16 Ağustos 2021 Pazartesi

HADİS / Hz. Peygamber Örnekliğinde Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propoganda) / Sayfa 518 - 546

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve
DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 518 - 546
H A D İ S
Hz. Peygamber Örnekliğinde
Algı Yönetimi ve İrcâf
(Kirli Propoganda)
Abdullah YILDIZ *

     A-Algı ve Algı Yönetimi
     1-Algı Ne Demektir?
     T.D.K. Sözlüğünde “Algı”: “Bir şeye dikkati yönelterek o şeyin bilincine varma, idrâk”; diğer bir tanıma göre; nesne ve olaylara karşı organizmanın yaptığı anlamlı, sistemli ve toptan bir tepkidir. Bir başka tanıma göre algı, dış dünyada olup biten olayların, olguların ve nesnelerin duyulması, görülmesi, yorumlanması ve içselleştirilmesi süreci olarak da tanımlanmaktadır. (1)
     İngilizcesi "perception", Arapçası ”، بصير ة ، تمييز ، ... أْلدراك الح س ى ، اد راك، شعو ر“  olan “algı” kelimesi lüğatta; algı, algılamak, idrâk, basiret, sezgi, seziş vb. anlamlara gelmektedir. (2) “Algılamak” kökünden “idrâk ve anlama” manalı, insanoğlu için aslî bir sıfat olan bu kelimenin, günümüzde tehlikeli bir silah haline geldiğini görmek ilginç ve düşündürücü bir husustur. (3) Öyle ki, Avrupalı bazı toplum mühendisleri, strateji bilginleri ve düşünürlere göre, hedeflenen bir milleti işgal etmek için toprağını işgale gerek yok, algısını işgal etmek yeterlidir.

     2-Algı, Gerçek ve Gerçeklik İlişkisi:
     Algılar, her zaman gerçeği, doğru olanı yansıtmaz. Algılamayı, kişinin eğitimi, deneyimleri, değerleri de diyebileceğimiz inançları ve kültürü etkiler. Uyaranın aynı olmasına rağmen algılamanın farklı olması, algı ile gerçek arasındaki farktan kaynaklanmaktadır.
     Bugünkü modern dünya, enformasyon yüzyılı olarak tanımlanmakta; medya da, bilgiyi depolayan ve aktaran (en zengin ve önemli) araçlar olarak tanımlanmaktadır. Algı yönetimi çerçevesinde ele alındığında medya, bilginin üretildiği, abartıldığı ve çarpıtıldığı bir araç olarak da tanımlanabilir. Bugünkü medya daha çok bilgi üretme, abartma ve çarpıtma fonksiyonlarıyla öne çıkmaktadır.
     Şekil değiştiren bilgi ise gerçeklik olmaktan çıkar ve bir simülasyon (benzetim) haline gelir. Algı ve gerçeklik arasındaki uçurum, çağdaş dünya ile (olumsuz etkileriyle) daha da genişleyerek sosyal, siyâsî ve ekonomik yaşamın içerisindeki karmaşıklığın kitle iletişim araçlarının zihnimizdeki ögeleri değiştirmesi ile hız kazanmıştır. Medya ve medyayı çıkarları için kullanmak isteyen sermaye sahipleri kendi çıkarları için gerçekleri manipüle ederek bizlere sunarlar. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
* Doç. Dr. Harran Ün. İlahiyat Fak. Hadis Anabilim Dalı.
1) Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara 2005, s. 72.
2) Elias A. Elias, Elıas’ Modern Dıctıonary English-Arabic, Dâru’l-Cîl, Cairo 1974, s. 528.
~~~~ * ~~~~

     Medya: Medyada insanların algıları yönetilirken kullanılan yöntemlere gelince onlar özetle; meşrulaştırma, tahrif etme, değersiz gösterme (itibarsızlaştırma) ve abartma şekillerinde kendini göstermektedir. (1)
     Algı, önce kişisel değerler ile belirlenen dikkat ile başlar. Birey, kendi değerleri doğrultusunda olay, kişi ve durumlara ilgi gösterir. Ancak algı yönetimiyle, kitlelere sunulan söz ve imgeler (araçlar) bir çeşit sanal gerçeklik yaratmaktadır ve istenilen şekilde davranış geliştirmede etkili olmaktadır. Algı yönetimi çerçevesinde ele alındığında ise çağımızda medya; bilginin üretildiği, abartıldığı ve çarpıtıldığı önemli bir araç olarak tanımlanmaktadır. Şekil değiştiren bilgi ise gerçeklikten çıkar ve bir simülasyon (benzetim) haline gelir. Gerçekliğin sadece maskelenmiş bir yansıması olan bu imgenin (aracın) artık gerçekle hiçbir ilgisi kalmaz, dezenformasyon (bilgi çarpıtma) halini alır. Bazı uzmanlarınca algı; dış dünyada olup biten olayların, olguların ve nesnelerin duyulması, görülmesi, yorumlanması ve içselleştirilmesi süreci olarak tanımlanmaktadır. (2)

     B-Algı Yönetimi (Perception Management)
     Algılama yönetimi; çeşitli yolları kullanarak gerçekleri yansıtma, operasyon güvenliğini sağlama, gerçeği gizleme ve çarpıtma, psikolojik operasyonları yönetme gibi unsurların bileşkesinden oluşmakta; algıyı yönetebilmenin yolu, hedef kitlelerin değer ve kültürünü dikkate almaktan geçmektedir. Cengiz Akyol’un ifâdesiyle “Algı Yönetimi”; var olan gerçeğin, istenilen gerçekle ters yüz edilmesi, çarpıtılması ve bunun kitlelere benimsetilmesi….” Algı, kendi başına çok masum bir anlam taşıyabilir, çok masum amaçlı da kullanılabilir. Ama söz konusu olan algı yönetimi ise artık orada masum bir anlamdan söz etmek imkansızdır. Algı yönetiminde hedef kitle karşı tarafı itibarsızlaştırma ve çökertme hırsı vardır. (3)

~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
~~~~ * ~~~~

     Algı Yönetimi (Perception Management) kavramı, ilk kez ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) içindeki birimler tarafından kullanılmış ve şöyle kullanılmıştır: “Kitlelerin duygu, düşünce, amaç, mantık, istihbarat sistemleri ve liderlerini etkileyerek seçili bilgilerin yayılması veya durdurulması; bunun sonucunda hedef davranış ve düşüncelerinin, hedefleyenin istekleri doğrultusunda yönlendirilmesi.” (1) Algı yönetimi, genel anlamda hedef kitle olan kamuoyuna verilecek mesajların belirlenen amaçlar doğrultusunda üretilmesi ve yönetilmesidir. Bu yöntem, özellikle ABD’de politikacıların almış oldukları kararların ulusal ve uluslararası kamuoyunda benimsenmesi ve kabul görmesini sağlamak amacıyla ilk kez ABD Savunma Bakanlığına (Pentagon’a) bağlı birimler tarafından uygulanmaya başlanmıştır.
     Anlatan ve Anlayan açılarından yanlış “Algı Yönetimi” (Perception Management) kavramı, ilk kez ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) içindeki birimler tarafından kullanılmış bir kavram. Algı Yönetimi (Perception Management) olarak adlandırılan olgu. Son birkaç yıla kadar Türkiye’de çoğu kimsenin haberdar olmadığı bir kavram.
     Algı ve algılama deyince belki insanın aklına ilk fırsatta felsefe, sosyoloji, psikoloji vb. gelebilir ama “algı ve algılama yönetimi” deyince akla Pentagon ve CIA gelmelidir. (2) Kavramsal olarak askerî bir söylemle ortaya çıkan “algı yönetimi” ve uygulamaları artık günümüzde pazarlama tekniklerinden politik kampanyalara, iç güvenlik hizmetlerinin sağlanmasından kamu diplomasisi ve uluslararası ilişkilere kadar sosyal hayatta, hatta dini hayatta bile önemli ve etkileyici bir yönetim aracı olarak karşımıza çıkmaktadır.
     Denilebilir ki, algı yönetiminin en büyük başarısı, hedef kitleyi basitlikten uzaklaştırarak ve radikalleştirerek körleştirmesidir. Basit düşünemezsiniz, basit değerlendirme yapamazsınız; böylece esastan uzaklaşırsınız, uzaklaşırsınız, uzaklaşırsınız…, sonra basitleşirsiniz ve fakat farkında olamazsınız. Cengiz Akyol’un ifâdesiyle, “kısaca algı yönetimi, tam bir peşinden gitmedir, hem de gözleri kapalı olarak”. (3)

     C-Algı ve Algılanma (Anlatan ve Anlayan) Açılarından Müslüman:
     İslâm’ın temel kaynağı olan Kur’ân-ı Kerîm’de, kendi algı yönetimi ve disiplininden sorumlu mükemmel varlık insan hitaben şöyle buyurulmaktadır: “Hakkında bilgin olmayan (bulunmayan) şeyin arkasına düşme! Çünkü kulak, göz ve gönül (kalp) bunların hepsi yaptığından sorumludur.” (4) Sözlük anlamı itibariyle İdrak, anlama, duyu ve duyumların zihnimizde bıraktığı şekle, düşünce ve hisse algı diyebildiğimize ve algının her zaman doğruyu ve gerçekleri yansıtmazlığı söz konusu olduğuna göre şu naslar da, algıya ve onun masum olmayan maksatlı yönetimine (algı yönetimine) dikkatimizi çekmektedir: 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
4) İsrâ, 17/36. 
~~~~ * ~~~~

    Doğrular ve gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan zan ve sanıya itibarın müşriklerin ve ahiret inancı olmayan kimselerin işi olduğunu belirten yaratıcı kudret, zanna inanan kimselerin gittikçe gerçekten uzaklaştıkları ve doğru yolu kaybettiklerini şöyle belirtir:
     “De ki: Allah’a koştuğunuz ortaklarınızdan hakka iletecek olan bir kimse var mı? De ki: Hakk’a (ancak) Allah iletir. Öyle ise, Hakka ileten mi uyulmaya daha layıktır; yoksa iletilmedikçe doğru yolu bulamayan kimse mi? Ne oluyor size? Nasıl hüküm veriyorsunuz? Onların çoğu ancak zannın ardından gider. Oysa zan, hak (gerçeklik) namına hiçbir şeyin yerini tutmaz.” (1)
     Müşriklerin aksine, doğrusu hem yüce Allah’a hem de çevresindeki tüm insanlara güven verme durumunda olan gerçek mü’min (hakiki Müslüman) ise, kesin ve doğru olmayan şeylerden, kötü algıdan ve kötü algılanmaktan kaçınmak zorundadır. “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının; çünkü zannın bir kısmı günahtır…” (2)
     Algı yönetiminde hedeflenen kitlede etkin olan zan ve sanı konusunda Habîbullah’ın ümmetine uyarısı ise şöyledir: “Zandan sakınınız, zandan sakınınız! Çünkü zan, sözlerin en yalanıdır…” (3)
     “Kişiye duyduğu (bir üçüncü şahıstan) her şeyi gerçekmiş (doğruymuş) diye söylemesi, günah (yalan) olarak kâfidir (yeter).” (4)
     “Ey diliyle iman ettiği halde kalbine iman girmeyen kimseler (münâfiklar) topluluğu! Müslümanları gıybet etmeyin (gıyaben eleştirmeyin)! Ayıplarının peşine düşüp araştırmayın! İyi bilin ki, kim onların ayıplarının peşine düşüp araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah da kimin ayıbını araştırırsa o kimseyi evinin içinde (ortasında) rezil eder.” (5)
     Daha önce de belirtildiği üzere algı, kendi başına çok masum bir anlam taşıyabilir, çok masum amaçlı da kullanılabilir. Ama söz konusu olan algı yönetimi ise artık orada masum bir anlamdan söz etmek imkansızdır. Algı yönetiminde hedef kitle karşı tarafı itibarsızlaştırma ve çökertme hırsı vardır. Bu hedef, daha çok nifâkın ve münâfıkların en önemli niteliklerinden biri olan, “hud’a” (iyi niyetli görünerek aldatma) kavramıyla da örtüşmektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Yunus, 10/ 35, 36; Necm, 53/27, 28.
2) Hucurât, 49/12.
3) Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, “Vesâyâ”, 8; “Nikâh”, 45; “Edeb”, 57, 58, İstanbul 1981; Müslim, Müslim b. Haccâc, Sahîh’u Müslim, “Birr”, 28, İstanbul 1981; Malik, Mâlik b. Enes, elMuvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 15, İstanbul 1981.
4) Ebû Davud,Süleyman b. el-Eş’as ; Sünen’i Ebî Davud, “Edeb”, 88, İstanbul 1981.
5) Ebu Davud, Sünen, Edep, 40 ; Tirmizî, Muhammed b. İdris, Süneni’t-Tirmizî , “Birr”, 85, İstanbul 1981.
~~~~ * ~~~~

