23 Eylül 2021 Perşembe

DÜNYA ve AHİRET DENGESİ / Sayfa: 675 - 686

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 675 - 686
DÜNYA ve AHİRET DENGESİ
Yakup YÜKSEL ٭

     Özet
     Bu tebliğimizde “Dünya ve Âhiret Dengesi” başlığı altında İslam’ın konuyla ilgili tutumu ele alınacaktır. Bu anlamda dünya ve âhiret kavramlarının açıklaması yapılacak, dinlerin bu konudaki görüşlerine yer verilecek ve konunun ilk kaynak olan Kur’an ve hadislerde işleniş biçimi ortaya konulacaktır. Temel hedef ise bu iki hayatın nasıl dengeli götürülmesi gerektiği üzerinde durulacaktır. İslam’ın ilk dönemlerinde bu iki hayat anlayışı ile günümüz insanlarının konuya bakışı kıyaslanacak ve dengeyi bozan unsurlara işaret edilecektir.
     Tebliğimiz üç başlıktan oluşmaktadır. Birincisi, Kur’an’da dünya ve âhiret kavramları, ikincisi, dünya ve âhiret dengesi, üçüncüsü de dünya ve âhiret dengesi açısından yanlış algılar. Et ve tırnak misali bir bütünlük ve denge arz eden dünya ve âhiret hayatı hakkında birçok ayet ve hadis mevcuttur. İslam’da birincisi dünya hayatı, ikincisi kabir hayatı üçüncüsü de âhiret hayatı olmak üzere üç türlü hayatın varlığından bahsetmek mümkündür. Ancak konumuz kavram olarak dünya, âhiret ve denge kelimeleri üzerine kurulu olduğu için daha ziyade bu iki hayat üzerinde durulacak ve aralarındaki dengeye dikkatler çekilecektir. Kelam ve felsefe kaynaklarında üzerinde çokça tartışmaların yaşandığı bu iki hayatın, problemli konularından ziyade başlıkta da belirtildiği gibi iki hayat arasındaki denge unsuru ve bu dengeyi bozan yanlış algılar üzerinde durulacak ve sonuç kısmıyla tebliğimiz neticelenecektir.
     1. Kur’an’da dünya ve âhiret kavramları
     “Dünüv” kelimesinden türemiş olan dünya, âhiret kelimesinin zıddı olup yakın anlamına gelmektedir.(1) Hatta İbn Manzûr, âhiret hayatına uzaklığından dolayı yakın anlamında olduğunu ileri sürmüştür. (2) Bazı çalışmalar da ise âhiret hayatına yakınlığından dolayı dünya kavramının kullanıldığı dile getirilmiştir. (3) Kanaatimize göre İbn Manzûr’un yorumu daha isabetlidir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
٭ Yrd. Doç. Dr. Namık Kemal Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
1) Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükrim b. Manzur, Lisânu’l-Arab (Beyrut: Dar-u sadr, 1994), c. 14, 273.
2) İbn Manzur, 13:273.
3) Süleyman Gümrükçüoğlu, “İmtihan ve Dünyevileşme”, Turkish Studies, 10, sy. 2 ( 2015 ): 411-434. 
~~~~ * ~~~~

     Dünya kavramının içerdiği yakınlık anlamı aslında insanların o hayatı yaşamaları ve tecrübe etmelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ahirete nazaran bize yakın olan hayat kasd edilmiş olabilir. Nitekim buanlayışı kabul eden çalışmalara da rastlamaktayız. (1) Ayrıca aşağı, bayağı, kötü, değersiz anlamına gelen “denâet” kökünden geldiğini savunanlar da olmuştur.
     Dünya kelimesi Kur’an’da yüz on beş (2) , âhiret kelimesi de yüz kırk defa geçmektedir.(3) Ayrıca dünya için el-ûla (4) kelimesi kullanıldığı gibi âhiret kelimesi için de yevmü’l-kıyâme (5) , dâru’l-âhire kullanılmaktadır. Dünya, Kur’an’da çoğu yerde elHayatü’d-dünya şeklinde sıfat tamlaması olarak yer almıştır. Âhiret kelimesi ise âhir kelimesinin müennesi olup evvel kelimesinin zıddı ve son anlamına gelmektedir. (6) Kur’an’da dünya ve âhiret kelimeleri birçok yerde beraber kullanılmıştır. (7) İlgili ayetlerde dünya ve âhirete dönük isteklerin nasıl olacağı belirtilirken aynı zamanda dünyaya aldanıp âhireti unutanlar uyarılmıştır. (8) Dünyanın âhirete nazaran değersiz olduğu, süs ve aldanma (9) , oyun ve eğlenceden ibaret olduğu (10), ömrünün çok kısa olduğu (11) buna mukabil âhiretin ise daha faydalı ve kalıcı olduğu bilgisine Kur’an’da yer verilmiştir. (12)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ramazan Altıntaş, Din ve Sekülerleşme (İstanbul: Pınar Yayınları, 2005), s.113; Mustafa Öztürk, “Kur’an’ın Değer Sisteminde Dünya ve Dünyevi Hayatın Anlamı”, Tasavvufî İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 16, ( 2006 ): 65-86.
2) Bkz. Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el-Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzi’l-Kur’an’i’l-Kerîm, (Kahire: Dâru’lHadîs, 2008), 262-263. el-Bakara 2/85-86,114,130,200-201,204,212,217,220; Al-i İmran 3/14,22,45,56,117,145,148,152185; en-Nisa 4/74,77,94,109,134; el-Maide 5/33,41; el-En’am 6/ 29,32,70,130; el-A’raf 7/32,51,152,156; el-Enfal 8/42,67; et-Tevbe 9/38,55,69,74,85; Yunus 10/7,23- 24,64,70,88,98; Hud 11/15,60; Yusuf 12/101; er-Ra’d 13/26,34; İbrahim 14/3,27;en-Nahl 16/41,107,122;el-Kehf 18/28,45-46,104;Ta-Ha 20/72,131; el-Hac 22/9,11,15;el-Mü’minun 23/33,37;enNur 24/14,19,23,33;el-Kasas 28/42,60-61,77,79;el-Ankebut 29/25,27,64;er-Rum 30/7; Lokman 31/15,33; el-Ahzab 33/28,57;el-Fâtır 35/5; es-Saffat 37/6; ez-Zümer 39/10,26;el-Mü’min 40/39,43,51;Fussilet 41/31; eş-Şûra 42/20,36; ez-Zuhruf 43/32,35;el-Casiye 45/24,35;el-Ahkaf 46/20; Muhammed 47/36; enNecm 53/29; el-Hadid 57/20;el-Haşr 59/3; el-Mülk 67/5; en-Naziat 79/38;el-A’la 87/16.
3) el-Bakara 2/4,86,94,102,114,130,200-201,217,220; Al-i İmran 3/22,45,56,77,85,145,148,152176; enNisa 4/74,77,134; Maide 5/5,33,41; el-En’am 6/32,92,113,150; el-A’raf 7/45,147,156,169; el-Enfal 8/67; et-Tevbe 9/38,69,74;Yunus 10/64;Hud 11/19,22; Yusuf 12/37,57,101,109; er-Ra’d 13/26,34; İbrahim 14/3,27; en-Nahl 16/30,41,60,107,109,122; İsra 17/7,10,19,45,72,104; Ta-Ha 20/127; el-Hac 22/11,15;elMü’minun 23/33,74; en-Nur 24/14,19,23; en-Neml 27/3-5,66; el-Kasas 28/70,77,83;el-Ankebut 29/20,27,64; er-Rum 30/7,16; Lokman 31/4; el-Ahzab 33/29,57;Sebe’ 34/1,8,21; es-Sâd 38/7; ez-Zümer 39/9,26,45; el-Mü’min 40/39,43; Fussilet 41/7,16,31;eş-Şûra 42/20;ez-Zuhruf 43/35;en-Necm 53/25,27; el-Hadid 57/20; el-Haşr 59/3; el-Mümtehine 60/13; el-Kalem 68/33; el-Müddessir 74/53; el-Kıyame 75/21; en-Naziat 79/25,el-A’la 87/17.
4) Duha 93/4
5) el-Bakara 2/85,113,174,212; Al-i İmran 3/55,77,161,18,185,194; en-Nisa 4/87,109,141,159; el-Maide 5/14,36,64 de dğ.
6) İbn Manzur, 4, 14.
7) El-Bakara 2/201; el-A’raf 7/156;el-A’la 87/16
8) Lokman 31/33;Fatır 35/5;el-Hadîd 57/14
9) El-Casiye 45/5
10) El-En’am 6/32; el-Ankebut 29/64; Muhammed 47/36
11) Âl-i İmran 3/14,117,185;er- R’ad 13/26;el-Mü’min 40/39.
12) El-A’la 87/16
~~~~ * ~~~~

