıcı bir çaba içine girmeleri kınanmaktadır. Âyetten başkalarını yanıltma çabasının iki yönde yürütüldüğü anlaşılmaktadır: Hakkı bâtıla karıştırma ve gerçeği gizleme. Hakkı bâtılla örtmenin nasıl gerçekleştirildiği hususunda sahâbe ve tâbiîn ile sonraki bazı müfessirlerden şu yorumlar nakledilmiştir:
     a) Tevrat’ı tahrif ediyorlar ve ilâhî kelâmla kendi uydurduklarını birbirine karıştırıyorlardı.
     b) Müminlerin içine kuşku düşürmek amacıyla sabahleyin İslâm’a girdiklerini, akşamleyin de İslâm’dan çıktıklarını açıklıyorlardı.
     c) Tevrat’ta yer alan Hz. Muhammed ile alâkalı açık (muhkem) ve kapalı (müteşâbih) âyetleri birbirine karıştırıp fikir karmaşası meydana getiriyorlardı.
     d) “Muhammed, Mûsâ’nın hak peygamber olduğunu itiraf ediyor; Tevrat da Mûsâ şeriatının nesh edilemeyeceğini bildiriyor” şeklinde istidlâllerle zihinleri karıştırıyorlardı.
     Gerçeği gizlemeleri de şöyle açıklanmıştır: Tevrat’ta Hz. Muhammed’in peygamberliğine delâlet eden âyetler ancak üzerinde düşünülerek anlaşılabilecek nitelikteydi; din adamları sokaktaki adamdan bu hakikati gizlemek için bunların bir bütün olarak ele alınıp anlaşılmasını önleyecek biçimde davranıyorlardı (Taberî, III, 310; İbn Atıyye, I, 452-453; Râzî, VIII, 92-93).
     Râzî, onların bu tutumuyla kendi zamanında İslâm muhitindeki bidatçıların bilim ve araştırma ehlince ortaya konan sonuçların halka ulaşmasını önlemeye çalışmaları arasında benzerlik kurar (VIII, 93). M. Reşîd Rızâ da âyetin, müslümanlar arasındaki taklitçi zihniyetin vahiyle insanların kişisel görüşlerini karıştırıp onlara ilâhî bir din hüviyeti kazandırmaya çalışmalarını mahkûm eden bir delil teşkil ettiğini belirtir (III, 333).

     70. âyette geçen ve “Allah’ın âyetleri” diye çevrilen tamlama değişik şekillerde anlaşılmıştır:
     a) Kur’an âyetleri,
     b) Hz. Muhammed’in mûcizeleri,
     c) Tevrat ve İncil’de yer alan âyetler.
    Son yorum, anılan kitapların Hz. Muhammed’i müjdeleyen veya Hz. İbrâhim’in hanîf ve müslüman olduğunu ya da Allah katında geçerli dinin İslâm olduğunu bildiren âyetler içerdiği halde Ehl-i kitabın bu hakikatleri inkâr ettiğini belirtmeye yöneliktir. Râzî bu yorumun, yahudilerin Tevrat âyetlerini değil bunların delâlet ettiği anlamları veya Tevrat’ı tahrif etmek suretiyle bizâtihî bu içerikteki âyetlerin varlığını inkâr ettikleri şeklinde iki ihtimale açık olduğunu kaydeder (VIII, 91-92).
     Günümüz Kitâb-ı Mukaddes araştırmaları da, –tahrif edilmiş şekliyle bile– Tevrat’ın Hz. Muhammed’in geleceğini müjdeleyen ifadeler içerdiğini ortaya koymaktadır. Nitekim Muhammad in the Bible isimli bir kitap yazan ve daha sonra müslüman olup Abdülahad Dâvûd adını alan Roma Katolik kilisesi papazlarından Prof. David Benjamin Keldânî Ârâmîce, İbrânîce ve eski Süryânîce’ye olan vukufu ile Tevrat’taki birçok peygamber sözünün ancak Hz. Muhammed’e uygun düştüğünü tesbit etmiştir (Abdülhamîd Mahmûd Tahmâz, et-Tevrât ve’l-İncîl ve’l-Kur’ân fî sûreti Âl-i İmrân, s. 76-77).

