ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 466 - 485
H A D İ S
Hadisi Doğru Anlamak
(Örnek Bir Uygulama)
Prof. Dr. Nihat YATKIN *
Özet
Her türden ön yargıları ve sübjektif yaklaşımları bir kenara bırakıp eşyayı olduğu gibi ele almak ve değerlendirmek, İslâm düşüncesinin temel esaslarındandır. Bu düşünce, insan gerçeğini ele alırken de aynı ana esastan hareket eder; insanı tüm varlık yapısı ile göz önünde bulundurur. İnsan; bir avuç çamurdan vücut bulan beden ile ilahî soluktan (nefha) ibaret olan ruhun izdivacıyla hayat bulur. İslâm, insanı beden ile ruh arasında tam bir dengede tutmayı hedefler.
Bu tebliğde, yukarıdaki gerçekleri yansıtan, ancak zahiri anlamıyla yanlış anlaşılabilmesi muhtemel; “Şayet siz günah işlemeseydiniz Allah, günah işleyecek bir topluluk yaratırdı, (günah işlemenin) ardından onlar bağışlanma talep ederlerdi, Allah da onları affederdi.” mealindeki nebevî bir hadisin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir deneme yapılmaya çalışılacaktır.
Giriş
Hz. Peygamber’in, başta inanç, ibadet ve ahlâk esasları olmak üzere, diğer alanlardaki söz ve uygulamalarını ifade eden Sünnet’i, ebedî risâletinin ayrılmayan bir parçasıdır. Su, nasıl iki elementin birleşmesiyle meydana geliyorsa, İslâm da temelde Kitab ve Sünnet’in birlikte yorumlanması ve yaşanmasından ibarettir. (1) Fiiliyata bakıldığında, büyük ölçüde bunun böyle kabul edildiğini söylemek mümkündür. Zira tarih boyunca olduğu gibi, günümüzde de müslümanların Kur’an’dan sonra kendisine en çok müracaat ettiği kaynak Sünnet’tir. Ancak, gerek İslâm ile ilgili bilimsel çalışmalarda ve gerekse toplumu yönlendirmeyle ilgili hususlarda kendisine müracaat edilen Sünnet’in, hem bir bilim olarak, hem de kendisinden istifade edilen nebevî metinler olarak bir takım hususiyetleri bulunmaktadır. İşte Sünnet’in bu hususiyetlerinin ihmali, birtakım anlama ve uygulama problemlerine neden olabilmektedir. Bu problemlerin belki de en önemlilerinden biri, hadislerin zahiri anlamlarına takılıp kalmaktır. Sünnet’i günümüze taşırken, asıl olan, lafzı ile sunduğu ilke arasındaki bağlantıyı iyi tespit etmeye çalışmaktır. Nitekim bu yaklaşım ta başlangıçtan beri var olagelmiştir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Prof. Dr. Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, e-mail: nyatkin@hotmail.com
1) el-Gazâlî, Muhammed, es-Sünnetü’n-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkh ve Ehli’l-Hadîs, Dâru’ş-Şurûk, Kahire 1992, s. 143; bkz., Güner, Osman, Sünnet’ten Topluma-Toplum ve Kültür Yazıları, Fecr Yay., Ankara 2006, s. 17-18.
~~~~ * ~~~~
Buna karşılık kimi tamamen lafzına ağırlık veren, kimi de tamamen ruha itibarla lafzı ihmal eden aşırı uçlar eksik olmamıştır. (1) Gerek entelektüel çevrede, gerekse sadece dinini yaşama arzusu olanlar içinde, ilk bakışta problemli gözüken bir hadisle karşılaşıldığında; “böyle şey olamaz, ben bunu kabul etmem” gibi ifadelerle, hadisin zahiri anlamına takılıp, akıl yürütmelerle dudak bükenleri belki de hepimizin zaman zaman müşahede ettiği olmuştur. Hâlbuki Sünnet’e harfiyen sarılmak, dış görünüşüyle ona sarılmak gibi görünse de, bazen Sünnet’in ruhunu ve ondan kast olunanı yerine getirmekten uzaklaşıla bilmektedir. (2) Dolayısıyla her hadisi müstakil olarak ele alıp, lügat ve şerhler yardımıyla manasını anlamaya çalışmak ve tek tek uygulamaya kalkmak şeklindeki bir yaklaşım, gerek lafızcılığa yol açacağı, gerekse Sünnet’in bütünlüğünü ihlal edeceği için, onun özünün ve ruhunun kavranılmasına engel olabilir. Lafzına takılıp kalma, ortamı ile arasındaki münasebetleri göz ardı etme, Sünnet’i donukluğa mahkûm etmek, başka bir ifadeyle onu tarihe gömmek anlamına gelmektedir. Bugünün insanını Asr-ı Saadet’e götürmek mümkün olmadığı gibi, Asr-ı Saadet’i bütün yönleriyle bu güne getirmek de mümkün değildir. (3)
Burada problem olarak ortaya konulan husus, sahabî râvîsi Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin, muhtemelen, müslümanlar ona itimat eder de, ibadetlerden gevşerler ve günahlara dalarlar diye korkup gizlediği (4) ve vefatı esnasında; “Rasûlullah’tan işittiğim bir şey var ki, onu sizden gizlemiştim…” diyerek rivayet ettiği bir hadisin zahiri anlamıdır. Hadisin ihtisar edilmiş metni şu şekildedir;
“Şayet siz günah işlemeseydiniz, Allah günah işleyen bir topluluk yaratırdı, onlar (günah işlemenin ardından) bağışlanmalarını talep ederlerdi, Allah da onları affederdi…” (5) Bu metinden, ilk bakışta sanki günaha bir teşvik olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki İslâm’ın temel esprisinin, insanları bir bakıma kötülükle eş anlamlı olan günahlardan sakındırmak olduğu bilinen bir husustur.
1. Hadisin Rivayetleri ve Ortak Mana
Öncelikle belirtmek gerekir ki hadis, zamanımıza intikal etmiş olan hadis musannefâtının en eskisi (6) Ma‘mer b. Râşid’in el-Câmi‘i başta olmak üzere çok sayıda kaynakta yer almış bulunmaktadır. (7)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Erdoğan, Mehmet, Vahiy-Akıl Dengesi Açısından Sünnet,MÜİF Yay., İstanbul 1996, s. 280; Bu konuda Sahâbe’nin hadise yaklaşımları hakkında geniş bilgi için bkz., Bünyamin Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı,TDV Yay., Ankara 1999.
2) Kardavî, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem,Rey Yay., Kayseri 1998, s. 212.
3) Polat, Selahattin, Hadis Araştırmaları,İnsan Yay., İstanbul, tsz., s. 264.
4) Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1980, XI, 94.
5) Müslim,el-Haccâc b., Sahîhu Müslim, nşr., Muhammed Fuad Abdulbaki, Dâru İhyai’t-Turâsi’l-Arabî, Beyrût, tsz., Tevbe, 9; Ahmed b. Hanbel,Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Dâru’l-Fikr, Şam, tsz., V, 415; el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali, Şuabü’l-Îmân,nşr., Muhammedes-Saîd Beysûnî Zağlûl,Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1410, V, 409.
6) Bkz., Sezgin, M. Fuad, “Hadis Musannefâtının Mebdei ve Ma‘mer b. Râşid’in Camii”, Türkiyât Mecmuası, C. XII, İstanbul 1955, s. 115; es-San‘anî, Ebû Bekr Abdurrezzâk b. Hemmâm, el-Musannef,el-Meclisü’l-İlmî, Beyrut 1972, X, 379; XI, 181-182; Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Edebiyatı
(Çeşitleri-Özellikleri-Faydalanma Usulleri), MÜİF Yay., İstanbul 1989, s. 19
~~~~ * ~~~~
Bu kaynaklarda toplam olarak yirmi sekiz metin tespit edilmiş olup, bu rivayetlerin on dörd’ü Ebû Hüreyre’den, dokuz’u Ebû Eyyûb el-Ensârî’den, üç’ü Abdullah b. Abbâs, Enes b. Mâlik ve Abdullah b. Ömer’den, kalan ikisi ise el-Hasenü’l-Basrî’den, gelmektedir.
Ebû Hüreyre, Ebû Eyyûb el-Ensârî ve el-Hasenü’l-Basrî’den gelen metinler bir araya getirilmek suretiyle, aynı konuda gelen hadisin ortak manası oluşturulmaya çalışılacaktır ki, bu manalar, bir bütün halinde Hz. Peygamber’e nispet edilen hadislerden elde edilebilecek sonuçları ifade edecektir. Yoksa bizzat O’na izafe edilen metinler gözüyle bakılmayacaktır.
Diğer taraftan, her bir sahâbîden gelen rivayetlerin, farklı zamanlarda, farklı nedenlerle söylenmiş olabileceği ihtimali de dikkate alınmalıdır. Zira hadislerin farklı tariklerle nakledilmiş olması, çıkış kaynaklarının farklılık arz etmesi bir anlam taşır. Birbirini tanımayan, bir iş tezgâhlamak peşinde olmayan, bir konuda bir iş yürütmek amacında bulunmayan, ortak bir menfaat peşine düşmeyen, bir konuda müşterek korku ve endişe taşımayan iki veya daha fazla sayıdaki kişiler, birbirinden habersiz ve ayrı olarak, kelimesi kelimesine harfiyen aynı olmasa da, uzun uzun haberler naklediyorlarsa bu haberlerin, bu insanların zihninde birbiriyle bu kadar uyumlu bir şekilde kendiliğinden meydana gelmesinin mümkün olduğunu söylemek aklın kabul edeceği bir şey değildir. (2)
Ebû Hüreyre’den gelen rivayetlerden çıkarılabilecek ortak mana:
Ashâbü’n-Nebî, kendi huzurlarında kalben daha huzurlu ve ahirete daha meyilli olurlar. Huzurlarından ayrılıp; eşlerini ve çocuklarını gördüklerinde o eski halleri gider, dünyaya yeniden meyletmeye başlarlar. Ancak bu durum kendilerini rahatsız eder, hatta öyle ki, yaptıklarını yadırgar, zaman zaman helâk olacaklarından bile korkarlar. Bu nedenle durumlarını Hz. Peygamber’e arz ederler. Onları dinleyen Hz. Peygamber, bunun gayet doğal olduğunu; şayet, kendi huzurundaki halet-i ruhiyelerini devam ettirmiş olsalardı, meleklerin kendilerini evlerinde ziyaret edip musafahalaşacaklarını beyan eder ve bir seferinde de yemin ederek, şöyle der:
“Eğer siz günah işlemeseydiniz, Allah, sizi yok eder ve yerinize, günah işleyecek bir kavim/halk/ümmet yaratırdı, onlar (günah işlemelerini müteakip) Allah’tan bağışlanma talep ederlerdi, Allah da onları affederdi.” Hz. Peygamber’in bu tesellisi ile yeniden ümitlenmiş olacaklar ki, ashâb, bu defa söze devam ederek, mahlûkatın neden yaratıldığını ve cennetin binasının nasıl olduğunu sorarlar.