     2. Dünya ve Âhiret Dengesi
     İslam’ın ilk kaynağı olan Kur’an’a baktığımız zaman dünya ve âhiret hayatını birbirinden ayırmadığını görürüz. Aslında her iki hayatın da vazgeçilmez olduğu, İslam’ın ikisine birden önem verdiği bilinen bir gerçektir. Meâlini vereceğimiz şu ayetlerde bunun örneğini açıkça görebiliriz.
     Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez. Allah’ın sana verdiği şeylerde âhiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. (1)
     Bu ayette her ne kadar söz konusu kişi Karun ve onun kavmi olsa da, dünya ve âhiret dengesini doğru kurma açısından ayet bütün insanlığı ilgilendirmektedir. Mal ve servet çokluğuna güvenen Karun ve kavmi âhireti unutmuş dünya hayatına dalmışlardı. Bunun üzerine Yüce Allah onların yanlış bir inanç üzere olduklarını ihtar etmiştir. Âyette geçen dünyadaki nasibini de unutma kısmı birinci anlam olarak genellikle ilk klasik tefsirlerde “dünyada, âhiretini kazanacağın amelini unutma” (2) şeklinde tefsir edilmiş ise de bununla birlikte helal rızık, geçim ve dünya metaı olarak da yorumlanmıştır. (3) Zemahşerî (ö. 538/1144) ise kişiye yetecek ve hayatını idame ettirecek kadar olan şeyleri alması şeklinde tefsir etmiştir. (4) Râzî (ö. 666/1268) de hem amel hem de maddi anlamdaki geçim olarak yorumlamıştır. (5) Kurtûbî (ö. 671/1273)’nin bu ayeti tefsir ederken Abdullah b. Ömer (ö. 73/692)’in “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyan için yarın ölecekmiş gibi âhiretin için çalış” (6) şeklindeki sözüne yer vermesi aslında dünya ve âhiret dengesini iyi gözet, ikisini birlikte eşit götür manasında anlamamız gerektiğinin en bariz örneğidir. Konuyla ilgili başka bir ayette ise şöyle buyurulmaktadır.
     Onlardan, (insanlardan)“Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru” diyenler de vardır. (7)
     Ayete baktığımız zaman hem dünyada hem de âhirette iyilik isteme duası yer almaktadır. Şayet dünyanın bir anlamı ve değeri olmasaydı sadece âhiret iyiliği için dua edilirdi. Ama görüyoruz ki her ikisi için bir hasene isteği yer almaktadır. Dolayısıyla ayette bu iki hayat birlikte zikredilmiştir. Her iki dünya için hasene kelimesinin zikredilmesi dengeye işaret etmektedir.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Kasas 28/77
2) Bkz. Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerir et-Taberî, Câmiu’l-Beyân fi Te’vîli’l-Kur’an (Beyrut:Dâru’lkütübi’l-İlmiyye, 1992), c. 10, 105-166; Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh elKurtubî,,el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an (Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1993), c. 13, 205; Nâsırüddîn Ebû Saîd Abdullāh b. Ömer b. Muhammed el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl (Beyrut: Müessesetü şa’ban, ts.), c. 4, 132.
3) Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer İbn Kesîr, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm (İstanbul: Kahraman Yayınları, 1984), c. 6, 263.
4) Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî ez-Zemahşerî, el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’Te’vîl (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1977), c. 3, 190; Ebû’l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud en-Nesefî, Medâriku’tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl (İstanbul: Kahraman Neşriyat, 1984), c. 3, 245.
5) Ebu Abdillâh Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn er-Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb (Beyrut: Dâru’l-fikr, 1985), c. 25, 14-15.
6) Kurtûbî, 13: 205. 7 Bakara 2/201 
~~~~ * ~~~~

     İnsan maddi ve manevî unsurdan yaratılmış bir varlık olduğu için aslında yukarıdaki ayette her iki değere birden işaret edilmiştir. Dünya hayatı insanın maddî/cismanî hayatını devam ettirmek için var edilmiş olduğu gibi âhiret hayatı da onun manevî/ruhanî hayatını devam ettireceği bir yer olarak ifade edilmiştir. Yani biri olmadan diğerini yaşamak ya da biri olmadan diğerini kazanmak mümkün değildir. Dolayısıyla bu iki hayattan biri diğeri için tamamen feda edilemez. Böyle bir ayırım yapıldığı takdirde insan fıtratına aykırı bir seçim yapılacağından her iki hayatı da kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya gelmek kaçınılmaz olacaktır. Vereceğimiz şu bilgiler konumuzu güzel bir şekilde özetlemektedir.
     “Dünya ve âhiret kavramları ontolojik anlamda ortak bir yaşam biçiminin başı ve sonu gibidir. İslam tasavvurunda hayat bir bütündür, parçalanmış değildir. Bu noktayı anlamak için dünya kelimesinin, birbiriyle yakından ilgili, özel kelimeler grubuna dahil olduğunu söylemek yeterlidir. Bu dünya varlığı “ikizine bağlı çift kelimeler” grubundandır. Meselâ, karı-koca, kardeş-bacı vb. gibi.. Bu kelimelerden her biri semantik olarak kendi ikizini hatırlatır. Erkek ancak eşinin varlığı ile koca olabilir. Yani koca kelimesi eş kavramını da içinde taşır, diğerleri de böyledir. İşte aynı şekilde dünya kavramı da gelecek âlemi, yani âhiret kavramını ihtiva eder. Kur’an bu iki kelimeden hangisini kullanmışsa, bu çağrışımı göz önünde tutmuştur. (1)
     Aslında yukarıda vermiş olduğumuz ve benzeri ayetlerde Kur’an, doğrudan olmasa da dolaylı olarak insandan aklını kullanmasını istemektedir. Yani her iki dünya gerçekliğini kabul etmeyi, birini diğeri için reddetmemeyi öğütlemektedir. Bunu, akıl ile naklî birlikte kullanması gereğine işaret etmektedir şeklinde anlayabiliriz. İslam ayrımcı değil bütüncül bir bakış ile hayata yönelmeyi istemektedir. Ne var ki ileride de işaret edeceğimiz gibi dünya ile âhiret hayatını birbirinden ayırıp dengeyi bozan pozitivist düşünce, tamamen akılcı kuram üzerine bina edildiğinden günümüz dünyasında bu denge bozulmuş her iki dünya ile ilgili yanlış bir algı ortaya çıkmıştır. Maddeci dünya görüşüne sahip akımlar insan aklını her şeyin üstünde tutarak fizik ötesi âlemle ilgili inançlardan soyutlamaya çalışmışlardır. İşte böylelikle âhireti bırakıp tamamen dünya hayatına yönelişler günümüz dünyasında hız kesmeden devam etmektedir. Bazı tasavvufi anlayışların da âhiret ve dünya dengesini bozmaya sebep olduğu bilinmektedir. Bu anlamda sûfiler kişiyi Allah’tan alıkoyan her şeyi dünya olarak tasvîr etmişlerdir. Süfyan es-Sevrî (ö. 161/778) alçak ve değersiz olduğu için bu âleme dünya denildiğini ileri sürmüştür. (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Altıntaş, s. 118.
2) Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah Isfehânî,, Hılyetü’l-Evliyâ (Beyrut, ts.), c. 7, 10.
~~~~ * ~~~~

     Kur’an’ı en iyi şekilde anlayan ve yaşayan Peygamber Efendimizin hayatına baktığımız zaman dünya ve âhiret dengesini çok güzel kurduğuna şahit oluruz. O, arkadaşlarından bazılarının dünya hayatından ve zevklerinden tamamen yüz çevirmek istediklerini görünce onları uyarmıştır. Bu manada evlenmek istemeyen, günlerini devamlı oruçlu geçirmek isteyenlere kendi hayatını örnek göstererek dengeli bir hayat sürdürmelerini kendilerinden istemiştir. (1) Yine aynı şekilde Hz. Peygamber, âhireti unutup tamamen dünyaya meyledenleri de uyarmıştır. Bu konuda dünya ile ilgili şu sözleri önemlidir.
     Uhud dağı kadar altınım olsa, üç günden fazla saklamazdım (2) ; Dünya malı tatlıdır, çekicidir (3) ; Dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur, ancak Allah’ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç (4) ; Eğer dünya Allah’ın yanında sivrisineğin kanadı kadar değer taşısaydı, tek bir kâfire ondan bir yudum su içirmezdi. (5)
     İnsanda dünya sevgisi fıtrîdir. Eğer dünya sevgisi ya da dünya gerçek anlamda kötü bir şey olsaydı Yüce Allah bu fıtratı insanlığın mayasına yerleştirmezdi. Kur’an’da ve hadislerde dünyanın yerilmesi, âhirete göre boş bir yer olması şeklindeki tasvirleri doğru anlayabilmek için Kur’an’ın ilk olarak indiği topluma bakmak gerekir. İslam’dan önceki bazı müşrikler âhiret hayatına inanmıyorlardı. İslam’dan önce âhiretle ilgili çürümüş kemikleri kim diriltebilir (6) şeklindeki çıkışları onların âhirete bakışlarını ortaya koymaktadır. Hayatı sadece dünyadan ibaret sayıyorlardı. Dolayısıyla böyle yanlış inanca sahip bir toplumun gözünde çok değer verdikleri hayatın aslında ebedi hayat karşısında gerçekten de bir değerinin olmadığı bilgisine yer vermek gayet tabiidir. Dolayısıyla bazı nasslarda dünyanın değersiz sayılması onun hiç olduğu, boş olduğu anlamına gelmez. Kıyas yapmak bir şeyin değerini yok etmez. Hz. Peygamberin “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa komşusuna iyi davransın” (7) hadisi dünyada komşuya yapılacak iyiliğin âhirette kişinin karşısına sevap olarak çıkacağını bildirmektedir. Bu hadiste âhirete vurgu yapılırken bir taraftan dünyadaki davranışlara da atıfta bulunulmaktadır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Üç sahâbe, (Abdullah b. Ömer, Ebu’d-Derdâ ve Osman b. Maz’ûn başka bir rivayete göre ise Hz. Ali, Abdullah b. Amr b. Âs ve Osman b. Maz’un olduğu kabul edilir.) Hz. Peygamberin hanımlarından Rasûlullah ’ın yaptığı ibâdetleri sormuşlardı. Aldıkları cevap karşısında kendi ibadetlerini az görmüş ve onlardan biri, “Ben geceleri hep namaz kılacağım”, diğeri “Ben hayatım boyunca ara vermeksizin oruç tutacağım”,diğeri de “Ben evlenmeyeceğim” diye konuşmuşlardı. Bunu haber alan Peygamberimiz, onlara “Şöyle şöyle diyenler sizler misiniz?” demiş ve “Vallahi, şunu iyi bilin ki, ben sizin Allah Teâlâ’dan en çok korkanı ve sakınanıyım. Fakat bazen nâfile oruç tutar, bazen tutmam. Bazen nâfile namaz kılar, bazen uyurum. Ben evlenirim. Kim benim sünnetimden yüz çevirirse, o benden değildir.” buyurmuştur. Bkz. Buhârî, Savm 56; Nikâh 1; Nesâî, Nikâh 4; Dârimî, Nikâh 3.
2) Buhârî, Zekât 4;
3) Buhârî, Cihad 37; Tirmizî, Fiten 26.
4) Tirmizî, Zühd 14.
5) İbn Mâce, Zühd 11; Tirmizî, Zühd 13.
6) Yasin 36/79. 7 Buhari, Edep, 31.
~~~~ * ~~~~

     3. Dünya ve Âhiret Dengesi Konusunda Yanlış Algılar
     Dünya ve âhiret dengesi konusundaki yanlış algıları inanç ve amel bakımından iki başlık altında incelemek mümkündür. İnanç bakımından öne çıkan yanlış algı, âhiretin varlığını inkâr edip hayatı tamamen dünya hayatından ibaret saymak. Kur’an bu konuda inançsız insanların tavırlarını şu ayetlerde gözler önüne sermektedir.
     Hayat, bu dünya hayatından ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Biz tekrar diriltilecek değiliz (1) ; Dediler ki: “Dünya hayatımızdan başka hayat yoktur. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak zaman yok eder.” Bu hususta onların bir bilgisi yoktur. Onlar sadece zanda bulunuyorlar (2) ; Onlar, âhireti verip dünya hayatını satın alan kimselerdir. Artık bunlardan azap hiç hafifletilmez. Onlara yardım da edilmez (3) ; Fakat siz (ey insanlar!) âhiret daha hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını tercih ediyorsunuz. (4)
     Yukarıda meâllerini verdiğimiz ayetlerde âhireti inkar eden kimselerin durumu ortaya konulmuştur. Öyle düşünen ve inanan kimseler bütün mesailerini dünyaya harcadıklarından dolayı âhiret konusunda yanlış bir algıya sahiptirler. Yapıp ettikleri eylemlerin sadece dünyada kalacağı, bundan sonraki hayatın bir hiç ve yokluktan ibaret olduğu düşüncelerinden ötürü yanlış davranışlar sergilediklerine şahit olmaktayız. Dolayısıyla yakın ve uzak coğrafyamızda asrımıza hiç yakışmayan olayların yaşanması konumuz açısından bizleri ilgilendirmektedir. İnsanlığı kasıp kavuran ve adeta cahiliye dönemini de geride bırakan ölümlerin, katliamların ve yurtlarından göçe zorlanan mazlumların bu hale düşmesinin arka planında olan en önemli etkenin âhireti unutmak, böylece dünya ve âhiret dengesinin topuzunu kaçırmak ve yapılanlardan sorguya çekilme şuurunu yitirmekten kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bu anlamda dünya hayatının cazibesine kapılan ve âhiret inancı zayıf olan kimseler arasında yaygın olan yanlış algılardan bazılarını şöyle ifade edebiliriz. Hayatını yaşa! Bu dünyaya bir daha mı geleceksin?! Ölüm ve ötesi hayalden ibaret, gençliğini yaşa! Ayrıca bazı kelamcıların cennet nimetleri ile ilgili bunların hakiki olmayıp soyut olduğu şeklindeki düşünceleri, amel bakımından tembellik edenlerin ise iman bize yeter, nasıl olsa sonunda cennete gireceğiz, tevhid bizi kurtarır gibi yanlış algılar dikkatlerimizi çekmektedir. İşte bu ve benzeri düşüncelere sahip olup ta âhiret hayatını inkâr edenler yanlış bir algıya sahip kimselerdir. Buna biz dünyevileşme diyebiliriz. Yani uhrevî hayatı unutup veya inkâr edip tamamen kedisini dünyalık bir hayattan ibaretmiş gibi kabul edenlerin yanlış algılarıdır.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Mü’minun 23/37
2) Casiye 45/24
3) Bakara 2/86
4) A’la 87/16-17
~~~~ * ~~~~