     “Hud’a”: Kişinin kasdettiği kötü şeyi (şerri) gizleyip, muhataba aksini vehmettirmesi; diğer bir ifadeyle kişinin kendisi hakkında işlediği şeyin (işlediği şerrin) tam aksini arkadaşına zannettirmesi demektir. Bu manada Araplar, deliğine gizlenen kelerin (köstebeğin) avcı geldiğinde, avcıya yönelmiş gibi görünerek bir başka delikten çıkmasına “الضب خدع" (köstebek hile yaptı, algı yanılttı) derler. Hud’a; iyi niyyetli görünerek birini aldatmak olup, asıl anlamında gizlilik manasını taşımaktadır. Bir kimsenin, başkasına karşı görünüşte dostluk ve sevgi izhar edip kalbinde onu zarara sokacak bir şeyi (şer olan şeyi) gizlemesidir. (1)
     Hz. Peygamber örnekliğinde, îmanın hakikatine ermeye ve iyi bir Müslüman olmaya tâlib olan kişi, ferâset ve basiret sahibi mü’min kişi, anlatan ve anlayan öge olarak hatadan masum olmayan algı yönetimi yapmadığı gibi, algı yönetimi ve kirli propagandalara da kendini ve sevdiklerini kurban vermemelidir. Çünkü hadislerde: “Gerçek mü’minin ferasetinden sakının; çünkü O Allah’ın nuruyla bakar (değerlendirir)” (2) ; “Gerçek mü’min, bir delikten iki defa ısırılmaz.” buyurulmaktadır. (3) “Olgun Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden selamette (güvende) olduğu kimsedir.” (4)

     Anlatan Ve Anlayan Açılarından Algı Yönetimi ve İstikâmet
     A-Anlatan Açısından Algı Yönetimi ve Hz. Peygamber’in Algı Hassâsiyeti:
     Konumuz olan algı yönetimi, insanlığın ahlâk ve saâdet önderleri Peygamberlerin dışında hiç kimse için kasıttan ve günahtan hali, masum bir eylem değildir. O halde ”Algı Yönetimi ve İrcâf" (Olumsuz ve Kirli Propaganda) konusunu, en etkin ve yetkin kaynak olan Kur’ân-ı Kerîm’den ve Yaratıcı Kudret’in biz kullarına insanlığın rehberleri ve rol model olarak önemle tavsiye ettiği son Peygamberi Habîbullah (5) ve güzîde ashâbı örnekliğinde ele almamız daha uygun ve gerçekçi olacaktır.
     “Algı Yönetimi; var olan gerçeğin, istenilen gerçekle ters yüz edilmesi ve bunun kitlelere benimsetilmesi, kasıtlı yönlendirme” Olduğuna göre, hedefi de; Gerçeği gizleme, çarpıtma ve psikolojik operasyon, kaos, çökertme ve itibarsızlaştırma olmalıdır. Daha evvel belirtildiği üzere kitle medyasında algı yönetimi yöntemleri ise daha çok; meşrulaştırma, tahrif etme, değersiz gösterme ve abartma… şekillerinde öne çıkmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Râgıb el-Isfahânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî garîbi’l-Kur’ân, Beyrut ts., s. 143: Zamahşerî, Cârullah Mahmut b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fi’l-vucûhi’tte’vîl, Beyrut ts., I, 30; Beyzavî, Nâsıruddîn Ebû Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’tte’vîl (Mecmau’t-tefâsîr), İstanbul 1979, I, 56; Abdullah Yıldız. Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İstanbul 2000, s. 91
2) Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, I, 42.
3) Buhârî, Sahîh, “Edeb”, 83; Müslim, Sahih, Zühd, 63.
4) Buhârî, “İman”, 5.
5) Ahzâb, 33/21; el-Mümtehıne, 60/4, 6.
~~~~ * ~~~~

     Algı yönetimindeki bu yönlendirmenin yukarıdaki hedefsel tanımı, lüğat manası itibariyle şiddetli sarsıntı ve zelzele, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelen “ircâf” kavramının, Kur’ân terminolojisinde ve ıstılahda: Sözle ya da fiille (görsel medya, basın, yayın, sosyal medya organları vb. ile) hedef kitle İslâm toplumu (Müslümanlar) aleyhine olumsuz propaganda yaparak ve kötü haberler yayarak onları tahrik etmeyi, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozmayı, maneviyatlarını çökertmeyi amaçlayan münafıkların tavrıyla örtüşmektedir. (1) Nitekim algı yönetimindeki yönlendirici konumundaki kimse, kurum ya da kitleler de, hedef kitleler üzerinde onlardan görünüp yanlış bilgilendirmeyi, gerçekleri ters yüz etmeyi, gerçeği gizlemeyi, olayları çarpıtmayı; hedef kitle olan toplumda, panik, korku, kaos, sarsıntı ve çöküşü hedeflemektedir. Bu durum, Hz. Peygamber önderliğindeki Asr-ı Saâdet toplumunun, zor ve kritik zamanlarda, en önemli nitelikleri “kizb” (yalan) , “hud’a” (aldatma), “ifsâd” (bozgunculuk) ve “ircâf” (fitne kaos amaçlı kasıtlı yalan) olan münafıklarla (2) yaşadıkları bazı olaylara dikkatimizi çekmektedir. O halde Müslüman toplum olarak Yüce Allah’ın kendisi hakkında; “O, size çok düşkün, mü’minlere karşı da çok şefkatli ve merhametlidir.” buyurduğu; ahlâk, seciye ve karakteri Kur’ân’da; “Elbette sen, yüce bir ahlâk üzeresin” diye vasfedilen en mükemmel örneklik Hz. Peygamber örnekliğinde algı yönetimini iyi tanımamız gerekmektedir.

     Hz. Peygamber ‘in Algılanmaktan (Anlaşılmaktan) Sakındığı Algılardan bazıları şunlardır:
     1-Ruhbâniyet (Algısından Kaçınma Algısı): Korkmak, titreyip ürpermek anlamlarına gelen “ruhb” ve “rehbet” kökünden gelen “ruhbâniyet”, Allah’dan korkan kişi anlamına gelen ve kendilerine “rahip” denilen kimselerin yolundan gidenlerin ortaya koydukları hayat tarzının adıdır. İbn Manzur, başlangıçta sıradan Allah korkusu ve din adamlığını ifâde eden bu kelimenin sonraki zamanlarda manastıra kapanmayı, dünyaya ve insanlara sırt dönmeyi, evlenmemeyi, hatta iğdiş edilmeyi ifade eden bir anlam kazandığı bu gelişmede Hristiyanlara yapılan baskıların önemli rol oynadığını belirtiyor. (3) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbnü’l-Esîr, Mecdüddîn el-Mübârek b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, thk. Mahmud Muhammed et-Tanâhî, Beyrut ts., II, 203; Râgıb el-Isfahânî, s. 189; İbn Manzûr, Cemaleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’Arab, Dâr’u Sâder , Beyrut ts., IX, 112-114.
2) Bakara, 2/9, 10, 11; Nisâ, 4/142; Ahzâb, 33/60; Münâfikûn, 63/1; ayrıca bkz. Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, s. 90,103, 115, 137.
3) İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, I, 436-439.
~~~~ * ~~~~

     Kur’ân-ı Kerim, ruhbâniyeti Hristiyan din önderlerinin sonradan uydurduklarını ve kurallaştırdıklarını mu’cize bir ifâdeyle şöyle haber vermektedir: “Sonra bunların (Hz. Nuh ve İbrahim) izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik. Meryemoğlu Îsâ’yı da arkalarından gönderdik. Ona İncili verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbânlığa gelince, onu biz yazmadık. Fakat kendileri bunu Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mukâfaatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.” (1)
     İlgili âyette belirtildiği üzere “ruhbâniyet”;
     - Asla vahyin getirdiği buyruklar ve prensiplerden değildir.
     - Hristiyanlar, bu yolu Allah’ın rızasına ermek için! kendileri bulmuşlardır. (2)
     Bu manada Nebî (s) ruhbâniyeti, dünyadan el etek çekmeyi asla sevmezdi. Zira O’nun din ve takvâ anlayışında ruhbâniyet ve hayattan kaçış yoktur. Arkadaşlarından Osman b. Maz’ûn, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Amr vb. bazıları zühd, takvâ ve mistik yaşantıya yatkın, kendilerini Allah’a adamış ünlü kimselerdi. Hatta onların içinde ailesiyle telezzüz etmemek için kendisini iğdiş ettirmeye teşebbüs edenler bile vardı. Bir gün onlardan birisinin (Kudâme veya Osman b. Maz’ûn’un) yıl boyu her gün oruç tuttuğunu ve karısıyla cinsel ilişkiyi kendisine yasakladığını duyan Hz. Peygamber, onu yanına çağırdı ve kendisine şunları söyledi: “Sen benim yolumdan (sünnetimden) yüz çevirmek ister misin? O’ndan “hayır!” cevabını alınca Osman’a ve arkadaşlarına şu tarihi sözlerini söyledi: Ben ruhbâniyetle emrolunmadım. Ben kadınlarla evlenirim. Uyuduğum gibi uyanık da olurum. Oruç tuttuğum gibi oruçsuz günler de geçiririm. Kim benim bu tavır ve tarzımdan (sünnetimden) yüz çevirirse o benden değildir. Ey Osman! Eşinin senin üzerinde hakkı vardır, nefsinin senin üzerinde hakları vardır. Onları da ödemen gerekir. İyi bil ki Allah yanında kuvvetli mü’min zayıf mü’minden daha sevimlidir.” (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Hadîd, 57/27
2) Hadîd, 52/27; ilgili âyetin tefsirinde özet olarak kaydedildiği üzere Hristiyan mü’minler, ağır savaşlarda zorbalarca büyük kayıplar vermiş; sağ kalan iman ehli Hristiyanlar, kendilerinin de ölümleri halinde dine davet edecek kimsenin kalmayacağı gerekçesiyle savaş yapmama kararını almışlar. Sadece ibâdetle meşgul olmaya başlamışlar. İşte bu sebeple fitneden kaçmışlar. Dinlerinde ihlas ve samimiyet içinde dünyanın bütün zevklerinden, fazla yiyip içmekten ve evlenmekten vazgeçmişler. Dağlar, mağaralar, ağaç oyukları ve hücrelerde ibâdetle meşgul olmuşlardır. Ama özellikle daha sonraları birçoğu buna riayet etmeyerek Hz. İsa’nın dinini inkar ettiler, hükümdarlarının dinine girdiler. Teslis akidesini ortaya attılar. Kendi kitaplarında adı geçen Hz. Muhammedi inkar ettiler ve başka sapıklıklara kapıldılar. Bkz. Komisyon (Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş), Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1982, s. 540.
3) Buhârî, Sahîh, “Nikah”,1, 89: Buhârî, ”Sahîh”, Savm, 57; İbn Hacer, el-Isâbe, II, 464; Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, trc. Ömer Rıza Doğrul, Asr-ı Saâdet, Beyazıt- İstanbul 1974, II, 87-89.
~~~~ * ~~~~

     Bir yolculuk esnasında ashaptan biri, girişinde su ve yeşillik bulunan bir mağaraya rast geldi. Bu kişi, Resûlullah’ın yanına geldi, girişinde su ve yeşillik bulunan bu mağaraya girip orada inzivâya çekilmek istediğini söyledi. Bunun üzerine Nebiler Sultanı ona şu tarihi cevabı verdi: Ben Yahudilik ve Hristiyanlığı telkin etmek için gelmedim. Ben size İbrahim Peygamber’ın sade, kolay ve hoşgörü dini olan Haniflik dinini getirdim.” (1)
    Müslümanın ruhsal hayatının yön ve boyutunu açıklayan ve belirleyen bu hadise göre, İslâm’da ruhsal yükselme; Resûlullah’ın hayatında olduğu gibi hayatın içinde ve insanlarla kucak kucağa ve iç içe olarak gerçekleşmektedir. Bunun aksi bir yol olan rahipler ve ruhbanlar gibi uzaklara çekilerek, kendi toplumundan uzaklara kaçışın (uzlet ve halvetin) yerine İslâm’da celvet (hayatın ve insanların içinde olmak) esastır.

     2-Rubûbiyet (İlahlaştırmak veya Putlaştırmak Algısından Kaçınma Algısı):
     Terbiye eden, idare eden, kemale erdiren anlamlarına gelen “rabb” kelimesinden gelmektedir. Bu manada “rabb” Cenâb-ı Hak için kullanıldığı gibi insanlara da nisbet edilebilir. Rab’lık, rab oluş anlamında Arapça bir masdar olarak sadece Cenâb-ı Hak için kullanılabilir. Allah’ın isimlerinden biri olan “Rabb”, Yüce Allah’ın benzeri olmayan zâtına mahsus şekilde verdiği nimetleriyle ve imkanlarıyla varlıkların durumlarını idare etmesi, düzeltmesi, yaratma, emretme ve idare sahibi olması demektir. Çünkü “Rubûbiyet” (Rab’lık) sadece O’na aittir. “Rabb” kavramı, ulûhıyyeti ifade eden ve bu manada Allah lafzından sonra Kur’ân-ı Kerim’de en çok kullanılan kelimedir. Kur’ân’da 970 yerde daha çok “rabb” masdarı ve onun türevleri olan “rebâib”, ”ribbiyyûn” lafızlarıyla, dört âyette ise, çoğulu olan “erbâb” lafzıyla geçmektedir. (2)
     İnsandaki rubûbiyet sıfatına gelince, sahip olma ve başkalarına hükmetme anlamında insanın fıtratında günah işlemeye sâik olan diğer bir olumsuz sıfattır. O, sahip olmanın yanında, işleri tedvir edip başkalarına hükmetme sıfatıdır. İnsan, ancak bu sıfatın terbiyesi ve ıslâhı ile bütün mükevvenâtın, yer ve göklerin bir sâhibi olduğunu (Allah’ın Rab olduğunu) anlayabilir. Ancak bu sıfatın terbiyesi ile Allah’a inanabilir ve Tevhid’e erebilir. Aksine bu sıfat azgınlaşırsa o zaman insan küfür, şirk, kibir, ucûb vb günahların kaynağı olur. O kadar ki, gaybe ait birçok şeylere erdiğini ve hatta her şeyin sahibinin kendi olduğunu zanneder. Kendisine ve başka insanlara birtakım yaratıcılık vasfını izâfe etmeye çalışır ve sonunda ermişlik, gaybî bilgilere erişme ve kendini âlemin sorumlusu sanma, mehdilik, Peygamberlik ve hatta ulûhiyyet (ilâhlık) iddiasına bile kalkışabilir. Bu sıfatın itidali ise fazileti doğurur, bu da insanın mahlûk ve kul olduğunu bilmesi ve kulluk yaparak (ubûdiyetle) bunu itiraf etmesidir. (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahmet b. Hanbel, Müsned, İstanbul 1981, V, 266.
2) Râgıb el-Isfahânî, s. 184-185; Muhammed Fuâd Abdulbâki, el-Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzı’lKur’âni’l-Kerîm, İstanbul ts., s. 295-299; Komisyon (Kemal Atik, Ali Bardakoğlu, Celal Kırca Selahttin Polat, Ali Toksarı), İslâmî Kavramlar, Ankara 1997, s.592, 608.
3) Ahmet Akseki, İslâm Dini,Ankara 1983, s. 228-229; İbrahim Eken, Kulluk, İstanbul ts., s. 15-16.
~~~~ * ~~~~

