Yine bir seyahat esnasında ashabı (arkadaşları) acıkmış, yemek hazırlamaya karar vermişlerdi. Ashab aralarında iş bölümü yapmışlar, Resûlullah’a da yakacak toplama düşmüştü. Arkadaşları, Hz. Peygamber’in yerine bu işi de kendileri görmek istemişler. Ancak Resûlullah (s), “Hayır! Benim sizden bir farkım yoktur! Allah, kendisini dostlarından ayıran ve imtiyazlı davrananı sevmez.” (1) Diyerek buna izin vermemiş, işini kendi yapmıştır. Bir başka zaman da, Bedir savaşına katılan mücâhidlerin binekleri yetersizdi, her üç askere bir binek verilmişti. Yolda Resûlullah’ın arkadaşları ( Hz. Ali ve Ebû Lübâbe) kendilerinin yürümelerine izin vermesini istemişler, ancak Nebiler Sultanı, “Hayır olamaz! Siz benden daha güçlü değilsiniz, fazla yürüyemezsiniz ve ben, ecir ve sevaba sizden daha ihtiaçsız değilim (sizin gibi ecir ve sevaba ihtiyacım var)” (2) buyurmuştu.
Başta müşrik ve münâfıklar olmak üzere tüm İslâm dışı inanç gruplarına malzeme olmaktan sakınan Allah’ın Resûlü, adâletsizlik ve asılsız ithamlarla suçlanma algısından da son derece kaçınırdı. Hz. Ömer, değişik zamanlarda ve değişik olaylarda yaptıkları büyük günah ve hatalara karşın Abdullah b. Übey b. Selûl, Zu’ l-Huvaysıra et-Temîmî ve Hatıb b. Ebû Beltâ için, (3) “Ey Allah’ın Resûlü! İzin ver de şu münâfığın veya şu adamın boynunu vurayım!” diyerek o kişileri ölümle cezâlandırmak istediğinde; "Onu bırak! İnsanların Allah'ın Elçisi Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor demelerini istemem." buyurmuş; (4) O, bu Nebevî tavrı ve siyasetiyle yaygara ve dedi-kodu için fırsat bekleyen müşrik ve Yahudilere malzeme vermemeye özen göstermiştir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, II, 94.
2) İbn Hanbel, Müsned, I, 422.
3) Rivâyete göre Benî Mustalik gazvesinde (5/627) Muhacirlerden Cahcâh b. Kays ile Ensâr’dan Sinan b. Veber adlı iki köle arasında su yüzünden tartışma çıkmış; bu arada her ikisi de taraflarını çağırmışlar, tansiyon yükselmişti. Hz. Peygamber onlara: Bu cahiliyye iddiasından vazgeçmelerini söylediyse de dinlememişlerdi. Bu arada İbn Selûl, Muhâcirler için: “Besle köpeği seni yesin!”, Hz. Peygambe riçin de: “Etrafında bulunanları beslemeyin ki dağılıp gitsinler!” demiş. İbn Übey’in söylediği bu tahrik ve ifsâd (münafıklık) amaçlı sözler, sahâbî Zeyd b. erkam tarafından Resûlullah’a ulaştırılınca, orada bulunan Hz. Ömer hemen ayağa kalkar ve :” Ey Allah’ın Resûlü! İzin ver de şu münâfığın boynunu vurayım!” der, fakat Allah’ın Elçisi “İnsanların, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor demelerini istemem.” Buyurarak onu engeller…..”bkz. Buhârî, Sahîh, Tefsîr, 5 (VI, 65-66; Menâkıb, 8 (IV, 160); Müslim, Sahih, Birr, 63 (III, 1999). Bir defasında Resûlullah (s), asıl adı Hurkus b. Züheyr el-Ka’bî olan Zu’l-Huvaysıra adlı bahtsız bir adam, Huneyn ganimetlerinin dağıtımı sırasında, ganimet dağıtan Peygamber’in başına dikilmiş, Onun akraba ve yakınlarını kayırdığı endişesine kapılmış ve birden “Adâletli ol ey Muhammed! Adâleti gözetmiyorsun!”demişti. Resûlullah da ona: “Ben adâletli olmazsam, başka kim âdil olabilir?” diye cevap vermiş. Bunun üzerine orada bulunan Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana izin ver de şu adamın(şu münâfığun boynunu vurayım.” demişti. Bunun üzerine Resûlüllah, onu bırak demiş; istikbâle ait mu’cize sayılacak türden onu ve onun ilerideki taraftarlarının yerilen niteliklerini açıklamıştı. Bkz. Buhârî, “Tefsir”, 10; “Edeb”, 95; “İstitâbe”, 7; “Menâkıb”, 25; Müslim, “Zekât”, 148. Bir başka zamanda Hâtıb b. Ebû Beltâ adlı sahâbî, yalnız Mekke’nin fethiyle ilgili savaş plan ve hazırlıklarını saklamak üzere Resûlullah’a verdiği söze uymamış, akrabalık zafiyetine kapılıp müşriklere mektub göndermiş, bu tavrıyla o Resûlullah’a olan sözüne karşı aksi bir davranışa girdiği için Hz. Ömer tarafından “O, bir münafıktır!” denilerek itham edilmiş ve öldürülmek istenmiş, Resûlullah da buna izin vermemişti. Bkz. Buhârî, “Cihâd 141, 195; “Meğâzî”, 9, 13, 46; “Tefsîr”, 60/1; “Edeb”, 74; “İsti’zân”, 23; “İstitâbe”, 9; Müslim, “Cenâiz”, 3; “Fezâilu’s-sahâbe”, 161, 162; İbn Hacer, el-Isâbe, I, 300.
4) Buharî, Sahîh, “Tefsîr”, 63/6,7; “Menâkıb”, 8; Müslim, Sahîh, “el-Birr ve’sılatü”, 63; İbn Hanbel, Müsned, III, 393.
~~~~ * ~~~~
B- Anlayan Açısından Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propaganda):
Bir algı oluşturma ve yeni algıyı yönlendirebilme açısından propaganda; bir hedef kitlenin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını etkilemek amacıyla hazırlanan mesajların, haberlerin, uygun haberleşme araçlarıyla hedef topluluğa iletilmesidir. Türk Dil Kurumu Sözlüklerinde genel geçer ve daha açık olan diğer tanımıyla propaganda; Bir öğretiyi düşünce ya da inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla sözle, yazıyla ve benzeri yollarla gerçekleştirilen her türlü çalışma, demektir. (1)
Propaganda, çoğunlukla insanları kendi çıkarlarına uygun olmayan şeyler yapmalarına ikna etmeyi amaçlar. Bu sebeple rasyonal düşünen beyni yok saymaya çalışır, bu doğrultuda ilkel düzeyde, duygusal sembolizme çağrıda bulunarak manipüle eder (insanları kendi irade ve istekleri dışında etkiler ve yönlendirir).