     Başka bir yanlış algı ise yapılan ibadet ve iyiliklere güvenme, ben cennetliğim, ben oraya gitmeyeceğim de kim? Ebu Cehil mi gidecek?! gibi yanlış algılar dengeyi bozan unsurlardır. Yapılan az bir ibadet karşılığında sonsuz nimetleri elde etme düşüncesi yine yanlış algılar arasında yer almaktadır. Buna amel bakımından yanlış algı diyebiliriz. Yine dünya hayatını hafife alıp tamamen âhiret işleriyle uğraşmakta yanlış bir algıdır. Münzevî bir hayat geçirme çabası içerisinde olmak. Buna ruhçu anlayışta diyebiliriz. İşte ruhçu bir yaklaşım iki hayatın dengesi açısından yanlış bir algı oluşturmakta birisine değer verirken ötekini anlamsız ve boş bir iş olarak görme olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında bunun örneklerine ortaçağ hristiyanlığında rastlamaktayız. Dünyadan elini çekerek münzevî bir hayat yaşama, ruhbanlık örnekleri… Zaten İslam, bu yanlış algıları ortadan kaldırmak için gelmiştir. Dengeyi sağlamak için vardır.
     İslam orta yol olduğuna göre her konuda da orta yolu başka bir ifadeyle fıtrata uygun olanı yerleştirmek için vardır. Ne yazık ki günümüz Müslümanlarında da bu ruhbanlık düşüncesinde olan yani dünyayı tamamen boş bir hayattan ibaretmiş gibi algılayanların varlığından söz etmek mümkündür. Bu kesim, İslami nassları yanlış anladığı için yani burada da bütüncül bir düşünce geliştiremedikleri için aşırılığa gitmişlerdir. Konumuz açısından şu bilgileri paylaşmak yerinde olacaktır. “İslâm’ın mânevî değerleri ve âhiret hayatını üstün tutan, ancak buna aykırı olmayan dünya nimetlerini ve zenginliğini de onaylayan tutumuna rağmen çok geçmeden İslâm toplumunda yozlaşmalar başladı. Toplumun bir bölümü kendini servet, lüks ve ihtişam hırsına kaptırıp âhireti ihmal ederken bir kesim de bütünüyle âhirete yönelip dünyayı dışladı. İç savaşlar, sefahat ve dinden uzaklaşma hareketlerinin yanı sıra özellikle Hıristiyanlık, İsrâiliyat, Hint dinleri ve diğer dış kültürlerden gelen tesirlerle dünyadan el etek çekip kendini tamamıyla âhirete veren ve dünyaya küsenlerin sayısı gittikçe artmaya başladı. Dünya hayatını terkedip bir köşeye çekilenler evliya ve örnek insanlar olarak kabul edildi. “Dünyaya karşı soğuk duranlar” anlamındaki zühhâd kelimesiyle ifade edilen zümrenin ortaya çıkışı ve bunların herkesten saygı görmesi, sonraları bu zihniyetin daha da güçlenerek tasavvufta devam etmesine ve dünyaya karşı ilgisiz, işsiz güçsüz bir grubun ortaya çıkmasına yol açtı. Tasavvufî ve ahlâkî eserlerde dünyadan nefret etmenin fazilet olduğunu işleyen konular ağırlık kazandı. İnandırıcı olmak için de hadisler uyduruldu, İsrâiliyat’a başvuruldu, hatta ruhbanların sözleri delil olarak gösterildi. (1)
     Kıyamet alametlerini sayma ortaya koyma çabası da yanlış algılar arasında gösterilebilir. Çünkü kıyamet alametlerini sayan ve ona göre dünyanın son bulacağı zaman çetelesi tutan kişi iki tür yanlışa düşmüş demektir. Birincisi vukû bulması gereken daha çok alâmet var düşüncesiyle gevşek bir hayat yaşamak ya da tamamen dünyaya meyletmek, ikincisi ise bütün alâmetler zuhur etti, artık dünyanın sonu yaklaştı düşüncesiyle yaşamaktan ümidini kesip dünyaya sırt çevirmek. Bir başka yanlış algı ise tenâsüh inancıdır. Hulül, ruh göçü ya da reenkarnasyon diyebileceğimiz bu tür yanlış inanca sahip olan akımların varlığı bilinmektedir. Ölen kişinin ruhunun bir başka canlıya insana ya da herhangi bir hayvana geçmesi şeklinde özetleyebileceğimiz bu yanlış algı yine âhiret ve dünya dengesini bozan unsurlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tekâmülünü tamamlayamamış ruhların başka bir canlıda bu aşamasını tamamlayacağı ya da çok kötülük yapmış bir ruhun bir hayvana dönüşerek ceza çekeceği gibi bâtıl ve asılsız inançlar dünya-âhiret dengesini bozan yanlış algıdır. Böyle temelsiz bir düşünceye sahip insanlara göre âhiret hafife alınmakta cennet ve cehennemi inkar derecesine kadar varmaktadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Süleyman Uludağ, “Dünya” DİA, c. 10 (İstanbul: İsam Yayınları, 1994), 25.
~~~~ * ~~~~

     Bir başka yanlış algı ise aşırı yaşama arzusu ve ölümden korkma düşüncesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünya zevklerine ifrat derecesinde bağlı olan ve uzun bir hayat sürmek isteyenler dünyaya karşı tûl-i emel besledikleri için uhrevî görevlerini ihmal etmektedirler. Ya da aşırı ölüm korkusu yaşayanlar âhiretteki güzelliklerle ilgili ümitsiz olduklarından, yaptıkları amelleri az görüp tamamen âhiret işlerine sırt çevirmektedirler. Halbuki İslam, havf ve recâ kavramlarıyla insanlara dünya ve âhiret dengesini göstermiştir. Bu konuda Gazzâlî (ö.505/1111)’nin şu değerlendirmesi önemlidir. Dünya ve âhiret bakımından o, insanları üç kategoride ele almıştır.
     1. Âhireti terk edip yalnızca dünyaya bağlananlar. Ona göre yaratıkların en kötüleri bunlardır.
     2. Dünyayı terk edip âhirete yönelenler.
     3. Dünya ve âhireti beraber yürütenler. Ona göre bu zümre insanların en faziletlisidir; çünkü din ve dünya işlerini birlikte yürüten kimseler Allah’ın halifesi”dir. (1)

     Sonuç
     Dünya ve âhiret hayatı aslında tek bir hayatın iki aşaması şeklinde anlaşılabilir. Birincisi önce yaşandığından ilk ve yakın anlamına gelen dünya hayatı, ikincisi ise dünya hayatının son bulmasıyla başlayacak olan ebedi âhiret hayatıdır. Âhiret hayatı henüz dünya hayatı gibi yaşanmadığından insanlık onu dünya hayatı gibi tecrübe etmemiştir. Ancak mütevâtir nasslara ve haberlere inanan kimseler onun gerçekliğinden hiç şüphe duymamışlardır.
     Dünya ve âhiret hayatı konusunda İslam’ın tutumu ikisini de eşit götürme şeklinde özetlenebilir. Birisi olmadan diğerinin olamayacağı gerçeğinden hareketle dünyanın geçici olması onun boş ve anlamsız olduğu sonucunu doğurmaz. Et ve tırnak misali birbirinden ayrılması imkansız olan bu iki hayat arasında dengeyi bozan yanlış algılar her konuda olduğu gibi ifrat ve tefrit düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim ruhbanlık anlayışına sahip olan hristiyanlıkta dünyaya değer verilmezken aşırı maddeci olan Yahudilikte de dünyevileşme görülmüştür. Her konuda orta yolu tavsiye eden İslam ise bu iki uç görüşü reddetmiş iki dünya konusunda dengeli bir tavır sergilemeye dikkatleri çekmiştir. Âhiretin varlığını inkar edenlerde aşırı bir dünyevileşme, dünyayı hiçe sayanlar da ise aşırı bir ruhçuluk görülmektedir. Dolayısıyla çok keskin olan bu ayrımcılık hem inanç hem de amel bakımından beraberinde hatalı davranışlara yol açmıştır. Âhiretin varlığını kabul etmeyenler o hayatla ilgili hiçbir hazırlık yapmazken, dünyayı da terk edenler orayı düzeltme, imar etme, adaleti ve huzuru sağlama konusunda herhangi bir katkı sağlayamamışlardır. Birinci düşünceye sahip olanlar her türlü zulmü, katliamı ve sürgünü insanlığa yaşatırken ikinci grupta yer alanlar da insanlığın refahı ve geleceği adına hiçbir yatırım yapmamışlardır. Belki günümüz dünyasında yaşanan acı olayların temelinde dünya ve âhiret dengesi konusunda yanlış algılara sahip olanların etkisi büyüktür. Birileri bu dünyada yaptıklarının hesabını vermeyecekleri düşüncesiyle her tarafı yakıp yıkarken diğerleri de yanlış bir tevekkülle dünya onların olsun âhiret bize yeter ümidiyle yaşamaktadırlar. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot:
1) Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’l-Amel (Mısır ts.), 188. 
~~~~ * ~~~~