     Bu doğrultuda Allah’ın Elçisi şunları söylemektedir: “Benim için kıyam edilmez (ayakta el bağlanıp divan durulmaz); kıyam yalnız ve yalnız Allah için yapılır.” Ve “İnsan için insana secde etmek asla söz konusu değildir.” (1)
     “Sizi kendime hizmet ettirerek sivrilmek ve farklılaşmak istemem; Allah, kulunun kendini arkadaşlarından farklı (seçkin) görmesinden hoşlanmaz.” (2) Bunun aksine Peygamberî davranışta; bir topluluğun efendisi, o topluluğa bizzat hizmet verendir.” (3) Gerçek bir mü’min için aslolan ise, hem seven ve hem de sevilenler açısından saygıyı rubûbiyete, sevgiyi de putlaştırmaya dönüştürmemektir.
     Saygı, kişilere masumiyet isnad ederek rableştirmek ve putlaştırmak şekline dönüşürse mutsuzluk ve çöküş getirir. Kur’ân, âlimlerini, bilginlerini, din adamlarını rabler (erbâb) edinen, ilahlaştıran Yahûdî ve Hristiyanlardan şu şekilde bahseder: “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (Hristiyanlar da) râhiplerini ve Meryemoğlunu (İsa’yı) rabler edindiler. Halbuki hepsine (herkese) de tek olan Tanrıya (Allah’a) kulluk etmekten başka şey emrolunmadı. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır.” (4)
     İlgili âyet şunu hikâye etmektedir: Hz. Musa’ya verilen levhalar kaybolduktan sonra Yahudi din adamları hafızalarında kalan âyetleri parça parça yazmışlardı. Babil esaretinde iyi bir yazıcı olan kâhin Ezrâ da, hafızalarda ve kısmen de yazılı olan rivâyetleri bir araya toplayıp Yahudi mukaddes kitabını meydana çıkarmış, bu hizmetinden dolayı Ezrâ, İsrailoğulları nezdinde büyük saygı kazanmıştı. Bu saygı zamanla öyle abartılmış ki Yahudiler Ezrâ’yı Allah’ın oğlu saymışlardı. (5) Bilindiği üzere âlemlere rahmet Hz. Peygamber, bi’setten evvel (m.610), kendi toplumunun yani Kureyş’in içinden gelen, uzun bir ömür (40 yıl) onların içinde yaşayan, onlar gibi gezip dolaşan onlardan birisi olan, (6) günlük hayatında sıradan herhangi bir insan görünümü ve tavrı içinde elbiselerinin söküğünü diken, koyunlarını sağan, kendi hizmetini kendisi gören ve fakat en büyük işleri başaran bir Peygamberdi. (7)
     Kendi toplumlarının en seçkin ve rol model insanları olan peygamberler, saygıyı abartmamak ve kendilerine ilahlık vasfı isnad edilmemek şartıyla, akla gelebilecek her türlü övgüyle övülebilirler. Peygamberimiz de, Allah’lık (ilahlık) mertebesine çıkarılmadan Allah’ın en sevgilisi (Habîbullâh), Son Peygamber (Hâtemü’n-Nebiyyîn), en büyük Peygamber (Seyyidi’l-Mürselîn) şeklinde akla gelebilecek her türlü övgüyle övülebilir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ebû Davud, Sünen, Edeb, 165; Tirmizi, Ebû Îsâ, Muhammed b. Îsâ,eş-Şemâilel-Muhammediyye, Beyrut 1988, s. 159; İbn Sa’d, I, 387; İbn İshak Muhammed, Kitâbu’l-Meğâzî, s. 259; Dârimî, Sünen, I, 11.
2) Tirmizî,, eş- Şemâil, 164; Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, trc. Ömer Rıza Doğrul, II, 94.
3) Suyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebû Bekr, el-Camiu’s-sağîr, II, 37; Alâaddin el-Hindî Aliyyu’lmuttekî b. Husâmeddin, Kenzu’l-ummâl, Beyrut 1993, VI, 710; Aclûnî, I, 561-562.
4) Tevbe, 9/31.
5) Bkz. Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş), Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, Tevbe, 9/31, s. 190.
6) Yunus, 10/16; Fürkân, 25/7.
7) Buhârî, “Sahîh”, Edeb, 40; İbn Hanbel, Müsned, VI, 106, 256; Tirmizî, Evsâfü’n-Nebiyyi, s. 368-369.
~~~~ * ~~~~

     Ancak Allah’ın son Resûlünü kozmik kişiliği (madde ve mana) bakımından gerektiği gibi övmek, tanıtmak hata ve nisyanla malul tüm insanların gücünü aşmaktadır. Çünkü Kur’ân’ı-Kerîm’de Yüce Allah, “Habîbim” dediği, şânını, ahlâk ve karakterini yücelttiği Habîbullah’ı kendi sıfatlarından iki önemli sıfatıyla da vasfetmektedir. (1)
     Kâinâtın Efendisi Habîbullah, Kur’ân’ın da nitelediği gibi kendisinin “abd” (kul ) ve “Resûl” (Elçi) olarak anılması ve anlaşılmasını istemekte (2) ve şöyle buyurmaktadır:
     “Hristiyanların Meryem oğlu Îsâyı aşırı ve abartılı övdükleri gibi beni övmeyin. Şunu biliniz ki, ben Allah’ın kuluyum. O halde bana Allah’ın kulu ve Resûlü deyiniz.” (3) Hadisde Hz. Peygamber, kendisinin övülmesinde aşırılığa gidilmesini yasaklamakta ve bu meyanda Hz. İsa üzerinde durmaktadır. Övgüde aşırılığı önlemek için de “kul” vasfına dikkat çekmektedir. Çünkü Hz. İsa’nın Peygamberlik vasfını ilâhi kitaplarında (İncil’de) olduğu ve gerektiği gibi tanıyamıyan Hristiyanlar, O’nun “kulluk” vasfını aşırı ve abartılı övmek suretiyle, O’na “Allah’ın oğlu” isnadı (sanı ve sapmasıyla) şeklinde aşırı övme hatasına düştüler. Halbuki “Allah’ın Oğlu” isnadı bedensel bir kavramdır. Oysa nebîlik vasfı ve donanımıyla Peygamberlerin büyüklükleri bu kavramın daha ötesindedir.
     Bir başka hadisinde Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Bana bir melek gelip şöyle dedi: Rabbin sana selam ediyor ve şöyle diyor: Sultân (Hükümdar) peygamber mi olmak istersin, kul (abd) peygamber mi? Nasıl istersen öyle ol.” Ben de buna (bu teklife) “ kul peygamber olmak isterim” diye cevap verdim. İşte bu nedenledir ki ben, kul gibi yer, kul gibi otururum.” (4) Ayrıca, Peygamber olduğun halde neden bu kadar ibâdet ediyorsun? diyenlere “Ben, Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” (5) şeklindeki cevabı, kul olduğunun farkında olanlar için özlenen yüksek mertebenin “şükreden kul” olmak olduğunun bir ifâdesidir. Esâsen seven için en hazlı şey, sevdiğinin emirlerine râm olmak en büyük makam ise sevgiliye kulluk makamıdır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tevbe, 9/128; Kalem, 68/4.
2) “Bir gece kendisine âyetlerimiz den bir kısmını gösterelim diyekulu (muhammedi) Mescid-i Haram’dan çevresini mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allah’ın şanı ne yücedir!...”, İsrâ, 17/1; “kuluna vahyettiğini vahyetti.” Necm, 53/10; ayrıca Hz. Peygamber’in öncelikli vasfı olan “Abd” (kul) kelimesi ve “ubîdiyyet” (kulluk) kelimesi de, “abd” kökünden kul, köle ve hür insan anlamlarında olup Kur’ân-ı Kerîm’de “abd” (29), “âbid” (5) ve “ıbâd” (97) şekillerinde 131 âyetde isim olarak; 133 âyet de mazi, müzârî, emir ve nehiy şekillerinde fiil olarak; toplam 264 yerde zikredilmektedir. Bkz. Muhammed Fuad Abdulbâki, Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, Çağrı Yayınları,İstanbul ts.93-96.
3) Buhârî, “Enbiyâ”, 48; Tirmizı, Evsâfu’n-Nebiyyi, thk. Semîh Abbâs, Beyrut 1987, s. 350; Tirmizî, eşŞemâili’l-Muhammediyye ve’l-Hasâili’l-Mustafaviyye,”, thk. Seyyid b. Abbâs el-Celîmî s. Beyrut, ts., s.271.
4) İbn Hanbel, Müsned, I, 231; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, I, 381.
5) Buharî, Sahîh, “Teheccüd”,6; “Tefsîr”, 48/2; Müslim, “Münâfikûn”, 79-81.
~~~~ * ~~~~