Algı Yönetiminde “Yönlendirmek”; bilgi ve haber sistemleri kanalıyla yanlış veya yönlendirilmiş bilgi üreterek karşı tarafın imkan ve enerjisinin yanlış kullanılmasını sağlamak için yapılan etkinliklerdir. Bu yanlış amaçlı yönlendirmek kapsamında yapılan etkinlikler, toplumda yanlış bilgilendirme kanalıyla bir panik, bir korku ve kaos havasının meydana gelmesi gibi yanlış etkinlikleri kapsamaktadır (sonuçlar doğurmaktadır). Bu Yönlendirmede: Yanlış amaç, yanlış yönlendirme, yanlış bilgilendirme, panik, korku ve kaos yaratma gibi unsurlar bulunmaktadır. (2) Algı yönetimindeki bu yönlendirmenin hedefi veya hedefsel tanımı; lüğat manası itibariyle şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelen, Kur’ân terminolojisinde ve ıstılahda ise; sözle ya da fiille İslâm ve Müslümanlar aleyhine olumsuz propaganda yaparak ve kötü haberler yayarak onları tahrik etmeyi, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozmayı, maneviyatlarını çökertmeyi amaçlayan münafıkların tavrı olan “ircâf” ile örtüşmektedir. (3)
“Algı” kelimesinden farklı olarak uzmanlarınca masum (kasıtsız) sayılmayan “algı yönetimi” (kasıtlı yönlendirme) olan kavram, Kur’ân ‘da zor ve kritik anlarında, Müslümanlara karşı onların huzurlarını bozmak ve morallerini çökertmek için münâfıkların yaptıkları yerilen bir eylem olan “ircâf” ve “izâat” (yaygara, yaymaca) kavramlarıyla örtüşmektedir. Algı yönetiminde yanlış amaçlı yönlendirici konumundaki kimse, kurum ya da kitleler, hedef kitleler üzerinde onlardan görünüp yanlış bilgilendirmeyi, gerçekleri ters yüz etmeyi, gerçeği gizlemeyi, olayları çarpıtmayı; hedef kitle olan toplumda, panik, korku, kaos, sarsıntı ve çöküşü hedeflemektedir. Bu durum, Hz. Peygamber önderliğindeki Asr-ı Saâdet toplumunun, zor ve kritik zamanlarda, en önemli nitelikleri “kizb” (yalan), “hud’a” (aldatma), “ifsâd” (bozgunculuk) ve “ircâf” (fitne kaos amaçlı kasıtlı yalan) olan münafıklarla yaşadıkları aşağıdaki bazı olaylara dikkatimizi çekmektedir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Türkçe Sözlük,Türk Dil Kurumu, s. 1628.
3) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, II, 203; Ragıb el-Isfahânî, s. 189; Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İstanbul 2000, s. 137.
C- Münâfıklarda Görülen Başlıca Algı Yönetimi (Hud’a) ve Türleri:
Gerçekte Allah’ı, Peygamber’i ve Peygamber’in Allah tarafından getirdikleri şeyleri diliyle tasdik ettiği halde kalben inanmıyan ve güvenle bağlanmıyan “münâfık”, münafıklık yapan kimsedir. (1) Münâfıklık ise, ilgili bazı âyet ve hadislerdehakîkî mü’min olanın aksine gerçekte Allah’a ve Resûlüne iman etmediği halde, iman ettiğini söyleme, onların emir ve yasaklarını bildiği halde emir ve yasaklara riâyet etmeme durumu; hakîki mü’min olmanın aksine, inanmadıkları halde “inandık” diyen, ağızlarıyla (dilleriyle) kalplerinde olmayan şeyleri söyleyen ve Allah’ı aldatmaya kalkışan hakikatte Allah’ın kendilerini aldattığı, ibâdetleri üşengen ve isteksiz, insanlara gösteriş için yapma, Allah’ı pek az anma. vb. şekildeki haller (2) ; yalan, ihânet, ahde vefasızlık ve haktan sapma vb. alâmetler olarak nitelenmektedir. (3) Bu haller ve alâmetler arasında görüldüğü üzere münâfıklığın en belirgin ve önemli alâmetlerinden biri ve birincisi “hud’a”dır (hile ve aldatmadır).
Hud’a: Kişinin kasdettiği kötü şeyi (şerri) gizleyip, muhataba aksini vehmettirmesi; diğer bir ifadeyle kişinin kendisi hakkında işlediği şeyin (işlediği şerrin) tam aksini arkadaşına zannettirmesi demektir. Bu manada Araplar, deliğine gizlenen kelerin (köstebeğin) avcı geldiğinde, avcıya yönelmiş gibi görünerek bir başka delikten çıkmasına “köstebek hile yaptı, algı yanılttı" derler. (4) Yer altındaki köstebeğin tavır ve davranışıyla da ilgili olarak “hud’a”; iyi niyetli görünerek birini aldatmak olup, asıl anlamında gizlediği şeyin aksini vehmettirmek vardır. Bu, bir kimsenin başkasına kalbinde zarara sokacak bir şeyi gizlediği halde, görünüşte ona dostluk, sevgi ve yarar vehm ettirmesidir. Tariflerinde de görüldüğü üzere “hud’a”da muhatabı ve hedefi olan karşı kişi ya da kitlede bir algı operasyonu bulunmaktadır. Bu durum, “şerri gizleyip, hayrı izhar etmek” (5) veya “küfrü gizleyip, imanı göstermek” (6) anlamındaki nifâk ve münâfıklığın tanımlarına da uygun düşmektedir.
Hud’a, itikadda küfr ve nifâk, fiillerde ise münafıklık alâmeti ve riyâdır. Bu eylem, münâfıkları kâfirlerden daha aşağı, âdi ve tehlikeli kılan çirkin bir nitelikdir. (7) İyi niyyetli görünerek birini veya birilerini aldatma anlamına gelen ve gizlilik içeren “hud’a” kelimesi münâfıklığın en etkin ve belirgin belirtisidir. Nitekim İbn Vehb (197/812), Abdurrahman b. Zeyd’e: Kur’ân’daki, “ Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar; halbuki yalnız kendilerini aldatırlar ve farkında olmazlar” (8) âyetini
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Kuteybe, Te’vîl-u müşkili’l-Kur’ân, s. 481; Cürcânî, Kitâbu’t-ta’rîfât, s. 235: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 21-26.
2) Bakara, 2/8,;Âl-i Imrân, 3/167;Nisâ, 4/141-142: Mâide, 5/41; Ankebût, 29/10; Fetih, 48/11.
3) Buhârî, Sahîh, İman, 24; Müslim, Sahîh, İman, 106; Tirmizî, Sünen, İman, 14.
4) Zamahşerî, Keşşâf, I, 30; Beyzavî, I, 56.
5) İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, I, 47; Hasan Abdulğânî, el-Münâfikûn ve Şuabu’n-nifâk, s.14.
6) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, V, 98; Zamahşerî, Keşşâf, I, 31;Aynî, Umdetu’l-kârî, I, 248; XV, 116.
7) Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 92; Beyzavî, I, 56.