Hz. Peygamber, mahlûkatın sudan yaratıldığını ve cennetin binasının bir tuğlasının altından, bir tuğlasının gümüşten, sıvasının güzel kokulu miskten, çakıl taşlarının inci ve yakuttan, toprağının zaferandan olduğunu söyleyerek cenneti tasvir eder ve oraya girenin nimetlere gark olacağını, ölümsüzleşeceğini, elbiselerinin eskimeyeceğini ve gençliğinin gitmeyeceğini belirtir.
Daha sonra, üç grup kimsenin dualarının geri çevrilmeyeceğini, bunlardan birinin adil idareciler, diğerinin iftar eden oruçlunun olduğunu ve mazlumun duasının bulutlara yükseltileceğini, Allah’ın bir süre sonra da olsa kesinlikle ona yardım edeceğini vaat ettiğini ifade eder.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bkz., Abdurrezzâk, a.g.e., XI, 181-182;İbnü’l-Mübârek, Abdullah b. Vâdıh el-Mervezî, ez-Zühd li’bni’l-Mübârek, nşr.,Habîburrahmân el-Azamî,Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz., I, 370;İbn Fudayl, Ebû Abdurrahmân Muhammed ed-Dabbî, Kitâbü’d-Duâ,nşr.,Abdulazîz b. Süleyman b. İbrahim, Mektebetü’r-Râşid, Riyad 1999, I, 317; et-Tayâlisî, Süleyman b. Dâvûd Ebû Dâvûd el-Fârisî el-Basrî, Müsnedü’t-Tayâlisî,Dâru’l-Marife, Beyrut, tsz., s. 337; İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah, elMusannef fi’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr,nşr., Saîd Muhammed el-Lehhâm, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994, VIII, 105; İshâk b. Rahûye, Müsnedü İshâk b. Rahûye, nşr., Abdulğafur b. Abdilhak el-Belûşî, Mektebetü’l-İmân, Medine 1991, I, 318; Müsned, II, 289, 305, v, 415; ‘Abd b. Humeyd b. Nasr, Müsnedü ‘Abd b. Humeyd, nşr., Subhü’l-Bedrî es-Sâmerrâî-Mahmûd Muhammed Halîl es-Saîdî, Mektebetü’s-Sünne, Kahire 1988/1408, s, 105; Müslim, Tevbe, 9, 10, 11; Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, el-Câmiu’s-Sahîh, nşr., Ahmed Muhammed Şakir-Muhammed Fuad Abdulbakî, Dâru’l-Kütübi’lİlmiyye, Beyrût 1987, Sıfatü’l-Cenne, 2, Daavât, 99; İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim, Sahîhu İbn Hibbân, nşr., Şuayb el-Arnavûd, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1993, XVI, 396; İbn ‘Adî, Ebû Ahmed Abdullah el-Cürcânî, el-Kâmil fîDuafâi’r-Ricâl,nşr., Süheyl Zekkâr-Yahya Gazzâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988, VI, 321-323; et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu‘cemü’lKebîr, nşr., Hamdî b. Abdilmecîd es-Selefî, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Musul 1983, IV, 156.
2) İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Sâid, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, nşr., Ahmed Muhammed Şâkir, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut 1403/1983, I, 106-109; Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu,TDV Yay., Ankara 1997, s. 299.
~~~~ * ~~~~
Ebû Eyyûb el-Ensârî’den gelen rivayetlerin ortak manası:
Ölmek üzere olan Ebû Eyyûb el-Ensârî, bir hadis işittiğini ve onu sahâbeden gizlediğini, ölüm gelip çatmasaydı onlara söylemeyeceğini ifade ederek Rasûlullah’tan, şöyle buyurduğunu nakleder: “Şayet siz günah işlemeseydiniz, Allah, günah işleyecek bir kavim/halk getirir/yaratırdı, sonra da onları affederdi.” Müslim’deki bir rivayette ise, “…bir kavim yaratırdı ki, onları affede...” (1) denilmektedir.
el-Hasenü’l-Basrî’den gelen rivayetlerin ortak manası:
Sular (denizler) kadar hata işleseniz, sonra tevbe etseniz, Allah tevbenizi kabul eder. (el-Hasen) dedi ki, Rasûlullah şöyle buyurdu: “Şayet siz günah işlemeseydiniz, elbette Allah günah işleyecek bir kavim yaratırdı sonra da onları affederdi.”
2. Hadisin Sıhhat Değeri
Sened açısından, hadisin sıhhat değerlendirmesi ile ilgili olarak şunlar söylenebilir:
Toplam olarak yirmi altı merfû‘ hadisin sened kritiği yapılmış olup bunların yedisi problemsiz yani sahîh, yedisi i’tibâr için alınabilir, dördü râvîlerinden bazılarının cerh edilmesi nedeniyle zayıf, sekiz tanesi de, bazı râvîlerinin cerh ve ta‘dîl durumları hakkında bilgi bulunamadığından değerlendirilememiştir.
Senedlerin bir kısmının zayıf olması, metnin zayıf olmasını gerektirmez. Çünkü zayıf senedleri olan bu hadis, başka tariklerden birçok sahîh senedle nakledilmiştir. Aynı şekilde, senedin sıhhati de, her halükârda metnin sahîh olduğunu göstermeyebilir. (2)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, Tevbe, 10.
2) Itr, Nureddin, Menhecü’n-Nakd fî Ulûmi’i-Hadîs, Dâru’l-Fikr, Dımeşk 1997/1418s. 290-291.
~~~~ * ~~~~
Bu yüzden muhaddisler, zayıf senedle nakledilen bir hadis için “Hadis bu isnadla zayıftır” denilmesini, “Hadis zayıftır” denilmemesini tavsiye etmişlerdir. (1) Hadisle ilgili nihaî yargı, ancak metin tenkidi de yapıldıktan sonra verilebilecektir.
Râvî sayısı açısından bakıldığında, hadisi, beş sahabîden dokuz tabiî nakletmekte daha sonraki tabakalarda bu sayı on bir, on altı, yirmi üç şeklinde yükselen bir trendle artmakta; sahâbeden sonraki tabakalarda tevatür derecesine ulaşmaktadır. Bu itibarla hadis meşhûr bir hadistir ve bu durum, Hanefîlere göre hadisin tatminî ilim ifade ettiğini göstermektedir. (2)
İttisal yönünden ise, her hadisin senedi incelenirken, hoca-talebe ilişkisi de dikkate alınmış; muasır olmalarının ötesinde, bizzat birbirlerinden hadis alıp almadıklarının tespitine çalışılmıştır. Buna göre senedlerde, Tirmizî’deki bir rivayet hariç tutulursa, inkıta‘tesbit edilememiştir.
Bir hadisi usulüne uygun olarak başkasına naklederken kullanılan edâ sîgaları (3) açısından incelendiğinde, öncelikle senedlerin son taraflarına yaklaştıkça ‘an = edâ sîgasının kullanıldığı görülmektedir. Senedlerin baş, yani müelliflere bakan taraflarında, semâ‘a delalet eden haddesenâ, ahberanâ ve semi‘a gibi sîgaların kullanıldığı dikkat çekmektedir. Buradan anlaşılan şu ki, sened kullanımı, başka bir ifadeyle hadislerin rivayetinde uygulanan usul giderek bir gelişme göstermiş ve sistemleşmiştir.
Diğer taraftan ‘an sîgasının, hadis rivayetinde kolaylık sağlaması sebebiyle semâ‘ yoluyla alınan hadisler için kullanıldığı gibi, semâ‘ metoduyla alınmayan hadisler için de kullanıldığı (4) görüşü mevcuttur. Bu itibarla, ilk dönemler semâ‘ metoduyla alınan hadislerin rivayetinde ‘an sîgasının kullanılmış olması ihtimal dahilindedir. Nitekim Velid b. Müslim (ö. 195/810) bu hususla ilgili olarak şöyle demektedir: “Evzâî, ‘haddesenâ’, Yahyâ b. Saîd el-Ensârî ‘kâle haddesenâ fülânün, kâle haddesnâ…’ diye bize rivayette bulunurdu. Ben ise bazen Evzâî’nin rivayet ettiği gibi rivayet ediyorum, bazen da kolaylık olsun diye ‘‘an fülân, ‘an fülân…’ şeklinde rivayette bulunuyorum.” (5)
‘An edâ sîgasının hiç yer almadığı senedler arandığında, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde Hasen b. Mûsâ, Ebü’n-Nadr; İbn Hibbân’ın Sahîh’inde Ömer b. Saîd b. Sinân; Beyhakî’nin Şuabü’l-İmân’ında Ebû Sâlih b. Ebî Tâhir senedleri tesbit edilmiştir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbnü’s-Salâh, a.g.e., s. 102-103; Itr, a.g.e., s. 290-291.
2) Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB Yay., Ankara1994, s. 131 vd..
3) Bkz., Aydınlı, Istılahlar, s. 49.
4) eş-Şâfiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle, nşr., Ahmed Muhammed Şâkir, Mektebetü Dâri’t-Turâs, Kahire 1979/1399, s. 373, 378-380; el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 390.
5) el-Fesevî, Ebû Yûsuf Yakûb b. Süfyân, Kitâbü’l-Ma‘rife ve’t-Târîh, nşr., Ekrem Ziya Umerî, Matbaatü’l-İrşâd, Bağdad 1975, II, 464; el-Bağdâdî, el-Kifâye, s. 291-292; Yücel, Ahmet, Hadîs Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi (Hicrî İlk Üç Asır), MÜİF Yay., İstanbul 1996, s. 92.
~~~~ * ~~~~
Şâzz (1) olma açısından incelendiğinde, metinler arasında tearuz söz konusu değildir. Ancak ihtisâr (2) ve ıktisârdan (3) bahsedilebilmekte; bunun da hadisi şâzz kılmadığı anlaşılmaktadır.