     3-İmtiyazlı (Ayrıcalıklı) Davranış Algısı (Adâletsizlik Algısından Kaçınma)
     İmtiyazlı (Ayrıcalıklı) davranma ve algılanmadan sakınan Nebiler Sultanı, arkadaşları ve diğer insanlarla olan ilişki ve insanlar arasında adâletli olmaya da şu sözleriyle dikkat çekmektedir: “Kıyâmet günü, yanımda ümmetimin yoksulları olduğu halde Cennet’e ilk giren ben olacağım, buyuran Allah’ın Elçisi getirdiği ve açıkladığı mesajlarla, ırk, renk, beden, bölge, servet, makam, mevki vb. üstünlük ve hükümranlık tavırlarını tamamen altüst ederek varlıkların en mükemmeli olan insanı, insan olmayı ve insan olarak kalmayı değerlerin en üstünü saymıştır. Resüller Efendisi’nin insanlığın tamamını ve onların mutluluğunu hedefleyen, imtiyazı ortadan kaldıran müşfik ve tüm insanları kucaklayıcı mesajlarından bazıları şöyledir:
     - “Hepiniz Hz. Adem’in çocuklarısınız; Allah da Ademi topraktan yaratmıştır…” (1)
     - “Doğrusu ben sizin için çocuğun yanındaki babası gibiyim; şu kadar ki sizi eğitir ve öğretirim” (2)
     - “Benim için kıyam edilmez (ayakta el bağlanıp divan durulmaz); kıyam yalnız ve yalnız Allah için yapılır.” (3) Ve “İnsan için insana secde etmek asla söz konusu değildir.”(4)
     Bu hadisler vb. leri doğrultusunda denilebilir ki, yaratılış gayesi “ yalnız Allah’a kul olma” hedefine uygun olarak gerçek bir Müslüman için, “hürriyetin en güzel şekli Allah’a kullukta; kulluğun en güzel şekli de hürriyette olanıdır”, düşüncesi vazgeçilmez bir kural olmalıdır. Çünkü yukarıdaki hadislerde sarâhaten ve işâreten belirtildiği üzere gerçek hürriyetin özünü, Allah’dan başkasına kul olmamak oluşturmaktadır. Ayrıca hakîkî iman ve imana müteallik meselelerin irâdîliği esastır. Yabancı halkların krallarına yaptıkları gibi kendisi için ayağa kalkılmasını istemeyen Allah Resûlü, bizzat kendisi güzel ahlâk örnekliği olarak tevâzuan (diyâneten) ve siyâseten (diplomatik) ayağa kalkardı. Önemli bir görüşmesini kestiği için kendisi sebebiyle azarlandığı âmâ olan meşhur sahâbî Abdullah b. Ümmü Mektûm’e ayağa kalkması gibi. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Tirmizî, Sünen, “Tefsîr”, 49/5; “Menâkıb”, 73; Ebû Davud, Sünen, “Edeb”, 111.
2) Buhârî, Sahîh, Salât, 29; Ebû Davud, Süleyman b. Eş’as es-Sicistânî, Sünen, Tahâre, 4.
3) Ebû Davud, Sünen, Edeb, 165; Tirmizi, Ebû Îsâ, Muhammed b. îsâ, Şemâil, s. 159; İbn Sa’d, I, 387
4) Dârimî, Sünen, I, 1; İbn İshak Muhammed, Sîret’i İbn İshâk, thk. Muhammed Hamidullah, Konya 1981, s. 258-259. 
~~~~ * ~~~~

     Yukarıda verilen rivayetlerden de anlaşıldığı üzere evrensel mesajı, insana saygıyı abartarak onu putlaştırma endişesi olan Hz. Peygamber, elini öpme ve özel eşyalarını taşıma şeklinde kendisine karşı imtiyazlı davranılmasını, yaşadığı toplum ve arkadaşları arasında imtiyazlı davranmayı hoş görmezdi. O bu konuda şöyle buyururdu:
     “Yabancı halkların krallarına yaptıkları gibi, benim elimi öpmeyin, Ben kral değilim, ben sadece sizden biriyim.”……? (1) Birçok hadisde büyüklere saygı küçüklere sevgi ve merhamet Resûlullah’ın yol ve ilke edindiği bir sünneti, Allah’ın rahmetini celbeden güzel bir davranış olarak verildiğine göre, (2) esasen burada kastedilen ayağa kalma yasağı veya el öpme yasağı değil, saygıyı abartarak bazı insanların putlaştırılmasıdır. Yoksa bazı hadisde belirtildiği üzere Nebîler Sultanı ellerinin öpülmesine müsâde etmiştir. (3) O halde el öpme veya öptürme, ayağa kalkma veya kucaklaşma bir saygı, sevgi, kıymet ifâdesi olduğu gibi, algı yönetenin yönlendirmesine bağlı olarak bir yozlaşma ve putlaştırma eseri de olabilir. Yaşadığı toplumda ve özellikle de arkadaşları arasında imtiyaz, iltimâs ve ayrıcalığı sevmez, imtiyazlı ve iltimaslı algılanmaktan da son derece sakınırdı. Bu konuda o şöyle buyurmaktadır:
     “Sizi kendime hizmet ettirerek sivrilmek ve farklılaşmak istemem. Allah, bir kulunun
     Kendini arkadaşlarından farklı-seçkin görmesini sevmez.” (4)
     Tebuk Seferi dönüşünde Medîne’ye doğru bazı arkadaşlarıyla birlikte gelen Hz. Peygamber, Medîne’ye yüksek bir yerden bakar ve şöyle der: “İşte burası “Tâbe” dir, şurası Uhud’dur, o bizi sever biz de onu severiz” Daha sonra Allah’ın Elçisi sözlerine şöyle devam eder: “ Doğrusu Ensâr yurtlarının en hayırlısı Benî Neccâr kabilesinin yurdu, sonra Abdu’l-Eşhel kabilesinin yurdu, sonra Benî Abdulhâris b. Hazrec kabilesinin yurdu, sonra da Benî Sâide kabilesinin yurdudur. (özetle) Ensâr’ın tüm yurtlarında hayır vardır.” Bu sıra bize (Hazrec’in reisi) Sa’d b. Ubâde katıldı da Ebû Üseyd, ona şöyle dedi: Görmedin mi, Resûlullah Ensâr yurtlarını hayırladı da (hayırla andı da) Bizi en sonda kıldı (söyledi)? Bunun üzerine Sa’d, hemen Resûlullah’ın yanına gitti de şöyle söyledi: Ey Allah’ın Resûlu! Ensâr yurtlarını hayırla anmış, bizi en sonda söylemişin? (Bu doğru mu?). Cevaben Resûlüllah şöyle buyurdu: “Size hayırlılardan olmanız (olduğunuzu söylemem) yetmez mi?”. (5)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kâdı Iyâd, Ebu’l-fadl Iyâd b. Mûsâ el-Yahsubî, , eş-Şifâ bi ta’rîf-i hukûki’l-Mustafâ,Dâru’l-kütübi’lImiyye, Beyrut, ts., I, 131; thk. A. M. Becâvî, Kahire 1977, I, 172.
2) Tirmizi, Sünen, “Birr”, 15; Ebû Davud, “Edeb”, 58.
3) Bkz. Ebû Davud, Sünen,” Edeb”, 159, 161; İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen’i İbn Mâce, “Edeb”, 16, İstanbul 1981.
4) Tirmizî, eş-Şemâili’l-Muhammediyye ve’l-Hasâili’l-Mustafaviyye,”, thk. Seyyid b. Abbâs el-Celîmî s. Beyrut, ts., s. 277-278; Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, II, 94.
5) -Müslim, Sahîh, Fezâil, 11.
~~~~ * ~~~~

     Yine bir seyahat esnasında ashabı (arkadaşları) acıkmış, yemek hazırlamaya karar vermişlerdi. Ashab aralarında iş bölümü yapmışlar, Resûlullah’a da yakacak toplama düşmüştü. Arkadaşları, Hz. Peygamber’in yerine bu işi de kendileri görmek istemişler. Ancak Resûlullah (s), “Hayır! Benim sizden bir farkım yoktur! Allah, kendisini dostlarından ayıran ve imtiyazlı davrananı sevmez.” (1) Diyerek buna izin vermemiş, işini kendi yapmıştır. Bir başka zaman da, Bedir savaşına katılan mücâhidlerin binekleri yetersizdi, her üç askere bir binek verilmişti. Yolda Resûlullah’ın arkadaşları ( Hz. Ali ve Ebû Lübâbe) kendilerinin yürümelerine izin vermesini istemişler, ancak Nebiler Sultanı, “Hayır olamaz! Siz benden daha güçlü değilsiniz, fazla yürüyemezsiniz ve ben, ecir ve sevaba sizden daha ihtiaçsız değilim (sizin gibi ecir ve sevaba ihtiyacım var)” (2) buyurmuştu.
     Başta müşrik ve münâfıklar olmak üzere tüm İslâm dışı inanç gruplarına malzeme olmaktan sakınan Allah’ın Resûlü, adâletsizlik ve asılsız ithamlarla suçlanma algısından da son derece kaçınırdı. Hz. Ömer, değişik zamanlarda ve değişik olaylarda yaptıkları büyük günah ve hatalara karşın Abdullah b. Übey b. Selûl, Zu’ l-Huvaysıra et-Temîmî ve Hatıb b. Ebû Beltâ için, (3) “Ey Allah’ın Resûlü! İzin ver de şu münâfığın veya şu adamın boynunu vurayım!” diyerek o kişileri ölümle cezâlandırmak istediğinde; "Onu bırak! İnsanların  Allah'ın Elçisi Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor demelerini istemem." buyurmuş; (4) O, bu Nebevî tavrı ve siyasetiyle yaygara ve dedi-kodu için fırsat bekleyen müşrik ve Yahudilere malzeme vermemeye özen göstermiştir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, II, 94.
2) İbn Hanbel, Müsned, I, 422.
3) Rivâyete göre Benî Mustalik gazvesinde (5/627) Muhacirlerden Cahcâh b. Kays ile Ensâr’dan Sinan b. Veber adlı iki köle arasında su yüzünden tartışma çıkmış; bu arada her ikisi de taraflarını çağırmışlar, tansiyon yükselmişti. Hz. Peygamber onlara: Bu cahiliyye iddiasından vazgeçmelerini söylediyse de dinlememişlerdi. Bu arada İbn Selûl, Muhâcirler için: “Besle köpeği seni yesin!”, Hz. Peygambe riçin de: “Etrafında bulunanları beslemeyin ki dağılıp gitsinler!” demiş. İbn Übey’in söylediği bu tahrik ve ifsâd (münafıklık) amaçlı sözler, sahâbî Zeyd b. erkam tarafından Resûlullah’a ulaştırılınca, orada bulunan Hz. Ömer hemen ayağa kalkar ve :” Ey Allah’ın Resûlü! İzin ver de şu münâfığın boynunu vurayım!” der, fakat Allah’ın Elçisi “İnsanların, Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor demelerini istemem.” Buyurarak onu engeller…..”bkz. Buhârî, Sahîh, Tefsîr, 5 (VI, 65-66; Menâkıb, 8 (IV, 160); Müslim, Sahih, Birr, 63 (III, 1999). Bir defasında Resûlullah (s), asıl adı Hurkus b. Züheyr el-Ka’bî olan Zu’l-Huvaysıra adlı bahtsız bir adam, Huneyn ganimetlerinin dağıtımı sırasında, ganimet dağıtan Peygamber’in başına dikilmiş, Onun akraba ve yakınlarını kayırdığı endişesine kapılmış ve birden “Adâletli ol ey Muhammed! Adâleti gözetmiyorsun!”demişti. Resûlullah da ona: “Ben adâletli olmazsam, başka kim âdil olabilir?” diye cevap vermiş. Bunun üzerine orada bulunan Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Resûlü! Bana izin ver de şu adamın(şu münâfığun boynunu vurayım.” demişti. Bunun üzerine Resûlüllah, onu bırak demiş; istikbâle ait mu’cize sayılacak türden onu ve onun ilerideki taraftarlarının yerilen niteliklerini açıklamıştı. Bkz. Buhârî, “Tefsir”, 10; “Edeb”, 95; “İstitâbe”, 7; “Menâkıb”, 25; Müslim, “Zekât”, 148. Bir başka zamanda Hâtıb b. Ebû Beltâ adlı sahâbî, yalnız Mekke’nin fethiyle ilgili savaş plan ve hazırlıklarını saklamak üzere Resûlullah’a verdiği söze uymamış, akrabalık zafiyetine kapılıp müşriklere mektub göndermiş, bu tavrıyla o Resûlullah’a olan sözüne karşı aksi bir davranışa girdiği için Hz. Ömer tarafından “O, bir münafıktır!” denilerek itham edilmiş ve öldürülmek istenmiş, Resûlullah da buna izin vermemişti. Bkz. Buhârî, “Cihâd 141, 195; “Meğâzî”, 9, 13, 46; “Tefsîr”, 60/1; “Edeb”, 74; “İsti’zân”, 23; “İstitâbe”, 9; Müslim, “Cenâiz”, 3; “Fezâilu’s-sahâbe”, 161, 162; İbn Hacer, el-Isâbe, I, 300.
4)  Buharî, Sahîh, “Tefsîr”, 63/6,7; “Menâkıb”, 8; Müslim, Sahîh, “el-Birr ve’sılatü”, 63; İbn Hanbel, Müsned, III, 393.
~~~~ * ~~~~

     B- Anlayan Açısından Algı Yönetimi ve İrcâf (Kirli Propaganda):
     Bir algı oluşturma ve yeni algıyı yönlendirebilme açısından propaganda; bir hedef kitlenin duygu, düşünce, tutum ve davranışlarını etkilemek amacıyla hazırlanan mesajların, haberlerin, uygun haberleşme araçlarıyla hedef topluluğa iletilmesidir. Türk Dil Kurumu Sözlüklerinde genel geçer ve daha açık olan diğer tanımıyla propaganda; Bir öğretiyi düşünce ya da inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla sözle, yazıyla ve benzeri yollarla gerçekleştirilen her türlü çalışma, demektir. (1)
     Propaganda, çoğunlukla insanları kendi çıkarlarına uygun olmayan şeyler yapmalarına ikna etmeyi amaçlar. Bu sebeple rasyonal düşünen beyni yok saymaya çalışır, bu doğrultuda ilkel düzeyde, duygusal sembolizme çağrıda bulunarak manipüle eder (insanları kendi irade ve istekleri dışında etkiler ve yönlendirir).
     Algı Yönetiminde “Yönlendirmek”; bilgi ve haber sistemleri kanalıyla yanlış veya yönlendirilmiş bilgi üreterek karşı tarafın imkan ve enerjisinin yanlış kullanılmasını sağlamak için yapılan etkinliklerdir. Bu yanlış amaçlı yönlendirmek kapsamında yapılan etkinlikler, toplumda yanlış bilgilendirme kanalıyla bir panik, bir korku ve kaos havasının meydana gelmesi gibi yanlış etkinlikleri kapsamaktadır (sonuçlar doğurmaktadır). Bu Yönlendirmede: Yanlış amaç, yanlış yönlendirme, yanlış bilgilendirme, panik, korku ve kaos yaratma gibi unsurlar bulunmaktadır. (2) Algı yönetimindeki bu yönlendirmenin hedefi veya hedefsel tanımı; lüğat manası itibariyle şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelen, Kur’ân terminolojisinde ve ıstılahda ise; sözle ya da fiille İslâm ve Müslümanlar aleyhine olumsuz propaganda yaparak ve kötü haberler yayarak onları tahrik etmeyi, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozmayı, maneviyatlarını çökertmeyi amaçlayan münafıkların tavrı olan “ircâf” ile örtüşmektedir. (3)
     “Algı” kelimesinden farklı olarak uzmanlarınca masum (kasıtsız) sayılmayan “algı yönetimi” (kasıtlı yönlendirme) olan kavram, Kur’ân ‘da zor ve kritik anlarında, Müslümanlara karşı onların huzurlarını bozmak ve morallerini çökertmek için münâfıkların yaptıkları yerilen bir eylem olan “ircâf” ve “izâat” (yaygara, yaymaca) kavramlarıyla örtüşmektedir. Algı yönetiminde yanlış amaçlı yönlendirici konumundaki kimse, kurum ya da kitleler, hedef kitleler üzerinde onlardan görünüp yanlış bilgilendirmeyi, gerçekleri ters yüz etmeyi, gerçeği gizlemeyi, olayları çarpıtmayı; hedef kitle olan toplumda, panik, korku, kaos, sarsıntı ve çöküşü hedeflemektedir. Bu durum, Hz. Peygamber önderliğindeki Asr-ı Saâdet toplumunun, zor ve kritik zamanlarda, en önemli nitelikleri “kizb” (yalan), “hud’a” (aldatma), “ifsâd” (bozgunculuk) ve “ircâf” (fitne kaos amaçlı kasıtlı yalan) olan münafıklarla yaşadıkları aşağıdaki bazı olaylara dikkatimizi çekmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Türkçe Sözlük,Türk Dil Kurumu, s. 1628.
3) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, II, 203; Ragıb el-Isfahânî, s. 189; Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İstanbul 2000, s. 137. 
~~~~ * ~~~~