8) Bakara, 2/9.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
sorduğunda Abdurrahman: Onlar ancak Allahı, Resûlünü ve gerçek mü’minleri, iman ettiklerini iddia ederek (vehmettirerek) aldatan münâfıklardır.” der. (1) Sanırım şu hadisler bize, münâfıkların eylemi olan Allah hakkındaki yanlış algısını,” hud’a”’nın çirkinliği ve ne derece tehlikeli olduğunu en güzel şekilde anlatacaktır:
“Bir sahâbî, Allah Elçisinin yanına gelir ve Ey Allah’ın Resûlü, kıyâmet günü kurtuluş ne ile olacak? Diye sorar. Resûlullah da ona: Sakın Allah’ı aldatmaya kalkışma! Diyerek cevap verir. Adam: Haşa, biz Allah’ı nasıl aldatırız, bu hiç mümkün mü? Der. Resûlullah (s): Senin Allah’ı aldatman, başkasının rızasını kastederek Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeyleri yerine getirmendir.” (2) buyurur.
Bir başka rivâyette: “Allah, nasıl aldatılır? Diye soranlara, Resûlullah (s): “Başka şeyler kastederek e (değişik bir amaçla) Allah’ın emrettiklerini ve yasaklarını yerine getirmendir.” Şeklinde cevap verir. (3) Hz. Peygamber zamanında münâfıklarda görülen bazı algı türleri:
1-Düşman Olduğu Halde Dostluk Algısı Sergileme:
Gizli olarak ahdi bozmak suretiyle hakka (emânete) muhâlefet eden, düşmanlığını gizleyip dostluğunu izhar eden kimse anlamına gelen münâfığın. (4) asıl niteliklerinden birisi de ihanettir. (5) Çünkü münâfıklar, hıyânet sahibi ve genellikle geceleyin, insanlar uykudayken, Allah’ın razı olmayacağı şekilde yalan söz konuşan ve mü’minler aleyhine entrikalar, tuzaklar kuran, düşmanlık, yıkım ve çökertme projeleri hazırlayan yani “tebyît” yapan kimselerdir. (6) Onlar, Görünüşte güzel ve tatlı söz ve tavırlarıyla, hoş görünüşleriyle iyi niyyet sergiledikleri halde içlerinde düşmanlık ve ihâneti gizleyen kimselerdir. Münâfıkların gerek Hz. Peygamber ve gerekse Müslümanlar üzerinde yapmak istedikleri bu algı yönetimi genelde içlerindeki liderleri veya lider konumundaki kimseler tarafından yönlendirilmektedir. Onların bu algı halini Kur’ân-ı Kerîm bize şu âyetlerle tanıtmaktadır:
“İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatına dair sözü senin hoşuna gider. Kalbinde olan şeylere (samimi düşüncelerine) Allah’ı şahid tutar. Oysa o hainlerin en yamanıdır. (yanından) dönüp gitti mi (veya iş başına geçti mi? Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır; Allah da bozgunculuğu sevmez.” (7)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 92.
2) İbn Hacer, el-Metâlibu’l-âliye, III, 184; Suyûtî, Dürrü’l-mensûr, I, 75.
3) Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 30; Kurtubî, Tefsîr, I, 196.
4) İbn Kuteybe, s. 477; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 163; el-Mu’cemu’l-Vasît, II 950; Şemsettin Sami, Kâmûsî Türkî, İstanbul 1989, II, 1405, 1465.
5) Buharî, Sahîh, “İman”, 24; Müslim, “İman”, 106.
6) Nisâ, 4/81, 108; bkz. Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 95;Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’ân Dili, II, 1400; III, 1460-1461.
7) Bakara, 2/204-205; İbn Hişâm, III,
İçin dışa muhâlefeti, içindekilerin aksini izhar etme şeklindeki münafıklık (1) tanımına uygun olarak Aynı tip algı yönetimiyle ilgili bir başka âyet de şöyledir: “Münâfıklar (İki yüzlüler) sana geldikleri zaman, “senin elbette Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık ederiz” derler. Senin elbette kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir (bilmektedir) ve Allah, münâfıkların yalancı olduklarına tanıklık eder.” (2)
2- Şık ve Kibar Görünerek (Riyâ ve Tasannu’ ile) Hedefi Etkileme
“Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider, konuşsalar sözlerini dinlersin (sözlerini allayıp-pullayarak, yaldızlayarak konuşurlar, dinletirler). Ama onlar, dışına elbise giydirilmiş odunlar(kütükler veya keresteler) gibidirler.” (3)
Bu âyetlerden ilkinin münâfıklıkla ithâm edilen Ahnes b. Şerîk (Şüreyk) hakkında indirilmiş olduğu rivâyetinin yanında, Recî vakasında ihânetle bir bir grup sahâbiyi (70 kadar) şehid eden kimseler hakkında indirildiği rivâyeti de mevcuttur. (4)
Münâfikûn üresindeki diğer âyetin ise, münâfıkların lideri olan iri ve uzun boylu, bir lider konumuyla dışına ve fiziğine önem veren, gösterişli vücutlarıyla Resûlullah’ın meclislerine devam eden, sırtllarını duvara dayayarak oradaki insanlara fasîh ve tesirli konuşmalar yapan ve fakat içleri iman ve hayırdan yoksun, şer ve ihânetle dolu, yontulmuş ve elbise giydirilmiş kerestelere benzetilen Abdullah b. Übey b. Selûl ve arkadaşları olan Müğîs b. Kays ve Ced b. Kays gibi bir grup münafık hakkında indirildiği şeklindedir. (5) Ancak bu âyetler, kimin hakkında indirilirse indirilsin şekil ve kıyafetlerine, toplumda söz ve sohbetlerine özen gösterdikleri halde, zor ve kritik anlarda (Uhud ve Hendek savaşlarında) Müslümanlardan ayrılmaları, onları yalnız bırakmaları ve ihtilâfa öncülük yapmaları nedeniyle, içlerinin şer ve ihânet dolu kimseler oldukları ve Müslümanlara karşı algı yönetimi yaptıklarını bize göstermektedir. (6)
Kur’ân’ın, iman etmedikleri halde iman ettik diyen, (7) ağızlarıyla (dilleriyle) kalplerinde olmayan şeyi söyleyen kimseler (8) olarak tanımladığı münâfıklar, gerçekte kaba ve kinli oldukları halde muhâtab ve hedefleri üzerinde medenî insan ve dostluk algısı yaratma çabasında olan kimselerdir. Özellikle Saâdet Asrı’nın ilk dönemlerinde münâfıkların vakûr Müslümanları küçümsediği ve onlarla alay ettikleri görülmektedir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Aynî, I, 172; XV, 116; İbn Hacer, Fethu’l-bâri, I, 112.
2) Münâfıkûn, 63/1.
3) Münâfıkûn, 63/4.
4) İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, III, 129; Taberî, Câmiu’l-beyân, II, 181-182.
5) Aynî, Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî, I-XX, Kahire 1972, XVI, 93.
6) Aynî, XV, 28; Elmalılı, II, 732-733; Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, II, 290-291.
7) Bakara, 2/8; Ankebût, 29/10.
8) Âl-i Imrân, 3/167; Maide, 5/41; Fetih, 48/11.
