23 Şubat 2021 Salı

SOSYOPSİKOLOJİ * Erken Dönem İslâm Âlimlerinin Psikolojiye Katkıları; Akıl, Nefs ve Ruh Kavramları * 2 / Dr. Nazife VARLI

Erken Dönem İslâm Âlimlerinin
Psikolojiye Katkıları
2
Akıl, Nefs ve Ruh
Kavramları
Nazife VARLI
Doctor of Philosophy
Community Psychology/America
Makale Bilgisi/Article Info:
Geliş/Received: 06.03.2019
Düzeltme/Revised: 13.05.2019
Kabul/Accepted: 14.05.2019
(Bu yazı; Dr. Nazife Hanımın
rızası alınarak sitemizde yayınlanmıştır.
9 bölüme ayrılmıştır.)

     A. Akıl
     Akıl sahibi olması insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli özelliktir. Birey bu akıl sayesinde bütün hareket ve davranışlarına karar verir ve onları uygular, aynı zamanda ahlâkî tutumlarını belirler. Zira Psikoloji’de ‘düşünme yeteneği’ olarak tanımlanan akıl ile birey duruşunu sergiler, neyi nasıl yapacağını belirler. Sözlük anlamına bakıldığında, ‘akıl’ (el-akl) kelimesinin us, kanı, bellek; düşünme, anlama ve kavrama gücü olarak ifade edildiği görülür (TDK, 1998). Bugüne kadar aklın sayısız tanımı yapılmıştır. Mustafa Namık’ın Büyük Felsefe Lügatı’nda akıl için, ‘insanı diğer canlılardan ayıran özellik ve onu sorumlu kılan temyiz gücü, düşünme ve anlama melekesi’ ifadesi kullanılır. Felsefede olduğu kadar kelâmda da birçok akıl çeşidi üzerinde durulmuş ve bu akıl çeşitlerinin ayrı ayrı tanımları yapılıp, konu üzerine uzun açıklamalar getirilmiştir. İlk olarak Aristo, ‘De Anima’ adlı eserinde aklı incelemiştir. Eserinde pasif (edilgin) akıl - boş bir sayfaya benzer, aktif akla bağlıdır ve aktif (etkin, faal) akıldan -ruhun fonksiyonlarını belirler, pasif aklı yönlendirir, bedenin oluşumundan önce mevcut olduğu gibi bedenin ortadan kalkması ile yok olmaz- bahseder (Aristoteles, 2001). Bu konu kendisinden sonra gelen Ortaçağ Hıristiyan ve Müslüman düşünürleri epey meşgul etmiş ve konu üzerine kapsamlı eserler verilmiştir.
     ‘A-k-l’ kök fiilinden gelen akıl kelimesi Arapça kökenlidir ve kelimenin Yunanca karşılığı ‘nous’tur. Latince’de ‘ratio’ ve ‘intellectus’, İngilizce’de ise ‘intelligence’ kullanılmıştır. Kur’ân’da fiil (eylem-akletme) olarak toplamda kırkdokuz kere geçen ‘akıl’, isim olarak hiçbir âyette doğrudan yer almaz (Kocabaş, 1997 Emiroğlu, 1998). Âyetlerde yalnızca (a’kalû), (ta’kılûn), (na’kılü), (ya’kılühâ) ve (ya’kılûn) kelimeleri içinde fiil olarak görülür. Ankebût Sûresi’nde geçen âyet bunlardan bir tanesidir: ‘Muhakkak ki, akleden bir topluluk için ondan bir âyet bıraktık.’4 Kısaca akıl, insana has bir kuvvettir. İnsanın hayatını koruması ve idâme ettirmesi, hayatı düşünüp anlaması ve idrâk etmesi için ona verilmiş ilahî bir haslettir. Nitekim Ku’ân’da, ‘hiç akletmezler mi?’5 sorusu sıkça sorulur.
     Hâris el-Muhâsibî (781/857)’e göre akıl bir yetenektir. Allah katında insan amellerinden sorumludur ve bu yüzden Kur’ân’da doğrudan ona hitâb edilir. İnsanın önüne koyulan seçenekler, onu bekleyen sorumluluklar, onun yapmakla yükümlü olduğu maddeler, kaçınması gerektiğine dair uyarılar, hükümler, ceza ve mükâfatlar; tümü akla göre gerçekleşir. İbn Sînâ’da olduğu gibi, akıl, hem bu dünyayı anlamada, hem de âhiret âlemini kavramada gereklidir ki insanın doğru ile yanlışı ayırmasında, seçimlerini belirlemesinde ana rol oynar. Aynı zamanda, anlama noktasında muhatabın bizatihi kendisi olduğunu bilmesini sağlar. Dolayısıyla akıl, hem dünya hayatı