  • Âl-i İmrân Suresi 72. Ayet-i Kerimenin Meali:
     "Ehl-i kitap’tan bir grup şöyle dedi: “Müminlere indirilmiş olana, gün başlarken iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler."
  • Âl-i İmrân Suresi 72. Ayet-i Kerimenin Tefsiri:
     “Müminlere indirilmiş olana, gün başlarken iman edip günün sonunda inkâr edin. Belki onlar da dinlerinden dönerler” diyerek müminlere karşı komplo düzenleyenlerin Ehl-i kitap olduğu âyette belirtilmekle beraber, bunlar arasından hangi kesimin kastedildiği ve komplonun biçimi tasrih edilmemiş, bu hususlar konuya ilişkin rivayetler ışığında farklı şekillerde açıklanmıştır (meselâ bk. Taberî, III, 311-312; Kurtubî, IV, 111).

    Bu konudaki rivayetlerin ve açıklamaların büyük çoğunluğunun ortak noktası, Ehl-i kitap’tan özellikle dinî konularda bilgili oldukları kabul edilen bir kesiminin kendi aralarında şöyle bir mutabakat sağlamış olduklarıdır: İçlerinden bazıları, Hz. Muhammed’in getirdiği mesaja sırf inatlarından ötürü karşı çıkmadıkları, aksine objektif bir yaklaşım içinde oldukları izlenimini vermek üzere zaman zaman onun bildirdiklerini onaylayan bir tavır takınıp kısa bir süre sonra da bunları inkâr yönüne gidecekler ya da onun bildirdiklerinin bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr edecekler, böylece Kur’an etrafında bir kuşku çemberi oluşturup hem kendi çevrelerinin bu mesaja iltifat etmesini önlemiş hem de inancı henüz çok kuvvetli olmayan müminlerin hak yoldan dönmelerini sağlamış olacaklardı. Muhammed Esed, Ebû Bekir el-Esamm’ın burada Kur’an’ın bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr etme şeklinde bir şaşırtma planının söz konusu olduğu görüşünden de destek alarak, “günün başında vahyedilen” ifadesini “Kur’an’ın ilk vahyedilen bölümü” şeklinde yorumlamakta ve “sonundaki” anlamına gelen “âhırahû” ifadesine de “daha sonra gelen (Kur’an’ın sonraki kısımları)” şeklinde mâna vermektedir (I, 103).
     Tefsirlerde yaygın olan bilgi, burada “Ehl-i kitap” ile özellikle yahudilerin ve yahudi din adamlarının kastedildiği şeklindedir. Hatta İbn Âşûr bu bilgiyi teyit için, önceki âyetlerde kendileriyle tartışmaya girilenlerden söz edildiği sanılmasın diye “Ehl-i kitap’tan bir kısmı” dendiğini belirtir (III, 278). Süleyman Ateş ise sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken değinildiği üzere, bu sûrenin birçok âyetinde yahudilerden söz edildiğini kabul ettiği halde, sûrenin Bedir Savaşı’ndan da önce nâzil olduğu kanaatini savunmuş olmanın (II, 6) etkisiyle yer yer farklı görüşler ileri sürmektedir. Nitekim 69-74. âyetleri tefsir ederken, başlangıçta bunların yahudiler hakkında olduğunu belirten rivayet ve yorumları esas alıp, “Bütün bu rivayetler ve âyetlerin bizzat kendileri, yahudilerin, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bildiklerini, ancak haset yüzünden İslâma girmediklerini gösterir” (II, 61) dediği halde, daha sonra bu rivayetleri “tutarsız”, “yanılgı” ve “gelişi güzel yakıştırmalar” olarak nitelendirmekte ve kesin bir dille “Biz o kanaatteyiz ki bu sûrede yahudilerin yeri yoktur” demektedir (II, 62).

     Yüce Allah’ın, bu haince girişimi haber vermesi, Resûlullah’ın ilâhî vahye mazhar olmuş hak bir peygamber olduğunu apaçık bir biçimde ortaya koymuş bulunuyordu. Dolayısıyla bu, bir taraftan düşmanların bu tür girişimleri için caydırıcı bir rol oynayan, diğer taraftan müminlerin bunlara karşı daha dikkatli ve bilinçli olmaları gerektiğini hatırlatan bir uyarı niteliğindeydi (Râzî, VIII, 95).