     Hz. Peygamber ve dört halife döneminde dünyaya çok önem verilmediği bilinen bir gerçektir. Fakat o asrı çağımızla kıyaslamak sağlıklı neticeler vermeyebilir. İslam’ın ilk indiği o dönemde müşrikler, din adına her şeyi inkar etmekte, hayatın sadece dünyadan ibaret olduğuna inanmaktaydılar. Dolayısıyla hesap verme duygusundan yoksun bir yaşam içinde olduklarından; güçlülerin zayıfı ezdiği, birçok mazlumun zulüm gördüğü, haksız kazanç elde etme, haksız yere adam öldürme, yağma ve talanların yaşandığı bir dünyada ilk iş herhalde doğru bir inancı yerleştirmek ve unutulan ahiret hayatına daha çok yer vermekten daha tabii bir durum olamazdı. İşte Hz. Peygamber ve onun halifeleri bu yüzden daima dini hayatı öncelediler. Ancak Emevilerle dünyevileşmenin başladığına şahit olmaktayız. İşte o yanlışlığa karşı duran sûfilerin de aşırı bir münzevî hayatı tavsiye ettiklerine rastlamaktayız. Bu manada Kur’an’da ve hadislerde dünyayı yeren “Dünyanın geçici olduğu, dünya hayatının ancak bir oyun ve bir eğlence, aldanma olduğu şeklindeki nasları ve dünya mel’undur, içindekiler de mel’undur, ancak Allah’ı zikir ve zikrullaha yardımcı olanlarla âlimler ve ilim öğrenenler hâriç” ve benzeri şekildeki nasları yanlış anlayanlar, dünya hayatına da yanlış anlam yüklemişlerdir.
     Aslında bu nasların dili, nâzil olduğu toplumun o dönemdeki aşırı dünya tutkusu ve ahiret hayatını inkar etmeleri sebebiyle dünya eksenli bir görüşün yanlışlığına ve ahiret hayatının gerçekliğine dikkatleri çekmek içindir. Yani dengeyi sağlamak adına insanlığın gaflette olduğu, daha uzun ve kalıcı hayatın en hayırlı olduğu ifadeleri yadırganacak bir durum değildir. Aynı şekilde ahireti uzak görenler de dünya hayatına yanlış anlam atfettiler. Birinciler ruhçu, münzevî bir tutum sergilerken diğerleri de tamamen maddeci, seküler bir mana yükledir. İşte böylece bu iki hayat arasındaki denge bozulmuş oldu. Özet olarak dünya ve ahiret dengesi açısından yanlış algıları inanç ve amel bakımından iki başlık altında toplamak mümkündür. İnanç bakımından âhireti inkar, amel bakımından aşırı münzevîlik ya da yapılan amelleri azımsamak. Ayrıca dünyevileşme arzusu, tenasüh inancı, cennetteki nimetlerin bazı kelamcılar tarafından soyut kabul edilmesi, tûl-i emel, ölüm korkusu ve bazı sûfîlerin dünyayı yanlış yorumlamaları da dünya ve âhiret dengesi açısından yanlış algılar olarak karşımıza çıkmaktadır.
     Sonuçta dünya ve âhiret dengesi konusunun yazılıp konuşulduğu kadar kolay olmayan bir konu olduğunun farkında olarak, bu dengeyi bozan yanlış algıların neler olduğu kısmen de olsa dile getirilmiş oldu. Dünya ve âhiret hayatının dengesini kurmak, Kur’an ve sünneti doğru anlamaktan geçer. Dolayısıyla her iki kesimde yer alanlar düşüncelerini ve inançlarını gözden geçirerek yeniden bir bakışla bu dengeyi kurabilirler.

     Kaynakça
* Abdulbâkî, Muhammed Fuâd, el-Mu’cemu’l-müfehres li-elfâzi’l-Kur’an’i’l-Kerîm, Kahire: Dâru’l-Hadîs, 2008.
* Altıntaş, Ramazan, Din ve Sekülerleşme, İstanbul: Pınar Yayınları, 2005.
* el-Beyzâvî, Nâsırüddîn Ebû Saîd Abdullāh b. Ömer b. Muhammed,Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl, Beyrut: Müessesetü şa’ban, ts.
* Buhari, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmail, Sahîhu’l-Buhâri, İstanbul: Mektebetülislamiyye, 2007.
* Darimi, Abdullah b. Abdirrahman es-Semarkandî, Sünenü’d-Dârimi, İstanbul, Çağrı Yayınları, 1992.
* Gazzâlî, Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed b. Muhammed b. Ahmed, Mîzânü’lAmel, Mısır ts.
* Gümrükçüoğlu, Süleyman, “İmtihan ve Dünyevileşme”, Turkish Studies, 10, sy. 2 ( 2015 ): 411-434.
* Isfehânî, Ebû Nuaym, Ahmed b. Abdullah, Hılyetü’l-Evliyâ, Beyrut, ts.
* İbn Kesîr, Ebü’l-Fidâ’ İmâdüddîn İsmâîl b. Şihâbiddîn Ömer, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azîm (İstanbul: Kahraman Yayınları, 1984).
* İbn Mace, Muhammed b. Yezid el-Kazvînî, Sünenu İbn Mâce, thk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.
* İbn Manzur, Ebu’l-Fadl Cemaluddin Muhammed b. Mükrim, Lisânu’l-Arab, Beyrut: Dar-u sadr, 1994.
* el-Kurtubî Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr b. Ferh, el-Câmi’ li ahkâmi’l-Kur’an, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-ilmiyye, 1993.
* Nesâî, Ebû Abdirrahman Ahmed b. Şuayb, Sünenu’n-Nesâî, İstanbul: Çağrı Yayınları, 1992.
* en-Nesefî, Ebû’l-Berekat Abdullah b. Ahmed b. Mahmud, Medâriku’tenzîl ve hakâiku’t-te’vîl, İstanbul: Kahraman Neşriyat, 1984.
* Öztürk, Mustafa, “Kur’an’ın Değer Sisteminde Dünya ve Dünyevi Hayatın Anlamı”, Tasavvufî İlmi ve Akademik Araştırma Dergisi, 16, ( 2006 ): 65-86.
* er-Râzî, Ebu Abdillâh Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyn, Mefâtîhu’l-Gayb, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1985.
* et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerir Câmiu’l-Beyân fi Te’vîli’l-Kur’an, Beyrut: Dâru’l-kütübi’l-İlmiyye, 1992.
* Tirmizi, Muhammed b. İsâ, el-Câmiu’s-Sahîh, İstanbul: Çağrı Yayınları,1992.
* ez-Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd b. Ömer b. Muhammed el-Hârizmî, el-Keşşâf an Hakâikı’t-Tenzîl ve uyûni’l-Akâvîl fî Vücûhi’Te’vîl, Beyrut: Dâru’l-fikr, 1977.
 
bus

19 Eylül 2021 Pazar

DÜNYA ve AHİRET DENGESİ / Kur'ân'da Dünya Algısı / Sayfa 663 - 674

ULUSLARARASI SEMPOZYUM
YANLIŞ ALGILAR ve DOĞRU İSLÂM
28-30 Ekim 2016
ŞanlıUrfa / TÜRKİYE
Sayfa: 662 - 674
DÜNYA ve AHİRET DENGESİ
Kur'an'da Dünya Algısı
Ahmet ÖZ *

     Kur'an-ı Kerim’i incelediğimiz zaman, Allah'ın kâinatta olan her şeyi belli bir ölçü ve denge içerisinde yarattığına, insanoğlunun bu dengeyi koruması ve buradaki düzeni örnek alarak dengeli olması gerektiğine dikkat çekildiğini görürüz. İslam toplumunu vasat ümmet olarak nitelendiren (1) Yüce Allah, Müslümanların her konuda dengeli olmasını istemektedir.
     Dünyada yaşamını sürdürmek için çalışmak ve kazanmak zorunda olan insanın tek hedefi dünyada mal yığıp zengin olmak değildir. Ancak çalışmasının karşılığı olarak Allah kendisine zenginlik verebilir. İnsanın tabiatında dünyayı sevme ve onun nimetlerine meyletme eğilimi vardır. İslam, insan fıtratındaki bu realiteyi yok saymak yerine, insanın dünya ilgili davranışlarını düzene koymayı hedeflemektedir.
     Yüce Allah, insana hayatını sürdürmesi için verdiği dünya nimetlerini önemsemeyip terk ederek uzlete çekilmesini de doğru bulmamaktadır. Kur'an'da Allah, dünya hayatını; "bir oyun ve eğlence" olarak nitelendirirken, sevgili Peygamberimiz de “bir yolcunun mola vermek için durduğu bir ağacın gölgesinde geçirilen dinlenme süresi” olarak ifade etmektedir. Dolayısıyla asıl ve ebedi olan ahiret yurdudur.