Rivâyette anlatıldığına göre; Bir gün Abdullah b. Übey arkadaşlarıyla birlikte sokağa çıkarlar. Sahâbeden seçkin bir grubun karşıdan geldiğini görürler. Bu sıra münâfıkların başı (İbn Übey) arkadaşlarına: Bakın ben şu gelen budala grubu başınızdan nasıl savacağım? Der. Yaklaştıkları zaman hemen Hz. Ebû Bekir’in elini tutar ve:
“Merhaba ey Temîm Oğulları’nın seyyidi! Şeyhu’l-İslâm ve Resûlullah’ın mağara arkadaşı! Nefsini Resûlullah’a fedâ eden Hz. Sıddîk!” der. Sonra Hz. Ömer’in elini tutar ve Ona: Merhaba ey Adiy oğullarının efendisi, dininde kavî olan, malını canını Resûlullah’a feda eden Hz. Fârûk!” der. Daha sonra kendi avânelerinin yanına dönen İbn Übey onlara şöyle övünür: Nasıl yaptım gördünüz ya! İşte siz de bunları görünce her zaman böyle yapınız, der. Onlar da bu tavrından dolayı İbn Übey’i sever ve ona iltifat ederlerdi. Durumu öğrenen ve üzülen Müslümanlar, olayı Resûlullah’a anlattılar. Bunun üzerine rabbâni terbiyeden yoksun ve hidâyete karşı dalâleti satın alan münâfık İbn Übey’in ve arkadaşlarının bu alaycı tavrını yeren, gerçekte onların başıboş ve boşboğaz kimseler olduklarını ve kendileriyle alay ettiklerini ve kârlı bir yolda olmadıklarını belirten şu âyetler nazil oldu:
“Onlar(Münâfıklar), mü’minlerle karşılaştıkları vakit “Biz de iman ettik” derler. Halbuki kendilerini saptıran şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise “ Biz sizinle beraberiz; biz ancak onlarla (mü’minlerle) alay ediyoruz derler. Gerçekte Allah onlarla istihzâ /alay) eder, azgınlıkları içinde onlara mühlet verir, bu yüzden de onlar, bir müddet başıboş dolaşırlar. İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın alan kimselerdir. Ancak onların bu ticâreti kazanmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (1)
3-Kaos ve Çökertme Algısı Yaratma:
Algı yönetimindeki yönlendirmenin yukarıdaki tanımı (hedefsel tanımı), lüğat manası itibariyle şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelen “ircâf” kavramının, Kur’ân terminolojisindeki tanımı olan; sözle ya da fiille ( görsel medya, basın, yayın, sosyal medya organları vb. ile) hedef kitle İslâm toplumu (Müslümanlar) aleyhine olumsuz propaganda yaparak ve kötü haberler yayarak onları tahrik etmeyi, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozmayı, maneviyatlarını çökertmeyi amaçlayan münafıkların tavrıyla örtüşmektedir. (2)
“Andolsun ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (münâfıklar), şehirde kötü haberler yayanlar (bu yaptıklarından ) vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden -Medine’den- sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada senin yanında az bir zaman kalabilirler. La’netlenirler; rastlandıkları yerde yakalanıp öldürülürler.” (3)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bakara, 2/14-16.
2) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, II, 203; Râgıb el-Isfahânî, s. 189.
3) Ahzâb, 33/60-61.
Bu âyetlerdeki mana ile de ilgili olarak lüğat anlamı itibariyle ircâf; şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelmektedir. Kur’ân terminolojisinde ve ıstılahda İse; sözle ya da fiille İslâm ve Müslümanlar aleyhine menfi (kirli) propaganda yaparak onları tahrik etmek, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozup maneviyatlarını sarsmaktır. Çünkü münâfık kimsenin işi, duyduğu haberin gerçek olup olmadığını araştırmadan yaymak ve Müslümanların korku salıp panik ve kaos yaratmak, onların morallerini çökertmektir. Nitekim Medine yıllarının ilk dönemlerinde Hz. Peygamber Bedir seferine (2/624) çıktığı sırada (henüz çıkarken) Kur’ân’ın ifâdesiyle münâfıklar, “şehirdeki Müslüman halk arasında düşmanın yamanlığını, savaşa katılan Müslümanların mutlak hezîmete uğrayacaklarını, mutlaka öldürüleceklerini, bile bile ölüme gittiklerini, bunları dinleri aldatmış, vb.” sözler söyleyerek kirli propaganda yapan kimselerdir.1 Yine İslâm’ın ilk savaşı ve zaferi olan Bedir harbi sonunda Medineli münâfıklar, İslam ordusunun zafer sesini duymaksızın, ordu henüz cepheden geri dönmeden, -Medinede kaos ve panik yaratmak, Müslümanların moralini çökertmek için- Medine’ye yalan haber yayarak ortalığı velveleye vermişlerdi. Bu dönüş sırasında Nebi (s), Abdullah b. Revâhayı Aliye yöresine, Zeyd b. Hârise’yi Sâfile yöresine Bedir zaferini müjdelemek için göndermişti. Nebî’nin (s) Kusvâ adlı devesinin üzerinde Zeyd b. Hârise’nin yalnız olarak Medîne’ye doğru geldiğini gören Medine’deki müşrikler ve yanlarındaki bazı münâfıklar, Üsâme b. Zeyd’e: “Adamınız Muhammed ve beraberindekiler öldürüldü.” Bir başka münâfık da Medine valisi Lübâbe b. Abdulmünzir’e “Muhammed ve ashabı öldürüldü, işte onun devesi onu tanıyoruz. Zeyd ne diyeceğini bilmiyor. Ali ve arkadaşları öldürüldü. Adamlarınız öyle dağıldı ki, artık onlar bir daha bir araya toplanamazlar.” dedi. Ebû lübâbe’nin bu münafığa cevabı “Allah senin sözünü yalanlayacaktır!” oldu. Daha sonra gerçeği babasından öğrenen Hz. Üsâme bu münafığa dönerek şöyle dedi: “ Sen Resûlullah ve Müslümanlar hakkında kötü düşünüyor, halkı sarsmak, morallerini bozmak ve kaosa düşürmek istiyorsun. Hz. Peygamber gelince senin boynunu vuracağım!” Bunun üzerine o münâfık, “Ben bu sözleri başkaları konuşurken duymuştum” diyerek suçu başkalarını üzerine attı. (2)
Sürekli Müslümanlar için pusuda olan, zor ve kritik anlarda kirli propoganda yaparak onları çökertmeye çalışan münâfıklar, bir başka zaman ve başka bir savaşta Uhud’da da algı operasyonu ve kirli propagandalarına devam etmişlerdir. Uhud Savaşında Malik b. Duhşüm adlı münafık “Muhammed Öldürüldü !”diye yaygara yaparak Müslümanlar arasında acımasız bir panik ve kaos meydana getirmişti. (3)
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Enfâl, 8/49
2) Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-meğâzi, I, 115-116; Muhammed Lokman el-A’zamî en-Nedvî, Müctemau’l-Medîneti’l-münevvere fî ahdi’r-Resûl, Kahire 1989, 447; İbrahim Ali Sâlim, en-Nifâk ve’lMünâfikûn fî ahd-i Resûlillâh, Kahire 1969, s. 99; Mustafa Âsım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1987, III, 177-178.
3) Vâkidî, I, 217-218; Köksal, III, 139.