     C- Münâfıklarda Görülen Başlıca Algı Yönetimi (Hud’a) ve Türleri:
     Gerçekte Allah’ı, Peygamber’i ve Peygamber’in Allah tarafından getirdikleri şeyleri diliyle tasdik ettiği halde kalben inanmıyan ve güvenle bağlanmıyan “münâfık”, münafıklık yapan kimsedir. (1) Münâfıklık ise, ilgili bazı âyet ve hadislerdehakîkî mü’min olanın aksine gerçekte Allah’a ve Resûlüne iman etmediği halde, iman ettiğini söyleme, onların emir ve yasaklarını bildiği halde emir ve yasaklara riâyet etmeme durumu; hakîki mü’min olmanın aksine, inanmadıkları halde “inandık” diyen, ağızlarıyla (dilleriyle) kalplerinde olmayan şeyleri söyleyen ve Allah’ı aldatmaya kalkışan hakikatte Allah’ın kendilerini aldattığı, ibâdetleri üşengen ve isteksiz, insanlara gösteriş için yapma, Allah’ı pek az anma. vb. şekildeki haller (2) ; yalan, ihânet, ahde vefasızlık ve haktan sapma vb. alâmetler olarak nitelenmektedir. (3) Bu haller ve alâmetler arasında görüldüğü üzere münâfıklığın en belirgin ve önemli alâmetlerinden biri ve birincisi “hud’a”dır (hile ve aldatmadır).
     Hud’a: Kişinin kasdettiği kötü şeyi (şerri) gizleyip, muhataba aksini vehmettirmesi; diğer bir ifadeyle kişinin kendisi hakkında işlediği şeyin (işlediği şerrin) tam aksini arkadaşına zannettirmesi demektir. Bu manada Araplar, deliğine gizlenen kelerin (köstebeğin) avcı geldiğinde, avcıya yönelmiş gibi görünerek bir başka delikten çıkmasına “köstebek hile yaptı, algı yanılttı" derler. (4) Yer altındaki köstebeğin tavır ve davranışıyla da ilgili olarak “hud’a”; iyi niyetli görünerek birini aldatmak olup, asıl anlamında gizlediği şeyin aksini vehmettirmek vardır. Bu, bir kimsenin başkasına kalbinde zarara sokacak bir şeyi gizlediği halde, görünüşte ona dostluk, sevgi ve yarar vehm ettirmesidir. Tariflerinde de görüldüğü üzere “hud’a”da muhatabı ve hedefi olan karşı kişi ya da kitlede bir algı operasyonu bulunmaktadır. Bu durum, “şerri gizleyip, hayrı izhar etmek” (5) veya “küfrü gizleyip, imanı göstermek” (6) anlamındaki nifâk ve münâfıklığın tanımlarına da uygun düşmektedir.
     Hud’a, itikadda küfr ve nifâk, fiillerde ise münafıklık alâmeti ve riyâdır. Bu eylem, münâfıkları kâfirlerden daha aşağı, âdi ve tehlikeli kılan çirkin bir nitelikdir. (7) İyi niyyetli görünerek birini veya birilerini aldatma anlamına gelen ve gizlilik içeren “hud’a” kelimesi münâfıklığın en etkin ve belirgin belirtisidir. Nitekim İbn Vehb (197/812), Abdurrahman b. Zeyd’e: Kur’ân’daki, “ Allah’ı ve mü’minleri aldatmaya çalışırlar; halbuki yalnız kendilerini aldatırlar ve farkında olmazlar” (8) âyetini
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) İbn Kuteybe, Te’vîl-u müşkili’l-Kur’ân, s. 481; Cürcânî, Kitâbu’t-ta’rîfât, s. 235: İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab, III, 21-26.
2) Bakara, 2/8,;Âl-i Imrân, 3/167;Nisâ, 4/141-142: Mâide, 5/41; Ankebût, 29/10; Fetih, 48/11.
3) Buhârî, Sahîh, İman, 24; Müslim, Sahîh, İman, 106; Tirmizî, Sünen, İman, 14.
4) Zamahşerî, Keşşâf, I, 30; Beyzavî, I, 56.
5) İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-azîm, I, 47; Hasan Abdulğânî, el-Münâfikûn ve Şuabu’n-nifâk, s.14.
6) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, V, 98; Zamahşerî, Keşşâf, I, 31;Aynî, Umdetu’l-kârî, I, 248; XV, 116.
7) Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 92; Beyzavî, I, 56.
8) Bakara, 2/9.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:

sorduğunda Abdurrahman: Onlar ancak Allahı, Resûlünü ve gerçek mü’minleri, iman ettiklerini iddia ederek (vehmettirerek) aldatan münâfıklardır.” der. (1) Sanırım şu hadisler bize, münâfıkların eylemi olan Allah hakkındaki yanlış algısını,” hud’a”’nın çirkinliği ve ne derece tehlikeli olduğunu en güzel şekilde anlatacaktır:
     “Bir sahâbî, Allah Elçisinin yanına gelir ve Ey Allah’ın Resûlü, kıyâmet günü kurtuluş ne ile olacak? Diye sorar. Resûlullah da ona: Sakın Allah’ı aldatmaya kalkışma! Diyerek cevap verir. Adam: Haşa, biz Allah’ı nasıl aldatırız, bu hiç mümkün mü? Der. Resûlullah (s): Senin Allah’ı aldatman, başkasının rızasını kastederek Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeyleri yerine getirmendir.” (2) buyurur.
     Bir başka rivâyette: “Allah, nasıl aldatılır? Diye soranlara, Resûlullah (s): “Başka şeyler kastederek e (değişik bir amaçla) Allah’ın emrettiklerini ve yasaklarını yerine getirmendir.” Şeklinde cevap verir. (3) Hz. Peygamber zamanında münâfıklarda görülen bazı algı türleri:
     1-Düşman Olduğu Halde Dostluk Algısı Sergileme:
     Gizli olarak ahdi bozmak suretiyle hakka (emânete) muhâlefet eden, düşmanlığını gizleyip dostluğunu izhar eden kimse anlamına gelen münâfığın. (4) asıl niteliklerinden birisi de ihanettir. (5) Çünkü münâfıklar, hıyânet sahibi ve genellikle geceleyin, insanlar uykudayken, Allah’ın razı olmayacağı şekilde yalan söz konuşan ve mü’minler aleyhine entrikalar, tuzaklar kuran, düşmanlık, yıkım ve çökertme projeleri hazırlayan yani “tebyît” yapan kimselerdir. (6) Onlar, Görünüşte güzel ve tatlı söz ve tavırlarıyla, hoş görünüşleriyle iyi niyyet sergiledikleri halde içlerinde düşmanlık ve ihâneti gizleyen kimselerdir. Münâfıkların gerek Hz. Peygamber ve gerekse Müslümanlar üzerinde yapmak istedikleri bu algı yönetimi genelde içlerindeki liderleri veya lider konumundaki kimseler tarafından yönlendirilmektedir. Onların bu algı halini Kur’ân-ı Kerîm bize şu âyetlerle tanıtmaktadır:
     “İnsanlardan öylesi var ki, dünya hayatına dair sözü senin hoşuna gider. Kalbinde olan şeylere (samimi düşüncelerine) Allah’ı şahid tutar. Oysa o hainlerin en yamanıdır. (yanından) dönüp gitti mi (veya iş başına geçti mi? Yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeye çalışır; Allah da bozgunculuğu sevmez.” (7)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Taberî, Câmiu’l-beyân, I, 92.
2) İbn Hacer, el-Metâlibu’l-âliye, III, 184; Suyûtî, Dürrü’l-mensûr, I, 75.
3) Zemahşerî, el-Keşşâf, I, 30; Kurtubî, Tefsîr, I, 196.
4) İbn Kuteybe, s. 477; Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 163; el-Mu’cemu’l-Vasît, II 950; Şemsettin Sami, Kâmûsî Türkî, İstanbul 1989, II, 1405, 1465.
5) Buharî, Sahîh, “İman”, 24; Müslim, “İman”, 106.
6) Nisâ, 4/81, 108; bkz. Râgıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 95;Elmalılı Hamdi Yazır,Hak Dini Kur’ân Dili, II, 1400; III, 1460-1461.
7) Bakara, 2/204-205; İbn Hişâm, III,
~~~~ * ~~~~

     İçin dışa muhâlefeti, içindekilerin aksini izhar etme şeklindeki münafıklık (1) tanımına uygun olarak Aynı tip algı yönetimiyle ilgili bir başka âyet de şöyledir: “Münâfıklar (İki yüzlüler) sana geldikleri zaman, “senin elbette Allah’ın elçisi olduğuna tanıklık ederiz” derler. Senin elbette kendisinin elçisi olduğunu Allah bilir (bilmektedir) ve Allah, münâfıkların yalancı olduklarına tanıklık eder.” (2)
     2- Şık ve Kibar Görünerek (Riyâ ve Tasannu’ ile) Hedefi Etkileme
     “Onları gördüğün zaman cisimleri hoşuna gider, konuşsalar sözlerini dinlersin (sözlerini allayıp-pullayarak, yaldızlayarak konuşurlar, dinletirler). Ama onlar, dışına elbise giydirilmiş odunlar(kütükler veya keresteler) gibidirler.” (3)
     Bu âyetlerden ilkinin münâfıklıkla ithâm edilen Ahnes b. Şerîk (Şüreyk) hakkında indirilmiş olduğu rivâyetinin yanında, Recî vakasında ihânetle bir bir grup sahâbiyi (70 kadar) şehid eden kimseler hakkında indirildiği rivâyeti de mevcuttur. (4)
     Münâfikûn üresindeki diğer âyetin ise, münâfıkların lideri olan iri ve uzun boylu, bir lider konumuyla dışına ve fiziğine önem veren, gösterişli vücutlarıyla Resûlullah’ın meclislerine devam eden, sırtllarını duvara dayayarak oradaki insanlara fasîh ve tesirli konuşmalar yapan ve fakat içleri iman ve hayırdan yoksun, şer ve ihânetle dolu, yontulmuş ve elbise giydirilmiş kerestelere benzetilen Abdullah b. Übey b. Selûl ve arkadaşları olan Müğîs b. Kays ve Ced b. Kays gibi bir grup münafık hakkında indirildiği şeklindedir. (5) Ancak bu âyetler, kimin hakkında indirilirse indirilsin şekil ve kıyafetlerine, toplumda söz ve sohbetlerine özen gösterdikleri halde, zor ve kritik anlarda (Uhud ve Hendek savaşlarında) Müslümanlardan ayrılmaları, onları yalnız bırakmaları ve ihtilâfa öncülük yapmaları nedeniyle, içlerinin şer ve ihânet dolu kimseler oldukları ve Müslümanlara karşı algı yönetimi yaptıklarını bize göstermektedir. (6)
     Kur’ân’ın, iman etmedikleri halde iman ettik diyen, (7) ağızlarıyla (dilleriyle) kalplerinde olmayan şeyi söyleyen kimseler (8) olarak tanımladığı münâfıklar, gerçekte kaba ve kinli oldukları halde muhâtab ve hedefleri üzerinde medenî insan ve dostluk algısı yaratma çabasında olan kimselerdir. Özellikle Saâdet Asrı’nın ilk dönemlerinde münâfıkların vakûr Müslümanları küçümsediği ve onlarla alay ettikleri görülmektedir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Aynî, I, 172; XV, 116; İbn Hacer, Fethu’l-bâri, I, 112.
2) Münâfıkûn, 63/1.
3) Münâfıkûn, 63/4.
4) İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, III, 129; Taberî, Câmiu’l-beyân, II, 181-182.
5) Aynî, Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî, I-XX, Kahire 1972, XVI, 93.
6) Aynî, XV, 28; Elmalılı, II, 732-733; Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, II, 290-291.
7) Bakara, 2/8; Ankebût, 29/10.
8) Âl-i Imrân, 3/167; Maide, 5/41; Fetih, 48/11. 
~~~~ * ~~~~