     Dünyayı ve Nimetlerini Zemmeden Anlayış
     İslam tarihi boyunca bir kısım insanlar, dünyaya olması gerekenden fazla ilgi gösterirken, bir kısmı da dünyayı aşırı derecede kötüleyerek Müslümanın dünyadan el-etek çekerek yaşaması gerektiği tezini savunmuşlardır. Özellikle tasavvuf içerikli kaynaklarda, dünyadan el-etek çekme anlayışı idealize edilmiştir. Hatta takva sahibi olmak ve zühd hayatı yaşamak için bunun gerekli olduğu iddia edilmiştir. Şimdi bu konu ile ilgili birkaç örnek vererek konuyu değerlendirelim.
     Ebu Hâmid el-Gazâli (v.505/1111), İhyâu Ulûmi’d-Din adlı eserinde “Dünyanın Zemmi” başlığı altında uzun bir bölüm açarak konuyu ayrıntılı bir şekilde işlemiştir. Örneğin o, Kur'an-ı Kerim’in ayetlerinin çoğunun dünyayı kötülediğini ve ahirete davet ettiğini söylemekte, aslında peygamberlerin gönderiliş maksadının da bu olduğunu iddia etmektedir. (2)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
*Yrd. Doç. Dr.Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
1) Bakara, 2/143.
2) Gazâli, İhyâu Ulûmi’d-Din,Dâru’l-Marife, Beyrut, Ts.,III/202.

~~~~ * ~~~~

     Dünyayı zemmeden hadis rivayetleri de aktaran Gazâli, Musa b. Yesar’dan şöyle bir rivayet aktarmaktadır: Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
     “Allah Teâlâ dünyadan daha sevimsiz bir şey yaratmamıştır. Onu yarattığından beri bir kez olsun ondan tarafa da bakmamıştır.” Söz konusu hadisin mürsel olduğu ifade edilmektedir. (1)
     Hz. Ali’ye atfedilen bir sözü Gazâli şöyle aktarmaktadır: “Dünya ile ahiret birer kuma gibidir. Birisini memnum ettiğinde diğerini gücendirmiş olursun” (2) Ayrıca Gazâli, isim vermeksizin bazı insanların, “Dünya bir leştir. Bundan faydalanmak isteyen, köpeklerle arkadaşlığa sabretsin” dediğini nakletmektedir. (3)
     İmam Rabbâni (v.1035/1624), ise dünya hakkında şunları söylemektedir: “Dünyanın görünüşü yalancı yaldızlarla süslüdür. O yüzünü, gözünü boyanmış, görünüşü tatlı kötü bir kadına benzer. Görünüşüne bakılarak taze, güzel, körpe zannedilir. Fakat aslında güzel koku sürülmüş bir ölü gibidir. Sanki bir leştir, böceklerle akreplerle dolu bir çöplüktür. Su gibi görünen bir serap, zehirlenmiş bir şeker gibidir. Tadına bakan, güzelliğine aldanan sonsuz pişmanlık çeker.… Kendisini sevenlere, arkasına takılanlara hiç acımayıp en kötü şeyleri yapar.” (4)
     Aynı şekilde Gazâli de, İbrahim b. Ethem’in arkadaşlarıyla olan şöyle bir konuşmasını aktarır: “ Bizim dostlarımız dünyaya hınzır adını verirler ve ey hınzır başımızdan defol derlerdi. Eğer hınzır kelimesinden daha iğrenç bir kelime bulsalardı dünyaya o ismi verirlerdi” demektedir.(5)
     Hz. Ali’nin Selman-ı Fârisi’ye yazdığı bir mektupta şöyle dediği aktarılmaktadır: “Dünya yılan gibidir, dokunduğunda yumuşak fakat zehiri öldürücüdür. Hoşuna giden şeylerden vazgeç ki sana fazla yaklaşmasın…” (6)
     Kuşeyri (v.465/1072)’nin Hasan el-Basrî’den aktardığı bir söze göre “Zühd” dünya ehline ve dünyada bulunanlara kin ve nefret beslemektir. (7)
     Bu ve benzeri ifadeler, insanların dünyaya olan aşırı düşkünlüklerini azaltarak ahirete yöneltmek maksadıyla söylenmiştir. Ancak abartılı bir şekilde dünya kötülenerek sanki dünyadan el etek çekmek, doğru ve ideal bir davranışmış gibi gösterilmektedir. Oysa gerek peygamberlerin yaşantısı, gerekse tarih boyunca maddi zenginlik sahibi âlim ve arif insanların varlığı, bunun böyle olmadığını ortaya koymaktadır.

     Vahyin inşa edip yeni bir bakış açısıyla ıslah etmek istediği konulardan biri de dünya hayatı ve onu algılanma biçimidir. İnsanlardan bir kısmı ahiret hayatını yeterince kavrayıp iman etmeyince, hayatı sadece dünya hayatından ibaret zannetmektedirler. Hâlbuki durum onların algıladıkları gibi değildir. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Gazâli, İhyâ, III/203.
2) Gazâli, İhyâ, III/209.
3) Gazâli, İhyâ, III/208.
4) İmam Rabbani, Mektubat, 73. Mektup,Trc. Hüseyin Hilmi Işık, Işık Kitabevi, İstanbul, 1975, s. 126.
5) Gazâli, İhyâ, III/210.
6) Gazâli, İhyâ, III/216.
7) Abdu’l-Melik b. Talha el-Kuşeyri, er-Risâletü’l-Kuşeyriyye,Dâru’s-Sadr, Beyrut, 2001, s.68. 
~~~~ * ~~~~

     Bu nedenle vahyin inşa ettiği dünya hayatını iyice kavramak gerekmektedir. (1) Öyleyse Müslümanların dünyaya bakışı nasıl olmalıdır? Kısaca inceleyelim.

     Müslümanın Dünyaya Bakışı
     Yüce Allah insanları yaratmış ve yeryüzünde yaşama fırsatı vermiştir. İnsanoğlunun yaşamını sürdürebilmesi için belli başlı temel ihtiyaçlarını giderebilmesi gerekmektedir. Bu ihtiyaçların neredeyse tamamı, maddi gelire veya paraya dayanmaktadır. Belki ilkel çağlarda mağaralarda veya doğal ortamda yaşamını sürdüren insanlara, bu tür ihtiyaçlar için para gerekli olmayabilir. Ancak günümüz dünyasında, medeni bir toplum içerisinde yaşamını sürdürmek isteyen bir insanın, mutlaka belirli bir gelir düzeyinin olması gerekmektedir.
     Dünya malı sadece insanların yeme, içme, giyim ve barınma ihtiyaçları için değil, aynı zamanda özgürlüğü ve bağımsızlığı için de gereklidir. Nitekim Yüce Allah, Müslümanlara, İslam düşmanlarına karşı güçlerinin yettiği kadar savaş için kuvvet ve besili atlar hazırlamaları gerektiğini emretmektedir. (2) Düşmanlara karşı kuvvet hazırlayabilmek için de ekonomik açıdan güçlü olmak gerekmektedir. (3)
     Müslümanların olabildiğince zengin olmaları, İslam’ı tanıtmak ve sevdirmek, ona taraftar olanların ve inananların sayısını çoğaltmak için de gerekli görülmüştür. Kur'an-ı Kerim'de zekâtın sarf edileceği yerler sıralanırken (4), “müellefe-i kulûb”a da yer verilmiştir. Bunlar zekât vermek suretiyle kalpleri İslam’a ısındırılmak istenen kişilerdir. Demek ki mal ve zenginlik, İslam’ın yayılmasında önemli etkenlerden birisidir.
     Üzerinde düşünülmesi gereken bir örnek de Hz. Süleyman ve Sebe’ melikesi Belkıs arasında geçen kıssadır. Hz. Süleyman Belkıs’a bir mektup gönderir ve mektupta onların kendisine itaat edip teslim olmalarını / Müslüman olmalarını ister. Belkıs, toplumunun ileri gelenleri ile Hz. Süleyman’a nasıl bir cevap verecekleri konusunda istişare eder. Sonunda onunla savaşmayı göze alamaz ve ona bazı hediyeler göndermeye karar verir. Belkıs, Hz. Süleyman’a bir takım hediyeler gönderir ve bununla Hz. Süleyman’ı etkilemek ister. Melikenin gönderdiği elçi hediyelerle gelince, (5) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Ahmet Abay, Kur'an'a Karşı Algı Yönetimi, Düşün Yayınları, İstanbul, 2016, s.244.
2) Enfal, 8/60.
3) Ahmet Coşkun, Kur'an-ı Kerim’in Dünya ve Ahirete Bakışı, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri, 1987, IV/271.
4) Tevbe, 7/60. 5Neml, 27/28-35.
~~~~ * ~~~~

     Hz. Süleyman, ona ihtiyacı olmadığını şu ifadelerle bildirir: “Siz mal ile mi bana yardım ve destekte bulunmak istiyorsunuz? Allah'ın bana ihsan ettiği nimet, size verdiğinden daha üstündür. Kaldı ki getirdiğiniz bu hediyelere muhtaç olan ben değil sizsiniz; böyle hediyeler ancak sizin gibileri sevindirir. Şimdi kavminize dönün hiç şüpheniz olmasın ki karşı koyamayacakları bir orduyla onların üstüne yürüyeceğiz böylece onları aşağılanmış, hor ve hakir olarak yurtlarından sürüp çıkaracağız.” (1)
     Hz. Süleyman burada, onların mal ile kendisini etkilemek istediklerini anlayınca, onların kendi yöntemiyle karşılık vermiş, kendisinin onlardan çok daha zengin olduğunu, onların malına muhtaç olmadığını ifade ederek, teslim olmaları için gerekirse onlarla savaşacağını söylemiştir. Belkıs’ın bu tür bir tavırla karşılaştığında teslim olacağını düşünen Hz. Süleyman, gücünü ve iktidarını ortaya koyarak Belkıs’ın Müslüman olmasında etkili olmuştur. Nitekim Belkıs, Hz. Süleyman’a itaat ve teslimiyetini bildirmek için onun sarayına gelmeye karar verir.
     Hz. Süleyman’ın kabul sarayının girişi billurdan yapılmıştır. Belkıs gelip bu sarayı gördüğünde, ihtişamından çok etkilenir. Billurdan olan bu saraya girerken, suya basacağını düşünerek, ıslanmaması için eteğini toplar. Bu arada Hz. Süleyman onun geleceğini öğrenince, o gelmeden önce onun tahtını oraya getirterek maddi gücünün yanında manevi olarak da ne kadar güçlü olduğunu ispat eder. Belkıs’ın iman etmesinde hem maddi gücün hem de manevi olgunluğun etkisi olmuştur. Hz. Süleyman maddi gücünü gerektiği şekilde kullanmış, hiçbir zaman onu gurur ve kibir vesilesi yapmamıştır.
     Genel olarak Kur'an-ı Kerim'de maldan bahseden ayetlerde, dünya malı için “hayr” (2) veya “fazl” (3) ifadeleri kullanılarak malın önemi ortaya konulmuştur. Malı “ziynet” (4) olarak ifade eden ayetler de vardır. Bütün bu ayetleri göz önüne aldığımızda, mal ve mülk sahip olmanın kötü bir şey olamadığını, aslında kötü olanın, onları ulaşılması gereken asıl hedef kabul edip putlaştırmak olduğunu görürüz.
     Kur'an-ı Kerim'de “ed-dünya” kelimesi yüz on beş kez geçerken “el-ahiretu” kelimesi de yüz on beş kez geçmektedir. Her ikisi birlikte 48 ayette zikredilmektedir. “hayat” kelimesi genellikle “dünya”ya izafetle 71 kez geçerken, nadiren de müstakil olarak geçmektedir. Yeryüzü manasına gelen“el-ard” kelimesi ise toplamda 462 kez geçmektedir. (5) “Dünya” kelimesinin “hayat” kelimesi ile birlikte geçmesine karşılık, ahiret kelimesi “dâr” kelimesiyle birlikte “dâru’l-ahire” şeklinde geçmektedir.“hayâtü’d-dünya” tabirinin geçtiği yerlerde, daha çok ahiretin ihmal edildiği bir dünya yaşayışı kast olunmaktadır. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) Neml, 27/36-37.
2) Bakara, 2/215, 272, 273.
3) Bakara, 2/198; Nisa,4/32; Cuma,62/10.
4) Araf, 7/32; Kehf, 18/7.
5) M. Fuad Abdulbaki, el-Mu’cemu’l-Müfehres li-elfâzi’l-Kur'an’il-Kerim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1986.
6) Coşkun, s.276.
~~~~ * ~~~~