  • Âl-i İmrân Suresi 73. Ayet-i Kerimenin Meali:
     "Ve kendi dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın." De ki: "Doğru olan yol ancak Allah’ın gösterdiği yoldur. Birine, size verilenin benzeri veriliyor diye mi veya Rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecekler diye mi (böyle davranıyorsunuz)?" De ki: "Kuşkusuz lutuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir." Allah (zâtında ve sıfatlarında) sınırsızdır ve her şeyi bilmektedir.

  • Âl-i İmrân Suresi 73. Ayet-i Kerimenin Tefsiri:
     Müfessirler “Kendi dininize uyanlardan başka hiç kimseye inanmayın” sözünün yukarıda değinilen şaşırtma planının sahiplerine ait olduğu hususunda fikir birliği içindedirler (İbn Atıyye, I, 454). “De ki” hitabından sonra gelen ilk cümlenin yüce Allah’ın peygamberinden söylemesini istediği söz olduğu ise açıktır. Buna mukabil, “veriliyor diye” şeklinde tercüme edilen “en yü‘tâ” ifadesinin izahında müfessirler oldukça zorlanmıştır. Bu sebeple Râzî bu âyetin Kur’an’daki en müşkil âyetlerden olduğunu kaydeder (VIII, 96). Bunun Allah Teâlâ’nın peygamberinden söylemesini istediği sözünün devamı olarak düşünülmesi halinde, meâlinde olduğu gibi “Birine (Hz. Muhammed) size verilenin benzeri veriliyor diye mi veya rabbinizin huzurunda aleyhinize deliller getirecekler diye mi (böyle davranıyorsunuz)?” şeklinde çevrilmesi uygun olur. Ehl-i kitap’tan komplo hazırlayanların sözünün devamı sayılması halinde ise bu kısmın anlamı şöyle olur: “Size verilenin benzerinin başka herhangi bir kimseye verildiğine, yahut rabbinizin huzurunda onların size karşı deliller getireceklerine de (inanmayın)”. Râzî, bu ifadeyi Ehl-i kitaba ait sözün devamı sayan yorumu değişik açılardan eleştirir ve zayıf bulur (VIII, 96-97).

     Bu âyetin meâlinde “lutuf” şeklinde karşılık verilen fadl kelimesi “bol bol iyilik yapma ve yararlı şeylerle donatma” anlamına geldiği gibi, burada “peygamberlik verme”nin kastedildiği görüşü de vardır. Bu görüşün sahipleri, daha sonra gelen “Onu dilediğine verir” cümlesinin ışığında, bu âyet-i kerîmede peygamberlik mertebesine kişisel çaba ve hak edişle değil ancak ilâhî bağışla erişilebileceğine delâlet bulunduğunu belirtirler.

     Yine bu âyette geçen vâsi‘, Allah’ın güzel isimlerinden olup “geniş” anlamındadır; genel olarak O’nun sıfatlarının kuşatıcılığını, sınırsızlığını; özellikle ilim, rahmet ve lutfunun genişliğini ifade ettiği şeklinde anlaşılmıştır. Bu sebeple “vallahu vâsiun” cümlesine meâlinde “Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır” şeklinde mâna verilmiştir.

Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 1 Sayfa: 601-606

5 Mart 2021 Cuma

SOSYOPSİKOLOJİ * Erken Dönem İslâm Âlimlerinin Psikolojiye Katkıları; Akıl, Nefs ve Ruh Kavramları * 4 / Dr. Nazife VARLI

Erken Dönem İslâm Âlimlerinin
Psikolojiye Katkıları
4
Akıl, Nefs ve Ruh
Kavramları

Nazife VARLI
Doctor of Philosophy
Community Psychology/America
Makale Bilgisi/Article Info:
Geliş/Received: 06.03.2019
Düzeltme/Revised: 13.05.2019
Kabul/Accepted: 14.05.2019
(Bu yazı; Dr. Nazife Hanımın
rızası alınarak sitemizde yayınlanmıştır.
9 bölüme ayrılmıştır.)