     Rivâyette anlatıldığına göre; Bir gün Abdullah b. Übey arkadaşlarıyla birlikte sokağa çıkarlar. Sahâbeden seçkin bir grubun karşıdan geldiğini görürler. Bu sıra münâfıkların başı (İbn Übey) arkadaşlarına: Bakın ben şu gelen budala grubu başınızdan nasıl savacağım? Der. Yaklaştıkları zaman hemen Hz. Ebû Bekir’in elini tutar ve:
     “Merhaba ey Temîm Oğulları’nın seyyidi! Şeyhu’l-İslâm ve Resûlullah’ın mağara arkadaşı! Nefsini Resûlullah’a fedâ eden Hz. Sıddîk!” der. Sonra Hz. Ömer’in elini tutar ve Ona: Merhaba ey Adiy oğullarının efendisi, dininde kavî olan, malını canını Resûlullah’a feda eden Hz. Fârûk!” der. Daha sonra kendi avânelerinin yanına dönen İbn Übey onlara şöyle övünür: Nasıl yaptım gördünüz ya! İşte siz de bunları görünce her zaman böyle yapınız, der. Onlar da bu tavrından dolayı İbn Übey’i sever ve ona iltifat ederlerdi. Durumu öğrenen ve üzülen Müslümanlar, olayı Resûlullah’a anlattılar. Bunun üzerine rabbâni terbiyeden yoksun ve hidâyete karşı dalâleti satın alan münâfık İbn Übey’in ve arkadaşlarının bu alaycı tavrını yeren, gerçekte onların başıboş ve boşboğaz kimseler olduklarını ve kendileriyle alay ettiklerini ve kârlı bir yolda olmadıklarını belirten şu âyetler nazil oldu:
     “Onlar(Münâfıklar), mü’minlerle karşılaştıkları vakit “Biz de iman ettik” derler. Halbuki kendilerini saptıran şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise “ Biz sizinle beraberiz; biz ancak onlarla (mü’minlerle) alay ediyoruz derler. Gerçekte Allah onlarla istihzâ /alay) eder, azgınlıkları içinde onlara mühlet verir, bu yüzden de onlar, bir müddet başıboş dolaşırlar. İşte onlar hidâyete karşılık dalâleti satın alan kimselerdir. Ancak onların bu ticâreti kazanmamış ve kendileri de doğru yola girememişlerdir.” (1)

     3-Kaos ve Çökertme Algısı Yaratma:
     Algı yönetimindeki yönlendirmenin yukarıdaki tanımı (hedefsel tanımı), lüğat manası itibariyle şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelen “ircâf” kavramının, Kur’ân terminolojisindeki tanımı olan; sözle ya da fiille ( görsel medya, basın, yayın, sosyal medya organları vb. ile) hedef kitle İslâm toplumu (Müslümanlar) aleyhine olumsuz propaganda yaparak ve kötü haberler yayarak onları tahrik etmeyi, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozmayı, maneviyatlarını çökertmeyi amaçlayan münafıkların tavrıyla örtüşmektedir. (2)
     “Andolsun ikiyüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar (münâfıklar), şehirde kötü haberler yayanlar (bu yaptıklarından ) vazgeçmezlerse seni onların üstüne süreriz (onlarla savaşmanı ve onları şehirden -Medine’den- sürüp çıkarmanı sana emrederiz); sonra orada senin yanında az bir zaman kalabilirler. La’netlenirler; rastlandıkları yerde yakalanıp öldürülürler.” (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Bakara, 2/14-16.
2) İbnu’l-Esîr, en-Nihâye, II, 203; Râgıb el-Isfahânî, s. 189.
3) Ahzâb, 33/60-61.
~~~~ * ~~~~

     Bu âyetlerdeki mana ile de ilgili olarak lüğat anlamı itibariyle ircâf; şiddetli sarsıntı ve hareket, mahlûkatın kendisiyle öldüğü birinci nefhâ anlamlarına gelmektedir. Kur’ân terminolojisinde ve ıstılahda İse; sözle ya da fiille İslâm ve Müslümanlar aleyhine menfi (kirli) propaganda yaparak onları tahrik etmek, yapılan yaygaralarla onların morellerini bozup maneviyatlarını sarsmaktır. Çünkü münâfık kimsenin işi, duyduğu haberin gerçek olup olmadığını araştırmadan yaymak ve Müslümanların korku salıp panik ve kaos yaratmak, onların morallerini çökertmektir. Nitekim Medine yıllarının ilk dönemlerinde Hz. Peygamber Bedir seferine (2/624) çıktığı sırada (henüz çıkarken) Kur’ân’ın ifâdesiyle münâfıklar, “şehirdeki Müslüman halk arasında düşmanın yamanlığını, savaşa katılan Müslümanların mutlak hezîmete uğrayacaklarını, mutlaka öldürüleceklerini, bile bile ölüme gittiklerini, bunları dinleri aldatmış, vb.” sözler söyleyerek kirli propaganda yapan kimselerdir.1 Yine İslâm’ın ilk savaşı ve zaferi olan Bedir harbi sonunda Medineli münâfıklar, İslam ordusunun zafer sesini duymaksızın, ordu henüz cepheden geri dönmeden, -Medinede kaos ve panik yaratmak, Müslümanların moralini çökertmek için- Medine’ye yalan haber yayarak ortalığı velveleye vermişlerdi. Bu dönüş sırasında Nebi (s), Abdullah b. Revâhayı Aliye yöresine, Zeyd b. Hârise’yi Sâfile yöresine Bedir zaferini müjdelemek için göndermişti. Nebî’nin (s) Kusvâ adlı devesinin üzerinde Zeyd b. Hârise’nin yalnız olarak Medîne’ye doğru geldiğini gören Medine’deki müşrikler ve yanlarındaki bazı münâfıklar, Üsâme b. Zeyd’e: “Adamınız Muhammed ve beraberindekiler öldürüldü.” Bir başka münâfık da Medine valisi Lübâbe b. Abdulmünzir’e “Muhammed ve ashabı öldürüldü, işte onun devesi onu tanıyoruz. Zeyd ne diyeceğini bilmiyor. Ali ve arkadaşları öldürüldü. Adamlarınız öyle dağıldı ki, artık onlar bir daha bir araya toplanamazlar.” dedi. Ebû lübâbe’nin bu münafığa cevabı “Allah senin sözünü yalanlayacaktır!” oldu. Daha sonra gerçeği babasından öğrenen Hz. Üsâme bu münafığa dönerek şöyle dedi: “ Sen Resûlullah ve Müslümanlar hakkında kötü düşünüyor, halkı sarsmak, morallerini bozmak ve kaosa düşürmek istiyorsun. Hz. Peygamber gelince senin boynunu vuracağım!” Bunun üzerine o münâfık, “Ben bu sözleri başkaları konuşurken duymuştum” diyerek suçu başkalarını üzerine attı. (2)
     Sürekli Müslümanlar için pusuda olan, zor ve kritik anlarda kirli propoganda yaparak onları çökertmeye çalışan münâfıklar, bir başka zaman ve başka bir savaşta Uhud’da da algı operasyonu ve kirli propagandalarına devam etmişlerdir. Uhud Savaşında Malik b. Duhşüm adlı münafık “Muhammed Öldürüldü !”diye yaygara yaparak Müslümanlar arasında acımasız bir panik ve kaos meydana getirmişti. (3)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Enfâl, 8/49
2) Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitâbu’l-meğâzi, I, 115-116; Muhammed Lokman el-A’zamî en-Nedvî, Müctemau’l-Medîneti’l-münevvere fî ahdi’r-Resûl, Kahire 1989, 447; İbrahim Ali Sâlim, en-Nifâk ve’lMünâfikûn fî ahd-i Resûlillâh, Kahire 1969, s. 99; Mustafa Âsım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1987, III, 177-178.
3) Vâkidî, I, 217-218; Köksal, III, 139.
~~~~ * ~~~~

     Mekke’deki kabilecilik ve kana dayalı bir toplumdan Medine’de oluşan Kur’ân ve iman kardeşliğine dayalı bir topluma geçerken Medine İslâm toplumundaki sosyopsikolojik gerçek ve o toplum içinde bulunan münâfıkların eylemi olan ircâfın bir başka boyutu Kur’ân’da şöyle anlatılmaktadır:
     “Kendilerine güven (barış) veya korku (savaş) ile ilgili bir haber geldiğinde onu yayarlar. Halbuki onu Peygamber’e ve içlerinden yetki sahibi (bilir) kimselere götürselerdi ya….” (1)

     4- Çarpıtma ve Çamur Atmak Suretiyle Hedefi Çökertme:
     Masum bir anlam taşıyabilen “algı” dan farklı olarak “Algı Yönetimi”;var olan gerçeğin, istenilen gerçekle ters yüz edilmesi ve bunun kitlelere benimsetilmesi….” dir. Masum olmayan algı yönetiminin yönlendirilme amacı ise şüphesiz hedef kişi ya da kitlenin sarsılması, kaos ve panik yaşaması ve çökertilmesidir. Yalancılık, aldatma ve bozgunculuk anlamlarındaki nifakla ma’lûl, kalplerindeki hastalığın ve fıtratlarındaki şerrin tezahürü olarak münâfıkların hile ve zararlarının en fenâsı ve en acımasızlarından biri de yalanın en fenâsı olan iftirâ’dır. Hedef kitle olarak Allah’ın Elçisi ve Müslümanların çökertilmesi hedeflendiği için, doğal olarak algı yönetimi de, bizzat şerde lider konumlu kimse ya da kurumlar yani üst akıllar tarafından yapılacaktır. (2) Tarihe “ifk” olayı veya büyük iftirâ (büyük skandal) olarak geçen bu olay, Hicretin 6. yılında Mustalik (Mureysî) Gazvesi’nde vuku bulan, Nebî’nin (s) nübüvvetine, Hz. Aişe’nin temiz fıtratı ve şahsiyetini, Müslümanların huzurunu hedef alan bu iftirâ olayında yalanın büyüğünü üstlenen kişi, rivâyetlere göre münâfıkların lideri olan Abdullah b. Übey idi. Nebîler Sultanı’nın eşi, mü’minlerin annesi Hz. Aişe’ye karşı yapılan bu büyük yalan ve yakıştırma tarihte “İfk Hadisesi” olarak bilinir. Olmuş ve olacak dezenformasyonun en acımasızı olan bu olay, münâfıkları nifakta öne çıkaran en önemli hadiselerden biri ve belki de birincisidir. Müslümanlar için ifk olayının en üzücü taraflarından biri, hiç şüphesiz bazı mü’minlerin de münâfıkların sarmalına girmeleri ve bu katı ve acımasız algı yönetimine olumlu tavırla katılmış olmalarıdır.
     Zor ve kritik anda meydana gelen bu olay kısaca şöyle olmuştur: Hz. Peygamber, Beni Mustalik Gazvesine eşi Hz. Aişe’yi de götürmüştü. Dönüşte ordu bir yerde konakladığı sırada, Hz. Aişe ihtiyacı için gittiği yerde gerdanlığını düşürmüştü. Sonradan farkına varmış ve aramak için geri dönmüştü. Hz. Aişe, seferde sürekli hevdecin (mahfelin) içinde oturduğundan sürücü yine orada sanmıştı. Aramadan sonra konaklanan yere döndüğünde ordu hareket etmişti. Orada bekledi (uyuya kaldığı da söylenmektedir), ordunun arkasını toplamakla görevli Safvan b. Muattal hayvanından inip onu hayvanına bindirdi ve karargaha yetiştirdi. Bu sırada kendi grubuyla oturmakta olan İbn Übey, Hz. Aişe’nin bir adamla geldiğini görünce, bunu fırsat bilip nifâk cinâyetlerinin en büyüğü olan acımasız algı yönetimiyle mü’min-münâfık oradaki insanları yönlendirmeye başladı ve yalanın en büyüğü olan çarpıtıcı laflar ortaya attı.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar
1) Nisâ, 4/84.
2) Medine münâfıkları’nın reisi olan münafık Abdullah b. Übey b. Selûl’ün görüş ve düşünceleri hakkında denilir kir: Gerek Uhud savaşında 300 adamıyla İslâm ordusundan ayrılma düşüncesini, gerekse Tebûk Sefer dönüşünde Müslümanları gözetlemek ve parçalamak, tevhide karşı konuşmak ve oluşmak adına münâfıklar için bir irtibat bürosu mahiyetindeki Mescid-i Dırârı yapması için Abdullah b. Übey b. Selûlü yönlendiren kişinin, Uhud savaşından sonra kaçarak Rum Meliki Harekl’e sığınan Hristiyan Rahib Ebû âmir’in olduğudur. Bu konuda bkz.Abdullah Yıldız, Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları, s. 131, 199. Görüldüğü üzere günümüzde olduğu gibi saâdet asrında da üst akıllar, müşrikler ve Yahudiler şeklinde kurumsal, bazen de Hristiyan Râhib Ebû Âmir vb. şekilde kişi ve kimseler olarak tecelli etmektedir.
~~~~ * ~~~~

     Ne yazık ki onun en büyük ve acımasız yalanı olan bu algı operasyonuna, Mistah b. Esâse, Hamne bt. Cahş, Hassan b. Sabit gibi bazı Müslümanlar da katıldı. (1) Bu olay üzerine Hz. Peygamber de artık zevcesi Hz. Aişe’ye daha önce gösterdiği iltifatını göstermez oldu. Sonradan işin farkına varan Hz. Aişe üzüntüsünden hastalandı. O, hem iyileşmek hem de durum karşısında anne ve babasından yardım almak üzere aile ocağına gitti. Ama bu konuda onlardan bir yardım göremedi. Aradan bir ay geçmişti. Ailesi hakkında hiçbir kötülük bilmediğini iddia eden Habîbullah, bu konuda ashabıyla istişâre ediyor ve onlardan yardım istemek üzere hitâbede bulunuyordu. (2) Resûlullah’ın kendilerinden yardım istediği Ensâr’ın iki büyük kabilesi olan Evs ve Hazreç’in kabile reisleri Sa’d b. Muaz ve Sa’d b. Ubâde kabilecilik hissiyle birbirlerine düşmüşler, hatta birbirlerini yalancılık ve münâfıklıkla suçlamaya başlamışlardı, olay nerdeyse Evs ve Hazreç düşmanlığına dönüşmüştü. (3)
     Algıyı yöneten münâfık Abdullah b. Übey’in hedeflediği çökertme gerçekleşiyor, algı yönetiminin hedef kitlesi (Hz. Peygamber, Hz. Aişe ve Medineli ashâb gün geçtikçe geriliyor, algı hedefi olan kaos, panik ve çöküm başlıyordu. Ancak arkadaşları üzerinde ilgisini hiç eksik etmeyen şefkat Peygamberi, zaman zaman her iki tarafa yönelik konuşmalar yaparak tansiyonu düşürmüş, iki tarafı da yatıştırmayı başarmıştı. Durum bu halde iken bir gün Resûlullah (s), Hz. Ebû Bekir’in evine gitti ve: ”Ey Aişe! Bana senin hakkında bir söz ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah, elbette senin suçsuzluğunu ortaya çıkaracaktır. Ama bir günaha düşdüysen Allah’a karsı tevbe ve istiğfâr et!” Hz. Aişe çok üzülüyordu. O, “ Suçsuz olduğumu Allah biliyor ama siz başka sözlere inanıyorsunuz. Ne diyeyim Allah bana sabır versin” dedi. Daha Habibullah yerinden kalkmamıştı ki Hz. Aişe’yi tebrie ve tezkiye eden (temize çıkaran) şu ayetler nazil oldu:
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Buhârî, Sahîh, “Meğâzî”, 34; Müslim, “Tevbe”, 57.
2) Buharî, Sahîh, Tefsir, 24/6; Müslim, “Tevbe”, 56; İbn Hişâm,Ebû Muhammed Abdulmelik, Sîretü’nNebeviyye, III, 248; Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, I-III, Beyrut 1985, II, 431-432.
3) Buharî, Sahîh, Tefsir, 24/6; Müslim, “Tevbe”, 56; İbn Hişâm, Sîretü’n-Nebeviyye, III, 248; Vâkidî, Kitabu’l-Meğâzî, II, 431-432; Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-Beyân fî tefsîri’lKur’ân, XVIII, 73.
~~~~ * ~~~~