     Dünya ve ahireti dengeli bir şekilde zikreden Kur'an-ı Kerim, mü’minlere nasıl dua edecekleri hususunda şöyle bir dua örneği vermektedir:
     “Onlardan bir kısmı da: Ey rabbimiz! Bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver. Bizi cehennem azabından koru! derler.” (1)
     Kur'an, iki hayat arasında denge kurmak için, ahiretin unutulmasını istemediği gibi dünyanın unutulmasını da istememektedir. Nitekim Allah, ayette, “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” (2) şeklinde buyurarak, Kur'an'ın getirdiği hayat sistemini formüle ederken, dünyanın, ahirete köprü olması bakımından da yerini göstermektedir. Dünyayı bu anlamda değerlendirmesini bilmeyen, ölçüyü kaçıran, dünyayı temel gaye olarak görüp nimetlere dalan kimselere cehennemde yapılacak şu azarlama ne kadar acıdır: (3)
     “İnkâr edenler ateşe arz olunacakları gün (onlara şöyle denir): Dünyadaki hayatınızda bütün güzel şeylerinizi harcadınız, onların zevkini sürdünüz. Bugün ise yeryüzünde haksız yere büyüklük taslamanızdan ve yoldan çıkmanızdan dolayı alçaltıcı bir azap göreceksiniz!” (4)
     Dünyaya meyil ve mal sevgisi aslında yaratılışta insanda mevcut olan bir sevgidir. Kur'an-ı Kerim bunu bir vakıa olarak, bir gerçek olarak bildirmektedir. (5) Dünyanın imarı, mal ve mülkün artışı bu yolla mümkün olmaktadır. Fakat insanın yaratılışında mevcut olan acelecilik (6) onu aşırılığa ve dengesizliğe sürüklemektedir. İnsan bu aceleciliği yüzünden, önünde gördüğü, temas halinde bulunduğu dünya nimetlerine kendisini tamamen kaptırabilmekte, eline peşin olarak geçen lezzetlere kapılmakta, henüz görmediği, ama gördükleri kadar gerçek olan ahireti unutmaktadır. İşte bunun için bazı ayetlerde dünya zemmedilmiştir. Gerçekte dünya değil, fakat ahireti ihmal ve inkâr manasında bir dünya sevgisi kötülenmiştir.
     “Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılmış altın ve gümüşten, salma atlardan, davarlardan ve ekinlerden gelen zevklere aşırı düşkünlük, insanlara süslü gösterildi. Bunlar, sadece dünya hayatının geçimidir. Asıl varılacak güzel yer, Allah'ın yanındadır. De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takvâ sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve Allah'ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.” (7)
     Kur'an servet toplamayı çirkin görmemiş, fakat onu piyasaya sürmeden elde tutmayı kötülemiştir. Ayette : “…Altın ve gümüşü biriktirip onu Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onları elim bir azap ile müjdele” (8) buyrulmaktadır. Demek ki gaye dünya değil, mal biriktirme değil, Allah yolunda harcama ve cennete hazırlanmadır. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Bakara, 2/201.
2) Kasas, 28/77.
3) Coşkun, s. 277.
4) Ahkaf, 46/20.
5) Âl-i İmran,3/14; Adiyât,100/8.
6) İsra, 17/11.
7) Âl-i İmran,3/14-15.
8) Tevbe, 9/34.
~~~~ * ~~~~

     Kur'an'da dört ayette (1) dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğu ifade edilmektedir. Ancak bu ayetlerin geçtiği bağlamlara baktığımızda, bunlardan ikisinin (2) dünyanın cazibesine dalan ve hayatı bu dünyadan ibaret sayan kâfir ve müşriklerle ilgi bir pasajda geçtiğini, diğer iki ayetin de mü’minlerin dünyaya karşı olması gereken tutumlarını ifade eden bir bağlamda geçtiğini görürüz. Kâfirlere ve mü’minlere bu tür bir uyarının yapılması, aslında dünyada geçen hayatın kısalığını ifade etmek içindir. Çünkü oyun oynayan ve oyuna dalan bir çocuk, belki saatlerce oyun oynayarak günün nasıl geçtiğinin farkına varmaz. Müslüman için de dünya, ahiret yurdu karşısında çok kısa bir zaman dilimini ifade ettiği için bu zamanı iyi değerlendirmesi gerekir. Eğer bir çocuğun oyuna dalıp tüm vaktini oyunla geçirdiği gibi o da bir ömrünü oyunla geçirirse ömür bittiğinde, boş bir amel defteriyle rabbinin huzuruna varmak zorunda kalır. Dolayısıyla dünyada geçen ömür, Salih amellerle süslenmelidir. Nitekim ilgili ayetlerin devamında, asıl olanın ahiret hayatı olduğu vurgulanmaktadır.
     “Dünya hayatı, oyundan ve eğlenceden başka bir şey değildir. Oysa günahlardan sakınanlar için Ahiret yurdu daha hayırlıdır. Buna aklınız ermiyor mu?” (3)
     Fahrüddin er-Râzi, yukarıdaki ayeti tefsir ederken, burada dünya hayatının kötülenmediğini, çünkü dünya hayatının ahireti kazanmak için gerekli olduğunu ifade ederek, İbnu Abbas’a dayandırdığı bir yorumla, burada şirk ve nifak ehlinin hayatından bahsedildiğini ifade etmektedir. Gerekçe olarak da mü’minin dünya hayatında salih ameller işleyeceği, mü'minin hayatında oyun ve eğlencenin olmayacağını söylemektedir. (4) Şayet buradaki dünya hayatını, izah etmeye çalıştığımız gibi inkârcıların günah ve isyan ile geçirdikleri hayat değil de mutlak manada hayat olarak değerlendirirsek, başta peygamberlerin hayatı olmak üzere Allah yolunda, insanlığa hayırlı hizmetlerle, hayır ve hasenatla, ilim ve irfanla geçirilen bütün hayatları oyun ve eğlenceden ibaret saymış oluruz. Öte yandan "oyun ve eğlence"nin anlamsız, değersiz bir davranış şekli olduğu malumdur. İnanan insanların insanlığa hizmetle, değer üretmekle geçirdikleri dopdolu bir hayatı "oyun ve eğlence" olarak değerlendirmek doğru olmaz.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnotlar:
1) En’am, 6/32; Ankebut, 29/64; Muhammed, 47/36; Hadid, 57/20.
2) En’am, 6/32; Ankebut, 29/64.
3) En’am, 6/32.
4) Fahrüddin er-Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb, Dâru’l-Fikr, 1981, XII/210. 
~~~~ * ~~~~

     O halde diyebiliriz ki, burada muhatap müşriklerdir, eleştirilen, onların anlamsız hayatlarıdır. İnananlar yanında onlara da, gerçek hayatın ahiret hayatı olduğu hatırlatılarak bu anlamsız amellerinden vazgeçip, ahiret hayatında da onları bahtiyar edecek bir hayata yönelmeleri söylenmektedir. (1) Dünya hayatının ne olduğunu anlatan diğer bir ayet ise şöyledir:
     "Onlara dünya hayatının, tıpkı şöyle olduğunu anlat: Gökten bir su indirdik, yerin bitkisi onunla karıştı. Derken o bitki, rüzgârların savurduğu çöp kırıntıları haline geliverdi. Allah her şeye kadirdir." (2)
     Burada da "onlar"la işaret edilenlerin inkârcılarolduğu aşikârdır. Ayetin öncesinde iki adamın misali anlatılmaktadır. Bunlardanbiri inkârcı, diğeri ise mü’mindir. İnkârcı olana üzümlerden, hurmalardan,ekinlerden oluşan, aralarından nehirler akan çok güzel bağlar, bahçeler verilmiş; bu güzel nimetlere sahip olan adam, mallarıyla böbürlenmiş, bunların ebediyete kadar kendisiyle kalacağını zannetmiş ve bu anlayışla kıyameti inkâr etmiştir. Arkadaşının bu yöndeki ikazlarını kulak ardı etmiş, inkâr bataklığına saplanmıştır. Nihayet, cennet misali bağları-bahçeleri üzerine çökerek yok olup gitmiş, kimse de kendisine yardım edememiştir. (3) İşte bu ayetlerin akabinde, kendilerine bu olayın hatırlatıldığı müşriklere, yaşamakta oldukları dünya hayatının ve sahip oldukları malların-mülklerin de, tıpkı o adamınki gibi, gökten inen bereketli yağmur suları ile yeşerip serpildikten, bütün güzelliklerini ortaya serdikten sonra, ansızın yok olabileceği, rüzgârların savurup etrafa serpiştirdiği kuru çöplere dönebileceği haber verilmektedir. Burada da yine muhatap müşriklerdir ve çerçöpe dönüşerek hiçbir fayda vermeyeceği ifade edilen dünya hayatı da, bunların isyan içinde geçen hayatlarıdır. Mutlak manada dünya hayatını kınayacak herhangi bir husus söz konusu değildir. (4)