3. Hadisin Sebeb-i Vürûdu
İncelediğimiz hadisin sebeb-i vürûdunun, farklı tariklerden (sahâbîden) gelmesi hasebiyle, değişik zamanlarda meydana geldiği izlenimini veren iki olay olduğu anlaşılmaktadır. Buna göre Ebû Hüreyre’den nakledilen rivayetlerin çoğunda sahâbe, Hz. Peygamber’in yanında olduklarında kalplerinin inceldiği ve âdeta ahiret ehlinden oldukları, ancak ailelerine döndüklerinde eş ve çocuklarının sevgisi ve dünyaya meyletmelerinden endişe duyduklarını dile getirmeleri üzerine Hz. Peygamber bu ifadeyi kullanmıştır. Olay, Enes b. Mâlik’ten gelen rivayette ise; “Rasûlullah’ın ashâbından, günahtan nasipleri olduğundan şikâyet edenler olunca buyurdular ki…”, denilerek özetlenmiştir. Bu husus, İbn Asâkir’in Enes’ten tahric ettiği rivayette açıkça dile getirilerek şöyle denilmiştir: “Ashâbu’n-Nebî (s.a.s.), ona, günah işlediklerinden şikâyette bulundular da bunun üzerine Nebî (s.a.s.) onlara dedi ki; şayet siz günah işlemeseydiniz…” (4)
Ebû Hüreyre’den gelen başka bir rivayette sebeb-i vürûd farklıdır: “Şimdi siz bu söze (Kur’an’a) mı şaşıyorsunuz! Gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz!” (en-Necm) âyetleri nâzil olunca, Suffe ashâbı ağladı, öyle ki, gözyaşları yanaklarına indi. Rasûlullah duygulandıklarını işitince onlarla beraber ağladı, biz de onunla beraber ağladık. Rasûlullah buyurdu ki: “Allah korkusundan ağlayan cehenneme girmez; günahta ısrarlı olan da cennete giremez. Şayet siz günah işlemeseydiniz…”
Abdullah b. Ömer’den gelen rivayette, yukarıdakinin benzeri bir sebep ileri sürülmüştür: İzâ zülziletü’l-erdü zilzâlehâ nâzil oldu. Ebû Bekr ayakta idi, ağlamaya başladı. Rasûlullah buyurdu ki, Seni ağlatan nedir ey Ebû Bekr! Dedi ki, Şu sûre beni ağlattı. Rasûlullah buyurdu ki, “Siz hata etmemiş, günah işlememiş olup da…”
Sebeb-i vürûdlara bakıldığında, sahâbenin dünyaya meyletmeleri ve yeni nâzil olan inzâr âyetlerini işittiklerinde endişelenip ümitsizliğe düşmeleri üzerine, Hz. Peygamber hadisi irad ederek onları rahatlatmıştır. Bunun üzerine sahâbe, girebileceklerini umdukları cennet nimetlerini sorgulayarak ümitsizlik ve endişelerinden sıyrılmaya çalışmışlardır.
Burada şu kadarını söylemekle yetinelim ki, hadis, büyük yıkımlara hatta küfre kadar sürükleyen ümitsizlik ve suçluluk duygusuna kapılan insanın, âdeta okyanusun ortasında sulara gark olmak üzereyken uzanan güçlü bir el olarak imdadına yetişmiştir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Şâzz: Sıka olan râvînin sıkalara veya kendisinden daha sıka olana veya olanlar muhâlif olarak rivayet ettiği hadis (Aydınlı, Istılahlar, s. 143. Diğer anlamları için bkz. ay.).
2) İhtisâr: Çeşitli mülâhazalarla, manayı bozmadan hadisin bir kısmını hazfederek diğer kısmını rivayet etmek; hadisi kısaltmak (Aydınlı, Istılahlar, s. 73. Diğer anlamları için bkz. ay.).
3) Iktisâr: Hadisin, ihtiyaç durumuna göre, bir kısmını bırakıp diğerini rivayet etmekle yetinmek (Aydınlı, Istılahlar, s. 71).
4) es-Suyûtî, Esbâbü Vürûd, s. 205-206; el-Hüseynî, İbrahim b. Muhammed, el-Beyân ve’t-Ta‘rîf, nşr., Seyfeddin el-Kâtib, Dâru’l-Kütübi’-Arabî, Beyrut 1401, II, 173.
~~~~ * ~~~~
4. Hadisin Diğer Hadislerle Birlikte Anlaşılması
Hadislerde, günahın müminler açısından, kalbi karartacağı ve rızıktan mahrum bırakacağı gibi menfi etkilerinden (1) bahsedilmesinin yanında özellikle, büyük günahlardan şiddetle sakındırma mevcuttur. Dolayısıyla söz konusu hadisi açıkça destekleyen, başka bir ifadeyle inanan bir insanın, zahiri anlamıyla, günah işlemesine müsaade eden bir hadise rastlayamadık. Ancak dolaylı olarak, insanın günah işleyebileceği anlamında bazı ifadeler görmek mümkündür. Meselâ Hz. Peygamber bir hadisinde; “Şayet siz günah işlemeseydiniz, bundan daha büyüğü/tehlikelisi olan kibre düşmenizden korkardım kibre!” (2) buyurmuş; inanan bir kişinin günah işlemesinin, sanki, ibadet ederken kibre düşmesinden daha iyi olacağına işaret etmiştir. Buna göre, bir bakıma günah işlemek, inanan için, daha tehlikeli olan kibre düşmesinin önünde bir engel gibi görünmektedir.
Bunun dışında, Müslim, Tirmizî ve Ahmed b. Hanbel’in tahric ettikleri ve Tirmizî’nin hasen sahîh olarak değerlendirdiği, Müsned şârihinin de, isnâdına sahîh dediği (3) bir hadis, incelemekte olduğumuz hadisle, anlam bakımından örtüşmektedir. Hanzale el-Üseydî’nin naklettiği hadisin Müslim’deki metni şu şekilde geçmektedir:
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Mâce, Zühd, 29; Fiten, 22.
2) ed-Deylemî, Şîreveyh b. Şehrdâr, Kitâbü Firdevsi’l-Ahbâr, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1987/1407, III, 417 (bütün tarikleri zayıftır); es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz., II, 459 (Hadis no: 7488); el-Münâvî, Muhammed Abdurraûf, Feyzü’lKadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, Dâru’l-Ma‘rife, Beyrut 1972/1391, V, 331.
3) Müsned, XIV, 365-366.
~~~~ * ~~~~
“Bana Ebû Bekr tesadüf etti ve ‘Nasılsın yâ Hanzale!’ dedi. Ben: ‘Hanzale münafık oldu!’ dedim. Sübhanellah! Sen ne söylüyorsun? dedi. (Hanzale); ‘Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanında bulunuyoruz. Bize cenneti, cehennemi hatırlatıyor, hatta onu gözle görmüş gibi oluyoruz. Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanından çıktıktan sonra ise zevcelerle, çocuklarla, geçim işleriyle meşgul oluyoruz. Bu sebeple çok şey unuttuk’, dedim. Ebû Bekr: ‘Vallahi biz böyle şeylere rastlıyoruz’, dedi. Ebû Bekr ve ben yürüdük ve Rasûlullah (s.a.s.)’ın yanına girdik. Ben: ‘Hanzale münafık oldu yâ Rasûlallah!’ dedim. Rasûlullah: ‘Ne o?’ diye sordu. ‘Yâ Rasûlallah! Senin yanında bulunuyoruz. Bize cenneti ve cehennemi hatırlatıyorsun. O derecede ki, gözümüzle görmüş gibi oluyoruz. Senin yanından çıktığımız vakit zevcelerle, çocuklarla ve geçim işleriyle meşgul oluyoruz. Çok şey unuttuk’, dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s.): ‘Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz benim yanımda bulunduğunuz hâl üzere ve zikretmeye devam ederseniz, sizinle melekler döşeklerinizin üzerinde ve yollarınızda musafaha ederler. Ve lâkin yâ Hanzale’ Bazı zaman şöyle, bazı zaman böyle’ buyurdu. Bunu üç defa tekrarladı.” (1)
Hadisin son kısmındaki “sâeten ve sâeten”: “bazı zaman şöyle, bazı zaman böyle” ifadesi ile ilgili olarak yapılan açıklamalarda şöyle denilmektedir: “Yani, insan bazen huzurda olmak, bazen de gevşeklik göstermekle münafık olmaz. Huzurda olduğunuz zaman Rabbinizin hukukunu; fütûr anlarında ise nefislerinizin payını yerine getirmiş olursunuz.” (2)
Diğer taraftan birçok hadiste, Yüce Allah’ın, kulun günahlarını, dağlar kadar, (3) hatta gökleri dolduracak kadar da olsa, tevbe etmesi hâlinde affedeceği, (4) inanarak ve ecrini Allah’tan umarak ramazan orucunu tutması şartıyla geçmiş günahlarını bağışlayacağı, (5) keza günde yüz kere ‘sübhanellah vebihamdih’ demesiyle, denizin köpüğü kadar da olsa hatalarını sileceği, aynı şekilde bazı ibadetleri yapması durumunda günahlarını bağışlayacağı belirtilmektedir. (6) Her ne kadar bu hadisler, Allah’ı anma ve ibadetlere teşvik maksadıyla irad edilmiş olabilir diye düşünülse de, mutlak olarak günahların bağışlanacağı anlamına gelmediğini de, kesin bir dille söylemek mümkün olmasa gerektir. Yeter ki kul, tekrar tekrar da olsa, günah işledikten sonra, içtenlikle günahlarını bağışlayacak bir Rabbi olduğuna inansın ve ona yönelsin… (7)
Vakıada bunun böyle olduğuna, yani günahların tevbe ile affedilebileceğine bir delil olmak üzere, Tebük Gazvesi’nden, gerçek mazeretleri olmadığı halde geri kalan Ka‘b b. Mâlik ve arkadaşlarının tevbelerinin kabul edildiğini (8) örnek gösterebiliriz.
Üstelik günah işleyip de tevbe edenlerin günahsız gibi olacağı (9) da yine bir hadiste ifadesini bulmuştur.