Mekke’deki kabilecilik ve kana dayalı bir toplumdan Medine’de oluşan Kur’ân ve iman kardeşliğine dayalı bir topluma geçerken Medine İslâm toplumundaki sosyopsikolojik gerçek ve o toplum içinde bulunan münâfıkların eylemi olan ircâfın bir başka boyutu Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:
“Kendilerine güven (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e ve içlerinden yetki sahibi (bilir) kimselere götürselerdi ya….” (1)
4- Çarpıtma ve Çamur Atmak Suretiyle Hedefi Çökertme:
Masum bir anlam taşıyabilen “algı” dan farklı olarak “Algı Yönetimi”;var olan gerçeğin, istenilen gerçekle ters yüz edilmesi ve bunun kitlelere benimsetilmesi….” dir. Masum olmayan algı yönetiminin yönlendirilme amacı ise şüphesiz hedef kişi ya da kitlenin sarsılması, kaos ve panik yaşaması ve çökertilmesidir. Yalancılık, aldatma ve bozgunculuk anlamlarındaki nifakla ma’lûl, kalplerindeki hastalığın ve fıtratlarındaki şerrin tezahürü olarak münâfıkların hile ve zararlarının en fenâsı ve en acımasızlarından biri de yalanın en fenâsı olan iftirâ’dır. Hedef kitle olarak Allah’ın Elçisi ve Müslümanların çökertilmesi hedeflendiği için, doğal olarak algı yönetimi de, bizzat şerde lider konumlu kimse ya da kurumlar yani üst akıllar tarafından yapılacaktır. (2) Tarihe “ifk” olayı veya büyük iftirâ (büyük skandal) olarak geçen bu olay, Hicretin 6. yılında Mustalik (Mureysî) Gazvesi’nde vuku bulan, Nebî’nin (s) nübüvvetine, Hz. Aişe’nin temiz fıtratı ve şahsiyetini, Müslümanların huzurunu hedef alan bu iftirâ olayında yalanın büyüğünü üstlenen kişi, rivâyetlere göre münâfıkların lideri olan Abdullah b. Übey idi. Nebîler Sultanı’nın eşi, mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye karşı yapılan bu büyük yalan ve yakıştırma tarihte “İfk Hadisesi” olarak bilinir. Olmuş ve olacak dezenformasyonun en acımasızı olan bu olay, münâfıkları nifakta öne çıkaran en önemli hadiselerden biri ve belki de birincisidir. Müslümanlar için ifk olayının en üzücü taraflarından biri, hiç şüphesiz bazı mü’minlerin de münâfıkların sarmalına girmeleri ve bu katı ve acımasız algı yönetimine olumlu tavırla katılmış olmalarıdır.
Zor ve kritik anda meydana gelen bu olay kısaca şöyle olmuştur: Hz. Peygamber, Beni Mustalik Gazvesine eşi Hz. Aişe’yi de götürmüştü. Dönüşte ordu bir yerde konakladığı sırada, Hz. Aişe ihtiyacı için gittiği yerde gerdanlığını düşürmüştü. Sonradan farkına varmış ve aramak için geri dönmüştü. Hz. Aişe, seferde sürekli hevdecin (mahfelin) içinde oturduğundan sürücü yine orada sanmıştı. Aramadan sonra konaklanan yere döndüğünde ordu hareket etmişti. Orada bekledi (uyuya kaldığı da söylenmektedir), ordunun arkasını toplamakla görevli Safvan b. Muattal hayvanından inip onu hayvanına bindirdi ve karargaha yetiştirdi. Bu sırada kendi grubuyla oturmakta olan İbn Übey, Hz. Aişe’nin bir adamla geldiğini görünce, bunu fırsat bilip nifâk cinâyetlerinin en büyüğü olan acımasız algı yönetimiyle mü’min-münâfık oradaki insanları yönlendirmeye başladı ve yalanın en büyüğü olan çarpıtıcı laflar ortaya attı.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar
1) Nisâ, 4/84.
2) Medine münâfıkları’nın reisi olan münafık Abdullah b. Übey b. Selûl’ün görüş ve düşünceleri hakkında denilir kir: Gerek Uhud savaşında 300 adamıyla İslâm ordusundan ayrılma düşüncesini, gerekse Tebûk Sefer dönüşünde Müslümanları gözetlemek ve parçalamak, tevhide karşı konuşmak ve oluşmak adına münâfıklar için bir irtibat bürosu mahiyetindeki Mescid-i Dırârı yapması için Abdullah b. Übey b. Selûlü yönlendiren kişinin, Uhud savaşından sonra kaçarak Rum Meliki Harekl’e sığınan Hristiyan Rahib Ebû âmir’in olduğudur. Bu konuda bkz.Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, s. 131, 199. Görüldüğü üzere günümüzde olduğu gibi saâdet asrında da üst akıllar, müşrikler ve Yahudiler şeklinde kurumsal, bazen de Hristiyan Râhib Ebû Âmir vb. şekilde kişi ve kimseler olarak tecelli etmektedir.
Ne yazık ki onun en büyük ve acımasız yalanı olan bu algı operasyonuna, Mistah b. Esâse, Hamne bt. Cahş, Hassan b. Sabit gibi bazı Müslümanlar da katıldı. (1) Bu olay üzerine Hz. Peygamber de artık zevcesi Hz. Aişe’ye daha önce gösterdiği iltifatını göstermez oldu. Sonradan işin farkına varan Hz. Aişe üzüntüsünden hastalandı. O, hem iyileşmek hem de durum karşısında anne ve babasından yardım almak üzere aile ocağına gitti. Ama bu konuda onlardan bir yardım göremedi. Aradan bir ay geçmişti. Ailesi hakkında hiçbir kötülük bilmediğini iddia eden Habîbullah, bu konuda ashabıyla istişâre ediyor ve onlardan yardım istemek üzere hitâbede bulunuyordu. (2) Resûlullah’ın kendilerinden yardım istediği Ensâr’ın iki büyük kabilesi olan Evs ve Hazreç’in kabile reisleri Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubâde kabilecilik hissiyle birbirlerine düşmüşler, hatta birbirlerini yalancılık ve münâfıklıkla suçlamaya başlamışlardı, olay nerdeyse Evs ve Hazreç düşmanlığına dönüşmüştü. (3)
Algıyı yöneten münâfık Abdullah b. Übey’in hedeflediği çökertme gerçekleşiyor, algı yönetiminin hedef kitlesi (Hz. Peygamber, Hz. Aişe ve Medineli ashâb gün geçtikçe geriliyor, algı hedefi olan kaos, panik ve çöküm başlıyordu. Ancak arkadaşları üzerinde ilgisini hiç eksik etmeyen şefkat Peygamberi, zaman zaman her iki tarafa yönelik konuşmalar yaparak tansiyonu düşürmüş, iki tarafı da yatıştırmayı başarmıştı. Durum bu halde iken bir gün Resûlullah (s), Hz. Ebû Bekir’in evine gitti ve: ”Ey Aişe! Bana senin hakkında bir söz ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah, elbette senin suçsuzluğunu ortaya çıkaracaktır. Ama bir günaha düşdüysen Allah’a karsı tevbe ve istiğfâr et!” Hz. Aişe çok üzülüyordu. O, “ Suçsuz olduğumu Allah biliyor ama siz başka sözlere inanıyorsunuz. Ne diyeyim Allah bana sabır versin” dedi. Daha Habibullah yerinden kalkmamıştı ki Hz. Aişe’yi tebrie ve tezkiye eden (temize çıkaran) şu ayetler nazil oldu:
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Buhârî, Sahîh, “Meğâzî”, 34; Müslim, “Tevbe”, 57.