     C. Ruh

     ‘R-v-h’ harflerinden meydana gelen ruh kelimesi de Arapça bir kelimedir. Bu üç kök harften oluşan kelimenin ‘koku, esinti ve rahatlama’ şeklinde üç belirgin anlamı vardır. Bunun yanında, ona mecâzî olarak ‘iyilik, kuvvet, hızlılık’ gibi manâlar da verildiği olmuştur. Ayrıca, Arapça sözlüklere bakıldığında ruh için, ‘insanın kendisiyle yaşayan şey’ ifadesinin kullanıldığı görülür (İbn Manzûr, 1990). Kabul etmek gerekir ki, ruhun terim anlamını ele almak oldukça zordur, çünkü zaman içerisinde bu kelimenin felsefe, kelâm ve tasavvuf alanlarında çok farklı tanımları ortaya çıkmış ve bu çevrelerde değişik görüşler ileri sürülmüştür. Bundan dolayı, ruhun mahiyetinin ne olduğu sorusuna Kur’ân-ı Kerîm’in cevabı çok mânidardır ve insanın ruhun mahiyeti konudaki bilgisinin yetersiz olduğunu Kur’ân açıkça ifade eder:
     “De ki: Ruh, Rabbimin bileceği bir iştir. Bu hususta size pek az bilgi verilmiştir.” (9) Bu âyetten yola çıkarak, insanın kendisine zaten sınırlı şekilde verilmiş bir bilginin tamamına ulaşma imkânının olamayacağı, dolayısıyla böyle bir çabanın insanı bir yere götürmeyeceği düşüncesine sahip olmak çok da yanlış olmayacaktır.

     Felsefe literatüründe üzerinde çokça tartışılan ruh kelimesi genel olarak, ‘bireyin kişiliğini oluşturan düşünsel, hissel ve etik eğilimlerin tümü, parçalara ayrılmayan cevher, bedene hareket gücü veren etkin bilgi, edilgen ve canlı olmayan bedende efektiv kuvvet, yaşamla eş tutulan özden farklı yaşama prensibi’ şeklinde karşılığını bulur (Cevizci, 2017). İncelendiğinde görülecektir, Tasavvuf ve Kelâm ruh kavramına çok başka yaklaşmıştır. Genel anlamda ruh kelimesinden kastedilen insanın manevî varlığıdır. Aynı zamanda, Türkçeleşmiş bir kelime olan ruh kelimesine, ‘öz, tin, can, en önemli nokta, esans, duygu, bedeni etkin kılan canlılık ilkesi, bedenin hayat gücü’ anlamları da yüklenmiştir (TDK, 1998). Şevket Rado, ‘Büyük Türk Sözlüğü’ adlı eserinde ruhun insan ve hayvanlardaki hayat maddesi olduğunu vurgular.

     Helenistik felsefenin İslâm düşünce dünyasına girmesinde büyük emeği ve katkısı olan Hıristiyan düşünür Kusta b. Luka’ya (820-913) göre ruh, kalpten başlayarak damarlar kanalıyla insan bedeninde yayılan latîf (maddesi yoğun olmayan) bir cisimdir, ki beyinden çıkarak sinirler aracılığı ile hareket ve duyumu (his) gerçekleştiren canlılık (hayat), teneffüs ve nabız onun etkisi ile meydana gelir (Aydın, 1999). Böylece ruhun maddî, dolayısıyla ölümlü olduğu görüşü, İslâm’ın özüne aykırı olacak bir şekilde Doğu felsefesine giriş yapar. Kusta b. Luka, insan bedeninde iki tane ruh olduğunu belirttikten sonra; bunları maddesi hava, kaynağı kalp olan hayvanî ruh ve maddesi hayvanî ruh, kaynağı beyin olan nefsanî ruh olarak sınıflandırır.

     Farabî’ye (870-950) göre ise, ruh nefsten daha latif olup akla göre hayvanî bir mahiyet taşır ve nefse göre ikinci derecede bir varlıktır. Hayat ve hareket onun tabiatı gereğidir, ki meskeni kalp ve o, emir âleminden bir cevherdir. Bedenin canlanma sebebidir, fakat ruh şekil almaz. Ruh, aklın kendisine ilham etmiş olduğu ilim ve irade ile yüklenerek kalbe gelir, oradan da beyne geçer. Bir başka ifadeyle, onun menşei ve masdarı akıldır. Aynı zamanda geçmişi idrak edip geleceğe hayâl gücüyle bakar, ki Farabî bunu nübüvvet teorisi ile açıklayarak ruhun rüyalarda sûretleştiğini belirtir. Ruh, rüyâlar aracılığıyla akıl ve duyuların etkisinden kurtulup serbestlik kazanır (Farabî, 2009). Genel anlamda ruhu değil de, daha çok kuvvetlerden oluşan bir sistem olarak kabul ettiği insanı konu alan Farabî, ruhun bedenle bir şekilde iletişim hâlinde olduğunu vurgular.