Bunun yanında bir taraftan, hadislerde Yüce Allah’ın affı sevdiği, (10) tevbeleri çokça kabul ettiği (Tevvâb olduğu) (11) belirtilirken, diğer taraftan da her bir âdemoğlunun çokça hata işleyebileceği, hata işleyenlerin de en hayırlılarının çokça tevbe edenler olduğu (12) beyan edilmiştir.
O halde yukarıdaki hususlar dikkate alınmak suretiyle hadise bir bütün olarak bakıldığında, Hz. Peygamber’in öğretisine muarız bir hususun olmadığını; başka bir deyişle mezkûr hadisin sahîhlik kriterlerine uygun düştüğünü söyleyebiliriz.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Müslim, Tevbe, 12, 13 (13 nolu hadisin lafızları biraz farklı fakat mana aynı); Tirmizî, Kıyâme, 59; Müsned, IV, 346; Davudoğlu, a.g.e., XI, 95-96.
2) Mübârekfûrî, a.g.e., VII, 184; en-Nevevî, Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref, Sahîhu Müslim bi Şerhi’nNevevî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz., XVII, 66-67.
3) Müslim,Tevbe, 51.
4) İbn Mâce,Zühd, 30.
5) İbn Mâce, İkâme, 173; Nesâî, Sıyâm, 40; Tahrim, 1; Ebû Dâvûd, Fiten, 6.
6) Buhârî, Daavât, 65; Müslim, Zikir, 28; Tevbe, 31; Tahâra, 14-16; Tirmizî, Kıyâme, 48; İbn Mâce, Tahâra, 57; Müsned,I, 57, 66, 69; III, 29; Muvatta,Kur’ân, 21, 22; Hac, 245.
7) Bu anlamda bir hadis için bkz., Müslim, Tevbe, 29, 30.
8) Tevbe, 9/102, 117-118; Olayın teferruatı için bkz., Müslim, Tevbe, 53;
9) Heysemî,Mecma‘u’z-Zevâid, X, 200.
10) Buhârî, İman, 40; Tirmizî, Daavât, 85; İbn Mâce, Edeb, 57; Müsned, VI, 171, 182, 182, 208, 258; Heysemî, Mecma‘u’z-Zevâid, VI, 275; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, tsz.,VIII, 331.
11) Buhârî, Rikâk, 10; İbn Mâce, Edeb, 57.
12) İbn Mâce, Zühd, 30.
~~~~ * ~~~~
5. Hadisin Kur’an’a Arzı
Zahiri anlamı itibariyle Kur’an’a arz edildiğinde, hadislerde olduğu gibi, onu açıkça destekleyen herhangi bir ifadeye rastlamak mümkün değildir. Aksine Kur’an’da da, basitinden büyüğüne, gizlisinden açığına bütün günahlardan şiddetle sakındırılmış (1) ve işleyenlere de ağır cezaların verileceği belirtilmiştir. (2)
Önce şuna işaret etmek gerekir ki, Kur’an’da günah ve kötülük kavramları mutlak olup, hem inananlara hem de inkârcılara nispet edilmektedir. Yani, günah veya kötülük kavramlarının muhtevasında, Yüce Allah’ın yasakladığı yalan, iftira, her tür kötülük, zina, adam öldürme vb. söz ve fiiller olduğu gibi, Allah’ı inkâr, şirk koşma, peygamberlere karşı gelme ve onları kabul etmeme gibi, inancın temellerini sarsan davranışlar da yer almaktadır. Bir yerde iftira etme büyük günah sayılırken, (3) bir başka yerde şirk koşma da büyük günah sayılmıştır. (4) Her türlü günahın akıbetinden sakındırılmış; failleri ya dünyada felâketlere uğratılmış ya da, sürekli cehennemde kalmakla tehdit edilmişlerdir. (5)
Diğer taraftan Kur’an’da, bir yerde mutlak olarak Yüce Allah’ın bütün günahları, (6) başka bir yerde kendisine ortak koşma müstesna diğer bütün günahları bağışlayacağı (7) beyan edilmiş, büyük günahlardan sakınanların ufak tefek kusurlarının ise, tabir caizse göz ardı edileceği ve cennetle mükâfatlandırılacakları (8) belirtilmiştir.
Buna göre, günahtan sakındırma ve günahkârların cezalandırılacağının yanında, aftan ve tevbeden bahsedilmiş olması son derece dikkat çekicidir. Şayet Yüce Allah, kulunun asla günaha düşmesine müsaade etmeseydi, ne tevbeden, ne Tevvâb sıfatından ve ne de Gafûr, Rahîm, Afüv gibi sıfatlarından söz ederdi. Tevbeden ve aftan söz edilen yerde günah var olacak demektir. Dolayısıyla, Kur’an ve Sünnet’te günahın yanında tevbeden ve aftan da söz edilmesi, diğer taraftan insanın çok sayıda zaaflarına yer verilmiş olması, mezkûr hadisimizin anlamını destekleyen unsurlar olarak kabul edilebilir veya en azından, söz konusu hadisin Kur’an’a muarız olmadığını gösterir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Sakındırma ile ilgili âyetlerin bir kısmı için bkz., Bakara, 2/276; Mâide, 5/2, 62, 63; En‘âm, 6/120, 151; A’raf, 7/33; Mücâdele, 58/9; Câsiye, 45/7.
2) Günahların-Kötülüklerin cezası için meslâ bkz., Bakara, 2/81; Mâide, 5/29; Nûr, 24/11; Hâkka, 69/36- 37; Nuh, 71/25; Şems, 91/14-15.
3) Bkz., Nisâ, 4/112; Ahzâb, 33/58;
4) Bkz., Nisâ, 4/48; En‘âm, 6/151; A’raf, 7/33; Hac, 22/31.
5) İsrâ, 17/39; Nûr, 24/11.
6) Zümer, 39/53.
7) Nisâ, 4/48.
8) Nisâ, 4/31; Necm, 53/32; ez-Zehebî, Kitâbü’l-Kebâir, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz., s. 7.
~~~~ * ~~~~
6. İlim ve Kültür Tarihinde Hadisin Nasıl Yorumlandığı
Hadisin ilim ve kültür tarihimizde nasıl yorumlandığının bir özetinin burada verilmesinin uygun olacağı kanaatindeyiz.
Hadisin zahirinden ilk bakışta, sanki günaha dalan gafilleri teselli etmek gibi bir anlam çıkmaktadır. Hâlbuki peygamberler, ancak insanların günaha düşmelerine engel olmak için gönderilmişlerdir. Dolayısıyla hadis aksine, günahkârları tevbeye teşvik etmek için, Allah’ın affedici olduğu ve günahkârlardan vazgeçeceğini beyan etmektedir. (1)
Konuyu biraz daha açacak olursak, Yüce Allah, iyilere vermeyi sevdiği gibi, günahkârları bağışlamayı da sever. Buna Allah’ın, Gaffâr, Halîm, Tevvâb ve Afüv gibi birçok sıfatları işaret etmektedir. Yoksa kulları, melekler gibi günah işlemeye müsait olmayan yapıda bırakmak için değildir. Bilakis kulları içinde, doğal olarak heva ve hevesine meyleden; tabiatının gereğine tutunanları da yaratır, sonra da onları günahtan korunma ile mükellef tutar ve günahla yargılamaktan sakındırır. Bu kulları bazen günah işlemekle ibtilâ/imtihan eder, sonra da tevbeyi öğretir. Şayet kul, Allah’ın emirlerini tastamam yerine getirirse ecri Allah’a aittir; yok eğer yoldan saparsa, tevbe onu beklemektedir.
Hz. Peygamber’in bununla kastettiği; şayet siz, melekler gibi yaratılmış olsaydınız, elbette Allah Teâlâ bir topluluk getirirdi ki onlardan günah işleyenler olurdu, böylece hikmet gereği, mezkûr sıfatlarla onlara tecelli ederdi. Çünkü Gaffâr, mağfûru gerektirir. Nitekim Râzık da merzûku gerektirir…(2)
Diğer taraftan hadis daha çok, günah işlemeyen ve kendisini ibadete adamış olanların kibir ve gurura kapılabilecekleri noktasından ele alınarak anlaşılmaya çalışılmıştır. Daha önce de geçtiği üzere, Hz. Peygamber bir seferinde; “Şayet siz günah işlemeseydiniz, bundan daha büyüğü/tehlikelisi olan kibre düşmenizden korkardım kibre!” (3) demek suretiyle bu hususun önemine dikkatleri çekmiş bulunmaktadır. (4)
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî (ö. 862/1457), zahidleri uyarma maksadıyla diyor ki; “Bazı insanlar abidlerin giysileri ile bezenir ve tâat amelini çok yaparlar. Ancak maksatları Hakk değil halktır. Amellerini kibirden, ‘ucbdan, gıybetten ve nemîmeden arındırmazlar. Hâlbuki her kim amelini bunlardan arındırırsa, onun Allah Teâlâ Sübhâne’nin ahlâkı ile ahlâklandığına inanılır. Her bir mezmûm amelden sakınırsa onun hâiflerden olduğu anlaşılır ki, o eminlerden olur ve ona güvenilir.” (5)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) el-Mübârekfûrî, Ebü’l-Ulâ Muhammed Abdurrahmân b. Abdirrahîm, Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Camii’t-Tirmizî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990, V, 193.
2) el-Mübârekfûrî, a.g.e., V, 193.
3) ed-Deylemî, a.g.e., III, 417; es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 459 (Hadis no: 7488); el-Münâvî, a.g.e, V, 331.
4) Hadisin metni: lev enneküm tekûnû tüznibûne lehiftü aleyküm mâ hüve ekberu min zâlike el-‘ucbe el- ‘ucbe şeklinde olup, kibir anlamına gelen ‘ucb, tekrar edilmek suretiyle vurgu yapılmıştır.
5) el-Kazvînî, Zekeriyâ b. Muhammed b. Mahmûd, Müfîdü’l-Ulûm ve Mübîdü’l-Hümûm, nşr., Muhammed Abdulkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985/1405, s. 281.