2) Buharî, Sahîh, Tefsir, 24/6; Müslim, “Tevbe”, 56; İbn Hişâm,Ebû Muhammed Abdulmelik, Sîretü’nNebeviyye, III, 248; Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, I-III, Beyrut 1985, II, 431-432.
3) Buharî, Sahîh, Tefsir, 24/6; Müslim, “Tevbe”, 56; İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebeviyye, III, 248; Vâkidî, Kitabu’l-Meğâzî, II, 431-432; Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî tefsîri’lKur’ân, XVIII, 73.
“O yalan haberi getirip ortaya atanlar içinizden bir topluluktur. Siz o yalanı (iftirayı) kendiniz için bir şer sanmayın; bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişi işlediği günahın cezasını görecektir. Onlardan o yalanın büyüğünü idare edene de büyük bir azap vardır.” (1)
Münâfık İbn Übey, yaptığı bu katı ve acımasız algı yönetimi ve yönlendirmesiyle başta Hz. Peygamber’in emsalsiz şahsiyyet ve nübüvveti olmak üzere O’nun birinci derece arkadaşı yâr-ı ğâri (mağara arkadaşı) Hz. Ebû Bekir, biricik eşi Hz. Aişe ve Medineli ashâbın itibarlarını zedelemeyi, küçük düşürmeyi; bu amaçla onları germeyi, algı hedefi olan toplumu çökertmeyi hedeflemiştir.
Bu amaçta olup Müslümanlarla uğraşanlara, onların huzur ve morallerini çökertmeye çalışanlara Hz. Peygamber’in seslenişi şöyledir: “Ey diliyle iman ettiği halde kalbine iman girmeyen kimseler (münâfiklar) topluluğu! Müslümanlar gıybet etmeyin (gıyâben eleştirmeyin)! Ayıplarının peşine düşüp araştırmayın! İyi bilin ki, kim onların ayıplarının peşine düşüp araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah da kimin ayıbını araştırırsa o kimseyi evinin içinde (ortasında) rezil eder.” (2)
Resûlullah (s), bu tür algı ve davranışların ancak münafıklara yakışabileceğini, söz konusu ayıpları araştırma, dil ile, enformasyon yüzyılı da denilen çağımızda sosyal medya (görsel medya, basın yayın, kumpaslar, şeytan işi tele kulak ve izinsiz dinleme, internetle yapılan) iftira, skandal, dezenformasyon ile, ya değersizleştirme ya da abartma şeklinde insanlara ezâ ve cefâ vermenin nifâk ve şikâk ehli kimselerin işleri olduğunu; sonuçta bunların en ağır cezalarla cezalandırılacağını haber vermektedir. Dezenformasyon, skandal, spekülasyon vb. adlarda yalan ve iftirâ şeklinde asılsız haber ve görüntülerle (kumpaslarla) Müslüman toplumu huzursuz eden, toplumda kaos, panik ve moral çökertmeyi hedefleyen ve bunlara sebep olanlara Yaratıcı Kudret’in mesajlarından bazılar şöyledir:
“Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları yapmadıkları işlemedikleri şeyle (suçlayıp) incitenler , bir iftira ve apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (3)
“İnananlar içinde edepsizliğin, hayasızlığın yayılmasını isteyenler için, dünyada da âhirette de elem dolu (acıtıcı) bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (4)
5-Hz. Peygamberi ve Getirdiği Dini İtibarsızlaştırma:
“İçin dışa, sözün öze (dilin kalbe) muhâlefeti (zıt olması)”5 şeklindeki nifâkın tanımıyla ilintili olarak münafıklık; bir nevi tutarlı, karakterli ve güvenilir olmanın zıddı olan karakter ve ruh hali bozuk, müzebzip (mütereddit) ve ikiyüzlü olan kimsenin karakterini yansıtmaktadır. Halbuki tutarlı olmak ve güven verici olmak eylemler ortaya koymak karakter ve kişiliği sağlam, iç ihtilafı olmayan kimselerin özelliğidir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nur, 24/11-23.
2) Ebû Davud, Sünen, Edep, 40 (V, 194, 195); Tirmizî, Sünen, Birr, 85 (IV, 378).
3) Ahzâb, 33/58.
4) Nûr, 24/18.
5) Aynî, Umdetu’l-kârî, I, 172; XV, 116; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I, 112.
Oysa ki Kur’ân’ın ifâdesiyle münâfıklar, gizli inkar sahibi, iç barışıklığı olmayan ve Allah’a, mü’minlere ve hem de kâfirlere, hiç kimseye güven vermeyen şahsiyetsiz kimselerdir. Onların bu iç bozuklukları ve karakterleri Ku’ân’da şöyle anlatılır:
Lüğatlarda; “yer altında çıkışı olan delik, tünel ve yer altındaki köstebeğin tavır ve kaçış manavraları” anlamlarına gelen “nifâk” kavramıyla ilintili olarak, (1) aşağıdaki âyetler ve benzerleri, küfrünü gizleyip imanını izhar eden, diliyle iman ettiği halde kalbinde küfrünü gizleyen münâfık kimselerin kişilik ve karakterlerini, kalbinde maraz (endişe, tereddüt, kin ve bozgunculuk) bulunan hastalıklı ve karaktersiz kişiler olarak tescil etmekte; iş ve eylemlerini de, zor ve kritik zamanlarda Müslümanların azim ve kararlılıklarını sarsmak, morallerini bozmak ve kaos yaratmak için algı operasyonu yaparak mü’minlerin duygularını yanıltıp akıllarını çelmek vb. amaçlar için yaptıkları iş ve eylemleri dile getirmektedir:
“Onlar ki inandılar, sonra inkâr ettiler; daha sonra yine inandılar, yine inkar ettiler; sonra inkarları arttı. Allah, onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir.” (2)
“Arada yalpalayıp dururlar ne bunlara bağlanırlar ne de onlara…..”(3)
Bu doğrultudaki daha birçok âyet ve hadislerde; toplumun moralini bozmak, onları zayıflatmak amacıyla böyle yalan yanlış, araştırmadan yoksun, asılsız ve mesnetsiz haberler yayanlar, yalan haber (iftirâ) uyduranlar, planlar ve projeler kuranlar fâsık, mel’ûn ve münâfık olarak nitelenmekte; akibetlerinin elem verici azap olduğu belirtilmektedir. (4) Buna karşılık gerçek mü’minler ise; yalan, iftirâ ve yanlış algıdan sakındırılmakta; (5) iyi niyet, hüsn-ü zan, iyi teemmül, güzel görme ve güzel algıya teşvik edilmektedir. (6)
Sürekli Müslümanların huzurundan huzursuz olan münâfıklar, Hz. Peygamberi itibarsızlaştırma ve İslâm toplumunu sarsma ve çökertme adına zihinleri ifsâd edici, ihtilâf ve çözülmelere sebep olacak asılsız iddialar ortaya atıyorlardı. Rivâyete göre onlardan biri de; Hz. Peygamber’e şârilik (hüküm koyma)vasfı yükleyen, “”Kim Resûle itâat ederse Allah’a itâat etmiş olur….” (7) Âyetine karşı bazı münâfıklar; “ Bak bak…! Muhammed, Allah’ın yanında rubûbiyet iddiasında bulunuyor!” dediler.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ragıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 502;İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbı’l-hadîs ve’l-eser, V, 98; İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, X, 358.