     Gazzâlî (1058-1111), ruh konusunu diğer bazı düşünürler gibi kalp, nefs ve akıl kavramlarıyla birlikte ele alır ve eserlerinde bu konuya kapsamlı yer verir (Akçay, 2005). Eserlerinde iki çeşit ruhun üzerinde durur:
     a) Kaynağı cismanî kalbin boşluklarında bulunan latif, buhar gibi bir cisim olan ruhtur. Bu ruh, damarlar vasıtasıyla bütün bedene aynı oranda yayılır.
     b) İnsanda idrak eden ve bilen ruhanî bir latîfedir. Vahiy, ilham ve ilimlerin bulunduğu yerdir.
     Gazzâlî burada ruh ile ‘hayvanî ruh’u ve nefs ile de ‘insanî ruh’u kastetmektedir. Ruh, damarlarda akan şey olup; ruhun özü, sinir ve damarlara nüfuz eden fıtrî bir hararettir. Bu ruh aynı zamanda hayvanlarda da bulunur ve hayvanın canlılığı bununla sağlanır. Nefs ise kendi başına varlığını sürdürebilen, herhangi bir mekâna ihtiyaç duymadan bir cisme işlemeyen öz/cevherdir. İnsan ile hayvan arasındaki farkı oluşturan neden işte bu nefstir. Dolayısıyla, vurgulanmak istenen; insan ruh, nefs ve cisme sahipken, hayvanın sadece ruh ve cismi bulunduğudur. Ancak Gazzâlî, ruhun bir hakikat ve ona has sıfatlarının bir sır olduğunu baştan kabul etse de, bu sırrın içeriğini bilmenin imkânsız olmadığını belirtir. Fakat bu sır, yetkin kişiler dışında herkese açılmaması gereken bir konudur. Gazzâlî öncelikle ruhun mevcudiyeti üzerinde durarak ruhun var olduğunu ispata çalışmıştır. Ona göre mevcudu kavramayı hedefleyen her şeyin cismen mevcut olması gerekir. Maddî / manevî her şeyin Allah tarafından yaratıldığına inanan Gazzâlî, bu noktadan yola çıkarak ruhun da yaratılmış olduğunu savunur. Buna ek olarak, ruhlar zaman ve mekâna bağlı olmaksızın yaratılmışlardır, madde ile özdeş değillerdir. İnsanî ruh latif ve kendi başına varlığını sürdüren bir cevherdir, ancak cisim değildir. Kindî’nin nefsi sınıflandırdığı gibi, Gazzâlî de eserlerinde üç çeşit ruhtan bahseder: Nebatî Ruh, Hayvanî Ruh ve İnsanî Ruh. Ruh yaratılmış olsa da ölümlü değildir ve yok olmaz (Gazzâlî, 1975).

Notlar:
9) Kur’ân-ı Kerîm, İsrâ, 17/85.

Konulara Göre Sayfalar:
5. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [A) Hâris el-Muhâsibî (781/857), B) Ebû Yusuf El-Kindî (796-866)]
6. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [C) Farabî (870-950), D) İbni Sînâ (980/1037)]
7. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [E) Gazzâlî (1058-1111), F) İbn Rüşd (1126/1198)]
8. Sayfada: İSLAM ÂLİMLERİ [G) Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî (1207/1273)]
9. Sayfada: SONUÇ
Bölümlerini yayınlayacağız...

Gönül Erleri Mail Grubu GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞARE KURULU / MG-GİK'e Katılmak İsterseniz!

     Gönül Erleri Mail Grubu'muzun muhterem üyesi;
     Mail Grubumuzu 2007 'de, Derneğimizi de 2016 'da kurmuştuk. Birkaç yüz üyeyle kurduğumuz mail grubu üye sayımız şu an itibari ile 273.051 ve her geçen gün yüzlerce yeni üye katılıyor... 2021 sonu hedefimiz 330.000Derneğimizin de "Yönetim Kurulu - YK", Mail Grubumuzun da "Mail Grubu Yönetim Kurulu - MGYK"  var. MGYK 'mızda bu dönem 24 değerli üyemiz vardı. Bu zamana kadar Yöneticilerimiz ve STK 'mız İstanbul'da olduğundan YK ve MGYK üyelerimizi de hep İstanbul'dan seçiyorduk.