~~~~ * ~~~~
Üstelik kibrin en tehlikelisi, en yıkıcısı da, ibadet etmiş olmaktan doğan kibirdir, denilmiştir. Cübeyr b. Nüfeyr (ö. 80/699)’e, “Hangi kibir daha kötüdür?” diye sorulunca, “ibadet kibridir” cevabını vermiştir. (1) Bu kanaat bütün İslâm büyüklerince paylaşılmıştır. İnsanın manevi mertebesi ne olursa olsun kendisini başkalarından üstün, herkesi batmış, kendisini kurtulmuş görmemeli. Avn b. Abdillah der ki: “Kibir olarak sana kendini başkalarından birazcık olsun üstün görmen yeter.” (2) Bir başka İslâm büyüğü de bu gerçeğe şöyle temas ediyor: “İbadete güvenmek, sülûk erbabının başlangıçta karşılaştıkları en büyük tehlikedir. Bu güven, kuruntunun insana galip gelmesi ve hayalin akıl aynasını paslatması yüzündendir. Sâlikin bu vehim ve hayalden kurtulmaları ileri derecede iç aydınlığı sayesinde mümkün olur. Demek oluyor ki ibadetten doğan kibir sonsuzluk yolunda bir geriliği belgeliyor.” (3)
Zaman zaman kibir-günah mukayeselerinde, günahın, kibre sevk eden ibadetlerden daha üstün olduğu bile dile getirilmiştir. (4) Özellikle tasavvuf ehli, kişiliğin yıkımına yol açan, gem vurulmamış kibre (5) karşı dikkatli olmuş, bu korku yüzünden kendilerini hayvanlardan ve kâfirlerden bile üstün görmemeye özen göstermişlerdir. Çünkü hayvanlar Hakk’ın huzurunda hesaba çekilmeyecek, kâfir ise son anda yapacağı bir tevbe ile kurtulabilecektir. O halde müminin işi onlardan zor. Ve o halde korkulacak olan, günahlar değil; kibirdir. Bir hadiste şöyle denilmiştir: “Şu üç şeyden beri olarak ruhu cesedinden ayrılan cennete girecektir: Kibir, kin, borç.” (6)
Kibirden kaynaklanan günahların affı ümit edilmez; fakat yanılmanın vücut verdiği günahların bağışlanması beklenebilir. İblis’in günahı kibirden olduğu için affedilmemiş, Âdem’in hatası kibirden doğmadığı için bağışlanmıştır. (7)
Kastamonulu Hâfız Ahmed Mâhir, el-Muhkem fî Şerhi’l-Hikem adlı eserinde incelediğimiz hadisi yorumlarken, ucbe, kibre düşüren ibadettense, Allah’a yönelten kavuşturan günahın daha hayırlı olacağına değinir ki, kendi ifadeleriyle (8) vermek istiyoruz:
“Mürîd-i sâdıka lazım olan, suver-i eşyaya değil, hakayıkına nazar etmektir. Zîrâ suver-i tâât, ihlâsı ihlâl eden birtakım âfâtı tazammun ettiğinden, kabulü iktiza; suveri zünûb da bazı kere, Cenâb-ı Hakk’a vusûle ve makam-ı kurba duhula sebeb olduğundan ale’l-ıtlâk bu‘d ve matrutiyeti (9) icab etmez. Hatta bazı meâsî (10) vardır ki, sahibini cennete idhal eder.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-Isbehânî, Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Asfıyâ, Dâru’l-Kitâbi’lArabî, Beyrut 1987/1407, III, 180. Merhum Nurettin Topçu, bunu genelleştirerek; “…dinin diğer düşmanı kibirdir ve dinî kibir, kibirlerin en tehlikeli olanıdır” der (İslâm ve İnsan,Dergâh Yay., İstanbul 1998, s. 23).
2) Ebû Nuaym, Hilye, IV, 247.
3) Öztürk,Yaşar Nuri, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1993, s. 112-113 (Hâni, Muhammed b. Abdillah, el-Behcetü’s-Seniyye, s. 23’den naklen).
4) Bkz., el-Beyhakî, Şuabü’l-İmân, V, 453.
5) Adler, Alfred, İnsanın Doğası, çev., Ayşen Tekşen Kapkın, Payel Yay., İstanbul 2004, s. 173.
6) Tirmizî, Siyer, 21; İbn Mâce, Sadakât, 12; Müsned, V, 276, 277, 282; Dârimî, Buyû‘, 52.
7) Öztürk, Tasavvuf, s. 112.
8) Bazı yerlerde, anlaşılır olması açısından basit sadeleştirmeler yapılacak, bazı kelimelerin de Türkçe karşılıkları dipnotta verilecektir.
9) Matrutiyet: Tart edilmek, kovulmak.
10) Meâsî: İsyanlar, günahlar.
~~~~ * ~~~~
Dâire-i tââtta bazen bâb-ı kabülün açılmaması, vücûd-u tâatin ucb ve riyayı müstelzim ve itâat eden kulun, tâata güvenmesi, kibirlenmesi ve asîleri küçük görmesinden kaynaklanır. İşte ihlâsı ihlâl eden tâât afetleri bunlardır. Bazı isyanların vusûle sebep olması, günahın, o merd-i günahkârı bâb-ı mağfirete ilticaya ve isti‘fâ-yı (1) kusur ve arz-ı i‘tizâra ve istisğâr-i (2) nefs ile istimdâd-ı ruhaniyet-i esfiyâya bâdî olduğundan dolayıdır. Binaenaleyh, Ebû Hâzm Hazretleri şöyle dedi: ‘Müridi mesrûr eden hasene kadar muzir bir seyyie olamaz ve müznibi mahzûn ve mükedder eden seyyie kadar da nâfi‘ bir hasene bulunamaz. Zîrâ mûcib-i meserret olan hasene; i‘timâd ve istikbâri (kibri), müstelzim olduğundan hâbit-i (3) âmeldir. Ve mûcib-i hüzn olan seyyie ise havf ve haşyeti gerektirip, günahkârı hâif ve râcî olduğu halde Dâr-ı Ahirete irtihâl ettireceği cihetle, bilâhare bâis-i rızây-ı ilâhi olacağı muhtemeldir.” (4)
Ülkemizin son devir mutasavvıf şahsiyetlerinden, 1903-1979 yılları arasında yaşamış olan Mehmet Nusret Tura’nın naklettiği bir kıssada, günahını bilen ve Allah’a boyun büken günahkârların, mağrur âlimlerden ve âbidlerden daha üstün olabileceği vurgulanmaktadır. Bu kıssaya göre, bir zat yanındakilere tembih etmiş, “Ben ölürsem şu sarhoşların, günahkârların mezarlığına gömünüz diye. Aman efendim demişler, Cenâb-ı Hakk size daha uzun ömürler versin ama biz sizi oralarda bırakmayız, beş yüz seneden beri âlimlerin, kadıların yattıkları şu mezarlığa götürürüz. Hayır; onlar ibadetlerine, ilimlerine, amellerine mağrur gafillerdir. Mağrur kimselerin dirisine de ölüsüne de Hakk’ın rahmeti gelmez. O kötü zannettiğiniz kimseler kabahatlerini bilirler, boyun bükerler, Hak’tan rahmet dilerler, oraya rahmet iner, ben de onların yanında olursam Hakk’ın rahmetinden istifade ederim, demiş.” (5)
Hadiste dikkatlerden kaçmaması gereken, günah işleyenin, günahını müteakip Allah’tan bağışlanma talep etmesi hususudur ki günahı, gurura götüren ibadetten üstün kılan da bu yönüdür. Yoksa boyun büktürmeyen, sığındırmadan azade günahın ne kıymeti olabilir; günaha, bir anlamda önem kazandıran da budur, denilebilir.
M. Nusret Tura, buna dikkat sadedinde bir keresinde de şöyle diyor: “Elinde tesbih camiden çıkar, dışarıdakilere kibir ve gururla bakar. ‘Ben namazımı kıldım, bunlar ne biçim Müslüman, ne namaz var ne niyaz’ diyerek kendini görür büyütürse bu kimselerde iş yoktur.
Hâlbuki dünya ile meşgul iken namazını tam vaktinde kılamayıp, ‘aman ya rabbi’ diye mahzun olan bir kimse, kendini ve ibadetini görüp mağrur olandan daha üstündür, daha hayırlıdır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İsti‘fâ: Bağışlanma talep etmek.
2) İstisğâr: Küçük görmek.
3) Hâbit: Boşa çıkaran, yok eden.
4) Ahmed Mâhir, Kastamonulu, el-Muhkem fî Şerhi’l-Hikem, Matbaa-ı Ahmed İhsân, İstanbul 1323, I, 183 (Kastamonulu mezkûr açıklamalarını şu beyt sadedinde yapar: Rubbemâ futiha leke bâbu’t-tâati ve mâ futiha leke bâbu’l-kabûl –ve Rubbemâ kudiya aleyke bi’z-zenbi fekâne sebeben fi’l-vusûl).
5) Tura, Mehmet Nusret, nşr., M. E. Kılıç, Onun Güzel İsimleri, İnsan Yay., İstanbul 1995, s. 63.
~~~~ * ~~~~
Öyle zaman vardır ki vatandaşa hizmet ve çoluk çocuğun rızkı için yapılan çalışma da bir ibadettir.” (1)
Gözyaşı getiren günahlara sahip olmayı, gurur getiren ibadetlere sahip olmaya yeğleyenlerden biri olan Yahya b. Muâz (ö. 258/871)’ın şu beyanı da ibretamizdir: “Rabbim! Günahlarım eşliğinde sana sığınmayı, ibadetlerime güvenerek sana yönelmeye tercih ediyorum.” (2)
Buradan, ibadetin değersizliği sonucu çıkarılmamalıdır. Ancak her şeyde olduğu gibi ibadette de ölçülü olmak ve ibadetin tek başına kulu kurtaramayacağını dikkatten uzak tutmamak anlaşılmalıdır. Nitekim kişilerin amellerine güvenerek Allah’ın affına ve lütfuna gereği kadar değer vermeden ibadetlerde hırs göstermelerinin sakıncasını hatırlatan Hz. Peygamber bir hutbesinde; “Ashâbım! Sizden hiçbirinizin ibadeti asla sahibini kurtaramaz.” buyurdu. Ashâb; ‘Ya Rasûlallah! Seni de mi ibadetin kurtaramaz?’ diye sormuşlardı. Allah Rasûlü: ‘Evet, beni de. Meğerki Allah beni rahmeti ve fazlı ile korumuş olsun. Ashâbım! Doğruluğa sarılınız, ibadetlerinizde ifrat etmeyiniz. Gündüzün ilk ve son saatlerinde yürüyünüz (ibadet ediniz). Gecenin bir saatinden de istifade ediniz. (Her hâl ve hareketinizde) itidale yapışınız, itidalli olunuz ki, muradınıza eresiniz.” (3) buyurmuşlardır. (4)
7. Hadisin Anlaşılması Açısından Günah-Tevbe-Af İlişkisi
Günah kavramının genel mahiyetine bakacak olursak, aslında ulûhiyet düşüncesi ve inancıyla beraber değerlendirildiğinde, günah bizi olumlu merhalelere yöneltme fonksiyonuna sahip olup, ağırlıklı ve genel vasıf olarak negatifbir şeydir. (5) Gerek ferdin ve gerekse toplumların en ürpertici şekilde cezalandırılmalarına sebep olan günah, ilahî haklara yaklaştıkça dozunu artırmakta ve bu suretle cehennemin tüm ümitleri yıkan en trajik sahneleri günahkârların dikkatlerine sunulmaktadır. (6)
Gerek Kur’an-ı Kerîm’de gerekse Sünnet’te, günaha şiddetle karşı çıkış vardır. İncelediğimiz hadisi istisna tutarsak, günahın müspet yönüne her iki kaynakta da doğrudan bir değinme yoktur. Dolayısıyla mezkûr hadis, âdeta tek başına bu karşı çıkışa meydan okumaktadır. O halde hadisin meydan okumasının anlaşılması bir zaruret olmaktadır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tura, a.g.e., s. 143-144.
