- Âl-i İmrân Suresi 69. Ayet-i Kerimenin Meali:
- Âl-i İmrân Suresi 69. Ayet-i Kerimenin Meali:
Bu âyetlerin her ikisinde dikkat çeken bir husus, yerilen bu niyet ve uygulamaların Ehl-i kitap’tan bir gruba nisbet edilmesi, bütün Ehl-i kitabın müslümanları saptırma arzusu içinde oldukları ve bu uğurda komplolar düzenledikleri şeklinde bir ithamın yer almamasıdır. Ancak 69. âyetteki tesbiti takiben 70 ve 71. âyetlerde “Ey Ehl-i kitap!” tarzında genel bir hitap yer almış olup, bunu iki şekilde açıklamak mümkündür:
Âyetin “Ehl-i kitap’tan bir kısmı” diye çevrilen bölümünde yer alan “min” edatının, “onlardan bir kesim”i yani “ileri gelenleri” ve “din adamları kesimi”ni ifade ettiğini veya cins belirtmek üzere “bütün Ehl-i kitap” anlamına açık olduğunu düşünmek –dil bilgisi açısından– mümkünse de (bk. İbn Atıyye, I, 452), âyetlerin önü ve sonu, üçüncü mânaya göre yorum yapmaya elverişli görünmemektedir.
69. âyette “keşke” anlamına gelen “lev” kelimesi kullanılarak onların bu arzularının sonuç vermeyen bir yöneliş düzeyinde kaldığı belirtilmiştir. Bu sebeple âyete “… istediler ki sizi saptırsınlar şeklinde” mâna verilmiştir. Onların gerçekte kendilerini saptırmış olmaları değişik şekillerde açıklanmış olup bu yorumlardan bazıları şöyledir:
- Âl-i İmrân Suresi 70. ve 71. Ayet-i Kerimenin Meali:
- Âl-i İmrân Suresi 70. ve 71. Ayet-i Kerimenin Meali:
70. âyette geçen ve “Allah’ın âyetleri” diye çevrilen tamlama değişik şekillerde anlaşılmıştır:
- Âl-i İmrân Suresi 72. Ayet-i Kerimenin Meali:
- Âl-i İmrân Suresi 72. Ayet-i Kerimenin Tefsiri:
Bu konudaki rivayetlerin ve açıklamaların büyük çoğunluğunun ortak noktası, Ehl-i kitap’tan özellikle dinî konularda bilgili oldukları kabul edilen bir kesiminin kendi aralarında şöyle bir mutabakat sağlamış olduklarıdır: İçlerinden bazıları, Hz. Muhammed’in getirdiği mesaja sırf inatlarından ötürü karşı çıkmadıkları, aksine objektif bir yaklaşım içinde oldukları izlenimini vermek üzere zaman zaman onun bildirdiklerini onaylayan bir tavır takınıp kısa bir süre sonra da bunları inkâr yönüne gidecekler ya da onun bildirdiklerinin bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr edecekler, böylece Kur’an etrafında bir kuşku çemberi oluşturup hem kendi çevrelerinin bu mesaja iltifat etmesini önlemiş hem de inancı henüz çok kuvvetli olmayan müminlerin hak yoldan dönmelerini sağlamış olacaklardı. Muhammed Esed, Ebû Bekir el-Esamm’ın burada Kur’an’ın bir kısmını tasdik edip bir kısmını inkâr etme şeklinde bir şaşırtma planının söz konusu olduğu görüşünden de destek alarak, “günün başında vahyedilen” ifadesini “Kur’an’ın ilk vahyedilen bölümü” şeklinde yorumlamakta ve “sonundaki” anlamına gelen “âhırahû” ifadesine de “daha sonra gelen (Kur’an’ın sonraki kısımları)” şeklinde mâna vermektedir (I, 103).
Tefsirlerde yaygın olan bilgi, burada “Ehl-i kitap” ile özellikle yahudilerin ve yahudi din adamlarının kastedildiği şeklindedir. Hatta İbn Âşûr bu bilgiyi teyit için, önceki âyetlerde kendileriyle tartışmaya girilenlerden söz edildiği sanılmasın diye “Ehl-i kitap’tan bir kısmı” dendiğini belirtir (III, 278). Süleyman Ateş ise sûrenin nüzûlü hakkında bilgi verilirken değinildiği üzere, bu sûrenin birçok âyetinde yahudilerden söz edildiğini kabul ettiği halde, sûrenin Bedir Savaşı’ndan da önce nâzil olduğu kanaatini savunmuş olmanın (II, 6) etkisiyle yer yer farklı görüşler ileri sürmektedir. Nitekim 69-74. âyetleri tefsir ederken, başlangıçta bunların yahudiler hakkında olduğunu belirten rivayet ve yorumları esas alıp, “Bütün bu rivayetler ve âyetlerin bizzat kendileri, yahudilerin, Hz. Muhammed’in peygamber olduğunu bildiklerini, ancak haset yüzünden İslâma girmediklerini gösterir” (II, 61) dediği halde, daha sonra bu rivayetleri “tutarsız”, “yanılgı” ve “gelişi güzel yakıştırmalar” olarak nitelendirmekte ve kesin bir dille “Biz o kanaatteyiz ki bu sûrede yahudilerin yeri yoktur” demektedir (II, 62).
- Âl-i İmrân Suresi 73. Ayet-i Kerimenin Meali:
- Âl-i İmrân Suresi 73. Ayet-i Kerimenin Tefsiri:
Bu âyetin meâlinde “lutuf” şeklinde karşılık verilen fadl kelimesi “bol bol iyilik yapma ve yararlı şeylerle donatma” anlamına geldiği gibi, burada “peygamberlik verme”nin kastedildiği görüşü de vardır. Bu görüşün sahipleri, daha sonra gelen “Onu dilediğine verir” cümlesinin ışığında, bu âyet-i kerîmede peygamberlik mertebesine kişisel çaba ve hak edişle değil ancak ilâhî bağışla erişilebileceğine delâlet bulunduğunu belirtirler.
Yine bu âyette geçen vâsi‘, Allah’ın güzel isimlerinden olup “geniş” anlamındadır; genel olarak O’nun sıfatlarının kuşatıcılığını, sınırsızlığını; özellikle ilim, rahmet ve lutfunun genişliğini ifade ettiği şeklinde anlaşılmıştır. Bu sebeple “vallahu vâsiun” cümlesine meâlinde “Allah (zât ve sıfatlarında) sınırsızdır” şeklinde mâna verilmiştir.