     Dünya Nimetlerine Bakış Açısı
     Yüce Allah Kur'an-ı Kerim’de dünya nimetlerinin mü'minler için yaratıldığını şöyle ifade etmektedir:
     “De ki: Allah'ın kulları için yaratmış olduğu giysileri, temiz ve hoş yiyecekleri haram kılmak kimin haddine! Yine onlara de ki: bütün bu nimetler dünyada ve özellikle kıyamet gününde yalnız mü'minlerindir…” (5)
     Kur'an'da kötülenen dünya nimetleri değil, bunların sebep olduğu gurur, kibir ve azgınlıktır: “İnsana bir nimet verdiğimizde yüz çevirir ve büyüklük taslar. Bir kötülük dokunduğu zaman hemen yalvarmaya başlar.” (6) 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Hidayet Aydar, Kur'an'da Geçen “el-Hayatü’d-Dünya”Kavramı üzerine Bazı Mülahazalar (1), İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2002, V/64.
2) Kehf, 18/45.
3) Kehf, 18/32-43.
4) Hidayet Aydar, s. 68.
5) A’raf, 7/32.
6) Fussilet, 41/51. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
     Sahip olduğu dünya nimetlerinin ahirette kendisini muhtemel felaketlerden kurtaracağını sanan ve bu imkânlarını Hz. Peygamber’e karşı düşmanlık vasıtası yapan Ebu Leheb, Kur’an’da ismi zikredilerekbedduaya uğrayan insanlardandır. Aynı şekilde Hümeze suresinde (1) malının kendisini ebedi kurtaracağını zanneden insanın kapıldığı gurur ve kibir neticesinde insanları aşağılayıp hor gördüğü vurgulanmaktadır.
     Diğer yandan Kur'an'da Hz. Musa döneminde yaşamış çok zengin bir adam olan Kârun, kötü bir örnek olarak anlatılır. Şimdi kıssanın anlatıldığı ayetlere bir göz atalım:
     “Karun, Musa'nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti: Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma. Allah sana ihsan ettiği gibi, sen de (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuk yapmayı düşünme. Şüphesiz ki Allah, bozguncuları sevmez.Karun "Ben bu servete ilmim ve becerim sayesinde kavuştum." dedi. Peki, şunu da bilmiyor muydu ki Allah, daha önce kendisinden daha güçlü ve serveti daha fazla olan kimseleri helâk etmişti? Ama suç işlemeyi meslek edinen günahkârlara artık suçları hakkında soru sorulmaz.Karun bir gün, yine bütün ihtişam ve şatafatıyla halkının karşısına çıktı. Dünya hayatına çok düşkün olanlar: "Keşke bizim de Karun'unki gibi servetimiz olsaydı. Adamın amma da şansı varmış, keyfine diyecek yok!" dediler.Ahirete dair ilimden nasibi olanlar ise: "Yazıklar olsun size! Bu dünyalıkların böylesine peşine düşmeye değer mi? Oysa iman edip güzel ve makbul işler yapanlara Allah'ın cennette hazırladığı mükâfat elbette daha hayırlıdır. Buna da ancak sabredenler nail olur."Derken Biz onu da, sarayını da yerin dibine geçiriverdik. Ne yardımcıları Allah'a karşı kendisine yardım edip, onu kurtarabildi, ne de kendi kendisini savunabildi.Daha dün, onun yerinde olmayı arzu edenler: -Vay be, demek ki, Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletiyor ve dilediğininkini daraltıyormuş. Allah'ın bize nimetleri olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Demek ki inkârcılar kurtuluşa eremezlermiş, demeye başladılar.” (2)
     Ayette Kârun’un malının çokluğu dolayısıyla azgınlığı ifade edilmekte ve akıbetinin kötülüğü anlatılarak aynı hataya düşmemeleri konusunda mü’minler uyarılmaktadır. Kârun’un hatası, elinde bulunan malın, Allah'ın bir lutfu ve imtihanı olduğunu unutup, malını ve kendi aklını putlaştırıp Allah'a isyan etmesidir. Allah ayette, Kârun’un zenginliğini eleştirmiyor, onu malının zekâtını vermediği, fakirler için gereken infakı yapmadığı, Allah'ın verdiği mala şükretmek yerine, malı kendi aklıyla kazandığını ifade ettiği için, hem eleştiriyor hem de ceza olarak malıyla birlikte kendisini de yerin dibine geçiriyor. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Hümeze, 104/1-3.
2) Kasas, 28/76-82.
~~~~ * ~~~~

     Ayette “Allah'ın sana verdiğinden (O'nun yolunda harcayarak) ahiret yurdunu iste; ama dünyadan da nasibini unutma.” buyrularak, “hem dünyadaki nimetlerden faydalan hem de ahiret için salih ameller işle” denmek istenmiştir. Yani mal mülk sahibi olman, ahireti unutmana vesile olmasın. Çünkü ahiret, dünya hayatından daha önemli ve ahiret için çalışmak daha hayırlıdır. (1)
     Bazen dünya malı, evlatlar ve başarılı bir ticaret, insanların Allah ile olan irtibatlarında problemlere sebep olabilir. Zira Kur'an'da “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah'ın katındadır.” (2) Ancak Yüce Allah diğer bir ayet-i kerimesinde ise mümin insanın mal ve evlat konusunda nasıl olması gerektiğini şöyle ifade etmektedir:
     “Öyle yiğitler vardır ki, ne ticaretler, ne alım ve satımlar onları Allah'ı zikretmekten, namazı hakkıyla ifa etmekten, zekâtı vermekten alıkoymaz. Onlar kalplerin ve gözlerin dehşetten halden hale döneceği, alt üst olacağı bir günden endişe ederler.” (3)
     İslam, dünya nimetlerini ve mal kazanmayı meşru görmeseydi maddi durumu iyi olan insanlara Zekât, Sadaka, Hac ve Kurban gibi mali ibadetleri emretmezdi. Hayra ulaşmayı sevdiğimiz şeylerden vermeye bağlayan (4) İslam, malın sevilebileceğini ancak gerektiğinde sevdiğinden belli bir ölçüde vermeyi emretmektedir. (5) İslam ne Yahudiler gibi dünyevileşmenin bayraktarlığını yapmakta ne de dünya nimetlerinin insanı Allah'tan uzaklaştırdığını iddia eden mistik anlayışı benimsemektedir. Her konuda olduğu gibi ikisi arası bir yol tutarak dünyaya bakışta da vasat olmayı öngörmektedir. (6)
    İslam’ı iki cihan saadetini sağlayan bir din olarak tanımlamak en doğru yaklaşım olacaktır. Yoksa biz, dünyayı kurtarma adına ahireti unutmayı telkin eden bir anlayışın tarafı değiliz. Bize göre dünya ne bir çilehane ne de bir sürgün yeri değildir. Aksine o bir tarla yani kişinin ektiğini kıyamet günü biçeceği bir mezraadır. Dünyaya küsen ahiretini kaybeder, onu ziraata uygun eken, yarın ahirette hasadını görür. Zaten mantıklı düşünen herkes anlar ki imtihan, ahirette değil dünyada yaşanmaktadır. Cennet de cehennem de dünyada kazanılmaktadır. Zahitlik, dağa yahut mağaraya çekilmek değil, toplumdan uzaklaşmak asla değildir, zahitlik, toplumun içinde, günahlara bulaşmamaya çalışarak toplumu hayra yönlendirmektir. Kur’an’ın en mühim emri olan iyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi (7) Müslümanı toplumdan uzaklaşmaktan alıkoyan en önemli düsturdur. (8)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Duha, 93/4.
2) Enfal,8/28.
3) Nur, 24/37.
4) Âl-i İmran, 3/92.
5) Bakara, 2/177.
6) Ahmet Öz, Kur'an'ın Önerdiği Vasat Ümmet, Çıra Yayınları, İstanbul, 2011, s. 139.
7) Âl-i İmran, 3/104, 110.
~~~~ * ~~~~


     Sonuç olarak ifade etmek gerekirse, bazı ayetlerde dünyanın aşağılandığı bir gerçektir. Fakat Kur'an'da aşağılanan dünya, onun dış görünüşü ve nimetlerinden istifade yönünden değil, ona karşı taşınan niyet ve tavırdır. Mal-mülkle ilgilenmenin herhangi bir sakıncası yoktur. İç âlemimize hükmetmeye ve bizi esareti altına almağa kalkmadıkça, dünyanın nimetlerinden yararlanmak yasak değildir. (1) Aksine Kur'an böyle bir yasaklamayı da reddetmektedir:
     “De ki: "Allah’ın, kulları için çıkardığı süsü ve güzel rızıkları kim haram etti?" De ki: "O, dünya hayatında inananlarındır, kıyamet günü de yalnız onlarındır." İşte biz, bilen bir topluluk için ayetleri böyle açıklıyoruz.” (2)