     “O yalan haberi getirip ortaya atanlar içinizden bir topluluktur. Siz o yalanı (iftirayı) kendiniz için bir şer sanmayın; bilakis o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişi işlediği günahın cezasını görecektir. Onlardan o yalanın büyüğünü idare edene de büyük bir azap vardır.” (1)
     Münâfık İbn Übey, yaptığı bu katı ve acımasız algı yönetimi ve yönlendirmesiyle başta Hz. Peygamber’in emsalsiz şahsiyyet ve nübüvveti olmak üzere O’nun birinci derece arkadaşı yâr-ı ğâri (mağara arkadaşı) Hz. Ebû Bekir, biricik eşi Hz. Aişe ve Medineli ashâbın itibarlarını zedelemeyi, küçük düşürmeyi; bu amaçla onları germeyi, algı hedefi olan toplumu çökertmeyi hedeflemiştir.
     Bu amaçta olup Müslümanlarla uğraşanlara, onların huzur ve morallerini çökertmeye çalışanlara Hz. Peygamber’in seslenişi şöyledir: “Ey diliyle iman ettiği halde kalbine iman girmeyen kimseler (münâfiklar) topluluğu! Müslümanlar gıybet etmeyin (gıyâben eleştirmeyin)! Ayıplarının peşine düşüp araştırmayın! İyi bilin ki, kim onların ayıplarının peşine düşüp araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah da kimin ayıbını araştırırsa o kimseyi evinin içinde (ortasında) rezil eder.” (2)
     Resûlullah (s), bu tür algı ve davranışların ancak münafıklara yakışabileceğini, söz konusu ayıpları araştırma, dil ile, enformasyon yüzyılı da denilen çağımızda sosyal medya (görsel medya, basın yayın, kumpaslar, şeytan işi tele kulak ve izinsiz dinleme, internetle yapılan) iftira, skandal, dezenformasyon ile, ya değersizleştirme ya da abartma şeklinde insanlara ezâ ve cefâ vermenin nifâk ve şikâk ehli kimselerin işleri olduğunu; sonuçta bunların en ağır cezalarla cezalandırılacağını haber vermektedir. Dezenformasyon, skandal, spekülasyon vb. adlarda yalan ve iftirâ şeklinde asılsız haber ve görüntülerle (kumpaslarla) Müslüman toplumu huzursuz eden, toplumda kaos, panik ve moral çökertmeyi hedefleyen ve bunlara sebep olanlara Yaratıcı Kudret’in mesajlarından bazılar şöyledir:
     “Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları yapmadıkları işlemedikleri şeyle (suçlayıp) incitenler , bir iftira ve apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (3)
     “İnananlar içinde edepsizliğin, hayasızlığın yayılmasını isteyenler için, dünyada da âhirette de elem dolu (acıtıcı) bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (4)

     5-Hz. Peygamberi ve Getirdiği Dini İtibarsızlaştırma:
     “İçin dışa, sözün öze (dilin kalbe) muhâlefeti (zıt olması)”5 şeklindeki nifâkın tanımıyla ilintili olarak münafıklık; bir nevi tutarlı, karakterli ve güvenilir olmanın zıddı olan karakter ve ruh hali bozuk, müzebzip (mütereddit) ve ikiyüzlü olan kimsenin karakterini yansıtmaktadır. Halbuki tutarlı olmak ve güven verici olmak eylemler ortaya koymak karakter ve kişiliği sağlam, iç ihtilafı olmayan kimselerin özelliğidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nur, 24/11-23.
2) Ebû Davud, Sünen, Edep, 40 (V, 194, 195); Tirmizî, Sünen, Birr, 85 (IV, 378).
3) Ahzâb, 33/58.
4) Nûr, 24/18.
5) Aynî, Umdetu’l-kârî, I, 172; XV, 116; İbn Hacer, Fethu’l-bârî, I, 112.
~~~~ * ~~~~

     Oysa ki Kur’ân’ın ifâdesiyle münâfıklar, gizli inkar sahibi, iç barışıklığı olmayan ve Allah’a, mü’minlere ve hem de kâfirlere, hiç kimseye güven vermeyen şahsiyetsiz kimselerdir. Onların bu iç bozuklukları ve karakterleri Ku’ân’da şöyle anlatılır:
     Lüğatlarda; “yer altında çıkışı olan delik, tünel ve yer altındaki köstebeğin tavır ve kaçış manavraları” anlamlarına gelen “nifâk” kavramıyla ilintili olarak, (1) aşağıdaki âyetler ve benzerleri, küfrünü gizleyip imanını izhar eden, diliyle iman ettiği halde kalbinde küfrünü gizleyen münâfık kimselerin kişilik ve karakterlerini, kalbinde maraz (endişe, tereddüt, kin ve bozgunculuk) bulunan hastalıklı ve karaktersiz kişiler olarak tescil etmekte; iş ve eylemlerini de, zor ve kritik zamanlarda Müslümanların azim ve kararlılıklarını sarsmak, morallerini bozmak ve kaos yaratmak için algı operasyonu yaparak mü’minlerin duygularını yanıltıp akıllarını çelmek vb. amaçlar için yaptıkları iş ve eylemleri dile getirmektedir:
     “Onlar ki inandılar, sonra inkâr ettiler; daha sonra yine inandılar, yine inkar ettiler; sonra inkarları arttı. Allah, onları ne bağışlayacak, ne de doğru yola iletecektir.” (2)
     “Arada yalpalayıp dururlar ne bunlara bağlanırlar ne de onlara…..”(3)
     Bu doğrultudaki daha birçok âyet ve hadislerde; toplumun moralini bozmak, onları zayıflatmak amacıyla böyle yalan yanlış, araştırmadan yoksun, asılsız ve mesnetsiz haberler yayanlar, yalan haber (iftirâ) uyduranlar, planlar ve projeler kuranlar fâsık, mel’ûn ve münâfık olarak nitelenmekte; akibetlerinin elem verici azap olduğu belirtilmektedir. (4) Buna karşılık gerçek mü’minler ise; yalan, iftirâ ve yanlış algıdan sakındırılmakta; (5) iyi niyet, hüsn-ü zan, iyi teemmül, güzel görme ve güzel algıya teşvik edilmektedir. (6)
     Sürekli Müslümanların huzurundan huzursuz olan münâfıklar, Hz. Peygamberi itibarsızlaştırma ve İslâm toplumunu sarsma ve çökertme adına zihinleri ifsâd edici, ihtilâf ve çözülmelere sebep olacak asılsız iddialar ortaya atıyorlardı. Rivâyete göre onlardan biri de; Hz. Peygamber’e şârilik (hüküm koyma)vasfı yükleyen, “”Kim Resûle itâat ederse Allah’a itâat etmiş olur….” (7) Âyetine karşı bazı münâfıklar; “ Bak bak…! Muhammed, Allah’ın yanında rubûbiyet iddiasında bulunuyor!” dediler. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ragıb el-Isfahânî, el-Müfredât, s. 502;İbnu’l-Esîr, en-Nihâye fî garîbı’l-hadîs ve’l-eser, V, 98; İbn Manzur, Lisânü’l-Arab, X, 358.
2) Nisâ, 4/137.
3) Nisâ, 4/143.
4) Nisâ, 4/81-84; Nûr, 24/4.11,15-19; Ahzâb, 33/60, 61; Hucurât; 49/6.
5) Hucurât, 49/ 17; Buhârî, “Vasâyâ”, 8, Nikâh, 45,” Edeb”, 57,58; Müslim, “Birr”, 28; Muvatta’, “Husnü’l-huluk”, 15.
6) Yunus, 10/26; Bakara, 2/218; Ebû Davud, “Edeb”, 81, “Cenâiz”, 13; Tirmizî, “Da’vât”, 110; Dârimî, “Rikâk”, 22; İbn Hanbel, II, 297, 304
7) Nisâ, 4/80. 
~~~~ * ~~~~