2) el-Kuşeyrî,Abdulkerim, Kuşeyrî Risâlesi, nşr., Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul 1981, s. 272;Öztürk, Tasavvuf, s. 328-329.
3) Buhârî, Rikâk, 18; Mardâ, 19; Müslim, Münafıkîn, 71-73, 75, 78; İbn Mâce, Zühd, 20; Dârimî, Rikâk, 24; Müsned, II, 235.
4) Şentürk, Habil, Psikoloji Açısından Hazreti Peygamberin İbadet Hayatı, Bahar Yay., İstanbul, tsz., s. 68.
5) Kılıç, a.g.e., s. 24.
6) Bkz., Kılıç, a.g.e., 418.
~~~~ * ~~~~
Biz Yüce Allah’ı ancak, Kur’an ve Sünnet’te bildirilen sıfatlarıyla tanıyoruz. Bu tanıma ise O’nun sıfatlarının tecellisi sayesinde olmaktadır. Bu itibarla sanki Allah’ın sıfatlarının tezahürü bir zorunluluk arz etmektedir. Aksi halde O’nu hakkiyle tanımamız mümkün olmayacaktır. Nitekim Sem‘anî’nin dediğine göre Hz. Âdem cennetteyken, Allah’ın kendisine öğrettiği tüm isimlerin anlamlarını henüz tam olarak kavramış değildi. Güzellik ve rahmet isimlerini biliyordu, ama celâl ve gazap isimlerini bilmiyordu. Bu anlayışı kazanmak için yeryüzüne, Allah’ın kahır evine inmesi gerekiyordu. (1)
Yüce Allah Kur’an-ı Kerîm’de, insanı, hem üstün yönleriyle hem de bütün zaaflarıyla tanıtmış; bir taraftan onu en güzel surette yarattığını, diğer taraftan da aşağıların aşağısına inme potansiyeline sahip olduğunu (2) beyan etmiştir. Daha önce de zikredildiği üzere Yaratan, insanı sık sık günaha düşebilecek şekilde yaratmıştır. Nasıl ki, Allah’ın temel sıfatı olan Rablığın tezahür etmesi için zulüm ve bela zorunludur ve ahlâkîdir (3) aynı şekilde rahmân, rahîm, gafûr, afüv ve vedûd gibi sıfatlarının tezahürü için insanın hatalı olması gerekmektedir. Başka bir ifadeyle, afüv ve gufrân sıfatlarının eseri ancak günahkârlar üzerinde tecelli edecektir. O halde günahkârların bulunması kaçınılmaz olacak; onlar Allah’a sığınacaklar ve Allah da onları affedecektir. (4) Dolayısıyla meselâ Allah’ın tevvâbsıfatının tecellisi için günahkâr bir kul ve bu kulun tevbe etmesi gerekmektedir. Ardından da tevbenin kabulü ile Allah’ın afüv sıfatı tecelli edecektir. Bu itibarla günah merkezde olmak üzere tevbe ve af üçgeni, insanoğlunun sürekli muhatap olduğu; beşer olma vasfının nirengi noktalarını belirlemektedir.
Bir tarafta her an hata yapabilme vasfına haiz olan beşere hemen tevbe etmesi telkîn edilmekte, bunun yanında Allah’ın Tevvâbyani, çokça tevbeleri kabul eden olduğu vurgulanmakta, devamında ise tevbe eden hatalı beşerin affedileceği müjdelenerek, günahın getirdiği psikolojik ve sosyolojik sıkıntılardan kurtulacağı beyan edilmektedir. İşte Kur’an’da, beşer-yanılma-tevbe-af, sıkça işlenen, üzerinde durulan hususlardandır. Başka bir deyişle, bir tarafta zayıf ve aciz olan insanın uluhiyet kapısına yönelmesi ve bu yüce kapının ardına kadar açık olduğu…
Kuşeyrî, Risâle’sinde diyor ki; Allah kendisine Afüv ve Gafûr (af ve mağfiret edici) ismini verince, kullarını günaha düşürmüş oldu. (5) Yani Allah’ın affedici olması için kulun günah işlemesi icap eder; kul da Allah’ın affına güvenerek günah işler.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Chittick, a.g.e., s. 242.
2) Tîn, 95/4-5.
3) Ormsby, a.g.e., s. 251-252.
4) Mansûr Alî Nâsıf, et-Tâcü’l-Câmi‘ li’l-Usûl ve aleyhi Ğâyetü’l-Me’mûl-Şerhü’t-Tâci’l-Câmi‘ li’lUsûl, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Mısır 1962/1382, V, 148; Bkz., el-Mübârekfûrî, a.g.e., V, 193.
5) Kuşeyrî, Risâle, s. 274.
~~~~ * ~~~~
Yine Risâle’de, İbrahim b. Edhem’in şöyle dediği hikâye edilir: “Bir hac esnasında ortalık tenhalaşsın da tavaf yapayım, diye bir müddet bekledim. Gece karanlığı bastı, şiddetli yağmur yağıyordu. O sırada ortalık tenhalaşmıştı. Hemen tavafa başladım. Tavaf esnasında Allah’ım, beni masûm kıl; Rabbim, beni günahtan koru diye niyazda bulunuyordum. Hâtif (gaip)ten bir ses bana dedi ki: Ey İbrahim, seni masûm kılmamıistiyorsun, herkes benden ismeti (günahsız olmayı) istemektedir. Fakat siz günahsız olunca ben kime rahmet ve mağfiret edeceğim?” (1)
Şunu hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz ki, Kur’an’ı-Kerîm’in beyanına göre Cenâb-ı Hak en çok Rahmân sıfatıyla tecelli etmek ister. (2) Zira o tecelli, O’nun ulûhiyetine en fazla yakışan ve bizim kulluğumuza en çok yarayan tecellidir. Rububiyet (ilâhlık) acımak, bağışlamak, ubudiyet (kulluk) acınmak, bağışlanmak ister. Aynı zamanda, tabir caizse Yaratıcı, Rahmân sıfatının tecellisini istememizden memnunluk duyuyor. (3)
Sem‘ânî, Ravhu’l-Ervâh’ında bu gerçeğe şu sesleniş ile işaret eder: “Ey semavî melekûtun melekleri! Gerçi itaatkâr iseniz de, ne nefislerinizde tutku var, ne de yaratılışınızda herhangi bir karanlık söz konusudur. Var gücünüzle yaptığınız taatiniz Benim celâl ve azametimin önünde bir toz zerresi bile etmez. Ve onların (insanların) bütün yeis ve zaaflarıyla gösterecekleri isyan Benim melekûtumun mükemmelliğine bir halel getirmez. Siz kendi masuniyetinize sıkı sarılın; ama onlar Benim rahmetime sığınırlar. Siz taatinizle günahsızlığınızı ve büyüklüğünüzü gösterirsiniz; ama onlar isyanlarıyla, Benim cömertliğimi ve rahmetimi izhar ederler.” (4)
Neticede günah-tevbe-af kavramlarının birbiri ile olan bağlantısı o derece güçlüdür ki, bunların her biri tek başına ele alındığında anlam alanlarının daraldığı ve anlaşılmalarının zorlaştığı görülür. Günah tevbeyi gerektirir, başka bir deyişle tevbe ancak günah ile anlam kazanır. Tevbenin ardından da af gelir ki, af olmadığında tevbenin de bir anlamı kalmaz. Bu itibarla Kur’an, günahtan bahsettiği ölçüde tevbeden de bahseder ve Allah’ın bağışlayıcı, affedici olduğuna sık sık vurgu yapar.
8. Psikolojik-Sosyolojik Ve Teolojik Temeller Bağlamında Bir Değerlendirme
Burada iki temel sorunun cevabını aramak suretiyle, genel bir değerlendirme yapmak istiyoruz; Günah insanın kaderi mi ve günahın mazereti olur mu?
Günah insanın kaderi mi?
Bu soruya bir açıdan evet, başka bir açıdan hayır demek gerekiyor ve her iki cevap da sanki zorunluluk hüviyetine bürünüyor. Yani, günah insanın hem kaderi, hem kaderi değil; şayet kaderi ise günah, tevbe de onun kaderi olmalı. Kulun, günaha ne kadar meyli, gücü-kudreti varsa, tevbeye de o kadar fırsatı ve kudreti var ve nihayet Allah’ın affı da her bir günahkâr kul için yetecek ve artacak kadar boldur.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kuşeyrî, Risâle, ay.
2) Bkz., A‘râf, 7/156; Mü’min, 40/7; Necm, 53/32.
3) Bkz., A’raf, 7/156 (“Kimi dilersem onu azabıma uğratırım; rahmetim ise her şeyi kuşatır”); Öztürk, Tasavvuf, s. 290.
4) Chittick, a.g.e., s. 263-264 (Ravhu’l-Ervâh, s. 300).