     Mail Grubu üyelerimizin yaklaşık %70-75 'i ülkemizdeyken, %25-30 'u da dünyanın dört bir yanında. Ülkelere göre tıklanma sayılarını görebiliyoruz ancak illere göre göremiyoruz. Ülkemizdeki bölgelere dağılım muhtemelen; nüfus, eğitim ve ekonomi düzeyine göredir. Yani; 273.000 bin üyemizin (bunun yaklaşık %20 ye yakınının kapatılmış yahut maillerine hiç bakmayanların (vefatlar da düşünülmeli) adresleri olduğunu düşünürsek, maillerini sağlıklı takip eden yaklaşık 225.000 kadar üyemiz olduğunu düşünebiliriz. (Sayfalara tıklanma sayısından da bunu görebiliyoruz.)

     Bunun da %70-75 'i ülkemizde olsa; yani 170-175 bin kişi Türkiye'den, %25-30 'u dünyanın dört bir yanından olsa; yani 50-55 bini yurt dışında diye düşünebiliriz. Yurt dışında gibi gördüklerimizin bir kısmı da işi gereği bir ayakları yurt dışında olup; gidip gelenler ile devlet personeli, yurt dışında eğitimlerini sürdürenler vb. ile google dan otomatik çeviri ile blogumuzun onlarca başka dile çevrilmesi sebebi ile ana dilleri Türkçe olmayan da binlerce insanın sistemimize girdiğini ve bir kısmının da yurtdışında, değişik coğrafyalarda yaşayan Türkçe bilen insanlar olduğunu düşünebiliriz......

     Ülkemizde bölgelere göre yaklaşık nüfus dağılımı;
  • 25,5 milyonu Marmara Bölgesi’nde,
  • 13 milyonu İç Anadolu Bölgesi’nde,
  • 11 milyonu Akdeniz Bölgesi'nde,
  • 10,5 milyonu Ege Bölgesi'nde,
  • 9 milyonu Güneydoğu Bölgesi’nde
  • 8 milyonu Karadeniz Bölgesi’nde ve
  • 6 milyonu da Doğu Anadolu Bölgesi'nde bulunuyor.
     Bütün bunları neden sıralıyoruz?
     Üyesi olmakla onurlandırdığınız Gönül Erleri Mail Grubu' muzda ülkemizdeki bölgelere dağılım oranı göz önüne alındığında (batı ile doğu arasında internet kullanımı ve ortalama eğitim, yaş, mali durumlar vs göz önüne alındığında %15-20 gibi fark ediyor, onu da düşünerek) üyelerimizin bölgelere dağılımı yaklaşık aşağıdaki gibidir diye düşünüyoruz;
  • Marmara Bölgesi’nde: 59.000
  • İç Anadolu Bölgesi’nde: 30.000
  • Akdeniz Bölgesi'nde: 24.000
  • Ege Bölgesi'nde: 23.000
  • Güneydoğu Bölgesi’nde: 14.000
  • Karadeniz Bölgesi’nde ve: 13.000
  • Doğu Anadolu Bölgesi'nde: 10.000
     Bu oranlardaki yanılma da yaklaşık (±) 5 gibidir diye düşünebilirsiniz...

     Biz de; "neden o zaman, ülkemizin dört bir yanından ve biraz da yurt dışından katacağımız değerli üyelerimiz ile bir GÖNÜL ERLERİ GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞARE KURULU / MG-GİK kurmayalım" diye düşündük ve öncelikle mail grubu iletişimimiz üzerinden (yıllardır programlarımıza katılan veya bir şekilde  internet yoluyla) irtibat kurduğumuz, tanıştığımız, görüştüğümüz, güven duyduğumuz, değerlerimizin eşit veya yakın olduğu kanısına vardığımız kişilerle ve biraz da henüz iletişim kuramadığımız ancak bu şekilde onlarla da iletişim kuracağımız; aklı başında, hassasiyet sahibi, şuurlu, milli ve manevi değerlerine saygılı, sosyal yönden de biraz daha aktif olmak isteyen; her yaştan, her meslekten, her bölgeden katılımcılar olsun dedik...
     İlk etapta 100 kişilik bir GÖNÜL ERLERİ GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞARE KURULU oluşturuyoruz.
     Bunun 24 ü zaten MGYK 'da olanlar. 76 kişi de birazı İstanbul'dan, birazı farklı illerden, az bir kısmı da yurt dışından olacak... Yurt dışından aynı ülkeden 2'den fazla, yurt içinden (İstanbul hariç) aynı ilden 5-6 dan fazla olmamasına özen göstereceğiz. İlk etapta mail grubumuza duyurmadan yakın irtibatlı olduğumuz Mail Grubumuza üye dostlarımız ile 62 kişilik bir ekip oluşturduk, duyuru sonrası gelen başvurularla şu an 70 kişi oldu ve kalan 30 kişiyi de yine mail grubumuzdan gelecek başvurulardan alacağız inşAllah...