2) Nisâ, 4/137.
3) Nisâ, 4/143.
4) Nisâ, 4/81-84; Nûr, 24/4.11,15-19; Ahzâb, 33/60, 61; Hucurât; 49/6.
5) Hucurât, 49/ 17; Buhârî, “Vasâyâ”, 8, Nikâh, 45,” Edeb”, 57,58; Müslim, “Birr”, 28; Muvatta’, “Husnü’l-huluk”, 15.
6) Yunus, 10/26; Bakara, 2/218; Ebû Davud, “Edeb”, 81, “Cenâiz”, 13; Tirmizî, “Da’vât”, 110; Dârimî, “Rikâk”, 22; İbn Hanbel, II, 297, 304
7) Nisâ, 4/80.
Bu iddialarıyla onlar, Ümmeti gözünde Peygamberi itibarsızlaştırma, akideleri ifsâd ve toplumda ihtilâf çıkarmaya çalışıyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indirilerek onların ihtilâf ve tezvîrat planlarını haber verdi: (yanındayken) “Peki” derler, ama yanından çıkınca içlerinden birtakımı sana söylemiş olduğunun tersini kurar. Allah onların geceleyin ne düşünüp kurduklarını) (ne plan kurduklarını) yazmaktadır.” (1)
Onların (Münâfıkların) üst akıl Yahudi dostlarıyla işbirliği halinde, Yüce İslâm Dini’ni itibarsızlaştırmak ve insanları İslâm’dan soğutmak, itibarını zedelemek ve önünü kesmek için başvurulan psikolojik savaş ve yönettikleri algı yönetiminden bir diğeri de şöyle olmuştur: Medine civarında yaşayan bazı Yahudi bilginler ve liderler (Hayber Yahudilerinden 12 kişilik hahamlar topluluğu), iman henüz iman gönlüne yerleşmemiş kimseleri (yeni Müslüman olanları) şüpheye düşürmek için aralarında şöyle bir karar almışlardı: Buna göre onlar, İslamı kabul etmiş gibi görünecekler, sabah namazını Müslümanlarla beraber kılıp, akşamüzeri, kendi kitaplarında Hz. Muhammed’in risâletiyle ilgili bir şey bulamadıkları iddiasıyla İslam’dan çıktıklarını ilan edeceklerdi. Amaçları hiç olmazsa bazı kimselerin, “Bunlar vazgeçtiklerine göre, Müslümanlıkta mutlaka bir eksiklik bulmuşlardır” demelerini sağlamaktı. Şu âyetlerde onların bu itibarsızlaştırma planları ifşâ edilmektedir:
“Ey ehl-i kitab! Neden doğruyu eğriye (hakkı batıla) karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Ehl-i kitapdan bir grup, “Mü’minlere indirilmiş olana (Kur’ân’a) sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Böylece belki onlar dinlerinden dönerler, dedi.” (2)
Enformasyon yüzyılı olan çağımızda görsel medya organları, sosyal medya, telefonlar, basın ve yayın organlarında yapılan mesaj ve email şeklindeki -şu kadar okunup şu kadar sayıda başkalarına gönderilme sparişli âyet, hadis ve duâlar, - gönderen ve gönderilen için mutlak surette ölüm ve felâketi engellemeyi! Kurşun geçirmezliği! Zenginleştirme ve mutlu kılmayı! Sevdiğine ve emellerine kavuşturma vb. lerini! Vadeden - ısmarlama algı mesajları da, hiç kuşkusuz Müslümanların Allah’a olan ümidine ve kutsallarına, tebberrük anlayışına yönelik, organize İslâmdışı gruplar tarafından yapılan çökertme, kutsal ve manevî değerleri itibarsızlaştırma amaçlı bir çeşit algı yönetiminden başka bir şey değildir. Gerçek bir mü’min, bütün bu algı operasyonlarına karşı Allah’ın nûru ve nebevî ahlâktan aldığı basîret ferâsetiyle olumsuz etkilenmemeyi başarabilmelidir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisâ, 4/81; Bkz. Elmalılı, II, 1400.
2) Âl-i Imrân, 3/71-72.
İslâm’ı itibarsızlaştırmak, Müslümanların ve hatta insanların huzurlarını bozup onları ruhen çökertmek amacıyla algı yönetimiyle uğraşanlara, onların huzur ve morallerini çökertmeye çalışanlara Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in seslenişleri şöyledir:“Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları yapmadıkları işlemedikleri şeyle (suçlayıp) incitenler , bir iftira ve apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (1)
İnananlar içinde edepsizliğin, hayasızlığın yayılmasını isteyenler için, dünyada da âhirette de elem dolu (acıtıcı) bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2)
“Ey diliyle iman ettiği halde kalbine iman girmeyen kimseler (münâfiklar) topluluğu! Müslümanlar gıybet etmeyin (gıyâben eleştirmeyin)! Ayıplarının peşine düşüp araştırmayın! İyi bilin ki, kim onların ayıplarının peşine düşüp araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah da kimin ayıbını araştırırsa o kimseyi evinin içinde (ortasında) rezil eder.” (3)
Sonuç
Resûlullah (s), bu tür algı ve davranışların ancak münafıklara yakışabileceğini, söz konusu ayıpları araştırma, dil ile, enformasyon yüzyılı da denilen çağımızda sosyal medya (görsel medya, basın yayın, kumpaslar, şeytan işi tele kulak ve izinsiz dinleme, internetle yapılan) iftira, skandal, dezenformasyon ile, ya değersizleştirme ya da abartma şeklinde insanlara ezâ ve cefâ vermenin nifâk ve şikâk ehli kimselerin işleri olduğunu; sonuçta bunların Allah katında en ağır cezalarla cezalandırılacağını haber vermektedir. Dezenformasyon, skandal, spekülasyon vb. adlarda yalan ve iftirâ şeklinde asılsız haber ve görüntülerle (kumpaslarla) Müslüman toplumu huzursuz eden, toplumda kaos, panik ve moral çökertmeyi hedefleyen ve bunlara sebep olanlara Yaratıcı Kudret’in mesajlarından bazılar şöyledir:
“Yanlış Algı ve Doğru İslâm”, algısız olgu olmaz, tek taraflı hatla konuşup anlaşma imkansızlığı, piriz-ampül arasındaki temas ve ilişkinin imkansızlığı vb. kullandığımız teknolojik şeyler, bu formülasyonun basit örnekleridir. Doğru olan bir hedefe eğri olan bir cismi (ok veya çubuğu) isâbet ettirmenin imkansızlığı ortadadır. Yanlış algıyla olguya (gerçek olana) erişmek mümkün olmadığına göre doğru olan İslâm’ın hakîkatına erme ancak doğru algı ve anlamayla mümkündür. Allah’ın rızasını kazanmış takvâ sahibi olgun bir mü’min için, rütbelerin en üstünü olan imanın hakikatine (takvâya) ermek, ancak arzu ve algıları kontrol ve disipline etmesiyle mümkündür. Ayrıca her bireyin, kendi mutluluğu adına algı ve arzularını yöneltmesi ve disipline etmesi, yalnız mü’min ve Müslüman için değil, aklı selîm, kişilik ve karakter sahibi, eşref-i mahlûk her insan için gereklidir.