için vardır, hem de âhiret mutluluğuna erişebilme konusunda insan için zorunludur. Bütün bunlara bağlı olarak, Muhâsibî akılın olmadığı yerde vahyin anlamının ortadan kalkacağını düşünür. Akıl ve nefs sürekli olarak bir mücadele içindedir. Bundan dolayıdır ki, nefsin sürekli kontrol altında tutulmasının gerektiğini vurgulayan Muhâsibî, onun kendi hâline bırakıldığında akla muhalefet eden bir güç oluşturmak suretiyle insanı sürekli bir mücadele ortamına sürükleyeceğini belirtir. Akıl insanın karar mekanizmasını, kalp de bu kararları uygulama gayretini temsil eder (Muhâsibî, 2004). Buna karşılık Kindî aklı, eşyayı hakikatleriyle anlayan basit bir cevher olarak kabul eder (Kindî, 1994). 
     Mevlânâ (1207/1273), Dîvân-ı Kebîr’inde, ‘akıl bir bağdır, gönül hile-düzen, cansa örtü-perde’ şeklinde bir yorum yapar. Onun bireye olan öğüdü aklını kullanması, nefsî isteklerini karşılamak yerine, bedenin hem manevî, hem de maddî yönlerinin birbirini tamamladığını bilerek ve kabul ederek hâl ve hareketlerine yön vermesi; bunlara ek olarak da aklını fıtrata, yani kendi yaradılış tabiatına uygun bir şekilde kullanmasıdır. Her ne kadar Mevlânâ, akıl kelimesine bağ ve engel gibi anlamlar yüklemişse de, aklın iyi ile kötü arasındaki farkı bilmede büyük bir rol üstlenmesi gerçekliğini kabul eder (Mevlânâ, 2015). İmam Mâtürîdî (853/944)’ye bakıldığında akla bir zorunluluk yüklediği görülür. Birey gerçek bilgiyi ancak akıl sayesinde elde edebilir, dinini akıl vasıtasıyla öğrenebilir ve vahiy anlamını ancak akıl ile bulur. Aynı zamanda birey akıl yürütme ile şeyleri idrak edilebilir. Dolayısıyla, birey hikmeti ve evrendeki düzeni, yaratıcıyı anlama ve kavramayı, iyi/kötüdoğru/yanlış-güzel/çirkin farkını belirlemeyi ve her duruma uygun davranışlar sergilemeyi ancak akıl ile tefekküre bağlı olarak bilir (el-Mâtürîdî, 2002). Kısaca belirtmek gerekirse, Mâtürîdî’ye göre akıl bir temel bilgi kaynağıdır. Akıl yürütmek ile tefekkür ise vâcip ve zorunludur, isteğe başlılık söz konusu değildir.
     Aklın ne kadar kıymetli ve önemli olduğu vurgusuna pek çok çalışmasında rastlanan Gazzâlî (1058-1111) de vahyi bir bina, aklı da bu binanın temeli olarak kabul eder (Bolay, 1993). İnsanın yükümlü olabilmesi ve sorumlu tutulabilmesi için onda bulunması gereken en önemli özellik akıldır. Aklı olmayanın dinî sorumluluğundan bahsedilemez. Öyleyse insanda öncelikle bulunması gereken cevher akıldır. Nitekim Ebû Bekir Zekeriya er-Râzî’ye (854/925) göre ise, bireyin amacı dünyada ilim peşinde koşmak ve sonsuz mutluluğu elde etme yolunda çabalamaktır. Zira Allah insanı bu gaye üzerine yaratmıştır. Aklın vazifesi de nefsi bedendeki uykusundan uyandırmaktır. Aynı zamanda, akıl, teolojik ve metafizik konularda yargı gücünü elinde tutar ve buna ek olarak aklın tabiata hâkim olma gücü de vardır (er-Râzî, 2018).

2. Sayfada: AKIL 
3. Sayfada: NEFS
4. Sayfada: RUH
5. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [A) Hâris el-Muhâsibî (781/857), B) Ebû Yusuf El-Kindî (796-866)]
6. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [C) Farabî (870-950), D) İbni Sînâ (980/1037)]
7. Sayfada: İSLÂM ÂLİMLERİ [E) Gazzâlî (1058-1111), F) İbn Rüşd (1126/1198)]
8. Sayfada: İSLAM ÂLİMLERİ [G) Mevlânâ Celâleddîn-i Rumî (1207/1273)]
9. Sayfada: SONUÇ
Bölümlerini yayınlayacağız...

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...