     Şuan Genişletilmiş İstişare Kurulumuza katılmış olanların;
  • 4 'ü (1 'i Tıp, 3 'ü de farklı alanlarda) Profesör, 
  • 4 'ü Tıp Doktoru,
  • 5 'i Sağlık Sektörü çalışanı (Hemşire, Eczacı, vs.)
  • 8 'i farklı alanlarda Mühendis
  • 3 'ü Hukukçu-Avukat,
  • 5 'i öğretmen,
  • 12 'si farklı alanlarda bürokrat, memur
  • 9 'u emekli,
  • 5 'i öğrenci,
  • 4 'ü ev hanımı ve
  • 11 'i de serbest meslek sahibi, iş adamı, esnaf.
     Aşağıda gördüğünüz mavi renkli başlığa tıkladığınızda GÖNÜL ERLERİ GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞARE'mize (MG-GİK) katılım talebinde buluna bilirsiniz...
     Öncelikle en az 1 senedir mail grubumuzda olma şartı arıyoruz.
     GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞAREMİZE aldığımız 70 kişiden 7 si yurt dışından farklı ülkelerden, 63 'ü de ülkemizden (onun da yaklaşık 35 'i İstanbul'dan, 30 'u farklı illerden.)
     Son 30 kişiyi; Yurt dışından 5-10, ülkemizin dört bir yanından, her yaştan, her meslekten 20-25 kişiyi daha katmayı planlıyoruz... 
     Siz de aşağıdaki linkten forum sayfamıza bağlanabilir ve GÖNÜL ERLERİ GENİŞLETİLMİŞ İSTİŞARE KURULUNA / MG-GİK katılım talebinde buluna bilirsiniz...
el-sallama-hareketli-resim-0072

el-hareketli-resim-0041 FORUM el-hareketli-resim-0041
  • Kurulacak Genişletilmiş İstişare Kurulu ZOOM ve benzeri canlı yayın toplantı sistemleri ile senede en az 1, en fazla 2 defa ve en geç 2 senede 1 de bizzat buluşarak toplanacaklar. Her bir MG-GİK üyesinden de senede 1 defa belli konularda yazılı rapor talep edilecek.
  • Genişletilmiş İstişare Kurulu kurulduktan sonra ilk etapta;
    - Teşkilat,
    - Eğitim,
    - Kültür & Sanat,
    - Mali İşler
    - Öğrenci Konseyi ve
    - Kadın Kolları
    gibi komisyonlar kurulacak. Komisyonlarda en az 10, en fazla 15 kişi olacak ve zoom üzerinden ayda 1 veya 2 ayda 1 düzenli toplanılacak... Senede en az 1 defa da buluşularak toplanılacak (İstanbul dışındakiler zoomdan katılacaklar.)
  • MG-GİK ve Komisyonlarda olup, başka il veya ülkelerde olanlardan senede en az 1 defa buluşarak düzenlenecek toplantıya katılma zorunluluğu da olmayacak.
  • GİK ve Komisyonlar 2 yıllık görevlendirilecekler.
Birlikte büyüyeceğiz ve
hayırlı pek çok işi de
birlikte yapacağız inşAllah...
İyiki varsınız;
Sevgili Gönül Erleri...

Sağlıklı Beslenmek / VİTAMİNLERİN ÖNEMİ!

Neden Yaşlanırız?      Doğal yaşlanma sürecinde cildimizin esnek yapısı git gide azalmaktadır. Esnekliğin azalması cildimizin genç görünümün...