     Bu iddialarıyla onlar, Ümmeti gözünde Peygamberi itibarsızlaştırma, akideleri ifsâd ve toplumda ihtilâf çıkarmaya çalışıyorlardı. Bunun üzerine şu âyet indirilerek onların ihtilâf ve tezvîrat planlarını haber verdi: (yanındayken) “Peki” derler, ama yanından çıkınca içlerinden birtakımı sana söylemiş olduğunun tersini kurar. Allah onların geceleyin ne düşünüp kurduklarını) (ne plan kurduklarını) yazmaktadır.” (1)
     Onların (Münâfıkların) üst akıl Yahudi dostlarıyla işbirliği halinde, Yüce İslâm Dini’ni itibarsızlaştırmak ve insanları İslâm’dan soğutmak, itibarını zedelemek ve önünü kesmek için başvurulan psikolojik savaş ve yönettikleri algı yönetiminden bir diğeri de şöyle olmuştur: Medine civarında yaşayan bazı Yahudi bilginler ve liderler (Hayber Yahudilerinden 12 kişilik hahamlar topluluğu), iman henüz iman gönlüne yerleşmemiş kimseleri (yeni Müslüman olanları) şüpheye düşürmek için aralarında şöyle bir karar almışlardı: Buna göre onlar, İslamı kabul etmiş gibi görünecekler, sabah namazını Müslümanlarla beraber kılıp, akşamüzeri, kendi kitaplarında Hz. Muhammed’in risâletiyle ilgili bir şey bulamadıkları iddiasıyla İslam’dan çıktıklarını ilan edeceklerdi. Amaçları hiç olmazsa bazı kimselerin, “Bunlar vazgeçtiklerine göre, Müslümanlıkta mutlaka bir eksiklik bulmuşlardır” demelerini sağlamaktı. Şu âyetlerde onların bu itibarsızlaştırma planları ifşâ edilmektedir:
     “Ey ehl-i kitab! Neden doğruyu eğriye (hakkı batıla) karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz? Ehl-i kitapdan bir grup, “Mü’minlere indirilmiş olana (Kur’ân’a) sabahleyin (görünüşte) inanıp akşamleyin inkâr edin. Böylece belki onlar dinlerinden dönerler, dedi.” (2)
     Enformasyon yüzyılı olan çağımızda görsel medya organları, sosyal medya, telefonlar, basın ve yayın organlarında yapılan mesaj ve email şeklindeki -şu kadar okunup şu kadar sayıda başkalarına gönderilme sparişli âyet, hadis ve duâlar, - gönderen ve gönderilen için mutlak surette ölüm ve felâketi engellemeyi! Kurşun geçirmezliği! Zenginleştirme ve mutlu kılmayı! Sevdiğine ve emellerine kavuşturma vb. lerini! Vadeden - ısmarlama algı mesajları da, hiç kuşkusuz Müslümanların Allah’a olan ümidine ve kutsallarına, tebberrük anlayışına yönelik, organize İslâmdışı gruplar tarafından yapılan çökertme, kutsal ve manevî değerleri itibarsızlaştırma amaçlı bir çeşit algı yönetiminden başka bir şey değildir. Gerçek bir mü’min, bütün bu algı operasyonlarına karşı Allah’ın nûru ve nebevî ahlâktan aldığı basîret ferâsetiyle olumsuz etkilenmemeyi başarabilmelidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Nisâ, 4/81; Bkz. Elmalılı, II, 1400.
2) Âl-i Imrân, 3/71-72.
~~~~ * ~~~~

     İslâm’ı itibarsızlaştırmak, Müslümanların ve hatta insanların huzurlarını bozup onları ruhen çökertmek amacıyla algı yönetimiyle uğraşanlara, onların huzur ve morallerini çökertmeye çalışanlara Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in seslenişleri şöyledir:“Mü’min erkekleri ve mü’min kadınları yapmadıkları işlemedikleri şeyle (suçlayıp) incitenler , bir iftira ve apaçık bir günah üstlenmişlerdir.” (1)
      İnananlar içinde edepsizliğin, hayasızlığın yayılmasını isteyenler için, dünyada da âhirette de elem dolu (acıtıcı) bir azap vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (2)
     “Ey diliyle iman ettiği halde kalbine iman girmeyen kimseler (münâfiklar) topluluğu! Müslümanlar gıybet etmeyin (gıyâben eleştirmeyin)! Ayıplarının peşine düşüp araştırmayın! İyi bilin ki, kim onların ayıplarının peşine düşüp araştırırsa, Allah da onun ayıbını araştırır. Allah da kimin ayıbını araştırırsa o kimseyi evinin içinde (ortasında) rezil eder.” (3)

     Sonuç
     Resûlullah (s), bu tür algı ve davranışların ancak münafıklara yakışabileceğini, söz konusu ayıpları araştırma, dil ile, enformasyon yüzyılı da denilen çağımızda sosyal medya (görsel medya, basın yayın, kumpaslar, şeytan işi tele kulak ve izinsiz dinleme, internetle yapılan) iftira, skandal, dezenformasyon ile, ya değersizleştirme ya da abartma şeklinde insanlara ezâ ve cefâ vermenin nifâk ve şikâk ehli kimselerin işleri olduğunu; sonuçta bunların Allah katında en ağır cezalarla cezalandırılacağını haber vermektedir. Dezenformasyon, skandal, spekülasyon vb. adlarda yalan ve iftirâ şeklinde asılsız haber ve görüntülerle (kumpaslarla) Müslüman toplumu huzursuz eden, toplumda kaos, panik ve moral çökertmeyi hedefleyen ve bunlara sebep olanlara Yaratıcı Kudret’in mesajlarından bazılar şöyledir:
     “Yanlış Algı ve Doğru İslâm”, algısız olgu olmaz, tek taraflı hatla konuşup anlaşma imkansızlığı, piriz-ampül arasındaki temas ve ilişkinin imkansızlığı vb. kullandığımız teknolojik şeyler, bu formülasyonun basit örnekleridir. Doğru olan bir hedefe eğri olan bir cismi (ok veya çubuğu) isâbet ettirmenin imkansızlığı ortadadır. Yanlış algıyla olguya (gerçek olana) erişmek mümkün olmadığına göre doğru olan İslâm’ın hakîkatına erme ancak doğru algı ve anlamayla mümkündür. Allah’ın rızasını kazanmış takvâ sahibi olgun bir mü’min için, rütbelerin en üstünü olan imanın hakikatine (takvâya) ermek, ancak arzu ve algıları kontrol ve disipline etmesiyle mümkündür. Ayrıca her bireyin, kendi mutluluğu adına algı ve arzularını yöneltmesi ve disipline etmesi, yalnız mü’min ve Müslüman için değil, aklı selîm, kişilik ve karakter sahibi, eşref-i mahlûk her insan için gereklidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahzâb, 33/58.
2 Nûr, 24/18. 3 Ebû Davud, Sünen, Edep, 40 (V, 194, 195); Tirmizî, Sünen, Birr, 85 (IV, 378). 
~~~~ * ~~~~

     Bu çerçevede denilebilir ki, olgun bir Müslüman için algılarını kontrol etme, yanıltma veya yanlış algıdan kaçınma ve sonuçda doğruya ve hakîkate (doğru olan  İslâm’a erme) ancak hayat rehberi olan Kur’ân ve onun en etkin ve yetkin göstermeni olan Hz. Peygamber örnekliğinde mümkündür. Hatta Peygamberlerin gönderiliş amacının, âriflerin nefsi terbiye, hükemânın hikmet, ulemânın eğitim ve terbiye telakkilerinin (anlayışlarının) özünü arzu (hevâ) ve algıyı terbiye ve disipline etmenin (iyiye, doğruya ve güzele yönlendirmenin) oluşturduğunu söylemek mümkündür.
     Günümüz Müslümanları için bireysel ve toplumsal boyutlu bir problem olan algı yönetiminin ancak Resûlullah (s) ve ashâbını (asr-ı saâdeti) iyi okumak, içselleştirmek ve onlar örnekliğinde, toplumumuzda Kur’ân ve Sünnet öğreti ve bilincinin artmasıyla ıslâh edilebileceği ümit ve düşüncesiyle tüm dinleyenlerime teşekkür eder, saygılar sunarım.

     Bibliyografya
* Abdullah Yıldız. Hz. Peygamber ve Gizli Düşmanları Münâfıklar, İstanbul 2000.
* Aclûnî, İsmail b. Muhammed, Keşfü’l-hafâ ve müzîli’l-ilbâs…, I-II, Kahire, ts.
* Ahmet Akseki, İslâm Dini, Ankara 1983.
* Ahmet b. Muhammed b. Hanbel, Müsned’ü Ahmed b. Hanbel, I-VI, İstanbul 1981.
* Alâaddin el-Hindî Aliyyü’l-muttekî b. Husâmeddin, Kenzu’l-ummâlfî süneni’l-akvâl ve’l-ef’âl, I-IXVI; Beyrut 1993.
* Ali Özek, Hayrettin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağırıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş), Kur’ân-ı Kerîm ve Açıklamalı Meâli, İstanbul 1982.
* Aynî, Bedruddin Ebû Muhammed Mahmud b. Ahmed, Umdetü’l-kârî Şerh’u Sahîhi’l Buhârî, I-XX, Kahire 1972.
* Beyzavî, Nâsıruddîn Ebû Said Abdullah b. Ömer, Envâru’t-tenzîl ve esrâru’t-te’vîl (Mecmau’t-tefâsîr), I-VI, İstanbul 1979.
* Buhârî, Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhârî, I-VIII, “Vesâyâ”, 8; “Nikâh”, 45; “Edeb”, 57, 58, İstanbul 1981. Cengiz Akyol, Levent Ersin Orallı,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf Cengiz Akyol, Oğuzhan Başıbüyük,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf Cengiz Akyol-Bilal Karabulut,
* http://www.cengizakyol.com/wpcontent/uploads/2015/03/10-Alg%4C4%B1-Y%B6netimi. pdf
* Cürcânî, Seyyid Şerîf Ali b. Muhammed, Kitâbu’t-ta’rîfât, y.y., ts.
* Dârimî, Abdullah b. Abdurrahman, Sünenü’d-Dârimî, I-II, İstanbul 1981.
* Ebû Davud, Süleyman b. el-Eş’as ; Sünen’i Ebî Davud, I-V, “Edeb”, 88, İstanbul 1981.
* Elias A. Elias, Elıas’ Modern Dıctıonary English-Arabic, Dâru’l-Cîl, Cairo 1974.
* Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, I-IX, Beyazıt-İstanbul, ts.
* İbn Hacer, Şihâbuddin Ebu’l-Fazl Ahmed b. Ali , el-Isâbe fî temyîzi’s-sahâbe, I-IV, Beyrut 1910. -Fethu’l-bâri bi şerhi Sahîhi’l-Buhârî, I-XIV, Kahire 1987.
* İbn Hişâm, Ebû Muhammed Abdülmelik, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Ömer Abdusselâm Tedmürî, Kahire 1987.
* İbn İshak Muhammed b. Yesâr, Kitâbu’l-Meğâzî, thk. Muhammed Hamîdullah, Konya 1981.
* İbn Kuteybe, Ebû Muhammed Abdullah b. Müslim, Te’vîl-u müşkili’l-Kur’ân, Kahire 1973.
* İbn Mâce, Muhammed b. Yezîd, Sünen’i İbn Mâce, I-II, “Edeb”, 16, İstanbul 1981.
* İbn Manzûr, Cemâleddin Muhammed b. Mükerrem, Lisânü’l-Arab, I-XV, Beyrut ts. İbn Sa’d Muhammed b. Menî’, et-Tabakâtu’k-kübrâ, thk, İhsan Abbas, I-IX, Beyrut 1985.
* İbnü’l-Esîr, Mecdüddîn el-Mübârek b. Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî garîbi’l hadîs ve’l-eser, thk. Mahmud Muhammed et-Tanâhî, I-IV, Beyrut ts.
* İbrahim Eken, Kulluk, İstanbul ts.
* İbrahim Ali Sâlim, en-Nifâk ve’l-Münâfikûn fî ahd-i Resûlillâh, Kahire 1969.
* Kadı Iyâd Ebu’l-Fadl Iyâd b. Mûsâ el-Yahsubî,, eş-Şifâ bi ta’rîf-i hukûki’l-Mustafâ, Dâru’l-kütübi’l-ılmiyye, I-II, Beyrut ts.; thk. A. M. Becâvî, Kahire 1977.
* Kemal Atik, Ali Bardakoğlu, Celal Kırca Selahttin Polat, Ali Toksarı, İslâmî Kavramlar, Ankara 1997.
* Mevlânâ Şiblî, Asr-ı Saâdet, trc. Ömer Rıza Doğrul, I-V, Beyazıt- İstanbul 1974.
* Muhammed Fuâd Abdulbâki, el-Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzı’l-Kur’âni’l-Kerîm, İstanbul ts.
* Muhammed Lokman el-A’zamî en-Nedvî, Müctemau’l-Medîneti’l-münevvere fî ahdi’rResûl, Kahire 1989.
* Mustafa Âsım Köksal, İslâm Tarihi, İstanbul 1987.
* Müslim, Müslim b. Haccâc, Sahîh’u Müslim, I-III, “Birr”, 28, İstanbul 1981.
* Malik, Mâlik b. Enes, el-Muvatta’, “Hüsnü’l-huluk”, 15, İstanbul 1981.
* Râgıb el-Isfahânî, Ebu’l-Kâsım Hüseyin b. Muhammed, el-Müfredât fî garîbi’lKur’ân, Beyrut ts.
* Suyûtî, Celâleddin Abdurrahman b. Ebû Bekr, el-Camiu’s-sağîr, I-II, Kahire 1982.
* Süleyman Ateş, Kur’ân-ı Kerim Tefsiri, I-VI, İstanbul ts.
* Şemsettin Sami, Kâmûsî Türkî, I-II, İstanbul 1989.
* Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr, Câmiu’l-beyân fî Tefsîri’l-Kur’ân, I-XXX, Beyrut 1972.
* Tirmizî, Muhammed b. İdris, Süneni’t-Tirmizî, I-V, “Birr”, 85, İstanbul 1981.
     - eş-Şemâil el-Muhammediyye, thk. Seyyid b. Abbâs el-Celîmî s. Beyrut, ts.
     - Evsâfu’n-Nebiyyi, thk. Semîh Abbâs, Beyrut, 1987.
* Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, Ankara 2005.
* Vâkidî, Muhammed b. Ömer, Kitabu’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, I-III, Beyrut 1985.
* Zamahşerî, Cârullah Mahmut b. Ömer, el-Keşşâf an hakâiki’t-tenzîl ve uyûni’l-ekâvîl fi’l-vucûhi’t-te’vîl, I-IV, Beyrut ts.
 
bus

Hiç yorum yok:

02 - 07 Temmuz İstanbul & Güneydoğu Anadolu - GAP Turu

02 - 07 Temmuz Güneydoğu Anadolu - GAP Turu 3 Gece Otel Konaklamalı 5 Gün Gezi       Mezopotamya, bazı kaynaklarda medeniyetlerin beşiği ola...