~~~~ * ~~~~
İnsan, arzu ve istekler karşısında her zaman zaaflara maruzdur. Ne var ki bu zaafların yanı sıra aynı insan, Allah’a yönelerek bu zaaflardan kurtulacak kudret ile de donatılmıştır. Tabiatının derinliklerinde her ikisini de yapacak güç mevcuttur. (1)
İslâm, insan fıtratındaki zaafı, şehvet ve arzular karşısındaki güçsüzlüğü hesaba katar. Bunların kontrolünün zorluğunu görmemezlikten gelmez. Fıtrî kontrol mekanizmasının bulunmasına ve onların takviyesi için çalışmasına rağmen, bunlar karşısındaki zaafını kabul eder ve ona göre hareket eder: “Allah sizden (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır.” (2) Bu zaafı asla göz ardı etmez, ayağı kaydığı zaman bağışlar, ısrar etmediği müddetçe yanılgılarını affeder. (3)
Ancak her şeye rağmen, yaptıklarından sorumlu olan insandır. Suç hiçbir zaman kadere yüklenmez. Mevlânâ’nın sevimli bir hikâyesinde anlatıldığı gibi, Allah’ın takdirine göre -öyle iddia ediyordu- meyveleri çalan adam, bahçıvan tarafından “Allah’ın takdiri üzerine sopayla” daha iyi bir nasihat alır. (4) Bir günah nasıl Allah’ın takdirine isnad edilir? Takdir, bitki ve taşları bağlar; fakat hakiki mümin sadece Allah’ın emirlerine bağlıdır. (5)
Buna mukabil kültürümüzde kaderci anlayışın izlerini her yerde görmek mümkündür. Mesela Kadı Burhaneddin’in aşağıdaki mısraları incelendiğinde, günah işlemenin Allah’ın yazdığı kaderle olduğu, dolayısıyla günah işleyene ceza verilmemesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Çü lutfını bilürem ger günâh kıldum ise
Yapana kılma cefâyı cefâ yazana gerek. (6)
Netice itibariyle denilebilir ki, Yüce Allah, isyanlarıyla alçalan günahkâr kulunu, merhamet ve şefkat tecellileriyle ululuğunu izhar edip yanına çekiyor ve ona kulum diye hitap ederek kendisine atfediyor.
Bu anlamda Sem‘ânî şöyle der: “Böylece Hak, kulu Kendisine ayırmak istedi de, ona zelle (sürçme) emretti. Kul günahını itiraf edince, O, ‘Eğer onu umutsuzluğa düşürürsem, eksiklik Benim keremime gider ki, buna da müsaade edilmez.’ dedi.
Allah, ‘Ben onların hepsini bağışlayacağım’ diyor. ‘Onları bağışlayacağım’ dedi O; Onları bağışladım demedi, kul yalvarmak, yakarmak, korku ve umuttan geri durmasın diye. Kul korku ile umut arasında kalmak; sürekli yalvarıp yakararak; feryat, figan ve münâcaatta bulunarak. ‘Hepiniz Allah’a dönün (Nur, 24/31). Doğrusu Allah bütün günahları bağışlayacaktır’ (Zümer, 39/53). ‘Hepiniz Bana gelirsiniz; çünkü hepinizi satın alacağım.’…”7
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kutub, M., a.g.e., s. 45.
2) Nisâ, 4/28.
3) Kutub, M., a.g.e., s. 308; Bkz., Âl-i İmrân, 3/134-136.
4) Mevlâna, Fîhi Mâfih, çev., Meliha Ülker Anbarcıoğlu, MEB Yay., İstanbul 1990, 233-234.
5) Schimmel, Peygamberâne Bir Şair, s. 47.
6) Ergin, Muharrem, Kadı Burhaneddin Divanı, İÜEF Yay., İstanbul 1980, s. 5-6.
7) Chittick, a.g.e., s. 270-271 (Ravhu’l-Ervâh, s. 367-372’den).
~~~~ * ~~~~
Günahın mazereti olur mu?
İnsanoğlunu günaha sevk eden, gerek yaratılıştan var olan zaafları, gerek kalıtım yoluyla devraldığı negatif hususiyetleri ve gerekse, kendisi dışından gelen etkiler ve baskılar, yaratanına karşı mazeret sahibi yapar mı?
Öncelikle söylemek gerekir ki, bunun muhasebesini, insanoğlu değil de Yüce Allah yapar diye düşünüyorum. Çünkü insanı yaratan ve onu en iyi bir şekilde tanıyan, gizlisini-saklısını bilen; niyetlerini dahi okuyan da O’dur. (1) O halde günahkâra düşen, mazeret ileri sürmek değil, sadece boyun büküp af dilemek olmalıdır. Zira Kur’an ve Sünnet’te bunun böyle olabileceğine dair bir bilgi bulunmamasının ötesinde, doğrunun da, eğrinin de tanıtıldığı ve artık insanoğlunun mazeretinin kalmadığı belirtilmektedir.
Ne var ki, Sem‘ânî‘nin sadrından satırlara dökülen şu ifadeler de oldukça dikkat çekicidir: “Hiçbir günah ilk günah kadar büyük değildir, Melekler onu işleyenin önünde secdeye kapanmak durumunda kalmışlardı… Herhangi bir liyakate bağlı olmaksızın cennete alınmıştı. Allah, lütfunun yakınında ona bir ev vermişti. O, ilk günahı bağışladığına göre, bu, bütün günahları bağışlayacağının delilidir.
Zaten, bizim Âdem’den bin kez daha fazla mazeretimiz var.Eğer çamurun karanlığı zorunluysa, ona sahibiz. Eğer toprağın zaafı zorunluysa, ona sahibiz. Eğer kokuşmuş çamurun gayr-i safiliği zorunluysa, ona sahibiz. Eğer yemekten bazı karışık lokmalar almak gerekliyse, alırız. Eğer zamanın adaletsizlik ve bozgunculukla kararması gerekiyorsa, biz ona sahibiz. Eğer lanetli İblis bizim için pusuda yatmak durumundaysa, biz ona sahibiz. Eğer heva ve heves bize hâkim olmak durumundaysa, biz ona sahibiz. İlk günahta, bu manalardan herhangi biri olmaksızın Âdem bağışlandı. Biz bütün bu bulanıklıklara sahip olduğumuza göre, O bizi niçin bağışlamasın ki? Gerçekten, O bizi bağışlayacaktır.” (2)
Sonuçta İslâm düşüncesinde, ne günahın ne de günahkârın savunulacak bir yönü vardır. Her hâlükârda günah, yasaklanan ve şiddetle kaçınılması gereken bir olgudur. Bunun yanında her bir insan da günah işleme potansiyeline sahiptir, her ne kadar kaçınsa da zaman zaman günaha düşebilmesi söz konusudur. Ancak günahın olumsuzluğu karşısında, insanoğluna tevbe ederek günahını sildirme fırsatının verildiği de unutulmamalıdır.
Sonuç
İlk bakışta ve zahiri anlamıyla, Kur’an ve Sünnet’in öğretileriyle örtüşmeyen; “Şayet siz günah işlemeseydiniz, Allah günah işleyecek bir topluluk yaratırdı… hadisine dair tebliğimizde, bize göre varılan sonuçları özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir:
Psikolojik verilere göre, insan davranışlarının biyolojik ve psikolojik olmak üzere iki temeli vardır. Davranışlar bu iki temel üzerinde gerçekleşir. Diğer taraftan insan, özgür ve fonksiyonel bir iradeye sahiptir. Ancak o farkına varmasa da; görünüşte yapıp-ettiğine karışmayan, onu etkilemeyen ama her şeye rağmen onun üstünde yaratanının küllî iradesi söz konusudur. Çünkü insanın hür iradesi ile yönelerek gerçekleştirdiği tüm fiillerin temeli olan bağımsız ve fonksiyonel kudretinin oluşum ve gelişim yasalarını belirleyen ve onları yoktan var eden de Allah’tır.
İnsan, her ne kadar fıtraten bir olan Allah’a inanma eğiliminde olsa da, maddesiyle bir avuç çamura bakan, manasıyla ilahî nefhadan beslenen ikili bir yapıya sahip olmakla birlikte, maddesini etkileyen bir yığın olumsuzluklar karşısında, manasını güçlendirecek ve nihai zaferi elde etmesini sağlayacak eşsiz güzellikler ve fırsatlara da maliktir. Bu meyanda insanın bilgilenebilmesi ve eğitilebilmesi, başka hiçbir varlığa nasip olmayan önemli bir ayrıcalıktır.
Bir taraftan özünde taşıdığı, ikili yapısının menfi cephesi, diğer taraftan kalıtım yoluyla kendisine intikal eden olumsuzluklar ve bunlara ilaveten çevre denilen, bütün bir yaşamını kuşatan baskılar sonucu günaha-kötülüğe sürüklenen insan, yine de değerinden bir şey kaybetmiyor, yaratanına yöneldiği sürece… Zira günah işleyip de samimi bir tevbe ile yaratanına yönelen, günahlarına boyun büküp gözyaşı akıtanların, hiç günah işlemeyenlerden; hele hele ibadetlerine güvenip kibre-gurura kapılanlardan daha üstün olduğu, pek yaygın bir kanaattir.
İnsanda var olan eksiklik, insanî mahiyetin bir parçasıdır ve Allah bu durumu çok iyi bilmektedir, dolayısıyla hiç kimsenin Allah’ın rahmetinden umudunu kesmesine gerek yoktur. Bunun yanında insan, meleklerden de bir ders alması ve yaptığı iyi işlerden dolayı asla gururlanmaması gerekmektedir; çünkü kendini iyi olarak görme hatalı bir görmedir; zira tüm iyilikler Allah’a aittir.
Günah, yaygın olarak bilindiği gibi tamamıyla negatif bir fenomen olmayıp, aksine birçokları kötülüğün/günahın pozitif yönlerinin olduğuna dikkat çekmişlerdir. Kötülük/günah, başta Tanrı’nın mükemmelliğinin anlaşılmasına katkı sağlar, kötülüğün/günahın, varlığı sayesinde iyi kavranabilir ve kötülük/günah dünyanın estetiğini tamamlayan bir olgudur aynı zamanda. O halde kötülük/günah, terakkitekâmül, mükemmeliyet, eğiticilik, estetiği tamamlama ve nihayet Allah özlemine götüren bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ancak kesinlikle günah işlemek değil, inancın yanında sâlih amel işlemektir esas olan. Yani ibadet ile günah, hiçbir zaman mukayese edilmek için bir arada düşünülemez. Ne var ki, ibadette az da olsa kibir riski bulunduğundan, bazen günahla insan kendini kibrin yıkıcılığından kurtarabilmektedir.