     Dünyayı İmar Görevi
     Kur'an'da insanın yeryüzünün halifesi olarak nitelendirilmesi, (3) ahiretin tarlası olan dünyayı her yönüyle imar etmesini gerektirir. (4) Nitekim Hud suresinde şöyle buyrulmaktadır:“… O sizi topraktan yarattı, orada yaşattı/onu imar etmenizi istedi…” (5)
     Yüce Allah dünya nimetlerini insanlara dilediği kadar (6) vereceğini ifade ederken, verdiği bu nimetlerin insana bir lutuf ve ihsan olduğunu belirtmekte (7) ve şükreden kullarına da hesapsız bir şekilde nimetlerini artıracağını vurgulamaktadır. (8)
     Hz. Davut ve Hz. Süleyman’a maddi zenginlik ve krallık veren, Hz. Yusuf’a vezirlik veren, Hz. İbrahim’e bolluk ve bereket veren, bunların dışında daha birçok kuluna bol nimetler veren, aynı zamanda, kullarının bu nimetlere şükrünü öven Yüce Allah, bu kullarından verdiği dünya güzelliklerini terk etmelerini istememiştir. Onlardan istediği tek şey, bu nimetlerin şükrünü eda etmeleri, yani her hususta kendisine itaat etmeleri ve hâkimiyetini bütün dünyada gerçekleştirmeleridir.
     Dünyadan el-etek çekmeyi idealize eden düşünce sahiplerine sormak lazım, Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman ve Hz. Abdurrahman b. Avf gibi sahabiler, zengin oldukları ve Allah yolunda harcadıkları için cennetle müjdelenmediler mi? (9)
     Bugün dünya coğrafyasına baktığımızda, Müslümanların ekonomik ve siyasi açıdan zayıf olduklarını görmekteyiz. “Dünya Müslümanın cehennemi kâfirlerin ise cennetidir” anlayışı, bir şeklide İslam dünyasına girmiş ve bu anlayış, birileri tarafından doğru kabul ettirilmiştir. Yani birileri Müslümanların dünyadan el-etek çekmesi gerektiği anlayışını idealize ederken, diğer yandan Yahudi, Hıristiyan ve farklı batıl dinlere sahip olan milletler, dünya nimetleri içerisinde yüzmekte ve Müslümanların fakir olmalarından istifade ederek, onlar üzerinde mallarıyla siyasi hegemonya kurmaktadırlar. 
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Çoşkun, s.281.
2) A’raf,7/32.
3) En’am,6/165; Yunus,10/14; Nur, 24/55, vd.
4) Recep Ardoğan, Temellerden Topluma, Noya Medya, İstanbul, 2016, s. 371.
5) Hud,11/61.
6) Sebe, 34/39; İsra, 17/30.
7) Kasas, 28/77.
8) İbrahim, 14/7.
9) Yusuf Aygün, http://www.antoloji.com/dunya-ahiret-dengesi-ve-veraset-siiri, Erişim: 30.09.2016. 
~~~~ * ~~~~

     Dünyayı imar etmek ve yeryüzünde Allah'ın hükümlerini hâkim kılıp adaletle hükmetmekle görevli Müslümanlar, sürekli olarak birilerine muhtaç ve onların boyunduruğu altında yaşamaya mahkûm edilmişlerdir. Müslümanların dünyadan el-etek çekip münzevi bir hayatı tercih etmiş bir derviş gibi yaşaması gerektiğini söyleyen insanlar, aslında Kur'an'ı düşünerek ve anlayarak okuyan insanlar değildir. Eğer Kur'an'ı doğru bir şekilde okuyup anlasalardı, hem zengin bir kral olan hem de Allah’ın peygamberi olan Hz. Süleyman’ı görürlerdi. Yani zenginlik ve krallığın Allah'a kulluğun önünde engel olmadığını anlarlardı. Ayrıca peygamberlerin tamamı, toplumun içinde yaşamış, halktan kopuk münzevi bir yaşantıyı tasvip etmemişlerdir. Kur'an'da Allah, yeryüzünün salih kulları için miras bırakıldığını, (1) onun nimetlerinden yiyip içmeleri ve gezip dolaşmaları için insanların emrine amade kılındığı ifade ederek (2) , insanların çalışması için gündüz vaktinin, istirahatı için gecenin tahsis edildiğini ifade etmektedir. (3) Yani insanların dünyanın nimetlerini elde etmek için çalışabileceklerini hatta dünyada geçimlerini temin için çalışmaları gerektiğini vurgulayan bu ayetlerin yanında, birçok ayette de dünyada çalışmanın önemine dikkat çekilmiştir. (4)
     Dolayısıyla dünyadan el-etek çekmek gerektiğini ifade eden anlayışın bir an önce değişmesi ve Müslümanların dünyayı putlaştırmadan var güçleriyle çalışarak imar etmesi, zengin olması ve siyasi olarak da kimsenin boyunduruğu altına girmemesi gerekmektedir. Bu yüzden Müslümanların, her alanda bilimsel ve teknolojik gelişmeleri önemseyen bir anlayışla çalışmalar yapması gerekmektedir. Eğer dünyayı imar etmek önemsiz olsaydı, Sevgili Peygamberimiz (sav) şöyle buyurur muydu?
     “Biriniz elindeki fidanı dikmek üzereyken kıyamet kopacak olsa dahi o fidanı diksin” (5)
     Bu hadis, İslam’da dünya ve ahiret hayatının bir bütün olarak değerlendirildiğini ortaya koymaktadır. Dünyayı ahiretin tarlası olarak tanımlamak; ahirete hazırlanmak ama dünyadan da nasibini unutmamak bu anlayışın bir ifadesidir. Dünyayı imar, aynı zamanda ahiret yurdunu imar etmek demektir. (6)
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Enbiya, 21/105.
2) Mülk, 67/15.
3) Nebe,78/9-11.
4) Necm,53/39; Âl-i İmran, 3/195, vd.
5) Ahmed b. Hanbel, Müsned, Thk. Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, III/184.
6) Ardoğan, s. 374.
~~~~ * ~~~~

     Sonuç:
     İslam, bireyin tamamen dünya hayatına yönelip ahireti unutmasını doğru bulmazken, tamamen zahidâne bir yaşam sürdürmesini de önermemektedir. Nitekim Peygamberimiz (sav), sürekli kendini ibadete verip dünya nimetlerini terk edeceğini söyleyen bir grup sahabeyi, dengeli olmaları konusunda uyarmıştır. (1) Diğer yandan Kur'an'da dua örneği olarak geçen ve namazlarda tahiyyatta okuduğumuz ayetler, bize hem dünya hem de ahiret için iyilik istememiz gerektiğini öğretmektedir.
     Cuma suresinde (2) , Müslümanların Cuma namazı vakti geldiğinde ticareti bırakıp ibadete koşmaları emredilirken, Cuma namazı bittiğinde alışverişe devam edebilecekleri söylenerek, insanların hem ibadet edebilecekleri hem de alışveriş yapabilecekleri, bu ikisinden birisini tercih edip diğerini ihmal etmemesi gerektiğinin ölçüsü verilmektedir. Aynı şekilde Kur'an'da hac ibadetini yapmak için Kâbe’yi ziyarete gelen gelen mü’minlerin, hac esnasında ticaret yapabilecekleri (3) ifade edilmektedir. Nitekim büyük mezhep imamı Ebu Hanife’nin iyi bir tüccar olduğu herkesin malumudur.
     Müslümanlar ticari faaliyetlerden ve yeryüzünün halifesi olmanın getirdiği yöneticilik misyonundan uzak kaldığı müddetçe, dünyada mal mülk sahibi olanlar, Yahudiler, Hıristiyanlar vb. inanç grupları olacaktır. Bunun sonucu olarak, ekonomik gücü ellerinde bulunduranlar, sömürge durumundaki İslam dünyasını hem maddi olarak sömürecek hem de siyasi olarak yönetmeye devam edecektir.
     Sonuç olarak İslam, her konuda olduğu gibi dünya ve ahiret dengesi açısından da orta yolda olmayı emretmektedir. Günümüzde bu denge korunamadığı için ya tamamen dünyevileşip dünya nimetleri putlaştırılmakta ya da dünyadan el etek çekerek bir köşede kendi halinde yaşamını sürdürmek, doğru bir din algısı olarak sunulmaktadır. Biri ifrat diğeri tefrit olan bu yanlış din algısını değiştirmek için orta yolu bulmak gerekmektedir.
     Kısaca ifade edecek olursak; Yüce Allah Kur'an'da dünya nimetlerini ve dünya hayatını kötülemiyor. Ahiret hayatı karşısında dünya nimetlerinin ve dünyadaki yaşamın geçici ve kısa olduğunu vurgulayarak, mü’minleri, kâfir ve müşriklerin dünyaya baktığı gibi değil, ahireti önemsemelerini ancak dünyayı da tamamen ihmal etmemeleri konusunda uyarıyor.
~~~~ * ~~~~
     Yukarıdaki Bölümdeki Dipnot
1) Buhari, Cihad, 8.
2) Cuma,62/9-10.
3) Bakara, 2/198.
~~~~ * ~~~~

     Kaynakça:
* ABAY, Ahmet, Kur'an'a Karşı Algı Yönetimi, Düşün Yayınları, İstanbul, 2016.
* ABDULBAKİ, Muhammed Fuad (v.1968), el-Mu’cemu’l-Müfehres li-elfâzi’lKur'an’il-Kerim, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1986.
* ARDOĞAN, Recep, Temellerden Topluma, Noya Medya, İstanbul, 2016.
* AYDAR, Hidayet, Kur'an'da Geçen “el-Hayatü’d-Dünya” Kavramı Üzerine Bazı Mülahazalar (1), İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2002, V/52-84.
* AYGÜN, Yusuf, Dünya ve Ahiret Dengesi ve Veraset, http://www.antoloji.com/dunyaahiret-dengesi-ve-veraset-siiri, Erişim: 30.09.2016.
* BUHÂRİ, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail (v.256/879), el-Câmiu’s-Sahih, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
* HANBEL, Ahmed b. (v.241/855), Müsned, Thk. Bedrettin Çetiner, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992.
* COŞKUN, Ahmet, Kur'an-ı Kerim’in Dünya ve Ahirete Bakışı, Erciyes Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Kayseri, 1987, IV/267-284.
* GAZÂLİ, Ebu Hâmid Muhammed b. Muhammed (v.505/1111), İhyâu Ulûmid’d-Din, Dâru’l-Marife, Beyrut, Ts.,(I-IV).
* KARAMAN Hayrettin vd. Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, TDV. Yayınları, Ankara, 2007.
* el-KUŞEYRİ, Abdu’l-Melik b. Talha (v.465/1072), er-Risâletü’l-Kuşeyriyye,Thk. Nevaf Cerrah, Dâru’s-Sadr, Beyrut, 2001.
* ÖZ, Ahmet, Kur'an'ın ÖnerdiğiVasat Ümmet, Çıra Yayınları, İstanbul, 2011.
* ÖZTÜRK, Mustafa, Kur'an-ı Kerim Meali, Düşün Yayınları, İstanbul, 2011.
* RABBÂNİ, İmam, Ahmed bin Abdü’l-ehad bin Zeyne’l-Âbidîn (v.1035/1624), Mektubat, Trc. Hüseyin Hilmi Işık, Işık Kitabevi, İstanbul, 1975
*  er- RÂZİ, Fahreddin (v. 606/1209), Mefâtihu’l- Gayb, Dâru’l- Fikr, 1981, (I-XXXII)
 
bus

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri & Grand Alfa Karadeniz Turu

14 - 18 Ağustos 5 gün (3 gece otelde konaklamalı) Gönül Erleri  &  Grand Alfa Karadeniz Turu      5 Gün - 4 Gecelik (3 gece otel konakla...