~~~~ * ~~~~
Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahzâb, 33/58.
2 Nûr, 24/18. 3 Ebû Davud, Sünen, Edep, 40 (V, 194, 195); Tirmizî, Sünen, Birr, 85 (IV, 378).
Bu çerçevede denilebilir ki, olgun bir Müslüman için algılarını kontrol etme, yanıltma veya yanlış algıdan kaçınma ve sonuçda doğruya ve hakîkate (doğru olan İslâm’a erme) ancak hayat rehberi olan Kur’ân ve onun en etkin ve yetkin göstermeni olan Hz. Peygamber örnekliğinde mümkündür. Hatta Peygamberlerin gönderiliş amacının, âriflerin nefsi terbiye, hükemânın hikmet, ulemânın eğitim ve terbiye telakkilerinin (anlayışlarının) özünü arzu (hevâ) ve algıyı terbiye ve disipline etmenin (iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmenin) oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Günümüz Müslümanları için bireysel ve toplumsal boyutlu bir problem olan algı yönetiminin ancak Resûlullah (s) ve ashâbını (asr-ı saâdeti) iyi okumak, içselleştirmek ve onlar örnekliğinde, toplumumuzda Kur’ân ve Sünnet öğreti ve bilincinin artmasıyla ıslâh edilebileceği ümit ve düşüncesiyle tüm dinleyenlerime teşekkür eder, saygılar sunarım.
Bibliyografya
* Abdullah Yıldız. Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İstanbul 2000.
* Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-hafâ ve müzîli’l-ilbâs…, I-II, Kahire, ts.
* Ahmet Akseki, İslâm Dini, Ankara 1983.
* Ahmet b. Muhammed b. Hanbel, Müsned’ü Ahmed b. Hanbel, I-VI, İstanbul 1981.
* Alâaddin el-Hindî Aliyyü’l-muttekî b. Husâmeddin, Kenzu’l-ummâlfî süneni’l-akvâl ve’l-ef’âl, I-IXVI; Beyrut 1993.
* Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş), Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1982.
* Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî Şerh’u Sahîhi’l Buhârî, I-XX, Kahire 1972.
* Beyzavî, Nâsıruddîn Ebû Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl (Mecmau’t-tefâsîr), I-VI, İstanbul 1979.
* Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, I-VIII, “Vesâyâ”, 8; “Nikâh”, 45; “Edeb”, 57, 58, İstanbul 1981. Cengiz Akyol, Levent Ersin Orallı,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf Cengiz Akyol, Oğuzhan Başıbüyük,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf Cengiz Akyol-Bilal Karabulut,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf
* Cürcânî, Seyyid Şerîf Ali b. Muhammed, Kitâbu’t-ta’rîfât, y.y., ts.
* Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman, Sünenü’d-Dârimî, I-II, İstanbul 1981.
* Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as ; Sünen’i Ebî Davud, I-V, “Edeb”, 88, İstanbul 1981.
* Elias A. Elias, Elıas’ Modern Dıctıonary English-Arabic, Dâru’l-Cîl, Cairo 1974.
* Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I-IX, Beyazıt-İstanbul, ts.
* İbn Hacer, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali , el-Isâbe fî temyîzi’s-sahâbe, I-IV, Beyrut 1910. -Fethu’l-bâri bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-XIV, Kahire 1987.
* İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Ömer Abdusselâm Tedmürî, Kahire 1987.
* İbn İshak Muhammed b. Yesâr, Kitâbu’l-Meğâzî, thk. Muhammed Hamîdullah, Konya 1981.
* İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîl-u müşkili’l-Kur’ân, Kahire 1973.
* İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen’i İbn Mâce, I-II, “Edeb”, 16, İstanbul 1981.
* İbn Manzûr, Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, I-XV, Beyrut ts. İbn Sa’d Muhammed b. Menî’, et-Tabakâtu’k-kübrâ, thk, İhsan Abbas, I-IX, Beyrut 1985.
* İbnü’l-Esîr, Mecdüddîn el-Mübârek b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l hadîs ve’l-eser, thk. Mahmud Muhammed et-Tanâhî, I-IV, Beyrut ts.
* İbrahim Eken, Kulluk, İstanbul ts.
* İbrahim Ali Sâlim, en-Nifâk ve’l-Münâfikûn fî ahd-i Resûlillâh, Kahire 1969.
* Kadı Iyâd Ebu’l-Fadl Iyâd b. Mûsâ el-Yahsubî,, eş-Şifâ bi ta’rîf-i hukûki’l-Mustafâ, Dâru’l-kütübi’l-ılmiyye, I-II, Beyrut ts.; thk. A. M. Becâvî, Kahire 1977.
* Kemal Atik, Ali Bardakoğlu, Celal Kırca Selahttin Polat, Ali Toksarı, İslâmî Kavramlar, Ankara 1997.
* Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, trc. Ömer Rıza Doğrul, I-V, Beyazıt- İstanbul 1974.
* Muhammed Fuâd Abdulbâki, el-Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul ts.
* Muhammed Lokman el-A’zamî en-Nedvî, Müctemau’l-Medîneti’l-münevvere fî ahdi’rResûl, Kahire 1989.
* Mustafa Âsım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1987.
* Müslim, Müslim b. Haccâc, Sahîh’u Müslim, I-III, “Birr”, 28, İstanbul 1981.
* Malik, Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 15, İstanbul 1981.
* Râgıb el-Isfahânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî garîbi’lKur’ân, Beyrut ts.
* Suyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebû Bekr, el-Camiu’s-sağîr, I-II, Kahire 1982.
* Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, I-VI, İstanbul ts.
* Şemsettin Sami, Kâmûsî Türkî, I-II, İstanbul 1989.
* Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-XXX, Beyrut 1972.
* Tirmizî, Muhammed b. İdris, Süneni’t-Tirmizî, I-V, “Birr”, 85, İstanbul 1981.
- eş-Şemâil el-Muhammediyye, thk. Seyyid b. Abbâs el-Celîmî s. Beyrut, ts.
- Evsâfu’n-Nebiyyi, thk. Semîh Abbâs, Beyrut, 1987.
* Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara 2005.
* Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, I-III, Beyrut 1985.
* Zamahşerî, Cârullah Mahmut b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fi’l-vucûhi’t-te’vîl, I-IV, Beyrut ts.