Bunların ötesinde söylenecek söz, yirmi üç küsur yıllık nübüvvet tecrübesiyle, insanı belki de en ince ayrıntılarıyla tanıyan ve Yüce Allah’ın yol göstericiliği ile bütün insanlığa rehber gönderilen Hz. Peygamber’in mezkûr hadisi, potansiyel olarak günah işleme ve kötülük yapma kabiliyetiyle yüklü olan her bir insana psiko-sosyal açıdan geniş bir ferahlık sağlamakta ve onun, ölümcül hastalık olarak nitelenen umutsuzluk girdabına düşmesine engel olmaktadır.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bkz., Kaf, 50/16; Mâide, 5/116; Kutub, M., a.g.e., s. 298.
2) Chittick, a.g.e., s. 268 (Ravhu’l-Ervâh, s. 226).
~~~~ * ~~~~
Kaynakça:
* ‘Abd b. Humeyd b. Nasr, Müsnedü ‘Abd b. Humeyd, nşr., Subhü’l-Bedrî es-Sâmerrâî Mahmûd Muhammed Halîl es-Saîdî, Mektebetü’s-Sünne, Kahire 1988/1408.
* Abdurrezzâk b. Hemmâm, Ebû Bekr, es-San‘anî, el-Musannef,el-Meclisü’l-İlmî, Beyrut 1972.
* Adler, Alfred, İnsanın Doğası, çev., Ayşen Tekşen Kapkın, Payel Yay., İstanbul 2004.
* Ahmed b. Hanbel,Müsned-i Ahmed b. Hanbel, Dâru’l-Fikr, Şam, tsz.
* Ahmed Mâhir, Kastamonulu, el-Muhkem fî Şerhi’l-Hikem, Matbaa-ı Ahmed İhsân, İstanbul 1323.
* Aydınlı,Abdullah, Hadis Istılahları Sözlüğü, Timaş Yay., İstanbul 1987.
* el-Beyhakî, Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyn b. Ali, Şuabü’l-Îmân,nşr., MuhammedesSaîd Beysûnî Zağlûl,Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1410.
* -------, es-Sünenü’l-Kübrâ, Dâru’l-Ma’rife, Beyrût, tsz.
* Chittick, William C., Tasavvuf-Kısa Bir Giriş, İz Yay., İstanbul 2003.
* Çakan, İsmail Lütfi, Hadis Edebiyatı (Çeşitleri-Özellikleri-Faydalanma Usulleri), MÜİF Yay., İstanbul 1989.
* Davudoğlu, Ahmed, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, Sönmez Neşriyat, İstanbul 1980.
* ed-Deylemî, Şîreveyh b. Şehrdâr, Kitâbü Firdevsi’l-Ahbâr, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1987/1407.
* Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdillah el-Isbehânî, Hilyetü’l-Evliyâ ve Tabakâtü’l-Asfıyâ, Dâru’l-Kitâbi’l-Arabî, Beyrut 1987/1407.
* Erdoğan, Mehmet, Vahiy-Akıl Dengesi Açısından Sünnet,MÜİF Yay., İstanbul 1996.
* Ergin, Muharrem, Kadı Burhaneddin Divanı, İÜEF Yay., İstanbul 1980.
* Erul, Bünyamin, Sahabenin Sünnet Anlayışı, TDV Yay., Ankara 1999.
* el-Fesevî, Ebû Yûsuf Yakûb b. Süfyân, Kitâbü’l-Ma‘rife ve’t-Târîh, nşr., Ekrem Ziya Umerî, Matbaatü’l-İrşâd, Bağdad 1975.
* Gazâlî, Muhammed, es-Sünnetü’n-Nebeviyye beyne Ehli’l-Fıkh ve Ehli’l-Hadîs, Dâru’ş-Şurûk, Kahire 1992.
* Görmez, Mehmet, Sünnet ve Hadisin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Metodoloji Sorunu, TDV Yay., Ankara 1997.
* Güner, Osman, Sünnet’ten Topluma-Toplum ve Kültür Yazıları, Fecr Yay., Ankara 2006.
* Heysemî, Nureddîn Alî b. Ebî Bekr, Mecmeu’z-Zevâid ve Menbeu’l-Fevâid, Dâru’lKitâbi’l-Arabî, Beyrut 1967.
* Itr, Nureddin, Menhecü’n-Nakd fî Ulûmi’i-Hadîs, Dâru’l-Fikr, Dımeşk 1997/1418.
* İbn ‘Adî, Ebû Ahmed Abdullah el-Cürcânî, el-Kâmil fî Duafâi’r-Ricâl,nşr., Süheyl Zekkâr-Yahya Gazzâvî, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1988.
* İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdullah, el-Musannef fi’l-Ehâdîs ve’l-Âsâr,nşr., Saîd Muhammed el-Lehhâm, Dâru’l-Fikr, Beyrut 1994.
* İbn Fudayl, Ebû Abdurrahmân Muhammed ed-Dabbî, Kitâbü’d-Duâ,nşr., Abdulazîz b. Süleyman b. İbrahim, Mektebetü’r-Râşid, Riyad 1999.
* İbn Hazm, Ebû Muhammed Alî b. Ahmed b. Sâid, el-İhkâm fî Usûli’l-Ahkâm, nşr., Ahmed Muhammed Şâkir, Dâru’l-Âfâki’l-Cedîde, Beyrut 1403/1983.
* İbn Hibbân, Muhammed b. Ahmed Ebû Hâtim, Sahîhu İbn Hibbân, nşr., Şuayb elArnavûd, Müessesetü’r-Risâle, Beyrut 1993.
* İbnü’l-Mübârek, Abdullah b. Vâdıh el-Mervezî, ez-Zühd li’bni’l-Mübârek, nşr., Habîburrahmân el-Azamî,Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.
* İbn Sinâ, Şifâ, İlahiyat, Nşr., İbrahim Madkour, Kahire 1961.
* İbnü’s-Salâh, Ebu Amr Osman b. Abdirrahman eş-Şehrezûrî, Ulûmü’l-Hadîs Dâru’lFikr, Dımeşk 1986/1406.
* İshâk b. Rahûye, Müsnedü İshâk b. Rahûye, nşr., Abdulğafur b. Abdilhak el-Belûşî, Mektebetü’l-İmân, Medine 1991.
* Kardavî, Yusuf, Sünneti Anlamada Yöntem,nşr., Bünyamin Erul, Rey Yay., Kayseri 1998.
* el-Kazvînî, Zekeriyâ b. Muhammed b. Mahmûd, Müfîdü’l-Ulûm ve Mübîdü’l-Hümûm, nşr., Muhammed Abdulkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1985/1405.
* el-Kuşeyrî, Abdulkerim, Kuşeyrî Risâlesi, nşr., Süleyman Uludağ, Dergâh Yay., İstanbul 1981.
* Mansûr Alî Nâsıf, et-Tâcü’l-Câmi‘ li’l-Usûl ve aleyhi Ğâyetü’l-Me’mûl-Şerhü’tTâci’l-Câmi‘ li’l-Usûl, Dâru İhyâi’l-Kütübi’l-Arabiyye, Mısır 1962/1382.
* Mevlâna, Fîhi Mâfih, çev., Meliha Ülker Anbarcıoğlu, MEB Yay., İstanbul 1990.
* el-Mübârekfûrî, Ebü’l-Ulâ Muhammed Abdurrahmân b. Abdirrahîm, Tuhfetü’l-Ahvezî bi Şerhi Camii’t-Tirmizî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut 1990.
* el-Münâvî, Muhammed Abdurraûf, Feyzü’l-Kadîr Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, Dâru’lMa‘rife, Beyrut 1972/1391.
* Müslim,el-Haccâc b., Sahîhu Müslim, nşr., Muhammed Fuad Abdulbaki, Dâru İhyai’tTurâsi’l-Arabî, Beyrût, tsz.,
* en-Nevevî, Muhyiddîn Yahyâ b. Şeref, Sahîhu Müslim bi Şerhi’n-Nevevî, Dâru’lKütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.,
* Öztürk, Yaşar Nuri, Kur’an ve Sünnete Göre Tasavvuf, Yeni Boyut Yay., İstanbul 1993.
* Polat, Selahattin, Hadis Araştırmaları,İnsan Yay., İstanbul, tsz.,.
* Schimmel, Annemarie, Peygamberâne Bir Şair ve Filozof, Çev., Senail Özkan, Kültür Bakanlığı Yay., Ankara 1990.
* Sezgin, M. Fuad, “Hadis Musannefâtının Mebdei ve Ma‘mer b. Râşid’in Camii”, Türkiyât Mecmuası, C. XII, İstanbul 1955.
* es-Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr fî Ehâdîsi’l-Beşîri’n-Nezîr, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.
* ------, Esbâbü Vürûd, s. 205-206; el-Hüseynî, İbrahim b. Muhammed, el-Beyân ve’tTa‘rîf, nşr., Seyfeddin
* ------, eş-Şafiî, Muhammed b. İdrîs, er-Risâle, nşr., Ahmed Muhammed Şâkir, Mektebetü Dâri’t-Turâs, Kahire 1979/1399.
* Şentürk, Habil, Psikoloji Açısından Hazreti Peygamberin İbadet Hayatı, Bahar Yay., İstanbul, tsz.
* et-Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyûb, el-Mu‘cemü’l-Kebîr, nşr., Hamdî b. Abdilmecîd
* es-Selefî, Mektebetü’l-Ulûm ve’l-Hikem, Musul 1983.
* et-Tayâlisî, Süleyman b. Dâvûd Ebû Dâvûd el-Fârisî el-Basrî, Müsnedü’tTayâlisî,Dâru’l-Marife, Beyrut, tsz.
* et-Tirmizî, Ebû Îsâ Muhammed b. Îsâ b. Sevre, el-Câmiu’s-Sahîh, nşr., Ahmed Muhammed Şakir-Muhammed Fuad Abdulbakî, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrût 1987.
* Tura, Mehmet Nusret, nşr., M. E. Kılıç, Onun Güzel İsimleri, İnsan Yay., İstanbul 1995.
* Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefi Mezhebinin Hadis Metodu, DİB Yay., Ankara1994.
* Yücel, Ahmet, Hadîs Istılahlarının Doğuşu ve Gelişimi (Hicrî İlk Üç Asır), MÜİF Yay., İstanbul 1996.
* ez-Zehebî, Kitâbü’l-Kebâir, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, Beyrut, tsz.